Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti
Medine'de inmiştir. 18
ayettir.
Bu mübarek sûre
Medine'de inmiştir. Kısa bir sûre olmasına rağmen, yüce ve büyük bir sûredir.
Ebedî terbiye hakikati arını ve üstün medenî esasları kapsar. Hattâ bazı
müfessirler. Bu sûreye "Ahlâk sûresi" demişlerdir.
Bu mübarek sûre,
Allah'ın şeriatı ve peygamberin emri karşısında, Allah'ın, mü'minlere
telkin ettiği takınacakları, yüce ahlâk kuralım öğreterek başlar. Bu kural, mü'minlerin, Peygamberle (s.a.v.) istişare edip onun
hikmetli irşatlarına sarılmadan onun huzurunda herhangi bir görüş bildir-memek veya hüküm vermemek, ya da
bir karar vermemektir: "Ey iman edenler! Allah ve Rasûlü'nden
önce herhangi bir şey yapmayın. Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, işitendir,
bilendir".
Daha sonra başka bir
ahlâk kuralını açıklar ki, bu da, Sahâbe'nin (r.an-hum), Peygamber (s.a.v) ile
konuştuklarında, onun yüce makamına ve şerefli mevkiine saygı göstermek için
seslerini alçaltmalarıdır. Çünkü o, sıradan insanlar gibi değildir. Aksine o,
Allah'ın Rasulüdür. Mü'minlere
gereken, onunla konuştukları zaman, ona karşı saygı ve hürmetle birlikte edepli
davranmalarıdır: "Ey iman edenler! Seslerinizi, Peygamberin sesinden fazla
yükseltmeyin."
Bu sûre, erdemli toplumun
temellerini sağlam bir şekilde atmak için, özel terbiye kuralından, genel
terbiye kuralına geçer. Mü'minlere, şayialara kulak
vermemelerini ve haberleri tam olarak araştırmalarını emreder. Özellikle bu
haber, güvenilir olmayan, ehliyetsiz veya yalancılıkla itham edilmiş bir şahsın
verdiği bir haberse, onun araştırılmasını emreder. Ahlâksız ve fâsık kimsenin naklettiği nice haberler vardır ki, büyük
bir musibete sebep olmuştur. Duyan kimsenin araştırmadığı nice haber vardır ki,
kötü sonuçlar doğurmuş, bölünmelere sebep olmuştur: "Ey iman edenler!
Eğer bir fasık, size bir haber getirirse, onu iyice
araştırın." Bu sûre, birbirine hasım kimselerin arasını düzeltmeyi ve
zalimlerin düşmanlığım önlemeyi emreder: "Eğer mü'minlerden
iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa, aralarını düzeltin.."
Bu sûre, insanlarla
alay etmekten, kaş göz hareketleriyle onları maskaraya almak ve ayıplamaktan
sakındırır. Gıybet, kusur araştırmak ve mü'minler
hakkında sû-i zanda bulunmaktan uzaklaştırır. Güzel ahlâka ve sosyal faziletlere
davet eder. Gıybetten sakındırırken, onu, hayret verici parlak bir ifadeyle
yasaklar. Kur'an bu yasağı, son derece eşsiz bir
şekilde ifade eder: Ölmüş kardeşinin yanma oturup onu dişleyen ve etini yiyen
bir adam suretinde tasvir eder: "Birbirinizin gizli yanlarını da
araştırmayın. Kiminiz kinlinizi arkasından çekiştirmesin. Sizden biriniz, ölmüş
kardeşinin etini yemek ister mi? Ondan tiksinirsiniz.." Ne hayret verici
bir nefret ettirme!!..
Bu sûre, imanı, sadece dille
söylenen bir söz zanneden ve gelip imanlarını Peygamber'in (s.a.v.) başına
kakan Bedevileri anlatarak sona erer. Böylece imanın ve İslâmın
hakiki mânâsı ve kâmil mü'minin şartları açıklanmış
olur. Ki bu da: İman, ihlas, cihâd
ve sâlih ameli bir arada bulunduran kimsedir: "Mü'minler ancak o kimselerdir ki, Allah'a ve Peygamberine
(s.a.v.) iman etmiş, sonra şüpheye düşmemiş ve mallarıyla ve canlarıyla Allah
yolunda cihâd etmişlerdir. İşte, doğru ve samimi
olanlar bunlardır.." [1]
Yüce Allah bu sûrede,
Peygamber'in (s.a.v.) evlerinin, yani mü'minlerin
tertemiz annelerinin oturmuş olduğu odaların mahremiyetini anlattığı için, buna
"Hucurât Sûresi" adı verilmiştir. [2]
Bismillâhîrrahmânirrahîm
1. Ey îman
edenler, Allah'ın ve Resûl'ünün önüne geçmeyin.
Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.
2. Ey îman
edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız
gibi, Peygamber'e yüksek sesle bağırmayın; ki, siz farkına varmadan amelleriniz
boşa gidiverir.
3. Allah'ın
elçisinin huzurunda seslerini kısanlar şüphesiz Allah'ın kalblerini
takva için imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükâfat
vardır.
4. Sana
odaların arkasından bağıranların çoğu, aklı ermez kimselerdir.
5. Eğer
onlar, sen yanlarına çıkıncaya kadar sab-retselerdi, elbette kendileri için daha iyi olurdu. Allah
çok bağışlayan, çok esirgeyendir.
6. Ey îman
edenler! Eğer fâsıkın biri size bir haber getirirse
onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa sataşırsınız da sonra
yaptığınıza pişman olursunuz.
7. Hem bilin
ki, içinizde Allah'ın elçisi vardır. Şayet o, birçok işte size uysaydı,
sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah size îmanı sevdirmiş ve onu kalblerinize güzel göstermiştir. Küfrü, fışkı ve isyanı da
size çirkin göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır.
8. Bu,
Allah'tan bir Iûtuf ve ni'mettir.
Allah herşe-yi bilen ve hikmet sahibidir.
9. Eğer mü'minlerden iki gurup birbirleriyle vuruşurlarsa
aralarını düzeltin. Şayet biri ötekine saldırirsa,
Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Eğer dönerse
artık aralarını adaletle düzeltin ve adaletli davranın. Şüphesiz ki, Allah,
âdil davrananları sever.
10. Müminler
ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin
arasını düzeltin ve
Allah'tan korkunki esirgenesiniz.
11. Ey mü'minler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın.
Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya
almasınlar. Belki onlar
kendilerinden daha iyidirler.
Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lâkaplarla çağırmayın.
İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tev-be etmezse işte onlar zâlimlerdir.
12. Ey îman
edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin
kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz,
ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde
Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul
edendir, çok esirgeyicidir.
Kısarlar. Sesini
kıstı. Alçak sesle konuştu demektir.
Fâsık, "Şeriatın koyduğu sınırlardan dışarı
çıkan" demektir. Kok itibariyle, çıkmak mânâsını ifade eden şey için
konulmuş bir kelimedir. Bu, Arapların, yonca, kabuğundan çıktığında
söyledikleri sözünden alınmıştır. Kişi, itaattan
çıktığı için ona "fâsık" denilmiştir.
Nebe', önemli haber. Râgıb şöyle
der: Aslında, büyük bir fayda ifade etmeyen habere «nebe'»
denmez. Bununla, kesin ilim veya zann-ı galip meydana
gelir.[3]
Meşakkate düştünüz. İbn Manzûr şöyle der: Anet, helak olmak manasınadır. ise, "onu helake
düşürdü" demektir.[4]
Râşidûn, "güzel işlere yol bulan kişi" mânâsına
gelen kelimesinin çoğuludur.
Döner.
Haksızlık etti,
zulmetti. Bu kelimenin aslı, hak sınırından zulüm ve taşkınlığa geçmek mânâsına gelir. Ayıplamayın. [5]
a) Rivayete
göre, bazı görgüsüz Bedeviler, Peygamber (a.s)'in eşlerinin bulunduğu odalara
gelip, ona, "Ey Muhammedi Çık, yanımıza gel" diye bağırmaya
başladılar. Bunun üzerine Yüce Allah, "O kimseler ki, odaların arkasından
seni çağırırlar. Onların çoğu düşüncesizdir" mealindeki âyeti indirdi.
b) Rivayete
göre, Peygamber (a.s.) Velid b. Utbe'yi,
kavminden topladığı zekâtı yanında bulunduran Haris b. Dırâr'dan
almak üzere gönderdi. Velid gidip onlara
yaklaştığında, onlardan korktu. Rasulullah (s.a.v)'ın yanına dönerek şöyle dedi: Ey Allah'ın rasulü! Onlar dinden dönmüşler. Zekâtı vermediler. Bunun
üzerine bazı Sahâbîler fr. anhum), onların üzerine gidip savaşmaya niyetlendi. Bunun
üzerine Yüce Allah, "Ey iman edenler! Eğer fasığm
biri size bir haber getirirse, onu araştırın" mealindeki âyeti indirdi.[6]
c) Hz. Enes'in (r.a.) şöyle dediği rivayet olunur: Peygamber
(a.s.)'e, "Keşke, Abdullah b. Ubeyy'e bir
gelsen" denildi. Abdullah, münafıkların reisi idi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v) bir eşeğe binip onun yanma gitti.
Müslümanlar da onunla birlikte yürüyerek gittiler. Hz.
Peygamber (a.s.) onun yanma geldiğinde, Abdullah ona: "Benden uzak dur.
Vallahi, eşeğin kokusu beni rahatsız etti" dedi. Ensâr'dan
(r. anhum) biri de: Vallahi, Rasulullah
(s.a.v)'m eşeğinin kokusu, senin kokundan daha güzeldir" dedi. Bunun
üzerine, Abdullah'ın kavminden bir adam onun için öfkelendi. Ensarlmın kavminden de diğer kimseler onun için kızdı.
Aralarında sopa, yumruk ve takunyalarla bir dövüş çıktı. Bunun üzerine Yüce
Allah, "Mü'minlerden iki zümre, birbiriyle savaş
edecek olursa, aralarını bulun" mealindeki âyeti indirdi.[7]
1. Ey
inananlar, ey iman sıfatnı taşıyan ve Allah'ın
kitabına inanan siz mü'minler! Allah ve Resulünden
önce herhangi bir şey veya bir iş yapmayın. Umum ifade etmesi için mef ûl hazfedilmiştir ki
muhatabın zihni öne geçirilebilecek söz veya fiilden hepsini anlasın. Mesela
Peygamber (s.a)'in meclisinde bir mesele sorulduğunda ondan Önce cevap
vermezler. Yemek hazırlandığında ondan Önce yemeye başlamazlar. Onunla birlikte
bir yere gittiklerinde önünde yürümezler ve benzeri şeylerde Önüne geçmezler. İbn Abbas şöyle der: Ashab'm (r. anhum) Rasulullah (s.a)'den Önce
konuşmaları yasaklandı. Dahhâk da şöyle der: Allah ve
Resulünden önce, dininizin hükümlerinden herhangi bir hususta hüküm vermeyin.[8] Beyzâvî şöyle der: Bir konuda Allah ve Resulü hüküm
vermeden Önce siz kesin hüküm vermeyin. Bir görüşe göre de "Resulullah (s.a.)'in önüne geçmeyin"
demektir. Allah'ın adının zikredilmesi ise ona saygı göstermek ve onun Allah
katında saygı gösterilmesi gereken bir makama sahip olduğunu bildirmek
içindir.[9] Size
emrettiği hususlarda Allah'ın emrine muhalefetten sakının. Şüphesiz Allah,
sözlerinizi işiten, niyet ve durumlarınızı bilendir. Allah lafzının açık isim
olarak getirilmesi, ruhlarda korku ve azamet duygusunu yerleştirmek içindir.
Bundan sonra Yüce Allah, Peygamber'e (s.a.v.) saygı, hürmet ve tazim göstermenin
gerekli olduğunu mü'minlere göstermek üzere şöyle
buyurdu: [10]
2. Ey mü'minler! Rasulullah ile
konuştuğunuzda seslerinizi alçaltın. Peygamberinkinden daha yüksek sesle
konuşmayın. Onunla konuşurken, birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi,
yüksek sesle konuşmayın. Birbirinize hitap ettiğiniz gibi, Ya
Muhammedi diyerek ona adiyle ve künye-siyle hitap
etmeyin. Fakat, onun kadrini yüceltmek ve ona karşı edepli olmak için,
"Ey Allah'ın nebisi! Ey Allah'ın rasulü!"
deyin. Tefsirciler şöyle der: Bu âyet, Peygamber (a.s)'e saygı göstermeyi
bilmeyen ve ona adiyle seslenen kaba Bedeviler hakkında inmiştir. Bilmediğiniz
ve anlamadığınız bir sebeple, amellerinizin boşa çıkmasından korkulur. Çünkü
onun huzurunda yüksek sesle konuşmada onu hafife alma vardır ki bu, amelleri
boşa çıkaran küfre sebep olabilir. İbn Kesîr şöyle
der: Rivayete göre, Sabit b. Kays (r.a.) yüksek sesle
konuşurdu. Bu âyet inince dedi ki: Allah'ın Rasulünün
huzurunda sesini yükselten benim. Ben cehennemliğim. Amelim boşa gitti. Sabit,
(r.a.) üzgün bir şekilde evine kapandı. Rasulullah
(a.s.) onu araştırdı. Kavminden bir kaç kişi, gidip ona: "Rasulullah (s.a.v) seni arıyor. Neyin var?" dediler.
Sabit (r.a.), "Peygamberin sesinden daha yüksek sesle konuşan benim.
Amelim boşa gitti. Ben cehennemliğim" dedi. O şahıslar bunun üzerine, Hz. Peygamber (a.s.)'e gelip, Sabit'in (r.a.)
söylediklerini haber verdiler. Hz. Peygamber (a.s.):
"Hayır, bilakis o cennetliktir" buyurdu.[11] Bir
rivayette de, Rasulullah (s.a.v) Sâbit'e (r.a.): "Sen Övülmüş biri olarak
yaşamaya, şehit olarak ölmeye, cennete girmeye razı olur musun?" dedi. O
da: Allah ve Rasulünün müjdesine razı oldum. Asla, Rasulullah'a karşı, onun sesinden daha yüksek sesle konuşmayacağım"[12]
dedi. [13]
3. Rasulullah (s.a.v)'in huzurunda alçak sesle konuşanlar var
ya, işte onların kalplerini Allah
sırf takvaya has kılmış ona
alıştırmış ve takvayı
kalplere yerleşmiş bir sıfat kılmıştır. İbn
Kesîr der ki: Yani kalpleri sırf takvaya has kıldı ve onları takvanın yeri ve
ehli kıldı. Ahirette onların günahları bağışlanmıştır ve onlar
için Naim cennetlerinde
büyük bir mükâfat vardır. Bundan
sonra Yüce Allah, Rasulullah (s.a.v)'a seslenirken
edepli davranmayan görgüsüz Bedevileri kınamak üzere şöyle buyurdu: [14]
4. Sana
odaların yani temiz eşlerinin evlerinin arkasından seslenenler var ya, onların çoğu akılsız kimselerdir. Çünkü akıl edepli
olmayı ve hitap ederken, büyüklere saygılı olmayı gerektirir. Özellikle bu
önemli makamda bulunan kimseye hürmeti gerektirir. Beyzâvî
şöyle der: Denilmiştir ki, Rasulullah (s.a.v)'a böyle
seslenen Uyeyne b. Husayn
ile Akra b. Habîs'tir. Bunlar Temîmoğullarından 70 kişilik
bir grup ile birlikte, öğle vakti Hz. Peygamber
(a.s.) istirahatta iken geldiler ve, "Ey Muhammed! Dışarı, yanımıza
çık" dediler.[15]
5. O
seslenenler, bu seslenme-leriyle Hz.
Peygamber (s.a.v)'i rahatsız etmeyip, onun çıkarak kendilerine gelmesine kadar
sabretselerdi, bu onlar için daha iyi ve Allah ve insanlar katında daha
faziletli olurdu. Çünkü böyle bir davranışla, peygamberlik makamına karşı edebe
riayet edilmiş olur. Allah, kulların günahlarını bağışlayan, mü'minlere karşı merhametli olandır. Zira onlara sadece
nasihat etmek ve azarlamakla yetinmiş, onlara belâ indirmemiştir. Bundan sonra
Yüce Allah, haberleri araştırmadan dinleyip kabul etmekten sakındırdı. Buyurdu
ki: [16]
6. Ey mü'minler! Doğruluk ve adaletine güvenilmeyen fâsık bir adam size bir haber getirirse, o haberin
doğruluğunu araştırın, işin hakikatini bilmeden herhangi bir kavme kötülük
edip yaptığınıza derin bir şekilde pişman olmayasınız.[17]
7. Ey Mü'minler! Bilin ki, aranızda o yüce, değerli, heva ve hevesine uymaktan korunmuş Peygamber vardır. Eğer
o, dinlese, arzunuza uysa ve ona gösterdiğiniz birçok işte size tabi olsa,
mutlaka sıkıntı ve helake düşerdiniz. İbn Kesîr şöyle
der: Yani, bilin ki, aranızda Allah'ın rasulü vardır.
Ona hürmet ve saygı gösterin. Kuşkusuz o, sizin yararınıza olan şeyleri daha
iyi bilir ve size karşı kendinizden daha merhametlidir. Bütün tercih
ettiklerinizde size uysaydı, bu mutlaka sıkıntı ve meşakkatinize sebep olurdu.[18]
Fakat Yüce Allah, lütuf ve keremiyle kalplerinizi nurlandırdı
ve size imanı sevdirdi. Onu kalplerinizde güzelleştirdi ve böylece o sizin
katınızda herşeyden değerli oldu. Nefislerinizi
inkâr, isyan ve Allah'a itaattan çıkma gibi sapıklık
nevilerinden nefret ettirdi. İbn Kesîr der ki:
Ayetteki "Füsûk"tan maksat "büyük gü-nahlar", "isyan"dan maksat da bütün masiyetlerdir.[19] İşte
bu güzel sıfatları taşıyan kimseler, yaşayış ve davranışlarında doğru yolu bulmuş
kimselerdir. Bu cümle, hasr ifade eder. Yani, doğruyu
bulanlar başkaları değil, sadece onlardır. [20]
8. Bu ikram,
Yüce Allah'ın size bir lütuf ve ihsanıdır. Allah, hidayete müstehak
olanı bilendir. Yapması, yaratması ve idare etmesinde hikmet sahibidir. Bundan
sonra Yüce Allah, yalan haberleri dinlemenin sebep olacağı düşmanlık, kin ve
savaş gibi şeyleri anlatmak üzere şöyle buyurdu: [21]
9. Mü'min kardeşlerinizden iki grup birbirleriyle savaşmaya
meylederlerse aralarını düzeltin. Bunun için, elinizden gelen gayreti gösterin.
Ayet-i kerimede fiili, mânâ itibariyle çoğul getirilmiştir. Lafız nazar-ı itibare alınarak da, daki zamir tesniye (ikil) olarak getirilmiştir. Eğer biri diğerine
zulmeder, zulüm ve taşkınlıkla haddini aşar, sulhu kabul etmez ve zulümde ısrar
ederse Allah'ın hükmü ve şeriatına dönünceye, zulüm ve haksızlıktan
vazgeçinceye ve İslam kardeşliğinin gereği ile amel edinceye kadar zalim gruba
karşı savaşın. Eğer zalim grup, savaştan el çeker ve dönerse, gruplardan birine
zulmetmeksizin aralarını, adaletle düzeltin. Bütün işlerinizde âdil olun.
Şüphesiz Allah, verdikleri hükümlerde zulmetmeyen âdil kimseleri sever. Beyzâvî der ki: Bu âyet, Rasulullah
(s.a.v) zamanında, Evs ve Hazrec
kabileleri arasında çıkan bir kavga hakkında inmiştir. Bu kavgada hurma dalları
ve nalınlarla vuruşmuş-lardı. Bu âyet, zâlimin mü'min olduğunu, savaştan vazgeçince serbest bırakılacağını
göstermektedir. Ayrıca, zalim grupla savaşmadan önce nasihat etmek ve barış
için çalışmak gerektiğini de ifade eder.[22]
10. Mü'minler sadece birbirlerinin kardeşleridir. İman bağı
onları birleştirmiştir. Aralannda düşmanlık, kin, buğz ve savaş olması onlara yakışmaz. Tefsirciler şöyle
der: Ayetteki edatı hasr ifade eder. Yüce Allah sanki
şöyle buyurmuştur: Kardeşlik sadece mü'minler
arasındadır. Bir mü'min ile bir kâfir arasında
kardeşlik olmaz. Ayette, İslam kardeşliğinin soy kardeşliğinden daha kuvvetli
olduğuna işaret vardır. Öyle ki, İslâm kardeşliği olmayınca, soy kardeşliğine
itibar edilmez. O halde, mü'min kardeşlerinizin
arasım düzeltin. Aralarında ayrılık çıkmasına ve kinin etkili olmasına fırsat
vermeyin. Allah'ın emirlerine sarılarak ve nehiylerinden
kaçınarak O'ndan korkun ki, rahmeti sizi kuşatsın cennet ve rızasına nail
olmakla mutlu olasınız. [23]
11. Ey mü'minler topluluğu! Ey iman sıfatnı
taşıyan ve Allah'ın kitabını ve rasulünü tasdik eden
mü'minler! Hiçbir grup başka bir grupla, hiçbir kimse
başka bir kimseyle alay etmesin.
Belki, kendisiyle alay edilen,
alay edenlerden Allah katında
daha iyidir. "Nice saçı başı dağınık, toz toprak içinde, yırtık elbiseli
kişi vardır ki, Allah'ı şahit göstererek yemin etse, Allah onu doğru çıkarır.[24] Kadınlar da diğer kadınlarla alay etmesin.
Umulur ki, kendisiyle alay edilen, Allah katında, alay edenden daha üstündür.
Birbirinizi ayıplamayın ve birbirinizi kötü lakapla çağırmayın. Müslümanlar bir
tek şahıs gibi oldukları için, Yüce Allah, "kendinizi" buyurdu. Daha
önce mü'min iken, insanın sonradan fâsık olarak isimlendirilmesi ne kötüdür. Beyzâvî şöyle der: Bu âyette, müslumanların
birbirlerini kötü lakapla çağırmalarının fâsıkhk
olduğuna ve fâşıklıkla imanı bir arada bulundurmanın
çirkin görüldüğüne delâlet vardır.[25] Kim
yaptığı ayıplama ve kötü lakap ile çağırmadan tevbe
etmezse, işte onlar, kendilerini azaba attıkları için zâlimlerin kendileridir. [26]
12. Ey mü'minler! Aile efradınızı ve insanları itham etmekten,
hainlikle suçlamaktan ve haklarında kötü zanda bulunmaktan sakının. Yüce Allah
âyet-i kerimede "birçoğundan sakının" buyurdu ki, insan, her türlü
zanda ihtiyatlı olsun, hemen ona karar vermesin, aksine iyice inceleyip tahkik
etsin, Kuşkusuz, bazı zanda, sahibinin azaba müstehak
olacağı bir günah vardır. Hz. Ömer (r.a) demiştir ki:
Mü'min, kardeşinin söylediği bir sözü, hayra
yorumlayabiliyorsan, sakın o söz hakkında hayırdan başka bir zanda
bulunma"[27] Müslümanların mahrem
konularını araştırmayın, onların ayıplarının peşine düşmeyin.[28]
Birbirinizi arkadan, hoşlanmayacağı kötü bir şeyle anmayın. Bu âyet, gıybetin
adiliğini ve çirkinliğini öyle bir benzetme ile anlatmıştır ki, gıybetin
çirkinliği, bundan daha etkili bir şeyle ifade edilemez. Yani, sizden biri, ölü
haldeki müslü-man
kardeşinin etini yemek ister mi? Tabîî olarak bundan hoşlanmadığınız gibi,
dinin emrine uyarak da gıybetten hoşlanmayın. Çünkü gıybetin cezası, ondan
daha şiddetlidir. Yüce Allah, gıybet etmeyi, Ölü halde bulunan kardeşin etini yemeğe
benzetti. Bırakın kardeş olmasını, bırakın Ölü halde bulunmasını, insan, insan
etini yemekten hoşlanmayınca, onun, gıybetten de bu şekilde veya daha fazla
hoşlanmaması gerekir. Allah'tan korkun, emirlerine sarılmak ve yasaklarından
kaçınmak suretiyle azabından sakının. Yüce Allah, kendisinden korkan, tevbe eden ve O'na dönenler için tevbeyi
çok kabul eden ve rahmeti bol olandır. Bu âyette, insanın, Allah'ın rahmetinden
ümit kesmemesi için, hatayı itirafa, tevbe etmeye ve
yapılan hatadan hemen pişmanlık duymaya teşvik vardır. [29]
13. Ey
insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık.
Ve birbirinizle tanışmanız için
sizi mîlletler ve kabilelere ayırdık. Muhakkak
ki Allah yanında en değerli ve en üstün olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır.
Şüphesiz Allah bilendir, haberi olandır.
14. Bedeviler,
"İnandık" dediler. De ki: Siz îman etmediniz, ama "İslâm
olduk" deyin. Henüz îman kalb-lerinize yerleşmedi. Eğer Allah'a ve elçisine itaat ederseniz,
Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok
esirgeyendir.
15. Mü'minler ancak Allah'a ve ResûPüne
îman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve
canlarıyla cihat edenlerdir. İşte doğrular ancak onlardır.
16. De ki:
Siz dininizi Allah'a mı öğretiyorsunuz? Oysa Allah göklerde olanları da bilir,
yerde olanları da. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.
17. Onlar
İslâm'a girdikleri için sana minnet ediyorlar. De ki: Müslümanlığınızı benim
başıma kakmayın. Eğer doğru kimselerseniz bilâkis sizi îmana erdirdiği için
Allah size minnet eder.
18. Şüphesiz
Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir. Allah
yaptıklarınızı görendir.
Yüce Allah önceki
âyetlerde güzel ahlâka çağırdı ve kötü ahlâkı yasakladı. Mü'minleri
bazı çirkin fiillerden sakındırdı. Burada ise, bütün insanları birbirleriyle
tanışma ve kaynaşmaya çağırdı ve onlara soy sopla
öğünmeyi yasakladı. Daha sonra da, olgun mü'minin
özelliklerini açıkladı. [30]
Size eksik vermez.
Kabâil, kelimesinin çoğuludur. Kabile, soy ve sopun birbirine bağladığı cemaattır. Kabilenin, ooui tan
daha özel bir mânâsı vardır. Çünkü "Şa'b",
bir asla mensup büyük bir topluluk demektir. Şa'b, kabilelerden,
kabile ise (oba) lar ve (yakın akrabalar).d an
oluşur.
Şüphe etmediler, Şüphe
demektir.
Başa kakarlar. bir
şahsa iyilikte bulunmak ve yaptığı iyiliği başına kakmaktadır. Bunun aslı,
lügatte, kesmek manasınadır. "Onlar için kesintisiz bir ecir vardır"[31] âyetinde de bu mânâya gelmektedir. [32]
İbn Abbas'ın şöyle dediği
rivayet olunmuştur: Esedoğulları Rasulul-lah (s.a.v)'a gelerek dediler ki: Ey Allah'ın rasulü! Araplar seninle savaştı. Biz ise seninle savaşmadan
müslüman olduk. Müslüman olmalarını, Hz. Peygamber (a.s.)'in başına kakmaya başladılar. Bunun
üzerine, "Onlar, müslüman olmalarını senin
başına kakıyorlar.." mealindeki âyet indi.[33]
13. Bu hitap
bütün insanlaradır. Yani, ey insanlar! Biz sizi kudretimizle bir tek asıldan
yarattık ve bir anne ve babadan meydana getirdik. Bu sebeple, ne baba ve
atalarla övünmek ne de soy-sop saymak yoktur. Hepiniz Âdem'densiniz. Âdem ise
topraktandır. Sizi milletlere ve çeşitli kabilelere ayırdık
ki, aranızda tanışma ve kaynaşma meydana gelsin, düşmanlık ve ayrılık olmasın.
Mücâhid der ki: İnsan, nesebini tanısın da,
"falan kabileden falan oğlu falan" denilsin diye böyle yaptık.[34]
Buradaki şeklinde idi. Hafiflik sağlamak için o lerin
biri hazfedildi. Şeyhzâde şöyle der: yani, sizi
millet ve kabilelere ayırmasmdaki hikmet, babalar ve
atalarla övünmeniz değil, birbirinizin nesebini tanımanız ve onu babasından
başkasına nisbet etmemenizdir. Neseb,
soylu bir kadının halktan birisiyle evlendirilmeyecek derecede, her ne kadar
örf ve şeriat bakımından muteber ise de, ondan daha büyük ve şerefli olan iman
ve takva ortaya çıktığında nesebe itibar edilmez. Nitekim, güneş doğduğunda
yıldızlar görünmez.[35]
İnsanlar soy ve sopla değil, ancak takva ile
birbirlerinden üstün olur. Kim, dünyada şeref, âhirette
makam isterse, Allah'tan korksun. Nitekim1 Hz.
Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: "Kimi, insanların en değerlisi olma
vasfı sevindiriyorsa, Allah'tan korksun"[36] Bir
başka hadiste de şöyle buyurmuştur: "İnsanlar ikidir. Biri, iyi ve takva
sahibi, Allah katında da değerli bir adam. Diğeri ise kötü, bedbaht ve Allah
katında değersiz bir adamdır.[37]
Kuşkusuz Allah, kullarını bilen ve onların gizli ve aşikâr işlerini görendir.
O, takva sahibi ve günahkârı, iyiyi ve kötüyü bilir: "Kendinizi temize
çıkarmayın. Allah, kötülükten sakınanı daha iyi bilir"[38]
14.
Bedevîler iman ettiklerini iddia ettiler. Ey Muhammed! Onlara de ki: Şüphesiz,
henüz iman etmiş değilsiniz. Çünkü iman, güven ve kalp huzuru içinde tasdik
etmektir. Halbuki bu sizde yok. Öyle olsaydı İslamı
kabul etmenizi ve savaş yapmamanızı Rasulullah
(s.a.v)'m başına kakmazdamz. Fakat, "öldürülme
ve esir edilme korkusuyla müslüman olduk" deyin.
Tefsirciler şöyle der: Bu âyet, Esedoğullarından bir
grup hakkında inmiştir. Bunlar kıtlık yılında Medine'ye gelmiş ve müslüman olduklarını açıklamışlardı. Bunlar Rasulullal (s.a.v)'a: "Mallarımızı ve çoluk çocuğumuzu
sana getirdik. Falan ve falar oğullarının seninle savaştığı gibi, biz seninle
savaşmadık" diyorlar ve bı davranışlarıyle
zekat istiyor ve İslama girmelerini Peygamber'in
(s.a.v. başına kakıyorlardı. Bu âyet, imanın, zahiren teslim olma ve boyun eğmeden
ibaret olan İslamdan daha üstün bir mertebe olduğunu
göstermektedir Oysa ki, iman henüz kalbinize girmedi. Henüz onur hakikatma ulaşamadınız, lafzı, birşeyin
olacağını beklemeyi ifade eder. Yüce Allah sanki şöyle buyuruyor: İslamm güzelliklerini gördüğünüz vt
imanın tadını tattığınız zaman iman kalbinize girecek. İbn
Kesîr şöyle der Bu âyette anlatılan Bedevîler münafık değildi. Onlar ancak kalplerim
iman iyice yerleşmemiş müslümanlardı. Ulaştıkları
makamdan daha üstür bir makam iddiasında bulundular, dolayısıyle
bu hususda onlara edep öğretildi. Eğer, Buhârî'nin dediği gibi, münafık olsalardı, şiddetle kmann ve rezil edilirlerdi. Sadık bir samimiyet, tam bir
iman ve peygamberin başına kakmama suretiyle, Allah'a ve rasulüne
itaat ederseniz, Allah size mükafatınızdan hiçbir şeyi eksik vermez. Kuşkusuz
Allah, mağfireti büyük ve rahmeti bol olandır. Çünkü ve kalıpları çokluk ifade
eder. Bundan sonra Yüce Allah, imanlarında sadık olan kâmil mü'minlerin
sıfatlarım anlatmak üzere şöyle buyurdu: [39]
15. İman
iddiasında sadık olan mü'minler, ancak, Allah ve Rasulünü tasdik eden, Allah'ın birliğini ve Rasulünün peygamberliğini kamil bir iman ve kesin bir
inançla ikrar edenlerdir. Sonra imanlarında şüpheye düşüp sarsıntı geçirmeyen,
bilakis tasdik ve kesin iman üzerine kalanlar, Allah yolunda ve onun rızası
uğruna mallarını ve canlarını feda edenlerdir. İşte, iman iddiasında doğru
olanlar onlardır. Yüce Allah kâmil müminleri üç sıfatla niteledi. Birincisi,
Allah ve Rasulüne kesin iman. İkincisi, şek ve
şüpheye düşmemek. Üçüncüsü, mal ve can ile cihâd
etmek. İşte kim bu sıfatları kendinde toplarsa, o gerçek mü'mindir. [40]
16. Bu soru,
inkâr ve kınama ifade eder.Yani, Ey Muhammed! Onlara de ki: Kalplerinizde ve
içinizde olanı Allah'a haber mi veriyorsunuz? Oysa Yüce Allah, kulların bütün
hallerini bilir. Göklerde de, yerlerde de hiçbir şey O'na gizli kalmaz. Allah,
ilmi geniş olan ve herşeyi gözetleyendir. Ne bir
zerre ağırlığı ne de bundan daha küçük veya daha büyük hiçbirşey
O'ndan uzak kalmaz. [41]
17. Ey
Muhammed! Müslüman olmalarım sana yapılmış bir ihsan sayıyorlar. O ihsana
karşılık Övgü ve senayı gerekli görüyorlar. Onlara de ki, "Müslüman
olmanızı benim başıma kakmayın. Çünkü onun faydası size aittir. Eğer iman
iddianızda doğru iseniz bilin ki, sizi imana erdirdiği ve onda sabit kıldığı
için, size en büyük minnet Allah'ın hakkıdır. [42]
18. Kuşkusuz
Allah, göklerde ve yerlerde gözlere görünmeyeni bilir. Allah, kulların
amellerinden haberdardır. Hiçbir şey O'na gizli kalmaz. Yüce Allah bütün
kâinatı bildiğini ve bütün mahlukatı ilmiyle kuşattığını tekrar haber verdi
ki, ilminin, genişliğini gizli ve açıkta, zahir ve bâtında büyük küçük her şeyi
kuşattığını göstersin. [43]
Bu mübarek sûre,
birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1.
"Allah ve Rasulünden önce bir şey yapmayın"
âyetinde istiâre-i temsîliyye vardır. Yüce Allah, mü'minlerin, Peygamber (a.s)'in huzurunda görüş açıklama
ve karar verme hususundaki hallerini, bazı insanların, önüne geçerek yürüdüğü büyük bir melikin haline benzetti. Halbuki
edep, onların, melikin önünde değil de, arkasında yürümelerini gerektirir. Bu
benzetme istiâre-i temsîliyye yoluyla yapılmıştır.
2.
"Onunla konuşurken, birbirinizle konuştuğunuz gibi, yüksek sesle konuşmayın"
âyetinde mürsel mücmel teşbih vardır. Çünkü teşbih
edatı zikredilmiştir.
3. "Size
imanı sevdirdi" cümlesinden sonra "işte doğru yolu bulanlar
onlardır" cümlesinde II. şahıstan III. şahsa dönüş yapılmıştır. Bu,
güzelleştirici edebî sanatlardandır.
4.
"Size imanı sevdirdi ve onu kalplerinizde güzelleştirdi" cümlesi ile
"fasıklığı ve isyanı çirkin gösterdi"
cümlesi arasında mukabele vardır.
5.
Savaştılar ile barıştırın arasında tıbâk vardır.
6. Adaletli
davranın ile adaletli davrananlar arasında cinâs-ı iştikak vardır.
7. "Sizden
biriniz, ölü haldeki kardeşinin etini
yemeyi ister mi?" âyetinde teşbîh-i temsilî vardır. Yüce Allah,
gıybet yapanı, ölü kimsenin etini yiyen kimseye benzetti. Bunda, gıybet etmeyi
zihinlerde en çirkin ve en kötü surette tasvir etmek için birçok mübalağa
vardır.
8. Lul îman ettik ile iman etmediler, arasında tıbâk-ı selb vardır.
9. "Siz
dininizi Allah'a mı öğretiyorsunuz?" âyetinde-ki istifhâm-ı inkârı, kınama
ifade eder.
10. "Mü'minler ancak kardeştir" âyetinde teşbîh-i belîğ
vardır. Bu sözün aslı şöyledir: Mü'minler,
birbirlerine merhametli davranma ve yardımlaşmanın gerekli olması hususunda
kardeş gibidirler. Vech-i şebeh
ve teşbih edatı söylenmemiş ve böylece teşbîh-i belîğ olmuştur. Cümle aynı
zamanda hasr ifade eder. [44]
Hucurât sûresi'ne "Ahlâk ve âdâb"
sûresi de denir. Çünkü bu sûre güzel ahlâka ve iyi amellere irşat eder. Bu
sûrede beş defa, "Ey iman edenler!" diye nida edilmiştir. Her
nidada, güzelliklerden bir güzelliğe ve faziletlerden bir fazilete irşat
vardır. Bu yüksek ahlâk prensiplerini maddeler halinde sunuyoruz:
1. Allah ve Rasulünün emirlerine boyun eğip itaat etmenin vâcib oluşu ve söz veya görüşle Rasulullah
(s.a.v)'ın önüne geçilmemesinin
gerekliliği: "Ey iman edenler! Allah ve Rasulünden
önce birşey yapmayın."
2. Peygamber'e
ve onun makamına saygı göstermek: "Ey iman edenler! Seslerinizi
Peygamber'in sesinden fazla yükseltmeyin."
3. Haberleri araştırmanın gerekliliği: "Ey iman edenler! Size bir fâsık
haber getirirse onu iyice araştırın."
4.
İnsanlarla alay etmenin yasaklanması: "Ey iman edenler! Erkeklerden bir
topluluk, başka bir toplulukla alay etmesin. Olabilir ki, alay edilenler, alay
edenlerden daha hayırlıdır."
5. Mahrem
durumları araştırma, gıybet ve sû-i zannın yasaklanması: "Ey iman edenler!
Zannm birçoğundan sakının.." [45]
Âlimlerden birine,
Sahabe (r. anhum) arasında meydana gelen savaş
soruldu. Dedi ki: "Allah o kanlardan ellerimizi temiz tutmuştur. Dillerimizi
onlarla kirletmeyelim. Onların arasında cereyan eden şeyin sebebi, Yusuf
(a.s.) ile kardeşleri arasında cereyan eden şeyin sebebi gibidir"
Allah'ın yardımı ile
"Hucurât Sûresİ"nin
tefsiri bitti. [46]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/135-136.
[2] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/136.
[3] Râgıb, Müfredat, L maddesi.
[4] İbn Manzur,
Lisânu'1-Arap, cjs. maddesi.
[5] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/139-140.
[6] Bu rivayet hakkında geniş bilgi için, bkz, Mühtasar-ı îbn Kesîr, 3/358
[7] Buhârî, Sulh 53/1. Müslim, Cihâd 32/117.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/140.
[8] Muhtasar-ı İbn Kesir, 3/357.
[9] Beyzâvi Haşiyesi, 3/365
[10] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/140-141.
[11] Ahmed b. Hanbel,
Müsned, 3/137
[12] Taberî, 26/75
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/141-142.
[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/142.
[15] Beyzâvî, 3/367
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/142.
[16] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/142.
[17] Bkz., âyetin nüzul sebebi
bölümü.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/142.
[18] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/361
[19] Muhtasar-ı tbn Kesîr, 3/362
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/142-143.
[21] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/143.
[22] Beyzâvî, 3/371
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat:
6/143-144.
[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/144.
[24] Tirmizî, Menakıb,
55; İbn Mâce Zühd, 4
[25] Beyzâvî, 3/373
[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/144.
[27] Muhtasar-ı tbn Kesîr, 3/364
[28] Hadiste şöyle buynılmuştur:
Ey diliyle iman eden ve bu iman, kalplerine ulaşmamış olan kimseler topluluğu!
Müslümanların gıybetini yapmayın. Onların mahrem hususlarını araştırmayın.
Bilin ki, kim kardeşinin ayıbını araştırırsa, Allah ta onun aybını
araştırır. Allah ta kimin mahrem hususunu ve aybını
araştırırsa, evinin içinde de olsa onu rezil eder. Tirmizî,
el-Birru ve's-sılatu, 85.
[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/144-145.
[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/147.
[31] Tın sûresi, 95/6
[32] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/147.
[33] Mııhtasar-i İbn Kesîr, 3/369
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/147.
[34] Muhtasar-ı İbn Kesîr 3/367
[35] Beyzâvî Haşiyesi, 3/375
[36] Beyzâvî Haşiyesi, 3/375
[37] Hz. Peygamber (a.s.)'in
Mekke Fethi'nde insanlara yaptığı konuşmanın bir parçasıdır. Bkz. Tirmizî, Tefsiru
sûre 49/5.
[38] Necm sûresi, 53/32
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/148.
[39] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/148-149.
[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/149.
[41] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/149.
[42] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/149-150.
[43] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/150.
[44] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/150-151.
[45] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/151.
[46] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/151.