Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler
Birinci Hüküm: Ayetteki «Küfredenler» Kimlerdir?
İkinci Hüküm: Âyetteki «Boyunlarını Vurun»dan Maksat
Nedir?
Üçüncü Hüküm: «Yeterkl Harb (Erbabı) Ağırlıklarını
Bıraksın» Âyetinden Maksat Nedir?
Dördüncü Hüküm: Esirleri Öldürmek Caiz Midir?
Beşinci Hüküm: Esirden Fidye Olmak Caiz Midir?
61. DERS BAŞLANILAN AMELİ TERKETMENİN HÜKMÜ
Ayetlerin Tefsırindeki İncelikler
Başlanılan Ameli Terketmenin Hükmü
Birinci Hüküm: Başlanılan İbadetin Tamamlanmadan
Terkedilmeslnin Caiz Değildir
İkinci Hüküm: Düşmanlarla Sulh Yapmak.
4 — Onun İçin
küfredenlerle (muharebede) karşılaştığınız vakit boyunlarını vurun. Nihayet
anfan mecalsiz bir hale getirdiğiniz zaman artık bağı sıkt tutun. (Ondan) sonra
İse ya İyilik (yapın) yahut fktye (alın). Yeter ki harb (erbabı) ağırlıklarını
bıraksın. (Emtr) böyledir. Eğer Alfah dJ-leseydi onlardan (muharebeslz olarak
da) elbet İntikam alırdı. Fakat (muharebeyi emretmesi) sizi birblrintzle
İmtihan etmesi içindir. Allah yolunda öldürülenlerin amel (ve hizmet) terini
asla boşa çıkarmaz O.
5 — Onlara muvaffakiyet verir, hallerini
iyileştirir.
6 — Onları kendilerine tanıttığı cennete sokar.
(Eshentümûhüm);
Eshentümû, ishan kökünden gelen bir fiildir. İshan herşeyin şiddet ve kuvvetine
denir. Âyetteki manası, «ontart mecalsiz hale getirdiğiniz zaman» demektir.
(Elvesâge): Bağ demektir.
(Mennen);
Alınan esiri karşılıksız olarak salıvermektir.
(Fidâen): Esiri fidye karşılığı serbest bırakmak.
(Evzâreha);
Evzâr, vizr'in cpğuludur. Vizr, günah -ve ağır yük demektir. Ayette vizr'den
maksat, silah ağırlığıdır.
(Lentasara mtnhüm): Onlardan yardım kabul etmek. Buradaki manası, «Eğer Allah dlleseydi
onlardan (muharebesiz olarak da) elbet intikam alırdı.»
Allahu taala müminlere
savaşta kafirlerle karşılaştıklarında onlara şgfkatü olmamalarını emretmiştir.
Kılıcı boyunlarına vurduklarında şiddetle vurup adeta bir ekini hasat
edercesine onları biçmeyi emretmiştir. Onlar yenildikleri, güçleri kındığı ve
esir edildikleri zaman da bağların sıkı tutulması lazımdır. Savaş bittikten
sonra alınan esirler, dilenirse karşılıksız olarak serbest bırakılır veya
yakınlarından müslümanların güçlenmesi ve müşriklerin ekonomik sakıntıya
düşürülmesi İçin fidye alınmalıdır
Altahu taala
düşmanlarından müminler ile kafirler arasında hiç savaş yapılmadan rta İntikam
almaya kadirdir. Öyleyse savaşı niçin meşru kılmıştır. Savaştan maksat,
müslümaniarı imtihandır. Allah (cc) yolunda karşılaşacakları eza ve cefaya
karşı sabretmeleri içindir. Çünkü Allahu taala, «Yokso siz —Allah İçinizden
savaşanlarda sat/aşmayanlar)ı belli etmeden— sebat edenler(le etmeyenler))
belli etmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız.» (Al-i İmran: 142)
buyurmaktadır.
Allahu taala şehid
olanların amellerini boşa çıkarmayacaktır. Onlar cennet bahçelerinde
sevineceklerdir. Allahu taala âyetin sonunda cihad İçin teşvik etmektedir,
Müminler cihad vasıtasıyla iki güzel şeyden birine kavuşacaklardır. Birisi
dünyada zafer, diğeri Allah yolunda şehadet ve cennettir.
Birinci İncelik: Kur'an, «kati» kelimesi yerine «boyunlarını vurum tabirini
kullanmıştır. Zira «boyunlarını vurun» tabiri, «onları Öldürün» tabirinden daha
şiddetlidir. Boynu vurularak öldürülmek, ölümlerin en çirkin şeklidir. Gövde
sağlam olduğu halde bütün duyguların merkezi olan başın kesilmesi, başsız
gövdenin yere atılması öldüren kişinin gücünü göstermektedir. «Boyunlarını
vurun» tabiri müminlerin kafirlerden daha yiğit, daha kuvvetli olduklarını
gösterdiği gibi, müminlerin savaştan korkmamaları gerektiğine de işaret
etmektedir.
İkinci incelik:
Âyetteki, «...Artık bağı sıkı tutun» ifadesi, müşriklerden öldürmediklerinlzi
esir alın ve onlar hakkında ortak bir karara varana kadar da eliniz altında
tutun demektir. Bunun yanında âyet, alınan esirlerin öldürülmemesine de işaret
etmektedir. Çünkü İslâm savaşta yara alan düşmanların öldürülmesini
yasaklamıştır. Bu da İslâmın insana ne kadar değer verdiğini ortaya
koymaktadır.
Üçüncü incelik:
Allahu taala, «...Ya iyilik (yapın) yahut fidye (alın)» âyetinde «iyilik» ve
«fidye» kelimelerini zikrettiği halde öldürmeyi veya köle etmeyi
zikretmemlştir. Çünkü savaştan maksat düşmanın gücünü kırmaktır. Yoksa kan
dökmek, öldürmek değildir. Müşrikler zayıf düşürüldükten sonra onları artık
öldürmeye lüzum yoktur. Âyette tciyHik» kelimesinin «fidye»den önce
zikredilmesinde insanlığın, mal talebine tercih edilmesine işaret vardır.
Zaten mücahid maddi bir çıkar için değil, ilayı keli-metullah için savaşır.
Dördüncü incelik: «Yeter ki harb (erbabı) ağırlıklarını bıraksın.» âyeti de İslâmın
savaşı istemediğine işaret etmektedir. Çünkü savaş yıkıcı ve harabedici bir
hadisedir. Âyetteki «ağırlıkları» ifadesi de işaret ediyor ki, savaşta
kazanılan günahlar kafirlere aittir. Hira onların küfür ve fesadı ı|-masaydı
savaş da olmazdı.
Razi şöyle der:
«Âyetteki «...Harb (erbabı) ağırlıklarını bıraksın.» ifadesinden maksat,
savaşın tamamen ortadan kalkmasıdır. Öyle ki. yeryüzünde hiçbir kafir toplum
müslüman bir toplumla savaşmasın.»
[1]
Beşinci incelik: Cenabı Allah'ın kudreti olduğu halde neden kendisi kafirleri helak etmiyor
da müminlere onlarla savaşmayı emrediyor diye düşünülebilir. Bunun cevabı
şudur: Allahu taala müminlere savaşı emrederek onları imtihan ediyor,
sıkıntılara karşı sabırlarını deniyor. Kafirleri, de müminlerle İmtihan ederek
yeryüzünü onların pisliğinden temizlemek ve müminlerin Allah (cc) yolunda
şehadet derecesine ulaşmasını sağlamak için savaşı emretmektedir. Buna, «Fakat
(muharebeyi emretmesi) sizi birbirinizle imtihan etmek İçindir.» âyeti işaret
etmektedir.
Allahu taala mümin ile
kafiri, günahsi2 İle günahkarı, muti ile asiyi biliyor. Öyleyse bu İmtihandan
maksat nedir diye sorulabilir. Allah (cc)'ın İmtihanı O'nun bilmesi için
değildir. Müminlerin savaşla sevaba kavuşmaları, kafirlerin de azablanması
içindir. Veya bu imtihandan maksat, insanlar açısından müminin münafıktan
ayırdedilmesi veya meleklerin anlaması içindir. Yoksa Allahu taala herşeyi
bilendir.
Altıncı İncelik: Allahu taala esirlere İyilik yapmayı veya fidye almayı emretmiştir. Ki
bu, İslâm'ın en güzel huylarından biridir. Bazı tarihçilere göre Haccac,
Abdurrahman bin Eş'as ve arkadaşlarını esir aldı. Esirlerin sayısı takriben
beşbin civarında idi. Haccac bunlardan, üçbin kişiyi katletti. Arapların Kinde
kabilesinden birisi Haccac'a, «Allah (cc) yaptıklarının karşılığında seni hiç
mükafatlandırmasın.» dedi. Haccac, niçin diye sorunca, «Allahu taala, «Onun
İçin küfredenlerle (muharebede) karşılaştığınız vakit boyunlarını vurun.
Nihayet onları mesalsîz bir hale getirdiğiniz zaman artık bağı sıkı tutun.
(Ondan) sonra İse ya iyilik (yapın) yahut fidye (alm).n buyurmuştur. Allah
(cc)'a yemin ederini ki sen ne İyilik ettin, ne de fidye aldın. Halbuki sizin
şairiniz kavminin güzel ahlakından bahsederken, «Biz esirleri öldürmez, serbest
bırakırız.» demiştir.» cevabını verdi. Hac-cac, «Şu cifelere bakınız, Bunların
içinde de böyle güzel konuşanlar vardı. Geri kalanları serbest bırakın.» dedi.
Adamın konuşması üzerine o gün Ikibin kadar kişi serbest bırakıldı.
[2]
Müfessirler bu hususta iki
görüşe ayrılmışlardır:
1. Görüş:
«Küfredenleruden maksat, puta tapan müşrik kafirlerdir. Bu görüş İbni Abbas
(ra)'tan da rivayet edilmiştir.
2. Görüş: «Küfredenler»,
müslümanlarla zimmeti ve anlaşması olmayan, İslama muhalefet eden bütün müşrik
ve ehil kitaptır. Buna göre âyetin
mefhumuna istisnasız bütün kafirler
girmektedir. Müfessirlerin
cumhuru da bu görüştedir. İbnü'l-Arobi'ye göre de sahih olan görüş budur.
Âyeti putperestlere tahsis etmeye de herhangi bir delil yoktur.
Süddl ve müfesslrlerin
cumhuruna göre, «boyunlarını vurunsdan maksat, öldürmektir. Diğer bazı
müfessirlere göre İse, fidye ödenmediği takdirde esirlerin Öldürülmesidir.
Tercih edilen görüş Süddî ve müfessirlerin cumhurunun görüşüdür. Çünkü
«...Boyunlarım vurun. Nihayet onları mecalsiz bir hale getirdiğiniz zaman
artık bağı sıkı tutun.» buyurulmuştur. Buna göre «boyunlarını vurun» emrinin
sebebi, «Onları mecalsiz bir hale-» getirmektir. Yoksa esiri kefaleten öldürmek
değildir. Çünkü kefeleten öldürmek, ancak onların «mecalsiz bir hale»
gelmelerinden sonra mümkün olabilir. Buna göre müfessirlerin cumhurunun görüşü
daha sahihtir.
Müfessirler bu âyetin
tefsirinde ihtilaf ederek birkaç görüşe ayrılmışlardır :
1- İbnl
Abbas (ra}'a göre, yeryüzünde savaşacak müşrik kalmayın-caya kadar savaşmaktır.
2- Mücahid
(ra)'e göre, yeryüzünde İslâm'dan başka din kalmaym-caya kadar savaşmaktır.
3- Said bin
Cübeyr (ra)'e göre, İsa aleyhisselam yeryüzüne İninceye kadar savaşmaktır.
Zaten İsa aleyhisselamın nüzulünden sonra savaş bitmektedir.
Bu üçüncü görüş
zayıftır. Çünkü İsa aleyhisselamın nüzulüne dair âyetlerde bir işaret yoktur.
Bu mesele ancak hadislerden bilinmektedir. Onun inişi ile yeryüzünde tek bir
kafir kalmayacak herkes müslüman olacaktır.
Âyeti kerimeden
maksat, iman yayılana, küfür yok edilene kadar, kelimetullah yükseltilip küfür
kelimesi alçaltılanan kadar savaşmaktır. Bu manaya «(Yeryüzünde) bir fitne
kalmayıncaya ve din tamatnfyle Allanın oluncaya kadar onlarla muharebe edin.»
(Enfal: 39) âyeti de delalet etmektedir.
Fakihler, esirlerin
katlinin cevazı hakkında ittifak etmişlerdir. Hatta Cessos, «Kafir esirlerin
katledilmesinin cevazı hakkında muhalefet eden bir fakih bilmiyorum.»
demektedir. Bazı esirlerin Resulullah (sav) tarafından öldürtüldüğü hususunda
mütevatir hadisler vardır. 8u hadislerin bazıları şunlardır:
1-
Resulullah (sav), Uhud Savaşında esir edilen müşrik şair Ebu İzzet'i
öldürtmüştür.
2- Bedir
Savaşında esir edilen Ukbe bin Ebi Muâyid ve Nadr bin Haris öldürülmüştür.
3- Beni
Kurayza, Sa'd bin Muaz'ın hükmü altına girince Sa'd bin Muaz'ın onları
öldürmesi ve çocuklarını esir etmesi.
4-
Resulullah (sav), Hayber'in bir kısmını sulhen bir kısmını da zorla
fethetmiştir. Hayber Savaşında esir alman İbni Ebi Hukayk'a hiçbir şeyi
ketmemeslni şart koşmuştu. Onun ifadelerinde bazı şeyleri ketmet-tiğl ve
hıyanet ettiği anlaşılınca Resulullah (sav) onu katlettirdi.
5-
Resulultah (sav), Mekke'nin fethinde Hilal bin Hatem, Abdullah bin Ebi Şerh ve
Mukis bin Hebabe'nln öldürülmesini emretmiş ve «Onları Kabenin örtüsüne asılmış
görseniz dahi Öldürün.s buyurmuştur.[3]
Nakledilen hadislerin
hepsi esirin katledilmesinin caiz olduğuna delalet eder. Çünkü bunların
öldürülmesi ile yeryüzünde fesat maddesi yok edilmektedir.
Alusî şöyle der:
«Mücahidlerden hiç birisi Kendi başına bir esiri öl-düremez. Şayet Öldürürse
İmamın ona tazlren had vurdurması lazım gelir. Fakat o mücahid hiçbir tazminat
ödemez. Esirler, esir olduktan sonra müslüman olurlarsa hiçbir şekilde
öldürülemezler. Çünkü müslüman olmaları ile zararlı olmaktan çıkmışlardır. Şu
kadarı var ki, müslüman olduktan sonra köle edilmeleri caizdir. Asılda kafir
olduklarından müslü-manlıkları onların köle olmalarını engelleyemez. Eğer esir
omadan önce müslüman olurlarsa öldürülemedikleri gibi köle de edilemezler.
Çünkü onlar kölelik hükmünü almadan önce müslüman olmuşardır.»
[4]
Kurtubî: «İmam esiri
ödüremez. Çünkü, rivayete göre Abdullah bin Ömer (ra) Haccac'ın kendisine
öldürmesi için verdiği esiri öldürmemiş, «Allahu taala bize esirleri
öldürmemizi emretmem iştir.» diyerek, «Nihayet onlan mecalsiz bir hale getirdiğiniz
zaman artık bağı sıkı tutun. (Ondan) sonra ya iyilik (yapın) yahut fidye
(alın).» âyetini okumuştur», denilebilir. Bunun cevabı şudur: Resulullah (sav)
esirlerin öldürülmelerini emretmiş ve bilfiil kendisi de İcra etmiştir.
Ayetteki «iyilik» ve «fidye» kelimelerinin tefsirinde de Resulullah (sav),
esirlerin öldürülmeyeceği şeklinde bir tefsir yapmamıştır. İbni Ömer (ra)'in
Haccac'ın verdiği esiri öldürrheyişlne gelince, onu Haccac'ın eliyle olduğu
için öldürmemiştir. Haccac'a karşı özür bakımından da öyle konuşmuştur.»
[5]
Fakihter esirden fidye
almak hususunda birkaç görüşe ayrılmışlardır:
1-
Hanefİlere göre esir mal İle fidye veremez. Düşman taraflara da satılamaz.
Çünkü böyle bir durumda yine müslümanlara karşı savaşacaktır. Fakat düşman
elindeki müslüman esirle değiştirilmesi İmam Muham-med (ra) ve Ebu Yufus (ra)'a
göre caizdir. Ebu Hanife (ra) ise esirin müslüman bir esirle de
değiştirilemeyeceği görüşündedir.
2- Cumhura
(Şafiiler, Malikiler ve Hanbeliler)
göre, esirleri fidye karşılığı serbest bırakmak caizdir.
HcnefiİETİn delilleri:
1- «(Ondan)
sonra İse ya İyilik (yapın) yahut fidye (alın)» âyeti, «Haram olan o ayfar çıktığı zaman
artık o müşrikler), onları nerede bulursanız öldürün.» (Tövbe: 5) âyeti ve
«Kendilerine kitap verilenlerden ne Allaha, ne ahiret gününe- inanmayan, Allah
ve peygamberinin haram ettiği şeyleri haram tanımayan, hak dinini din olarak
kabul ötmeyen kimselerle zelil ve hakir kendi el(ler)iyle cizye verecekleri
zamana kadar muharebe edin.» (Tövbe: 29} âyetîyle neshedilmiştir. Bu nesih
hususu Mücahid (ra)'-den nakledilmiştir.
Katade: «Bu âyet Enfal
Süresindeki «Onun İçin eğer bunları harbde muhakkak yakalarsan onlar(a
yapacağın ceza) ile arkalarında (ahdi bozacak) kimseleri de ürküt.» (Enfal:
57) âyetiyle neshedilmiştir.»
Tevbe Suresi en son
nazil olan surelerdendir. Son nazil olanlar önce nazil olanları fıkıh usulünden
bilindiği gfbl neshederler. O zaman müşriklerin öldürülmesi yacibtir Ancak
kadınlar, çocuklar ve birde cizye vermeyi kabul edenler Öldürülmezler.
2- Esirlerin
ne karşılıksız, ne de fidye karşılığı serbest bırakılmaları caizdir. Çünkü
esirlerin serbest bırakılmaları İslama karşı müşrikleri kuvvetlendirir. Halbuki
bize, yeryüzünü küfür ve şirk pisliğinden temizlememiz emredilmiştir.
3- Bedir
Savaşında alınan esirlerle İlgili hükümler neshedilmlştir. Aynı zamanda Bedir
esirleri hususunda Resulullah (sav)'ı ikaz edici «Hiçbir peygamberin ağır
basıp (harb edip) zaferler kazanıncaya kadar (mu-harlb düşmandan) esirler
alması (vaki) olmamıştır. Siz geçici dünya malını arzu ediyorsunuz. Halbuki
Allah ahireti (daha çok ahtret sevabını kazanmanızı, ahlreti düşünmenizi)
teter. Allah azizdir, hakimdir.» (Enfal: 67) âyeti na2il olmuştur. Bedii
oC.ierİ hakkındaki hükmü, fidye almanın cevazı hususunda deliî almak caiz
değildir.
4-
Resulullah (sav)'ın Hudeybİye Anlaşmasındaki, «Onlardan (müşriklerden) bize
kim gelirse...» hadisi de delil alınamaz. Çünkü bu İslâmın başlangıcında idi.
Bu hadisin hükmü de neshedilmiştir.
Resulullah (sav),
müşrikler arasında yaşamayı yasaklamıştır. Çünkü. «Her kim müşriklerin arasında
yaşarsa o, İslâm nimetinden çıkar.»
[6]
buyurmuştur.
Cumhurun
delilleri:
Cumhur, esirden fidye
alınmasının caiz olduğuna aşağıya Özetle aldığımız delillere dayanarak
hükmetmişlerdir:
1- NIhayet
onları mecalsiz bir hale getirdiğiniz zaman artık bağı sıkı tutun. (Ondan)
sonra İse ya h/İHk (y°pın), yahut fidye (alın).» âyeti. Bu âyeti kerime
esirlerin karşılıksız veya karşılıklı olarak serbest bırakılmalarına kayıtsız
şartsız cevaz vermektedir. Buna göre imam, esirleri isterse karşılıksız
olarak, isterse fidye olarak salıverir, İsterse de köle eder.
2- Mevzumuz
âyet muhkem âyetlerdendir ve onda nesih yoktur. Eğer tki âyet İle ayrı ayrı
amel etmek mümkünse nesihten söz edilemez. Bu mevzudakl âyetlerin hepsinin
hükümlerini toplayarak ayrı ayrı amel etmek mümkündür. Çünkü, «Haram olan aylar
çıktığı zaman artık o müşrikleri, onları nerede bulursanız öldürün.» {Tövbe: 5)
âyeti müşriklerle
karşılaştığımızda onları öldürmemizi emretmektedir. Eğer esir olarak elimize
düşerlerse, «(Ondan) sonra ise ya h/lllk (yapın), yahut fidye (alın).» âyetinin
hükmü ile amel ederek ya onları iyilik olarak karşılıksız veya fidye karşılığı
serbest bırakabiliriz.
3-
Resulullah (sav)'tn bedir esirlerini mal karşılığı serbest bırakmış, malı
olmayanlara da, hürriyetleri karşılığı on müslüman çocuğa okuma yazma
öğretmelerini emretmiştir. Bu hüküm Resufullah (sav)'ın bu fiili hadisi ile de
sabittir.
4- İbnl
Mübarek'in Imran bin Hüseyin'den rivayet ettiği, «Sakif kabilesi ashabı
kiramdan İki kişiyi esir almışlardı. Resulullah (sav)'m ashabı da Sakif
kabilesinin bir parçası olan Beni Amr bin Sa'sa'dan bir kişiyi esir almışlardı.
Resulullah (sav) esirler arasında dolaşırken o esir Resulul-lar (sav)'a, «Ben
niçin hapsedildim?» dedi. Resulullah (sav), «Sen arkadaşlarının cürrnü İle
hapsedildin.» buyurdu. O, «Ben müslümanım.» dedi. Re-sututlah (sav), «Eğer sen
kendine malik olduğun zaman müslüman olduğunu söyleseydin kurtulurdun.»
buyurdu. Resululfah (sav) giderken o esir arkasından, «Ben acım. Bana yemek
verin.» diye çağırdı. Resulullah (sav). «Bu senin ihtiyacındır. Elbetteki
karşılayacağım.» buyurdu. Resulullah (sav) daha sonra bu esiri Saklflerin esir
aldığı .İki sahabi İle takas etti.» hadisi.
[7] Bu
hadis, esirlerin değiştirilmesinin caiz olduğuna delalet eder.
5- Müslim'in
İmran bin Hüseyin'den rivayet ettiği aynı hadis.
6- Müslim,
İyas bin Seleme'den, o da babasından rivayet etmiştir:
«Biz Ebubekir (ro) ile
bir savaşa gittik. Ebubekir (ra) başımızda amirdi. Savaştan döndüğümüzün
sabahı Resulullah (sav) İle karşılaştık. Bana. «Ebubekir (ra)'ln sana
ganimetten fazlalık olarak verdiği kadını bana hibe et.» buyurdu. «Ya
Resuluiloh, ben onu çok beğendim. Henüz el de sürmüş değilim.» dedim. İkinci
gün Resulullah (sav) yine, «Ya Selem», o ka* dini bana hibe et.» buyurdu. Ben
de, «Sana hibe olsun ya Resulültah.» dedim. Allah (cc)'a yemin ederim ki ben
onun elbisesini bile açmış değildim. Resulullah (sav) bu kadını alarak
Mekke'de esir düşen müslümanlar karşılığında fidye olarak gönderdi ve onları
esaretten kurtardı.»
[8]
7- Cumhur şu
akli delille de görüşünü Isbat etmektedir: Bir müs-lümanı kurtarmak, bir kafiri
öldürmekten daha hayırlıdır. Çünkü müslü-mana hürmet etmek gerekir. Ondan
faydalanmak da. mümkündür. Esirin
ladesi ile ondan gelecek zarar ise müşriklerin azob ve fitnesinden kurtarılan
bir müslümanın menfaati karşılığıdır. Bu zarar İle menfaat
karşılaştı-rıldığında menfaat dona .galip gelecektir. Çünkü bir müslümanı
müşrikler-den kurtararok onu Allaho ibadet etme imkanına kavuşturmak hiçbir şeyle
değiştirilmeyecek bir fazilettir.
Saydığımız bu
deliller, ister mal, ister esir olarak olsun müşriklerden fidye almanın
cevazını ortaya çıkarmaktadır. . .!_
Esirlerin sırf İyilik
için karşılıksız serbest bırakılması ise İmam Ebu Hanife (ra), imam Malik (ra)
ve İmam Han bel (ra)'e göre caiz değildir.
Esirlerin İyilik
olarak serbest bırakılması İmam Şafii (Fa)'ye göre caizdir. Çünkü Resulü İlah
(sav), Yemane halkının ulusu Sümame bin Üsal'l karşılıksız olarak serbest
bırakmıştır. Bu zat sonradon çok iyi bir müsiü-man olmuştur. Bir başka hadiste
de Resulultah (sav), «Eğer Mut'am bin Adiyy hayatta olsaydı ve Bedir esirleri
hakkında şefaatta bulunsaydı hepsini serbest bırakacağını» söylemiştir. Bu
hadis de esirlerin karşılıksız olarak serbest bırakılabileceğine delalet
etmektedir.
Her iki görüşü ve
delillerini değerlendirdiğimiz zaman, bu husustaki en doğru yolun, işi savaş ve
esirler hakkında ihtisas sahibi olanlara bırakmak olduğunu görürüz. Onlar
maslahatın İcabına göre hareket etmelidirler. Şayet esirin öldürülmesi uygun
ise öldürülür. Uygun görülürse karşılıksız, veya mal yahut esir karşılığında
serbest bırakılır. Maslahatı takdir etmek onlara aittir. Bu sebebi e müslüman
bir kumandanda hikmetli bir siyaset ve basiret bulunmalıdır. Görüldüğü üzere
Resulullah (sav) esirleri bazan öldürmüş, bozan takas etmiş, bazan da fidye
alarak veya karşılıksız olarak serbest bırakmıştır. Enfal Süresindeki, «Hiçbir
peygamberin yeryüzünde ağır basıp (harb edip) zaferler kazanmcaya kadar
(muharib düşmandan) esirler olması (vaki) olmamıştır» âyetinde herne kadar Resulullah
(sav)'a ikaz varsa da bu o zamanın maslahatı icabıdır. Çünkü bu âyet Bedir
Savaşından sonra nozll olmuştur. Bedir Savaşı ise müslüman-ların ilk savaşıdır.
O zamanki maslahat öldürmek, mecalsiz bırakmak ve kan dökmek gibi şiddet
tarafını rahmet tarafına tercih ettiriyordu. Ki, müşrikler İkinci defa
müslümanlarla savaşmayı göze atamasın. Müslümanlar yiğitliklerini ortaya
koyabilsin. Çünkü müşrikler, müslümanların kalblerin-de kendilerine karşı bir
merhamet olmadığını görürlerse korkarak bir daha savaşmaya kalkışmazlardı.
İşte Hz. Ömer de buna binaen görüş beyan etmiş ve âyet de onun görüşünü teyid
eder mahiyette nazil olmuştur.
Müslümanların adedi
çoğalıp kuvvetlenerek bir devlet halini aldıktan sonra mevzumuz âyet nazil
olmuştur. Buna göre esirleri salıvermek İslâ-mın zilletine değil, izzetine
vesile olur. Umumi maslahat savaş hallerinde . gösterilir. Çünkü «savaş
hiledir.»
1- Mümin
İlayı kelimetullah İçin savaşır, Bu sebeble mümin yiğit ve atılgan olmalıdır.
2-
Düşmanları güçsüz bırakmak için onları
öldürmek ve yaralamak lazımdır.
3- Islâmda
savaş mukaddestir. Çünkü savaşın amacı yeryüzünü küfür ve şirk pisliğinden
temizlemektir.
4- Düşmanı
güçsüz bıraktıktan sonra esirlerini öldürmemek, İslö-mın düşmanına karşı da
merhametini göstermektedir.
5- Esiri
karşılıksız veya fidye alarak serbest bırakmak hususlarında esas olan
müslümanların maslahatıdır.
6- Allah
(cc) yolunda cihad, yeryüzünde tek müşrik kalmayıncaya kadar farzdır.
7- Allahu
taala kafirlerden intikam almaya kadirdir. Savaşı müminlerin sevaba ve
şehadete kavuşmaları için meşru kılmıştır.
Allahu taala
memleketleri yıkacağım, kadınları dul ve çocukları yetim bırakacağını bildiği
halde savaşı emretmiştir. Çünkü savaş, azgınlık, zulüm ve düşmanlığı ortadan
kaldırmak, zayıfların hakkını korumak İçin zaruridir. Yeryüzünden gaddar
müşriklerin pisliği de ancak savaşla temizlenebilir.
İslâm cihadı,
öldürmeyi teşvik ettiği halde esirlere karşı muamelede rahmet ve şefkati
emretmiştir. Savaşırken düşmanın burun ve kulağını kesmek nasıl haramsa,
esirlere eziyet ve cefa etmek, yaralıları kendi başlarına terketmek, kadın ve
çocukları Öldürmek de öyle ^haramdır. Zira cl-haddan maksat kan dökmek, şehir
ve mamure yerleri harab etmek ve ganimet elde etmek değildir. Cihadın hedefi
insanidir. Cihad, zayıfları korumak, zalimlerin zulmünü bertaraf etmek, İslâm
davetini temin etmek, böbürlenen ve sapan Kimselere karşı koymak için farz kılınmıştır.
Nitekim Allahu taala bu hususta, «Onlar (o müminlerdir ki) haksız yere ve ancak
«Rabblmlz Allahtır.» diyorlar diye yurtlarından çıkarılmışlardır. Allah bazı
lnsan!an(n şerrini diğer) bazın İle d&fetmeseydl İçlerinde Ailohın adı çok
anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mesctdler muhakkak yıkılıp gtderdi.
(Dinine) yordrm edenlere elbet Allah da yardım eder. Şüphesiz ki Ahoh kavidir,
yegane galiptir.» (Hac: 40) buyurmuştur.
Resulullah (sav) Allah
(cc) yolunda savaşanlara tavsiyede bulunurken onlara İlkin Allah (cc)'a İtaat
etmelerini, düşmanları ile de olsa ahitlerine sadık Katmalarını emrederdi.
Müslim Sahih'inde, «Resuluilah (sav) birisini bir ordu veya seriyenin başına
komutan tayin ettiği zaman ona muttaki olmasını tavsiye ederdi. Askerlerine
hitaben de şöyle nasihat ederdi: «Allah (cc)'ın yolunda. Allah (cc)'ın İsmi
ile savaşınız. Allah (cc)'a İman ederek savaşınız. Savaşınız fakat taşkınlık
etmeyiniz. Sözünüzden dönmeyiniz. Öldürdüklerinizin burun ve kulaklarını kesip
gözünü çıkarmayınız. Çocuk ve kadınları öldürmeyiniz.»
Resulullah (sav)'tan
sonra da raşkj halifeler aynı şekilde tavsiyelerde bulunmuşlardır. Nitekim Hz.
Ebubekir Şah'a gönderilen ordunun başında bulunan Üsame bin Zeyd (ra)'e şöyle
nasihat etmiştir; «Hıyanet ve taşkınlık yapmayın. Sözünüzden dönmeyin. Küçük
çocukları, İhtiyarları ve kadınları öldürmeyin. Kimsenin kulağını ve burnunu
kesmeyin. Bağ vs bahçeleri yakıp yıkmayın. Meyve veren ağaçlan kesmeyin.
Yiyeceğinizden .fazla koyun, sığır ve deve kesmeyin. Kilise ve havralarda
yalnız İbadetle meşgul olan ruhbana dokunmayın. Onları kendi hallerine
bırakın.»
İşte İslâm savaşta
bile böyle merhametlidir. İslâm savaşı mubah kıldığı halde ona bir ölçü tayin
etmiş, bir sınır çizmiştir. Cephede savaşma-yanlar öldürülemezler. Savaştan
uzak olanları Öldürmek veya onlara tecavüz etmek haramdır. «Hürmetler
karşılıklıdır. Onun için kim sizin üzerinize saldırırsa sfz de tıpkı onların
üstünüze saldırdıkları gibi, ona saldırın. (Fakat daima) Allohtan korkun ve
bilin ki, şüphesiz Allah takva sahipleriyle beraberdir.» (Bakara: 194) ve «Sîre
harb açanlarla, Allah yolunda siz de doğuşun (müdafa harbi yapın. Ancak) aşırı
gitmeyin. Şüphesiz ki Atlan aşın gidenleri sevmez.» (Bakara: 190).
İslâmda savaş cerrahi
bir ameliyat gibidir. Ameliyatta yaranın dışına taşılamayacağı gibi savaşta da
savaşın dışına taşılamaz, savaş dışında kalanlara saldınlamaz. Bu yüzden
bunlara benzer şefkat ve merhamet Örneklerini görmek kimseyi hayrete
düşürmemelidir.
33- Ey iman edenler,
Allaha İtaat edin. Peygambere itaat edin, A-mellerlnizi boşa çıkarmayın.
34- Küfredip de Allah
yolundan sapan, sonra kafirler olarak ölenler (yok mu?) Allah onları katiyen
yarlığamaz.
35- Onun İçin (düşmana
karşı) gevşek davranmayın. Siz daha galip (ve kahir durumda) iken (düşmanları,
zillet göstererek) sulha davet etmeyin. Allah sizinle beraberdir. Amel (ve
hizmetleriniz (İn mükafatmjı asla eksiltmez O.
(Tübtilû):
Birşeyi zayi etmek. Âyette, amellerin zayi olması manasındadır.
(Seddû): Yüz
çevirme ve çevirtme.
(Felatehinû);
Düşmana karşı gevşek davranmayın, zay' görünmeyin.
(Leyyetlreküm):
Amellerinizden hiçbir şey eksilmez.
Allahu taalanın
müminlere iman vasıflarıyla hitap etmesi, İman vasfının Allah (cc)'ın
emirlerine itaat etmeyi icabettirdiğini göstermektedir Bu icab hatırlatıldıktan
sonra müminlere Allah (cc)'ın emir ve yasaklarına itaat emredilmiştir. Allah
(cc)'a itaat etmek insanı dünya ve ahirette kurtuluşa götürecek yoldur. Altahu
taata kendisiyle beraber Resulüne itaati da emretmiştir Çünkü Resulullah
(sav)'a itaat, Allah (cc)'a İtaat etmektir. Şu halde müminler Resulullah
(sav)'ın sünnetine uymak zorundadırlar.
Aliahu taala amellerin
iptal edilmesini yasaklamıştır. Çünkü insanlar birçok amellerini günah, isyan,
riya ve ucûb ile zayetmektedirler. O halde müminlerin yapmış oldukları taatı
korumaları lazımdır
Allahu taala, dilediği
müminlerin, şirkin dışındaki bütün günahlarını affedeceğini beyan etmektedir.
Ki, bir mümin amelini günahla Ibtal edince helak olduğu zannına kapılmasın.
Çünkü Allah {cc)'ın fazlı bakidir. Kullarını amelleri ile yarlığamasa bile
kendi fazlı İle affeder.
Kafirler küfür ve
şirklerinden dolayı affedilmediğinden onlar dünyada da sizlere karşı zelil ve hakirdirler.
O halde ey müminler, onlarla karşılaştığınız zaman çekinmeyin, onlarla
savaşmaktan korkmayın. Zafer er veya geç sizindir. O halde kafirlere zayıflık
ve acz göstererek sulh İstemeyin. Onları bu şekilde sulha çağırmakla kendinizi
alcaltmış olursunuz. Halbuki siz izzet ve kuvvet bakımından onlardan
üstünsünüz. Çünkü Allahu taala sizinledir ve yardımıyla sizi
kuvvetlendirecektir. Onun size yaptığı yardım amellerinizin karşılığı değildir
Bu, amellerinizi eksiltmez. Yardımına rağmen sevabınızı tam olarak verir.
Abd bin Hamid ve
Muhammed bin Nesrü'l-Müruzi, ibni Hatem'den o da Ebi Atlye'den şöyle rivayet
etmişlerdir: «Resulullah (sav)'ın ashabı şirk yüzünden hiçbir amel nasıl fayda
sağlamazsa, «la İlahe illallah» olan kelime-İ tevhldle de hiçbir günahın zarar
vermeyeceğini sanıyorlardı. «Ey iman edenler, Allaha İtaat edin. Peygambere
İtaat edin. Amellerinizi boşa çıkarmayın.! âyeti nazil olunca günahlarının
bütün amellerini yok etmesinden korktular.» Abd bin Hamld'in rivayetinde İse
şöyle denmektedir: «Onlar büyük günahlarının amellerini yok etmesinden
korktular.»
Ibni Nesrü't-Müruzî,
İbni Cerir ve İbni Merdevî ibnl Ömer'den şöyle rivayet etmişlerdir: «Resulullah
(sav)'ın sahabileri bütün iyiliklerinin mutlaka kabul olunacağını sanırlardı.
«Ey iman edenler, Allaha İtaat edin. Peygambere İtaat edin. Amellerinizi boşa
çıkarmayın.» âyeti nazil olunca, acaba amellerimizi ibtal eden günahlar nedir
dedik. Kendi kendimize bunun büyük günahlar olduğunu düşündük. Bir adamın büyük
bir günah işlediğini görünce, «Eyvah helak (cehennemlik) oldu.» derdik.
«Şüphesiz ki Allah kendisine eş tanınmasını yarlığamaz. Ondan başkasını,
dileyeceği kimseler için yadigar» (Nisa: 48) âyeti nazil olduktan sonra kimse
hakkında birşey konuşmaz olduk. Ancak bizden birisi günah İşlediği zaman ondan
korkar ve affedilmesini dilerdik.»
[9]
Birinci incelik: Fahreddin Razi, «Amellerinizi boşa çıkarmayın.! âyetinin tefsirinde
şöyle der: «Bu âyet birkaç mana ile tefsir edilebilir. Birincisi, tevhkJ üzere
yaptığınız ibadetlere devam edin ve hiçbir şeyi foadeti-nlzde Allah (cc)'a
ortak etmeyin ki, ibadetleriniz boşa çıkmasın. Çünkü Allahu taala, «Andolsun ki
(habibim) sana da, senden evvelki (peygamberlere de (şu) vahyolunmuştur: Eğer
(bilfarz) Alfaha ortak tanırsan, celalim . hakkı için (bütün) amel (ve
hareketlerin boşa gider ve muhakkak hüsrana düşenlerden olursun.» (Zümer: 65)
buyurmuştur.
«İkincisi, kitap ehli
nasıl Resulullerine itaati terkederek, isyan ve tek-zib ederek amellerini boşa
çıkardılarsa, siz de Resulün taatını terkederek amellerinizi boşa çıkarmayın.
Bu manayı Allahu taalanın, «Ey İman-edenler, seslerinizi peygamberin sesinden
yüksek çıkarmayın. Ona sözle bir-birinize bağırdığınız gibi bağırmayın ki siz
farkına varmadan amelleriniz boşa gidi verir.» (Hucurat: 2) âyeti de teyid
eder.
«Üçüncüsü,
amellerinizi minnet ve eziyet İle boşa çıkarmayın. Nitekim Allahu taala,
«Onlar İslama girdiklerini senin boftnû kakıyorlar. (Onlara) deki:
«Müslümanlığınızı benim başıma kakmayın. Bilakis ski İmana muvaffak ettiği için
size Allah minnet eder, eğer siz («İnandık» d&mentz-„ de) sadık
(Insan)lorsanız.» (Hucurat: 17) buyurmuştur. Resulullah (sav)'a taatları İle
sitem etmeleri, yani Resulullah (sav)'a, «Biz Allah (cc)'a senin İçin taat
ettik, sen olmasaydın ta a t etmezdik.* demeleri ihlasa aykırıdır. Aİlahu taala
yalnız kendisi İpin yapılan ibadeti kabul eder.»
[10]
Amelin İptali
hususunda çeşitli görüşler vardır.
Hasan-ı Basrî (ra)'ye
göre, amelleri Ibtal eden İsyan ve büyük günahlardır.
Ata'ya göre, ameli ibtal
eden şüphe
[11] ve nifaktır. Bu görüş
İbni Ab-bas (ra)'tan da rivayet edilmiştir.
İbni Abbas (ra),
«Amefl ibtal eden riya ve ibadeti halka duyurmaktır.» der.
Mukatil'e göre İse,
ameli ibtal eden başa kakmadır.
Diğer bir görüşe göre
İse yapılan ibadetin beğenilmesi ameli boşa çıkarır. Ateş odunu nasıl ya kat
tüketirse, yapılan ibadeti beğenmek de amelleri öyle yakar, yok eder
Başka görüşe göre de.
âyetteki «ameUden maksat, sadakalardır. Sadaka, verilen kişinin başına
kakılırsa o, yok edilmiş olur.
Kurtubî: «Bu husustaki
görüşlerin hepsi birbirine yakındır. Hasan-ı Basrî'nin görüşü İse hepsini
toplamaktadır.»[12]
İkinci incelik:
«Siz daha galip (ve kahir durumda) İken (düşmanları, zillet göstererek) sulha
davet etmeyin.» âyetindedir. Müminler müşrik ve kafirlerden daha azizdirler.
Çünkü Allah (cc)'a iman etmişlerdir. Nitekim Aİlahu taala, «Halbuki şeref,
kuvvet ve galibiyet Allahındır, peygamberindir, müminlerindir.» buyurmuştur.
Bu âyeti şöyle de
tefsir etmişlerdir: Siz Allah (cc)'ı müşrik ve kafirlerden daha İyi tanıyan ve
bilenlersiniz.
Cessas da şöyle
demiştir: «Siz müminler, Allah (cc) katında onlardan daha üstün ve evlasınız.»
Bütün tefsirler
birbirine yakındır. Şu halde iman müminleri yüceltmektedir.
Üçüncü incelik:
Fahraddin Razi şöyle der: «Amellerinizi asla eksiltmez O.» âyeti Allah (cc)'ın
müminlere bir vadidir. Zira Aİlahu taala, «Allah sizinle beraberdir.» âyetinde
zaferin kendisine ait olduğuna işaret etmektedir. Buna göre akla şu gelebilir:
Madem ki zafer Allah (cc)'ındir, benim itibar edilecek ne amelim vardır ki bana
tazim edilsin? Buna Aİlahu taala sanki bu âyetiyle cevap vermektedir: Aİlahu
taala size her hususta yardım eder. Size yardım ettiği için de amellerinizin
sevabını eksiltmez. Size yardımsız olarak ferden yaptığınız bir İbadet gibi de
sevabınızı verir.»
[13]
Dördüncü incelik: «Allah sizinle beraberdir:» âyeti, insanları İzzet ve şerefe davet
ettiği gibi müminleri de maneviyatlarını yükselterek düşman karşısında zaaf
göstermeden durmaya teşvik ediyor. Çünkü gerçek mümin zayıf ve zelil yaşamaya
razı olmaz.
«Amellerinizi boşa
çıkarmayın.» âyeti başlanılan İbadetin tamamlanmadan terkedllmeslnin caiz
olmadığına delalet eder.
Alimler bu hususta iki
görüşe ayrılmışlardır:
İmam Şafii (ra) ve
İmam Hanbel (ra)'e göre, başlanılan nafile İbadetler tamamlanmadan
terkedilebilir. Yalnız bu nafile ibadet Hac ise terki caiz değildir, bunun
tamamlanması farzdır. Başlanılan İbadet namaz ve oruç İse tamamlanması farz
değil müstahabtır
İmam Ebu Hanlfe (ra)
ve İmam Malik (ra)'e göre, başlanılan nafile İbadet yarıda bırakılamaz. Şayet
yarıda bırakılırsa bu nafile İbadetin kaza edilmesi vactbtir.
Şafii ve HanbelHedn
delilleri;
Bunlara göçe
başlanılan nafile ibadet, şahsın kendiliğinden yaptığı tatavvu denilen farz
İbadetler türünden bir ibadettir. Nafile ibadete başlayan şahıs bunu kendi
isteği ile yapmaktadır. Yani bu hususta kişi kendisinin amiridir. Kendi isteği
İle başladığı bir ameli tamamlamadan bozduğu takdirde bilahare kaza etmesi
vaclb olsaydı, bu ibadetin vasfının değişik olması i cab ederdi. Yani tatavvu
değil farz olurdu. Halbuki Allahu taala, «İyilik edenlere karşı (da muahezeye)
bir yol yoktur. Allah'çok yarlıg ayıcıdır, çok esirgeyicidir.» (Tövbe: 91)
buyurmaktadır.
Mevzumuz âyete
dayanarak, başlanılan nafile İbadetin tamamlanmasının farz olduğunu
söyleyenlere karşı da şunları söylerler: Âyetteki «A-meHerlnlzl boşa
çıkarmayın.)) İfadesinden maksat, farz olan ibadetlerin sevabını zayetmeyindir.
Bu âyet, amellerin sevaplarının yok edilmesini yasaklamaktadır. O halde nafile
bir İbadete başlayan kişi bunu yarıda bırakırsa, onun üzerine bir vebal
yoktur. Çünkü yanda bırakılan İbadet farz değildir. Ayetin lafzı herne kadar
umumi ise de. bunu farz ibadetlere tahsis etmek caizdir. Çünkü nafile İbadet
tatavvudur. Kendiliğinden yapmak da muhayyerliği Icabettirlr. Dilerse yapar,
dilemezse yapmaz.
Hanefi ve Mallkllerln
delilleri:
«Amelleriniz) boşa
çıkarmayın.» âyeti, başlanılan nafile ibadeti ter-ketmenin caiz olmadığına
delalet etmektedir. Çünkü onu yarıda bırakmak, sevabını İptal etmektir. Halbuki
Allahu taala amellerin boşa çıkarılmasını yasaklamıştır.
- Hz. Ayşe'den şöyle
rivayet edilmiştir: «Hafsa İle beraber nafile oruca niyet etmiştik. Bize
beğendiğimiz bir yemek hediye edildi. Biz de yemeği yedik. Resulullah (sav)
yammıza gelince, tam da babasının kızı olan Hafsa benden önce, «Ben ve Ayşe
nafile oruç tutuyorduk, bir yemek hediye edilince orucumuzu bozduk.» dedi.
Resulullah {sav), «Bu orucun yerine bir gün tutun.» buyurdu.»
[14]
Şafii ve Hanbelilerin,
«Kişi kendinin amiridir.» sözüne karşılık da şöyle derler: İbadete başlamadan
önce elbetteki bir günah yoktur. Fakat İbadete azmettikten sonra onu kendisine
vacip hale getirmiştir. O halde kendi üzerine kendisinin vacfb kıldığı ibadeti
tamamlaması da vacibtir. Çünkü Allahu taala. «Ey İman edenler, bağlandığınız
ahldtert yerine getirin.» (Maide: 1) buyurmuştur.
Ayet umumi bir mana
ifade etmektedir. Yani hem farz, hem de nafile ibadeti içine almaktadır.
.
«Onun için (düşmana
karşı) gevşek davranmayın. Siz daha gatlb (vs kahir durumla) iken (düşmanları,
zillet göstererek) sulha davet etmeyin.» âyeti, müşrik ve kafirlerden sulh
talep etmenin caiz olmadığına delalet eder. Ama kafirler cok kuvvetli ve sayı
bakımından müslümanlara oranla cok fazla olur ve İmam onlara karşı sükut ederek
sulh yapmakta maslahat görürse anlaşma yapabilir. Nitekim Resulullah (sav),
Kureyş kafirlerinin, müslümanlarin Mekke'ye girmelerine mani olarak sulh
talef> etmeleri üzerine aralarında on sene geçerli olmak üzere Hudeybiye
anlaşmasını yapmıştır.
[15]
«Onun tein (düşmana
karsı) gevşek davranmayın. Siz daha flaflp (v* kahir durumda) İken (düşmanları,
zillet göstererek) sulha davet etmeyin.» âyeti Resulullah (sav)'ın Mekke'ye
sulhan değil zaferle gireceğine İşaret etmektedir. Çünkü Allahu taala bu âyetle
müşriklerle sulh yapmayı ona yasaklamıştır.
[1] Razi. Tefsiri Kebir. C. 7. S. 52B.
[2] Kurtubi, age. C. 16, S. 228. 374
[3] Cessas. age, C. 3, S. 391.
[4] Alusi, age, C. 26, 3. 40'tan özetle.
[5] Kurtubl, age, C. 16, S. 229.
[6] Cessas. Kurtubi. Alusi.
[7] Şeyh Sais. a«e. C. 4. S. 75. Ceuu. &«e, C. 3, S.
392.
[8] AİusL age. C. 28. S. 40.
[9] Ebu Hayyan. age, C. 8, S. 85.
[10] Razi. age, C. 7. S. 552.
[11] Buradaki şüphe, Allah'a yapılan ibadetin sadıkane ve
salihane olmaması, yani Allah'a İbadet edip etmemek hususunda düşülen şüphedir.
(Çev.)
[12] Kurtubi, age, C. 18. S. 255.
[13] Razi, age, C. 7, S. 552.
[14] Malik, Tlrmizi. Ebu Davud.
[15] Kurtubl. ar». C. W. S. 255. Ibnl Cevzl, Hge, C. 7, S.
413. Cessas, a«e, C. 3, S. 303.