RAHMAN SURESİ 2

Surenin Mekkî veya Medenî Oluşu: 2

Surenin İsmi: 2

Önceki Sure İle İlişkisi: 2

Surenin Muhtevası: 2

Dünyevi Ve Uhrevi En Büyük İlahi Nimetler. 3

Belagat: 3

Kelime ve İbareler: 3

Açıklaması: 4

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 5

Bazı Nimetlerin İzahı: 6

Belagat: 6

Kelime Ve İbareler: 6

Ayetler Arası İlişki: 6

Açıklaması: 6

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 7

Herşey Fani, Allah Bakidir: 8

Belagat: 8

Kelime ve İbareler: 8

Açıklaması: 8

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 9

Amellere Sevap Ve Ceza Ahirette Olacaktır: 9

Belagat: 10

Kelime ve İbareler: 10

Ayetler Arası İlişki: 10

Açıklaması: 10

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 11

Göklerin Parçalanması Ve Kıyamette Mücrimlerin Durumu: 11

İ'rab: 11

Belagat: 12

Kelime ve İbareler: 12

Ayetler Arası İlişki: 12

Açıklaması: 12

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 13

Ahirette Müttakilere Allah'ın Çeşitli Nimetleri: 13

Belagat: 14

Kelime ve İbareler: 14

Nüzul Sebebi 14

Ayetler Arası İlişki: 14

Açıklaması: 14

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 16

Cennetler İçin Diğer Bir Tasvir: 16

İ'rab: 17

Kelime ve İbareler: 17

Ayetler Arası İlişki: 17

Açıklaması: 17

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 18

 

 


RAHMAN SURESİ

 

Surenin Mekkî veya Medenî Oluşu:

 

Rahman suresi, İbni Mesud ve Mukatil'in görüşüne göre bütünüyle Medine'de inmiştir. Onun için bazı mushaflarda "Medenîdir" diye yazılmış­tır. Kurtubî, İbni Kesir ve cumhura göre -daha doğru olan bu görüştür-Rahman suresi Mekkî'dir. Hasan el-Basrî, Urve ibni Zübeyr, Ikrime, Atâ ve Cabir'in görüşü de budur. İbni Abbas'a göre "Göklerde ve yerde olan herkes ondan ister" ayeti hariç hepsi Mekkî'dir.

Rahman suresi yetmiş sekiz ayettir. Bazıları yetmiş altı ayet saymıştır.

Cumhurun benimsediği ve daha doğru kabul edilen görüşün delili, Ur­ve bin Zübeyr'den gelen şu rivayettir. O şöyle dedi: Mekke'de Rasulul-lah'tan sonra Kur'an'ı ilk açıktan okuyan İbni Mesud'dur. Hadise şöyle ol­du: Ashab-ı kiram "Kureyş bu Kur'an'ı açıktan okunurken hiç duymadı. Onlara bunu kim duyurabilecek?" dediklerinde İbni Mesud "Ben" dedi. As-hab "Korkarız, sana bir şey yaparlar, biz kendisini, aşiretinin savunacağı bir adam istiyoruz." dediler. O "Hayır, ben gideceğim" dedi ve Makam-ı İb­rahim'in yanında durup besmele çekerek Rahman suresini okumaya başla­dı. Sonra sesini yükselterek devam etti. Kureyş toplantı yerlerindeydiler, düşündüler. "Ümmü Abd'in oğlu ne diyor?" dediler. "Muhammed'in kendisi­ne indiğini iddia ettiğini okuyor" dediler. Sonra İbni Mesud'u dövdüler, hat­ta yüzünü yaraladılar. Yine sahih rivayetlerde bildirildiğine göre Rasulul-lah (s.a.) Nahle denilen yerde sabah namazı kılarken Rahman suresini okudu. Oradan cinlerden bir grup geçiyordu, duydular hemen Rasulullah'a iman ettiler.

Tirmizi'nin rivayetine göre Cabir şöyle dedi: Rasulullah (s.a.) ashabı­nın yanına çıktı. Onlara, Rahman suresini başından sonuna kadar okudu. Sükût ettiler. Sonra Rasulullah (s.a.) şöyle dedi: Bu sureyi cin gecesi cinle­re okudum, sizden daha güzel karşılık veriyorlardı. "O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalan sayabilirsiniz?" ayetlerine geldikçe "Nimetlerinden hiçbir şeyi, ey Rabbimiz, yalan sayamayız, hamdimiz yalnız sanadır."[1]

 İşte bu rivayetler bu surenin Mekkî olduğuna delildir. [2]

 

Surenin İsmi:

 

Bu sureye "Rahman" denilmesinin sebebi Cenab-ı Hakk'ın esmâ-i hüs-nâsından biri olan "Rahman" adı ile başlamasındandır. "Rahman" ismi "rahmet" kelimesinin mübalağasıdır. Rahman sıfatmdaki merhamet mana­sı "Rahim" sıfatındakinden daha kuvvetlidir. "Rahman" bütün yaratılmış­lara rızık verip ihsanda bulunan demektir, "Rahim" ise Onun sadece mü­minlere ihsanda bulunduğunu ifade eden bir sıfatıdır. İmam Taberî "Rah­man" bütün yaratılmışları, "Rahim" ise müminleri kapsar demiştir.

Beyhakî'nin Hz. Ali'den merfuan yaptığı rivayete göre bu surenin bir adı da "Arûsü'l-Kur'an"dır. Rasulullah (s.a.) "Her şeyin bir arûsu vardır. Kur'an'ın arûsu da Rahman süresidir." demiştir. Arapçada damada da, ge­line de arûs denilir. [3]

 

Önceki Sure İle İlişkisi:

 

Bu surenin öncekilerle irtibatı şu hususlarda ortaya çıkar:

1- Bu surenin tamamı bundan önceki surenin son kısmının bir şerhi ve tafsilatıdır. Kamer suresinde günahkarların göreceği azabı, ateşin korkunçluklarını ve kıyametin acı taraflarını, muttakilerin nail olacağı mükafatları, cennet ve cennet ehlinin tavsifi icmalen yapıldıktan sonra, bu surede önceki surede gelen o icmaldeki tertibe uygun olarak kıyamet, cehen­nem ve cennet sıralamasına göre açılmış ve genişletilmiştir.

2- Allah önceki surede Nuh, Hud, Salih ve Lût kavmi ve Firavun'un avanesi gibi geçmiş milletlerin başına inen felâket çeşitlerini zikretmişti. Burada ise bütün insanların kendilerinde ve dış dünyalarında, nail olduk­ları dinî ve dünyevî nimet çeşitleri zikredilmektedir. Önceki sure Allah'ın kudret, azamet ve heybetine delâlet eden Ay'ın ikiye bölünme hadisesi zik­redilerek başlamıştı. Bu sure de Allah'ın rahmet ve merhametinin bir teza­hürü olan Kur'an'ın indirilmesi zikredilerek başlamaktadır.

3- Önceki sure Allah'ın heybet ve azametine, yüceliğine delâlet eden iki sıfatı yani "Melîk" ve "Muktedir" sıfatlan beyan edilerek bitmişti. Me­lik, mülkü, saltanatı sonsuz; Muktedir ise, her şeye gücü yeten, kudreti bü­yük demektir. Bu sure ise bu sıfatlarına yakın bir sıfat olan "Rahman" ile başlamış, O'nun yerde ve gökte insana yaptığı ihsanının, nimetlerinin ve rahmetinin tecellilerini beyan ederek devam etmiştir. Allah kâfirlere ve fa-cirlere karşı azizdir, çetindir ve muktedirdir; iyilere karşı ise merhametli­dir, ihsan edicidir ve affedicidir. [4]

 

Surenin Muhtevası:

 

Bu sure de diğer Mekkî sureler gibi ayetlerinin kısalığı, kuvvetli tesi­ri, vurgulan ve fazlaca korku uyandırmasıyla temayüz eder. İtikat esasla-nndan olan tevhidden, ilâhî kudretin delillerinden, Peygamberlik ve vahiyden, kıyametten, cennet ve cehennemden, nimetlerden, şiddet ve korkular­dan bahseder.

Surenin girişinde Allah, büyük nimetlerini saydı. Bunların ilki din, vahiy, Kur'an'ı indirmesi ve bunu kullarına öğretmesi nimetidir. İşte bu en büyük nimet, semavî kitapların zirvesi ve onların doğruluğunun ifadesidir. Sonra insana onu sırf din için yarattığını bildirmek üzere insanın yaratılı­şından, vahiy ve Allah'ın kitabından bahsetti. Sonra insanı diğer canlılar­dan ayıran "ifade etme" özelliğini zikretti ki bu düşündüğünü konuşarak anlatma özelliğidir.

Sonra güneş, ay, bitkiler, ağaçlar, ince dengelerle ayakta duran gökyü­zü, meyvaları, ağaçlan, ekilmiş güzel kokulu mahsulleri ile yeryüzü gibi, kâinatta var olan asıl büyük nimetleri saydı. Diğer taraftan elle tutulma­yan, maddî olmayan başka bir varlık âlemine işaret etmiştir ki o da cinler âlemidir.

Bütün bunlara apaçık kudretini gösteren bir delil daha ilâve etti ki o da tatlı deniz ile tuzlu denizi ayırması, topraktan samanlı hububatı ve rey­hanı çıkarması, tuzlu sudan inci ve mercanı çıkarması ve denizlerin üstün­de gemileri yürütmesidir.

Sonra eşsiz güzelliğe sahip bu varlık âlemini nihaî olarak yok eder, zat-ı sübhaniyesinden başka hiçbir şey kalmaz. Bundan sonra kıyamet âle­mi, korku verici büyük hadiseler, günahkârların akibeti, cehennem ateşine atılmaları başlar.

Bu elem verici manzaraya mukabil ehl-i imanın, ashab-ı yemînin, Al­lah'ın huzurunda durmaktan korkanların ebedî cennetlerde nimetlere nail oluş manzarası gelir. Bu cennetlerde çeşit çeşit ağaçlar, gözeler, nehirler, meyvalar, yumuşak ipek döşekler, yeşil yastıklar, huriler, huyu güzel, yüzü güzel kadınlar ve hizmetçi delikanlılar bulunur.

Allah'ın kullarına ihsan ettiği bütün bu nimetler karşısında Allah'a hamdü sena ile bitmesi münasip olacağından, sure "Azamet ve ikram" sahi­bi Rabbinin adı ne yücedir" ayetiyle bitmiştir. [5]

 

Dünyevi Ve Uhrevi En Büyük İlahi Nimetler

 

1-4- O çok esirgeyici (Allah), Kur'an'ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona beyanı öğretti.

5- Güneş ve ay bir hesapladır.

6- Bitkiler ve ağaçlar secde ederler.

7-  Göğü de O yükseltti. Mizanı O koydu.

8- Tartıda haksızlık etmeyin diye.

9- Tartıyı adaletle doğrultun, tartı-lanı eksik yapmayın.

10- Yeri, onu da canlılar için O koydu.

11- O yerde meyveler ve tomurcuktu hurma ağaçları vardır.

12-  Samanlı taneler ve hoş kokulu (bitkiler) vardır.

13- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?

 

Belagat:

 

"Rahman" "Kur'an", "insan" ve "beyan" kelimelerinde seci vardır. "Gö­ğü yükseltti-yeri koydu" cümleleri arasında mukabele vardır. [6]

 

Kelime ve İbareler:

 

Dünyevî ve uhrevî bütün nimetleri ihsan eden "O çok esirgeyici, Kur'an'ı öğretti." Varlık cinsi olarak "insanı yarattı, ona" düşündüğünü ifa­de etmek, aldığı vahyi, bildiği hakkı, öğrendiği dini başkasına anlatmak demek olan "beyanı öğretti."

"Güneş ve ay "m kendilerine ayrılan yörüngelerinde akıp gitmeleri rastgele değil, Allah tarafından konulan ince "bir hesapladır."

Yerden bitip buğday, arpa gibi gövdesi olmayan "bitkiler ve" hurma ve diğer meyve ağaçlan gibi gövdesi olan "ağaçlar", mükelleflerden kendi ira­de ve istekleriyle secde edenlerin boyun eğdiği gibi onlar da tabiî olarak Al­lah'ın murad ettiği hususlarda Ona boyun eğerek "secde ederler."

"Göğü de" hem mekân hem de mertebe olarak "O yükseltti" Varlıklardaki "Mizanı" yani nizamı, dengeyi ve adaleti "O" var edip "koydu." Hadis-i şerifte Rasulullah (s.a.) "Adaletle (denge ile) gökler ve yer ayakta durur." buyurmuştur.

Mizanı koyması tartılan şeylerde zulmetmeyin, haddi aşmayın, insafı elden bırakmayın ve "Tartıda haksızlık etmeyin diye." Öyleyse "Tartıyı adaletle doğrultun," tartıyı düzgün tutun, "tartılanı eksik yapmayın. Doğ­rultun ... eksik yapmayın." diyerek tekrar etmesi bu konunun önemine dikkat çekmek içindir.

'Yeri; onu da" insan, cin ve diğer "canlılar için O koydu", O sabitleştir-di ve düzledi.

"O yerde" zevkle yenen çeşit çeşit "meyveler ve tomurcuklu hurma ağaçları vardır" buğday, arpa, darı gibi "samanlı taneler ve hoş kokulu bit­kiler vardır. O halde" ey insanlar ve cinler, "Rabbinizin nimetlerinin hangi­sini yalanlayabilirsiniz?" Buradaki istifham, takriridir. Bu ayet, bu surede otuz bir defa zikredilmektedir. Allah her nimeti zikredişinde onu yalan saymaya kalkışmayı ayıpladı. Benzeri insan sözünde de bulunur. Mesela kişi iyilik yaptığı insana hatırlatmak ve itap etmek için "Ben sana şu im­kanı, sağlamadım mı? Seni su sıkıntıdan kurtararak iyilikte bulunmadım mı?" gibi sözler söyler. Surede zikredilen nimetler her defasında farklı şey­ler olduğundan ayet tekrarlanmıştır. Bu üslûp Araplarda çok rastlanan, alışılmış bir üslûptur. Mesela Mühelhel'in Küleyb için söylediği mersiye buna bir örnektir:

Küleyb'in dengi yoktur.

Eman verenin eman verdiği zulme uğrayınca

Küleyb'in dengi yoktur

Sert esen çöl rüzgârından dikenli dallar sallanınca

Küleyb'in dengi yoktur

Perde arkasındaki güzel yerinden çıkınca

Küleyb'in dengi yoktur İşlerin fısıltısı açığa vurulunca

Küleyb 'in dengi yoktur.

Surdaki deliklerden hücum korkusu gelince

Küleyb'in dengi yoktur.

O büyük işin kökünden halledilmesi sabahı gelince

Küleyb'in dengi yoktur. Eman isteyen kişi hayırlı birisi olunca Bu tarzda başka kasideler de söylenmiştir. [7]

 

Açıklaması:

 

"O çok esirgeyici Allah, Kur'an'ı öğretti." Yani Allah'ın dünyada ve ahi-rette varlıklara karşı raKmeti geniştir. Ümmetine öğretmesi için kulu Mu-hammed'e Kur'an'ı indirdi ve onu insanlara karşı kesin bir hüccet kıldı ve merhamet ettiklerine onun ezberlenmesini ve anlaşılmasını kolaylaştırdı. Bu ayetler "Muhakkak onu ona bir beşer öğretiyor." (Nahl, 16/103) diyen Mekkelilere bir cevaptır.

Bu sure Allah'ın kullarına ihsan ettiği nimetleri bir bir saymak için in­miş ve bunların en kıymetlisi ve en faydalısı hepsinden önce beyan edilmiş­tir ki o da kullarına Kur'an öğretme nimetidir. Zira bu nimet dünya ve ahi-ret saadetinin kaynağıdır. Sonra Allah insanı yaratma ve ona kâinatı imar etme yetenek ve gücünü ihsan etme nimetini hatırlatarak şöyle buyurdu:

"İnsanı yarattı, ona beyanı öğretti." Yani Allah insan cinsini yarattı ve başkalarıyla konuşması, çevresiyle anlaşabilmesi, böylece aralarında yar­dımlaşma, ülfet ve ünsiyet meydana gelmesi için ona konuşmayı ve düşün­düklerini ifade etmeyi öğretti. Bununla öğretmenin unsurları tamamlan­mış oldu: Kitap ve öğretici Kur'an ve peygamber, öğrenci de insan. Öğren­menin yolu ve keyfiyeti ise beyandır.

Sonra Allah öğrenme sahasını teşkil eden birtakım ulvî şeyler zikrede­rek şöyle buyurdu:

"Güneş ve ay bir hesapladır." Yani gündüzü aydınlatan parlak güneş, gecenin nuru ay, her kişi de burçlarında ve belirlenmiş güzergâhında bili­nen, takdir ve tanzim edilen, ince bir hesapla akıp giderler, yollarından çıkmazlar. Bu hareketleriyle ay ve güneş çeşitli mevsimleri, ayların ve se­nelerin sayısını, ziraat mevsimlerini, insanlar arasındaki işlemlerin za­manlarını ve insan ömrünü gösterirler; gerek insanlar, gerekse bitki ve di­ğer canlıllar için büyük faydalar sağlarlar. "O, sabahı aydınlatandır. O, ge­ceyi dinlenme zamanı, güneş ve ayı birer hesap ölçüsü kılmıştır. İşte bu, aziz olan, pek iyi bilen Allah'ın takdiridir." (En'am, 6/96) ayetinde de Ce-nab-ı Hakkın buyurduğu gibi Ay ve Güneş hiç karışmayan ve değişmeyen, kanunlaşmış bir hesapla birbirlerini takip ederler.

Sonra Allah süflî arzın âlemlerinden bazılarını zikrederek şöyle buyurdu: "Bitkiler ve ağaçlar secde ederler." Yani gövde kısmı olmayan bitkiler ve gövdesi olan ağaçlar, mükellef insanların kendi istekleriyle secde edip boyun eğdikleri gibi onlar da yapılan icabı Allah'ın murad ettiği hususta, O'na bo­yun eğer. Zira bu bitkilerin muayyen bir zamanda ve sınırlı bir müddet için yerden çıkışları ve çeşitli şekil, renk, miktar, tat ve koku bakımından insana gıda ve istifade edilebilir nimet olarak sunulması Allah'ın kudretine boyun eğmesi demektir.

Sonra Allah eşya arasındaki dengeye ve alış-verişlerde adaletli davranma zaruretine dikkat çekerek şöyle buyurdu:

"Göğü de O yükseltti, mizanı O koydu, tartıda haksızlık etmeyin diye." Yani Allah semayı arzın üstünde, yerini ye rütbesini yüksek kıldı, ulvî ve süflî âlemlerdeki dengeyi koydu, eşyanın alış-verişle mübadelesi esnasında tartı aleti kullanırken adalet ve insafı elden bırakmamanız için emrettiği o adaleti arza yerleştirdi. Nitekim bir başka ayette bu şöyle ifade edilmiştir: "Andolsun ki biz elçilerimizi açık açık burhanlarla gönderdik ve insanların adaleti ayakta tutmaları için beraberlerinde de kitabı ve mizanı indirdik." (Hadid, 57/25). İşte bu tartıda haksızlığa yasak eden bir nehiydir.

Allah adaletli davranmanın gereğini vurgulayarak şöyle buyurdu: "Tartıyı adaletle doğrultun, tartılanı eksik yapmayın. 'Yani tartınızı doğru yapın; eksik, noksan yapmayın, hak ve adaleti gözeterek "Doğru terazi ile tartın." (Şuara, 26/182).

Bu tekrarın maksadı "adil davranın" emrini te'kit içindir. Allah bura­da önce adaleti emretti, sonra ziyade yapmak suretiyle haddi aşmak de­mek olan "tuğyanı", daha sonra da eksik ve noksan yapmak demek olan "hüsran"ı yasak etti.

Sonra semanın mukabili arzdaki nimetini zikrederek şöyle buyurdu:

"Yeri, onu da canlılar için O koydu" Yani Allah göğü yükselttiği gibi, yeri de koydu, istifade edilebilmesi için serdi ve hazırladı, canlılar, üzerin­de durabilsin diye yüksek ve ulu dağlarla onu yerleştirdi, sakinleştirdi. Sonra Allah o yeryüzünde insanların yaşamasına vesile olan şeylerden bahsederek şöyle buyurdu:

"O yerde meyveler ve tomurcuklu hurma ağaçları vardır. Samanlı ta­neler ve hoş kokulu (bitkiler) vardır." Yani çeşitli renk, koku ve tatta meyve olarak yenilenler, bir müddet sonra hurma olacak tomurcuklarla yüklü hurma ağaçlan, arpa, buğday ve mısır gibi sap ve samanı olup ana gıda maddesi olan hububat, güzel kokulu yaprakları olup koklanabilen çeşit çeşit nimetler yeryüzündedir.

"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz." Yani ey insanlar ve cinler Rabbinizin yukarıda sayılan nimetlerinden hangisini inkâr edebilirsiniz. Burada hitap, insan ve cinler âlemine, her ikisinedir. Bu ayetin bu sure de, nimetlerden bir veya birkaçınım özelliği sayıldıktan sonra otuzbir defa tekrar ettiğini öğrenmiştik. Bu nimetlerin hatırlatılma-sını te'kit, önemine dikkat çekmek ve insan ve cinnin bunları ikrar etmele­rini temin için Allah bu ayeti her iki nimet arasına bir ayırıcı olarak koy­muştur. "Rabbinizin..." ifadesi, bu nimetlerin asıl kaynağının, kullarının beslenme ve gelişmesini tekellüf eden Allah olduğunu, dolayısıyla ihsan et­tiği bu nimetlere karşı hamd ve şükre lâyık olanın o olduğunu beyan etmek içindir. [8]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

Bu ayeti kerimeler şu hususlara delâlet etmektedir:

1- Allah Rahman suresinde dinî, dünyevî ve uhrevî büyük nimetlerini saydı ve her bir nimetten sonra da bir taraftan bu nimetleri inkâr edenlere bir korku ve dehşet vermek ve azarlamak, diğer tarafdan o nimeti hatırla­tıp dikkat çekmek için "O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanla­yabilirsiniz?" ayetini zikretmiştir.

Rivayet olunur ki Kays bin Asım el-Minkârî Rasulullah'a: "Sana indi­rilenden bana oku!" dedi, o da Rahman suresini okudu. Kays "Tekrar oku!" dedi. Rasulullah üç defa tekrar etti. Sonunda Kays: "Vallahi bunda bir gü­zellik var, üzerinde lezzet var, dibi bereketli, tepesi meyveli, bunu asla bir beşer söyleyemez ve ben şehadet ederim ki Allah'tan başka ilâh yoktur, sen de Allah'ın elçisisin" dedi.

2- İlk nimet -ki o nimetlerin en büyüğü ve en kıymetlisi beşeriyetin hayatını değiştiren Kur'an'ı indirme nimetidir. Bu hakkın sesi kıyamete kadar devam edecektir.

3- İkinci ve üçüncü nimet kâinatın imarı için insan cinsini yaratması ve ona beyanı yani konuşma, düşünme ve anlamayı öğretmesidir. Bu özelli­ği insanın diğer canlılardan üstün kılındığını gösteren şeylerden biridir.

4- Dördüncü ve beşinci nimet kendi yörüngelerinde hesaplara göre akıp giden ve bu güzergâhlarım asla bırakıp sapmayan ay ve güneşin yaratılma­sıdır ki bu ikisi vasıtasıyla ile zamanlar, vadeler ve ömürler hesaplanır.

5- Altıncı nimet, gövdesi olmayan bitkileri ve gövdeli ağaçlan yaratıp bunları ilâhî iradesine boyun eğdirmesi ve insanlığın istifadesine sunmasıdır.

6- Yedince ve sekizinci nimet, mekân ve mertebe olarak semayı yerden yükseklerde yaratması, yer yüzünde yapılmasını emrettiği adaleti koyması ve yerde ve gökte dengeleri yerleştirmesidir.

7- Dokuzuncu nimet, insanlar arası işlemlerde adaleti sağlamak, niza-yı önlemek, istikran garanti altına almak ve aralanndaki sevgi, muhabbet ve kaynaşmanın devamım sağlamak için tartı aleti (yani birimini veya bu ölçme kavramını) yaratmasıdır.

Bunun için adalet ve eşitliği emrettikten sonra tartıda haddi aşmak veya kendi lehine fazla yapmak manasında olan "tuğyan"ı nehyetmiş, son­ra ölçek ve tartıda noksan ve eksik yapmak demek olan "husran"ı yasak et­miştir. Nitekim ayet-i kerimelerde şöyle buyurmuştur: "Ölçekde ve tartıda hile yapanların vay haline. Ki onlar insanlardan ölçekle aldıkları zaman tastamam alanlar, onlara ölçekle veya tartı ile verdikleri zaman eksiltenler-dir." (Mutaffifîn, 83/1-3); "Ölçüyü ve tartıyı eksik yapmayın." (Hud, 11/84).

Katade bu ayet hakkında şöyle demişti: "Ey ademoğlu! Kendine nasıl adaletli davranılmasım istiyorsan, başkasına öyle adil davran. Nasıl kendi­ne tastamam verilmesini istiyorsan, başkasına öyle yap. Çünkü adalet in­sanların iyiliğidir."

8- Onuncu nimet, arzı insanlar için sermesi ve düzgün şekilde yarat­masıdır.

9- Onbirinci nimet, yer yüzünde insan ve hayvanların gıdasına ve yaşa­masına yarayan her şeyin bulunması, hurmanın kaynağı olan hurma ağaç­larının bitirilmesi ve buğday ve arpa gibi hububatın yetişmesidir. On ikinci ayette geçen "asf' kelimesi saman veya ağaç ve bitki yaprağı demektir.

10- Bütün bu nimetleri zikrettikten sonra insanların ve cinlerin bun­ları ikrar etmeleri ve geçen hatırlatmaları te'kit için, Allah onlara hitaben "Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz'?" dedi. Yukarıda da geçtiği gibi Tirmizî'nin rivayet ettiği hadiste Cabir bin Abdullah şöyle dedi: Rasulullah bize Rahman suresini sonuna kadar okudu, sonra "Niçin susu­yorsunuz? Vallahi cinler sizden daha güzel karşılık veriyorlardı. Onlara bu ayetleri her okuyuşumda "Nimetlerinden hiçbir şeyi ya Rabbi, yalanlaya-mayız, hamd sanadır." diyorlardı." buyurdu. [9]

 

Bazı Nimetlerin İzahı:

 

14- O, insanı pişmiş çamura benze­yen bir balçıktan yarattı.

15- Cinleri de yalın bir ateşten ya­rattı.

16- O halde, Rabbinizin nimetleri- nin hangisini yalanlayabilirsiniz.

18-O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz? İki denizi saldı, birbirlerine kavuşurlar.

20- Aralarında bir engel vardır, birbirlerine karışmazlar.

21- O halde Rabbinizin nimetlerinin  hangisini yalanlayabilirsiniz?

22' ° iki denizden inci ve mercan  çıkar.

23- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?

24- Denizde dağlar gibi yükselen ge­miler de O'nundur.

25- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?

 

Belagat:

 

"İnsanı balçıktan yarattı", "cinleri de yalın bir ateşten yarattı" ayetleri arasında mukabele vardır.

"Denizde dağlar gibi yükselen gemiler" cümlesinde teşbih vardır. Yani gemiler, büyüklük ve bir şeyin üstünde sağlam durmak bakımından dağ­lara benzetilmiştir. [10]

 

Kelime Ve İbareler:

 

"O, insanı" yani insanın aslı olan Âdem'i, vurulduğunda ses veren "pişmiş çamura benzeyen" kuru "bir balçıktan yarattı" "Cinleri" yani cinleri aslı olan İblisi "de" dumanı olmayan, saf "yalın bir ateşten yarattı."

"İki doğunun ve iki batının" yani güneşin yazın ve kışın değişen doğ­ma ve batma yerlerinin "Rabbidir."

Tatlı ve tuzlu "İki denizi saldı" karışmadan "birbirlerine kavuşurlar. Ara­larında" kudretten "bir engel vardır" bu sayede "birbirlerine karışmazlar."

"O iki denizden" biri olan tuzlusundan "inci ve mercan çıkar."

"Denizde" büyük ve yüksek "dağlar gibi yükselen" inşa edilmiş "gemi­lerde O'nundur." [11]

 

Ayetler Arası İlişki:

 

İnsanoğluna verilen nimetlerin asılları sayıldıktan, yer ve gökten meydana gelen büyük âlemin yaratılışı zikredildikten sonra Allah, bunlar­dan bazılarının durumlarını izah etmeyi murad etti. Bunlar da küçük âlem olan insan ve cinnin yaratılışının aslı, güneşin doğduğu ve battığı yerlerin beyanı, Cenab-ı Hakk'ın doğuya ve batıya, denizlere ve denizlerdeki inci ve mercana, birlik ve kudretini gösteren dağlar gibi gemilerin deniz üzerinde yürümesine hükmetmesi gibi hususlardır. [12]

 

Açıklaması:

 

"O, insanı pişmiş çamura benzeyen bir balçıktan yarattı." Yani Allah insanın aslını, topraktan yapılıp ateşte pişirilmiş, vurulduğu zaman ses ve­ren kerpice benzer kuru bir çamurdan yarattı. Bu teşbih insanın sağlamlı­ğını ve parçalarının ayrılmaz olduğunu ifade etmeyi amaçlamaktadır.

Yaratılış merhaleleri itibariyle bunun açıklanmasında Kur'an-ı Ke-rim'in ifadeleri çeşitlilik arzeder: Bazan topraktan, değişken çamurdan ya­ratıldığını söylerken bazan da ele yapışan mahiyetteki bir çamurdan yara­tıldığını ifade etmiştir. Bu şuna işarettir: Âdem (a.s.) önce topraktan yara­tıldı, sonra çamur haline geldi, sonra değişken, şekil tutmayan çamur, son­ra ele yapışan özlü çamur daha sonra da pişmiş kerpiç gibi oldu. Sanki bü­tün bu çeşitlerden yaratıldığı ifade edilmek istenmektedir.

"Cinleri de yalın bir ateşten yarattı." Yani cinleri ateşin ucundan yani sarı, kırmızı ve yeşil gibi çeşitli renklerde görülen dumansız saf alevden yarattı. Ahmed bin Hanbel'in Hz. Ayşe'den rivayetine göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Melekler nurdan, cinler saf alevden, Âdem de size vasfedi-len şeyden yaratıldı."

"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz." Yani ey insanlar ve cinler Allah'ın nimetlerinden hangisini yalanlıyor ve bu elle tutulan gözle görülen nimetlerin hangisini inkâr ediyorsunuz?

"İki doğunun ve iki batının Rabbidir." Yani O, yaz ve kış güneşin doğ­duğu iki doğunun, battığı iki batının Rabbidir. İşte onun bu farklı ufuklardan doğup batması sebebiyle mevsimler oluşur, havalar soğuktan sıcağa değişir ve insanların menfaatine daha nice hadiseler olur.

"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?"

"Doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim" ayetinde doğu ve batı­nın çoğul gelmesine gelince: Bunun sebebi, insanlara nispetle güneşin doğ­duğu ufkun hergün değişmesidir. Yine bir başka ayette "Doğunun ve batının Rabbi" (Müzzemmil, 73/9) şeklinde müfred gelmesi ise cins murad edildiği içindir.

Bu şekilde doğu ve batının değişmesinde insanlar dahil bütün varlık­ların yaran olunca Allah "O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini ya­lanlayabilirsiniz?" dedi. Mesela güneş kuzey yarım kürede yengeç burcun­dan doğduğunda yaz olurken, güneyde oğlak burcundan doğduğunda yaz olur. Bu sırada kuzeyde mevsim kıştır. Güneş yaz-kış aynı yerden doğup batsaydı mevsimler meydana gelmez, ziraat yapılamazdı.

Allah karadaki nimetlerini böylece beyan ettikten sonra denizdeki ni­metlerini de zikrederek şöyle buyurdu:

"İki denizi saldı, birbirine kavuşurlar. Aralarında bir engel vardır, bir­birlerine karışmazlar." Yani biri tatlı, diğeri tuzlu iki denizi bitişik yarattı, aralarında gözle görünen bir ayırıcı yok. Bununla beraber aradaki görülme­yen bir engelden dolayı birbirlerine girip karışmazlar, ayrı olarak devam edip giderler. Nitekim başka bir ayette bu şöyle ifade edilmiştir: "Birinin su­yu tatlı ve susuzluğu giderici, diğerininki tuzlu ve acı iki denizi salıveren ve aralarına bir engel, aşılmaz bir sınır koyan O'dur." (Furkan, 25/53).

"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" Yani ey insanlar ve cinler bu nimetlerin veya menfaatlerin hangisini yalanlarsı­nız? Tatlısı; içmek, hayvan ve bitkileri sulamak için; tuzlusu ise aşağıdaki ayet-i kerimede geleceği gibi inci ve mercan çıkarmak ve daha nice yarar­lar içindir.

"O iki denizden inci ve mercan çıkar." Yani o denizlerin tuzlu olanın­dan inci ve mercan çıkar.

"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" Yani ey insanlar ve cinler! Allah'ın size ihsan ettiği bu apaçık nimetlerinden hangisini inkâr edebilirsiniz? Bu ayetlerin her birinde hiç kimsenin reddedemeyeceği, inkâra gücü yetmeyeceği şeyler vardır.

"Denizde dağlar gibi yükselen gemiler de O'nundur." yani tahtaları yanyana getirilip monte edilen, direkleri ve yelkenleri dağ gibi yükselen, denizlerde akıp giden o gemileri yapma düşüncesini ilham eden Allah'tır. O gemiler denizlerde bir beldeden diğerine, bir kıtadan ötekine yolcu, yük, eşya, gıda maddesi, erzak ve alet taşır. Hatta günümüzde bazı petrol tan­kerlerinin taşıma kapasitesi beşyüz bin tona ulaşmıştır. Diğer tarafdan harp uçak gemileri, korkunç atom denizaltıları vardır. Allah dileseydi deni­zi buna müsait yaratmaz gemiler de su üstünde duramazdı.

Ayette geçen "el-münşe'ât" kelimesi ya "yükseltilmiş" manasına veya "inşa edilmiş, yapılmış, icad edilmiş" manasındadır. Her ne kadar bu keli­me büyük ve küçük her tür gemi için kullanılsa da, dağlara teşbih edilme­sinden büyük gemiler için kullanıldığı anlaşılmaktadır. Gökler, yerler, gök­lerdeki ve yerdeki her şey Allah'ın olmasına rağmen özellikle "gemiler O'nundur" denilmesinin sebebi, insanların mallarının ve canlarının Al­lah'ın kudret elinde olduğunu, bu gemilerde başka hiç kimsenin tasarruf yetkisinin olmadığını ifade etmek içindir?

"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" Yani ey insanlar ve cinler, Allah'ın nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? Bu çeşit çeşit nimetler sizin için yaratıldı. Büyük büyük gemilerin yapılışı, onların denizde akıp gidişi, uzak mesafeleri yakınlaştırması, ve dünyanın uzak uzak bölgeleri arasında bağlantı kurması ve diğer ülkelerdeki insan­ların istifade etmesi için ticarî ve sınaî malların taşınması gibi hususlarda Allah'ın kudretini inkâr etmeniz mümkün mü? [13]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

Bu ayetler şu hususları bildirmektedir:

1- İnsanın yaratılışının aslı önce topraktan, sonra balçıktan, sonra ya­pışkan çamurdandır, gıdası da toprağa ve suya dayanır. Sonunda varacağı yer de yaratıldığı topraktır, sonra kıyamet günü o topraktan çıkacaktır.

2- Cinlerin aslı ise ateşin alevidir veya yeşil, sarı, kırmızının birbirine karıştığı kuvvetli alev saçan parıltılı kısmından yaratılmışlardır.

3- Allah doğunun ve batının Rabbidir, yaz ve kış münasebeti ile ayrı ay­rı görülen iki doğunun ve iki batının Rabbidir ve her gün güneşin doğduğu ve battığı ufukların değişmesi ile görülen doğuların ve batıların Rabbidir.

4- Allah tatlı ve tuzlu olmak üzere denizlere ve büyük okyanuslara iki su saldı ve aralarına birini diğerine karıştırmayan bir engel koydu. İşte bu Allah'ın kudret ve azametini gösteren bir büyük ayettir.

5- Allah insanların maslahat ve menfaati için topraktan hububat ve güzel kokulu bitkiler çıkardığı gibi, tuzlu denizlerden de inci ve mercan çı­kardı. Bu ayette "Onlardan inci ve mercan çıkar." denildi, halbuki inci-mer-can yalnız tuzlu denizden çıkar. Bunun sebebi şudur: Arap iki cinsi önce beraber söyler sonra da sadece birine ait haberi verir. Mesela şu ayette de böyledir: "Ey ins ve cin topluluğu, size sizden peygamberler gelmedi mi?" (En'am, 6/130). Halbuki Peygamberler cinlerden değil, insanlardandır. Kel-bî ve başkalarının görüşü bu yöndedir. Zeccac'a göre Allah burada her iki denizi de zikretmiştir. Çünkü birisinden bir şey çıkarsa, ikisinden çıkmış demektir. Bu aynen şu ayetteki gibidir: "Görmediniz mi Allah tabakalar halinde yedi göğü nasıl yarattı ve onlarda ayı bir nur kıldı." (Nuh, 71/15-16). Halbuki ay sadece dünya semasındadır. Lakin yedisini de zikretti. Sanki birisinde olan, hepsinde vardır.

Ebu Ali el-Farisî'ye göre bu "muzafin hazfı" kabilindendir. Yani ayetin manası "onlardan inci ve mercan çıkar" yerine "onların birinden ..." şeklin­de olur. Nitekim "Dediler ki: Bu Kur'an iki şehirden bir büyük adama indi-rilse, olmaz mıydı?" (Zuhruf, 43/31) ayeti de böyledir. Yani "iki şehirden bir adama" değil de, "iki şehrin birinden bir adama" şeklinde anlaşılır.

6- Aslında denizdeki gemiye Allah'tan başka hiç kimse sahip olamaz. Çünkü denizlerde başka hiç kimsenin tasarruf etme kudreti yoktur. Bunun içindir ki Allah denizlerde gemilerin yürütülmesi nimetini insanlara hatır­lattı. Gemi yolcularının mallan ve canlan denizin yüzünde Allah'ın kudret kabsazındadır. Havada atmosferin derinliklerinde uçaklann uçmasında da durum budur.

Denizdeki gemiler, karadaki dağlar gibidir; havadaki uçaklar, kuşlar ve yıldızlar gibidir. Gemilerin denizlerde yüzlerce ton yük taşıması gibi uçaklann da havada taşıdığı herkesin malumudur.

7- Daha önce de açıklandığı gibi ins ve cinne bu sayısız nimetleri itiraf ettirmek ve bunlan inkâr edenleri azarlamak için Allah her nimetin ardın­dan "O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" ayeti­ni getirdi. Buraya kadar zikredilenlerin özeti şudur: İnsanı ve cinleri Al­lah'ın yarattığını, doğu-batı, ay-güneş, bitkiler, ağaçlar, ekilip-biçilenler, nehirler ve denizler ile inci ve mercan üzerinde yegane tasarruf sahibinin Allah olduğunu, gemi yapılacak malzemeyi yaratıp bunlarla nasıl gemi ya­pılacağını irşad ve ilham edenin ve sebeplerini yaratarak denizde gemiyi yürütenin Allah olduğunu kim inkâr edebilir? Her ne kadar görünüşte bunlan yapan insan olsa da, ancak o bunu Allah'ın ilham etmesi, yol gös­termesi ve muvaffak kılmasıyla yapabilmektedir. [14]

 

Herşey Fani, Allah Bakidir:

 

26- Yeryüzünde bulunan her canlı fanidir.

27- Azamet ve ikram sahibi Rabbinin zatı baki kalacak.

28- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?

29- Göklerde ve yerde herkes O'n-dan ister. Hergün O bir iştedir.

30- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?

 

Belagat:

 

"Vechü rabbike: Rabbinin yüzü" ifadesi mecaz-ı mürseldir. Cüz'ü zikir küllü murad kabilinden, "yüz" zikredilmiş Allah Tealâ'nın kendisi, zatı murad edilmiştir. [15]

 

Kelime ve İbareler:

 

İnsan olsun, hayvan olsun, "yeryüzünde bulunan her canlı" ve diğer varlıklar "fanidir." Canlı cansız her şey fani olduğu halde ayet-i kerimede akıllı varlıkları ifade eden "men" lafzının kullanılması akılların etkinliğini ifade etmek içindir. Bir başka tefsire göre yeryüzünde bulunan insan ve cin hepsi fanidir." demektir.

Ancak "Azamet ve ikram sahibi Rabbinin zatı baki kalacak. O halde Rab­binizin" daha önce zikredilen "nimetlerinin ve ardından daimî ve ebedî hayatın geleceği o fani olmaya dair haberlerinin "hangisini yalanlayabilirsiniz. ?"

"Göklerde ve yerde ne varsa," hepsi ya açıkça veya lisan-ı haliyle muh­taç olduğu rızkı ve saadeti "O'ndan ister. Her gün O bir iştedir." Ezeldeki hükme uygun olarak yaratır, öldürür, diriltir, aziz kılar, zelil eder, zengin eder, fakir eder, dua edene icabet eder, isteyene verir vs. Velhasıl her an bir yaratmadadır.

"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?"

Dinî, dünyevî ve uhrevî birçok nimeti sayıp dökdükten ve insanın ken­dinde ve dış aleminde bulunan delillerle zatının birliğine ve kudretine delil getirdikten sonra, Allah bütün kâinatın ölümlü olduğunu ilan etti ve bütün dünyevî nimetlerin ve kâinatın fani olduğunu, ancak zatının baki kalacağı­nı haber verdi. [16]

 

Açıklaması:

 

'Yeryüzünde bulunan her canlı fanidir. (Ancak) azamet ve ikram sahibi Rabbinin zatı baki kalacaktır." Yani yer yüzünde bulunan insan ve hayvan bütün canlılar, Allah'ın diledikleri hariç bütün gök ehli ölüp yok olacaklar, hepsinin hayatı sona erecek. Ancak azamet ve kibriya sahibi, ihlâslı kulla­rına ikram ve ihsanda bulunan Allah'ın zatı baki kalacaktır. "Celâl ve ik­ram" sıfatları Allah'ın azametini beyan eden sıfatlanndandır. Nimetlerin en büyüğü de bu yok olmanın ardından mükâfat vaktinin gelmesidir. Tir-mizî'nin Enes'ten rivayet ettiği hadiste Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuş­tur: "Dualarınızda "Ey celal ve ikram sahibi" diye dua edin." Rasulullah (s.a.) namaz kılarken "Ey celal ve ikram sahibi" diyen birine rastladı ve ona "Senin duan kabul olundu." dedi.

Allah Rasulünün rivayet edilen duaları içinde "Ey celal ve ikram sahi­bi" lafızları da geçmektedir. Bunlardan biri şöyledir:

"Ya Hayyu ya Kayyum, Ya bedfa's-semavati ve'l-arz, Ya Ze'1-celali vel-ikram, Lâilâhe illâ ente bi-rahmetike nesteğîsü, aslih lena şe'nenâ küllehu, velâ tekilnâ ilâ enfüsinâ tarfete aynin, velâ ilâ ehadin min halkike."

Şu ayet-i kerimede sadedinde bulunduğumuz ayetin bir benzeridir: "Allah'ın zatı hariç, her şey helak olacaktır. Hüküm O'nundur, O'na döndü­rüleceksiniz. " (Kasas, 28/88). İbni Kesir şöyle dedi: Allah bu Rahman aye­tinde yüzünü, yani zatını "celal ve ikram sahibi" diye vasfetti. Bunun ma­nası şudur: Allah yüceltilmeye lâyıktır; isyan edilmez, itaat edilmeye lâyık­tır, muhalefet edilmez. İbni Abbas şöyle dedi: Celal ve ikram sahibi demek, azamet ve kibriya sahibi demektir.[17]

"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" Ey in­sanlar ve cinler Rabbinizin bu nimetlerinden hangisini inkâr edebilirsiniz? İnsanlar ve diğer bütün canlılar hepsi vefat edip sonra ahiret yurduna git­mekte müsavidirler. Orada celal ve ikram sahibi Allah onlar hakkında adil hükmü ile hükmedecektir. Fani olma, baki kalmak ve ebedi hayat için bir yoldur. Öyleyse fani olmakta, ölümde eşit olma nimeti, nesillerin birbirini takip etme nimeti, mutlak adalet nimeti, fani dünyadan maddî ve ruhî ni­metleri bulunan ceza ve mükâfat dünyası olan ebedî ahiret yurduna intikal etme nimeti vardır. O halde bu büyük nimetleri tekzip etme sizden nasıl sa­dır olabilir?

"Göklerde ve yerde herkes ondan ister. Her gün O bir iştedir." Yani bü­tün gök ehli ve dünyadakiler muhtaç oldukları her şeyi ondan isterler. Se-malardakiler O'ndan bağışlanmalarını ister, ama nzık istemezler. Dünya­dakiler ise her ikisini de isterler. Melekler de insanlar için hem rızık, hem de mağfiret isterler. O halde ne melekler âlemi, ne de insanlar ve cinler âlemi O'ndan müstağni olamazlar. Maddenin kendisine münasip olana ih­tiyacı olur, bitkiler kendi varlıklarını devam ettirecek şeye ihtiyaç duyar­lar, insan maddî ve manevî hayatını ayakta tutacak şeylere, hayvan deva­mını sağlayacak unsurlara ihtiyaç duyar.

Bu ayet-i kerime Allah'ın hiçbir varlığına muhtaç olmadığım, ama bü­tün varlıkların her an O'na muhtaç olduklarını ve halleri ve dilleriyle hep O'ndan istedikleri, Cenab-ı Hakk'ın her gün ve her an bir faaliyette oldu­ğunu, bu cümleden olarak her an dirilttiğini, öldürdüğünü, rızık verdiğini, zengin ve fakir yaptığını, aziz ve zelil ettiğini, hasta edip şifa verdiğini, ki­mine verip kimine vermediğini, affedip cezalandırdığını ve sayılmayacak kadar benzeri haller üzre olduğunu haber vermektedir.

İbni Cerir, Taberani ve İbni Asâkir'in Abdullah bin Münib el-Ezdî'den rivayet ettiklerine göre Rasullulah (s.a.) "Hergün O bir işdedir" ayetini okudu. Biz "Ya Rasulallah bu iş nedir?" deyince O "Bir günahı affetmesi, bir sıkıntıyı gidermesi, bazılarını yükseltip diğer bazılarını zelil etmesidir." diye cevap verdi.

"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" Yani Allah'ın hangi nimetini inkâr edebilirsiniz? Zira Onun kullarının işlerini yürütmede işinin muhtelif oluşu, inkârı mümkün olmayan, hiçbir inkarcı için inkârı kolay olmayan bir nimettir. [18]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

Bu ayetler şu hususları ifade etmektedir:

1- Kıyamet günü yok olma, göklerde ve yerde bulunan bütün canlılar için kesin bir husustur. Bundan sonra baki kalma, azamet ve kibriya, izzet ve celâl sahibi, şirk ve daha başka zatına lâyık olmayan her şeyden münez­zeh olan ve ihlaslı kullarına ikramda bulunacak olan Allah'a mahsustur.

İbni Abbas şöyle dedi: "Yeryüzündeki her canlı fanidir" ayeti indiğinde meleklerin "yerdekiler helak olacak" demesi üzerine "Allah'ın zatı hariç, her şey helak olacak." ayeti indi. Böylece melekler de yok olacaklarına inandılar.

2- Göklerde ve yerdekiler muhtaç oldukları her şeyi Allah'tan isterler: Gök ehli mağfiret ister, dünya ehli mağfiret ve rızık ister. Allah her gün bir işte, yani yaratma, var etmededir. Diriltmesi, öldürmesi, aziz ve zelil etme­si, nzık verip vermemesi, O'nun şanındandır. Buhari (Tarih'inde) İbni Ma-ce ve İbni Hıbban, Ebudderda'dan rivayet ettiklerine göre Rasulullah (s.a.) "O her gün bir şende (işte)dir." ayeti hakkında şöyle demiştir: "Bir günahı affetmesi, bir sıkıntıyı defetmesi, bazılarını yüceltip bazılarını zelil etmesi O'nun şe'nindendir (işindendir)." [19]

 

Amellere Sevap Ve Ceza Ahirette Olacaktır:

 

31- Ey insanlar ve cinler! Sizin için boşalacağız.

32- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsin?

33-  Ey insan ve cin toplulukları, göklerin ve yerin bucaklarından ge­çip gitmeye gücünüz yeterse, geçin gidin. Ancak büyük bir güçle geçe­bilirsiniz.

34- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?

35- Üzerinize ateşten bir alev ve bir duman gönderilir de aranızda yar-dımlaşamazsımz.

36- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?

 

Belagat:

 

"...sizin için vakit ayıracağız." ifadesi temsilî istiaredir. Ahirette insan­ların hesaba çekilmesi, bir iş için vakit ayırmaya benzetilmiştir. Halbuki Allah'ı hiçbir şey meşgul etmez. Öyleyse bu temsilî bir ifadedir. Zira Allah hesaba çekme konusunda zatını, bir iş için vakit ayıran kişinin haline ben­zetmiştir.

"...gücünüz yeterse geçip gidin" emri burada, onların acizliğini ortaya koymak içindir. [20]

 

Kelime ve İbareler:

 

"Ey insan ve cin" kıyamet gününde "sizin için" sizi hesaba çekmek için de "vakit ayıracağız" acele etmeyin. Bu bir tehdit ifadesidir.

"Ey insan ve cin toplulukları" Allah'tan kaçmak, onun hükmünden fi­rar etmek için "göklerin ve yerin bucaklarından geçip gitmeye", kenarın­dan, köşesinden çıkıp kaçmaya "gücünüz yeterse, geçin gidin." Ama bunu yapamazsınız. Bunu "ancak büyük bir güçle geçebilirsiniz."

"Üzerinize ateşten" dumansız saf "bir alev ve " alevsiz "bir duman gön­derilir de, aranızda yardımlaşamazsınız." Bu azaptan kaçamazsınız, mut­laka mahşere sevkolunursunuz. [21]

 

Ayetler Arası İlişki:

 

Allah, insana ihsan ettiği ilmi öğretmesi, insanı, yeri göğü ve onlarda­ki varlıkları yaratması gibi nimetleri açıkladıktan ve bütün bunların kıya­met günü yok olacağını haber verdikten sonra, kıyamet günü insanların hesaba çekilip amellerinin karşılığını göreceklerini bildirdi. Herkes yaptı­ğının karşılığını alacak, gönderdiği iyi amelin sevabına nail olacaktır. Bu cezadan ne kaçıp kurtulma, ne de onu kabul etmeme gibi bir şey vardır. [22]

 

Açıklaması:

 

"Ey insanlar ve cinler! Sizin için vakit ayıracağız." Yani sizin hesabını­zı görmek ve yaptıklarınızın karşılığını vermek için de vakit ayıracağız. İn­san ve cin taifesine sekaleyn denilmesi, gerek hayat gerekse ölümleri ha­linde bu iki varlığın yere ağırlık vermesinden dolayıdır. Çünkü "sekal" ağırlık demektir. Ayetteki bu ifadede Allah tarafından kullara şiddetli bir tehdit vardır. Cenab-ı Hakkı hiçbir şeyin meşgul etmeyeceği de asla unu­tulmamalıdır.

"Sekaleyn" kelimesinin yukarıdaki şekilde tefsir edilişi sahih hadisler­de gelmiştir: "Onu sakaleyn hariç, her şey işitir." Hadisin bir başka rivayet­inde ise "sekaleyn" yerine "insan ve cin" kelimeleri gelmiştir. Bu "Sur" ha­disinde "sekaleyn", insan ve cin diye beyan edilmiştir.

"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" Yani ey insan ve cin topluluğu Allah'ın nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsi­niz? İyilik yapanlara sevap, kötülük yapanlara ceza vermek suretiyle var­lıklara karşı adil davranması, hiç kimseye zulmetmemesi, O'nun nimetle­rinden biridir.

Bu cezadan kurtuluş da yoktur. Allah şöyle buyuruyor: "Ey insan ve cin toplulukları, göklerin ve yerin bucaklarından geçip gitmeye gücünüz ye­terse geçin gidin. Ancak büyük bir güçle geçebilirsiniz." Yani ey insanlar ve cinler, Allah'ın takdirinden ve hükmünden, emir ve tasarrufundan kaçıp kurtulmak için göklerin ve yerin köşesinden bucağından dışarı çıkabilecek-seniz çıkın ve kendinizi kurtarın. Bu kurtuluşu ve hükmünden kaçışı da, ancak bir güç ve kuvvetle yapabilirsiniz; bu güç kuvvet de sizde yok. Öyley­se kaçmamız mümkün değildir.

Bu ayetin bir benzeri de şudur: "Kötülük yapanlara gelince: Kötülüğün cezası misli iledir. Onları zillet kaplayacaktır. Onları Allah'a karşı koruya­cak hiç kimse yoktur. Onların yüzleri sanki karanlık geceden bir parçaya bürünmüştür. İşte onlar da cehennem ehlidir. Onlar orada ebedî kalacak­lardır. " (Yunus, 10/27).

"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz"?" Al­lah'ın nimetlerinin hangisini yalanlıyorsunuz ey ins ve cin? İkaz ve uyarılarını önceden yapması da bu nimetlerden biridir. Bak, iyilik edeni teşvik ediyor, kötülük yapanı korkutuyor. Allah herkesi cezalandırmaya kadirdir, hiç kimse kurtulamaz. Mutlak kudret sahibi olmasına rağmen, affedebilir de. Bu da başka bir nimettir. Ayette "gücünüz yeterse, geçin" şeklinde cemi sigasıyla gelmesi insanların ve cinlerin aczini, Allah'ın mülkünün azameti­ni beyan içindir.

"Üzerinize ateşten bir alev ve bir duman gönderilir de, aranızda yar-dımlaşamazsınız." Yani göklerden ve yerden çıksanız bile ey ins ve cin, Al­lah size ateşten bir sel veya dumansız bir alev ile dumanlı bir ateş musallat kılar veya başınızdan erimiş bakır döker de Allah'ın azabından yine kurtu­lamazsınız. "en-Nühas" kelimesi ya alevsiz duman veya başlara dökülen eri­miş bakır demektir. "Aleykümâ" zamirinin tesniye gelmesi gönderilecek azabın ne insan ve cinlerin tamamına, ne de sadece birine gönderilmeyece­ğini, bilâkis her iki taifeden bazılarına gönderileceğini açıklamak içindir. "Felâ-tentasırân" fiilinin tesniye gelmesi ile de, her iki taife kastedilmekte­dir. "Ey insanlar ve cinler! Birbirinize yardım edemezsiniz." demektir.

"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" Bu tehdit bir lütuftur, itaatkârla isyankârı ayırmak birincisini mükâfatlandı­rıp ikincisini cezalandırmak da Allah'ın nimetlerindendir. [23]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

Bu ayetler şu hususlara delâlet etmektedir:

1- Kıyamette insanların ve cinlerin amellerinin mutlaka hesabı görü­lecek ve hesap veya ceza için ilâhî irade fiilen tamamlanacaktır. Bu ifade, hesap gününden çekinmeleri ve ceza gününden korkmaları için Allah tara­fından kullarına bir tehdittir.

2- Bu hesap insanlar gibi cinlerin de şer'î mükellefiyetlerle muhatap olduklarının açık bir delilidir. Onlar da mükelleftir; emrolunmuşlar, nehyo-lunmuşlar, aynen insanlar gibi mükâfat alacaklar, ceza göreceklerdir. On­ların mümini insanların mümini, kâfiri de insanların kâfiri gibidir. Bu hu­susta onlarla aramızda fark yoktur.

3- İnsan ve cinlerin amellerinin hesaba çekilmesinden asla kaçış ve kurtuluş yoktur, hiçbir şekilde azaptan kaçıp kurtulamazlar. Ancak Al­lah'ın izniyle bir güç onlara eman verirse (şefaat ederse) başka. Aksi halde kimse onlara eman veremez.

Bu ayette cinnin insandan önce zikredilmesinin sebebi, eğer mümkün olacaksa göklerin ve yerin bucaklarından geçip gitme cinlere daha lâyıktır. Halbuki -imkansız ama- Kur'an'ın bir benzeri getirilebilecek olsa, onu getirebilen insan olurdu. Onun için şu ayette önce insan, sonra cin zikredilmistir: "De ki: Andolsun, Bu Kur'an'ın bir benzerini ortaya koymak üzere insan ve cin bir araya gelseler, birbirlerine destek de olsalar, onun benzerini ortaya koyamazlar." (İsra, 17/88).

4- Ey insanlar ve cinler, her hangi bir taraftan çıkmış olsanız dahi si­zin üzerinize ateş ve duman veya başlarınızdan aşağı dökülen eritilmiş ba­kır gönderilir de çıkıp gitmenize mani olacak o azap sizi yakalar, birbirini­ze yardım da edemezsiniz.

5- İnsanlardan ve cinlerden birinin bu nimetlerden bir şey inkâr etme­si nasıl doğru olur? Çünkü hesap haktır, ceza haktır. Bunlardan maksat, hakkı tam anlamıyla ortaya koymak, mutlak adaleti göstermektir. Korku­tup vazgeçirmek veya korku göstererek muhalefet ve isyandan çekinme ve kaçınmayı Allah'ın her şeye kadir ve malik oluşunu, kudret ve azametinin eksiksiz itiraf ve ikrar edilmesini sağlamaktır. [24]

 

Göklerin Parçalanması Ve Kıyamette Mücrimlerin Durumu:

 

37- Artık gök yarılıp kızarmış yağ gibi bir gül olduğu zaman.

38- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?

39-  İşte o gün ne insana, ne cinne günahı sorulmaz.

40- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?

41- Günahkârlar simalarından tanı­nır da, perçemlerinden ve ayakla­rından yakalanırlar.

42- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?

43-  İşte bu, günahkârların yalan saydıkları cehennemdir.

44-  Onlar cehennemle kaynar su arasında dolaşır dururlar.

 

İ'rab:

 

"Fe-yu'hazü bi'n-nevâsî ve'1-akdâm" ayetinde câr ve mecrûr naibi fail yerinde gelmiştir. "Yu'hazü" fiilinde "el-mücrimîn" kelimesine giden bir za­mir yoktur. Ancak Basralılara göre burada bir zamir takdir edilir. Buna gö­re mana mealde verdiğimiz gibi "perçemlerinden ve ayaklarından yakala­nır" olur. Kûfelilere göre "bi'n-nevâsî ve'1-akdâm" kelimelerinde elif ve lam "hum" zamiri yerine geçer ve "Adn cennetleri. Onlar için kapılar açılmıştır." ayetindeki ifade gibi olur, yani "kapılan" demektir. [Sadedinde bulunduğu­muz ayet de "perçemler ve ayaklar yakalanır" yerine "Perçemlerinden ve ayaklarından yakalanır." şeklinde olur]. Buna insanların kullanımından da misal vardır. Meselâ: "Zeyd, mala gelince çoktur" derler. Yani "Zeyd'in malı çoktur" demektir. [25]

 

Belagat:

 

"...gök yarılıp kızarmış yağ gibi bir gül..." teşbih-i beliğdir. Burada benzerlik yönü ve edatı zikredilmemiştir. "Kırmızılıkta gül gibi" demektir. [26]

 

Kelime ve İbareler:

 

"Artık gök yarılıp" şimdiki halinin aksine "kızarmış yağ gibi bir gül" veya kırmızı deri gibi "olduğu zaman." Bu cümlenin "O ne korkunç olur!" takdirindeki cevabı zikredilmemiştir. '"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz? İşte o gün ne insana ne cinne günahı sorul­maz. Sorgulanmayacakları bu an kabirlerinden çıkıp mahşere doğru gittik­leri andır. "Rabbine yemin olsun biz muhakkak onların hepsine soracağız." (Hıcr, 15/92) ayetindeki sorgu ise mahşerde hesap sırasındaki sorgudur. "O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz1?" "Günahkâr­lar simalarından" alâmetlerinden "tanınır da perçemlerinden" başlarının ön kısımlarından "ve ayaklarından yakalanırlar." yani ayakları ile başlan birleştirilerek ateşe atılırlar. "O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" "İşte bu günahkârların yalan saydıkları cehennemdir. Onlar" atılıp yakılacakları "cehennemle kaynar su arasında dolaşır, durur­lar. " Ateşin hararetinden bunalıp su istediklerinde o sudan içirilirler. [27]

 

Ayetler Arası İlişki:

 

Bu ayetler ahiret ve ceza ahvalinden bahseden diğer bir halkadır: Al­lah hesabın dehşetini, mutlaka olacağını ve ondan kurtulmanın veya kaç­manın mümkün olmadığını zikrettikten sonra bu âleme arız olacak deği­şimden ve kâinat nizamının bozulmasından bahsetti. Öyle ki; gök yarılır, yağ gibi erir, kâfirler özel alâmetleriyle başkalarından ayırt edileceğinden o gün onlara soru sormaya hacet kalmaz. Sonra perçemlerinden ve ayakla­rından yakalanarak cehenneme fırlatılırlar, yanacakları ateş ile son derece sıcak kaynar su arasında dolaştırılırlar ve kendilerine "işte yalanladığınız cehennem budur" denilir. [28]

 

Açıklaması:

 

"Üzerinize dumansız ateş gönderildiği vakit birbirinize yardım da ede­mezsiniz" ayetinin peşinden gelen "feizen şakkati's-sema" ayeti "fe-i takip" ile başladı. Buna göre mana şöyle olur: Gök yarılıp eridiği ve yer gök, hava hepsi ateş olduğu zaman birbirinize nasıl yardım edebilirsiniz?

"Artık gök yarılıp kızarmış yağ gibi bir gül olduğu zaman." Yani kıya­met günü gelip gök yarıldığı, kırmızı bir gül gibi olup dağıldığı ve yağ gibi eridiği, bir başka manaya göre kırmızı deri (sahtiyan) gibi renklendiği za­man. Burada anlatılmak istenen şudur: Gökyüzü zeytin yağı gibi erir ve renkten renge girer: Bazan kırmızı, bazan sarı, bazan mavi, bazan yeşil olur. İşte bu, emrin şiddetinden ve kıyametin dehşetindendir.

Bu ayetin benzeri birçok ayet vardır. Mesela: "Gök yarıldığı zaman" (İnşikak, 84/1 ve İnfitar, 82/1); "Gök de yarılır ve artık o gün o çökmeye yüz tutar." (Hakka, 69/16); "O gün gökyüzü beyaz bulutlar ile yarılacak ve me­lekler bölük bölük indirileceklerdir." (Furkan, 25/25).

"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" Al­lah'ın nimetlerinin hangisini inkâr edersiniz ey insanlar ve cinler! Çünkü verilen bu haberlerde, duyanı kötülükten alıkoyacak bir korku ve dehşet var. Bütün bu olanlardan sonra Allah'ın hangi nimetini tekzip edebilirsiniz?

"İşte o gün ne insana ne cinne günahı sorulmaz." Yani gök yanldığı za­man ne insandan, ne cinden hiç kimsenin günahı sorulmaz, çünkü onlar daha kabirlerinden çıkarken simalarından tanınırlar. Ve çünkü Allah kul­larının hesabına amelleri tespit edip zaptetti. Mücahid bu ayet hakkında "melekler mücrimleri sormazlar, çünkü onlar simalarından bilinirler, ma-nasındadır." demiştir.

Bu manayı ifade eden bir ayet de şudur: "Bu, dillerinin tutulacağı bir gündür. Onlara izin de verilmez ki özür dilesinler." (Mürselat; 77/35-36). Ancak "Rablerine yemin olsun ki onların hepsine yapmış olduklarını mut­laka soracağız." (Hicr, 15/92). ve "Tutuklayın onları, çünkü onlar sorgula­nacaklar. " (Saffat, 37/24) ayetlerinde ifade edildiği üzere mücrimler daha sonra, başka bir merhalede, beşeriyetin hesap meydanında bütün amelle­rinden sorgulandığı günde sorguya çekileceklerdir.

"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" İşte bu günde Allah'ın mümin kullarına ihsan ettiği nimetlerden hangisini in­kâr edebilirsiniz. Bunlardan biri de insanlar günahlardan sakınsınlar ve akıllarını başlarına alsınlar diye önceden uyarması ve korkutmasıdır.

Sonra Allah mücrimlere günahlarının sorulmamasının sebebini beyan ederek şöyle buyurdu:

"Günahkârlar simalarından tanınır da perçemlerinden ve ayakların­dan yakalanırlar." Yani kâfirler ve facirler kabirlerinden çıktıkları gün alâ­metlerinden tanınırlar da perçemlerinden ve ayaklarından tutulup birleşti­rilir ve melekler tarafından ateşe fırlatılırlar. Onların alâmetleri siyah yüz­lü, mavi gözlü olmaları ve derin bir hüzün ve bedbinlik içinde bulunmaları­dır. Perçem, "en-Nâsıyeti" kelimesinin karşılığıdır. "Nasiye" alına ve saçın ön kısmına denir.

"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" Ön­ceden uyarılıp ikaz edilmişsiniz, ahiret âleminde beklenen akibeti öğren­mişsiniz, hâlâ hangi nimeti inkâra kalkışıyorsunuz ey insanlar ve cinler!

"İşte bu, günahkârların yalan saydıkları cehennemdir. Onlar cehen­nem ile kaynar su arasında dolaşır dururlar." Burada şu cümle takdir edil­melidir. Bu sırada onlar azarlanarak şöyle denilecek: İşte bu müşahede edip gördüğünüz şey, varlığını tekzip edip olacağını inkâr edegeldiğiniz ce­hennemdir. İşte şimdi gözünüzle görüyorsunuz, önünüzde duruyor.

Onlar bazan cehennemde yakılarak, bazan da hamimden (cehennem içeceğinden) bir şey içirilerek azap olunacaklar. "Hamim" ya içecek olur ve­ya içildiğinde eritilmiş bakır gibi bağırsakları ve iç organları parçalayan son derece sıcak kaynar su olur. Nitekim ayet-i kerimede bu şöyle ifade edilir: "Boyunlarında demir halkalar ve zincirler olduğu halde sıcak suya sürüklenecekler, sonra da ateşte yakılacaklar." (Gâfir, 40/71-72). "... inkâr edenler için ateşten bir elbise biçilmiştir. Onların başlarının üstünden kay­nar su dökülecektir. Bununla karınlarının içindekiler ve derileri eritilecek-tir." (Hac, 22/19-21).

"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" Yani önceden yapılan bu uyarı ve açıklamalardan sonra hangi nimeti tekzip edersiniz ey insanlar ve cinler! [29]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

Bu ayetler şu hususlara işaret etmektedir:

1- Göğün yarılması veya parçalanması, ateşten alevler gönderilmesi­nin ardından meydana gelecektir. Gök parçalandığı zaman kırmızı gül ren­gini almasında ve yağ gibi erimesinde, hakiki kırmızı deri (sahtiyan) gibi olacaktır. Yağa benzetilmesi renk yönünden değil, erimesi yönündendir. Güle ise renk bakımından benzetilmiştir.

2- Kıyamet günü uzun süreceği için onun çeşitli merhaleleri olacaktır. Mesela kabirlerinden çıktıklarında ve cehenneme yerleştiklerinde hesap sorulmayacak ama hesap meydanında henüz cennete veya cehenneme git­meden önce sorgulanacaklardır.

3- Burada sorgu-sualden maksat, bilindiği üzre kendilerine "İçinizden günahkâr kimdir?" şeklinde sorulması değildir. Zaten mücrim kâfirler ve fa-cirler açık alâmetleri ile müminlerden ayırt edileceklerdir. Onlar -daha önce geçtiği gibi- siyah yüzlü, mavi gözlü, son derece hüzünlü ve kederli olacak. Melekler perçemlerinden ve ayaklarından tutup onları ateşe atacak.

4- Tahkir ve tezlil için, azarlamak ve paylamak için kâfirlere: "İşte size haber verilip de yalan saydığınız ateş budur." Bir hamimde (kaynar suda) bir cahim (ateş) de azap olunurlar.

5- Her nimetin ardından Allah "O halde Rabbinizin nimetlerinin han­gisini yalanlayabilirsiniz?" diyerek kullarına nimetlerini hatırlattı. Çünkü Allah'ın kâfirleri içinde bulundukları isyan, şirk ve benzeri günahlardan alıkoysun diye onları gelecek azap ve musibete karşı uyarması, âsileri ce­zalandırıp müttakileri mükâfatlandırması, O'nun yarattıklarına karşı ih­sanından, rahmetinden, adaletinden ve lutfundandır. [30]

 

Ahirette Müttakilere Allah'ın Çeşitli Nimetleri:

 

46-  Rabbinin huzurunda (hesap için) durmaktan korkanlara iki cen­net vardır.

47- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?

48- Çeşit çeşit ağaçlar.

49- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?

50- Bu ikisinde akar iki kaynak vardır

51- °halde ?»bbinİ2İn nimetlerinin  hangisini yalan sayabilirsiniz?

52- Bu ikisinde her meyveden çifte  çifte vardır.

53- ° halde Rabbinizin nimetlerinin  hangisini yalan sayabilirsiniz?

54- Astarlan atlastan olan minderlere yaslanırlar. O iki cennetin mey veleri yakındır.

55' ° halde Rabbinizin nimetlerinin  hangisini yalanlayabilirsiniz?

56" Oralarda gözlerini yalnız kocala- nna çevirmiş kadınlar vardır ki onlardan önce bunlara ne insan, ne  cin asla dokurunanııstır.

57- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?

58- Sanki onlar yakut ve mercandır­lar.

59- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?

60- İyiliğin mükâfatı iyilikten başka mıdır?

61- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?

 

Belagat:

 

"Fîhinne kâsırâtü't-tarfi: Oralarda gözünü yalnız zevcelerine hasret­mişler vardır." ifadesinde mevsuf yani "kadınlar-hanımlar" hazfedilmiş, dü­şürülmüş ve böylece icaz (özlü söz söyleme sanatı) yapılmıştır. [31]

 

Kelime ve İbareler:

 

İsyandan uzak durup itaat ederek "Rabbinin huzurunda" hesap ver­mek için "durmaktan korkanlara" ruhanî ve cismanî olmak üzere "iki cen­net vardır." Korku, emin olmanın zıddıdır ki ileride hoşa gitmeyecek bir şe­yin meydana geleceği beklentisi içinde olmaktır.

"5u ikisinde" yani o iki cennette, cennet ehlinin dilediği şekilde "akar iki kaynak vardır."

Yine "Bu ikisinde" kuru ve yaş olmak üzere "her meyveden çifte çifte vardır."

Uyku ve istirahat için "astarları atlastan olan minderlere yaslanırlar. O iki cennetin meyveleri" ayakta duramn, oturanın ve yatanın erişebileceği şekilde "yakındır."

"Oralarda" yani o iki cennette ve cennetlerdeki köşklerde, döşeklerde, bir başka tefsire göre adı geçen bu nimetlerin içinde bir de "gözlerini yalnız kocalarına çevirmiş kadınlar vardır ki onlardan önce bunlara ne insan, ne cin asla dokunmamıştır." Bu ayette cinlerin de temasta, ilişkide bulundu­ğuna delil vardır.

"Sanki onlar" o kadınlar "yakut ve mercandırlar. O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz1?"

"İyiliğin mükâfatı iyilikten" cennetten "başka mıdır1?"

Yakut, saf parlak bir taştır. Mercan ise denizden çıkarılan kırmızımsı kıymetli taştır. Ayete verilen bir diğer mana da şöyledir: "Onlar küçük tane inciler gibi saf ve beyaz tenlidirler." İncinin küçüğü büyüğünden daha par­lak bir beyazlığa sahiptir. [32]

 

Nüzul Sebebi

 

İbni Ebî Hatem, İbni Şevzeb'den "Rabbinin huzurunda durmaktan korkanlara..." ayetinin (46. ayet) Ebu Bekir Sıddık hakkında indiğini riva­yet etmiştir. Yine İbni Ebi Hatem ve İbni Hayyan'ın rivayetine göre Atâ şöyle dedi: Bir gün Ebu Bekir kıyametten, teraziden, cennet ve cehennem­den bahsetti ve "İsterdim ki ben şu yeşil otlardan bir ot olayım da bir hay­van gelip beni yesin, ben tekrar yaratılmayayım." dedi. Bunun üzerine "Rabbinin huzurunda durmaktan korkanlara iki cennet vardır." ayeti indi. [33]

 

Ayetler Arası İlişki:

 

Allah, mücrimlerin yani müşriklerin, kâfirlerin ve isyankâr facirlerin karşılaşacakları çeşitli uhrevî azapları beyan ettikten sonra burada da gizli ve aşikâr her yerde Rablerinden korkan müminler, müttakiler için cennette hazırladığı maddî ve manevî çeşitli nimetleri zikretti ki bunlar köşkler, yem yeşil bağlar bahçeler, akar sular, çeşitli meyveler, ipek döşekler, yakut gibi te­miz, inci veya mercan gibi beyaz güzel hurilerdir. Bütün bunlar, dünyada yap­tıkları salih, hayırlı amellerin karşılığıdır. Kısacası Allah cehennem ehlinin durumlarını zikrettikten sonra, hayırlı kullar için hazırladıklarım zikretti. [34]

 

Açıklaması:

 

"Rabbinin huzurunda durmaktan korkanlara iki cennet vardır. O hal­de Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" Yani Allah'tan korkan ve daima onun murakabesi altında olduğunu bilip de hesap günü hesaba çekilmek için kulların Allah'ın huzurunda duracağı anın heybetin­den ürperen ve daima Allah'ın kendisinin ahvaline, söz ve fiillerine muttali ve vâkıf olduğunu hesaba katanlar için biri manevî diğeri maddî olmak üzere iki cennet vardır: Manevî olanı Allah'ın rızası ve memnuniyetidir. "Allah'tan gelecek hoşnutluk en büyüktür," (Tevbe, 9/72). Maddî olanı ise salih amellerinden dolayı nail olacağı dünya nimetleri cinsinden maddî ni­metlerdir. O halde ey insan ve cinler! Allah'ın nimetlerinin hangisini yalan sayabilirsiniz? Cennette ebedi ve devamlı kalmanın yanında cennet nimet­lerinin emsali yoktur. Allah'ın iki veya daha fazla sayısız cennetler verme­sine ne mani olabilir?

İbni Abbas ve başka alimlerin de dediği gibi sahih olan, bu ayet-i keri­me insan ve cinleri kapsadığı ve iman edip takva sahibi oldukları takdirde cinlerin de cennete gireceğine en açık şekilde delâlet ettiğidir.

Buhari, Müslim ve Ebu Davud'un dışında diğer Sünne sahiplerinin ri­vayetine göre Ebu Musa el-Eş'arî şöyle dedi: "Firdevs cennetleri dört tane­dir: İkisinin süs eşyaları, kaplan ve içindeki her şey altındandır. Diğer iki­sinin kaplan, süs eşyalan ve içindekiler ise gümüştendir. Adn cennetinde, cennettekilerle Rableri arasında Rida-i Kibriya'dan başka bir şey yoktur."

İbni Cerir ve Neseî'nin rivayetlerine göre Ebudderda şöyle dedi: Bir gün Rasulullah (s.a.) "Rabbinin huzurunda durmaktan korkanlara iki cen­net vardır." ayetini okudu. Ben "Zina etse, hırsızlık yapsa da mı? dedim. O, ayeti tekrar etti. Ben yine aynı soruyu tekrar ettim. O, ayeti tekrar okudu. Ben yine "Zina etse, hırsızlık yapsa da mı?" dedim. Rasulullah (s.a.) "Eubd-derda'ya rağmen (o istemese de, yine de iki cennet vardır.)" dedi.

Sonra bu iki cenneti şöyle tanıttı: "Çeşit çeşit ağaçlar. O halde Rabbini­zin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" Yani her çeşidinden olgun ve kaliteli meyvelerle yüklü terütaze güzel dallar. Diğer bir manaya göre çe­şit çeşit meyveler ve ağaçlar bulunan iki cennet. O halde ey insanlar ve cin­ler! Allah'ın nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz; çünkü hiç şüphesiz bu güzellik ve bu nimetler her aklı başında insanın can attığı şeylerdir.

"Bu ikisinde akar iki kaynak vardır. O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" Yani bu iki cennetin her birinde akar iki kaynak suyu vardır. Bunlar o ağaçları sulamak için akan iki kaynaktır. Hasan el-Basrî bunların birisine Tesnim, diğerine Selsebil denildiğini söy­lemiştir. O halde Allah'ın nimetlerinin hangisi tekzip edilebilir? Çünkü bü­tün bunlar birer hakikattir, kat'îdir ve bir büyük nimettir.

"Bu ikisinde her meyveden çifte çifte vardır. O halde Rabbinizin nimet­lerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" Yani bu iki cennette keyifle yenilir her türlü meyveden iki çeşit vardır, her birinden ayrı tad alınır: Biri taze, diğeri kurudur. Dünya meyvalannın aksine onların hangisinin diğerinden daha güzel, daha üstün olduğu ayırt edilemez. Onlar henüz hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir beşerin hatırına gelmeyen cinsten meyvelerdir. O halde ey insanlar ve cinler! Bu nimetlerden hangi­sini inkâr edebilirsiniz? İbni Abbas "Ahirette olanların dünyada sadece adı vardır." demiştir. Yani aralarında dağlar kadar fark var, demek istemiştir.

Yiyecekleri zikrettikten sonra Allah döşekleri zikrederek şöyle buyurdu:

"Astarları atlastan olan minderlere yaslanırlar. O iki cennetin meyvele­ri yakındır. O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsi­niz?" Yani cennettekiler astarları atlastan olan döşekler üzerinde yatarlar, otururlar ve safa sürerler. İbni Abbas ve Ebu Hüreyre "Bu yatakların as­tarlar böyle olursa kim bilir yüzleri nasıldır?" demişlerdi. Said bin Cü-beyr'e "Astarları atlastandır, yüzleri nedendir?" diye sorulduğunda o: "O da Allah'ın "Hiç kimse onlar (müminler) için ne mutluluklar saklandığını bile­mez. " (Secde, 32/17) dediğindendir" diye cevap verdi. İbni Abbas şöyle dedi: "O minderlerin astarlan, kalpleriniz onları bulabilsin diye size tanıtıldı. Yüzlerine gelince, onu Allah'tan başka kimse bilmez."

O iki cennetin meyveleri, Cenab-ı Hakk'ın "devşirilmeleri yakındır." (Hakka, 69/23) ve "Gölgeleri onlara yakın, meyveleri de emirlerine amade kılınmış." (İnsan, 76/14). ayetlerinde ifade ettiği gibi istedikleri zaman ve istedikleri şekilde alabilecekleri şekilde onlara yakındır. Yani meyveler al­mak isteyenden uzaklaşmaz, bilakis dallarından o kişiye doğru sarkarlar. Öyleyse bu nimetlerin hangisi tekzip edillir, inkâr edilir? Sonra Allah cen­netteki huri ve kadınların özelliklerini zikrederek şöyle buyurdu:

"Oralarda gözlerini yalnız kocalarına çevirmiş kadınlar vardır ki, onlar­dan önce bunlara ne insan ne cin asla dokunmamıştır. O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" Yani orada o iki cennette dilber­ler vardır; nehirler, gözeler, döşekler ve başka şeyler vardır. Diğer bir manaya göre: Bu sayılan nimetlerin içinde iki cennet, iki göze, meyveler, döşekler vardır. Bir başka manaya göre bütün bu sayılanlar cennetlerde olacaktır. "İki cennet" denilmesi de buna delâlet etmektedir. Ve yine bu "iki cennef'te mekânların, meclislerin ve mütenezzihâtm bulunması da bunu desteklemek­tedir. Mütenezzihat, gözlerini kocalarına tahsis etmiş, onlardan başkasına bakmayan, zaten cennette yaratılmış oldukları için kendilerine daha önce ne bir insan ne bir cin, asla hiç kimsenin dokunmadığı kadınlardır. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız ey insanlar ve cinler!

Sonra Allah bu kadınların özelliklerini zikrederken şöyle buyurdu: "Sanki onlar yakut ve mercandırlar. O halde Rabbinizin nimetlerinin han­gisini yalanlayabilirsiniz ? "

Yakut ve mercan bilinen kıymetli taşlardır. Mücahid, Hasan el-Basrî, Ibni Zeyd ve diğer bazıları bu ayeti, "O kadınlar yakut parlaklığında, mercan beyazlığında" diye tefsir ederek burada mercana inci manası vermişlerdir.

Buhari ve Müslim'in Sahihlerinde Ebu Hüreyre'den rivayet ettikleri­ne göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Cennete ilk girecek zümre on dör­dündeki dolunay şeklinde, ondan sonrakiler gökteki parlak bir yıdız par­laklığında olacaktır. Bunlardan her bir insanın iki eşi olacak, etin arkasın­da baldır kemiklerindeki ilikler görülecek. Cennetteki şeyler daha göz ka­maştırıcıdır. "

Sonra Allah bu mükâfatın sebebini beyan sadedinde şöyle buyurdu: "İyiliğin mükâfatı iyilikten başka mıdır? O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" Yani dünyada güzel amel işleyenlerin mü­kâfatı, ahirette ona iyilikten başkası olmaz. "Güzel davrananlara daha gü­zel karşılık, bir de fazlası vardır." (Yunus, 10/26) ayetinde de ifade edildiği gibi bu iki cennet iman edene ve ameli salih olanadır.

Bagavî, Beyhakî, İbni Ebî Hatem ve İbni Merdüveyh'in Enes bin Ma-lik'ten naklettiğine göre Rasullullah (s.a.) "İyiliğin mükâfatı iyilikten başka mıdır?" ayetini okudu ve "Rabbiniz ne diyor anlıyor musunuz?" dedi. Onlar da Allah ve Rasulü daha iyi bilir dediler. Rasulullah, "Allah şöyle buyuru­yor" dedi: "Kendisine tevhid nimeti ihsan ettiğim kişinin mükâfatı cennet­ten başkası değildir."

Burada zikredilen büyük nimetler, bir amel karşılığı olmayıp bilakis sırf ihsan ve ikram kabilinden olunca, bunlardan sonra Allah "O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" dedi. [35]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

Bu ayetlerden şu hususlar anlaşılmaktadır:

1- Hesap vermek için Rabbinin huzuruna çıkacağından korkup da gü­nahı terkeden veya kendisinin her şeyine Rabbinin muttali olup görmesinden korkanlara iki cennet vardır. Yani her korkana iki müstakil cennet vardır. Mehdevî ve Sa'lebî, İbni Abbas'tan Rasulullah'ın şöyle dediğini zik­rederler: "O iki cennet, cennetin ortasında iki bahçedir, her biri yüz yıllık yoldur. Her bir bahçenin ortasında nurdan bir köşk vardır. O köşkte her şey şarkı mırıldanarak salınır. Yemyeşildir. Temeli sabit, ağacı sabittir."

2- Bu iki cennet çeşit çeşit meyvelerle, ağaçlarla doludur. Her birinde bir akar su vardır, her ikisi de tatlı sudur. Bunlardan biri Tesnim, diğeri Selsebil'dir.

Yine bu iki cennette meyve olarak yenilen her şeyden iki çeşit veya iki sınıf vardır, her ikisi de tatlıdır, zevkle yenir. İbni Abbas şöyle dedi: Acı ol­sun, tatlı olsun dünyada bulunan her ağaç cennette vardır. Hatta Ebu Ce­hil karpuzu bile vardır, ancak o orada tatlıdır. Cennetin meyveleri dünya-dakilerin aksine her insanın hemen alabileceği yakınlıktadır.

3- Cennettekiler astan ibrişimden döşekler üzerinde oturur ve yatar­lar. İbni Mesud ve Ebu Hüreyre'nin dediği gibi astan böyle olanın yüzü ne­dendir, var sen tahmin et. Bu, o cennetin ne kadar güzel bir yer olduğuna ve oradakilerin ne büyük nimet ve mükâfatlar içinde yaşadığına delâlet eder. Anlaşılan o ki herkese birer döşek değil pek çok döşek verilecektir. "Yaslanırlar" ifadesi de bedenin sıhhat ve afiyetini, hiçbir sıkıntı olmadığı­nı, son derece mutluluk ve haz duyduklannı gösterir.

4- O cennetlerdeki çeşitli nimetlerden biri de gözlerini eşlerine çevir­miş, başkasına bakmayan, bakire, eşlerinden önce kendilerine hiç kimse dokunmamış hanımlardır.

5- "Onlardan önce bunlara ne insan, ne cin asla dokunmamıştır." aye­tinde cinlerin de insanlar gibi temasta bulunduğuna, cennete gireceklerine ve orada onlara cinlerden hanımlar verileceğine delil vardır. Aynca cinlerin insan soyundan kadınlarla temasta bulunabileceğine de delil vardır. Ve yi­ne hurilerin, dokunulmuş olma aybından uzak ve temiz olduklanna delil vardır. Damra şöyle demiştir: Cinlerin mümin olanlanna hurilerden eşler verilecektir. Yani insan kadınlar insana, cin kadınlar cine verilecektir.

6- Bu hanımlann özelliklerinden biri de yakut berraklığında ve mer­can beyazlığında olmalandır. Tirmizî'nin İbni Mesud'dan rivayetine göre Rasullullah şöyle buyurmuştur: "Cennet ehlinin hanımlarının baldırının beyazlığı yetmiş kat elbisenin ardından görünür. Hatta ilikleri bile görü­nür." "Sanki onlar yakut ve mercandandırlar." ayeti bunu ifade etmektedir.

7- Nimetlerin sıralanışı da son derece güzeldir: Allah, önce meskeni, yani cenneti zikretti, sonra insanı dinlendiren bahçeleri beyan ederek "çe­şit çeşit ağaçlar", "o ikisinde akar iki kaynak vardır" buyurdu. Sonra "Bu ikisinde her meyveden çifte çifte vardır." buyurarak yenilecek şeyleri zikret­ti. Sonra yemeğin peşinden istirahat yeri döşeği zikretti. Sonra bu döşekte kendileri ile beraber olunacak hurileri zikretti.

8- Allah her nimetin ardından bunları inkâr edip yalan sayanları tek­dir etti. Bu nimetlerin bazıları bir amelin mukabili olurken bir kısmı da herhangi bir amelin karşılığı olmaksızın sırf Allah'ın ihsanı ve ikramıdır.

9- Ekseriyetle bu nimetler dünyada yapılan salih amellerin karşılığı­dır. Dünyada ihsan ve iyilikte bulunanın mükâfatı, ahirette ona ihsanda bulunmaktan başka ne olabilir? "İyiliğin mükâfatı iyilikten başka mıdır?" ayetinde şu üç hususa açık delâlet vardır:

a) Ahirette avam ve havas herkesten mükellefiyet kalkacak. Hamd ve şükür ise, o mevcut lezzetin üstüne ilâve ayrı bir lezzettir.

b) Kul, ahiret nimetlerinin ahvali konusunda serbest kılınmıştır. Nite­kim ayet-i kerimede "Orada onlara her çeşit meyve ve arzu ettikleri şey var­dır. " (Yasin, 36/57) buyurulmuştur.

c) İnsanın ilâhî ihsan çeşitlerinden hayal edebileceği her şey Allah'ın vaad ettiği ihsanın gerisindedir. Çünkü kerimin keremine sınır konmaz, dille tarif edilmez. Bu yüzden Allah'ın verdiği, daima kulun umduğunun üstünde olur. Onun keremine ve fazlına uygun olan da budur. [36]

 

Cennetler İçin Diğer Bir Tasvir:

 

62-  Bu ikisinden başka iki cennet daha vardır.

63-  O halde Rabbinizin nimetleri­nin hangisini yalanlayabilirsiniz?

64- Bunlar koyu yeşildirler.

65-  O halde Rabbinizin nimetleri­nin hangisini yalanlayabilirsiniz?

66-  O ikisinde devamlı fışkıran iki kaynak vardır.

67-  O halde Rabbinizin nimetleri­nin hangisini yalanlayabilirsiniz?

68-  İçlerinde meyve, hurma ve nar vardır.

69-  O halde Rabbinizin nimetleri­nin hangisini yalanlayabilirsiniz?

70-  İçlerinde güzel huylu, güzel yüzlü kadınlar vardır.

71-  O halde Rabbinizin nimetleri­nin hangisini yalanlayabilirsiniz?

72-  Otağlar içinde eşlerine tahsis edilmiş huriler vardır.

73-  O halde Rabbinizin nimetleri­nin hangisini yalanlayabilirsiniz?

74-  Bunlara onlardan önce ne bir insan, ne bir cin dokunmuştur.

75-  O halde Rabbinizin nimetleri­nin hangisini yalanlayabilirsiniz?

76-  (Eşleri) yeşil yastıklara ve hari­kulade güzel döşemelere yaslanırlar.

77-  O halde Rabbinizin nimetleri­nin hangisini yalanlayabilirsiniz?

78- Azamet ve ikram sahibi Rabbi-nin adı ne yücedir!"

 

İ'rab:

 

"Hayrâtün" kelimesinin aslı "hayyirâtün" şeklinde ya'nın şeddesi ile­dir. Böyle de okunmuştur. Ancak hafifletmek için şeddesiz okunmuştur. [37]

 

Kelime ve İbareler:

 

Allah'tan korkan mukarrabine vaad edilmiş yukarıda zikredilen "bu ikisinden başka" yani bu iki cennetten daha başka "iki cennet daha vardır, O halde Rabbinizin nimetlerini hangisini yalanlayabilirsiniz? Bunlar" çok sulanmaktan ve çok ihtimam gösterilmekten dolayı "koyu yeşildirler."

"O ikisinde devamlı" su "fışkıran iki kaynak vardır."

"İçlerinde meyve, hurma ve nar vardır." Hurma ve nar da meyve olduğu halde ayrıca zikredilmeleri değerli oluşlarından dolayıdır. Zira -Beyzavî'nin be­yanına göre- hurma hem meyve, hem gıda; nar hem meyve, hem de devadır.

Yine o iki cennetin "içlerinde güzel huylu, güzel yüzlü kadınlar vardır. Otağlar" çadır ve çardaklar "içinde eşlerine tahsis edilmiş huriler vardır." Huri beyaz tenli, gözlerinin siyahı son derece siyah, beyazı son derece be­yaz kadındır. "Bunlara onlardan önce ne bir insan, ne bir cin dokunmuş­tur." Eşleri "yeşil yastıklara ve harikulade güzel" nakışlı, işlemeli "döşeme­lere yaslanırlar, O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilir­siniz? Azamet ve ikram sahibi Rabbinin adı ne yücedir!" [38]

 

Ayetler Arası İlişki:

 

Allah geçen ayetlerde Rablerinden korkan müttakilerin mükâfatı olan cennetin bazı vasıflarını zikrettikten sonra, burada cennetin başka vasıfla­rını zikretti. Bu babda önce Allah'tan korkanlara verilecek iki cenneti, son­ra başka bir mükâfat olarak diğer iki cenneti zikretti.[39]

 

Açıklaması:

 

"Bu ikisinden başka iki cennet daha vardır. O halde Rabbinizin nimet­lerinin hangisini yalanlayabilirsiniz? Bunlar koyu yeşildirler. O halde Rab­binizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" Yani Allah'tan korkan­lara orada ayrı iki cennet daha var. Diğer bir izaha göre de ayetin manası şudur: Daha önce geçen ayetteki iki cennete sahip olan kişilerin mertebele­rinin gerisinde kalanlara mertebe ve fazilette öncekilere nispetle düşük iki cennet vardır. Hadiste şöyle geçmişti: "İki cennet var, kapıları altındadır, iki cennet daha var, kapıları ve içindeki diğer eşya gümüştendir." İlk ikisi mukarrabîn'in, son ikisi ashab-ı yemîn'indir. İlk geçen iki cennette ağaçlar, meyveler vs. var idi. Bu iki cennet de yemyeşildir. İbni Abbas, Ebu Eyyub el-Ensari, sahabe ve tabiinden diğer başka alimler "müdhâmmetân" ayeti­ni "yemyeşildir" diye tefsir etmişlerdir. Ayet için yapılan bu tefsir, Taberânî ve İbni Merdüveyh'in tahriç ettiği Ebu Eyyüb'den gelen hadis içinde riva­yet edilmiştir.

Ey insanlar ve cinler! Allah'ın nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsi­niz? Bu iki cennet gayet yeşillik, pırıl pırıl ve şırıl şırıldır. Ancak bunlar mertebe ve fazilet bakımından daha önce geçen o iki cennetten düşüktür. Yani orada ağaçları, meyve ağaçları ve meyveleri olan iki cennet, burada ise yemyeşil iki cennet var.

"O ikisinde devamlı fışkıran iki kaynak vardır. O halde Rabbinizin ni­metlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" Yani o iki cennette devamlı tatlı su fışkıran iki kaynak vardır. Yani iki cennet var, sular akıyor; iki cennet vardır, onda da sular fışkırıyor. Akmak fışkırmaktan daha kuvvetlidir. Be-ra ibni Azib şöyle dedi: Akan o iki kaynak, fışkıran iki kaynaktan daha ha­yırlıdır. Allah'ın hangi nimetini inkâr edebilirsiniz ey insan ve cin?

"İçlerinde meyve, hurma ve nar vardır. O halde Rabbinizin nimetleri­nin hangisini yalanlayabilirsiniz1?" Yani o iki cennette çok çeşitli meyvelar vardır. Hurma ve nar bunlardan bazılarıdır. Diğer meyveler arasında özel­likle bu ikisinin zikredilmesi Buhari ve başkalarının dediği gibi hâssın âmm üzerine atfı kabilinden değildir, bu onların daha güzel olduğunu, di­ğer meyvelere nispetle daha faydalı olduğunu, hem gıda hem deva oldukla­rından, hem son bahar hem de kış mevsiminde bulunduklarından başkala­rına üstün olduğunu ifade etmek içindir.

Cenab-ı Hak orada: "Bu ikisinde her meyveden çifte çifte vardır" de­mişti, burada ise "içlerinde meyve, hurma ve nar vardır." demiştir. Şüphe­siz "her" kelimesinden dolayı birincisi çeşit bakımından daha çok ve daha umumidir. İkincisinde "fâkihetün" kelimesi müsbet bir cümlede nekre gel­diği için umum ifade etmez.

Ey insanlar ve cinler! Allah'ın hangi nimetine nankörlük edersiniz? Çünkü bu nimetlere karşı hamd ve şükretmek gerekir.

"İçlerinde güzel huylu güzel yüzlü kadınlar vardır. O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" Yani bu iki cennette maddesi ve manasıyla güzel kadınlar vardır. Üstün ahlak ve fazilet sahibi yüzleri güzel hanımlar vardır. "el-Hayyirâtü" kelimesi "hayyiretün" kelimesinin çoğuludur, bu da huyu ve yüzü güzel olan saliha hatun demektir. Bu görüş cumhura aittir. Bu görüşün delili Hasan el-Basrî'nin Ümmü Seleme'den ri­vayet ettiği şu hadistir: Rasulullah'a "Ya Rasulallah "Hayrâtün hisânün" ayetinde ne kastediliyor söyler misiniz?" dedim. O da "Ahlâkı güzel, yüzleri güzel olan kadınlardır." dedi. Diğer bir hadiste huriler

"Güzel huylu güzel yüzlü dilberleriz biz" "Kerem sahibi eşler için yaratılmışız biz" diyerek şarkılar söyleyeceklerdir." şeklinde rivayet edilmiştir.

Katade'ye göre "Hayyirâtün hisânün"den maksat cennette pek çok gü­zel ve hayırlı şeylerin olduğunu ifade etmektir.

"Otağlar içinde eşlerine tahsis edilmiş huriler vardır. O halde Rabbini-zin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" Yani bu güzel huylu, güzel yüzlü kadınlar bembeyaz tenli iri ve pırıl pırıl gözleri olan hanımlardır, ortalıkta arz-ı endam etmeyen, inciden yapılmış cennet çadırlarında gizle­nen dilberlerdir. Yukarıda geçen iki cennetin kadınları "gözlerini yalnız ko­calarına çevirmiş kadınlar" şeklinde vasfedilmişti. Elbette onlar burada "otağlar içinde eşlerine tahsis edilmiş" olanlardan mertebe bakımından da­ha üstündürler. Çünkü -her ne kadar hepsi de yabancı gözlerden gizlenmiş olsa da- hiç şüphe yok ki kendiliklerinden gözlerini kocalarından ayırma-yanlar, başkası tarafından "eşlerine tahsis edilmiş" olanlardan daha üstün­dür. Arap, evinden ayrılmayan kadınları tercih eder ve över. Çünkü onlar iffetlerini daha kolay ve iyi korurlar. Allah'ın bu ve benzeri nimetlerini na­sıl yalanlayabilirsiniz?

"Bunlara onlardan önce ne bir insan, ne bir cin dokunmuştur. O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" O huriler, sırf Rab-lerinden korkan o müttakilere ait olsunlar, diye bundan önce ne insan, ne cinden hiç kimse onlara dokunmamıştır. Rabbinizin hangi nimetini inkâr edersiniz? Daha önce zikri geçen o iki cennetin kadınları, bunlardan fazla olarak "sanki onlar yakut ve mercandırlar" diye vasfedilmişti.

"Yeşil yastıklara ve harikulade güzel döşemelere yaslanırlar. O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" Yani cennet ehli cennette, desenli, sanatkârane dokunmuş, son derece alımlı halılar üzerin­de yeşil yastıklara yaslanırlar. Allah'ın hangi nimetini inkâr edebilirsiniz ey insanlar ve cinler! Daha önce zikri geçen o iki cennetin eşyalarını Allah buradakinden daha üstün vasıflarla anlattı. Orada şöyle buyurmuştu: "As­tarları atlastan olan minderlere yaslanırlar." Ve orada sayılan sıfatları "iyi­liğin (ihsanın) mükâfatı iyilikten başka mıdır?" sözüyle bitirerek o cennet­lere girenleri "ihsan" sıfatıyla anmıştı ki "ihsan (Allah'ı görür gibi ibadet etme)" ibadet mertebelerinin en yücesidir.

"Azamet ve ikram sahibi Rabbinin adı ne yücedir!" Yani izzet ve aza­met sahibi, ihlâslı kullarına nimetlerini ikram eden Allah münezzeh ve mukaddesdir. O, iclâle lâyıktır, isyan edilmez, yüceltilip ibadet olunur; şük­re lâyıktır nankörlük edilmez; daima hatırlanmaya lâyıktır, unutulmaz. Hatırlanacağı gibi yukarıda dünya nimetlerini zikrettikten sonra yaratılan her şeyin yok olacağına işaret için "Rabbin yüzü (zatı) baki kalacak." de­mişti. Burada ise ahiret nimetlerini zikrettikten sonra cennet ehlini -Al­lah'ın ismini zikrederek, O'nun ismini anmaktan haz duyarak- orada baki olacaklarına işaret etmek için "Rabbinin adı ne yücedir!" buyurdu. [40]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

Bu ayetler şu hususlara delâlet etmektedir:

1- Rabbinin huzurunda durup hesap vermekten, korkanlar için çeşitli mertebelerde dört cennet vardır. İbni Zeyd'in de ifade ettiği gibi ikisi mu-karrebîn içindir. Derece ve fazilet bakımından bunların altında olan diğer ikisi ise ashab-ı yemine verilecektir. İbni Cüreys, dört cennetin olduğunu, "Bu ikisinde her meyvadan çifte çifte vardır." ve "Akar iki kaynak vardır." ayetlerinde vasfedilen ikisinin mukarrebîne; "İçlerinde meyve, hurma ve nar vardır." ve "o ikisinde devamlı fışkıran iki kaynak vardır" ayetlerinde vasfedilen diğer ikisinin de ashab-ı yemine verileceğini söylemiştir.

2- Allah her bir gruba vereceği o iki cenneti anlattıktan sonra arala­rındaki şu farklara işaret etti:

a) İlk iki cennet hakkında "çeşit çeşit ağaçlar", diğer ikisi hakkında ise "koyu yeşil" dedi.

b) İlk ikisi hakkında "bu ikisinde akar iki kaynak vardır" derken, di­ğer ikisi hakkında "o ikisinde devamlı fışkıran iki kaynak vardır" demiştir. Fışkıran akan gibi değildir, çünkü fışkıran akandan zayıftır.

c) İlk ikisi hakkında "o ikisinde her meyvadan çifte çifte vardır" diye­rek çifte çifte olmayı belli meyvelere tahsis etmeyip genelleştirirken, diğer ikisi hakkında "onların içinde meyve, hurma ve nar var" demiş "her meyve­den" dememiştir.

Bazı âlimler nar ve hurmanın meyve grubundan sayılmayacağını, çünkü bir şeyin kendisi üzerine atfedilemiyeceğini, ancak ayrı şey üzerine atfedileceğini söylemişlerdir ki sözün zahiri budur. Cumhur ise bunların meyve grubundan sayılacağını, ancak bu ayette, diğer meyvelere göre daha güzel ve üstün oldukları için hurma ve narın tekrar edildiğini ifade etmiş­tir. Nitekim bunun benzeri başka ayetler de vardır. Meselâ: "Namazlara ve orta namaza devam edin" (Bakara, 2/238); "Kim Allah'a, meleklerine, pey­gamberlerine, Cebrail'e ve Mikail'e düşman olursa," (Bakara, 2/98) ayetleri böyledir.

Birinci görüşten hareketle Ebu Hanife, bir insan meyve yemeyeceğine yemin etse, sonra nar veya hurma yese yeminini bozmuş olmaz, demiştir. Ancak talebesi ve cumhur ona muhalif görüştedirler.

d) İlk ikisi hakkında "Oralarda gözlerini yalnız kocalarına çevirmiş kadınlar vardır." derken son iki cennetteki kadınlar hakkında "İçlerinde güzel huylu, güzel yüzlü kadınlar vardır." demiştir. Daha önce de işaret edildiği gibi kendiliğinden gözlerini kocalarından ayırmayan kadın, başka­sınca ona tahsis edilenden daha üstündür. Yine ilk zikri geçen cennetlerde-ki kadınlar hakkında "Sanki onlar yakut ve mercandırlar." demişti.

Allah hurilerden bahsederken her iki yerde de "fihinne-oralarda", di­yerek cemi zamiri kullandığı halde başka nimetlerden bahsederken "fîhi-mâ-o iki cennette vardır" şeklinde tesniye zamiri getirmiştir. Buradaki in­celik şudur: Her bir hurinin diğerinden uzak, hale uygun geniş, müstakil bir meskeni vardır. Hanımların birden fazla olması halinde bir erkek için bu daha mutluluk ve huzur vericidir. Böylece orada pek çok dinlendirici imkânlar ihsan edilmiş olmakta, sanki o hurilerin her biri bir cennet ol­maktadır. Cemi zamirinde buna bir işaret var gibidir. Kaynak sularına, meyvelere gelince onların böyle müstakil mekânlarda olmasına gerek yok­tur. Bu sebepten onlardan bahsederken zamiri sadece o iki cennete gönder­mekle yetinilmiştir.

Huriler bu dünya kadınlarından daha mı güzeldir? Bir görüşe göre; ge­rek Kur'an-ı Kerim de gerekse hadis-i şeriflerde anlatılan özelliklerine ve Rasulullah (s.a.)'in cenaze namazında ölü için dua ederken "Ona bu eşinin yerine daha hayırlı bir eş ihsan et ya Rab!" diye dua etmesine bakılırsa evet.

Diğer bir görüşe göre de; merfu olarak rivayet edilen bir hadise göre dünya kadınları, hurilerden yetmiş bin defa daha üstündür.[41]

Ancak meşhur olan şudur: Huriler dünya kadınlarından değildir, on­lar cennette yaratılmışlardır. Nitekim Allah: "Bunlara onlardan önce ne bir insan, ne bir cin dokunmuştur." buyurmuştur.

e) Allah, ilk cennettekiler hakkında "astarları atlastan olan minderle­re yaslanırlar." derken, son iki cennettekiler hakkında "yeşil yastıklara ve harikulade güzel döşemelere yaslanırlar." buyurmuştur. İlk halin daha üs­tün olduğu açıktır.

3- Allah bu surede "O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalan­layabilirsiniz?" ayetini otuzbir defa tekrar etmiştir. Bunlardan sekizini, ya­rattıklarından insanı hayrete düşürenlere sayıp dökdükten ve başlangıç, yaratılış ve sonu (mebde-mead) zikrettikten sonra, yedisini cehennemden ve korku veren sıfatlarından bahsettikten sonra, sekizini cennetleri ve cen­net ehlini anlattıktan sonra, diğer sekizini de önce geçen cennetlerden da­ha düşük mertebedeki cennetleri anlattıktan sonra zikretmiştir. Kim ilk sekizine iman eder gereği ile amel ederse, Allah'tan diğer iki sekizin her ikisini de almaya lâyık olmuş olur ve Allah da onu geçen o yediden korur.

4- Cenab-ı Hak zatını, celaline lâyık olmayan her şeyden tenzih etmiş ve sureyi bununla bitirmiştir. "Rabbin yüzü, yani zatı, sadece O baki kalır." ayetinde olduğu gibi burada da "Rabbin ismi" ifadesi tazim ve teberrük (bereket ummak) içindir. Bu son ayet-i kerimede adı geçen nimetlerin hep­sinin Allah'ın fazlından ve rahmetinden olduğunu, âsilere ceza, itaatkârla­ra mükâfat vermesinin de adaletinden olduğunu kullara bildirmektedir. Zira sure "Rahman" ismi ile başladı; Cenab-ı Hak insan ve cinleri yaratışını, gökleri ve yeri yaratışını ve zatının her an bir yaratışta olduğunu, yaratıl­mışların işlerini tanzim ve tedbir ettiğini anlattı. Sonra surenin sonunda "Azamet ve ikram sahibi Rabbinin adı ne yücedir!" dedi. Yani kendisiyle bu sureye başlanan o isim ne yücedir dedi. Sanki Allah (sureye ismi ile başla­yıp ismi ile bitirmekle) kullarına şunu bildirmektedir: Bütün bunlar sizin için benim rahmetimden çıkmıştır. Sizin yaratılmanız, sizin için yeri göğü, varlıkları, cenneti, cehennemi yaratmam da rahmetimdendir. İşte bunlar "Rahman" isminden tecelli etmektedir.[42]

 

 



[1] Tirmizî "Bu hadis garibdir." demiştir.

[2] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/165.

[3] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/166.

[4] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/166.

[5] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/166-167.

[6] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/168.

[7] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/168-169.

[8] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/170-171.

[9] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/172-173.

[10] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/174.

[11] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/174-175.

[12] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/175.

[13] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/175-177.

[14] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/177-178.

[15] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/179.

[16] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/179.

[17] İbni Kesir, IV/273.

[18] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/180-181.

[19] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/181.

[20] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/182.

[21] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/182.

[22] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/183.

[23] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/183-184.

[24] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/184-185.

[25] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/186.

[26] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/186.

[27] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/187.

[28] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/187.

[29] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/187-189.

[30] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/189.

[31] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/191.

[32] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/191.

[33] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/191.

[34] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/192.

[35] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/192-194.

[36] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/194-196.

[37] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/198.

[38] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/198.

[39] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/198.

[40] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/198-200.

[41] Kurtubî, XVII/187 v.d.

[42] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/201-203.