AHKAF SURESİ 2

Sûrenin Tanıtımı 2

Ayetlerde şu vurgular vardır: 3

Bir Ayetin Yorumu. 3

Ayetlerde Şu Vurgular Vardır: 4

Cinlerden Bir Topluluk. 8

Ayetlerde Şu Noktalar Belirgindir: 9


AHKAF SURESİ

 

Kurandaki Sırası       : 46

Nüzul Sırası                : 66

Ayet Sayısı                  : 35

İndiği Dönem              : Mekke        

 

Sûrenin Tanıtımı

 

Sûrede, kafirlerin sözleri ve tavırları ile, onlarla Peygamber arasında geçen münazara ve tartışmalar aktarılır. Bu tabloda cevaplara ve susturucu delillere yer verilmektedir. Kıya­met gününün dehşeti karşısında mü'minlere güven vermekte, kafirleri korkutmaktadır. Ba­zı israiloğullan'nın müslüman olması, onların Musalal'ya indirilen Tevrat'a iman ettikleri gi­bi, Kur'an'ın ve Muhammedi davetin doğruluğunu tasdik etmeleri delil getirilir. Salih ço­cukları övülür. Şaki ve isyankar çocukları ise kınanır. Ad kavminin peygamberinin durumu ve kavmin helak oluşu zikredilir. Kur'an'ı dinleyen bir grup cinnin nasıl etkilendikleri, Al­lah'ın ölüleri diriltmeye kadir olduğu açıklanır.

10, 15, 35. ayetlerin Medeni oldukları rivayet edilir. Oysa bu ayetler konu ve siyak ile uyumludurlar. Mekki döneminin Özelliklerini taşımaktadırlar. Sürenin bölümleri arasında bağlar bulunmaktadır. Onun bir defada ya da ardarda indirildiğine dair deliller vardır. [1]

 

Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla.

1-  Ha, Mİm.

2-  Kitab'ın indirilmesi, üstün ve güçlü olan, hüküm ve hik­met sahibi Allah'tandır.

3-  Biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları ancak hak ve sınıriı bir ecelle yarattık. Küfredenler ise uyarılıp korku­tuldukları şeyden yüz çevirmekte olanlardır.

 

Zihinleri bir yöne çekmek için sûre, Ha, Mim harfleri ile başlar. Geçen sûrelerin ayetlerinde olduğu üzere Hikmet ve İzzet ile tanımlanan Allah tarafından Kur'an'ın in­dirilişini pekiştirir.

Sonra üçüncü ayet gökleri, yeri ve içindekilerini Allah'ın boşa yaratmadığını, hak ve hikmet ile, ilminde belirli bir ecelle yarattığını açıklar. Davet edildikleri, korkutuldukla­rı şeyden yüz çeviren, biiyüklenen kafirlere de şiddetli davranır.

Şu gelen ayetlerin içeriğinden de anlaşılacağı üzere bu ayetlerin, kafirlerin tavırları­nı, sözlerini ve tartışmalarım anlatım açısından bir önsöz niteliği taşır. [2]

 

4- De ki: "Gördünüz mü haber verin; Allah'tan başka tap­makta olduklarınız, yerden neyi yaratmışlar bana gösterin? Yoksa onların göklerde bir ortaklığı mı var? Eğer doğru sözlüler İseniz, bundan önce bir kitap ya da yakini bir ilim'[3]' kalıntısı {veya bir eser) varsa, bana getirin."

5- Allah'ı bırakıp Kıyamet gününe kadar kendisine icabet etmeyecek olan şeylere tapmakta olandan daha sapık kim­dir? Oysa onlar, bunların tapmalarından habersizdirler.

6- İnsanlar (yüce divana) toplandıkları gün, (taptıkları tan­rılar) onlara düşman olurlar ve onların, kendilerine ibadet etmelerini tanımazlar.

 

İlk ayette, Peygamberin kafirlere içeriğinde meydan okuma bulunan şu soruyu yö­neltmesine dair bir emir bulunmaktadır: Eğer ortak koştukları putlar, tanrılar yeryüzün­de birşey yaratmışlarsa onların ilki, Allah ile birlikte ibadete layık olan ortak olacaktır?! O halde onlarda gördükleri bu ehil olmanın delilini, ilahi bir Kitab'dan ya da doğru bir ilimden mi getirdiklerini, inanç ve iddialarının doğruluğunu İstemek gerekir.

İkinci ve üçüncü ayetler Allah'tan başka tapılanların tapanlara karşılık vermek ko­nusunda gerçek acizliklerini ortaya koyarak, meydan okurlar. Bu da soru üslubuyla ya­pılır. Allah'tan başkalarına çağıranlardan daha sapık kim olabilir? Kıyamet'e kadar ça­ğırmaya devam etseler bile onlara icabet etmeyeceklerdir. Çünkü onlar, bu duadan ga­fildirler, kendilerine tapanların ibadetlerinden habersizdirler. Dualarından hiçbir şeye cevap veremezler.

İlkin; insanlar Kıyamet gününde haşredüdikleri zaman onlardan (kafir ve müşrik olanlar dünyada onlara dua ve ibadet edenler) karşı karşıya getirildikleri vakit düşman­ca tavır alırlar ve onlardan nefret ederek ibadetlerini inkar ederler. İkinci olarak; ayetle­rin önsöz ile ilintili olduğu açıktır. Müşrik ve kafirlere yönelik bir meydan okuyuşu içermekle birlikte bir kınama taşır. Üslubu ise görüldüğü gibi azarlayıcı, meydan oku­yucu, delil getirici; susturucu bir alanda güçlü, muhkemdir.

Bu ayetlerin, "De ki" emri ile başlaması bazı müşriklerle ya da o nitelikte olanlarla karşılıklı delillerle bir tartışma ve çekişme noktasında olunduğuna delildir.

Görünen o ki, müşriklerin Allah'tan başka çağırdıkları, 5. ayette işaret edilen melek­ler olduğu, ondan sonra gelen ayette de Kıyamet günü onların kendilerine tapanlara kar­şı düşmanca ve inkarcı bir tavır takınacakları kastedilmektedir. Furkan sûresinin 17-18. ve Sebe sûresinin 40-41. ayetlerinde de bu, açıkça desteklenmektedir. [4]

 

7-  Onlara açık belgeler olarak ayetlerimiz okunduğu za­man, o küfre sapanlar kendilerine gelmiş olan hak için: "Bu, apaçık bir büyüdür." dediler.

8- Yoksa: "Kendisi uydurdu" mu diyorlar? De ki: "Eğer onu ben uydurdumsa bu durumda, Allah'tan gelecek cezaya karşı sizin bana hiç yararınız olmaz. O, sizin düşüncesizce konuşmalarınızı[5] daha iyi bilir. Benimle sizin aranızda O'nun şahit olması yeter. O, bağışlayan, esirgeyendir".

9- De ki: "Ben türedi[6] bir Peygamber değilim. Bana ve si­ze ne yapılacağınızı da bilmem. Ben sadece bana vahyedİ-iene uyuyorum ve ben apaçık bir uyarıcıdan başka bir şey değilim".

10- De ki: "Hiç düşündünüz mü; Eğer bu (Kur'an veya Peygamberin risaleti) Allah katından'[7]' olduğu halde siz onu tanımamışsanız; İsrailoğulları'ndan bir şahid de bunun benzerini (Tevrat'ta) görüp inandığı halde siz (inanmaya) tenezzül etmemişseniz (durumunuz nice olur)?! Allah, za­lim bir toplumu hidayete erdirmez."

 

Ayetlerde şu vurgular vardır:

 

1- Allah'ın apaçık ayetleri kafirlere okunduğu zaman onların sarfettiği şu sözleri hi­kaye eder: Uhrevi hesap verme ve diriliş haberleri ve diğer durumların içeriği sadece si­hirdir, ya da sihirin hayallerinden çıkan durumdur. Ya da Peygamber (s)'i Kur'an'a ifti­ra atmakla, Allah'a yalan nispet etmekle suçlarlar.

2- Onlara şu şekilde cevap verilir: Eğer ben Allah'a iftira etmişsem, O'nun gazabını hak etmiş olurum. O azabını indirmeye, başıma belalar sardırmaya muktedir olandır. O zaman hiç kimse beni bundan koruyamaz. O söylediğiniz sözleri ve beni suçladığınız suçlan en iyi bilendir. O, sizinle benim aramda adaletle şahid olandır. O şahit olarak ye­terlidir. Bütün bunlara rağmen mağfiret ve rahmetle tanımlanır. O, sizin etkili sözlerini­zi en iyi bilendir. Ben davamda ve risaletimde yeni bir şey getirmedim. Benden önceki peygamberler benim gibi Allah'a davet ettiler, onlara Allah katından kitaplar indirildi. Benim en fazla yapabileceğim, sizlere tebliğ etmek, sizleri uyarmak ve Allah'ın vahyet-tiğinin sınırlan içinde kalmaktır. Allah'ın size ve bana gelecekte ne yapacağını bilmiyo­rum.

3-  Peygamber, kınayan, inkar eden bir soru ile kafirleri inatları ve büyüklenmeleri hakkında sorgulayan Rabbani bir emirle muhatap olur. Onlara îsrailoğullarf ndan bir ta­nığın şahidliği aktarılır. O, Rasul'ün onlara okuduğunun benzerinin Allah katından ol­duğuna yakîn getirmiş ve sonra iman etmişti. Çünkü buna yakini vardı. Allah, haktan sapıtan zalimleri ve benzerlerini, O'nun ayetleri ve peygamberlerine karşı inatçı kesi­lenleri mutlu ve başanlı kılmayacağını ilan eder.

Geçen ayetlerde başlanılan peygamber ile müşrikler arasında münazara ve tartışma ortamının anlatılmasına bu ayetlerle devam edilir. Siyak ve konu açısından bir bütünlük bulunmaktadır. Üslubu ise akıllara, kalplere yönelik etkili, güçlü ve susturucudur.

"Bana ve size ne yapılacağını bilmem" cümlesi, belagatı içeren güzel bir makamda gelmiştir. İnsanlann hak, hidayet yolundan sapmalarına, Allah ve Rasullerine karşı kötü ahlâklarından kaynaklanan çirkin ve kötü sözlerine rağmen Allah'ın mağfiret ve rahme­ti onlar için vardır. Bu da O'nun onlara azap etmesini istemekte acele etmemelerine, on­ların geri dönüp, hidayete ermeleri için fırsatlar tanımasına sebep olmaktadır. Dünyada tutumunu değiştirmeyen ve o minval üzere ölenlerin döneceği yer ahirettir ve orada aza­bı hak edeceklerdir. Önceki sûrelerde değişik örneklerde, değişik üslublarla bu mânâ tekrarlanmıştır. [8]

 

Bir Ayetin Yorumu

 

Bizim ölçü aldığımız Mushaf'a göre 10. ayet Medenİ'dir. Bazı müfessirler, yahudi alimlerden biri olan Abdullah bin Selam'ın müslüman olması ile ilgili indiğini ve[9] Tirmizi'nin Abdulah bin Selam'dan rivayet ettiği bir hadiste kendisi için indirildiğini söy­lemektedirler. Ayet İle bir önceki ayet arasında konu, şekil ve siyak bakımından tam bir uyumluluk olduğu gözlenmektedir. Hitap, tartışma ve yönlendirme durumunda kafirlere cevap vermeye ve onları susturmaya yöneliktir. Bu nedenle rivayetin Medeni olmasında şüphe ediyoruz.

Taberi[10] tabiin ulemasından olan Meşruk'tan bir rivayette şöyle demiştir: "Allah'a yemin olsun ki, Abdullah bin Selam hakkında inmedi. Ancak Mekke'de indi. Abdullah bin Selam ise Medine'de müslüman oldu. Oysa ayet, Muhammed'e (s) hasım olan düş­manları ve kavmi hakkında indirildi". İsrailoğulları'ndan büyük bir azınlığın bulunduğu Mekke ve Medine arasındaki ilişkiler sağlamdı. Onlardan bazılarının Mekke'de ikamet etmesi ya da başka işler ve ticaret için gelenlerle en azından ilişkilerinin olması makul­dür. Mekki ayetlerde, Kitap ve ilim ehlinden deliller getirilmesi tekrarlanır. Peygambere indirilene sevinip, Allah katından indiğine tanıklık ederek ve iman ettikleri sahneler tek­rarlanıyordu. Bunun değişik örnekleri geçmişti. Bu kişilerin İsrailoğulları'ndan olmasını engelleyen bir durum da yoktur.

Onlardan bazıları[11]ise ayette zikredilen şahidin Musa (a) olduğunu söylerler. Cümle, "Kur'an Tevrat gibidir" demektedir. Eğer Musa (a), Tevrat'ın Allah katından olduğuna şahid olursa Kur'an'a da şahid oluyor demektir. Eğer dikkatlice düşünülürse, bu yakla­şımın ayetin içeriği ile uyum sağlamadığı görülür. Çünkü o, Kur'an'ın indiği şartlarda İsrailoğulları'nın gerçek imanım ve tanıklığını ifade etmektedir. Sadece bununla dahi kafirlerin, hüccete bağlanmaları gerekir. Biz buna inanıyoruz. Bunun Mekke'deki İsra-iloğulları'nın iman ve şahidliği olduğunu sanıyoruz.

Ayetler içerikleri ile Kur'an'ın Allah tarafından sadır olduğunu pekiştirir. "Havâ-mim" silsilesi ile bu sûre arasında ve buna benzer hepsinin İçeriğinde tam bir uyumluluk sağlamaktadır. [12]

 

11- Küfretmekte olanlar, iman etmekte onlanlar için de-diler ki: "Eğer O (Kur'an veya iman) hayırlı bir şey olsaydı,ona bizden önce koşup yetişemezlerdi." Oysa onlar, onunla hidayete ermediklerinden: "Bu, oldukça eski bir uydurmadır" diyecekler.

12- Bundan öncede rehber (iman) ve bir rahmet olarak Musa'nın kitabı var. Bu da, zulmedenleri uyarıp-korkut-mak ve ihsanda bulunanlara bir müjde olmak üzere, doğ­rulayıcı ve Arapça bir dil ile olan bir kitaptır.

 

Ayetlerde Şu Vurgular Vardır:

 

1-  Kafirlerin, Peygamber (s)'in risaleti ile ilgili müminlere yönelik sözleri hikaye ediliyor. Şöyle derlerdi: "Kur'an ve Muhammedi risalet eğer doğru, hak, hayırlı ise si­zin onlara bizden Önce kavuşmanıza müsaade etmezdik. Ama o ikisi eski yalanlardan bir yalandır, bu nedenle o İkisine inanmıyoruz".

2- Musa (a)'nın Kitabı'nın Kur'an'dan Önce geldiğini, hidayet ve rahmet içerdiğini, kadim olduğunu cevabî bir üslupla bildirir. Kur'an da onun benzeridir, ona uymaktadır, Arapça indirilmiştir ki, zalimleri korkutsun, mü'minleri müjdelesin.

Kafirlerin tartışma ve tutumlarını hikaye etmesi yönünden ayetlerin geçen siyakın devamı olduğu açıktır. İlk ayetin içeriği; kafirlerin, bazı mü'minleri tavırları nedeniyle kınadıklarına; "Eğer o hayırlı birşey olsaydı, ona bizden Önce koşup yetişemezlerdi" sözlerini de zayıf, fakir bir grubun Peygamber'in etrafında toplanmalarını, iman etmele­rini hafife almak ve alay etmek için kullandıklarına delalet eder. En'am ve başka sûre­lerde bunu açıkladık, onlar tarafından bu çokça tekrarlanır. Burada, Mekke'deki nebevi siretin tablolarından ilginç bir tablo karşımıza çıkar, O da belki de mü'minler ile kafirler arasında alakayı kesmemeye dair bu Kur'ani delilin siret kitaplarına yansıyan tabloları içermektedir. [13]

 

13- Şüphesiz: "Bizim Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra dos­doğru bir istikamet tutturanlar (yok mu) artık onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.

14-  İşte onlar, cennet halkıdır; yaptıklarına karşılık olarak, içinde ebedi kalacaklardır.

 

Ayetlerde Muhammedi davete uyanlara övgü ve güven vardır. Geçen ayetlerin tefsiri akışında söylediklerimiz destekleniyor. Kafirlere karşı güçlü bir cevapı İçeriyor. Zira i-man edenlerin konumu ne olursa olsun Allah'ın övgüsüne ve güvenine mazhardırlar. Onları korkulacak üzecek bir şey de yoktur. Onlar, içinde ebedi kalacakları cennetin as­habıdır. Ayetlerin siyak ile bağlantılı olduğu açıktır.

Ayetler, zaman ve konu özellikleri ile beraber, imanından sapmayan, bu imanın ge­rekli kıldığı Rabbiyle, çocuklarıyla ve toplumuyla olan ilişki ve hukuku gözeten herkesi müjdelemekte, güven vermekte ve Kıyamete kadar devamlı bir telkini vurgulamaktadır. [14]

 

15- Biz insana anne ve babasına iyilikle davranmasını tav­siye ettik. Annesi onu güçlükle taşıdı ve onu güçlükle do­ğurdu. Onun (hamilelikte) taşınması ve sütten kesilmesi ûtuz aydır. Nihayet güçlü (erginlik) çağına erip kırk yaşına ulaşınca dedi ki: Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve senin razı olacağın salİh bir amelde bulunmamı bana ilham et'[15] benim için soyumda da sala­hı ver. Gerçekten ben tevbe edip sana yöneldim ve ger­çekten ben müslümanım."

16-  İşte bunların yapmakta olduklarının en güzelini kabul ederiz ve kötülüklerinden geçeriz, (bunlar) cennet halkı içindedirler. (İşte bu) Onlara dosdoğru bir vaİddir.

17-  O kimse ki, anne ve babasına: "öf bei Size benden önce nice kuşaklar gelip geçmişken, beni (diriltilip) çıkarı­lacağımla'[16] mı tehdit ediyorsunuz?" dedi. O, ikisi (anne ve babası) ise, Allah'a yakararak: "Yazıklar olsun sana, i-man et, hiç şüphesiz Allah'ın va'di haktır" (derler; fakat) O: "Bu, geçmişlerin uydurma masallarından başkası değil­dir" der.

18-  İşte bunlar, azap sözü üzerlerine hak olmuş kimseler­dir. Cinlerden ve İnsanlardan kendilerinden evvel gelip-geçmiş ümmetler, gerçekten onlar, kayba uğrayanlardır.

19-  Her biri için yapmakta olduklarından dolayı dereceler vardır; öyle ki ameller kendilerine eksiksizce ödensin ve onlar zulme de uğratılmazlar.

20-  Küfredenler ateşe sunulacakları gün (onlara şöyle de­nir) "siz dünya hayatınızda bütün güzellikleriniz ve zevk­lerinizi tüketip - yok ettiniz, onlarla yaşayıp - zevk sürdü­nüz. İşte yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz (istikba-nnız ve gasıplıkta bulunmanızdan dolayı, alçaltıcı bir az-ab İle cezalandırılacaksınız.

 

Ayetlerde salın çocuk ile şaki, asi çocuk ömek verilerek bu ikisinin Allah'a ve anne-babalanna karşı tutumları belirtilmekte ve uyanda bulunulmaktadır:

1-  Allah insana anne-babasına ihsanda bulunmasını tavsiye eder. Özellikle hamile­likten doğurmasına, otuz ay emzirmesine, adam oluncaya kadar eğitiminde katlandığı zorluklara, meşakctlcre karşılık annesine ihsanda bulunması istenir.

2- Salih çocuk, adam olma ve olgunlaşma çağına erişince müslüman olduğunu, nef­sinin Allah için olması gerektiğini ilan eder. Anne ve babasının üzerine olan luluflarını hissederek o ikisine karşı görevlerini hatırlar. Allah'a ona bahşettiği nimetleri için şük­reder. Razı olduğu salih amelde yardım etmesi, salih zürriyetler nasib etmesi için yalva­rır. İşte Allah, bu kişinin yaptıklarını en güzel şekilde kabul eder, gaflel anında işledik­leri basit günah ve kötülüklerine ise göz yumar, doğru va'dini gerçekleştirmek için onla­rı cennete koyar.

3-  Kalpleri katılaşan, niyetleri bozulan, Allah'ın ve annc-babanın üzerlerindeki -tuflannı hissetmeyen çocuklar vardır. Onlardan bazılarının babalan hidayet bulmuş kimselerdir. İşte onlar, çocuklarının kafirler için Allah'ın vaadetliği ve va'dinin gerçek olduğu gazabına uğramamaları için, onları şefkatle, yardım istercesine bir Üslubla hida­yete çağırırlar. Çocukları İse davetlerini inkâria, alayla karşıladıkları gibi, onlara şöyle cevap verirler: Bizleri o hesapla, dirilişle nasıl tehdit ediyorsunuz? İlk asırlar ve halkları hesapsız, dirilişsiz geçip gittiler. Sizin söyledikleriniz mantığa, akla, yakinc dayanma­yan öncekilerin masallarıdır. İşte bu kimseler ve insanlardan ve cinlerden bir grup Al­lah'ın gazabını ve azabını hakettiler.

4-  Allah'ın yanında onlar ve şunlar için hepsinin ameline göre uygun derece ve ma­kamlar vardır. Allah onların hakkettikleri ceza veya mükafatı zulmetmeden, haksızlığa uğratmadan adaletli bir şekilde verecektir.

5- Kıyamet gününde kafirler ateşe sevkedilip ona atılmak üzere sıraya konuldukları zaman Allah onlara şöyle hilap edecek: Siz dünya hayatındaki iyi nzıklarla yelindiniz. Onda olanla aldandınız. Bu sizi, Allah hakkında düşünmekten, görevinizi yapmaktan alıkoydu. Fırsatı kaçırdınız. Büyüklük, isyan ve küfür yolunda yürüdünüz. İşte bugün bu siretinize uygun bir ceza ile cezalandırılacaksınız.

İlk bakışta bu bölüm ile geçen ayetler arasında bîr ilişki görünmemektedir. 11. ayette kafirler hakkında hikaye edilen sözün kafir oğul ile mü'min baba ya da aksi arasında ol­duğu ihtimalini bize gösteriyor. Bu ihtimali güçlendiren "ilklerin masalları" ibaresinin bu ayetlerde de zikredilmesidir. Eğer bu doğru ise -ki doğru olmasını Allah'tan diliyo­ruz-, bu ayetler ile öncekiler arasında bağlantının varlığı ortaya çıkıyor.

Bu faslın birinci şıkkının Ebu Bekir hakkında, ikinci şıkkının ise bir zaman babasın­dan sonra müslüman olmakta geciken oğlu Abdurrahman hakkında indiği rivayet edilir, ikinci şıkkın Abdurrahman hakkında olduğunu rivayet ederler: Abdurrahman, Muaviye bin Ebi Süfyan'ın oğlunu veliahd olarak tayin [17]etmesine karşı çıkar. Medine valisi Mcr-van bin Hakem insanların buna razı olmalarını isteyince Mervan'ı da kızdırır. Ona şöyle der: Ahkâf ayetlerinde Allah'ın lanetlediği sen misin? Kızkardeşi Aişe ise: "Allah Kıır'an'dan bizim hakkımızda bir şey indirmedi, ancak benim özrümü (beraatimi) indir­di. Bu Nur sûresi siyakında açıklanan İfk hadisesidir. Bunu Buhari tefsir kitablannda ve sahihinde rivayet etti".

İbn Kesir gibi bazı müfessİrlcr diyorlar ki; o geneldir, nasihat etmek ve örnek ver­mek için getirilmiştir. Bununla birlikte bu ve benzeri ayetler, Mekke'de Nebevi siret es­nasında babalar İle oğullar arasında olaylar olduğunu ilham etmektedir. Bazan babalaı mümin, oğullan kafir ve bazan de aksi oluyordu. Kafir babalar oğullarına karşı ger: dönmeleri için şiddet ve baskı uyguluyorlardı. Kafir oğullar ise mü'min babalarına karş şaki ve katı bir tavrı, Muhammedi risalete iman etmeye, onları ömek almaya çağnldık lan zaman sergiliyorlardı.

Bizim ölçü aldığımız Mushaf'ta 15. ayet Medeni gösterilmiş, fakat bu gariptir. Çün kii konu ve şekil açısıdan diğer ayetlerle uyumlu ve bağlantılı olması, birbirlerini ta marnlaması bu ihtimali ortadan kaldırmaktadır.

Bazı müfessirler "Siz dünya hayatınızda bütün güzelliklerinizi ve zevklerinizi tüke tip yok ettiniz..." cümlesi üzerinde durmuşlardır. Hatta bazı hadisleri rivayet edere! müslümanın ödünü patlatacak şekilde dünya hayatının iyi şeylerinden faydalanmaktaı korkutmuşlardır. Bunun etkisi olarak ta ahiretteki nimetlere kadar gidilmiştir. Ömer biı Hattab'dan rivayet edilen bir hadiste o şöyle demiştir: "Allah Rasulü'nün yanına gir dim, serilmiş kumlar üzerinde uzanmış buldum. Kumlar vücudunda izler bırakmıştı Dedim ki: Ey Allah'ın Rasulü, ümmetinin rızkını bollaştırması için Allah'a dua ei Rumlara ve Farisilere rızıklarını boilaştırdı. Oysa onlar Allah'a da ibadet etmiyorlaı Buyurdu ki: Onlar dünya hayatında iyi ve güzellikleri acele ile verilen kavimlerdir' Cabir bin Abdullah'tan rivayet edilen bir hadiste dedi ki: "Ömer elimde asılı bir et göi ve bu nedir Ey Cabir? dedi. Ona, satın aldığım ettir dedim. O da: Her iştihan çekti| şeyi sen satın mı alırsın, şu ayetten korkmuyor musun: 'Dünya hayatınızda bülün güzel İlklerinizi ve zevklerinizi tüketip yok ettiniz' dedi". Müfessir Beğavi de ayetin lefsiı akışında şu yorumu getirdi. Allah, dünyadaki güzelliklerle zevklenmeyi[18] kafirler için ki nayınca Peygamber ve salih sahabesi dünyadaki lezzetlerden kaçınmayı ahiret sevabır umarak, tercih ettiler. Sonra Allah Rasulünün ve sahabesinin zor yaşamlarından ba; hadisleri rivayet eder: Bundan bir tanesi Aişe'nin (r) rivayet ettiği hadistir; "Allah sulu vefat edinceye kadar ardarda iki günde arpa ekmeğinden Muhammcd'in ailesi do; madi." Ve yine onun rivayet ettiği başka bir hadiste: "Üzerimizden bir ay geçerdi d evde yemek için ateş yakmazdık. Çünkü yanımızda su ve hurmadan başka bir şey yol tu. Allah Ensarlı kadınlardan razı olsun ara sıra bize süt göndcriyorlardı". Abdurrahma bin Afv'ın rivayet ettiği bir hadiste şöyle deniliyordu: "O'na oruçlu iken yemek getiril­di. Dedi ki; Mus'ab bin Umeyr Öldürüldü, bir kefene sarıldığında başını örtmek istersen ayaklan açıkta kalırdı, ayağını örtmek istersen başı açıkta kalırdı. O benden hayırlı idi. Hamza öldürüldü, o da benden hayırlı idi. Sonra önümüze dünya açıldı. Ondan verebil­diğimiz kadarını verdik. Hasenatımızın çabuk geldiğinden korkmuştuk. Sonra ağlamaya başladı ve yemeği bıraktı".

Taberi ayetin tefsin akışında Ömer bin Hattab'ın şöyle dediğini rivayet eder: "Eğer İstersem sizin içinizde en güzel yemeği yiyen, en yumuşak kumaşları giyen biri olurum. Fakat ben güzelliklerimi saklayacağım".

Tabresi de Ali bin Ebi Talib'in zorlu yaşamını rivayet eder. Bu hadisler gayri mev­suk, sahih hadis kitaplarında varid olmayan hadislerdir. Bununla birlikte eğer doğru ise, Allah Rasulünün, Raşit halifelerinin, sahabenin büyüklerinin taşıdığı hallere atfetmek daha doğru olur. Dini yönden layyibattan yararlanmaktan, zevklenmekten nefret ettir­meye delil yoktur. Ayet kafirleri kınama, azarlamaya yöneliktir. Çünkü onlar dünya ve şehvetlerine dalarak Allah'ı ve görevlerini unuttular. Onlar için sadece azap kaldı. Özel­likle Kur'an'da bazı açık ayetler, itidal sınırları içerisinde müslümana güzellikleri (rızik-ları) mubah kılmaktadır. A'raf sûresinin 31-32. ayetlerine bakabiliriz: "Ey Ademoğulla-, her mesci(de gidişiniz)de süs(, güzel giysilerinizi alın; yeyin, için, fakat israf etme­yin; Çünkü O, israf edenleri sevmez. De ki: 'Allah'ın kulları için çıkardığı süsü ve güzel rızıkları kim haram etti?' De ki: 'O, dünya hayatında inananlarındır, Kıyamet günü de yalnız onlarındır.' İşte biz, bilen bir topluluk için ayetleri böyle açıklıyoruz."

Ayetlerde Allah'ın zinet ve güzelliklerini haram kılmayı yasaklama vardır. Mü'min-Iere, insanlarla birlikte israf dünya nimetlerinden zevklenmeleri, Kıyamet gününde ise nimeüerin sadece onların nasibi olacağı belirtilir. İşte bunda teşvik ve güzellik vardır. Bilakis ayetten çıkarılmak istenen düşünceyi de ortadan kaldırmaktadır. Zevklenme, müslüman için ancak, görevlerini yapmaksızın, Rabbini gözetmeksizin bir israfı, bir gü­nahı, bir dünyaya dalmayı beraberinde getiriyorsa mahzurlu ve kınanmıştır.

15. ayetteki "Kırk yaşına ulaşınca" vurgusu, insanın olgunluğa ulaştığı yaş sınırına bir övgü olarak algılanmıştır. Biz diyoruz ki; bundan, insanın bu yaş öncesinden sorum­lu olmadığı anlamı çıkarılmamalıdır. İnsanın maddi ve dini sorumluluğu işleri kavradığı andan itibaren başlar. Özellikle halim olmaya başlayınca. Nisa sûresinde ki 6. ayet bunu ilade eder: "Nikâh çağma varıncaya kadar öksüzleri deneyin, eğer onlarda bir olgunluk görürseniz, mallarım kendilerine verin..." Sanki ibareden insanın kırk yaşına varınca olgunlaşmasının tamam olacağı, salah ve kötülük, hayır ve şerr durumlarından sorumlu olacağı ve daha dikkatli davranacağı kastediliyor. Peygamber (s)'c bu yaşa ulaştıktan sonra pejtgamberliğin verilmesi büyük bir içeriğe sahip Rabbani bir tatbiktir. [19]

 

21-  Ad'ın kardeşi[20] Hud'u hatırla: Ahkaf [21]daki kavmini uyarmıştı. Onun önünden ve ardından nice uyarıcılar da gelip geçti[22]' (demişti ki): "Allah'tan başkasına kulluk et­meyin; ben sizin, büyük bir günün azabına uğramanızdan korkuyorum."

22-  Dediler ki: "Sen bizi ilahlarımızdan vazgeçirmek'[23] için mi geldin? Doğrulardan isen, bizi tehdit ettiğin şeyi bize getir".

23-  Dedi ki: "İlim ancak Allah katındadır. Ben size gönde­rildiğim şeyi tebliğ ediyorum; ancak ben sizi cahillik et­mekte olan bir kavim olarak görüyorum".

24-  Nihayet azabın (ufukta) geniş bir bulut'[24] halinde vadi­lerine doğru geldiğini görünce; "Bu, bize yağmur yağdıra­cak bir buluttur" dediler. Hayır, o sizin acele gelmesini is­tediğiniz şey, içinde acı azab bulunan bir rüzgârdır.

25-  Rabb'inin emriyle herşey yerle bir olur. Böylece ko­nutlarından başka, hiç bir şey(leri) görünmez duruma düş­tüler. İşte biz mücrim (suçlu-günahkâr) bir kavmi böyle ce­zalandırırız.

 

Ayetler Peygambere, Ad kavmini ve peygamberini hatırlatmasını emrediyor. Bu uyarmadan önce ve sonra korkutucuları göndermesindeki adeti üzere onlara da Allah bir nezir (uyarıcı) göndermişti. O onları Allah'a çağırdı. O'nun azabı İle korkuttu. Buna karşı inkarcı bir tavır sergilediler. Ona şöyle dediler: Sen bizi ilahlarımızdan vazgeçir­mek için mi geldin? Onlara vaadettiği Allah'ın azabını getirmesi için meydan okudular. O da onlara bunun ilminin Allah katında olduğuna ve onun en fazla yapabileceği Rabb'inden gelen mesajları tebliğ etmek olduğuna dair bir cevap verdi. Onlara şöyle de­di: Siz tavırlarınızda ve meydan okuyuşlarınızda ahmakça ve cahilce ısrar ediyorsunuz. Hud'un kavmi, vakit geçmeden kendilerine doğru bir bulutun geldiğini gördüler. Onu yağmur getiren bir bulut sandılar. Fakat o, gerçekte öyle değildi. Allah'ın onların üzeri­ne azapla gönderdiği şiddetli kasırganın izleriydi. Peygamberlerine getirmesi için mey­dan okudukları azaptı. Öyle ki, sadece evlerinin kalıntıları kalmıştı. Son ayet buna işaret eder. Hitabı, okuyup uyanmaları için dinleyenlere yöneltir ki, Allah'ın böylesi ümmetle­rin mücrim inkarcılarını nasıl cezalandırdığını görsünler.

Ayetler, eski muhatapların münazaracı ve tartışmacı tutumlarını hikaye ettikten son­ra, Kur'ani üslubun gereği uyarma, misal verme ve hatırlatma yönünde vurgular taşır. Bu uyarının aynı tavrı takınan kafirler için bir nasihat olmasını benzer konularda zikret­miştik. Ankebut sûresinde ki 38. ayetin Arapların Ad'in meskenlerini Allah'ın yerle bir ettiği kıssasını bildiklerini ifade etmektedir. "Ad ve Semud'u da (helak ettik.) Bu, otur­dukları yerlerden size belli olmaktadır. Şeytan onlara yaptıkları İşleri süsleyip onları yoldan çıkardı. Oysa bakıp ibret alabilirlerdi (ama almadılar)."

Bu peygamber Hud (a)'dur. Geçen kıssalar silsilesinde kıssasının hikayesi tekrarla­nır, burada ise Ad'ın kardeşi olduğu bildirilir. [25]

 

26-  Andolsun, onlara, size vermediğimiz iktidar İmkanla­rıyla gücü vermiştik, onlara kulaklar, gözler ve gönüller yaratmıştık. Fakat ne kulakları, ne gözleri, ne de gönülleri kendilerine bir yarar sağlamadı. Zira bile bile Allah'ın ayetlerini inkâr ediyorlardı. Ve alay edip durdukları şey, kendilerini kuşatıverdi.

27- Andolsun, biz çevrenizdeki kentleri de yokettik ve bel­ki {küfürlerinden) dönerler diye ayetleri tekrar tekrar açık­ladık.

28-  Allah'tan başka, kendilerine (Allah yanında) yakınlık sağlamak için tanrı edindikleri şeyler, kendilerine yardım etselerdi ya! Hayır, (tanrıları), onlardan kaybolup gittiler. İşte onların yalanlan ve uydurmaları budur.

 

Kur'ani dizelerin adeti olarak bu ayetler kıssayı tamamlamak için gelmiştir. Hitap dinleyenlere yöneliktir. Şüphesiz Allah Ad'ı yeryüzünde iktidar yapmış ve onlara kuv­vetin vesilelerini vermiştir. Peygamber kavminden dinleyenlere, aynısını vermez ve ik­tidar da yapmaz. Onlann kalpleri, gözleri ve kulakları vardı, onlardan faydalanmadılar. Onlara Allah'ın ayetleri geldiği zaman onu inkâr ettiler ve alaya aldılar. Tavırlarının kö­tü sonucunu; ne kuvvetleri, ne havsalaları, ne de akıllan değiştirebildi ve azabı taddılar. Peygamber kavminin etrafında ki toplulukları da Allah helak etti. Peygamber (s)'in kav­mine de bunlar hatırlatıldı. Elçiye indirilen değişik misaller veren ayetler, onlar için bel­ki bir nasihat olurdu. Adı geçen Önceki kavimler, Allah'la birlikte ortak koştular ve O'-na yakın olmaları için vesileler edindiler. Fakat bu gerçekleşmedi. Azab onlara geldiği zaman, tanrıları ortadan kayboldular. İçinde bulundukları durumun gerçek olmadığı, ya­lan ve iftira olduğu ortaya çıktı. Sonuç etkili ve kuvvetlidir, kalplere ve akıllara yöneliktir. Kafirlerin dikkatlerini çekmek ister. Kendilerinden öncekiler ve etraflarında bulunanlar daha güçlü ve daha ik­tidar sahibi olmasına rağmen Allah'ın azabından kurtulamadılar. Bundan ibret almaları gerekmez mi? Ayetlerin siyak ile bağlantısı açıktır.

Kur'an'ın onlara örnek verdiği Arapların etrafındaki kabileler, Arap yarımadasının güneyinde Ad ve Tubba, kuzeyinde Semud, Kuzey batıda Medyen ve Lut kavmi, gü­neybatıda Mısır'da bulunmaktaydılar. [26]

 

29-  Hani cinlerden bir topluluğu, Kur'an dinlemek üzere sana göndermiştik'[27]. Ona geldiklerinde (birbirlerine): "Su­sun, (dinleyin)" dediler. (Okuma) bitirilince'[28] de uyarıcılar olarak kavimlerine geri döndüler.

30-  Dediler ki: "Ey kavmimiz, gerçekten biz, Musa'dan sonra İndirilen, kendinden öncekileri de doğrulayan bir kİ-tab dinledik; hakka ve dosdoğru olan yola yöneltip ilet­mektedir.

31-  "Ey Kavmimiz, Allah'ın davetçisine uyun ve O'na ina­nın ki (Allah) günahlarınızdan bir kısmını bağışlasın ve si­zi, acı azaptan korusun."

32-  "Kim Allah'ın davetçisine uymazsa, yeryüzünde (başı­na İnecek belaya enge! olamaz). Kendisinin O'ndan başka velileri de yoktur. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedir­ler"

 

Ayetlerde, bir kısım cinlerin Kur'an'ı dinlediklerine ve ondan etkilendiklerine, Rab­bani davetle korkutucu olarak kavimlerine döndüklerine, buna icabet etmeleri İçin teş­vik ettiklerine, Allah'ın azabından korktuklarına dair Rabbani bir haber bulunmaktadır. Cümleler, başka bir edaya ihtiyaç olmayacak kadar açıktır. [29]

 

Cinlerden Bir Topluluk

 

Bu olayla ilgili ayetlerin tefsiri akışında değişik rivayetler bulunmaktadır. Bunlardan birisi, Peygamber(s)'in Taif'ten hazin ve umutsuzca dönerken yolda mola verdiği riva­yetidir. Zevcesi Hatice öldükten hemen sonra onu koruyan, yardım eden Amcası Ebu Talib de vefat edince, halkını Allah'a davet etmek için Taife gitti, onlardan yardım iste­di, ancak katı bir tutumla karşılaştı, kavmin zibidi takımının sövgülcrine ve kanatan taş­lamalarına maruz kaldı. Buyurdu: "Ey Allah'ım, hilemin ve değersizliğimin azlığını, gücümün zayıflığını sana şikayet ediyorum. Sen Rauf'sun, sen acıyanların en merha-metlisisin, sen müstazaflarm Rabbisin, benim de Rabbimsin. Beni kime bırakıyorsun? Bana saldıracak uzak birisine mi ya da işlerimin kontrolü elinde bulunan bir düşmana mı? Eğer sen bana kızmadınsa hiçbir şeye aldırmıyorum. Fakat senin bana olan affın daha geniştir. Dünya ve ahiret işlerinin salaha erdiği karanlıkları aydınlatan yüzünün nuruna sığınırım. Gazabının bana inmesinden yada kızgınlığının bana dokunmasından sana sığınırım. Benden razı oluncaya kadar rıza senindir, kuvvet ancak senin elindedir." Taifi üzülerek ve umutsuzca bir halde iken terketti. Yolda bir hurma bahçesinde konak­ladı. Gece yarısı kalkıp namaz kılmaya başladı. Cinlerden bir grup geçiyordu. Kur'an'ı işittiler ve iman ettiler. Kavimlerine gittiklerinde onları korkutuyor ve davet ediyorlardı. İnzal olan ayetler, bunu haber veriyordu[30].

Tirmizi Müsnedinin tefsir kitabında bu ayetlerin siyakında varid olan bir hadisi zik­reder: "Alkarna, İbn Mesud'a; Cinlerin geldiği gece, içinizden biri Allah Rasulü ile be­raber miydi? diye sordu. O da 'hayır' dedi. Fakat bir gece, Mekke'de onu kaybettik. O'­na suikast mı yapıldı ya da başına kötü bir bela mı indi dedik. Ona kötülüğün geldiği gece bir kavim de geceledi. Sabah olunca Harca yönünden O'nun (s) geldiğini gördük. O'na dün içinde bulunduğumuz durumu anlattık. Bana cinlerin elçisi geldi dedi, onlara (Kur'an'dan) okudum. Hareket edip onların eserlerini ateşlerinin kalıntılarını bize gös­terdi-''[31]. Tabcri'nin Galade'den rivayet ettiği bir hadis de şudur: "Peygamber(s) buyurdu:

Cinlere Kur'an okumam için emrolundum. İçinizden kim bana tâbi olacak? Başlarını eğdiler, sonra kim bana katılacak dedi, başlarını eğdiler, sonra kim bana katılacak dedi, üçüncüsünde de başlarını eğdiler. Sonra Abdullah İbn Mes'ud tabi oldu. Allah Rasulü, Hucun denilen bir yere girdi. Abdullah'ın sabit bir yerde kalması için bir çizgi çizdi. Sanki bana saldırıyorlardı. Sanki kartalların benzerlerini görüyordum. Deflerin eşliğinde yürüyor gibiydi. Çok karışık, şiddetli sesler işittim. Kur'an okuyan Allah'ın Peygamberi için korktum. Sonra dönünce, Ey Allah'ın Peygamberi, dedim: İşittiğim bu karışıklık nedir? Aralarında öldürülmüş birinin etrafında toplanmışlardı, peygamberleri hak üzere hüküm verdi, dedi" Bu rivayetten kaynaklanan veya değişik gibi görünen İbn Mesud'un başka bir rivayeti bulunmaktadır. "Peygamber ona bir şey görüp görmediğini sordu. Evet dedi, beyaz elbiseler içinde siyah adamlar gördüm. Buyurdu ki: İşte onlar Nusey-bin'li cinlerdir. Benden meta istediler. Meta, azık demektir. Her büyük kemikle, hayvan tezeği ile, atın fışkısı ile onlara takdim ettim". İkinci bir rivayette ise biraz farklı görün­mektedir. "Dedim ki: Ey Allah'ın Rasulü, insanlardan imdat istemeyi defalarca azmet­tim. Taki senin onları asanla vurduğunu işittiğim ana kadar onlara 'oturunuz' diyordun. Dedi ki: Eğer ben çıkmış olsaydım, bazılarının seni kaçırmasından emin olamazdım". İbn Abbas'taki rivayette sayılarının yedi olduğu, Allah Rasulü'nün onları kavimlerine elçi olarak [32]gönderdiği belirtilir. Başka bir rivayette ise dokuz cin olduğu ve isimlerinin ise şunlar olduğu bildirilir: Hasi, Hasa, Mensa, Sasar, Nasır, Urdobiyan, Ahtem, Zev-bah'dır. "Beni Şişeban mıntıkasından idiler. Cinlerin en çok ve en şerefli olanları ve İb-lis'in askerlerinden idiler. Cinler üç sınıfa ayrılır; bazıları kuşların sıfatlarını taşır, bazı­ları yılan ve köpeklerin sıfatlarını taşır, bazıları ise kadınlar gibi süslenirler[33]". İbn Ab-bas'tan başka bir rivayette[34] ise, gök ile şeytanlar arasına bir engel konulunca, üzerlerine yıldırımlar gönderilince, kendi aralarında dediler ki, gökteki haber ile sizin aranızda en­gel konulması ancak bir olayın meydana geldiğine delildir. Öyle ise yeryüzüne inin ve bakın. İnip aramaya başladılar. Peygamberi ve ashabını bir hurma bahçesinde sabah na­mazı kılarlarken gördüler. Kur'an'ı işittikleri zaman dediler ki: İşte, andolsun ki sizi en­gelleyen budur. Kavimlerine geri dönüp şöyle dediler: "Ey kavmimiz, biz acaip bir oku­ma işittik, herkesi rüşde götürüyor, biz de ona iman ettik."

Bu rivayetlerin çoğunun senetleri sabit değildir. Sahih hadis müsnedlerinden Tirmi-zinin müsnedinde sadece bir rivayet vardır. Bu rivayetler, gariplikler ve çelişkilerle do­ludur. Müfessirler, onlardan bazısını Cin sûresi siyakında zikrederler ki, bu ayetlerle Cin sûresinde zikredilen cin olayı bir tek olaymış gibi görülür. Oysa iki sûrenin inişleri ara­sındaki zaman belki de birkaç sene gibidir. Her iki sûredeki ayetlerin içeriği, iki değişik olay olduğunu kuvvetlice ifade eder. Taif dönüşünde yoldaki dinleme ile ilgili rivayet, hiçbir senede dayanmamaktadır.

Rivayet edilen duayı hiç kimse Peygamber'den işittiğine dair rivayet etmez. Çünkü yanında kimse yoktu. Rivayetlerden biri, cinlerin dinlemesini Peygamber'İn Taif'ten, hazin ve umutsuz bir halde dönerken yoldaki bir hurma bahçesinde olduğunu zikreder, başka bir rivayet ise, bir hurma bahçesinde olduğunu zikreder. Fakat onun ashabı ile birlikte olduğunu belirtir ve yine Mekke'nin bazı semtlerinde olduğunu da zikreder. As­habı onu kaybetmiştir, başına bir bela gelmesinden, suikasta uğramasından korkmuştur. Rivayetlerden biri de İbn Mesud'dan'dır. Ona göre, "Peygamber Kur'an okumak için gittiğinde ona arkadaş olur. Rasul davetine icabet için toplanılmasını ister. O da bu­nu ashabına haber verir". İbn Mesud'un başka bir rivayetinde ise Peygamber ile hiç kimsenin gitmediği belirtilir. Rivayetler, Peygamber'İn cinleri şekilleri ve elbiseleriyle gördüğünü, onlarla toplandığını, onlar arasında hüküm verdiğini zikreder. Oysa ayetle­rin içeriği, olayın ona vahy edildiğini belirtir. Peygamberin onu hissetmediğini de ilham eder. Bunların yanında rivayetlerde şekilleri, rızıklan, isimleri, kabileleri, toplanma ve dinleme şartları hakkında gariplikler bulunmaktadır. A'raf süresindeki 27. ayet açıktır: "Çünkü (iblis) ve kabilesi, sizin onları göremeyeceğiniz yerden görürler." Burada İn­sanların cinleri göremediği ifade edilmektedir. Ayette İblis zikredilmektedir; çünkü o da cinlerdendir.

Bütün bunlar, rivayetlerin ayrıntılarına bakıldığında şüphe uyandırıyor. Nas ve Cin sûrelerinin akışında cinler konusu ile ilgili yeterli yorum yaptığımızı sanıyoruz ve bura­da fazla açıklamaya gerek görmüyoruz. Ancak bu ayetlerde zikredilen kıssayla ilgili orada söylediklerimizi yine tekrarlamak istiyoruz, Kur'an'da ve Peygamber'den gelen sabit hadiste zikredilenlere inanmamız gerektiğini, tahmin yürütmeden, fazlalaştırırı a-dan olduğu gibi algılamanın gerekli olduğunu söylüyoruz. Şüphesiz ayetlerin buradaki ruhu ve içeriği, Cin süresindeki gibi, Kur'an'ı cinlerin dinlemesi haberinin Peygamber'e vahy olunduğunu ifade ediyor. Yani O (s), cinlerin kendisini dinlediğini bilmiyordu, an­cak Kur'ani vahy yolu ile öğrendi. Olayı haber vermek O'nun zâtını kastetmiyor. Oysa Nebevi davet, O'nu desteklemeyi kastediyor. Bu bölümün geçen ayetleri, kafirleri sus­turmak, azarlamak ve korkutmak amacını güdüyor. Geçen bölüm, onların tavırlarına benzer bir tavrı geçmiş milletlerin de sergilediğini direkt olarak hatırlatıyor. Bu bölüm de sözkonusu hatırlatmanın izini takip ederek geliyor. Sanki kafirleri bu zikrettiği olayla azarlamak istiyor. Arapların zihinlerindeki cinler hakkındaki güçlü tabloyu, Kur'an'm güçlülüğü, doğru lehçesi, ruhaniyeti ile etkilenmeye açıyor. Onu işittikten sonra hak da­veti idrak edince cinler, iman ediyor ve kavimlerine uyaran ve korkutan davetçüer ola­rak gidiyorlar. Ayetlerin ruhundan ilham edilen bu açıklama, bu bölümün geçen ayetler­le siyak ve konu açısından bağlantılı olduğunu gösteriyor.

Burada şu noktaya değinmekte fayda vardır. Bu ayetlerin içeriği, dinleyen bu gru­bun Tevrat'a inanmış, yahudi dininden olduklarım ilham ediyor. Cin sûresinde Kur'an'ı dinleyenleri hikaye edenler, onların hristiyan dininden olduğunu belirtmekteydiler. Böylece kafirler verilen örneklerle vahyî delillere itaat etmeye zorlanmaktadırlar. İnsan­lardan yahudi ve hristiyan bir grup, Peygamber'İn risaletine iman etmişti. Bu hususla ilgili olarak, İsra ve Kasas sûreleri örnek verilebilir. Onlar Kur'an'm Allah katından hak üzere indirildiğine, yahudi ve hristiyan cinlerden bir grubun buna iman ettiğine tanık ol­muşlardı. Kur'an'm da Allah katından gerçekten İndirildiğine şahit oldular. Arap kafir­lerinin bütün bunlardan sonra tavırlarında ısrar etmeleri, açık sapıklıktan ve aleni -yüklenmeden başka bir şey değildir. [35]

 

33-  Gökleri ve yeri yaratan, bunları yaratmakla yoruİma-yan[36] Allah'ın, Ölüleri diriltmeye de kadir olduğunu gör­mediler mi? Evet O, herşeye muktedir olandır.

34-  Küfredenler ateşe sunulacakları gün (Allah onlara): "(Nasıl) bu gerçek değil miymiş?" der: "Evet Rabb'imİzin hakkı için (gerçekmiş) derler. "Öyleyse küfre girmenizden dolayı azabı tadın" dedi.

35-  O halde sen de, iradesi, aklı ve nefsi kuvvetle tanımla­nan bazı peygamberlerin'[37] sabrettikleri gibi sabret. O(nan-kor)ler için de acele etme; onlar tehdid edildikleri azabı gördükleri gün, sanki gündüzün sadece kısa delil niteliğin­de yada güzel bir an niteliğinde bir zamanı yaşamış gibi'[38] olurlar. (Bu), bir duyurudur. Artık fasık olan bir kavimden başkası mı helak edilecektir.

 

Ayetlerde Şu Noktalar Belirgindir:

 

1-  İkna olmayan kafirlere Rabbani bir soru yöneltilir. Gökleri ve yeri yorulmadan yaratanın gücünün, ölüleri de diriltmeye muktedir olduğuna kesin bir delil oluşturduğu belirtilir.

2- Yaratıcının herşeye muktedir olması, bu gücünü pekiştirmektedir.

3- Kafirlerin Kıyamet günü durumlarının ne olacağına dair bir uyarmaya yer verilir. Ateşe atılmak üzere sevkolunduklan zaman sorulurlar: İşte bu hak değil midir? Olumlu bir cevap verirler. Onlara o zaman şöyle denilir: İnadınızın ve küfrünüzün cezası olarak azabı tadın.

4-  Peygamber(s)'e, kendinden önceki azimet sahibi peygamberlerin sebat ettiği ve sabrettiği gibi görevinde ve tavrında sabretmesini, sebatkar olmasını emreder. Kafirler için azabın çabuk gelmesini istemeye gerek yoktur, çünkü o, kesinlikle kafirleri kuşata-caktır. Bunun gerçekleştiğini gördükleri zaman, Ölümlerinden önceki günlerinin çok kı­sa bir vakit olduğunu hissedeceklerdir. Dünya hayatı, bir duyuru ya da kısa bir an durup tebliğ edildikleri bir niteliktedir. Sonra da Allah'ın azabına ki, Allah'ın davasına ve ayetlerine karşı isyan eden, şakiler için olan bir işkenceye sürüklenirler.

Ayetler, Cin ve Ad'den Önce gelen siyak ve ayetlerin bölümleri arasında bir bağlantı bulunmaktadır. Sûrenin .ayetleri, tartışma ve münazara yolundaki tavır için bir sondur. İşte bu noktadan ayetler, siyak ile konu ve şekil bakımından ilintilidir. Geçen sûrelerin sonlarında tekrarlanan üslub ile, sûrenin ayetleri aynı üslubu kullanmıştır. Onda Pey­gamberi davasında sebat ettirmek ve güven verdirmek vardır.

Bizim Ölçü aldığımız Mushaf'ta son ayetin Medeni olduğu rivayet edilir. Bu garib-tir. Bu ayetin öncekileri tamamlar bir durumda olduğu, siyak ile tam bir uyumluluk ar-zettiği gözlenmektedir. İçeriği ve üslubu Mekki ayetlerin şartları ile uyuşmaktadır.

Bazı müfessirler (Hazin, İbn Kesir ve başkaları) "belağ" kavramının Kur'an'm ya da içeriğinin korkutma ile dinleyenlere tebliğ etmek, yada Pcygamber(s)'in emirlerini teb­liğ etmek anlamını kastettiğini söylerler. Bizim onu yorumlamamızı ve tevilimizi başka müfessirler (Taberi, Tabresi) de söylemektedir. Bu kavram ile ayetin ruhu her iki tevili de kapsayabilir. Diğer müfessirler ile tercih ettiğimiz yorumun Allah'ın izniyle doğru olmasını temenni ederiz.

"Bazı peygamberlerin sabrettiği gibi sabret" ayeti, azimet sahibi peygamberlere işaret etmektedir. Bu konuda müfessirlerin (İbn Kesir, Tabersi, Beğavi, Taberi) görüş ve ri­vayetleri değişiktir. İbn Kesir şöyle der: En meşhur söz, onların Nuh, İbrahim, Musa, îsa ve Muhammed (a.s.) oldukları ve Ahzab ve Şura sûrelerinde de iki ayette birlikte zikre­dilmeleridir. Beğavi ise, bunlann Nuh, Hud, Salih, Lut, Şuayb, Musa (a) olduğunu zik­reder. Kimileri de buna Eyyub (a)'u dahil eder. Tabresi ise, onların şeriatlar koydukları­nı, insanlara buna uymalarını ve başkalarını terketmelerini farz kıldıklarını rivayet eder. Kesin bir tavır koymadan bunları sunmakla yetiniyoruz. Çünkü bu meselede sahih bir bilgi yoktur. Bu gibi meselelerde kesin bir şey söylemek doğru olmaz.

"O nankörler için de acele etme" cümlesini açıklama noktasında bazı müfcssirler (Beğavi, Tabresi) şunu zikreder. Peygamber (s), kafirlerin ısrarla azabı bir an önce getir­mesi İle ilgili meydan okumalarından sanki rahatsız olur. Dünyada onlara azab edilmesi­ni temenni eder. Ayet ise bu temennisine Allah'ın cevabı olarak gelir. Biz ise şu görüşe meylediyoruz. Bu deyim üslup yönündendir. Güven vermek amacını taşımıştır. Geçen örneklerde değişik şekillerde çoğu ayetlerde bu anlam bulunmaktadır. Vallahu A'lem. [39]

 

 



[1] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/433.

[2] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/434.

[3] Esaretin min ilmin Yakini (kesin) ilimden bir şey.

[4] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/435.

[5] Tufîdûnefîh Anlatılan, birçok sözü değiştirirler.

[6] Bıa an Önceden olmayan uydurulmuş şey.

[7] in kâne miri 'indillâhi Buradaki ait zamirinin Pey-gamber'in risaletine ait oluşu mümkün olduğu gibi Kur'an'a gitmesi de ihti­mal dahilindedir. Kur'an'a ait olması daha tercihe şayandır.

[8] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/437.

[9] Bkz. Taberi, İbn Kesir, Hazin, Beğavi Tefsirleri ve et-Tacu'l-Cami li Usuli'l-Hadis c. 3, s. 360

[10] Bkz. Taberi. İbn Kesir. Hazin, Beğavi Tefsirleri ve et-Tacu'!-Cami li Usuli'l-Hadis c. 3, s. 360

[11] Bkz. Taberi. İbn Kesir. Hazin, Beğavi Tefsirleri ve et-Tacu'!-Cami li Usuli'l-Hadis c. 3, s. 360

[12] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/437-438.

[13] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/439.

[14] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/440.

[15] Evzi'm Bana kolaylaştir, bana ilham et, bana ver, beni mutlu kıl.

Evzi'm Bana kolaylaştir, bana ilham et, bana ver, beni mutlu kıl.

[16] En tıhrace Ölümden sonra dirilmem.

[17] Bkz. İbn Kesir, Beğavi, Tabersi, Hazin Tefsirleri.

[18] Bkz. İbn Kesir, Beğavi, Tabersi, Hazin Tefsirleri ve et-Tacu'l-Cami li Usuli'l-Hadisİr-Rasul, c. 4, s. 207

[19] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/441-444.

[20] EhâÂdin Bundan maksat, Ad kavmine gönderilen Allah'ın rasuludur. O da, Hud (a)'dur. Nitekim Önceden geçen sûrelerin birçok ayetinde açıkça bu durum zikredilmiştir.

[21] Ehkâfü Uzun ve eğri büğrü kum yığını. Arap yarımadasının güneydoğusundaki bir bölge. Bu bölge, Hadramevt ülkesinin kuzeyi Ahkâf olarak tanınır. Ayette geçen bu kelimeden maksat, bu bölgedir.

[22] Ve had haleti'n-nüzürü min beyne yedeyhİ ve min halfihî "en-nezrü", "en-nezîrü" kelimesinin çoğuludur. "Kad halet" önlerinden ve arkalarından geçmiştir. Cümle öncesine ulaştıran takibi-ye cümlesidir.

[23] Litefikenâ Dönmemiz için.

[24] Arıdan Burada "bulut"anlamında.

[25] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/446.

[26] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/447448.

[27] Sarafhâ Yönelttik veyk gönderdik.

[28] Felemmâ Kudiye Bittiği zaman.

[29] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/449

[30] Bk. Beğavi, Hazin tefsirine İbn Hişam c. 2, s. 29-31

[31] Bkz. Hazin Tefsiri, et-Tac'ul-Cami, Ii-Usuli Ahadisir-Rasul c. 4, s. 208-209

[32] Bkz. Hazin, İbn Kesir, Beğavi Tefsirleri.

[33] Bkz. Hazin, İbn Kesir, Beğavi Tefsirleri.

[34] Bkz. Hazin, İbn Kesir, Beğavi Tefsirleri.

[35] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/449-452.

[36] Valem Ya'ye Yorulmadı.

[37] Ulu I-'azmi Akıl, irade, ruh kuvvetiyle nitelenenler. Bu ifa-de, Allah'ın bazı rasulleri için ıstılah olarak kullanılmıştır.

Ulu I-'azmi Akıl, irade, ruh kuvvetiyle nitelenenler. Bu ifa-de, Allah'ın bazı rasulleri için ıstılah olarak kullanılmıştır.

[38] Keennehüm Lem Yelbesû illâ Sa'aten Min Nehârin Belağun Sanki onlar, ancak gündüzün kısa bir zaman dura­caklardır. Vakitten bir saat dahi sayılmayacak kadar çok kısa bir müddet. Yani azığından bir lokma alan bir yolcu gibi durur, sonra yoluna devam ederler.

[39] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/453-454.