Rahman suresi, İbni Mesud ve Mukatil'in görüşüne göre bütünüyle
Medine'de inmiştir. Onun için bazı mushaflarda "Medenîdir" diye
yazılmıştır. Kurtubî, İbni Kesir ve cumhura göre -daha doğru olan bu
görüştür-Rahman suresi Mekkî'dir. Hasan el-Basrî, Urve ibni Zübeyr, Ikrime, Atâ
ve Cabir'in görüşü de budur. İbni Abbas'a göre "Göklerde ve yerde olan
herkes ondan ister" ayeti hariç hepsi Mekkî'dir.
Rahman suresi yetmiş sekiz ayettir. Bazıları yetmiş altı ayet
saymıştır.
Cumhurun benimsediği ve daha doğru kabul edilen görüşün delili, Urve
bin Zübeyr'den gelen şu rivayettir. O şöyle dedi: Mekke'de Rasulul-lah'tan
sonra Kur'an'ı ilk açıktan okuyan İbni Mesud'dur. Hadise şöyle oldu: Ashab-ı
kiram "Kureyş bu Kur'an'ı açıktan okunurken hiç duymadı. Onlara bunu kim
duyurabilecek?" dediklerinde İbni Mesud "Ben" dedi. As-hab
"Korkarız, sana bir şey yaparlar, biz kendisini, aşiretinin savunacağı bir
adam istiyoruz." dediler. O "Hayır, ben gideceğim" dedi ve
Makam-ı İbrahim'in yanında durup besmele çekerek Rahman suresini okumaya başladı.
Sonra sesini yükselterek devam etti. Kureyş toplantı yerlerindeydiler,
düşündüler. "Ümmü Abd'in oğlu ne diyor?" dediler. "Muhammed'in
kendisine indiğini iddia ettiğini okuyor" dediler. Sonra İbni Mesud'u
dövdüler, hatta yüzünü yaraladılar. Yine sahih rivayetlerde bildirildiğine
göre Rasulul-lah (s.a.) Nahle denilen yerde sabah namazı kılarken Rahman
suresini okudu. Oradan cinlerden bir grup geçiyordu, duydular hemen Rasulullah'a
iman ettiler.
Tirmizi'nin rivayetine göre Cabir şöyle dedi: Rasulullah (s.a.) ashabının
yanına çıktı. Onlara, Rahman suresini başından sonuna kadar okudu. Sükût
ettiler. Sonra Rasulullah (s.a.) şöyle dedi: Bu sureyi cin gecesi cinlere
okudum, sizden daha güzel karşılık veriyorlardı. "O halde Rabbinizin hangi
nimetlerini yalan sayabilirsiniz?" ayetlerine geldikçe "Nimetlerinden
hiçbir şeyi, ey Rabbimiz, yalan sayamayız, hamdimiz yalnız sanadır."[1]
İşte bu rivayetler bu surenin
Mekkî olduğuna delildir.
[2]
Bu sureye "Rahman" denilmesinin sebebi Cenab-ı Hakk'ın esmâ-i
hüs-nâsından biri olan "Rahman" adı ile başlamasındandır.
"Rahman" ismi "rahmet" kelimesinin mübalağasıdır. Rahman
sıfatmdaki merhamet manası "Rahim" sıfatındakinden daha kuvvetlidir.
"Rahman" bütün yaratılmışlara rızık verip ihsanda bulunan demektir,
"Rahim" ise Onun sadece müminlere ihsanda bulunduğunu ifade eden bir
sıfatıdır. İmam Taberî "Rahman" bütün yaratılmışları,
"Rahim" ise müminleri kapsar demiştir.
Beyhakî'nin Hz. Ali'den merfuan yaptığı rivayete göre bu surenin bir
adı da "Arûsü'l-Kur'an"dır. Rasulullah (s.a.) "Her şeyin bir
arûsu vardır. Kur'an'ın arûsu da Rahman süresidir." demiştir. Arapçada
damada da, geline de arûs denilir.
[3]
Bu surenin öncekilerle irtibatı şu hususlarda ortaya çıkar:
1-
Bu surenin tamamı bundan
önceki surenin son kısmının bir şerhi ve tafsilatıdır. Kamer suresinde
günahkarların göreceği azabı, ateşin korkunçluklarını ve kıyametin acı
taraflarını, muttakilerin nail olacağı mükafatları, cennet ve cennet ehlinin
tavsifi icmalen yapıldıktan sonra, bu surede önceki surede gelen o icmaldeki
tertibe uygun olarak kıyamet, cehennem ve cennet sıralamasına göre açılmış ve
genişletilmiştir.
2-
Allah önceki surede Nuh,
Hud, Salih ve Lût kavmi ve Firavun'un avanesi gibi geçmiş milletlerin başına
inen felâket çeşitlerini zikretmişti. Burada ise bütün insanların kendilerinde
ve dış dünyalarında, nail oldukları dinî ve dünyevî nimet çeşitleri
zikredilmektedir. Önceki sure Allah'ın kudret, azamet ve heybetine delâlet eden
Ay'ın ikiye bölünme hadisesi zikredilerek başlamıştı. Bu sure de Allah'ın
rahmet ve merhametinin bir tezahürü olan Kur'an'ın indirilmesi zikredilerek
başlamaktadır.
3-
Önceki sure Allah'ın heybet
ve azametine, yüceliğine delâlet eden iki sıfatı yani "Melîk" ve
"Muktedir" sıfatlan beyan edilerek bitmişti. Melik, mülkü, saltanatı
sonsuz; Muktedir ise, her şeye gücü yeten, kudreti büyük demektir. Bu sure ise
bu sıfatlarına yakın bir sıfat olan "Rahman" ile başlamış, O'nun
yerde ve gökte insana yaptığı ihsanının, nimetlerinin ve rahmetinin
tecellilerini beyan ederek devam etmiştir. Allah kâfirlere ve fa-cirlere karşı
azizdir, çetindir ve muktedirdir; iyilere karşı ise merhametlidir, ihsan
edicidir ve affedicidir.
[4]
Bu sure de diğer Mekkî sureler gibi ayetlerinin kısalığı, kuvvetli tesiri,
vurgulan ve fazlaca korku uyandırmasıyla temayüz eder. İtikat esasla-nndan olan
tevhidden, ilâhî kudretin delillerinden, Peygamberlik ve vahiyden, kıyametten,
cennet ve cehennemden, nimetlerden, şiddet ve korkulardan bahseder.
Surenin girişinde Allah, büyük nimetlerini saydı. Bunların ilki din,
vahiy, Kur'an'ı indirmesi ve bunu kullarına öğretmesi nimetidir. İşte bu en
büyük nimet, semavî kitapların zirvesi ve onların doğruluğunun ifadesidir.
Sonra insana onu sırf din için yarattığını bildirmek üzere insanın yaratılışından,
vahiy ve Allah'ın kitabından bahsetti. Sonra insanı diğer canlılardan ayıran
"ifade etme" özelliğini zikretti ki bu düşündüğünü konuşarak anlatma
özelliğidir.
Sonra güneş, ay, bitkiler, ağaçlar, ince dengelerle ayakta duran gökyüzü,
meyvaları, ağaçlan, ekilmiş güzel kokulu mahsulleri ile yeryüzü gibi, kâinatta
var olan asıl büyük nimetleri saydı. Diğer taraftan elle tutulmayan, maddî
olmayan başka bir varlık âlemine işaret etmiştir ki o da cinler âlemidir.
Bütün bunlara apaçık kudretini gösteren bir delil daha ilâve etti ki o
da tatlı deniz ile tuzlu denizi ayırması, topraktan samanlı hububatı ve reyhanı
çıkarması, tuzlu sudan inci ve mercanı çıkarması ve denizlerin üstünde
gemileri yürütmesidir.
Sonra eşsiz güzelliğe sahip bu varlık âlemini nihaî olarak yok eder,
zat-ı sübhaniyesinden başka hiçbir şey kalmaz. Bundan sonra kıyamet âlemi,
korku verici büyük hadiseler, günahkârların akibeti, cehennem ateşine
atılmaları başlar.
Bu elem verici manzaraya mukabil ehl-i imanın, ashab-ı yemînin, Allah'ın
huzurunda durmaktan korkanların ebedî cennetlerde nimetlere nail oluş manzarası
gelir. Bu cennetlerde çeşit çeşit ağaçlar, gözeler, nehirler, meyvalar, yumuşak
ipek döşekler, yeşil yastıklar, huriler, huyu güzel, yüzü güzel kadınlar ve
hizmetçi delikanlılar bulunur.
Allah'ın kullarına ihsan ettiği bütün bu nimetler karşısında Allah'a
hamdü sena ile bitmesi münasip olacağından, sure "Azamet ve ikram"
sahibi Rabbinin adı ne yücedir" ayetiyle bitmiştir.
[5]
1-4- O çok esirgeyici (Allah), Kur'an'ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona
beyanı öğretti.
5- Güneş ve ay bir hesapladır.
6- Bitkiler ve ağaçlar secde ederler.
7- Göğü de O yükseltti. Mizanı O
koydu.
8- Tartıda haksızlık etmeyin diye.
9- Tartıyı adaletle doğrultun, tartı-lanı eksik yapmayın.
10- Yeri, onu da canlılar için O koydu.
11- O yerde meyveler ve tomurcuktu hurma ağaçları vardır.
12- Samanlı taneler ve hoş
kokulu (bitkiler) vardır.
13- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?
"Rahman" "Kur'an", "insan" ve
"beyan" kelimelerinde seci vardır. "Göğü yükseltti-yeri
koydu" cümleleri arasında mukabele vardır.
[6]
Dünyevî ve uhrevî bütün nimetleri ihsan eden "O çok esirgeyici,
Kur'an'ı öğretti." Varlık cinsi olarak "insanı yarattı, ona"
düşündüğünü ifade etmek, aldığı vahyi, bildiği hakkı, öğrendiği dini başkasına
anlatmak demek olan "beyanı öğretti."
"Güneş ve ay "m kendilerine ayrılan yörüngelerinde akıp
gitmeleri rastgele değil, Allah tarafından konulan ince "bir
hesapladır."
Yerden bitip buğday, arpa gibi gövdesi olmayan "bitkiler ve"
hurma ve diğer meyve ağaçlan gibi gövdesi olan "ağaçlar", mükelleflerden
kendi irade ve istekleriyle secde edenlerin boyun eğdiği gibi onlar da tabiî
olarak Allah'ın murad ettiği hususlarda Ona boyun eğerek "secde
ederler."
"Göğü de" hem mekân hem de mertebe olarak "O
yükseltti" Varlıklardaki "Mizanı" yani nizamı, dengeyi ve
adaleti "O" var edip "koydu." Hadis-i şerifte Rasulullah
(s.a.) "Adaletle (denge ile) gökler ve yer ayakta durur."
buyurmuştur.
Mizanı koyması tartılan şeylerde zulmetmeyin, haddi aşmayın, insafı
elden bırakmayın ve "Tartıda haksızlık etmeyin diye." Öyleyse
"Tartıyı adaletle doğrultun," tartıyı düzgün tutun, "tartılanı
eksik yapmayın. Doğrultun ... eksik yapmayın." diyerek tekrar etmesi bu
konunun önemine dikkat çekmek içindir.
'Yeri; onu da" insan, cin ve diğer "canlılar için O
koydu", O sabitleştir-di ve düzledi.
"O yerde" zevkle yenen çeşit çeşit "meyveler ve
tomurcuklu hurma ağaçları vardır" buğday, arpa, darı gibi "samanlı
taneler ve hoş kokulu bitkiler vardır. O halde" ey insanlar ve cinler,
"Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" Buradaki
istifham, takriridir. Bu ayet, bu surede otuz bir defa zikredilmektedir. Allah
her nimeti zikredişinde onu yalan saymaya kalkışmayı ayıpladı. Benzeri insan
sözünde de bulunur. Mesela kişi iyilik yaptığı insana hatırlatmak ve itap etmek
için "Ben sana şu imkanı, sağlamadım mı? Seni su sıkıntıdan kurtararak
iyilikte bulunmadım mı?" gibi sözler söyler. Surede zikredilen nimetler
her defasında farklı şeyler olduğundan ayet tekrarlanmıştır. Bu üslûp
Araplarda çok rastlanan, alışılmış bir üslûptur. Mesela Mühelhel'in Küleyb için
söylediği mersiye buna bir örnektir:
Küleyb'in dengi yoktur.
Eman verenin eman verdiği zulme uğrayınca
Küleyb'in dengi yoktur
Sert esen çöl rüzgârından dikenli dallar sallanınca
Küleyb'in dengi yoktur
Perde arkasındaki güzel yerinden çıkınca
Küleyb'in dengi yoktur İşlerin fısıltısı açığa vurulunca
Küleyb 'in dengi yoktur.
Surdaki deliklerden hücum korkusu gelince
Küleyb'in dengi yoktur.
O büyük işin kökünden halledilmesi sabahı gelince
Küleyb'in dengi yoktur. Eman isteyen kişi hayırlı birisi olunca Bu
tarzda başka kasideler de söylenmiştir.
[7]
"O çok esirgeyici Allah, Kur'an'ı öğretti." Yani Allah'ın
dünyada ve ahi-rette varlıklara karşı raKmeti geniştir. Ümmetine öğretmesi için
kulu Mu-hammed'e Kur'an'ı indirdi ve onu insanlara karşı kesin bir hüccet kıldı
ve merhamet ettiklerine onun ezberlenmesini ve anlaşılmasını kolaylaştırdı. Bu
ayetler "Muhakkak onu ona bir beşer öğretiyor." (Nahl, 16/103) diyen
Mekkelilere bir cevaptır.
Bu sure Allah'ın kullarına ihsan ettiği nimetleri bir bir saymak için
inmiş ve bunların en kıymetlisi ve en faydalısı hepsinden önce beyan edilmiştir
ki o da kullarına Kur'an öğretme nimetidir. Zira bu nimet dünya ve ahi-ret
saadetinin kaynağıdır. Sonra Allah insanı yaratma ve ona kâinatı imar etme
yetenek ve gücünü ihsan etme nimetini hatırlatarak şöyle buyurdu:
"İnsanı yarattı, ona beyanı öğretti." Yani Allah insan
cinsini yarattı ve başkalarıyla konuşması, çevresiyle anlaşabilmesi, böylece
aralarında yardımlaşma, ülfet ve ünsiyet meydana gelmesi için ona konuşmayı ve
düşündüklerini ifade etmeyi öğretti. Bununla öğretmenin unsurları tamamlanmış
oldu: Kitap ve öğretici Kur'an ve peygamber, öğrenci de insan. Öğrenmenin yolu
ve keyfiyeti ise beyandır.
Sonra Allah öğrenme sahasını teşkil eden birtakım ulvî şeyler zikrederek
şöyle buyurdu:
"Güneş ve ay bir hesapladır." Yani gündüzü aydınlatan parlak
güneş, gecenin nuru ay, her kişi de burçlarında ve belirlenmiş güzergâhında
bilinen, takdir ve tanzim edilen, ince bir hesapla akıp giderler, yollarından
çıkmazlar. Bu hareketleriyle ay ve güneş çeşitli mevsimleri, ayların ve senelerin
sayısını, ziraat mevsimlerini, insanlar arasındaki işlemlerin zamanlarını ve
insan ömrünü gösterirler; gerek insanlar, gerekse bitki ve diğer canlıllar için
büyük faydalar sağlarlar. "O, sabahı aydınlatandır. O, geceyi dinlenme
zamanı, güneş ve ayı birer hesap ölçüsü kılmıştır. İşte bu, aziz olan, pek iyi
bilen Allah'ın takdiridir." (En'am, 6/96) ayetinde de Ce-nab-ı Hakkın
buyurduğu gibi Ay ve Güneş hiç karışmayan ve değişmeyen, kanunlaşmış bir
hesapla birbirlerini takip ederler.
Sonra Allah süflî arzın âlemlerinden bazılarını zikrederek şöyle
buyurdu: "Bitkiler ve ağaçlar secde ederler." Yani gövde kısmı
olmayan bitkiler ve gövdesi olan ağaçlar, mükellef insanların kendi
istekleriyle secde edip boyun eğdikleri gibi onlar da yapılan icabı Allah'ın
murad ettiği hususta, O'na boyun eğer. Zira bu bitkilerin muayyen bir zamanda
ve sınırlı bir müddet için yerden çıkışları ve çeşitli şekil, renk, miktar, tat
ve koku bakımından insana gıda ve istifade edilebilir nimet olarak sunulması
Allah'ın kudretine boyun eğmesi demektir.
Sonra Allah eşya arasındaki dengeye ve alış-verişlerde adaletli
davranma zaruretine dikkat çekerek şöyle buyurdu:
"Göğü de O yükseltti, mizanı O koydu, tartıda haksızlık etmeyin
diye." Yani Allah semayı arzın üstünde, yerini ye rütbesini yüksek kıldı,
ulvî ve süflî âlemlerdeki dengeyi koydu, eşyanın alış-verişle mübadelesi
esnasında tartı aleti kullanırken adalet ve insafı elden bırakmamanız için
emrettiği o adaleti arza yerleştirdi. Nitekim bir başka ayette bu şöyle ifade
edilmiştir: "Andolsun ki biz elçilerimizi açık açık burhanlarla gönderdik
ve insanların adaleti ayakta tutmaları için beraberlerinde de kitabı ve mizanı
indirdik." (Hadid, 57/25). İşte bu tartıda haksızlığa yasak eden bir
nehiydir.
Allah adaletli davranmanın gereğini vurgulayarak şöyle buyurdu:
"Tartıyı adaletle doğrultun, tartılanı eksik yapmayın. 'Yani tartınızı
doğru yapın; eksik, noksan yapmayın, hak ve adaleti gözeterek "Doğru
terazi ile tartın." (Şuara, 26/182).
Bu tekrarın maksadı "adil davranın" emrini te'kit içindir.
Allah burada önce adaleti emretti, sonra ziyade yapmak suretiyle haddi aşmak
demek olan "tuğyanı", daha sonra da eksik ve noksan yapmak demek
olan "hüsran"ı yasak etti.
Sonra semanın mukabili arzdaki nimetini zikrederek şöyle buyurdu:
"Yeri, onu da canlılar için O koydu" Yani Allah göğü
yükselttiği gibi, yeri de koydu, istifade edilebilmesi için serdi ve hazırladı,
canlılar, üzerinde durabilsin diye yüksek ve ulu dağlarla onu yerleştirdi,
sakinleştirdi. Sonra Allah o yeryüzünde insanların yaşamasına vesile olan
şeylerden bahsederek şöyle buyurdu:
"O yerde meyveler ve tomurcuklu hurma ağaçları vardır. Samanlı taneler
ve hoş kokulu (bitkiler) vardır." Yani çeşitli renk, koku ve tatta meyve
olarak yenilenler, bir müddet sonra hurma olacak tomurcuklarla yüklü hurma
ağaçlan, arpa, buğday ve mısır gibi sap ve samanı olup ana gıda maddesi olan
hububat, güzel kokulu yaprakları olup koklanabilen çeşit çeşit nimetler
yeryüzündedir.
"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini
yalanlayabilirsiniz." Yani ey insanlar ve cinler Rabbinizin yukarıda
sayılan nimetlerinden hangisini inkâr edebilirsiniz. Burada hitap, insan ve
cinler âlemine, her ikisinedir. Bu ayetin bu sure de, nimetlerden bir veya
birkaçınım özelliği sayıldıktan sonra otuzbir defa tekrar ettiğini öğrenmiştik.
Bu nimetlerin hatırlatılma-sını te'kit, önemine dikkat çekmek ve insan ve
cinnin bunları ikrar etmelerini temin için Allah bu ayeti her iki nimet arasına
bir ayırıcı olarak koymuştur. "Rabbinizin..." ifadesi, bu nimetlerin
asıl kaynağının, kullarının beslenme ve gelişmesini tekellüf eden Allah
olduğunu, dolayısıyla ihsan ettiği bu nimetlere karşı hamd ve şükre lâyık
olanın o olduğunu beyan etmek içindir.
[8]
Bu ayeti kerimeler şu hususlara delâlet etmektedir:
1-
Allah Rahman suresinde dinî,
dünyevî ve uhrevî büyük nimetlerini saydı ve her bir nimetten sonra da bir
taraftan bu nimetleri inkâr edenlere bir korku ve dehşet vermek ve azarlamak,
diğer tarafdan o nimeti hatırlatıp dikkat çekmek için "O halde Rabbinizin
nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" ayetini zikretmiştir.
Rivayet olunur ki Kays bin Asım el-Minkârî Rasulullah'a: "Sana
indirilenden bana oku!" dedi, o da Rahman suresini okudu. Kays
"Tekrar oku!" dedi. Rasulullah üç defa tekrar etti. Sonunda Kays:
"Vallahi bunda bir güzellik var, üzerinde lezzet var, dibi bereketli,
tepesi meyveli, bunu asla bir beşer söyleyemez ve ben şehadet ederim ki
Allah'tan başka ilâh yoktur, sen de Allah'ın elçisisin" dedi.
2-
İlk nimet -ki o nimetlerin
en büyüğü ve en kıymetlisi beşeriyetin hayatını değiştiren Kur'an'ı indirme
nimetidir. Bu hakkın sesi kıyamete kadar devam edecektir.
3-
İkinci ve üçüncü nimet
kâinatın imarı için insan cinsini yaratması ve ona beyanı yani konuşma, düşünme
ve anlamayı öğretmesidir. Bu özelliği insanın diğer canlılardan üstün
kılındığını gösteren şeylerden biridir.
4- Dördüncü ve beşinci nimet
kendi yörüngelerinde hesaplara göre akıp giden ve bu güzergâhlarım asla bırakıp
sapmayan ay ve güneşin yaratılmasıdır ki bu ikisi vasıtasıyla ile zamanlar,
vadeler ve ömürler hesaplanır.
5-
Altıncı nimet, gövdesi
olmayan bitkileri ve gövdeli ağaçlan yaratıp bunları ilâhî iradesine boyun
eğdirmesi ve insanlığın istifadesine sunmasıdır.
6- Yedince ve sekizinci nimet,
mekân ve mertebe olarak semayı yerden yükseklerde yaratması, yer yüzünde
yapılmasını emrettiği adaleti koyması ve yerde ve gökte dengeleri
yerleştirmesidir.
7- Dokuzuncu nimet, insanlar
arası işlemlerde adaleti sağlamak, niza-yı önlemek, istikran garanti altına
almak ve aralanndaki sevgi, muhabbet ve kaynaşmanın devamım sağlamak için tartı
aleti (yani birimini veya bu ölçme kavramını) yaratmasıdır.
Bunun için adalet ve eşitliği emrettikten sonra tartıda haddi aşmak
veya kendi lehine fazla yapmak manasında olan "tuğyan"ı nehyetmiş,
sonra ölçek ve tartıda noksan ve eksik yapmak demek olan "husran"ı
yasak etmiştir. Nitekim ayet-i kerimelerde şöyle buyurmuştur: "Ölçekde ve
tartıda hile yapanların vay haline. Ki onlar insanlardan ölçekle aldıkları
zaman tastamam alanlar, onlara ölçekle veya tartı ile verdikleri zaman
eksiltenler-dir." (Mutaffifîn, 83/1-3); "Ölçüyü ve tartıyı eksik
yapmayın." (Hud, 11/84).
Katade bu ayet hakkında şöyle demişti: "Ey ademoğlu! Kendine nasıl
adaletli davranılmasım istiyorsan, başkasına öyle adil davran. Nasıl kendine
tastamam verilmesini istiyorsan, başkasına öyle yap. Çünkü adalet insanların
iyiliğidir."
8-
Onuncu nimet, arzı insanlar
için sermesi ve düzgün şekilde yaratmasıdır.
9- Onbirinci nimet, yer
yüzünde insan ve hayvanların gıdasına ve yaşamasına yarayan her şeyin
bulunması, hurmanın kaynağı olan hurma ağaçlarının bitirilmesi ve buğday ve
arpa gibi hububatın yetişmesidir. On ikinci ayette geçen "asf' kelimesi
saman veya ağaç ve bitki yaprağı demektir.
10-
Bütün bu nimetleri
zikrettikten sonra insanların ve cinlerin bunları ikrar etmeleri ve geçen
hatırlatmaları te'kit için, Allah onlara hitaben "Rabbinizin nimetlerinin
hangisini yalanlayabilirsiniz'?" dedi. Yukarıda da geçtiği gibi
Tirmizî'nin rivayet ettiği hadiste Cabir bin Abdullah şöyle dedi: Rasulullah
bize Rahman suresini sonuna kadar okudu, sonra "Niçin susuyorsunuz?
Vallahi cinler sizden daha güzel karşılık veriyorlardı. Onlara bu ayetleri her
okuyuşumda "Nimetlerinden hiçbir şeyi ya Rabbi, yalanlaya-mayız, hamd
sanadır." diyorlardı." buyurdu.
[9]
14- O, insanı pişmiş çamura benzeyen bir balçıktan yarattı.
15- Cinleri de yalın bir ateşten yarattı.
16- O halde, Rabbinizin nimetleri- nin hangisini yalanlayabilirsiniz.
18-O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz? İki
denizi saldı, birbirlerine kavuşurlar.
20- Aralarında bir engel vardır, birbirlerine karışmazlar.
21- O halde Rabbinizin nimetlerinin
hangisini yalanlayabilirsiniz?
22' ° iki denizden inci ve mercan
çıkar.
23- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?
24- Denizde dağlar gibi yükselen gemiler de O'nundur.
25- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?
"İnsanı balçıktan yarattı", "cinleri de yalın bir
ateşten yarattı" ayetleri arasında mukabele vardır.
"Denizde dağlar gibi yükselen gemiler" cümlesinde teşbih
vardır. Yani gemiler, büyüklük ve bir şeyin üstünde sağlam durmak bakımından
dağlara benzetilmiştir.
[10]
"O, insanı" yani insanın aslı olan Âdem'i, vurulduğunda ses
veren "pişmiş çamura benzeyen" kuru "bir balçıktan yarattı"
"Cinleri" yani cinleri aslı olan İblisi "de" dumanı
olmayan, saf "yalın bir ateşten yarattı."
"İki doğunun ve iki batının" yani güneşin yazın ve kışın
değişen doğma ve batma yerlerinin "Rabbidir."
Tatlı ve tuzlu "İki denizi saldı" karışmadan
"birbirlerine kavuşurlar. Aralarında" kudretten "bir engel
vardır" bu sayede "birbirlerine karışmazlar."
"O iki denizden" biri olan tuzlusundan "inci ve mercan
çıkar."
"Denizde" büyük ve yüksek "dağlar gibi yükselen"
inşa edilmiş "gemilerde O'nundur."
[11]
İnsanoğluna verilen nimetlerin asılları sayıldıktan, yer ve gökten
meydana gelen büyük âlemin yaratılışı zikredildikten sonra Allah, bunlardan
bazılarının durumlarını izah etmeyi murad etti. Bunlar da küçük âlem olan insan
ve cinnin yaratılışının aslı, güneşin doğduğu ve battığı yerlerin beyanı,
Cenab-ı Hakk'ın doğuya ve batıya, denizlere ve denizlerdeki inci ve mercana,
birlik ve kudretini gösteren dağlar gibi gemilerin deniz üzerinde yürümesine
hükmetmesi gibi hususlardır.
[12]
"O, insanı pişmiş çamura benzeyen bir balçıktan yarattı."
Yani Allah insanın aslını, topraktan yapılıp ateşte pişirilmiş, vurulduğu zaman
ses veren kerpice benzer kuru bir çamurdan yarattı. Bu teşbih insanın sağlamlığını
ve parçalarının ayrılmaz olduğunu ifade etmeyi amaçlamaktadır.
Yaratılış merhaleleri itibariyle bunun açıklanmasında Kur'an-ı
Ke-rim'in ifadeleri çeşitlilik arzeder: Bazan topraktan, değişken çamurdan yaratıldığını
söylerken bazan da ele yapışan mahiyetteki bir çamurdan yaratıldığını ifade
etmiştir. Bu şuna işarettir: Âdem (a.s.) önce topraktan yaratıldı, sonra çamur
haline geldi, sonra değişken, şekil tutmayan çamur, sonra ele yapışan özlü
çamur daha sonra da pişmiş kerpiç gibi oldu. Sanki bütün bu çeşitlerden
yaratıldığı ifade edilmek istenmektedir.
"Cinleri de yalın bir ateşten yarattı." Yani cinleri ateşin
ucundan yani sarı, kırmızı ve yeşil gibi çeşitli renklerde görülen dumansız saf
alevden yarattı. Ahmed bin Hanbel'in Hz. Ayşe'den rivayetine göre Rasulullah
(s.a.) şöyle buyurdu: "Melekler nurdan, cinler saf alevden, Âdem de size
vasfedi-len şeyden yaratıldı."
"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini
yalanlayabilirsiniz." Yani ey insanlar ve cinler Allah'ın nimetlerinden
hangisini yalanlıyor ve bu elle tutulan gözle görülen nimetlerin hangisini
inkâr ediyorsunuz?
"İki doğunun ve iki batının Rabbidir." Yani O, yaz ve kış
güneşin doğduğu iki doğunun, battığı iki batının Rabbidir. İşte onun bu farklı
ufuklardan doğup batması sebebiyle mevsimler oluşur, havalar soğuktan sıcağa
değişir ve insanların menfaatine daha nice hadiseler olur.
"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?"
"Doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim" ayetinde doğu
ve batının çoğul gelmesine gelince: Bunun sebebi, insanlara nispetle güneşin
doğduğu ufkun hergün değişmesidir. Yine bir başka ayette "Doğunun ve
batının Rabbi" (Müzzemmil, 73/9) şeklinde müfred gelmesi ise cins murad
edildiği içindir.
Bu şekilde doğu ve batının değişmesinde insanlar dahil bütün varlıkların
yaran olunca Allah "O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?"
dedi. Mesela güneş kuzey yarım kürede yengeç burcundan doğduğunda yaz olurken,
güneyde oğlak burcundan doğduğunda yaz olur. Bu sırada kuzeyde mevsim kıştır.
Güneş yaz-kış aynı yerden doğup batsaydı mevsimler meydana gelmez, ziraat
yapılamazdı.
Allah karadaki nimetlerini böylece beyan ettikten sonra denizdeki nimetlerini
de zikrederek şöyle buyurdu:
"İki denizi saldı, birbirine kavuşurlar. Aralarında bir engel
vardır, birbirlerine karışmazlar." Yani biri tatlı, diğeri tuzlu iki
denizi bitişik yarattı, aralarında gözle görünen bir ayırıcı yok. Bununla
beraber aradaki görülmeyen bir engelden dolayı birbirlerine girip karışmazlar,
ayrı olarak devam edip giderler. Nitekim başka bir ayette bu şöyle ifade
edilmiştir: "Birinin suyu tatlı ve susuzluğu giderici, diğerininki tuzlu
ve acı iki denizi salıveren ve aralarına bir engel, aşılmaz bir sınır koyan
O'dur." (Furkan, 25/53).
"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini
yalanlayabilirsiniz?" Yani ey insanlar ve cinler bu nimetlerin veya
menfaatlerin hangisini yalanlarsınız? Tatlısı; içmek, hayvan ve bitkileri
sulamak için; tuzlusu ise aşağıdaki ayet-i kerimede geleceği gibi inci ve
mercan çıkarmak ve daha nice yararlar içindir.
"O iki denizden inci ve mercan çıkar." Yani o denizlerin
tuzlu olanından inci ve mercan çıkar.
"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini
yalanlayabilirsiniz?" Yani ey insanlar ve cinler! Allah'ın size ihsan
ettiği bu apaçık nimetlerinden hangisini inkâr edebilirsiniz? Bu ayetlerin her
birinde hiç kimsenin reddedemeyeceği, inkâra gücü yetmeyeceği şeyler vardır.
"Denizde dağlar gibi yükselen gemiler de O'nundur." yani
tahtaları yanyana getirilip monte edilen, direkleri ve yelkenleri dağ gibi
yükselen, denizlerde akıp giden o gemileri yapma düşüncesini ilham eden
Allah'tır. O gemiler denizlerde bir beldeden diğerine, bir kıtadan ötekine
yolcu, yük, eşya, gıda maddesi, erzak ve alet taşır. Hatta günümüzde bazı
petrol tankerlerinin taşıma kapasitesi beşyüz bin tona ulaşmıştır. Diğer
tarafdan harp uçak gemileri, korkunç atom denizaltıları vardır. Allah dileseydi
denizi buna müsait yaratmaz gemiler de su üstünde duramazdı.
Ayette geçen "el-münşe'ât" kelimesi ya
"yükseltilmiş" manasına veya "inşa edilmiş, yapılmış, icad
edilmiş" manasındadır. Her ne kadar bu kelime büyük ve küçük her tür gemi
için kullanılsa da, dağlara teşbih edilmesinden büyük gemiler için
kullanıldığı anlaşılmaktadır. Gökler, yerler, göklerdeki ve yerdeki her şey
Allah'ın olmasına rağmen özellikle "gemiler O'nundur" denilmesinin
sebebi, insanların mallarının ve canlarının Allah'ın kudret elinde olduğunu,
bu gemilerde başka hiç kimsenin tasarruf yetkisinin olmadığını ifade etmek
içindir?
"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini
yalanlayabilirsiniz?" Yani ey insanlar ve cinler, Allah'ın nimetlerinden
hangisini yalanlayabilirsiniz? Bu çeşit çeşit nimetler sizin için yaratıldı.
Büyük büyük gemilerin yapılışı, onların denizde akıp gidişi, uzak mesafeleri
yakınlaştırması, ve dünyanın uzak uzak bölgeleri arasında bağlantı kurması ve
diğer ülkelerdeki insanların istifade etmesi için ticarî ve sınaî malların
taşınması gibi hususlarda Allah'ın kudretini inkâr etmeniz mümkün mü?
[13]
Bu ayetler şu hususları bildirmektedir:
1- İnsanın yaratılışının aslı
önce topraktan, sonra balçıktan, sonra yapışkan çamurdandır, gıdası da toprağa
ve suya dayanır. Sonunda varacağı yer de yaratıldığı topraktır, sonra kıyamet
günü o topraktan çıkacaktır.
2-
Cinlerin aslı ise ateşin
alevidir veya yeşil, sarı, kırmızının birbirine karıştığı kuvvetli alev saçan
parıltılı kısmından yaratılmışlardır.
3- Allah doğunun ve batının
Rabbidir, yaz ve kış münasebeti ile ayrı ayrı görülen iki doğunun ve iki
batının Rabbidir ve her gün güneşin doğduğu ve battığı ufukların değişmesi ile
görülen doğuların ve batıların Rabbidir.
4- Allah tatlı ve tuzlu olmak
üzere denizlere ve büyük okyanuslara iki su saldı ve aralarına birini diğerine
karıştırmayan bir engel koydu. İşte bu Allah'ın kudret ve azametini gösteren
bir büyük ayettir.
5- Allah insanların maslahat
ve menfaati için topraktan hububat ve güzel kokulu bitkiler çıkardığı gibi,
tuzlu denizlerden de inci ve mercan çıkardı. Bu ayette "Onlardan inci ve
mercan çıkar." denildi, halbuki inci-mer-can yalnız tuzlu denizden çıkar.
Bunun sebebi şudur: Arap iki cinsi önce beraber söyler sonra da sadece birine
ait haberi verir. Mesela şu ayette de böyledir: "Ey ins ve cin topluluğu,
size sizden peygamberler gelmedi mi?" (En'am, 6/130). Halbuki Peygamberler
cinlerden değil, insanlardandır. Kel-bî ve başkalarının görüşü bu yöndedir.
Zeccac'a göre Allah burada her iki denizi de zikretmiştir. Çünkü birisinden bir
şey çıkarsa, ikisinden çıkmış demektir. Bu aynen şu ayetteki gibidir:
"Görmediniz mi Allah tabakalar halinde yedi göğü nasıl yarattı ve onlarda
ayı bir nur kıldı." (Nuh, 71/15-16). Halbuki ay sadece dünya semasındadır.
Lakin yedisini de zikretti. Sanki birisinde olan, hepsinde vardır.
Ebu Ali el-Farisî'ye göre bu "muzafin hazfı" kabilindendir.
Yani ayetin manası "onlardan inci ve mercan çıkar" yerine
"onların birinden ..." şeklinde olur. Nitekim "Dediler ki: Bu
Kur'an iki şehirden bir büyük adama indi-rilse, olmaz mıydı?" (Zuhruf,
43/31) ayeti de böyledir. Yani "iki şehirden bir adama" değil de,
"iki şehrin birinden bir adama" şeklinde anlaşılır.
6-
Aslında denizdeki gemiye
Allah'tan başka hiç kimse sahip olamaz. Çünkü denizlerde başka hiç kimsenin
tasarruf etme kudreti yoktur. Bunun içindir ki Allah denizlerde gemilerin
yürütülmesi nimetini insanlara hatırlattı. Gemi yolcularının mallan ve canlan
denizin yüzünde Allah'ın kudret kabsazındadır. Havada atmosferin
derinliklerinde uçaklann uçmasında da durum budur.
Denizdeki gemiler, karadaki dağlar gibidir; havadaki uçaklar, kuşlar ve yıldızlar gibidir. Gemilerin denizlerde yüzlerce ton yük taşıması gibi uçaklann da havada taşıdığı herkesin malumudur.
7- Daha önce de açıklandığı
gibi ins ve cinne bu sayısız nimetleri itiraf ettirmek ve bunlan inkâr edenleri
azarlamak için Allah her nimetin ardından "O halde Rabbinizin
nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" ayetini getirdi. Buraya
kadar zikredilenlerin özeti şudur: İnsanı ve cinleri Allah'ın yarattığını,
doğu-batı, ay-güneş, bitkiler, ağaçlar, ekilip-biçilenler, nehirler ve denizler
ile inci ve mercan üzerinde yegane tasarruf sahibinin Allah olduğunu, gemi
yapılacak malzemeyi yaratıp bunlarla nasıl gemi yapılacağını irşad ve ilham
edenin ve sebeplerini yaratarak denizde gemiyi yürütenin Allah olduğunu kim
inkâr edebilir? Her ne kadar görünüşte bunlan yapan insan olsa da, ancak o bunu
Allah'ın ilham etmesi, yol göstermesi ve muvaffak kılmasıyla yapabilmektedir.
[14]
26- Yeryüzünde bulunan her canlı fanidir.
27- Azamet ve ikram sahibi Rabbinin zatı baki kalacak.
28- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?
29- Göklerde ve yerde herkes O'n-dan ister. Hergün O bir iştedir.
30- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?
"Vechü rabbike: Rabbinin yüzü" ifadesi mecaz-ı mürseldir.
Cüz'ü zikir küllü murad kabilinden, "yüz" zikredilmiş Allah Tealâ'nın
kendisi, zatı murad edilmiştir.
[15]
İnsan olsun, hayvan olsun, "yeryüzünde bulunan her canlı" ve
diğer varlıklar "fanidir." Canlı cansız her şey fani olduğu halde
ayet-i kerimede akıllı varlıkları ifade eden "men" lafzının
kullanılması akılların etkinliğini ifade etmek içindir. Bir başka tefsire göre
yeryüzünde bulunan insan ve cin hepsi fanidir." demektir.
Ancak "Azamet ve ikram sahibi Rabbinin zatı baki kalacak. O halde
Rabbinizin" daha önce zikredilen "nimetlerinin ve ardından daimî ve
ebedî hayatın geleceği o fani olmaya dair haberlerinin "hangisini
yalanlayabilirsiniz. ?"
"Göklerde ve yerde ne varsa," hepsi ya açıkça veya lisan-ı
haliyle muhtaç olduğu rızkı ve saadeti "O'ndan ister. Her gün O bir
iştedir." Ezeldeki hükme uygun olarak yaratır, öldürür, diriltir, aziz
kılar, zelil eder, zengin eder, fakir eder, dua edene icabet eder, isteyene
verir vs. Velhasıl her an bir yaratmadadır.
"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini
yalanlayabilirsiniz?"
Dinî, dünyevî ve uhrevî birçok nimeti sayıp dökdükten ve insanın kendinde
ve dış aleminde bulunan delillerle zatının birliğine ve kudretine delil
getirdikten sonra, Allah bütün kâinatın ölümlü olduğunu ilan etti ve bütün
dünyevî nimetlerin ve kâinatın fani olduğunu, ancak zatının baki kalacağını
haber verdi.
[16]
'Yeryüzünde bulunan her canlı fanidir. (Ancak) azamet ve ikram sahibi
Rabbinin zatı baki kalacaktır." Yani yer yüzünde bulunan insan ve hayvan
bütün canlılar, Allah'ın diledikleri hariç bütün gök ehli ölüp yok olacaklar,
hepsinin hayatı sona erecek. Ancak azamet ve kibriya sahibi, ihlâslı kullarına
ikram ve ihsanda bulunan Allah'ın zatı baki kalacaktır. "Celâl ve ikram"
sıfatları Allah'ın azametini beyan eden sıfatlanndandır. Nimetlerin en büyüğü
de bu yok olmanın ardından mükâfat vaktinin gelmesidir. Tir-mizî'nin Enes'ten
rivayet ettiği hadiste Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Dualarınızda
"Ey celal ve ikram sahibi" diye dua edin." Rasulullah (s.a.)
namaz kılarken "Ey celal ve ikram sahibi" diyen birine rastladı ve
ona "Senin duan kabul olundu." dedi.
Allah Rasulünün rivayet edilen duaları içinde "Ey celal ve ikram
sahibi" lafızları da geçmektedir. Bunlardan biri şöyledir:
"Ya Hayyu ya Kayyum, Ya bedfa's-semavati ve'l-arz, Ya Ze'1-celali
vel-ikram, Lâilâhe illâ ente bi-rahmetike nesteğîsü, aslih lena şe'nenâ
küllehu, velâ tekilnâ ilâ enfüsinâ tarfete aynin, velâ ilâ ehadin min
halkike."
Şu ayet-i kerimede sadedinde bulunduğumuz ayetin bir benzeridir:
"Allah'ın zatı hariç, her şey helak olacaktır. Hüküm O'nundur, O'na döndürüleceksiniz.
" (Kasas, 28/88). İbni Kesir şöyle dedi: Allah bu Rahman ayetinde yüzünü,
yani zatını "celal ve ikram sahibi" diye vasfetti. Bunun manası
şudur: Allah yüceltilmeye lâyıktır; isyan edilmez, itaat edilmeye lâyıktır,
muhalefet edilmez. İbni Abbas şöyle dedi: Celal ve ikram sahibi demek, azamet
ve kibriya sahibi demektir.[17]
"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini
yalanlayabilirsiniz?" Ey insanlar ve cinler Rabbinizin bu nimetlerinden
hangisini inkâr edebilirsiniz? İnsanlar ve diğer bütün canlılar hepsi vefat
edip sonra ahiret yurduna gitmekte müsavidirler. Orada celal ve ikram sahibi
Allah onlar hakkında adil hükmü ile hükmedecektir. Fani olma, baki kalmak ve
ebedi hayat için bir yoldur. Öyleyse fani olmakta, ölümde eşit olma nimeti,
nesillerin birbirini takip etme nimeti, mutlak adalet nimeti, fani dünyadan
maddî ve ruhî nimetleri bulunan ceza ve mükâfat dünyası olan ebedî ahiret
yurduna intikal etme nimeti vardır. O halde bu büyük nimetleri tekzip etme
sizden nasıl sadır olabilir?
"Göklerde ve yerde herkes ondan ister. Her gün O bir iştedir."
Yani bütün gök ehli ve dünyadakiler muhtaç oldukları her şeyi ondan isterler.
Se-malardakiler O'ndan bağışlanmalarını ister, ama nzık istemezler. Dünyadakiler
ise her ikisini de isterler. Melekler de insanlar için hem rızık, hem de
mağfiret isterler. O halde ne melekler âlemi, ne de insanlar ve cinler âlemi
O'ndan müstağni olamazlar. Maddenin kendisine münasip olana ihtiyacı olur,
bitkiler kendi varlıklarını devam ettirecek şeye ihtiyaç duyarlar, insan maddî
ve manevî hayatını ayakta tutacak şeylere, hayvan devamını sağlayacak
unsurlara ihtiyaç duyar.
Bu ayet-i kerime Allah'ın hiçbir varlığına muhtaç olmadığım, ama bütün
varlıkların her an O'na muhtaç olduklarını ve halleri ve dilleriyle hep O'ndan
istedikleri, Cenab-ı Hakk'ın her gün ve her an bir faaliyette olduğunu, bu
cümleden olarak her an dirilttiğini, öldürdüğünü, rızık verdiğini, zengin ve
fakir yaptığını, aziz ve zelil ettiğini, hasta edip şifa verdiğini, kimine
verip kimine vermediğini, affedip cezalandırdığını ve sayılmayacak kadar benzeri
haller üzre olduğunu haber vermektedir.
İbni Cerir, Taberani ve İbni Asâkir'in Abdullah bin Münib el-Ezdî'den
rivayet ettiklerine göre Rasullulah (s.a.) "Hergün O bir işdedir"
ayetini okudu. Biz "Ya Rasulallah bu iş nedir?" deyince O "Bir
günahı affetmesi, bir sıkıntıyı gidermesi, bazılarını yükseltip diğer
bazılarını zelil etmesidir." diye cevap verdi.
"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini
yalanlayabilirsiniz?" Yani Allah'ın hangi nimetini inkâr edebilirsiniz?
Zira Onun kullarının işlerini yürütmede işinin muhtelif oluşu, inkârı mümkün
olmayan, hiçbir inkarcı için inkârı kolay olmayan bir nimettir.
[18]
Bu ayetler şu hususları ifade etmektedir:
1- Kıyamet günü yok olma,
göklerde ve yerde bulunan bütün canlılar için kesin bir husustur. Bundan sonra
baki kalma, azamet ve kibriya, izzet ve celâl sahibi, şirk ve daha başka zatına
lâyık olmayan her şeyden münezzeh olan ve ihlaslı kullarına ikramda bulunacak
olan Allah'a mahsustur.
İbni Abbas şöyle dedi: "Yeryüzündeki her canlı fanidir" ayeti
indiğinde meleklerin "yerdekiler helak olacak" demesi üzerine
"Allah'ın zatı hariç, her şey helak olacak." ayeti indi. Böylece
melekler de yok olacaklarına inandılar.
2- Göklerde ve yerdekiler
muhtaç oldukları her şeyi Allah'tan isterler: Gök ehli mağfiret ister, dünya
ehli mağfiret ve rızık ister. Allah her gün bir işte, yani yaratma, var
etmededir. Diriltmesi, öldürmesi, aziz ve zelil etmesi, nzık verip vermemesi,
O'nun şanındandır. Buhari (Tarih'inde) İbni Ma-ce ve İbni Hıbban, Ebudderda'dan
rivayet ettiklerine göre Rasulullah (s.a.) "O her gün bir şende
(işte)dir." ayeti hakkında şöyle demiştir: "Bir günahı affetmesi, bir
sıkıntıyı defetmesi, bazılarını yüceltip bazılarını zelil etmesi O'nun
şe'nindendir (işindendir)."
[19]
31- Ey insanlar ve cinler! Sizin için boşalacağız.
32- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsin?
33- Ey insan ve cin
toplulukları, göklerin ve yerin bucaklarından geçip gitmeye gücünüz yeterse,
geçin gidin. Ancak büyük bir güçle geçebilirsiniz.
34- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?
35- Üzerinize ateşten bir alev ve bir duman gönderilir de aranızda
yar-dımlaşamazsımz.
36- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?
"...sizin için vakit ayıracağız." ifadesi temsilî istiaredir.
Ahirette insanların hesaba çekilmesi, bir iş için vakit ayırmaya
benzetilmiştir. Halbuki Allah'ı hiçbir şey meşgul etmez. Öyleyse bu temsilî bir
ifadedir. Zira Allah hesaba çekme konusunda zatını, bir iş için vakit ayıran
kişinin haline benzetmiştir.
"...gücünüz yeterse geçip gidin" emri burada, onların
acizliğini ortaya koymak içindir.
[20]
"Ey insan ve cin" kıyamet gününde "sizin için" sizi
hesaba çekmek için de "vakit ayıracağız" acele etmeyin. Bu bir tehdit
ifadesidir.
"Ey insan ve cin toplulukları" Allah'tan kaçmak, onun
hükmünden firar etmek için "göklerin ve yerin bucaklarından geçip
gitmeye", kenarından, köşesinden çıkıp kaçmaya "gücünüz yeterse,
geçin gidin." Ama bunu yapamazsınız. Bunu "ancak büyük bir güçle
geçebilirsiniz."
"Üzerinize ateşten" dumansız saf "bir alev ve "
alevsiz "bir duman gönderilir de, aranızda yardımlaşamazsınız." Bu
azaptan kaçamazsınız, mutlaka mahşere sevkolunursunuz.
[21]
Allah, insana ihsan ettiği ilmi öğretmesi, insanı, yeri göğü ve onlardaki
varlıkları yaratması gibi nimetleri açıkladıktan ve bütün bunların kıyamet
günü yok olacağını haber verdikten sonra, kıyamet günü insanların hesaba çekilip
amellerinin karşılığını göreceklerini bildirdi. Herkes yaptığının karşılığını
alacak, gönderdiği iyi amelin sevabına nail olacaktır. Bu cezadan ne kaçıp
kurtulma, ne de onu kabul etmeme gibi bir şey vardır.
[22]
"Ey insanlar ve cinler! Sizin için vakit ayıracağız." Yani
sizin hesabınızı görmek ve yaptıklarınızın karşılığını vermek için de vakit
ayıracağız. İnsan ve cin taifesine sekaleyn denilmesi, gerek hayat gerekse
ölümleri halinde bu iki varlığın yere ağırlık vermesinden dolayıdır. Çünkü
"sekal" ağırlık demektir. Ayetteki bu ifadede Allah tarafından
kullara şiddetli bir tehdit vardır. Cenab-ı Hakkı hiçbir şeyin meşgul
etmeyeceği de asla unutulmamalıdır.
"Sekaleyn" kelimesinin yukarıdaki şekilde tefsir edilişi
sahih hadislerde gelmiştir: "Onu sakaleyn hariç, her şey işitir."
Hadisin bir başka rivayetinde ise "sekaleyn" yerine "insan ve
cin" kelimeleri gelmiştir. Bu "Sur" hadisinde
"sekaleyn", insan ve cin diye beyan edilmiştir.
"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?"
Yani ey insan ve cin topluluğu Allah'ın nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?
İyilik yapanlara sevap, kötülük yapanlara ceza vermek suretiyle varlıklara
karşı adil davranması, hiç kimseye zulmetmemesi, O'nun nimetlerinden biridir.
Bu cezadan kurtuluş da yoktur. Allah şöyle buyuruyor: "Ey insan ve
cin toplulukları, göklerin ve yerin bucaklarından geçip gitmeye gücünüz yeterse
geçin gidin. Ancak büyük bir güçle geçebilirsiniz." Yani ey insanlar ve
cinler, Allah'ın takdirinden ve hükmünden, emir ve tasarrufundan kaçıp
kurtulmak için göklerin ve yerin köşesinden bucağından dışarı çıkabilecek-seniz
çıkın ve kendinizi kurtarın. Bu kurtuluşu ve hükmünden kaçışı da, ancak bir güç
ve kuvvetle yapabilirsiniz; bu güç kuvvet de sizde yok. Öyleyse kaçmamız
mümkün değildir.
Bu ayetin bir benzeri de şudur: "Kötülük yapanlara gelince:
Kötülüğün cezası misli iledir. Onları zillet kaplayacaktır. Onları Allah'a
karşı koruyacak hiç kimse yoktur. Onların yüzleri sanki karanlık geceden bir
parçaya bürünmüştür. İşte onlar da cehennem ehlidir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
" (Yunus, 10/27).
"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini
yalanlayabilirsiniz"?" Allah'ın nimetlerinin hangisini
yalanlıyorsunuz ey ins ve cin? İkaz ve uyarılarını önceden yapması da bu
nimetlerden biridir. Bak, iyilik edeni teşvik ediyor, kötülük yapanı
korkutuyor. Allah herkesi cezalandırmaya kadirdir, hiç kimse kurtulamaz. Mutlak
kudret sahibi olmasına rağmen, affedebilir de. Bu da başka bir nimettir. Ayette
"gücünüz yeterse, geçin" şeklinde cemi sigasıyla gelmesi insanların
ve cinlerin aczini, Allah'ın mülkünün azametini beyan içindir.
"Üzerinize ateşten bir alev ve bir duman gönderilir de, aranızda
yar-dımlaşamazsınız." Yani göklerden ve yerden çıksanız bile ey ins ve
cin, Allah size ateşten bir sel veya dumansız bir alev ile dumanlı bir ateş
musallat kılar veya başınızdan erimiş bakır döker de Allah'ın azabından yine
kurtulamazsınız. "en-Nühas" kelimesi ya alevsiz duman veya başlara
dökülen erimiş bakır demektir. "Aleykümâ" zamirinin tesniye gelmesi
gönderilecek azabın ne insan ve cinlerin tamamına, ne de sadece birine
gönderilmeyeceğini, bilâkis her iki taifeden bazılarına gönderileceğini
açıklamak içindir. "Felâ-tentasırân" fiilinin tesniye gelmesi ile de,
her iki taife kastedilmektedir. "Ey insanlar ve cinler! Birbirinize
yardım edemezsiniz." demektir.
"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini
yalanlayabilirsiniz?" Bu tehdit bir lütuftur, itaatkârla isyankârı ayırmak
birincisini mükâfatlandırıp ikincisini cezalandırmak da Allah'ın
nimetlerindendir.
[23]
Bu ayetler şu hususlara delâlet etmektedir:
1- Kıyamette insanların ve
cinlerin amellerinin mutlaka hesabı görülecek ve hesap veya ceza için ilâhî
irade fiilen tamamlanacaktır. Bu ifade, hesap gününden çekinmeleri ve ceza
gününden korkmaları için Allah tarafından kullarına bir tehdittir.
2- Bu hesap insanlar gibi
cinlerin de şer'î mükellefiyetlerle muhatap olduklarının açık bir delilidir.
Onlar da mükelleftir; emrolunmuşlar, nehyo-lunmuşlar, aynen insanlar gibi
mükâfat alacaklar, ceza göreceklerdir. Onların mümini insanların mümini,
kâfiri de insanların kâfiri gibidir. Bu hususta onlarla aramızda fark yoktur.
3-
İnsan ve cinlerin
amellerinin hesaba çekilmesinden asla kaçış ve kurtuluş yoktur, hiçbir şekilde
azaptan kaçıp kurtulamazlar. Ancak Allah'ın izniyle bir güç onlara eman
verirse (şefaat ederse) başka. Aksi halde kimse onlara eman veremez.
Bu ayette cinnin insandan önce zikredilmesinin sebebi, eğer mümkün
olacaksa göklerin ve yerin bucaklarından geçip gitme cinlere daha lâyıktır.
Halbuki -imkansız ama- Kur'an'ın bir benzeri getirilebilecek olsa, onu
getirebilen insan olurdu. Onun için şu ayette önce insan, sonra cin
zikredilmistir: "De ki: Andolsun, Bu Kur'an'ın bir benzerini ortaya koymak
üzere insan ve cin bir araya gelseler, birbirlerine destek de olsalar, onun
benzerini ortaya koyamazlar." (İsra, 17/88).
4-
Ey insanlar ve cinler, her
hangi bir taraftan çıkmış olsanız dahi sizin üzerinize ateş ve duman veya
başlarınızdan aşağı dökülen eritilmiş bakır gönderilir de çıkıp gitmenize mani
olacak o azap sizi yakalar, birbirinize yardım da edemezsiniz.
5-
İnsanlardan ve cinlerden
birinin bu nimetlerden bir şey inkâr etmesi nasıl doğru olur? Çünkü hesap
haktır, ceza haktır. Bunlardan maksat, hakkı tam anlamıyla ortaya koymak,
mutlak adaleti göstermektir. Korkutup vazgeçirmek veya korku göstererek
muhalefet ve isyandan çekinme ve kaçınmayı Allah'ın her şeye kadir ve malik
oluşunu, kudret ve azametinin eksiksiz itiraf ve ikrar edilmesini sağlamaktır.
[24]
37- Artık gök yarılıp kızarmış yağ gibi bir gül olduğu zaman.
38- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?
39- İşte o gün ne insana, ne
cinne günahı sorulmaz.
40- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?
41- Günahkârlar simalarından tanınır da, perçemlerinden ve ayaklarından
yakalanırlar.
42- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?
43- İşte bu, günahkârların yalan
saydıkları cehennemdir.
44- Onlar cehennemle kaynar su
arasında dolaşır dururlar.
"Fe-yu'hazü bi'n-nevâsî ve'1-akdâm" ayetinde câr ve mecrûr
naibi fail yerinde gelmiştir. "Yu'hazü" fiilinde
"el-mücrimîn" kelimesine giden bir zamir yoktur. Ancak Basralılara
göre burada bir zamir takdir edilir. Buna göre mana mealde verdiğimiz gibi
"perçemlerinden ve ayaklarından yakalanır" olur. Kûfelilere göre
"bi'n-nevâsî ve'1-akdâm" kelimelerinde elif ve lam "hum"
zamiri yerine geçer ve "Adn cennetleri. Onlar için kapılar
açılmıştır." ayetindeki ifade gibi olur, yani "kapılan"
demektir. [Sadedinde bulunduğumuz ayet de "perçemler ve ayaklar
yakalanır" yerine "Perçemlerinden ve ayaklarından yakalanır."
şeklinde olur]. Buna insanların kullanımından da misal vardır. Meselâ:
"Zeyd, mala gelince çoktur" derler. Yani "Zeyd'in malı çoktur"
demektir.
[25]
"...gök yarılıp kızarmış yağ gibi bir gül..." teşbih-i
beliğdir. Burada benzerlik yönü ve edatı zikredilmemiştir. "Kırmızılıkta
gül gibi" demektir.
[26]
"Artık gök yarılıp" şimdiki halinin aksine "kızarmış yağ
gibi bir gül" veya kırmızı deri gibi "olduğu zaman." Bu cümlenin
"O ne korkunç olur!" takdirindeki cevabı zikredilmemiştir. '"O
halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz? İşte o gün ne
insana ne cinne günahı sorulmaz. Sorgulanmayacakları bu an kabirlerinden çıkıp
mahşere doğru gittikleri andır. "Rabbine yemin olsun biz muhakkak onların
hepsine soracağız." (Hıcr, 15/92) ayetindeki sorgu ise mahşerde hesap
sırasındaki sorgudur. "O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini
yalanlayabilirsiniz1?" "Günahkârlar simalarından" alâmetlerinden
"tanınır da perçemlerinden" başlarının ön kısımlarından "ve
ayaklarından yakalanırlar." yani ayakları ile başlan birleştirilerek ateşe
atılırlar. "O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini
yalanlayabilirsiniz?" "İşte bu günahkârların yalan saydıkları
cehennemdir. Onlar" atılıp yakılacakları "cehennemle kaynar su
arasında dolaşır, dururlar. " Ateşin hararetinden bunalıp su
istediklerinde o sudan içirilirler.
[27]
Bu ayetler ahiret ve ceza ahvalinden bahseden diğer bir halkadır: Allah
hesabın dehşetini, mutlaka olacağını ve ondan kurtulmanın veya kaçmanın mümkün
olmadığını zikrettikten sonra bu âleme arız olacak değişimden ve kâinat
nizamının bozulmasından bahsetti. Öyle ki; gök yarılır, yağ gibi erir, kâfirler
özel alâmetleriyle başkalarından ayırt edileceğinden o gün onlara soru sormaya
hacet kalmaz. Sonra perçemlerinden ve ayaklarından yakalanarak cehenneme
fırlatılırlar, yanacakları ateş ile son derece sıcak kaynar su arasında
dolaştırılırlar ve kendilerine "işte yalanladığınız cehennem budur"
denilir.
[28]
"Üzerinize dumansız ateş gönderildiği vakit birbirinize yardım da
edemezsiniz" ayetinin peşinden gelen "feizen şakkati's-sema"
ayeti "fe-i takip" ile başladı. Buna göre mana şöyle olur: Gök
yarılıp eridiği ve yer gök, hava hepsi ateş olduğu zaman birbirinize nasıl
yardım edebilirsiniz?
"Artık gök yarılıp kızarmış yağ gibi bir gül olduğu zaman."
Yani kıyamet günü gelip gök yarıldığı, kırmızı bir gül gibi olup dağıldığı ve
yağ gibi eridiği, bir başka manaya göre kırmızı deri (sahtiyan) gibi
renklendiği zaman. Burada anlatılmak istenen şudur: Gökyüzü zeytin yağı gibi
erir ve renkten renge girer: Bazan kırmızı, bazan sarı, bazan mavi, bazan yeşil
olur. İşte bu, emrin şiddetinden ve kıyametin dehşetindendir.
Bu ayetin benzeri birçok ayet vardır. Mesela: "Gök yarıldığı
zaman" (İnşikak, 84/1 ve İnfitar, 82/1); "Gök de yarılır ve artık o
gün o çökmeye yüz tutar." (Hakka, 69/16); "O gün gökyüzü beyaz
bulutlar ile yarılacak ve melekler bölük bölük indirileceklerdir." (Furkan,
25/25).
"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini
yalanlayabilirsiniz?" Allah'ın nimetlerinin hangisini inkâr edersiniz ey
insanlar ve cinler! Çünkü verilen bu haberlerde, duyanı kötülükten alıkoyacak
bir korku ve dehşet var. Bütün bu olanlardan sonra Allah'ın hangi nimetini
tekzip edebilirsiniz?
"İşte o gün ne insana ne cinne günahı sorulmaz." Yani gök
yanldığı zaman ne insandan, ne cinden hiç kimsenin günahı sorulmaz, çünkü
onlar daha kabirlerinden çıkarken simalarından tanınırlar. Ve çünkü Allah kullarının
hesabına amelleri tespit edip zaptetti. Mücahid bu ayet hakkında "melekler
mücrimleri sormazlar, çünkü onlar simalarından bilinirler, ma-nasındadır."
demiştir.
Bu manayı ifade eden bir ayet de şudur: "Bu, dillerinin tutulacağı
bir gündür. Onlara izin de verilmez ki özür dilesinler." (Mürselat;
77/35-36). Ancak "Rablerine yemin olsun ki onların hepsine yapmış
olduklarını mutlaka soracağız." (Hicr, 15/92). ve "Tutuklayın
onları, çünkü onlar sorgulanacaklar. " (Saffat, 37/24) ayetlerinde ifade
edildiği üzere mücrimler daha sonra, başka bir merhalede, beşeriyetin hesap
meydanında bütün amellerinden sorgulandığı günde sorguya çekileceklerdir.
"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini
yalanlayabilirsiniz?" İşte bu günde Allah'ın mümin kullarına ihsan ettiği
nimetlerden hangisini inkâr edebilirsiniz. Bunlardan biri de insanlar
günahlardan sakınsınlar ve akıllarını başlarına alsınlar diye önceden uyarması
ve korkutmasıdır.
Sonra Allah mücrimlere günahlarının sorulmamasının sebebini beyan
ederek şöyle buyurdu:
"Günahkârlar simalarından tanınır da perçemlerinden ve ayaklarından
yakalanırlar." Yani kâfirler ve facirler kabirlerinden çıktıkları gün alâmetlerinden
tanınırlar da perçemlerinden ve ayaklarından tutulup birleştirilir ve melekler
tarafından ateşe fırlatılırlar. Onların alâmetleri siyah yüzlü, mavi gözlü
olmaları ve derin bir hüzün ve bedbinlik içinde bulunmalarıdır. Perçem,
"en-Nâsıyeti" kelimesinin karşılığıdır. "Nasiye" alına ve
saçın ön kısmına denir.
"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini
yalanlayabilirsiniz?" Önceden uyarılıp ikaz edilmişsiniz, ahiret âleminde
beklenen akibeti öğrenmişsiniz, hâlâ hangi nimeti inkâra kalkışıyorsunuz ey
insanlar ve cinler!
"İşte bu, günahkârların yalan saydıkları cehennemdir. Onlar cehennem
ile kaynar su arasında dolaşır dururlar." Burada şu cümle takdir edilmelidir.
Bu sırada onlar azarlanarak şöyle denilecek: İşte bu müşahede edip gördüğünüz
şey, varlığını tekzip edip olacağını inkâr edegeldiğiniz cehennemdir. İşte
şimdi gözünüzle görüyorsunuz, önünüzde duruyor.
Onlar bazan cehennemde yakılarak, bazan da hamimden (cehennem
içeceğinden) bir şey içirilerek azap olunacaklar. "Hamim" ya içecek
olur veya içildiğinde eritilmiş bakır gibi bağırsakları ve iç organları
parçalayan son derece sıcak kaynar su olur. Nitekim ayet-i kerimede bu şöyle
ifade edilir: "Boyunlarında demir halkalar ve zincirler olduğu halde sıcak
suya sürüklenecekler, sonra da ateşte yakılacaklar." (Gâfir, 40/71-72).
"... inkâr edenler için ateşten bir elbise biçilmiştir. Onların başlarının
üstünden kaynar su dökülecektir. Bununla karınlarının içindekiler ve derileri
eritilecek-tir." (Hac, 22/19-21).
"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini
yalanlayabilirsiniz?" Yani önceden yapılan bu uyarı ve açıklamalardan
sonra hangi nimeti tekzip edersiniz ey insanlar ve cinler!
[29]
Bu ayetler şu hususlara işaret etmektedir:
1- Göğün yarılması veya
parçalanması, ateşten alevler gönderilmesinin ardından meydana gelecektir. Gök
parçalandığı zaman kırmızı gül rengini almasında ve yağ gibi erimesinde,
hakiki kırmızı deri (sahtiyan) gibi olacaktır. Yağa benzetilmesi renk yönünden
değil, erimesi yönündendir. Güle ise renk bakımından benzetilmiştir.
2-
Kıyamet günü uzun süreceği
için onun çeşitli merhaleleri olacaktır. Mesela kabirlerinden çıktıklarında ve
cehenneme yerleştiklerinde hesap sorulmayacak ama hesap meydanında henüz
cennete veya cehenneme gitmeden önce sorgulanacaklardır.
3- Burada sorgu-sualden
maksat, bilindiği üzre kendilerine "İçinizden günahkâr kimdir?"
şeklinde sorulması değildir. Zaten mücrim kâfirler ve fa-cirler açık alâmetleri
ile müminlerden ayırt edileceklerdir. Onlar -daha önce geçtiği gibi- siyah
yüzlü, mavi gözlü, son derece hüzünlü ve kederli olacak. Melekler
perçemlerinden ve ayaklarından tutup onları ateşe atacak.
4- Tahkir ve tezlil için,
azarlamak ve paylamak için kâfirlere: "İşte size haber verilip de yalan
saydığınız ateş budur." Bir hamimde (kaynar suda) bir cahim (ateş) de azap
olunurlar.
5- Her nimetin ardından Allah
"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?"
diyerek kullarına nimetlerini hatırlattı. Çünkü Allah'ın kâfirleri içinde
bulundukları isyan, şirk ve benzeri günahlardan alıkoysun diye onları gelecek
azap ve musibete karşı uyarması, âsileri cezalandırıp müttakileri
mükâfatlandırması, O'nun yarattıklarına karşı ihsanından, rahmetinden,
adaletinden ve lutfundandır.
[30]
46- Rabbinin huzurunda (hesap
için) durmaktan korkanlara iki cennet vardır.
47- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?
48- Çeşit çeşit ağaçlar.
49- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?
50- Bu ikisinde akar iki kaynak vardır
51- °halde ?»bbinİ2İn nimetlerinin
hangisini yalan sayabilirsiniz?
52- Bu ikisinde her meyveden çifte
çifte vardır.
53- ° halde Rabbinizin nimetlerinin
hangisini yalan sayabilirsiniz?
54- Astarlan atlastan olan minderlere yaslanırlar. O iki cennetin mey
veleri yakındır.
55' ° halde Rabbinizin nimetlerinin
hangisini yalanlayabilirsiniz?
56" Oralarda gözlerini yalnız kocala- nna çevirmiş kadınlar vardır
ki onlardan önce bunlara ne insan, ne
cin asla dokurunanııstır.
57- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?
58- Sanki onlar yakut ve mercandırlar.
59- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?
60- İyiliğin mükâfatı iyilikten başka mıdır?
61- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?
"Fîhinne kâsırâtü't-tarfi: Oralarda gözünü yalnız zevcelerine
hasretmişler vardır." ifadesinde mevsuf yani
"kadınlar-hanımlar" hazfedilmiş, düşürülmüş ve böylece icaz (özlü
söz söyleme sanatı) yapılmıştır.
[31]
İsyandan uzak durup itaat ederek "Rabbinin huzurunda" hesap
vermek için "durmaktan korkanlara" ruhanî ve cismanî olmak üzere
"iki cennet vardır." Korku, emin olmanın zıddıdır ki ileride hoşa
gitmeyecek bir şeyin meydana geleceği beklentisi içinde olmaktır.
"5u ikisinde" yani o iki cennette, cennet ehlinin dilediği
şekilde "akar iki kaynak vardır."
Yine "Bu ikisinde" kuru ve yaş olmak üzere "her meyveden
çifte çifte vardır."
Uyku ve istirahat için "astarları atlastan olan minderlere
yaslanırlar. O iki cennetin meyveleri" ayakta duramn, oturanın ve yatanın
erişebileceği şekilde "yakındır."
"Oralarda" yani o iki cennette ve cennetlerdeki köşklerde,
döşeklerde, bir başka tefsire göre adı geçen bu nimetlerin içinde bir de
"gözlerini yalnız kocalarına çevirmiş kadınlar vardır ki onlardan önce
bunlara ne insan, ne cin asla dokunmamıştır." Bu ayette cinlerin de
temasta, ilişkide bulunduğuna delil vardır.
"Sanki onlar" o kadınlar "yakut ve mercandırlar. O halde
Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz1?"
"İyiliğin mükâfatı iyilikten" cennetten "başka
mıdır1?"
Yakut, saf parlak bir taştır. Mercan ise denizden çıkarılan kırmızımsı
kıymetli taştır. Ayete verilen bir diğer mana da şöyledir: "Onlar küçük
tane inciler gibi saf ve beyaz tenlidirler." İncinin küçüğü büyüğünden
daha parlak bir beyazlığa sahiptir.
[32]
İbni Ebî Hatem, İbni Şevzeb'den "Rabbinin huzurunda durmaktan
korkanlara..." ayetinin (46. ayet) Ebu Bekir Sıddık hakkında indiğini rivayet
etmiştir. Yine İbni Ebi Hatem ve İbni Hayyan'ın rivayetine göre Atâ şöyle dedi:
Bir gün Ebu Bekir kıyametten, teraziden, cennet ve cehennemden bahsetti ve
"İsterdim ki ben şu yeşil otlardan bir ot olayım da bir hayvan gelip beni
yesin, ben tekrar yaratılmayayım." dedi. Bunun üzerine "Rabbinin
huzurunda durmaktan korkanlara iki cennet vardır." ayeti indi.
[33]
Allah, mücrimlerin yani müşriklerin, kâfirlerin ve isyankâr facirlerin
karşılaşacakları çeşitli uhrevî azapları beyan ettikten sonra burada da gizli
ve aşikâr her yerde Rablerinden korkan müminler, müttakiler için cennette
hazırladığı maddî ve manevî çeşitli nimetleri zikretti ki bunlar köşkler, yem
yeşil bağlar bahçeler, akar sular, çeşitli meyveler, ipek döşekler, yakut gibi
temiz, inci veya mercan gibi beyaz güzel hurilerdir. Bütün bunlar, dünyada yaptıkları
salih, hayırlı amellerin karşılığıdır. Kısacası Allah cehennem ehlinin
durumlarını zikrettikten sonra, hayırlı kullar için hazırladıklarım zikretti.
[34]
"Rabbinin huzurunda durmaktan korkanlara iki cennet vardır. O halde
Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" Yani Allah'tan
korkan ve daima onun murakabesi altında olduğunu bilip de hesap günü hesaba
çekilmek için kulların Allah'ın huzurunda duracağı anın heybetinden ürperen ve
daima Allah'ın kendisinin ahvaline, söz ve fiillerine muttali ve vâkıf olduğunu
hesaba katanlar için biri manevî diğeri maddî olmak üzere iki cennet vardır:
Manevî olanı Allah'ın rızası ve memnuniyetidir. "Allah'tan gelecek
hoşnutluk en büyüktür," (Tevbe, 9/72). Maddî olanı ise salih amellerinden
dolayı nail olacağı dünya nimetleri cinsinden maddî nimetlerdir. O halde ey
insan ve cinler! Allah'ın nimetlerinin hangisini yalan sayabilirsiniz? Cennette
ebedi ve devamlı kalmanın yanında cennet nimetlerinin emsali yoktur. Allah'ın
iki veya daha fazla sayısız cennetler vermesine ne mani olabilir?
İbni Abbas ve başka alimlerin de dediği gibi sahih olan, bu ayet-i kerime
insan ve cinleri kapsadığı ve iman edip takva sahibi oldukları takdirde
cinlerin de cennete gireceğine en açık şekilde delâlet ettiğidir.
Buhari, Müslim ve Ebu Davud'un dışında diğer Sünne sahiplerinin rivayetine
göre Ebu Musa el-Eş'arî şöyle dedi: "Firdevs cennetleri dört tanedir:
İkisinin süs eşyaları, kaplan ve içindeki her şey altındandır. Diğer ikisinin
kaplan, süs eşyalan ve içindekiler ise gümüştendir. Adn cennetinde, cennettekilerle
Rableri arasında Rida-i Kibriya'dan başka bir şey yoktur."
İbni Cerir ve Neseî'nin rivayetlerine göre Ebudderda şöyle dedi: Bir
gün Rasulullah (s.a.) "Rabbinin huzurunda durmaktan korkanlara iki cennet
vardır." ayetini okudu. Ben "Zina etse, hırsızlık yapsa da mı? dedim.
O, ayeti tekrar etti. Ben yine aynı soruyu tekrar ettim. O, ayeti tekrar okudu.
Ben yine "Zina etse, hırsızlık yapsa da mı?" dedim. Rasulullah (s.a.)
"Eubd-derda'ya rağmen (o istemese de, yine de iki cennet vardır.)"
dedi.
Sonra bu iki cenneti şöyle tanıttı: "Çeşit çeşit ağaçlar. O halde
Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" Yani her
çeşidinden olgun ve kaliteli meyvelerle yüklü terütaze güzel dallar. Diğer bir
manaya göre çeşit çeşit meyveler ve ağaçlar bulunan iki cennet. O halde ey
insanlar ve cinler! Allah'ın nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz; çünkü
hiç şüphesiz bu güzellik ve bu nimetler her aklı başında insanın can attığı
şeylerdir.
"Bu ikisinde akar iki kaynak vardır. O halde Rabbinizin nimetlerinin
hangisini yalanlayabilirsiniz?" Yani bu iki cennetin her birinde akar iki
kaynak suyu vardır. Bunlar o ağaçları sulamak için akan iki kaynaktır. Hasan
el-Basrî bunların birisine Tesnim, diğerine Selsebil denildiğini söylemiştir.
O halde Allah'ın nimetlerinin hangisi tekzip edilebilir? Çünkü bütün bunlar
birer hakikattir, kat'îdir ve bir büyük nimettir.
"Bu ikisinde her meyveden çifte çifte vardır. O halde Rabbinizin
nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" Yani bu iki cennette keyifle
yenilir her türlü meyveden iki çeşit vardır, her birinden ayrı tad alınır: Biri
taze, diğeri kurudur. Dünya meyvalannın aksine onların hangisinin diğerinden
daha güzel, daha üstün olduğu ayırt edilemez. Onlar henüz hiçbir gözün
görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir beşerin hatırına gelmeyen
cinsten meyvelerdir. O halde ey insanlar ve cinler! Bu nimetlerden hangisini
inkâr edebilirsiniz? İbni Abbas "Ahirette olanların dünyada sadece adı
vardır." demiştir. Yani aralarında dağlar kadar fark var, demek istemiştir.
Yiyecekleri zikrettikten sonra Allah döşekleri zikrederek şöyle
buyurdu:
"Astarları atlastan olan minderlere yaslanırlar. O iki cennetin
meyveleri yakındır. O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?"
Yani cennettekiler astarları atlastan olan döşekler üzerinde yatarlar,
otururlar ve safa sürerler. İbni Abbas ve Ebu Hüreyre "Bu yatakların astarlar
böyle olursa kim bilir yüzleri nasıldır?" demişlerdi. Said bin Cü-beyr'e
"Astarları atlastandır, yüzleri nedendir?" diye sorulduğunda o:
"O da Allah'ın "Hiç kimse onlar (müminler) için ne mutluluklar
saklandığını bilemez. " (Secde, 32/17) dediğindendir" diye cevap
verdi. İbni Abbas şöyle dedi: "O minderlerin astarlan, kalpleriniz onları
bulabilsin diye size tanıtıldı. Yüzlerine gelince, onu Allah'tan başka kimse
bilmez."
O iki cennetin meyveleri, Cenab-ı Hakk'ın "devşirilmeleri
yakındır." (Hakka, 69/23) ve "Gölgeleri onlara yakın, meyveleri de
emirlerine amade kılınmış." (İnsan, 76/14). ayetlerinde ifade ettiği gibi
istedikleri zaman ve istedikleri şekilde alabilecekleri şekilde onlara
yakındır. Yani meyveler almak isteyenden uzaklaşmaz, bilakis dallarından o
kişiye doğru sarkarlar. Öyleyse bu nimetlerin hangisi tekzip edillir, inkâr
edilir? Sonra Allah cennetteki huri ve kadınların özelliklerini zikrederek
şöyle buyurdu:
"Oralarda gözlerini yalnız kocalarına çevirmiş kadınlar vardır ki,
onlardan önce bunlara ne insan ne cin asla dokunmamıştır. O halde Rabbinizin
nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" Yani orada o iki cennette
dilberler vardır; nehirler, gözeler, döşekler ve başka şeyler vardır. Diğer
bir manaya göre: Bu sayılan nimetlerin içinde iki cennet, iki göze, meyveler,
döşekler vardır. Bir başka manaya göre bütün bu sayılanlar cennetlerde
olacaktır. "İki cennet" denilmesi de buna delâlet etmektedir. Ve yine
bu "iki cennef'te mekânların, meclislerin ve mütenezzihâtm bulunması da
bunu desteklemektedir. Mütenezzihat, gözlerini kocalarına tahsis etmiş,
onlardan başkasına bakmayan, zaten cennette yaratılmış oldukları için kendilerine
daha önce ne bir insan ne bir cin, asla hiç kimsenin dokunmadığı kadınlardır. O
halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız ey insanlar ve cinler!
Sonra Allah bu kadınların özelliklerini zikrederken şöyle buyurdu:
"Sanki onlar yakut ve mercandırlar. O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini
yalanlayabilirsiniz ? "
Yakut ve mercan bilinen kıymetli taşlardır. Mücahid, Hasan el-Basrî,
Ibni Zeyd ve diğer bazıları bu ayeti, "O kadınlar yakut parlaklığında,
mercan beyazlığında" diye tefsir ederek burada mercana inci manası
vermişlerdir.
Buhari ve Müslim'in Sahihlerinde Ebu Hüreyre'den rivayet ettiklerine
göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Cennete ilk girecek zümre on dördündeki
dolunay şeklinde, ondan sonrakiler gökteki parlak bir yıdız parlaklığında
olacaktır. Bunlardan her bir insanın iki eşi olacak, etin arkasında baldır
kemiklerindeki ilikler görülecek. Cennetteki şeyler daha göz kamaştırıcıdır.
"
Sonra Allah bu mükâfatın sebebini beyan sadedinde şöyle buyurdu:
"İyiliğin mükâfatı iyilikten başka mıdır? O halde Rabbinizin nimetlerinin
hangisini yalanlayabilirsiniz?" Yani dünyada güzel amel işleyenlerin mükâfatı,
ahirette ona iyilikten başkası olmaz. "Güzel davrananlara daha güzel
karşılık, bir de fazlası vardır." (Yunus, 10/26) ayetinde de ifade
edildiği gibi bu iki cennet iman edene ve ameli salih olanadır.
Bagavî, Beyhakî, İbni Ebî Hatem ve İbni Merdüveyh'in Enes bin
Ma-lik'ten naklettiğine göre Rasullullah (s.a.) "İyiliğin mükâfatı
iyilikten başka mıdır?" ayetini okudu ve "Rabbiniz ne diyor anlıyor
musunuz?" dedi. Onlar da Allah ve Rasulü daha iyi bilir dediler.
Rasulullah, "Allah şöyle buyuruyor" dedi: "Kendisine tevhid
nimeti ihsan ettiğim kişinin mükâfatı cennetten başkası değildir."
Burada zikredilen büyük nimetler, bir amel karşılığı olmayıp bilakis
sırf ihsan ve ikram kabilinden olunca, bunlardan sonra Allah "O halde
Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" dedi.
[35]
Bu ayetlerden şu hususlar anlaşılmaktadır:
1- Hesap vermek için Rabbinin
huzuruna çıkacağından korkup da günahı terkeden veya kendisinin her şeyine
Rabbinin muttali olup görmesinden korkanlara iki cennet vardır. Yani her
korkana iki müstakil cennet vardır. Mehdevî ve Sa'lebî, İbni Abbas'tan
Rasulullah'ın şöyle dediğini zikrederler: "O iki cennet, cennetin
ortasında iki bahçedir, her biri yüz yıllık yoldur. Her bir bahçenin ortasında
nurdan bir köşk vardır. O köşkte her şey şarkı mırıldanarak salınır.
Yemyeşildir. Temeli sabit, ağacı sabittir."
2-
Bu iki cennet çeşit çeşit
meyvelerle, ağaçlarla doludur. Her birinde bir akar su vardır, her ikisi de
tatlı sudur. Bunlardan biri Tesnim, diğeri Selsebil'dir.
Yine bu iki cennette meyve olarak yenilen her şeyden iki çeşit veya iki
sınıf vardır, her ikisi de tatlıdır, zevkle yenir. İbni Abbas şöyle dedi: Acı
olsun, tatlı olsun dünyada bulunan her ağaç cennette vardır. Hatta Ebu Cehil
karpuzu bile vardır, ancak o orada tatlıdır. Cennetin meyveleri dünya-dakilerin
aksine her insanın hemen alabileceği yakınlıktadır.
3-
Cennettekiler astan
ibrişimden döşekler üzerinde oturur ve yatarlar. İbni Mesud ve Ebu Hüreyre'nin
dediği gibi astan böyle olanın yüzü nedendir, var sen tahmin et. Bu, o
cennetin ne kadar güzel bir yer olduğuna ve oradakilerin ne büyük nimet ve
mükâfatlar içinde yaşadığına delâlet eder. Anlaşılan o ki herkese birer döşek
değil pek çok döşek verilecektir. "Yaslanırlar" ifadesi de bedenin
sıhhat ve afiyetini, hiçbir sıkıntı olmadığını, son derece mutluluk ve haz
duyduklannı gösterir.
4-
O cennetlerdeki çeşitli
nimetlerden biri de gözlerini eşlerine çevirmiş, başkasına bakmayan, bakire,
eşlerinden önce kendilerine hiç kimse dokunmamış hanımlardır.
5-
"Onlardan önce bunlara
ne insan, ne cin asla dokunmamıştır." ayetinde cinlerin de insanlar gibi
temasta bulunduğuna, cennete gireceklerine ve orada onlara cinlerden hanımlar
verileceğine delil vardır. Aynca cinlerin insan soyundan kadınlarla temasta
bulunabileceğine de delil vardır. Ve yine hurilerin, dokunulmuş olma aybından
uzak ve temiz olduklanna delil vardır. Damra şöyle demiştir: Cinlerin mümin
olanlanna hurilerden eşler verilecektir. Yani insan kadınlar insana, cin
kadınlar cine verilecektir.
6-
Bu hanımlann özelliklerinden
biri de yakut berraklığında ve mercan beyazlığında olmalandır. Tirmizî'nin
İbni Mesud'dan rivayetine göre Rasullullah şöyle buyurmuştur: "Cennet
ehlinin hanımlarının baldırının beyazlığı yetmiş kat elbisenin ardından
görünür. Hatta ilikleri bile görünür." "Sanki onlar yakut ve
mercandandırlar." ayeti bunu ifade etmektedir.
7-
Nimetlerin sıralanışı da son
derece güzeldir: Allah, önce meskeni, yani cenneti zikretti, sonra insanı
dinlendiren bahçeleri beyan ederek "çeşit çeşit ağaçlar", "o
ikisinde akar iki kaynak vardır" buyurdu. Sonra "Bu ikisinde her
meyveden çifte çifte vardır." buyurarak yenilecek şeyleri zikretti. Sonra
yemeğin peşinden istirahat yeri döşeği zikretti. Sonra bu döşekte kendileri ile
beraber olunacak hurileri zikretti.
8-
Allah her nimetin ardından
bunları inkâr edip yalan sayanları tekdir etti. Bu nimetlerin bazıları bir amelin
mukabili olurken bir kısmı da herhangi bir amelin karşılığı olmaksızın sırf
Allah'ın ihsanı ve ikramıdır.
9-
Ekseriyetle bu nimetler
dünyada yapılan salih amellerin karşılığıdır. Dünyada ihsan ve iyilikte
bulunanın mükâfatı, ahirette ona ihsanda bulunmaktan başka ne olabilir?
"İyiliğin mükâfatı iyilikten başka mıdır?" ayetinde şu üç hususa açık
delâlet vardır:
a) Ahirette avam ve havas
herkesten mükellefiyet kalkacak. Hamd ve şükür ise, o mevcut lezzetin üstüne
ilâve ayrı bir lezzettir.
b) Kul, ahiret nimetlerinin
ahvali konusunda serbest kılınmıştır. Nitekim ayet-i kerimede "Orada
onlara her çeşit meyve ve arzu ettikleri şey vardır. " (Yasin, 36/57)
buyurulmuştur.
c)
İnsanın ilâhî ihsan
çeşitlerinden hayal edebileceği her şey Allah'ın vaad ettiği ihsanın
gerisindedir. Çünkü kerimin keremine sınır konmaz, dille tarif edilmez. Bu
yüzden Allah'ın verdiği, daima kulun umduğunun üstünde olur. Onun keremine ve
fazlına uygun olan da budur.
[36]
62- Bu ikisinden başka iki cennet
daha vardır.
63- O halde Rabbinizin nimetlerinin
hangisini yalanlayabilirsiniz?
64- Bunlar koyu yeşildirler.
65- O halde Rabbinizin nimetlerinin
hangisini yalanlayabilirsiniz?
66- O ikisinde devamlı fışkıran
iki kaynak vardır.
67- O halde Rabbinizin nimetlerinin
hangisini yalanlayabilirsiniz?
68- İçlerinde meyve, hurma ve
nar vardır.
69- O halde Rabbinizin nimetlerinin
hangisini yalanlayabilirsiniz?
70- İçlerinde güzel huylu, güzel
yüzlü kadınlar vardır.
71- O halde Rabbinizin nimetlerinin
hangisini yalanlayabilirsiniz?
72- Otağlar içinde eşlerine
tahsis edilmiş huriler vardır.
73- O halde Rabbinizin nimetlerinin
hangisini yalanlayabilirsiniz?
74- Bunlara onlardan önce ne bir
insan, ne bir cin dokunmuştur.
75- O halde Rabbinizin nimetlerinin
hangisini yalanlayabilirsiniz?
76- (Eşleri) yeşil yastıklara ve
harikulade güzel döşemelere yaslanırlar.
77- O halde Rabbinizin nimetlerinin
hangisini yalanlayabilirsiniz?
78- Azamet ve ikram sahibi Rabbi-nin adı ne yücedir!"
"Hayrâtün" kelimesinin aslı "hayyirâtün" şeklinde
ya'nın şeddesi iledir. Böyle de okunmuştur. Ancak hafifletmek için şeddesiz
okunmuştur.
[37]
Allah'tan korkan mukarrabine vaad edilmiş yukarıda zikredilen "bu
ikisinden başka" yani bu iki cennetten daha başka "iki cennet daha
vardır, O halde Rabbinizin nimetlerini hangisini yalanlayabilirsiniz?
Bunlar" çok sulanmaktan ve çok ihtimam gösterilmekten dolayı "koyu
yeşildirler."
"O ikisinde devamlı" su "fışkıran iki kaynak
vardır."
"İçlerinde meyve, hurma ve nar vardır." Hurma ve nar da meyve
olduğu halde ayrıca zikredilmeleri değerli oluşlarından dolayıdır. Zira
-Beyzavî'nin beyanına göre- hurma hem meyve, hem gıda; nar hem meyve, hem de
devadır.
Yine o iki cennetin "içlerinde güzel huylu, güzel yüzlü kadınlar
vardır. Otağlar" çadır ve çardaklar "içinde eşlerine tahsis edilmiş
huriler vardır." Huri beyaz tenli, gözlerinin siyahı son derece siyah,
beyazı son derece beyaz kadındır. "Bunlara onlardan önce ne bir insan, ne
bir cin dokunmuştur." Eşleri "yeşil yastıklara ve harikulade
güzel" nakışlı, işlemeli "döşemelere yaslanırlar, O halde Rabbinizin
nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz? Azamet ve ikram sahibi Rabbinin
adı ne yücedir!"
[38]
Allah geçen ayetlerde Rablerinden korkan müttakilerin mükâfatı olan
cennetin bazı vasıflarını zikrettikten sonra, burada cennetin başka vasıflarını
zikretti. Bu babda önce Allah'tan korkanlara verilecek iki cenneti, sonra
başka bir mükâfat olarak diğer iki cenneti zikretti.[39]
"Bu ikisinden başka iki cennet daha vardır. O halde Rabbinizin
nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz? Bunlar koyu yeşildirler. O halde
Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" Yani Allah'tan
korkanlara orada ayrı iki cennet daha var. Diğer bir izaha göre de ayetin
manası şudur: Daha önce geçen ayetteki iki cennete sahip olan kişilerin
mertebelerinin gerisinde kalanlara mertebe ve fazilette öncekilere nispetle
düşük iki cennet vardır. Hadiste şöyle geçmişti: "İki cennet var, kapıları
altındadır, iki cennet daha var, kapıları ve içindeki diğer eşya
gümüştendir." İlk ikisi mukarrabîn'in, son ikisi ashab-ı yemîn'indir. İlk
geçen iki cennette ağaçlar, meyveler vs. var idi. Bu iki cennet de yemyeşildir.
İbni Abbas, Ebu Eyyub el-Ensari, sahabe ve tabiinden diğer başka alimler
"müdhâmmetân" ayetini "yemyeşildir" diye tefsir
etmişlerdir. Ayet için yapılan bu tefsir, Taberânî ve İbni Merdüveyh'in tahriç
ettiği Ebu Eyyüb'den gelen hadis içinde rivayet edilmiştir.
Ey insanlar ve cinler! Allah'ın nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?
Bu iki cennet gayet yeşillik, pırıl pırıl ve şırıl şırıldır. Ancak bunlar
mertebe ve fazilet bakımından daha önce geçen o iki cennetten düşüktür. Yani
orada ağaçları, meyve ağaçları ve meyveleri olan iki cennet, burada ise
yemyeşil iki cennet var.
"O ikisinde devamlı fışkıran iki kaynak vardır. O halde Rabbinizin
nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" Yani o iki cennette devamlı
tatlı su fışkıran iki kaynak vardır. Yani iki cennet var, sular akıyor; iki cennet
vardır, onda da sular fışkırıyor. Akmak fışkırmaktan daha kuvvetlidir. Be-ra
ibni Azib şöyle dedi: Akan o iki kaynak, fışkıran iki kaynaktan daha hayırlıdır.
Allah'ın hangi nimetini inkâr edebilirsiniz ey insan ve cin?
"İçlerinde meyve, hurma ve nar vardır. O halde Rabbinizin
nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz1?" Yani o iki cennette çok
çeşitli meyvelar vardır. Hurma ve nar bunlardan bazılarıdır. Diğer meyveler
arasında özellikle bu ikisinin zikredilmesi Buhari ve başkalarının dediği gibi
hâssın âmm üzerine atfı kabilinden değildir, bu onların daha güzel olduğunu, diğer
meyvelere nispetle daha faydalı olduğunu, hem gıda hem deva olduklarından, hem
son bahar hem de kış mevsiminde bulunduklarından başkalarına üstün olduğunu
ifade etmek içindir.
Cenab-ı Hak orada: "Bu ikisinde her meyveden çifte çifte
vardır" demişti, burada ise "içlerinde meyve, hurma ve nar
vardır." demiştir. Şüphesiz "her" kelimesinden dolayı birincisi
çeşit bakımından daha çok ve daha umumidir. İkincisinde "fâkihetün"
kelimesi müsbet bir cümlede nekre geldiği için umum ifade etmez.
Ey insanlar ve cinler! Allah'ın hangi nimetine nankörlük edersiniz?
Çünkü bu nimetlere karşı hamd ve şükretmek gerekir.
"İçlerinde güzel huylu güzel yüzlü kadınlar vardır. O halde
Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" Yani bu iki
cennette maddesi ve manasıyla güzel kadınlar vardır. Üstün ahlak ve fazilet
sahibi yüzleri güzel hanımlar vardır. "el-Hayyirâtü" kelimesi
"hayyiretün" kelimesinin çoğuludur, bu da huyu ve yüzü güzel olan
saliha hatun demektir. Bu görüş cumhura aittir. Bu görüşün delili Hasan
el-Basrî'nin Ümmü Seleme'den rivayet ettiği şu hadistir: Rasulullah'a "Ya
Rasulallah "Hayrâtün hisânün" ayetinde ne kastediliyor söyler
misiniz?" dedim. O da "Ahlâkı güzel, yüzleri güzel olan
kadınlardır." dedi. Diğer bir hadiste huriler
"Güzel huylu güzel yüzlü dilberleriz biz" "Kerem sahibi
eşler için yaratılmışız biz" diyerek şarkılar söyleyeceklerdir."
şeklinde rivayet edilmiştir.
Katade'ye göre "Hayyirâtün hisânün"den maksat cennette pek
çok güzel ve hayırlı şeylerin olduğunu ifade etmektir.
"Otağlar içinde eşlerine tahsis edilmiş huriler vardır. O halde
Rabbini-zin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" Yani bu güzel
huylu, güzel yüzlü kadınlar bembeyaz tenli iri ve pırıl pırıl gözleri olan
hanımlardır, ortalıkta arz-ı endam etmeyen, inciden yapılmış cennet
çadırlarında gizlenen dilberlerdir. Yukarıda geçen iki cennetin kadınları
"gözlerini yalnız kocalarına çevirmiş kadınlar" şeklinde
vasfedilmişti. Elbette onlar burada "otağlar içinde eşlerine tahsis
edilmiş" olanlardan mertebe bakımından daha üstündürler. Çünkü -her ne
kadar hepsi de yabancı gözlerden gizlenmiş olsa da- hiç şüphe yok ki
kendiliklerinden gözlerini kocalarından ayırma-yanlar, başkası tarafından
"eşlerine tahsis edilmiş" olanlardan daha üstündür. Arap, evinden
ayrılmayan kadınları tercih eder ve över. Çünkü onlar iffetlerini daha kolay ve
iyi korurlar. Allah'ın bu ve benzeri nimetlerini nasıl yalanlayabilirsiniz?
"Bunlara onlardan önce ne bir insan, ne bir cin dokunmuştur. O
halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" O huriler,
sırf Rab-lerinden korkan o müttakilere ait olsunlar, diye bundan önce ne insan,
ne cinden hiç kimse onlara dokunmamıştır. Rabbinizin hangi nimetini inkâr edersiniz?
Daha önce zikri geçen o iki cennetin kadınları, bunlardan fazla olarak
"sanki onlar yakut ve mercandırlar" diye vasfedilmişti.
"Yeşil yastıklara ve harikulade güzel döşemelere yaslanırlar. O
halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" Yani cennet
ehli cennette, desenli, sanatkârane dokunmuş, son derece alımlı halılar üzerinde
yeşil yastıklara yaslanırlar. Allah'ın hangi nimetini inkâr edebilirsiniz ey
insanlar ve cinler! Daha önce zikri geçen o iki cennetin eşyalarını Allah
buradakinden daha üstün vasıflarla anlattı. Orada şöyle buyurmuştu: "Astarları
atlastan olan minderlere yaslanırlar." Ve orada sayılan sıfatları
"iyiliğin (ihsanın) mükâfatı iyilikten başka mıdır?" sözüyle
bitirerek o cennetlere girenleri "ihsan" sıfatıyla anmıştı ki
"ihsan (Allah'ı görür gibi ibadet etme)" ibadet mertebelerinin en
yücesidir.
"Azamet ve ikram sahibi Rabbinin adı ne yücedir!" Yani izzet
ve azamet sahibi, ihlâslı kullarına nimetlerini ikram eden Allah münezzeh ve
mukaddesdir. O, iclâle lâyıktır, isyan edilmez, yüceltilip ibadet olunur; şükre
lâyıktır nankörlük edilmez; daima hatırlanmaya lâyıktır, unutulmaz.
Hatırlanacağı gibi yukarıda dünya nimetlerini zikrettikten sonra yaratılan her
şeyin yok olacağına işaret için "Rabbin yüzü (zatı) baki kalacak." demişti.
Burada ise ahiret nimetlerini zikrettikten sonra cennet ehlini -Allah'ın
ismini zikrederek, O'nun ismini anmaktan haz duyarak- orada baki olacaklarına
işaret etmek için "Rabbinin adı ne yücedir!" buyurdu.
[40]
Bu ayetler şu hususlara delâlet etmektedir:
1- Rabbinin huzurunda durup
hesap vermekten, korkanlar için çeşitli mertebelerde dört cennet vardır. İbni
Zeyd'in de ifade ettiği gibi ikisi mu-karrebîn içindir. Derece ve fazilet
bakımından bunların altında olan diğer ikisi ise ashab-ı yemine verilecektir.
İbni Cüreys, dört cennetin olduğunu, "Bu ikisinde her meyvadan çifte çifte
vardır." ve "Akar iki kaynak vardır." ayetlerinde vasfedilen
ikisinin mukarrebîne; "İçlerinde meyve, hurma ve nar vardır." ve
"o ikisinde devamlı fışkıran iki kaynak vardır" ayetlerinde
vasfedilen diğer ikisinin de ashab-ı yemine verileceğini söylemiştir.
2- Allah her bir gruba
vereceği o iki cenneti anlattıktan sonra aralarındaki şu farklara işaret etti:
a) İlk iki cennet hakkında
"çeşit çeşit ağaçlar", diğer ikisi hakkında ise "koyu
yeşil" dedi.
b) İlk ikisi hakkında "bu
ikisinde akar iki kaynak vardır" derken, diğer ikisi hakkında "o
ikisinde devamlı fışkıran iki kaynak vardır" demiştir. Fışkıran akan gibi
değildir, çünkü fışkıran akandan zayıftır.
c)
İlk ikisi hakkında "o
ikisinde her meyvadan çifte çifte vardır" diyerek çifte çifte olmayı
belli meyvelere tahsis etmeyip genelleştirirken, diğer ikisi hakkında
"onların içinde meyve, hurma ve nar var" demiş "her meyveden"
dememiştir.
Bazı âlimler nar ve hurmanın meyve grubundan sayılmayacağını, çünkü bir
şeyin kendisi üzerine atfedilemiyeceğini, ancak ayrı şey üzerine atfedileceğini
söylemişlerdir ki sözün zahiri budur. Cumhur ise bunların meyve grubundan
sayılacağını, ancak bu ayette, diğer meyvelere göre daha güzel ve üstün
oldukları için hurma ve narın tekrar edildiğini ifade etmiştir. Nitekim bunun
benzeri başka ayetler de vardır. Meselâ: "Namazlara ve orta namaza devam
edin" (Bakara, 2/238); "Kim Allah'a, meleklerine, peygamberlerine,
Cebrail'e ve Mikail'e düşman olursa," (Bakara, 2/98) ayetleri böyledir.
Birinci görüşten hareketle Ebu Hanife, bir insan meyve yemeyeceğine
yemin etse, sonra nar veya hurma yese yeminini bozmuş olmaz, demiştir. Ancak
talebesi ve cumhur ona muhalif görüştedirler.
d)
İlk ikisi hakkında
"Oralarda gözlerini yalnız kocalarına çevirmiş kadınlar vardır."
derken son iki cennetteki kadınlar hakkında "İçlerinde güzel huylu, güzel
yüzlü kadınlar vardır." demiştir. Daha önce de işaret edildiği gibi
kendiliğinden gözlerini kocalarından ayırmayan kadın, başkasınca ona tahsis
edilenden daha üstündür. Yine ilk zikri geçen cennetlerde-ki kadınlar hakkında
"Sanki onlar yakut ve mercandırlar." demişti.
Allah hurilerden bahsederken her iki yerde de "fihinne-oralarda", diyerek cemi zamiri kullandığı halde başka nimetlerden bahsederken "fîhi-mâ-o iki cennette vardır" şeklinde tesniye zamiri getirmiştir. Buradaki incelik şudur: Her bir hurinin diğerinden uzak, hale uygun geniş, müstakil bir meskeni vardır. Hanımların birden fazla olması halinde bir erkek için bu daha mutluluk ve huzur vericidir. Böylece orada pek çok dinlendirici imkânlar ihsan edilmiş olmakta, sanki o hurilerin her biri bir cennet olmaktadır. Cemi zamirinde buna bir işaret var gibidir. Kaynak sularına, meyvelere gelince onların böyle müstakil mekânlarda olmasına gerek yoktur. Bu sebepten onlardan bahsederken zamiri sadece o iki cennete göndermekle yetinilmiştir.
Huriler bu dünya kadınlarından daha mı güzeldir? Bir görüşe göre; gerek
Kur'an-ı Kerim de gerekse hadis-i şeriflerde anlatılan özelliklerine ve
Rasulullah (s.a.)'in cenaze namazında ölü için dua ederken "Ona bu eşinin
yerine daha hayırlı bir eş ihsan et ya Rab!" diye dua etmesine bakılırsa
evet.
Diğer bir görüşe göre de; merfu olarak rivayet edilen bir hadise göre dünya kadınları, hurilerden yetmiş bin defa daha üstündür.[41]
Ancak meşhur olan şudur: Huriler dünya kadınlarından değildir, onlar
cennette yaratılmışlardır. Nitekim Allah: "Bunlara onlardan önce ne bir
insan, ne bir cin dokunmuştur." buyurmuştur.
e) Allah, ilk cennettekiler
hakkında "astarları atlastan olan minderlere yaslanırlar." derken,
son iki cennettekiler hakkında "yeşil yastıklara ve harikulade güzel
döşemelere yaslanırlar." buyurmuştur. İlk halin daha üstün olduğu
açıktır.
3- Allah bu surede "O
halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" ayetini
otuzbir defa tekrar etmiştir. Bunlardan sekizini, yarattıklarından insanı
hayrete düşürenlere sayıp dökdükten ve başlangıç, yaratılış ve sonu
(mebde-mead) zikrettikten sonra, yedisini cehennemden ve korku veren
sıfatlarından bahsettikten sonra, sekizini cennetleri ve cennet ehlini
anlattıktan sonra, diğer sekizini de önce geçen cennetlerden daha düşük
mertebedeki cennetleri anlattıktan sonra zikretmiştir. Kim ilk sekizine iman
eder gereği ile amel ederse, Allah'tan diğer iki sekizin her ikisini de almaya
lâyık olmuş olur ve Allah da onu geçen o yediden korur.
4- Cenab-ı Hak zatını,
celaline lâyık olmayan her şeyden tenzih etmiş ve sureyi bununla bitirmiştir.
"Rabbin yüzü, yani zatı, sadece O baki kalır." ayetinde olduğu gibi
burada da "Rabbin ismi" ifadesi tazim ve teberrük (bereket ummak)
içindir. Bu son ayet-i kerimede adı geçen nimetlerin hepsinin Allah'ın
fazlından ve rahmetinden olduğunu, âsilere ceza, itaatkârlara mükâfat
vermesinin de adaletinden olduğunu kullara bildirmektedir. Zira sure
"Rahman" ismi ile başladı; Cenab-ı Hak insan ve cinleri yaratışını,
gökleri ve yeri yaratışını ve zatının her an bir yaratışta olduğunu, yaratılmışların
işlerini tanzim ve tedbir ettiğini anlattı. Sonra surenin sonunda "Azamet
ve ikram sahibi Rabbinin adı ne yücedir!" dedi. Yani kendisiyle bu sureye
başlanan o isim ne yücedir dedi. Sanki Allah (sureye ismi ile başlayıp ismi
ile bitirmekle) kullarına şunu bildirmektedir: Bütün bunlar sizin için benim
rahmetimden çıkmıştır. Sizin yaratılmanız, sizin için yeri göğü, varlıkları,
cenneti, cehennemi yaratmam da rahmetimdendir. İşte bunlar "Rahman"
isminden tecelli etmektedir.[42]
[1] Tirmizî "Bu hadis
garibdir." demiştir.
[2] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/165.
[3] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/166.
[4] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/166.
[5] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/166-167.
[6] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/168.
[7] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/168-169.
[8] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/170-171.
[9] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/172-173.
[10] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/174.
[11] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/174-175.
[12] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/175.
[13] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/175-177.
[14] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/177-178.
[15] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/179.
[16] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/179.
[17] İbni Kesir, IV/273.
[18] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/180-181.
[19] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/181.
[20] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/182.
[21] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/182.
[22] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/183.
[23] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/183-184.
[24] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/184-185.
[25] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/186.
[26] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/186.
[27] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/187.
[28] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/187.
[29] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/187-189.
[30] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/189.
[31] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/191.
[32] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/191.
[33] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/191.
[34] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/192.
[35] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/192-194.
[36] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/194-196.
[37] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/198.
[38] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/198.
[39] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/198.
[40] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/198-200.
[41] Kurtubî, XVII/187 v.d.
[42] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/201-203.