Şiddetli Kuvvet Sahibi Kimdir?
İnsan Başkasının Amelinden İstifade Eder Mi?
Mekke DÖnemi'nde nazil olmuştur 62 ayettir.
Bu sureye aynı zamanda «Ve'n-Necm Suresi» de denilir. Mek. ki'dir. Suyuti'nin İtkan'ında 32. ayetin medeni olduğu söylenmektedir. Bazıları da «33'den 41. ayete kadar olan kısım Medeni'dir» demişlerdir. Tabersi, Hasan Basri'den bu surenin Medeni olduğunu rivayet ediyor. Fakat ehli sünnet alimleri bu rivayetin sıhhatli olmadığına kanidirler. Bu surenin ayetleri Küfelilere göre 62'dir, Diğer sayımlara göre erdir. Kelimeleri 360, harfleri 1405'dir.
Bu sure, İbn Merduveyh'in İbn Mesud'dan rivayet ettiğine göre Rasûlullah'ın ilk sesli olarak okuduğu suredir. Hz. Peygamber müşrikler dinledikleri halde bu sureyi Harem'de okumuştur.
Buharı, Müslim, Ebu Davud Ve Nesei, îbn Mesud'dan şöyle rivayet ediyorlar: «İçinde secde ayeti inen il/c sure Necm Suresi' dır». Bunun üzerine RasûLü Ekrem secdeye kapandı. Bir kişi müstesna, orada bulunan bütün halk da secdeye kapandı. O kişiyi gör* iüm, topraktan bir avuç avuçladı ve o toprak üzerine secde etti. O kişi sonradan kâfir olarak Öldürülmüştür, Adı Umeyye bin Haleftir.»
El-Bahr'da «RasûLü Ekrem secdeye kapandı. Müminler, müşrikler, cinler ve insanlar da onunla birlikte secde ettiler. Ancak Ebu Leheb secde etmedi. O bir avuç toprak aldı ve bu kâfidir dedi.» diye rivayet edilir.Muhtemelen aynı davranışı hem Umeyye bin Halef hem de Ebu Leheb yapmış olabilir.
Celâleddin Suyuti Tur ve Necm Surelerinin ilişkisi hakkında şunları söyler:
«Tur'da müminlerin zürriyeti zikredilmiştir ve o zürriyetleri. nin atalarına tabi oldukları hükmü getirilmiştir. Bu surede ise yahudilerin zürriyeti zikredilmektedir: « O sizi daha iyi bilir. Gerek yerden inşa ettiği, gerek annelerinizin karınlarında bulunduğunuz zaman, biçim verdiği sırada sizin her halinizi bilmiştir. Artık kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü o korunanı daha iyi bilir».
İşte bu münasebetle İbn'ul-Munzir, İbn Ebi Hatim, Taberi, Ebu Nuaym ve Vahidi, Sabit bin Hars el-Ensari'den şöyle rivayet etmişlerdir: «Yahudilerin bir çocuğu öldüğünde o cennetliktir. Onların böyle hükmettikleri Rasûlullah'ın kulağına geldiğinde: «Yahudiler yalan söylüyorlar. Annelerinin karınlarında yaratılmış olan her çocuk şakidir veya saiddir» dedi ve bahsi geçen 32. ayeti sonuna kadar okudu. [1]
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1- Batma zamanındaki yıldızın hakkı için,
2- Arkadaşınız (Allah'ın peygamberi) ne yolunu şaşırdı, ne de haktan ayrıldı.
3- O, arzusuna göre söz söylemiyor;
4- Onun sözü kendine vahyolunan bir vahyden başka bir şey değildir.
5- (O Kur'an'ı) ona çok kuvvetli biri (Cebrail) öğretti.
6- (Ki O) akıl ve reyinde tamdır. Hemen (asli suretine girip) doğruldu.
7 - O en yüce ufuktaydı.
8- Sonra (ona) yaklaştı. Derken aşağıya sarktı.
9- Araları
iki yay kadar veya daha az kaldı.
10- (Allah'ın) kuluna vahyettiğîni vahyetti.
11- Peygamberin gördüğünü kalbi yalan çıkarmadı.
12- Hâlâ onun görüp bildiği şeyde onunla tartışıyor musunuz?
13- Andolsun ki peygamber onu bir kere daha inerken görmüştü;
14/15- Sidrei Münteha yanında. Sidrei Münteha'nın yanında Cennet'ul-Mev'a bulunmaktadır.
16- Sidre'yi neler kaplamıştı, neler!
17- (Peygamber'in) gözü bir tarafa kaymadı. (Sağa ve sola) dönmedi.
18- Andolsun ki o Rabbînin en büyük ayetlerinden (alametlerinden) gördü.
19- Duydunuz mu? Haber verin, Lat ve Uzza'yı,
20- Üçüncü olarak Menafi (herhangi bir güçleri var mı?)
21- Erkekler sizin, dişiler de O'nun mu?
22- Eğer böyle ise, bu haksız bir paylaşmadır.
23- Bu (putlar) sizin ve ecdadınızın isimlendirdiğiniz birtakım isimlerdir. Onlar ancak zanna tâbi olurlar ve nefislerinin nevasına kapılırlar. Halbuki onlara Rablerinden bir hidayet gelmiştir.
24- Yoksa arzu ettiği her şey insanın mı olacaktır?
25- Ahiret de dünya da Allah'ın (mülkü) dür.
26- Göklerde nice melek var ki şefaatlan hiçbir fayda vermez. Meğer ki Allah dilediğine ve razı olduğuna izin verdikten sonra olsun. [2]
(1-26) «Batma zamanındaki yıldızın...» Bu Ayetlerin Tefsiri
«Düştüğü veya indiği zaman yıldıza andolsun...» ifadesindeki yıldızdan maksat bilinen yıldızlardır. Nitekim bu husus Hasan Basri, îbn Mamer bin Müsenna'dan rivayet edilmiştir. Bu ayetteki «Heva» fiili batmak manasınadır. Bazı müfessirler ise tam tersini (doğmak mânâsına olduğunu) söylemişlerdir. Bazıları «düş-mek mânâsında olduğunu» söylemişlerdir.
Bazıları yıldızın düşüşünü fecirle beraber olan düşüşle tefsir etmişlerdir. Bazıları da «En-Necm burada Şira denilen yıldızın adıdır» demişlerdir. O yıldız çıktığında kâhinler gaybî haberlerden bahsederler. Bazıları «Zühre yıldızıdır. Arap müşrikleri ona tapıyorlardı» der. İbn Abbas, Mücahid ,Ferra, Munzir bin Said «Necm, Kur'an'da RasûUü Ekrem'e inen vahiyden bir miktarın adıdır» demişlerdir. İnmesi ise Cebrail vasıtasıyla Rasûlullah'a nazil olması demektir, Caferi Sadık «En-Necmden maksat Rasûl-ü Ekrem'dir. Onun inişi ise Miraç gecesinde gökten inmesidir» der.
Bütün bu yorumların en belirgin olanı Necm'in «bütün yıldızlar» mânâsına alınmasıdır. Çünkü necm ismi cinsdir. Her yıldıza izafe edüebilir. Eğer muayyen bir şeyin ismi olması gerekirse o takdirde Süreyya olması en belirginidir.
İkinci ayetteki hitap ise Kureyş'edir. «Arkadaşınız» tabiri kullamlmıştır. Zira onlar Rasûlullah'ın bütün durumlarına vakıf idi. ler. Onun delilikten, sihirbazlık ve yalancılık gibi şeylerden tamamen münezzeh olduğunu biliyorlardı. Hidayet ve doğruluğun do ruk noktasında olduğunu da biliyorlardı. Çünkü uzun zaman Ra-sûlullah ile sohbetleri vardı. O'nun yüce durumunu uzun zamandan beri görmekteydiler. Dolayısıyla ardaşları Hz. Muhammed'in de azıtmadığını ve sapıtmadığını pekâlâ biliyorlardı. [3]
«O hevadan konuşmuyor» ifadesindeki zamir Rasûlullah'a ra-cidir. Çünkü «Sahibukum» tabirinde Rasûlullah'ın bahsi geçmektedir. Yani hevai nefs, boş lakırdılar ondan sadır olmaz. Kur'an' dan veya Kur'an gibi Allah cihetinden size getirdiklerinde asîa hevai nefsinden ve reyinden konuşmaz. Onun konuştukları Kur'an'-dır ve ancak Allah'tan bir vâhydir. Allah ona konuşacağının vah. yini gönderir.
Bazı müfessirler «O'ndan sadır olan konuşma, ister Kur'an olsun ister olmasın, hevadan gelme değildir» demiştir.
Ebu Ali Cübbai ile oğlu Ebu Haşim gibi «Rasûlullah içtihad etmez» kanaatinde olanlar bu ayeti delil göstermişlerdir. Bu ayetin Rasûlullah'ın içtihad etmemesine deliî olarak zikredilmesi şöyledir: Cenab-i Hak, Peygamberin bütün konuştuklarının vahy oU duğunu haber vermektedir. İçtihaddan gelen konuşmalar ise vahy değildir. Öyleyse o, peygamberin sözlerinden değildir.
Bu görüşte olanlara şu cevap verilmiştir: Allah peygamberine İçtihad etmesini mümkün kıldığı zaman içtihadla içtihada daya-ilan hevadan bir konuşmayı değil bir vahyi kastetmiştir. Cübbai «Bu durumda, müçtehidlerin kıyasla istinbat ettikleri hükümle* rin vahy olması laztmgelir» demiştir. Cübbai'ye şu cevap verilmistir. «Rasûlullah'a içtihad etmesi hususunda vahy gelmiştir. Ama diğer müçtehidler böyle değildir.» Beyzavi «Bu görüşte nazar vardır. Çünkü bu görüş Rasûlullah'ın içtihadının bizzat kendisinin vahy değil, belki vahy ile kaynaklandığı mânâsını ifade eder» der. [4]
AIusi der ki: «O hevadan konuşmaza ayetinin umum üzerine hamledilmesi bence uzak bir ihtimal değildir. Zira İmam Ebu Yusuf ve İmam Ahmed gibi RasûluUah da içtihad eder diyenlerin maksadı, Rasûlullah'ın okuduğu vahy O'nun içtihadıdır, hevai nefsinin şehvetindendir, demek istemiyorlar. Çünkü peygamberlik makamı böyle şeylerden münezzehtir. Onlar sadece içtihadın kendisiyle vahy arasında bir vasıta olduğunu söylemektedirler. O zaman «o ancak bir vahydir» cümlesindeki zamir Kur'an'a raci olur. Bu da, kelamın mukadder bir sualin cevabı olmasına binaen böyledir. Sanki şöyle denilmiştir: Madem ki Rasûlullah'ın durumu nevasından konuşmamaktır, o halde kavmine getirdiği ve onların üzerinde bulunduğu duruma muhalefet ettiği ve insanlardan birçok kimselerin kalbini celbeden, hakkında çok sözler söylenen bu Kur'an nedir? İşte cevap olarak denildi ki «O ancak bir vahydir. Allah onu Rasûlü'ne vahy etmektedir».[5]
«Onu şiddetli kuvvetleri olan biri öğretti» cümlesindeki zamir Rasûlullah'a racidir. Fiilin ikinci mefulu da hazfedilmiştir. Yani Kur'an'ı (veya vahyi) çok şiddetli kuvvetlere sahip olan biri Rasûlullah'a öğretti! Ebu Hayyan, «Zamir Kur'an'a raci olabilir» der. Yani Kur'an'ı Rasûlullah'a Cebrail öğretti! Bu yorum İbn Abbas ve Katade ile Rebi'indir. Çünkü Cebrail harikaları meydana çıkarmakta bir vasıtadır. Onun şiddetli kuvvete sahip olmasının delili Lut Kavmi'nin kasabalarım yerin altındaki sudan sökerek kanadının üzerine yüklemesi ve göğe yükseldikten sonra alt-üst ederek bırakmasıdır. Semud kavmine bir sayha ile bağırdı, onlar evlerinde diz üstü helak olarak sabahladılar, Cebrail'in peygamberler üzerine inişi ve çıkışı göz kırpmasından daha süratli bir zamanda olur. Öyleyse Cebrail ışık hızından daha süratlidir. Bu durum, yeni hikmet denilen ilimde böylece takrir eciilmiştir.
Ayet metnindeki «Zu Mirretin» ibaresi büyük akla sahip demektir. Sanki beşinci ayetteki vasf, fiil kuvvetinin vasfı, altıncı ayetteki vasf ise akıl, düşünce ve bakış kuvvetinin vasfıdır. Said bin Müseyyeb «Mirre hikmet demektir» der. Çünkü hukemanın kelamı çok sağlamdır. Nafi bin Ezrak bu ayetin mânâsını İbn Ab-bas'a sorduğunda «Allah'ın emrinde şiddet sahibidir» dedi ve buna dair deliller getirdi. Tayyibi'nin îbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre «güzel bir manzara sahibidir» demek oluyor ki bu yorumu Taberi de tesbit etmiştir.
Mücahid'in «Güzel ahlâk sahibidir, demektir» sözü de bu mânâyı tekid etmektedir.
«İsteva» fiilinin mânâsı Allah'ın kendisini yaratmış olduğu özel (hakiki) sureti üzerinde müstakim oldu demektir. Cebrail'in bu suret üzerinde müstakim olması peygamberliğin başlangıcında Hıra Dağı'mn yanında olmuştur.
İmam Ahmed, Abd bin Humeyd ve cemaatin İbn Mesud'dan rivayet ettiklerine göre Cebrail'in altıyüz kanadı vardır. (Bu tür hadisler müteşabihattandır. Mânâsında acele etmemek gerekir). Her kanadı ufku doldurmaktaydı. O zaman istiva burada bir şeyin haddi zatında itidali demektir. Yoksa istiva burada, bükülme-nin tersi olan İstikamet demek değildir. [6]
«En yüce tt/«fc»tan maksat, bakan bir insanın önüne çıkan göğün en yüce cihetidir. Ufuk kelimesinin esas mânâsı nahiye, taraf demektir. İbn'ul-Munzir, İbn Abbas'tan şöyle rivayet eder: «En yüce Ufuk'tan maksat güneşin doğuş noktasıdır».
Hasan Basri'nin «Doğuş noktasının ufkudur» şeklindeki rivayeti de bu mânâyı ifade eder.
«Sonra Cebrail, Rasûlullah'a yaklaştı ve böylece yere doğru sarktı. Rasûlullah ile arasındaki mesafe iki yay boyu veya daha az kaldı». Kavs yay demektir. Burada Arapların yayı kastedilmektedir. «Kab» kelimesi mikdar mânâsına gelir veya yay'm kabzası ile giriş yeri olan iki köşe arası demektir. Her yayda iki kab bulunur. Bu mânâ ile bazı tefsirciler burada kelimelerin yer değiş, tirmesiyle bir kaysın iki kab'ı demek olabileceğini söylemişlerdir.
Mücahid ve Hasan Basri «Yayın kabzası ile kirişi arasına da kab denilir. Buna göre değiştirmeye ihtiyaç yoktur» derler.
Haffacî «Bu tabir şuna işaret eder: «Araplar cahiliyyede söz-leştikleri, birbirlerine ahid verdikleri zaman iki yay çıkarırlar, bunları birbirine bitiştirirlerdi. Sanki bir tek yay olmuş gibi oluyordu. Sonra ikisini birden kaldırıp onunla bir tek ok atarlardı. Bu, bir grubun rızasının diğerinin de rızası veya öfkesinin diğerinin de Öfkesi mânâsını taşırdı.» diyor.
İbn Abbas «Kavs kelimesi burada zira' manasınadır. Onunla uzun nesneler ölçülür» der. Ebu Rezin de bu görüştedir. Sa'lebi «Kavsın zira mânasına gelmesi Hicaz lügatine göredir» der. Buna göre «Kaabe kavseyn» tabiri iki arşın kadar demek olur.
9. ayetin metnindeki «ev» edatı kullar açısından şek mânâsı ifade eder. Yani biri onu gördüğünde «O iki yay kadar veya daha yakındır» der. Bu sözden maksat çok yakındır demek olur.
«Vahyetti» fiilindeki zamir Cebrail'e aittir. «Kuluna» lâfzının sonundaki zamir ise Allah'a racidir. Yani Cebrail, Allah'ın kulu Muhammed'e vahyetti!
İkinci «Evha» fülindeki zamir de Cebrail'e racidir. Ebu Zeyd'e göre ikinci zamir Allah'a racidir. Yani Cebrail Hz. Muhammed'e Allah'ın kendisine vahyettiğini vahyetti!
Bazıları «Birinci «Evha» ile ikinci «Evha»nın zamirleri Allah'a racidir. Kuldan maksat da Cebrail'dir» demişlerdir. Yani Allah kulu Cebrail'e vahyettiğini vahyetti.
«Kalbi gözünün gördüğünü yalanlamadı», yani Hz. Muham-med'in gözüyle gördüğü Cebrail suretini onun kalbi yalanlamadı. «Ben seni tanımıyorum» demedi. Eğer böyle deseydi yalancı olurdu. Çünkü onu gözüyle gördüğü gibi kalbiyle de tanımış oldu.
Bazıları da «Kalb, gözü yalanlamadı» der. Yani gözü, kalbinin hikâye ettiği Cebrail suretini kabullendi. Zira melekut aleminde olanlar evvelâ kalple idrak edilirler, sonra kalpden göze giderler.
Bazı kıraat alimleri «Kezebe» yerine «Kezzebe» şeklinde, şeddeli okumuşlardır. Yani kalp, Hz. Cebrail'in suretinde görüldüğü hususunda şüphe etmedi ve bunu doğruladı.
«Tumarune» fiili mücadele etmek mânâsına gelir. Yani onu yalanlayıp gördüğü nokta üzerinde onunla mücadele mi ediyorsunuz? Rasûlullah'ın gördüklerinden maksat, Cebrail'in suretinden gördüğüdür. Yani «Siz Rasûlullah'ın daha önce Cebrail'in suretletinden gördüğü noktalarda Hz. Peygamberle mücadele mi ediyorsunuz?» Hz. Peygamber Cebrail'i herhangi bir başka suretle karıştırması mümkün olmayacak şekilde tanıyor. [7]
13. ayetten maksat başka bir zamanda Rasûlullah'm Cebrail'i gördüğü hususundaki şüpheyi kaldırmıştır. Bu görme îsra Gecesinde, Sidretulmunteha yanında olmuştur. Sidre yedinci gökte, Arşın sağında bulunan bir ağaçtır. İmam Ahmed, Müslim ve Tir-mizi'nin rivayet ettikleri bir hadiste Sidretulmunteha altıncı gökte bulunmaktadır. Onun meyveleri Hecer denilen bölgenin testileri kadardı. Yapraklan fil kulaklarına benziyordu. Bir binici onun gölgesinde yetmiş sene yürüse hâlâ bitiremezdi. (Bu onun büyük-lüğünden kinayedir).
Hadislerin zahirinden anlaşılıyor ki bu ağaç gerçek bir ağaçtır. Halbuki bilindiği kadarıyla adetullah gereği bitkiler topraklı ve sulu yerlerde yetişiyor olmalıdır. Fakat Cenab-ı Hak hangi mekanda dilerse orada ağaç ve başka şeyler yaratabilir. Zira Cenab-ı Hak ayette «Zakkum ağacı cehennemin temelinde bitmektedir» demiştir.
«etMünteha» kelimesi ismi mekândır. Maştan mimi olması da muhtemeldir. Buna Sidretulmunteha denilmesinin nedeni (Abd tin Humeyd ve İbn Ebi Hatim'in îbn Abbas'tan rivayet ettiklerine göre) her âlimin ilminin oraya kadar gitmesi, ondan Öte-sini Allah'tan başkasının bilmemesidir. Veya peygamberlerin ilim-leri oraya kadar gider ve ondan ötesini bilmezler. Keşşafta «Sanki bu ağaç cennetin son noktasıdır» denilmektedir. Sidre'nin el-Munteha'ya izafe edilmesi bir şeyin mahalline izafesi kabilinden-dir.
Bazıları «ELmunteha'dan maksat Cenab-ı Hak'tır» demişlerdir, O zaman mülk, malike izafe edilmiş olur.
«Yağşa» fiili kapatmak, örtmek mânasına gelir. Burada gelmek mânâsını ihtiva ediyor. Yani «Sidre'ye gelenin geldiği zamanı hatırla.» Fakat birinci yorum makama daha uygundur. Bazı ha^ berlerde Sidre'yi kapatanın veya Sidre'ye varanın izzet sahibi olan Allah'ın nuru olduğu ifade edilmiştir. Yani Allah'ın nuru ona var. di, onu kapattı, o da nurlandı. Ebu Hüreyre'den gelen rivayette «Orayı alemin yaratıcısının nuru kapatır» denilmiştir. Ibn Abbas' tan gelen bir rivayete göre ise orayı Cenab-ı Hak kapatır. İbn Ab-bas'm bu rivayeti müteşabbih hadislerdendir. [8]
«Zağe» fiili «kaydı», «meyletti» mânâsını ifade eder. «Tağa» fiili de «hududu aştı» demektir. Yani Rasulullah'ın gözü, gördüğünden kaymadı ve onu aşmadı. Onu kesin bir şekilde ispatladı. Yani bu hadise mutlaka olmuştur. Bunda herhangi bir şek ve şüphe yoktur. Rasûl-ü Ekrem Miraç gecesinde melekutiyetin acaiblik-lerini, Allah'ın en büyük ayetlerini gördü.
«Kübra» kelimesi ismi tafdüdir. Mukadder bir nesneye sıfat olur. Bazı hadislerde Hz. Peygamber'in gördüğünün tafsilatı ve tayini vardır. Buhari, İbn Cerir ve İbn'ul-Munzir, îbn Mesud'dan şöyle rivayet ediyorlar: «Rasûİ-ü Ekrem cennetten gelip ufku tamamen kapatan yemyeşil refrefler gördü».
Zeyd «Cebrail'i Allah'ın yaratmış olduğu surette gördü demektir» diyor. Yani Hz. Peygamber Miraç Gecesi'nde en büyük ayetlerden birçoğunu gördü. Bu ayetler saymakla bitmez.
«Rasulullah baş gözüyle Cenab-ı Hak'kı gördü» diyen îbn Abbas ve benzeri alimler bu ayeti delil göstermişlerdir. Aişe validemiz ise bunun tam tersini iddia etmiştir. Müslim, Mesruk'tan şu rivayeti nakleder: «Aişe validemizin yanında oturmuş bulunuyor' dum. Hz. Aişe; Ey Eba Aişe (Mesruk'un künyesidir)! Üç şey var* dır ki, onlardan birini iddia eden bir insan Allah'a büyük bir iftira atmış olur, dedi. Ben de: «Onlar nedir?» diye sordum. «Kim ki, Muhammed Rabbini gördü derse Allah'a iftira atmış olur» buyurdu.»
Mesruk: Ben duvara yaslanmıştım. Hemen toparlandım ve dedim ki: «Ey müminlerin annesi! Bana mühlet ver. Acele etme. Cenab-z Hak «Andolsun, o onu apaçık ufukta gördü» demedi mi? «Andolsun, onu başka bir yerde gördü» demedi mi?». Bunun üzerine Hz. Aişe şöyle dedi: «Rasûlullah'tan bunun mânâsım soran bu ümmetin ilk insanıyım ben. Hayır! Rasûlullah'ın gördüğü Cebrail'dir. Bu iki yerden başka da Cebrail'i Hz. Peygamber esas suretinde görmemiştir. Rasûlullah, «O'nu yer ile gök arasını yaradılış ve suretiyle doldurduğu halde gökten inerken gördüm, demiştir.»
îbn Merduveyh'in başka bir yolla, Davud bin Ebi Hind'den, O'nun Şabi'den, O'nun da Mesruk'tan naklettiği rivayet şöyledir: Hz. Aişe; «Rasûlullah'tan bu durumu ilk soran benim. «Ey Allah' m Rasûlü! Sen Rabbini gördün mü?» dedim. O da Cevap olarak: «Ben ancak gökten indiği halde Cebrail'i gördüm» buyurdu» demiştir.
Yaygın olan görüşe göre Hz. Aişe «Hz. Peygamber hiçbir zaman Allah'ı görmemiştir» kanaatine sahiptir. Buna delil olarak da «Gözler O'nu idrak etmez, O gözleri idrak eder» ayeti ile «Hiçbir beşer yoktur ki Allah onunla konuşsun, ancak vahy suretiyle onunla konuşur veya perdenin arkasından veya bir elçi gönderir» ayetini, gösterir. Bu, Buhari'nin bu surenin tefsirinde, Sahih'de zikrettiğinin zahiridir. :
Zahire bakıldığında, İbn Abbas'm «Rasûlullah Rabbini gördü» demesi ancak bir hadîse dayanarak olmalıdır. Ahmed, bu hadisi İbn Abbas'tan rivayet eder: «Allah'ın Rasûlü 'Ben Rabbimi gördüm' dedi».
Bu hadisi Suyuti'nin talebesi olan Şeyh Muhammed Salih Sami, El-Ayat'ul-Beyyinat adlı eserinde zikretmiş ve sahih olduğunu söylemiştir.
«Peygamber Allah'ın cemalini görmüştür» diyenler ihtilaf içindedirler. Bazıları «Rasûl-ü Ekrem Rabbini gözüyle gördü» demişlerdir. Bunu İbn Merduveyh, İbn Abbas'tan rivayet eder. Bu, İbn Mesud'dan, Ebu Hureyre ve Ahmed bin Hanbel'den rivayet edilmiştir.
Bazıları da Ebu Zer'in rivayetine dayanarak «Hz. Peygamber Allah'ı kalbiyle gördü» demişlerdir. Nesei, Ebu Zer'den şöyle rivayet ediyor: «Allah'ın Rasûlü kalbiyle Rabbini gördü, gözüyle değil». Bu rivayet Muhammed İbn Kâb'ul-Kurezi'den de gelmiştir. Hatta Abd bin Humeyd, İbn'ul Munzir, İbn Ebi Hatim, Muhammed'den şöyle rivayet ediyorlar:
«Sahabe: «Ey Allah'ın Rasûlü, sen Rabbini gördün mü?» diye sorunca Hz. Peygamber: «Ben onu iki defa kalbimle gördüm, gözümle görmedim» dedikten sonra «Onun gözüyle gördüğünü gönlü yalanlamadı» ayetini okudu.»
îbn Abbas'm merfu bir hadisinde «Benim gözümün nuru gönlümde kılındı. Ben O'na gönlümle baktım» buyurulmuştur.
Bazıları da «Bu iki görüşten biri gözle, diğeri gönülle (kalple) olmuştur» demişlerdir. Bu da İbn Abbas'tan rivayet edilmiştir.
Ayetin zahirinin iktiza ettiği noktada da ihtilaf vardır. Keşf sahibi «Yakınlık ve sarkma, Rasûlullah ile Cebrail arasında olmuş. tur. Yani görünen Cebrail'dir» der. Eğer Rasûl-ü Ekrem'in Hz. Aişe'ye verdiği cevap sahih ise o zaman hiç kimse Hz. Aişe'nin görüşünden inhiraf edemez. [9]
Lat, Uzza ve Menat, müşriklerin putlarıdır. Katade'nin dediğine göre Lat, Taif'te bulunuyordu ve Sakif kabilesi'nin putuydu' Ebu Ubeyde «Lat Kabe'de idi. Sakif in putu sayılıyordu» der. İbn Zeyd «Lat, Ukkaz panayırının kurulduğu Nahle'de bulunuyordu. Kureyş ona İbadet ederdi» diyor. İbn Atiyye «Katade haklıdır» der. Ebu Hayyan «İki rivayet de doğru olabilir» der. Yani birkaç putun ismi Lat olabilir. O hacılara yedirmek üzere kavudu ıslatan kişiydi. Öldükten sonra, bu işi üzerinde yaptığı taşa taptılar ve o taşa «Lat» ismini verdiler.
Mücahid, «Bu kişi Taif'te bir taşın üzerindeydi. His denilen yemeği yapardı. Oradan gelip geçen yolculara yedirirdi. O öldükten sonra kendisine taptılar» diyor.
Katade'ye göre «Uzza», Gatafan'm putudur. Nahle denilen yerde bulunan meşhur semurra ağacıdır. Gatafanlılar ona taparlardılar:
Nesei ve İbn Merduveyh, Ebu Tufeyl'den şöyle rivayet ediyor.
Rasûl-ü Ekrem, Mekke'yi fethettiği zaman Halid îbn Velid'i Nahle'ye gönderdi. Orada «Uzza» denilen put vardı. Hz. Halid oraya vardı. O putlar üç adet semurre ağacıydı. Halid onları kesti. Onların üzerinde yapılan mabedi de yıktı. Sonra da Rasûlullah'a gelerek yaptığı işi haber verdi. Hz. Peygamber ona: «Geri dön! Sen hiçbir şey yapmamışsın» dedi. Hz. Halid oraya geri döndüğünde puta hizmet edenler kendisini görünce kaçtılar. Kaçarken üe«Ey ,Vzsa, ey Uzza» diye bağırıyorlardı. Hz. Halid oraya vardı, baktı ki saçlarını bedeni üzerine sarkıtmıç çırılçıplak bir kadın başına toprak dökmektedir. Hz. Halid kılıçla onu öldürünceye kadar dövdü. Sonra Rasûlullah'a haber verdi. Hz. Peygamber «İşte Uzza o idi» dedi.
İbn Zeyd «Uzza Taifteydi» derken Ebu Ubeyde «Kabe'deydi» diyor. EKBahr Ebu Süfyan'm ba^: harplerde müslümanlara «BU zim Uzzamız var. Sizin ise Uzza'mz yok» şeklindeki sözünü nakletmekle Ebu Ubeyde'yi desleklenıektedir.
«Menat» bazı rivayetlere göre Huzeyl ve Huzaa kabilelerinin taptığı taştı. İbn Abbas «Sakıfzn taşıydı» diyor. Katade «Ensar'ın Kadid denilen yerdeki putlarıydı» diyor. Ebu Ubeyde «Kabe'deydi» der. Ebu hayyan, Ebu Ubeyde'yi destekler. Çünkü onların üçü de Kabe'de bulunuyorlardı. Zira «Siz gördünüz mü?» ayetinin muhatabı Kureyş Kabilesi'dir. Fakat bu istidlalde nazar vardır. «Menat» bu ismini, ibadet edenlerin kanlarını orada dökmelerinden almıştır. Bahr'da sabit olduğuna göre meşhur kıraat alimi İbn Kesir bu kelimeyi «menaaten» şeklinde okuyordu.
Zahire göre «es-Saliset'eLUhra» tabirleri Menafin sıfatıdır. Ve bu iki sıfat da tekid içindir. Bazı alimler «Es-salise tekid içindir. El-Uhra da zem içindir» demişlerdir. Cenab-î Hak'kın Menafi zemmetmesinin inceliği şudur: Kâfirler Menafin üç putun en büyüğü olduğunu iddia ederlerdi. Cenab-ı Hak onların bu iddialarını yalanlamaktadır.
«Gördünüz mü?» hiıabı bu putlara tapanlaradır. Onlar bunlara tapmakla beraber «Melekler ve bu putlar Allah'ın kızlarıdır» diyorlardı. Cenab-ı Hak onları kınamak ve susturmak için onlara böyle hitabetmiştir.
«Demek erkekler size dişiler Allah'a?» cümlesi ikinci bir tev-bih ve kınamadır. «ZHza» kelimesi zalim demektir. İbn Abbas bu şekilde tefsir etmiş, Katade de ona katılmıştır. İbn Zeyd «Muhale-fet ınânâsınadır» der. Mücahid ve Mukatil «Eğri-büğrü -mânâsını ifade eder» derken ayetin zahirine bakılırsa «Dışa» kısmet kelimesinin sıfatıdır. [10]
«Rablerinden onlara gelen hidayet»den maksat Hz. Peygamber veya Kur'an'dır. Zira Kur'an hidayet edicidir veya çok hidayet edici olduğundan hidayetin tâ kendisi olmuştur!
«Hayır .'İnsan için her temennisi, her iştahının çektiği kendisine verilmez», yani kâfirlerin «Putlar şefaat edecektir, biz Allah katında kıymet bakımından en güzeli elde edeceğiz» veya «Kur'an niçin Mekke'den, ya da Taif'ten büyük bir kişi üzerine inmedi» tarzındaki temennileri kendilerine verilmez.
25. ayet adeta 24. ayetin tekidi veya bir nevi açıklaması mesabesindedir. Yani ahiretin ve dünyanın işleri Cenab-i Hak'ka bağlıdır. Çünkü Allah'ın dilediği dışındakiler insanlar için gerçekleşmez. Dilemediği de yok olur. Ayette ahiret, -dünyadan Önce zikredilmiştir ki müşriklerin «Ahirette muzaffer olacağız» şeklindeki temennileri ilk etapta reddedilsin. Bunun için 26. ayet gelmiştir.
«Ancak Allah'ın dilediği ve razı olduğu kimseye..,», yani Allah meleklere şefaat hususunda izin verdikten sonra, kimin şefaatini diliyorsa ve razıysa onlar ona şefaat ederler. Veya ayetin mânâsı; «Ancak Allah meleklerden dilediğine şefaat iznini verdikten sonra onlar şefaat ederler» demek olur. Madem ki meleklerin şefaat hususunda durumu budur, o halde melek olmayan, camid ve ruhsuz olan putların hali ne olacaktır? Kısaca Cenab-ı Hak onlardan şefaati selbetmekte ve kendisi izin vermezden önce onların şefaat teşebbüslerinin akim kalacağı haberini vermektedir. [11]
27- Ahirete iman etmeyenler, meleklere dişilerin adlarını takarlar.
28- Oysa onların ona dair hiçbir bilgileri yoktur. Onlar zan-dan başkasına tabi olmazlar. Zan ise şüphesiz ki haktan hiçbir şey ifade etmez.
29- Öyle ise (ey Rasûlüm!) Bizi anmaktan yüz çevirenlerden ve dünya hayatından başka hiçbir şey tanımayan kimselerden (sen de) yüz çevir.
30- Onların bilgi adına erebildikleri seviye işte budur. Şüphesiz Rabbin, yolundan sapan kimseyi iyi bilir. Doğru yola gireni en iyi bilen de yine O'dur.
31- Göklerde ve yerde bulunanların hepsi Allah'ındır. Bu, Allah'ın kötülük edenleri cezalandırması, güzel davrananları da daha güzeliyle mükâfatlandırması içindir.
32- İyilik yapanlar, ki ufak tefek günahlar dışında, günahın büyüklerinden ve hayasızlıklardan kaçınırlar. Hiç şüphesiz ki Rabbin rahmeti geniş olandır. O sizi daha iyi bilendir. O sizi topraktan meydana getirdiği zaman da, siz annelerinizin karınlarında döller iken de en iyi bilendir. Bunun için kendinizi (överek) temize çıkarmaya çalışmayın. O (azabından) sakınanı iyi bilir.
33- (Ey Rasûlüm!) arkasını döneni gördün mü?
34- Azıcık verip sonra vermemekte direndi.
35- Acaba gaybın bilgisi kendi yanındadır da o mu görüyor?
36- Yoksa kendisine haber verilmedi mi Musa'nın sahifele-rinde (yazılı) olanlar?
37- Ve sözünü yerine getiren İbrahim'in (sahifelerindeki-Ier)?
38- Hiçbir günahkâr diğer bir günahkârın (günah) yükünü çekmez.
39- İnsan için kendi çalıştığından başka birşey yoktur!
40- Şüphe yok ki çalışması (nin sonucu) görülecektir.
41- Sonra ona en üstün karşılık verilecektir!
42- Kuşkusuz ki en son vanş Rabbinedir.
43- Doğrusu güldüren de, ağlatan da O'dur.
44- Doğrusu öldüren de dirilten de O'dur. [12]
(27-44) a Ahir ete iman etmeyenler, meleklere...» Bu Ayetlerin Tefsiri
Meleklere dişilerin adlarını takmaktan maksat, «Melekler Allah'ın kızlarıdır» demeleridir. Onlar bu hususta herhangi bir bilgiye sahip değildirler. Ancak zanna, bâtıl vehme tâbi olurlar. Kesinlikle zan haktan yana hiçbir şey kazandırmaz; yani zan, eşyanın hakikati olan dinin yerine kaim olmaz. Bir şeyin hakikati ancak ilim ve yakînle elde edilir, zan ve faraziyeler ile değil. Binaenaleyh hakiki marifetler hususunda zanna giden yoktur. Yani iti-kadi meselelerde ilim ve kesinlik gerekir, itikad zanla olmaz. Zan ancak ameli meselelerde nazarı itibara alınabilir.
Bazıları «Buradaki hak'tan maksat Allah'tır» demişlerdir. Zira Cenab-ı Hak başka bir ayette «Allah haklan tâ kendisidir» diyor. Bu ayeti, itikadi meselelerde taklide yer vermeyenler delil göstermişlerdir. Zahiriye mezhebinde olanlar, «İtikadi meselelerde taklid ile dört şer'i delilden kıyas bâtıldır» demişlerdir. Zahirilerin bu görüşü usul ilminde tam manâsıyla cevaplandırılarak reddedilmiştir.
Allah'ın zikrinden maksat Hz. Peygamber'dir. Ondan yüz çevirmekten maksat ise onun getirdiği peygamberliği terketmektir. Bazıları «Zikir'den maksat imandır», bazıları da «Bu ayet zahiri üzerindedir, zikirden yüz çevirmek ondan gafil olmaktır» demişlerdir. [13]
«El-Husna» ile cennet kastedilmiştir. Veya onların amellerinden en güzeliyle Allah onları mükâfatlandırır. Veya en güzel amelleri sebebiyle Allah onlara mükâfat verir demektir. Günahların büyüklerinden maksat cezası büyük olan veya Allah'ın tehdidini gerektiren günahlardır. Bazıları «Haddi gerektiren günahlardır» demişlerdir.
«El-Fevahiş» fahişenin çoğuludur ve çirkinliği çok büyük olan günahlardır. Veya özellikle büyük günahlardan çok çirkin olanlar-dır. Bazı müfesirler «Fevahiş» kelimesiyle «Kebair» kelimelerinin aynı anlamda olduğunu söylemişlerdir.
«EULememe» kelimesi günahtan küçük olan demektir. Esas mânâsı kıymetsiz nesnedir. Ebu Said el-Hudri, ({namahrem kadına bakmak, bedenini ellemek, onu öpmek demektir» dedi. Tem-sil kabilindendir. Bazıları da «Bunun mânâsı bir şeye yaklaşmak ve o şeyi yapmamak demektir» demişlerdir. İbn Abbas ve îbn Zeyd «İslâm gelmezden önce (cahiliye döneminde) işlenen şirk ve günahlardır» demişlerdir. Bu ayet, müşriklerin müslümanlara «Siz de dün bizim yaptıklarımızı yapıyordunuz» şeklinde itirazlarını ileri sürdükleri bir zamanda nazil olmuştur.
Bazılarına göre «Lememe» mutlak günah demektir. Cum-hur-u ulema «se, kelimenin «küçük günah» ile tefsir edlimesi üzerinde durmuştur. İstisnai münkatiadır. Bazıları da «İstisna yoktur. Çünkü burada «illa» «Gayru» manasınadır» demişlerdir.
Bu ayet, çoğu müfessirlere göre, günahların büyük ve küçük şeklinde taksim edilebileceğine dair delildir.. Fakat bir grup bu taksimi reddederek «bütün günahlar kebairdir» demişlerdir.
«Allah insanı topraktan yarattı» ifadesinin mânâsı Adem'i yaratırken onun zımnında inşam yaratmış olmasıdır. Bazıları da «Onları topraktan yaratması meni itibarıyladır. Zira meni topraktan gelen gıdalar neticesinde oluşur» demişlerdir.
«Ecinne» kelimesi cenin'in çoğuludur. Sizi annelerinizin karınlarında değişik devirlerden geçirdik. Halinizden hiçbiri Allah'a gizli değildir.
«Kendi kendinizi övmeyin. Çünkü Allah günahlardan ka-çinan kimseleri daha iyi bilir» ayeti güzel ameller işledikten sonra «Bizim namazımız, orucumuz, hacctmız» diyen bazı müslüman-lar hakkında nazil olmuştur. Yani Cenab-ı Hak bunu böbürlenerek veya riya için söyleyenleri yermektedir. Eğer riya yoksa böyle konuşmakta bir beis yoktur ve bunları söyleyen de nefsini övenlerden olmaz. Bunun için taata sevinmek taat, taati zikretmek de şükürdür.
«Tezkiye» bazan ibare ile bazan da işaretle olur. Güzel isimler vermek de işaret kabilindendir.
Bazıları «Bu ayet yahudiler hakkında nazil oldu» demişlerdir. Vahidi, Sabit el-Hars el-Ensari'den şöyle rivayet ediyor: «Yahudiler kendilerinden bir çocuk öldüğünde «O cennetliktir, Allah'ın dostudur» derlerdi. Peygamber bu sözü işitince: «Yahudiler yalan söylüyor. Allah'ın yarattığı hiçbir nefis yoktur ki Allah o daha an. nesinin karnında iken onun said mi şaki mi olacağını bilmesin» der ve bunu takiben Cenab-ı Hak «O sisti sizden daha iyi bilir» ayetini indirir.
34. ayetin metnindeki «Ekda» kelimesi verdiğini kesti anlamına gelir. 33. ve 34. ayetler Mücahid'in rivayetine göre Velid bin Muğire hakkında nazil olmuştur. Dahhak «Bu ayet Nadr bin Hars hakkında nazil oldu» der. Süddi «Bu iki ayet As bin Vail ile Sehmi hakkında nazil olmuştur» demiştir. Muhammed bin Kâb ise «Bu ayetler Ebu Cehil hakkında nazil olmuştur» der. Ebu Cehil, «Allah'a yemin ederim, Muhammed ancak mekârimi ahlâkı emreder» demiştir. Fakat ilk rivayet daha meşhurdur ve sonra gelen ayete daha münasiptir. [14]
«Musa'nın sahifeleri»nö.en maksat Tevrat'tır. İbrahim'in sahi-îeleri ise Allah tarafından kendisine gönderilen sahifelerdir.
Ayet metnindeki «Veffa» fiili çokça yaptı, Allah'ın emrettiğini tamamen yerine getirdi demektir. Veya Allah'a ahdettiği hususta mükemmel bir şekilde sözünü yerine getirdi demektir.
Peygamberler arasında Hz. Musa ile Hz. İbrahim'in zikredilmesinin nedeni şudur: Hz. Nuh ile Hz. İbrahim dönemleri arasında, kişi oğlundan dolayı, babasından, amcasından, dayısından dolayı, kocasından dolayı, efendi de kölesinden dolayı muaheze ediliyordu. Bu hususta onlara ilk muhalefet eden Hz. İbrahim'dir. Hz. İbrahim'in bu hükmünü takrir ve tekid eden de Hz. Musa'dır. Ondan önce hiçbir mukarrir gelmemiştir. Musa'nın sahifelerinin İbrahim'in sahifelerinden önce zikredilmesi onların daha meşhur. ve daha çok olmasından ileri geliyor. Cenab-ı Hak İbrahim ve Musa'nın sahifelerinde bulunan şu hükümleri zikretmiştir:
1- Hiçbir kimse başkasının günahından sorumlu değildir.
2- Hiçbir kişi amelinden başka bir amelle, başkasının amelinden sevap almaz.
3- İster hayır, ister şer cinsinden olsun kesinlikle her amel eden, amelini mizanında görür.
4- Amel sahibi amelinden ötürü kâfi ve tam olan cezayı görecektir. Hasenatları yediyüz kata kadar katlanır. Günahları da bir misliyle cezalandırılır.
5- Mahlûkatm tamamı mahşer gününde Allah'a dönecek ve amellerinin cezasını göreceklerdir.
6- Cenab-ı Hak gülmeyi, ağlamayı, sevinmeyi ve üzülmeyi yaratmıştır.
7- Allah erkeği ve kadını rahimlere dökülen bir nutfeden (meniden) yaratmıştır.
8- Ölümü ve hayatı Allah yaratmıştır.
9- Zengine ve fakire veren Allah'tır. Onların ikisi de Allah'ın elindedir.
10- Şi'ra'mn Rabbi O'dur. Şi'ra yıldızına Beni Huzaa kabilesi tapmaktaydı.
11- O birinci Ad Kavmini helak etmiştir. Onlar kavm-i Nuh' tan sonra ilk helak edilen ümmettir.
12- O Semud kavmini helak etmiştir. Onlardan hiç kimseyi bırakmamış, günahlarından ötürü hepsini yoketmiştir.
13- O Ad ve Semud'dan önce Nuh kavmini helak etmiştir. Onlar bu iki gruptan daha zalim idiler.
14- Allah Lut Kavmi'nin kasabaları halkından olan El-Mu'tefike'yi helak etmiştir. Cebrail onları aileleriyle beraber göğe kaldırmış, altım üstüne getirmiş ve siccinden yapılan taşlarla orasını kapatmıştır.
Allah Teâlâ, müşrikler «Biz İbrahim'in şeriatı üzerindeyiz» dedikleri için İbrahim'in şeriatında olanları, ehli kitab «Biz Tev-rat'a tabiyiz» dediklerinden dolayı da Tevrat'taki hükümleri zikretmiştir. [15]
«Hiçbir nefis başka bir nefsin günahım yüklenmez. İnsanlar için ancak çalışmaları karşılığı vardır» ayeti, insanların başkasının amelinden sorumlu tutulamayacağı hükmünden sonra «insanların sevabı ancak kendi amelleriyledir. Başkasının amelleriyle olmaz» hükmünü getirmektedir. Fakat bu ayetin sahih hadislerde varid olan «Ölü için verilen sadaka onlara yarar sağlar» şeklinde-ki haberler ile bağdaşması zorlaşır. Meselâ Müslim, Buhari, Ebu Davud ve Nesei, Aişe validemizden şöyle rivayet ediyorlar:
Bir kişi. Rasûl-ü Ekrem'e: «Benim annem öldü. Eğer konuşsaydı sanıyorum sadaka verirdi. Acaba onun yerine sadaka verirsem bunun faydası var mıdır?» diye sordu. Rasûl-ü Ekrem: «Evet, vardır» buyurdu.
Başkası yerine yapılan hac da yarar sağlar. Meselâ Buhari, Müslim, Nesei, İbn Abbas'tan şöyle rivayet ederler: Bir kişi Rasû-lullah'a geldi: «Kızkardeşim haccetmeyi adamıştı. Fakat vefat ef-ti. Ne buyurursunuz?» dedi. Rasûl-ü Ekrem: «Eğer kardeşinin boynunda bir borç olsaydı sen o borcu ödeyecek miydin?» diye sordu. Kişi «Evet, ödeyecektim» deyince Rasûlullah: Allah'ın hakkım yerine getirmek daha mühimdir (daha gereklidir)» buyurdu.
Bazı müdekkikler «Kur'an ve Sünnet'te, başkasının amelinden insan yararlanır, hükmü varid olmuştur. Bu ise 39. ayete ters düşmektedir. Öyleyse 39. ayet «Eğer amil yaptıklarını kişiye hibe etmezse» tarzında kayıtlanır. Yani amil hibe ederre kişiye yarar sağlar, etmezse sağlamaz» demişlerdir.
Horasan Valisi Abdullah bin Tahir, büyük alim Hüseyin bin Fadl'dan Necm Suresi'ndeki 39. ayet ile el-Bakara Suresi'ndeki 261. ayetin zahirde birbirleriyle çeliştiği hususunu sordu. Hüseyin: «Adalet noktasından bakılırsa kişi ne yapmışsa onun için o vardır. Fakat fazilet noktasından bakılırsa Allah dilediğini ona verir» dedi. Bunun üzerine Vali, Hüseyin'in başından Öptü ve takdir etti.
İkrime «İnsan için ancak çalıştığı vardır» hükmü Hz. İbrahim ile Hz. Musa kavmindeydi. Ümmeti Muhammedde ise insan başkasının çalışmasından istifade eder» der. Buna, Sa'd bin Ubbade'nin «Annemin yerine nafile ibadet yaparsam, anneme yaran dokunur mu?» diye sordu, Hz. Peygamber «Evet, dokunur» dedi» hadisi de delâlet eder.
Rebi «Otuzdokuzuncu ayetteki insan kâfir insandır. Mümine gelince, onun yaptığı da, onun için yapılan da kendisine fayda verir» demiştir.
Ebu Hayyanbu rivayete itiraz ederek şöyle der: «Burada neshin olduğu doğru değildir. Çünkü ayet haber niteliğindedir. Herhangi bir hükmü içermemektedir. Haberlerde nesh olamaz. Ayette-ki lam, âlâ harfi mânâsını ifade eder,» şeklindeki tevil de yerinde değildir. Çünkü ayet yüz çeviren, az veren, sonra o verdiğini kesen bir kimse için bir mevizedir. Bu ayetin yorumunda en güzel cevabı, Hüseyin bin Fadl vermiştir».
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, Mutezile'nin «Bu ayet delâlet eder ki kişi amelinin sevabını başkasına verirse o sevap o başka-
«tzö gitmediği gibi ameli de mânâsız kalır» şeklindeki delilleri tam değildir.
«Çalışması yakında görülecektir»; yani kıyamet gününde mahşer ehline çalışması arzedileeek ve herkes o çalışmayı görecektir!
«Güldüren ve ağlatan Allah'tır»; yani kulların salih amellerden insanı sevindiren ve üzen fiillerin halk eden O'dur. Ölüm ve hayatı da O halk etmiştir. [16]
45/46- Kuşkusuz ki atıldığında meniden erkek ve dişiyi iki çift yaratan O'dur.
47- Ölümden sonra tekrar dirilten de O'dur.
48- Zengin eden de, varlıklı kılan da O'dur.
49- Doğrusu şi'ra (yıldızının) rabbi de O'dur.
50- Birinci Ad kavmini o helak etti.
51- Semud'u da o helak etti ve geriye hiçbir şey bırakmadı.
52- Daha Önceden Nuh Kavmini yokeden de O'dur. Çünkü onlar çok zalim ve pek azgın kimseler idi.
53-(Lut Kavminin) altı üstüne gelen şehirlerini de yerin dibine geçirdi.
54- Böylece o (toplumu) saran sardı.
55- Öyleyse (Ey İnsanoğlu) Rabbinin hangi nimetlerinden şüpheye düşmektesin?
56- Bu (Muhammed) önceki uyarıcılardan bir uyarıcıdır.
57- Yaklaşmakta olan yaklaştı.
58- Onu Allah'ın dışında ortaya çıkaracak başka bir güç(yoktur).
59/60- Şimdi siz bu sözden mi hayrete düşüyorsunuz? Ağlamıyorsunuz da gülüyorsunuz?
61- Siz gafillersiniz.
62- Haydi, artık Allah'a secde ediniz ve ona tapınız. [17]
(45-62) «Kuşkusuz ki atıldığında meniden erkek ve...» Bu Ayetlerin Tefsiri
«en-Neşet'el-ühra»dan maksat ölümden sonra diriltmektir. Bunu Cenab-ı Hak iyilik yapanlara mükâfat, kötülük yapanlara da ceza vermek için yapıyor.
«O'dur zengin eden ve fakir eden»; yani Allah dilediği kulunu zengin, dilediğini de fakir eder. Tabii bu da kişinin istidadına göre ve bilinen sistemler dahilinde malı kazanmaya göre olur. Bu, Cenab-ı Hak'ın sonsuz kudrete sahip olduğu hususuna dikkati çeken bir ayeti celiledir. Zira meni damlası parçalan birbirine uygun olan bir cisimdir. Allah ondan değişik azalar yaratır. Birbirlerinin zıttı olan erkek ve dişi tabiatlar yaratır. Bundan Ötürüdür ki yerleri ve gökleri yarattığını iddia eden ortaya çıkmadığı gibi «insanı yarattım» diyen de görülmemiştir.
«Şi'ra» bir yıldızın adıdır. Pırıl pırıl parlayan ve Cevza'nın arkasında, şiddetli sıcaklığı olarak doğan bir yıldızdır. Yıldızlar arasında Cenab-ı Hak onu özel olarak zikretmiştir. Halbuki ondan daha büyük ve daha parlak yıldızlar vardır. Ancak cahiliye döne-minde müşrikler bu yıldıza taparlardı. Bunlar Himyer ve Huzaa kabileleridir. Bunu ilk yapan kişi de Ebu Kebşe idi. Arap eşra-fındandı. Kureyşliler, Rasül-ü Ekrem'e, İbn Ebi Kebşe derlerdi. Peygamber'i ona benzetirlerdi. Çünkü Ebu Kebşe daha öncekilerin dinine muhalefet ettiği gibi Peygamber de onların dinine muhale, fet ediyorlardı. Bu zat anne tarafından Peygamber'in dedelerinden sayılır.
Araplarda Şi'ra yıldızını tazim edenler de vardı. Onlar bu yıldızın alemde bir etkisi olduğuna inanırlardı. Şi'ra yıldızı doğduktan sonra onlar gaybi meseleleri konuşurlardı. Şi'ra yıldızı iki tanedir. Biri Şam, diğeri de Yemen'de çıkar. Ayette kastedilen Yemen semtinde çıkan Şi'ra'dır. Çünkü ona tapılmıştir. [18]
«Birinci Ad»dan maksat Lut'un Kavmi'dir. İkinci Ad ise İrem bin Sam bin Nuh'tur.
El-Muberrid «İkinci Ad, Semuâ'dur» derken, bazıları _da «İkin* ci Ad, birincisinin çocuklarıdır» demiştir.
«Alai» kelimesi nimetler manasınadır. Tekili «elyi» veya «ilyi» şeklinde gelir. «Tetemara» fiili şekke ve şüpheye düşüyorsun demektir. Bu hitap insanoğlunadır.
«Ezifet» fiili yaklaştı demektir. «Azifet» ise kıyamet demektir. Kıyamet yakın olduğundan dolayı bu şekilde tabir edilmiştir. Zira bir hadisi şerifte Hz. Peygamber orta ve şehadet parmaklarını göstererek {(Benimle Kıyamet'in misali bunların (yakınlığının) misali gibidir» buyurdu. Yani birbirlerine bitişiktirler.
Allah'tan başka Kıyamet'in vaktini bilen yoktur. Kıyamet an-sızın gelmezden önce tedbirinizi alın. Kıyamet koptuktan sonraki pişmanlıklar hiçbir fayda vermez!
«Allah'ın hangi nimetlerinden şüphe ediyorsunuz» cümlesiyle Allah'ın vahdaniyetine, «Bu, daha önce geçen uyarıcılardan bir uyarıcıdır» ayetiyle Rasûl-ü Ekrem'in peygamberliğine, «Kıyamet yaklaştı» ayetiyle de Haşr'ın ispatına işaret edilmektedir. Sonra Cenab-ı Hak müşriklerin Kur'an'dan hayrete düştüklerini onunla istihza ettiklerini, ondan yüz çevirdiklerini şiddetle reddederek şöyle buyurur: «Şu konuşmadan mı hayret ediyorsunuz? Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz?».
«Samidune» kelimesi gafil ve oynaksınız demektir. Beyhaki Şuab ul İman'da Ebu Hureyre'den rivayet ediyor: «Şimdi siz bu sözden mi hayret ediyorsunuz?» ayeti indiğinde Ashab-ı Suffe göz yaşlan yanaklarının üzerine dökülecek şekilde ağladı. Rasûl-ü Ekrem onların ağlamalarını işittiğinde onlarla beraber ağladı. Biz de Peygamber'le birlikte ağladık. Rasûl-ü Ekrem «Allah korkusuyla ağlayan bir kimse cehenneme girmeyecektir. Allah'ın masiyetin-de ısrar eden tir kimse cennete girmeyecektir. Eğer siz günah iş-lemeseydiniz Cenab-ı Hak günahı işleyip de Allah'tan af talep eden ve Allah'ın da affettiği bir kavim getirirdi. (Yani sizi helak eder, onları sizin yerinize getirirdi)» buyurdu.
Cenab-ı Hak «Haydi, Allah'a secde ve kulluk edin» cümlesiyle Kur'an işitildiğinde Allah'ın azamet ve celaline karşı kişiye neyin vacib olduğunu beyan etmektedir. Allah'a secde edin; yani O'na başeğiniz, amelleri sadece O'nun için yapın. Şirke koşmayın! Bu-hari, Tirmizi ve İbn Merduveyh, İbn Abbas'tan şöyle rivayet eder: Rasûl-ü Ekrem, Necm'de secdeye kapandı. Onunla beraber müs* lümanlur, müşrikler, cinler ve insanlar da secdeye kapandılar».
Ahmed, Nesei ve İbn Merduveyh, El-Muttalib bin Ebi Vedea' dan şöyle rivayet ediyorlar: Easûl-ü Ekrem Mekke'de Necm Su-resi'ni okuduğunda secdeye kapandı ve onunla bulunanlar da secde ettiler.
îmam Malik burada secde edilmesini lüzumlu görmemekte ve İmam Ahmed, Müslim, Buhari, Ebu Davud, Tirmizi ve Nesei'nin Zeyd ibn Sabit'ten rivayet ettikleri şu hadise dayanmaktadır: «Ra. sûlullah'tn yanında Necm ISuresi'ni okudum. Peygamber secde etmedi.»
Bu hadise (Peygamber'in secde etmemesi) secdenin vacib ol-madığma delildir. Fakat bu mesele icmai değildir. [19]
NECM SÜKESİ'NİN SONU
[1] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/494-495.
[2] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/497.
[3] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/498-499.
[4] Kadı
Beydavi, Envar'ut-TenzU, (Mecma'ut-Tefasir, cilt: 6, sh:
999
[5] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/499-500.
[6] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 14/500-501.
[7] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/502-504.
[8] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/504-505.
[9] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/505-508.
[10] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/508-510.
[11] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/510-511.
[12] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/512.
[13] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/513-514.
[14] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/.514-516.
[15] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/516-518.
[16] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/518-520.
[17] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/521-522.
[18] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/522-523.
[19] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/523-524.