ZARİYAT SURESİ 2

 


ZARİYAT SURESİ

 

Zariyat Suresi Mekke'de nazil olmuştur ve altmış âyettir.

Bu mübarek surenin esrarlı bir havası vardır. Onu okuyup kendisini ona verenleri, yeryüzünün basitliklerinden ayırarak semanın yüceliklerine yönelt­mekte ve ruhlarda derin izler bırakmaktadır.

Bu esrarlı hava daha surenin başında hissedilmekte, Allah teala, -Esip savuranlara, -Ağır yük taşıyanlara, -Kolayca akıp gidenlere ve

-işi taksim edenlere yemin ederek söze başlamakta ve vaadolunan herşe-yîn gerçekleşeceğini beyan etmektedir.                                   

Allah teala yine, yörüngeler sahibi göğe yemin ederek, insanların bir ta­kım çelişkiler içinde bulunduklarını bildirmekte ve hakkın dışında yalan haber uyduran kâhinlere ve benzerlerine: "Kahrolsun yalancılar. Onlar, koyu cehalet içine batmış gafillerdir.." buyunnaktadır.

Allahtan korkan müttakilerin, cennetlerde ve pınar başlarında olacakları beyan edilmekte ve müttakilerin mallarında yoksullar ve muhtaçlar için bir hak olduğu açıklanmaktadır.

Sure-i celilede Hz. İbrahim'e gelen misafirler ve Hz. İbrahim'in onlara olan ikramı beyan edilerek Hz. Musa ile Firavun'un kıssasına kısaca temas edil­mekte ve Firavununbaşına gelen felaket bu surede bir kere daha gözler önüne serilmektedir.              

Ad ve Semud kavimlerinin başlarına gelen felaketler haber verilmekte­dir.

Allah teala, cinleri ve insanları ancak kendisine ibadet etsinler diye yarat­tığını haber vennekte, nzkı verenin kendisi olduğunu, kuvvet ve kudret sahibi olarak da ancak kendisinin var olduğunu beyan etmektedir.

Böylece sure-i celile genel havasıyla, insanların kaJblerini herşeyden çe­kip kurtararak Allaha yöneltmekte ve onun dikkatlerini Allanın yüceliğini gös­teren semalara yöneltmektedir.[1]

 

Rahman ve Rahim olan Allanın adıyla.

 

1- Esip savuranlara,  [2]                                       

 

2- Ağır yük taşıyanlara, [3]

 

3- Kolayca akıp gidenlere, [4]

 

4-6- İşi taksim edenlere yemin olsun ki, size ancak doğru şeyler vaa-dcdilmiştir. Ve hesap günü de mutlaka gerçekleşecektir.

Hz. Ali (r.a.)den "Esip savuranların" ne olduğu sorulmuş Hz. Ali de onun "Esen rüzgar" olduğunu söylemiş. Yine. ondan "Kolayca akıp gidenler" so­rulmuş, onların, "Gemiler" olduğunu söylemiş "İşi taksim edenler" sorulmuş onların da "Allanın emirlerini yaratıklarına tevzi eden melekler olduklarını söy­lemiştir. Bu izaha göre Allah teala, insanlara vaadedilen kıyametin kopması, ölülerin diriltilip hesaba çekilmesi gibi hadiselerin doğru olduğuna ve cezalan­dım^ gününün mutlaka gerçekleşeceğine dair, esen rüzgarlara, yağmur taşıyan bulutlara, denizlerde seyreden gemilere ve Allanın emirlerini yerine getiren me­leklere yemin etmektedir.

Aynı izahları Hz. Ömer (r.a.)ın da yaptığı rivayet edilmektedir. [5]

 

7-8- Yörüngeler sahibi semaya yemin olsun ki, sizler, çelişkili bir id-da içindesiniz.

Âyette geçen ve "Yörüngeler" diye tercüme edilen "Hubuk" kelimesi­nin, yollar, süsler, güzellikler vb. manalara geldiği rivayet edilmektedir.

Allah teala, göğe yemin ettikten sonra insanların çelişkili bir iddia içinde olduklarını beyan etmiştir. Bundan maksat, insanların Kur'an hakkındaki ihtilaf­larıdır. Bazıları Kur'anın hükümlerini aynen kabul ederken diğerleri kabul etme­mektedirler. [6]

 

9- Bu tutarsız sözlerden çevirileri çevirilmiş olur.

Bu Kur"ana iman etmekten geri duran kimse bundan alıkonur. Böylece ondan istifade etmekten mahrum olur. Kur'ana iman etme temayülünde olan ise ondan alıkonmaz ve onun hikmetlerinden istifade eder. [7]

 

10- Kahrolsun yalancılar.

Yalancılar" diye tercüme edilen "Harrasûn" kelimesi hakkında çeşitli    , izahlar yapılmıştır.

Abdullah b. Abbas'tan nakledilen bir görüşe göre bundan maksat, şüpheci olanlardır.

Mücahid ve İbn-i Zeyd'e göre bundan maksat, yalan ve asılsız şeyleri uy­duran kahinlerdir. Onlar "Öldükten sonra dirilmeyeceğiz." derler fakat buna dair kesin bir bilgileri yoktur.

Diğer bazı âlimlere göre ise bu ifadede anlatılmak istenen insanlar, Resu-lullaha karşı yalan uyduranlardır.Zira bunlardan bazıları Resulullahm sihirbaz, getirdiği şeylerin de sihir olduğunu söylemişler, diğerleri ise, Resulullahm şair, söylediği şeylerin de şiir olduğunu iddia etmişlerdir. Başka bir gurup ise, Resu­lullahm kahin, getirdiği şeylerin de kahinlerin verdiği haberlerden olduğunu söylemişlerdir. Bazıları ise Resulullahm getirdiği şeylerin, daha önce geçmiş ümmetlere ait efsaneler olduğunu iddia etmişlerdir.

Taberi, "Harrasûn" kelimesiyle kasdedilenlerin, yalanlarla ve asılsız tah-' minlerle kahinlik yapan kimseler olduklarını söylemiştir. [8]

 

11- Onlar, sapıklık içine batmış cahillerdir.

Onlar, sapıklık bataklığında ısrar eden ve haktan haberi olmayan gafiller­dir. Allanın kendilerine ne indirdiği ve neleri emrettiğini bilmeyen gaflet erbabı­dır. [9]

 

12- O gün onlar, ateşin üzerinde İmtihan edileceklerdir.

Öldükten sonra dirilmeyi ve hesaba çekilmeyi inkar eden bu yalancılar: "Hesaba çekilme ve cezalandırma günü ne zamandır?" diye sorarlar. Allanın, kullarına amellerinin karşılığını vereceği o gün-ne zaman gerçekleşecektir?" di­ye sorarlar. [10]

 

13- Hesap günü, onların ateşe ateşe atılıp yakılacakları gündür.

Ayette geçen "Ateşin üzerinde imtihan edilecekleri" ifadesinden maksat, göreceklerdir." demektir. Abdullah b. Abbas âyeti bu se­ri de bu görüşü tercih eüniştir.

göre ise bu ifadeden maksat, altının, ateşin üzerin-unlann da ateşin üzerinde Ölçü I mel eri d ir.

8S7)§£XrhJtbn- Zeyd ve Mücahid'den nakledilen başka bir görüşe g'öre ise bu ifadeden maksat: "Onlar, ateşin üzerinde pişirileceklerdir." demek­tir, -ruîî sislim; sv alımruüL

Dehhak'tan nakledilen diğer bir görüşe göre ise bundan maksat, "Onlar, ateşin üzerinde yakılacaklardır." demektir. [11]

 

14- Onlara: "Azabınızı tadın, ntinvnrhı nrolp kfprlimn;? ;Ktn[12]

 

15-16- Şüphesiz müttakiler, rablcrinin kendilerine lütfettiği mükafa-alarak^ cennetlerde ve pınar başlarında olacaklardır. Çünkü onlar tte bulunan kimselerdi.

taberi bu âyetleri şöyle izah etmiştir: "Şüphesiz ki dünyada iken Alla-hın emirlerini tutup yasaklarında kaçınarak ondan korkan insanlar, âhirette cen­netlerin içinde ve pınarların başında olacaklardır. Çünkü onlar dünyada iken,

Ahirette yalancılara şöyle denir: "Dünyada iken derhal gelmesini istediği­niz bu azabı artık tadın." "Yalanlamanızın cezasını görün. Ve cehennem ateşin­de vanın.V denir. [13]

 

18- Seher vakitlerinde istiğfar ederlerdi.

Âyette zikredilen, "seher vakitlerinde istiğfar" ifadesinden maksat, Deh-hak, Mücahid ve Abdullah b. Ömer'e göre "Namaz kılarlar" demektir. Allah tea-la bir kısım müslümanlann Resulullah ile birlikte gecenin üçte ikisini, bazan ya­nsını bazan da üçte birini ibadetle geçirdiklerini Müzzemmil suresinde zikret­miş ve müminlere, bunu yapmaya mecbur olmadıklarını beyan etmiştir. Bu da müminlerin, seher vakitlerinde namaz kıldıklarını göstermektedir.

Hasan-ı Basri ve tbn-i Zeyd'e göre "Seher vaktinde istiğfar etme"den maksat, takva sahibi kullann, Allahtan, günahlarının affını seher vaktinde iste­meleridir. Hz. Yakub'un oğullarının babalarından kendileri için af dilemesini is­tedikleri zaman Hz. Yakub'un heman af dilemediği ve onlara "Yakında sizin için af dileyeceğim," dediği bu yakın zamandan da seher vaktini kasdettiği riva­yet edilmektedir.

Bir kısım âlimler, seher vaktinde cennet kapılarının açılacağını söylemiş­lerdir.

İbn-i Zeyd, gecenin son altıda birinin seher vakti olduğunu söylemiştir. [14]

 

19- Onların mallarında, dilenenin ve yoksulun hakkı vardır.

Gecenin az bir bölümünde uyuyan, seher vakitlerinde affedilmelerini di­leyen bu takva sahiplerinin mallarında, dilenen insanların ve yoksulların haklan vardır. Takva sahipleri onlann bu haklanın verirler.

Zeyd b. Eşlem, bu âyette zikredilen "Maİ"dan maksadın, zekatın dışın­daki mal olduğunu söylemiştir. Buna göre âyetin izahı şöyledir: "Takva sahibi insanlar, zekatlanna ilaveten dilenene ve yoksula, mallarından infak ederler."

Âyetteki "Dilenen" ifadesinden maksat, insanlardan, kendisine yardım edilmesini isteyen kimsedir. Dilenen insan boş çevirilmemelidir. Bu hususta Hz. Hüseyin (r.a.) Resulullahın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:   

"Dilenci ata binerek gelmiş olsa bile (Dilendiği kimsede) hakkı vardır.[15]

"Yoksul" ifadesinden neyin kasdedildiği hakkında çeşitli görüşler zikre­dilmiştir.

Abdullah b. Abbas, Mücahid, Said b. el-Müseyyeb ve Nafi'ye göre "Yok­sul" ifadesinden maksat, Beytül Mal'dan pay alamayan, geçimini sağlayacak bir mesleği olmayan ve kazancı olmayandır.

Dehhak'a göre ise "Yoksul" elindeki malım kaybeden kimsedir. Allah te-ala böyle bir kimseye yardım edilmesini emretmiştir.

Katade ve Zührî'ye göre ise "Yoksul"dan maksat, insanlardan dilenmeyen iffetli fakir kimselerdir.

Zührî, buradaki Yoksut'u şu hadiste zikredilen "Miskin"den saymıştır. Resulullah (s.a.v.) buyurmuştur ki:

"Miskin, insanları (dilenmek için) dolaşan, bir lokma veya iki lokma bir hurma veya iki hurma ile geri dönen değildir. Fakat miskin, kendine yetecek bir şey bulamayan, fakir olduğu anlaşilamayarak kendisine sadaka verilmeyen ve insanlardan dilenmeye kalkışmayan kimsedir. [16]

İbrahim en-Nehaî ve Saiü b. Cübeyr'e göre ise buradaki yoksul'dan mak­sat, ganimetten pay alamayandır.

Hasan b. Muhammed diyor ki: "Resulullah bir müfreze gönderdi. Onlar ganimet getinnişlerdi. Resulullahın yanına, ganimet taksim edilirken, orada bu­lunmayan insanlar geldi. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu.

Zeyd b. Eslem'e göre ise buradaki "yoksul" ifadesinden maksat, ekinleri veya meyveleri yahut hayvanları telef olan kimsedir. Bu gibi mallara sahibolan-Iar, bu tür felaketlere uğrayanlara yardım etmekle emrolunmuşlardir. İbn-i Zeyd, âyet-i kerimeyi bu şekilde izah ettikten sonra şu âyetlerin, bu izah tarzını desteklediğini söylemiştir. "Borçlu duruma düştük daha doğrusu mahrum kal­dık. [17] "Bahçeyi görünce şöyle dediler: "Şüphesiz biz yolumuzu şaşırdık." "Daha doğrusu biz mahrum edilmişiz. [18]

Taberi diyor ki: "Burada zikredilen "yoksul" ifadesinden maksat, muhtaç olan ve rızıktan mahrum kılınandır. Bu yoksulluğu, mahsullerinin ve malının yok olmasıyla da olabilir, insanlardan dilenmeyip iffetli olmasından da olabilir. [19]

 

20- Kesinlikle inananlar için yeryüzünde nice deliller vardır.

Ey insanlar, yeryüzünde gördüklerinin gerçek mahiyetini düşünen ve ke­sin bilgi sahibi olmak isteyen insanlar için nice ibret ve öğütler vardır.

Bu deliller, yaratıcının büyüklüğünü ve kudretinin, gözleri kamaştıracak kadar açık olduğunu gösterir. Allah, yeryüzünde, canlılar, bitkiler, dağlar, ova­lar, çöller, nehirler ve daha bir çok şeyler yaratmıştır. Ayrıca insanların aynı tür varlıklar olmalarına rağmen dillerinin, renklerinin, iradelerinin, güçlerinin, anla­yış kabileyetlerinin, hareket tarzlarının, ahlaklarının farklı olması, bazılarının mümin diğerlerinin de kâfir olması, bunları birbirinden farklı yapan Allanın kudretini göstermektedir. [20]

 

21- Kendi nefsinizde de görme/ misini/?

Ey insanlar, bizzat kendinizin yaratılışında da nice öğüt ve ibretler vardır, hiç bakıp gönnez misiniz?ğını gösteren bir delildir. İbn-i Zeyd ise bunu şöyle izah etmiştir: Allah tealanın, insanın vücutlunda çeşitli eklemleri ve organları yaratmasında, onun büyüklü­ğünü ve kudretini gösteren büyük deliller vardır. Ve bizim, Allaha kulluk etmek için yaratıldığımızı göstenrıektedir." [21]

 

22- Rizıkhrınız da vaadolunduğunuz şeyler de semadadır.

"Rızıklarınız semadadır" ifadesinden maksat, Dehhak, Said b. Cübeyr, Mücahid ve Süfyan es-Sevrî'ye göre yağmur ve kardır. Zira bunlar vasıtasıyla yeryüzü sulanır ve orada çeşitli rızıklar biter. Bu itibarla rızkın sebebinin gökte olduğu zikredilmiştir.

Bazı müfessirlere göre ise rızkın gökte olmasından maksat, rızkın, Allah tarafından verilmesidir.

"Vaadolunduğunuz şey de semadadır." ifadesinden maksat, Mücahid'e göre "Hayır ve şer"dir. Taberi bu görüştedir.

Dehhak'a göre ise "Vaadolunduğunuz şey'den maksat" cennet ve cehen­nemdir. [22]

 

23- Göğün ve yerin rabbine yemin olsun ki bu vaadolunduğunuz şey, konuşmanız kadar gerçektir.

Ey insanlar, göklerin ve yerin rabbi olan Allaha yemin olsun ki nzıkian-nız ve vaadolunduğunuz şeyin gökte olduğuna dair verdiğim haber gerçektir. Sizin konuşmanızın bir gerçek oluşu gibidir.

Allah teala bu âyet-i kerimede, bizzat kendi şahsına yemin etmiştir. Bu hususta Hasan-ı Basrî diyor ki: "Bana, Resukılkıhın şöyle dediği ulaşmıştır."

Rableri, inanmaları için bizzat şahsına yemin etmesine rağmen yine inanmayan­ları Allah kahretsin! [23]

 

24- Ey Muhammcd, İbrahim'in, ikam edilen misafirlerinin haberi sa­na ulaştı mı? [24]

 

25-  O melekler İbrahim'in yanına girerek "Selam" demişlerdir. İb­rahim de onlara: "Selam size, siz, tanınmayan bir kavimsiniz." demişti.

Allah teala bu âyetlerde ve bundan sonra gelen âyetlerde Hz. Lut'un kavmini helak etmek için gelen ve Hz. İbrahim'e de bir oğlu olacağını müjdele­yen melekleri ve tebliğ ettikleri ilahi emirleri ebyan etmektedir.

Allah teala bu âyetlerde Kureyş kavmini uyarmakta ve Hz. Muhammed'e uymadıkları takdirde onların da burada zikredilen kavimlerin akıbetlerine uğra­yacaklarına işaret etmektedir.

Melekler gelince Hz. İbrahim'e selam vennişler, Hz. İbrahim onlann se­lamını aldktan sonra kendilerinin, tanınmayan kişiler olduklarını söylemişve onlara ikramlarda bulunmuştur. [25]

 

26-27- Hemen gizlice ailesine giderek semiz bir danayı kızartıp getir­miş, önlerine sürmüş ve "Yemez misiniz?" demişti.                     

Bu âyetler, Hz. İbrahim'in, misafirlerine nâzik davrandığını bildirmekte ve bizlere misafir ağırlama âdabını Öğretmektedir. Zira Hz. İbrahim, misafirİerine sormadan hemen gidip en değerli mallarından bir buzağıyı kızartıp getirmiş ve onlara ikram etmiş ve nâzikçe "Yemez misiniz?" diye buyur etmiştir. [26]

 

28- (Yemediklerini görünce) İbrahim'in içine bir korku düştü. "Korkma" dediler Ve onu, ilerde büyük ilim sahibi olacak bir erkek çocuk ile müjdelediler.

Hz. İbrahim, misafirlerine, kızartılmış buzağıyı getirince, yeme ve içme­leri olmayan melekler ondan yemedüer. Hz. İbrahim onların melek olduklarını bilemediği için, ikramım yemediklerinden dolayı içinden bir korkuya kapıldı. Melekler Hz. İbrahim'in korktuğunu anlayınca ona: "Korkma" dediler. Ve geliş sebeplerini anlattılar. Geliş'sebeplerinin, Hz. İbrahim'e, âlim olacak bir oğul müjdelemek bir de Lut kavmini helak etmek olduğunu söylediler.

Mücahid, bu oğulun, Hz, Hacer'den olan Hz. İsmail olduğunu söylemiş ise de tercih edilen görüşe göre bu oğul, Hz. Sare'den doğan Hz. İshak'tır. [27]

 

29- Karısı bu müjdeyi duyunca feryad ederek geldi ve ellerini yüzü­ne vurarak "Ben yaşlı ve kısîr; bir kadınım." dedi.

Hz. İbrahim, hanımı Sareye meleklerin, çocuk doğuracağını söyledikle­rini anlatınca Sâre'âefîşete kapılmış ve feryad ederek ellerini yüzüne kapatmış­tır. Ve "Benim nasıl çocuğum olur? Ben hem ihtiyarım hem de kısırım." demiş­tir.

Hz. İbıahîm in karısının, ellerini yüzüne nasıl vurduğu hususunda farklı rivayetler vardır Abdullah b Abbas'tan nakledilen bir rivayete göre, ellerini açarak yüzüne vurmuştur.

Mücahıd, Süddi, ibn-i Sabit ve Sütyanes-Sevri'yegöre ise Hz- ibrahim'in Hanımı elini alnına vurmuştur. [28]

 

30- Melekler de "Rabbin böyle buyurdu. O, hüküm ve hikmet sahi­bidir, herşeyi bilendir." dediler.

Melekler, İbrahim'in, şaşkına dönen hanımına "Senin rabbin, bizim sana bildirdiğimizi emretti. O, yaratıklarını sevk ve idarede hüküm ve hikmet sahibi­dir, onlann menfaatlerini kendilerinden daha iyi bilendir. Senin çocuk doğurma­nı takdir etmesi senin için daha faydalı olacaktır." dediler. [29]

 

31- İbrahim: "Ey elciler, asıl meseleniz nedir?" dedi.

İbrahim, tekrar meleklere yönelerek "Sizin asıl geliş sebebiniz nedir?" diye sordu. [30]

 

32-34- Melekler şöyle cevap verdiler: "Biz, suçlu bir kavmi cezalan­dırmak için gönderildik ki, rabbin katında, haddi aşanlar için tayin edilmiş, çamurdan yapılma taşları onların üzerine yağdıralım."

Melekler, İbrahim'e, geliş sebeplerini anlatarak şöyle dediler: "Biz., Aüa-hı inkar ederek suç işleyen bir kavmin üzerine, rabbin katında, haddi aşanlar için özel bir şekilde balçıktan yapılmış taşları yağdırmak için geldik-. Yani her taşın üzerinde, isabet edeceği kişinin ismi yazılıdır.

Ankebut suresinde, Hz. İbrahim'in meleklerle tekrar şunları konuştuğu zikredilmektedir. "Meleklerimiz İbrahim'e müjde ile geldikleri zaman "Biz bu ülkenin halkım helak edeceğiz çünkü buranın halkı zalimdir." dediler." "İbra­him: "Orada Lut da var" deyince melekler şöyle dediler: "Biz orada kimin bu­lunduğunu çok iyi biliyoruz. Lut'u da ailesini de mutlaka kurtaracağız. Yalnız helak edilenlerdenolan karısı hariç. [31]

 

35- Nihayet o ülkede bulunan müminleri çıkardık. [32]

 

36- Zaten biz orada bir tek ailenin dışında müslüman bulamadık.

Lut kavminin yaşadığı Sodom şehrinden, mümin olan insanların tümünü çıkardık. Zira biz o yerde Lut ailesinin dışında müslüman bir ev bulamamıştık. [33]

 

37- Can yakıcı azaptan korkanlar için, o ülkede bir ibret bıraktık.

Allah teala bu âyet-i kerimede, Lut kavminin yaşadığı ülkeyi âleme ib­ret yaptığını beyan etmektedir. Allah teala bu günahkâr kavmi helak ettikten sonra yerlerini, kokuşmuş bir göl haline getirmiştir. Bu göl halen mevcuttur ve adına da "Lut gölü" denmektedir. [34]

 

38-  Musa'nın kıssasında da bir öğüt vardır. Hani bir zaman biz onu apaçık delillerle Firavuna göndermiştik. [35]

 

39-  Firavun da crkanıyla birlikte Musa'ya iman etmekten yüzçevir-miş "O, bir sihirbazdır veya delidir." demişti. [36]

 

40-  Bunun üzerine biz de Firavun ve ordusunu kıskıvrak yakalayı-verdik ve Firavun kendini kınatmış bir haldeyken onları denize attık.

Allah teala bu âyet-i kerimelerde, Hz. Musa ile Firavun'un kıssasını şöy­le beyan etmektedir: İmran oğlu Firavun'un kıssamda da nice ibretler vardır. Bir zaman biz onu Mısır Firavun'una, konuştuklarının hak olduğunu gösteren apa­çık delillerle gönderdik. Fakat Firavun, erkaniyla birlikte Musa'nın davetini ka­bul etmekten yüzçevirdi ve Musa için şöyle dedi: "O, ya insanların gözünü bo­yayan bir sihirbazdır veya aklını kaybetmiş bir delidir." Bunun üzerine biz de Firavun ve ordusunu kıskıvrak yakalayıverdik. Firavunu kınanmış bir şekilde ve kavmiyle birlikte denize döküp boğduk. [37]

 

41-42- Âd kavminin kıssasında da bir öğüt vardır. Hani bir zaman biz onların üzerine hayırsız bir rüzgar göndermiştik. O rüzgar, önüne ge­len herşeyi çürümüş gibi yapıyordu.

Âd kavminin kıssasında da nice ibret ve deliller vardır. Onîar, Peygam­berlerinin davetini kabul etmeyince biz onların üzerine uğursuz bir rüzgar salı­vererek onları helak ettik. O rüzgar, dokunduğu herşeyi ağaç çürüğü gibi yapı­yordu.

Âd kavmini helak eden rüzgara "Kısır" anlamına gelen "Akim" sıfatı verilmiştr. Zira bu rüzgar ne yağmurun yağacağım müjdeleyen ne de bitkileri aşılayan bir rüzgardır.

Peygamber efendimiz bir hadis-i şerifinde

"Ben, (doğudan esen) meltem rüzganyla yardım olundum. Âd kavmi ise (batıdan esen) Debur rüzganyla helak olmuştur. [38] buyurmaktadır. [39]

 

43- Semud kavminin kıssasında da sizin için bir ibret vardır. Onlara: "Belli bir zamana kadar yaşayın." denilmişti. [40]

 

44- Onlar da rablcrinin emrine karşı gelmişlerdi. Bunun üzerine on­ları, bakıp dururlarken yıldırım çarpıvermişti. [41]

 

45- Ne ayağa kalkacak güçleri kalmış ne de yardım görebilmişlerdi.

Ey insanlar, Semud kavminin kıssasında da sizin için öğüt ve ibretler vardır. Rableri onlara:"Belli bir zamana kadar yaşayın." demişti. Onlara üç gün mühlet verilmişti. Onlar, rablerinin emrine karşı geldiler. Bunun üzerine verilen üç günlük mühlet bitince onları yıldırım çarpıverdi. Onlar ise bakıp duruyorlar­dı. Kendilerine gelen azabı uzaklaştırmaya güçleri yetmedi. Başka herhangi bir kimsenin yardımı da söz konusu olmadı.

Semud kavmi, kendilerine peygamber olarak gönderilen salih peygam­berin uyanlarına aldırış etmeyip Allanın, kendilerine mucize olarak verdiği de­veyi kesince Allah teala onlara üç gün mühlet vermiş ve yaptıklarından vazgeç­melerini emretmiştir. Semud kavmi azgınlığına devam edince, dördüncü günü çığlıkla gelen bir azap onları yakalayıvermiş onlar da oldukları yerde diz üstü çöke kalmışlardır. Allahin azabına karşı herhangi bir şey yapmaktan âciz kal­mışlardır.

İşte bu âyet-i kerimelerde bu kavmin durumu bize açıkça beyan edilmek­tedir. [42]

 

46- Onlardan önce Nuh kavmini de helak etmiştik. Çünkü onlar da doğru yoldan ayrılmış bir topluluktu.

Allah teala bu âyet-i kerimede, Allaha ortak koşan ilk kavim olan Nuh kavmini helak ettiğini bize beyan etmektedir. Kur'an-ı Kerimin çeşitli yerlerinde bu kavmin kıssası anlatılmaktadır. Bu surede ise bu kavmin helak edildiği haber verilmekte fakat nasıl helak edildikleri hususuna değinilmemektedir. [43]

 

47- Biz, semayı bir kuvvetle bina ettik. Biz onu genişletmekteyiz. [44]

 

48- Biz, yeryüzünü yaşamaya uygun bir şekilde döşedik. Ne güzel dö-şeyiciyiz.

Biz göğü, güç ve kuvvetimizle yükselttik. Şüphesiz ki bizler o göğü ge­nişletenleriz. O. yarattıklarımızı ve yaratacaklarımızı içine alacaktır. Biz, yeryüzünü de yaratıklar için bir döşek gibi yaydık. Biz, bu yaratıklar için ne güzel be­şik yapanlarız. [45]

 

49- Düşünüp ibret alasınız diye biz herşeyi çift çift yarattık.

Âyette zikredilen "çift" "çift" ifadesinden maksat İbn-i Zeyd'e göre can­lılar ve bitkiler gibi varlıkların erkek ve dişili olmalarıdır. Allah teala, dünyanın sonuna kadar, cinslerini devam ettinnek için bunları erkekli dişili olarak çift çift yaratmıştır. Bizlere de burada bu nimeti hatırlatmaktadır.

Mücahid'e göre ise buradaki çift çift ifadesinden maksat: "Her şeyin bir karşıtının bulunmasıdır. İman, inkar, saadet, şakavet, hidayet, dalalet, dünya, âhiret, gündüz, gece, yer gök, insan, cin gibi...

Taberi bu görüşü tercih etmiş ve tercih sebebi olarak da özetle şunları söylemiştir: "Bir enisi erkekli dişili olarak yarattığını zikretmektense, birbirine muhalif farklı cinsleri yarattığını söylemesi, Allanın kudretini daha bariz bir şe­kilde onaya koyar. [46]

 

50 Ey insanlar," Allaha koşun. Şüphesiz ben, Allah tarafından sizlere gönderilen apaçık bir uyarıcıyım. [47]

 

51- Allah ile beraber başkasını ilah edinmeyin. Şüphesiz ben, Allah tarafından size gönderilen apaçık bir uyarıcıyım."

Ey Muhammed, sen insanlara de ki; "Ey insanlar, siz, Allaha iman edip, onun.emirlerini tutarak azabından kaçıp rahmetine sığının. Ben, Allah tarafın­dan sizleri uyaran biriyim. Ona iman edip emirlerini tutmadığınız takdirde, geç­mişteki inkarcı kavimlerin başına gelenlerin sizin de başınıza geleceğini haber veriyorum. Sizler, Allah ile birlikte başka ilah edinip Allaha kulluk ettiğinim gibi ona da kulluk etmeyin. Zira, Allahtan başka ibadete layık hiçbir ilah yoktur. Şüphesiz ki ben sizi, Allah tarafından apaçık uyaran biriyim. Eğer yalnızca ona kulluk etmez siniz, diğer kavimlere olduğu gibi sizi de ilahi azap yakalayiverir. [48]

 

52- Evet işte böyle. Onlardan önceki ümmetlere hiçbir peygamber gelmemiştir ki, ona "Sihirbaz" veya "deli" dememiş olsunlar.

Kureyş kabilesi, Muhammed'i yalanlayıp onu şair, sihirbaz vedeli oldu­ğunu söyledikleri gibi onlardan önce gelen bütün kavimler de peygamberleri-nin.sihirbaz veya deli olduğunu söylemişlerdir. Nuh kavmi, Âd kavmi, Semud kavmi ve Firavun bu kavimlerdendir. [49]

 

53- Onlar bunu birbirlerine tavsiye mi etmişlerdir? Hayır, onlar az­gın bir kavimdi.

Muhammed'i yalanlayan, onun bir sihirbaz veya deli olduğunu söyleyen Kureyş müşrikleri, peygamberi yalanlamayı, kendilerinden önceki müşriklerden vasiyet olarak mı alıp öğrenmişlerdir? Onlar kendilerine böyle bir vasiyette mi bulunmuşlardır? Hayır, önceki müşrikler sonradan gelen müşriklere böyle bir vasiyette bulunmamışlardır. Fakat müşrikler, rablerinin emirlerine boyun eğme­yen azgın bir kavimdendirler. Bu itibarla peygamberlerini yalanlarlar. [50]

 

54- Ey Muhammcd, sen onlardan yüzçevir. Artık sen kınanacak de­ğilsin.

Ey Muhammed, Allaha ortak koşan müşriklerden yüzçevir. Allanın onlar hakkında nasıl davranacağına dair emir gelinceye kadar onların inkarlarına aldnş etme. Sen, bu yüzçevirmenle, "Tebliğinde gevşek davranıyorsun." diye rabbin tarafından ki naran azsın. Çünkü sen, sana gönderdiğimiz emirleri tebliğ ettin.

Katade diyor ki: "Bu âyet-i kerime inince Resuhıllanın sahabilerinin gü­cüne gitmiş, onlar, artık vahyin kesildiğini ve Allanın azabının yaklaştığını san­mışlar, bunun üzerine, bundan sonra gelen âyet nazil olmuş ve sahabiler rahatla­mışlardır. [51]

 

55- Sen hatırlat. Çünkü hatırlatma, müminlere mutlaka fayda verir.

Ey Muhammed, sen, kendilerine peygamber olarak gönderildiğin isanla-ra, gerçekleri hatırlatmaya ve öğütte bulunmaya devam et. Hatırlatma ve öğüt müminlere fayda verir.

Allah teala bu âyet-i kerimelerle Resulullahın, kâfirlerden yüzçevirmesi-ni istemekte ve müminlere ise öğütte bulunmasını emretmektedir. Bu da Resu­lullahın ve onun izinde giden davetçilerin, bütün insanları aynı kefeye koyma­maları gerektiğini öğretmektedir. [52]

 

56- Ben, cinleri ve insanları sadece bana kulluk etsinler diye yarat­tım.

Abdullah b. Abbas bu âyet-i kerimeyi şu şekilde izah etmiştir: "Ben cin­leri ve insanları isteyerek veya istemeyerek ancak bana ku! olduklarım kabul et­meleri için yarattım." Taberi âyetin bu şekildeki izahını tercihe şayan gördükten sonra özetle şunları zikretmiştir. "Allah, cinleri ve insanları, emirlerine boyun eğmeleri için yarattığı halde bunların bir kısmı bu yaratılış gayelerine nasıl ters davranabilirler ve inkara düşebilirler?" Aslında bunlar, Allanın kaza ve kaderine ister istemez boyun eğerler. Bu itibarla, yaratılış gayeleri tahukku eder. Bunlann inkarları ise sadece Allanın emrettiği şeyleri yapmamaları şeklinde ortaya çı­kar. Bu da kul olmalarını bertaraf etmez.

Rebi' b. Enes ise bu âyeti şu şekilde izah etmiştir: "Ben cinleri ve insanla­rı ancak bana ibadet etsinler diye yarattım." Bunu biraz daha genişçe açıklayan Süddî,, ibadetin faydalı olanı olduğu gibi faydasız olanı da bulunmaktadır. Müş­riklerin, "Göklerin ve yerin yaratıcısı ancak Allahtır." şeklindeki sözleri bu çe­şit ibadetlere bir örnektir." demiştir. Yani, bütün cinler ve insanlar, Allaha iba­det ederler. Bazılarının ibadetleri kendilerine fayda verir. Bazılarınınki ise inançsızlıklarından dolayı fayda vermez.

İbn-i Cüreyc, bu âyetten maksadın, "Ben cinleri ve insanları ancak beni tanımaları için yarattım." demek olduğunu zikretmiştir.

İbn-i Zeyd ise bu âyetin manasının "Ben, cinlerin ve insanların müminle­rini ancak bana kulluk etsinler diye, kâfirlerini ise "Bana isyan etsinler diye yarttım." manasına geldiğini söylemiştir. [53]

 

57- Ben onlardan ne bir rızık diliyorum, ne de beni doyurmalarını is­tiyorum. [54]

 

58- Şüphesiz ki rızık veren, mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan an­cak Allahtır.

Allah teııla bu âyet-i kerimede biz müminlere uyarıda bulunmakta ve buyurmaktadır ki: "Ben, cin ve insanlardan ne yarattıklarımı rızıklandırmalannı ne de beni yedirip doyurmalarını istiyorum. Çünkü nzıkları veren, güç ve kuv­vet sahibi olan ancak benim. Bu itibarla ben, kullan sadece bana ibadet etmeleri için yarattım. İtaat edenin mükafaatını isyan ednin ise cezasını veririm. Ben, cin

e insanları, kendilerine muhtaç olduğum için yaratmadım. Zira onları nzıklan-

iran benim. Ben, güç ve kuvvet sahibiyim.

Peygamber efendimiz (s.a.v.) Allah tealamn, bir kudsi hadiste şöyle bu­yurduğunu söylüyor:

"Ey Âdemoğlu, sen kendini bana ibadete ver ki gönlünü zenginlikle dol­durayım ve fakirliğini gidereyim. Eğer böyle yapmazsan, ellerini işle dolduru-num, fakirliğini de (ihtiyacını) gidermem. [55]

Halid'in oğullan "Habbe ve Seva" diyorlar ki:

"Biz, Resulullahın yanına gittik. O, bir şey yapıyordu. Biz ona yardım ettik. Resulullah şöyle buyurdu: "Başlarınız hareket ettiği sürece (sağ oldukça) nzıktan ümit kesmeyin. Zira insanı annesi kızıl bir et olarak doğurur. Onun üze­rinde herhangi bir kabuk yoktur ve Allah onu nzıklandınr. [56]

 

59- Şüphesiz ki zulmedenlerin geçmişteki   benzerleri gibi azaptan paylan vardır. Onu benden acele istemesinler. [57]

 

60- Vaadolundukları günün a/abından vay o kafirlerin haline.

Allah teala bu âyetlerde, yaptıkları zulmün, derhal karşılığını gönneyen zalimleri uyarıyor, onların da daha önceki zalimler gibi azaba uğratılacaklarını bildiriyor. Ve bu azabı acele istememelerini emrediyor. Zira o azap mutlaka gerçekleşecektir. Ayrıca kâfirlerin. Allanın azabının geleceği günde perişan ola­caklarını, kendilerinin cehennemliklerin kan ve irinlerinin aktığı veyl deresine atılacakların bildiriyor ki yaptıklarından vazgeçsinler. [58]

 



[1] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/547-548.

[2] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/549.

[3] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/549.

[4] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/549.

[5] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/549-550.

[6] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/550.

[7] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/550.

[8] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/550-551.

[9] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/551.

[10] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/551.

[11] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/552

[12] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/552.

[13] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/552-553.

[14] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/553.

[15] Ebıı Davud K. ez-Zcknt, b:ıh: 33,,Hadis No lfiCıS/Ahmed çB. Hunhel, Müsned.

[16] Buharı, K.ez-Zekât.bab: 53 Ebu Davud, K.ez-Zekal, hah: 24, Hadis no: 1631.

[17] Vakıa Suresi, âyet: 56.

[18] Kalem Suresi, âyet: 26-27.

[19] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/554-556

[20] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/556.

[21] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/556-557.

[22] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/557.

[23] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/557-558.

[24] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/558.

[25] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/558.

[26] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/558-559.

[27] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/559.

[28] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/559

[29] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/560.

[30] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/560.

[31] Ankchut Suresi, âyet: 31-32.

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/560-561.

[32] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/561.

[33] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/561.

[34] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/561.

[35] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/562.

[36] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/562.

[37] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/562.

[38] Buharı, K.cl-Mcguzi, lxıh: 29 / Müslim. K.cl-istiska, htıh: 17, Hadis no: 900.

[39] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/562-563.

[40] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/563.

[41] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/563.

[42] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/563-564.

[43] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/564.

[44] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/564.

[45] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/564-565.

[46] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/565.

[47] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/565.

[48] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/565-566.

[49] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/566.

[50] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/566.

[51] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/567.

[52] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/567.

[53] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/567-568.

[54] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/568.

[55] Tirmizî, K.cl-Kıynme, b:ıb: 3, Hadis no: 2466 / İbn-i Mfıce, K.ez-ZUhd, hah: 2,1 indis no: 4107.

[56] İbn-i Mfıce, K.cz-Ziihd, b:ıb: 14, Ilaıiis mı: 4165 / Ahnıuıl b. Ilanhcl, C.3, S.46.

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/568-569.

[57] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/569.

[58] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/569.