Vakıa suresinin 81. ve
82. ayetleri Medine'de diğerleri Mekke'de nazil olmuştur ve doksan altı
âyettir.
Bu mübarek sure,
gerçekleşmesi mutlak olan bir vakıayı haber vererek başlıyor. Gerçekleşecek
olan o büyük olay, kıyamet olayıdır. Sure-i Celile, kıyametin nasıl meydana
geleceğini, bir kısım insanların dünyada işlemiş oldukları salih amellerle
yüksek derecelere ereceklerini, bir kısım insanların da.işledik-leri günahlar
sebebiyle azaltılacaklarım haber vermektedir. Amel defterleri sağ taraflarından
verilenlerin mutlu insanlar, sol taraflarından verilenlerin de bedbaht
insanlar olacakları beyan edilmektedir,
Sure-i celilede,
dünyadaki salih amelleri sebebiyle âhirette nimetlere erişecek olanların mutlu
hayatları ve görülmedik nimetlerle taltif edilecekleri uzun uzun anlatılmakta
ve yine, dünyada kötü amel işleyenlerin işledikleri günahları sebebiyle cezaya
müstahak olacakları ve çok kötü muameleye tabi tutalarak azap çekecekleri beyan
edilmektedir. Onların, cehennemde karınlarını zakkum ağacından yiyerek
dolduracakları haber verilmektedir.
Sure-i celilede
devamla, mahlukatın var edilişi, bitki ve insanların türe-yip üremelerinin hep
Allanın takdiriyle meydana geldiği beyan edilmekte, insanların bu dünyada
faydalandıkları bütün nimetlerin yine Allanın bir lütfü olarak biz kullara
sunulduğu haber verilmektedir.
Sure-i edilenin son
kısmında, Allah teala, yıldızların mevkilerine yemin ederek, Kur'an-ı Kerimi
kendisinin indirdiğini ve onun Levh-i Mahfuzda korunmuş olduğunu ve ona,
tertemiz olanlardan başkasının el süremeyeceğini beyan etmektedir.
Sure-i celile,
inkarcıların ahvalinin ne olacağım, bu kötü durumdan kurtulmanın tek çaresinin
de Allaha teslim olmak olduğunu beyan eden şu âyetlerle sona ermektedir.
"Eğer Ölen kimse, Allahın rahmetine yaklaştırılanlardan ise,
onun için huzur, güzel nzık ve naim
cennetleri vardır." "Eğer amel defteri sağ tarafından verilenlerden
ise ona "Selam olsun sana, sen, amel defteri sağ tarafından
verilenlerdensin." denir." "Eğer yalanlayan sapıklardan ise onun
için kaynar su ile ağırlanmak ve cehenneme atılmak vardır." "İşte
kesin gerçek budur." "Öyle ise yüce rabbinin ismini teşbih et.[1]
Abdullah b. Abbas
diyor ki;
"Birgün Ebubekir
(r.a.) "Ey Al I ahin Resulü, başına ak düştü." (İhtiyarla--din) dedi.
Resulullah (s.a.v.) "Beni, Hud, Vâkı.a Mürselat, Amme Yetesâelûn ve
İzeşşemsu Kuvviret ihtiyarlattı." buyurdu. [2]
Cabir b. Semüre şöyle
demiştir:
"Resulullah
namazlarını, bugün sizin kılmış olduğunuz şekilde kılıyor fakat o,
hafifletiyordu. Onun namazı sizin namazlarınızdan daha hafifti. O sabah
namazında Vakıa ve benzeri sureleri okuyordu. [3]
Rahman ve Rahim olan
Altahin adıyla.
1- Mutlaka
kopacak olan kıyamet gerçekleştiği zaman. [4]
2- Onun
gerçekleşmesini yalanlayacak hiçbir kimse yoktur.
Sur'a üflendiği zaman
kıyamet kopunca artık onu geri çevirecek hiçbir kimse yoktur. Onu gören herkes
onun meydana geldiğine inanmak zorunda kalacak ve onu yalanlama imkanı
bulamayacaktır. [5]
3- O, bir
kısım insanları alçaltacak bir kısım insanları da yükseltecektir.
Kıyametin kopması,
dünyada üstünlük taslayanlara boyun eğdirip cehennem ateşine sevkedecek ve
orada ezilenleri ise yükseltip Allanın rahmetine ve cennetine sevkedecektir.
Bu âyet-i kerimeyi şu
şekilde izah edenler de olmuştur: "Kıyametin kopması sesini alçaltacak ve
koptuğunu yakında bulunanlara duyuracak, sesini yükseltecek ve koptuğunu uzakta
olanlara duyuracaktır. Böylece kıyametin kopmasını duyma bakımından yakında ve
uzakta olanlar arasında fark kalmayacaktır. [6]
4- Yer,
şiddetle "sarsıldığı zaman, [7]
5-6- Dağlar
ufalanıp uçuşan tozlar haline geldiği zaman.
Bu âyet-i kerimeler,
kıyametin ahvalini bildirmekte ve dağların adeta un haline getirilip
savurulacaklannı haber vermektedir.
Âyet-i kerimede
"Tozlar" diye tercüme edilen kelimesinden maksat, Abdullah b. Abbas,
Said b. Cübeyr ve Mücahid'e göre "Bir delikten oda içine giren güneş
ışınlan içerisinde görülen zerreciklerdir." Hz. Ali'ye göre bu,
hayvanların yürürken çıkardıkları toz demektir. Abdullah b. Abbas'tan
nakledilen diğer bir görüşe göre bu, "Kıvılcım" demektir. Katade'ye
göre ise "Çer çöp" demektir. Bu izahlara göre kıyamet gününde dağlar,
güneş ışınlan i-çindeki zerreler veya yükselen tozlar yahut çıkan kıvılcımlar
ya da rüzgarın sağa sola savurduğu çer çöp gibi olacaklardır. [8]
7- Ve sizler
üç sınıfa ayrıldığınız zaman.
AlIah teala, bu âyet-i
kerimede insanların kıyamette üç sınıfa aynlacak-lanni beyan etmektedir.
Gelecek ayetlerde de belirtileceği gibi bunlardan birincisi, amel defterleri
sağlarından verilenlerdir. Bunlar cennetliklerdir. İkincisi ise amel defterleri
sollarından verilenlerdir. Bunlar da cehennemliklerdir. Üçüncü sınıf ise
Allanın en öne geçirdiği bir guruptur. Bunlar, amel defterleri sağlarından
verilenlerden daha üstündürler. Bunların içinde peygamberler, siddıyklar ve
şehitler bulunacaktır. [9]
8- Amel
defterleri sağlarından verilenler. Ne mutlu insanlardır amel defterleri
sağlarından verilenler.
Amel defterleri sağ
taraflarından verilen bu topluluk, sağ taraftan cennete götürüleceklerdir. [10]
9- Amel
defterleri sollarından verilenler. Ne bedbaht insanlardır amel defterleri
sollarından verilenler.
Amel defterleri sol
taraflarından verilen bu zümre de sol taraftan cehennem ateşine
götürüleceklerdir.
Muaz b. Cebel diyor
ki:
"Resulullah bu
iki âyeti okudu ve iki avucuna bir şeyler doldurdu ve sağ elini göstererek şöyle
buyurdu; "İşte bunlar cennettedir. Artık endişem yoktur." Sonra (sol
elini göstererek) işte bunlar da cehennemliktir. Artık endişem yoktur."
buyurdu. [11]
10-
(Dünyada) hayır için önde gidenler (âhirette de) öndedirler.
Ayet-i kerimede
zikredilen "Önde gidenler"den maksat, îbn-i Sîrîn'e göre, iki
kıbleye karşı (Önce Kudüs'e karşı, kıble değiştirildikten sonra da Mekke'ye
karşı) namaz kılanlardır.
Osman b. Ebi Sevda'ya
göre ise "Önde gidenler"den maksat, camilere Önce gidenler ve Allah
yolunda cihada önce koşanlardır.
Muhammed b. Kâ'b ve
Yakub b. Mücahid'e göre ise "Önde gidenler"den maksat,
peygamberlerdir. Süddi'ye göre ise "A'la-i İUiyyîn"e yükseltilecek
olanlardır.
Abdullah b. Abbas'taıî
nakledilen bir görüşe göre ise bunlar, Hz. Musa'ya iman etmeye koşan, Yûşâ b.
Nîin, Hz. İsa'ya iman etmeye koşan Âl-i Yâsîn, Hz. Muhammed'e iman etmeye koşan
Hz. Ali'dir.
Hasan-ı Basrî ve
Katade ise âyette zikredilen "Önüe gidenler" den maksat, her ümmetin
hayira önce koşanlarıdır.
Hz. Aişe (r.anh.)
diyor ki:
"Resulullah şöyle
buyurdu: "Kıyamet gününde Allanın var ettiği gölgeye koşacak olanlar
kimlerdir biliyor musunuz?" Sahabiler: "Allah ve Resulü daha iyi
bilir." dediler. Bunun üzerine Resulullah şöyle buyurdu: "Onlar,
kendilerine hak verildiğinde kabul ederler. Kendileinden hak istendiğinde onu
da verirler. İnsanlara kendi haklarında verdikleri karar gibi hüküm verirler. [12]
11- İşte
onlar, Allaha yaklaştırılanlardır. [13]
12- Onlar,
naim cennetlerindedirler, Allah,
işte bu hayırda yarışanları kıyamet gününde nimetlerle dolu cennetine koyarak
kendisine yaklaştıracaktır. [14]
13-14-
Onların çoğu evvelkilerden birazı da sonrakilerdendir.
Hayır için Önde giden
bu kimseler, öncekilerden büyük bir topluluktan, sonrakilerden de az bir
cemaatten oluşacaktır.
Âyette zikredilen
"Evvelkiler" ve "Sonrakiler" ifadelerinden kimlerin
kastedildiği hususunda farklı görüşler zikredilmiştir.
Mücahid ve Hasan-ı
Basrî'ye göre "Evvelkiler"den maksat, "Geçmiş ümmetler"
"Sonrakilerden maksat ise "Hz. Muhammed (s.a.v.)in ümmetidir. Ta-beri
de bu görüşü tercih etmiştir. Buna göre hayıra koşuşan ve bu sebeple Allaha
yaklaştırılıp naim cennetlerine konacak insanların çoğu, geçmiş ümmetlerden,
azı ise Muhammed ümmetinden olacaktır.
İbn-İ Sîrîn'e ve
Hasan-ı Basrî'den nakledilen ikinci bir görüşe göre burada zikredilen
"Evvelkiler" ve "Sonrakiler"den maksat, Muhammed ümmetinin
önce geçenleriyle sonra gelenleridir. [15]
15-16-
Onlar, kıymetli şeylerle İşlenmiş tahtlara karşılıklı yaslanırlar.
"Kıymetli
şeylerle işlenmiş" diye tercüme edilen ( kelimesinden maksat, Abdullah b.
Abbas, Mücahid, İkrime, Said b. Cübeyr, Zeyd b. Eşlem, Katade ve Dehhak'a göre
"Altın ve benzeri mücevheratla örülmüş" demektir.
Süddi de "Altın
ve İnci ile örülmüş" demek, olduğunu, İkrime ise "İnci ve yakutlarla
örülü" demek olduğunu söylemişlerdir. Bu izaha göre, hayırda önde gidenler
âhirette altın ve çeşitli mücevheratlardan Örülmüş tahtlar üzerinde karşı
karşıya oturacaklardır.
Ali b. Ebi Talha'nın
Abdullah b. Abbas'tan naklettiği diğer bir görüşe göre ise en maksat "Sıra
sıra dizilmiş" demektir.
Bu izaha göre ise
hayırda önde gidenler, âhirette sıra sıra dizilmiş tahtlar üzerinde karşı
karşıya oturacaklardır. [16]
17-21-
Ölümsüz gençler onların etrafında, bardaklar, ibrikler, baş ağrısı yapmayan ve
aklı gidermeyen, cennette akan şaraplardan doldurulmuş kaseler, beğendikleri
meyveler ve arzuladıkları kuş elleriyle dolaşırlar.
Allah teala bu
âyetlerde, naim cennetlerinde kendisine yaklaştırdığı ha-yıra koşan insanlara
cennette nasıl ikramlarda bulunacağını beyan ediyor, onların tatlı sular
içeceklerini, sevdikleri meyveleri yiyeceklerini ve arzuladıkları kuş etleri
yiyeceklerini ve bunları kendilerine sunacak Özel hizmetçiler bulunacağını
beyan ediyor.
Âyet-i kerimede geçen
ve "Ölümsüz gençler" diye tercüme edilen kelimesinden maksat,
Mücahid'e göre aynı yaşta olan, hiç değişmeyen ve ölmeyen gençler demektir.
Taberi bu görüşü tercih etmiştir.
Diğer bir kısım
âlimlere göre ise bu ifadeden maksat, "Kulakları küpeli, kollan bilezikli
gençler" demektir. [17]
22-24-
Ayrıca onlar için cennette, işledikleri amellerin mükâfaatı olarak sedef
içinde (el değmemiş) inciler misali iri gözlü huriler vardır..
Cennette, bu
dünyadayken hayıra koşanlara, gözlerinin beyazı çok beyaz, siyahi da çok siyah
olan güzel gözlü huriler vardır. Bu huriler, tenlerinin beyazlığı ve güzelliği
bakımından sedefin içindeki inciye benzerler. Bu nimetler onlara, dünyada
yaptıkları amellerin karşılığı olarak verilmiştir.
Ayette zikredilen
"Huri" kelimesi, bazı müfessirlere göre, gözünün siyahı çok siyah,
beyazı da çok beyaz ve büyük gözlü olan manasınadır.
Bazı müfessirlere göre
ise huri kelimesi, "Dünyada yaşamış olan saliha kadınlardır."
Mücahid,
"Hurilerin" "Zağferan" denen kokulu ottan yaratıldıklarını
söylemiştir. Yine Mücahid, hurilere bu adın verilmesinin sebebinin,
kendilerine bakanları hayrete düşürüp şaşkına çevirmeleri olduğunu söylemiştir. [18]
25-26- Onlar
orada ne boş bir söznede insanı günaha sokacak bir şey işitirler. İşittikleri,
söz sadece, karşılıklı "Selam" "Selam"dır.
Dünyadayken hayira
koşanlar, cennette ne boş ne de çirkin bir söz işitirler. Onlar oradasadece
birbirlerini selamlama sözlerini işitirler.
Allah teala bundan
önceki âyetlerde, hayır işlemeye koşuşanlara âhirette ne tür nimetler
vereceğini beyan etmiş bundan sonra gelen âyetlerde ise amel defterleri
sağlarından verilenlere âhirette verilecek nimetleri zikretmiştir. [19]
27- Amel
defterteri sağlarındamvcrilcnJcr, ne mutlu insanlardır amel defterleri
sağlarından verilenler. [20]
28- Onlar,
dikensiz sedir ağaçları. [21]
29-
Meyveleri birbiri üzerine yığılmış muz ağaçları, [22]
30- Uzanmış
gölgeler[23]
31- Çağlayan
sular. [24]
32-34- Bitip
tükenmeyen ve yasaklanmayan çok çeşitli meyveler içinde ve kabartılmış yüksek
döşekler üzerindedirler.
"Amel defterleri
sağlarından verilenler" diye tercüme edilen den maksat, bazı âlimlere göre
mealde zikredüdiği gibidir. Bazılarına göre.ise sağ taraftan cennete
götürülenlerdir.
Hz. Ali'den nakledilen
bir görüşe göre ise bunlar, müminlerin çocuklarıdır.
Âyette zikredilen ve
"Dikensiz" diye tercüme edilen kelimesinden maksat, İkrime, Katade,
Ebu el-Ahves ve Abdullah b. Abbas'tan nakledilen bir görüşe göre "Dikeni
koparılmış" demektir. Mücahid, Dehhak ve Said b. Cübeyr'e göre ise:
"Meyvelerinin büyüklüğünden dallan eğilmiş[25] demektir. [26]
Âyet-i kerimede,
cennetteki .gölgelerin uzun olacağı zikredilmektedir. Ebu Hureyre (r.a.)
Resulullahin bu hususta şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
"Cennette öyle
ağaçlar vardır ki, binekli bir insan onun gölgesinde yüzde bitip tükenmeyen ve
engellenmeyen meyvelerin bulunduğu zikredilmektedir. Cennetteki meyveler,
dünyadaki meyvelerde olduğu gibi bitip tükenmeyecekler, yaz ve kış meyveleri
devamlı olarak bulunacaktır. Meyvelerin toplanmasında da, di.ken, uzaklık vb.
engeller bulunmayacaktır.
Âyet-i kerimede,
"Ashabu! Yemine"e yüksek döşekler serileceği zikredilmektedir. Ebu
Said el-Hudri, Resulullahın bit âyet hakkında şöyle buyurduğunu rivayet
etmektedir:
"Döşeklerin
yüksekliği yerle gök arası kadardır. Gökle yer arasıdaki mesafe ise beş yüz
yıllık mesafe kadardır. [27]
35- Biz, cennetteki
kadınları yeniden yarattık. [28]
36-38- Ve
onları, amel defterleri sağlarından verilenler için bakireler, kocalarına
sevimliler ve birbirlerinin akranları kıldık.
Âyet-i kerimede, cennetteki kadınların yeniden
yaratıldıkları zikredilmektedir.
Ebu Ubeyde bu
kadınların, daha Önce zikredilen huriler olduklarını söylemiş Ahfeş ise
bunların, daha önce zikredilen huriler olmadıklarını söylemiştir.
Allah teala bu âyet-i
kerimede, kadınları yeniden yaratacağını bildirmektedir. Resulullahin, bu
âyet-i kerimenin izahında şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir:
Allahın yeniden
yaratacağı bu kadınlardan bazrlan da dünyada iken gözleri zayıflamış ve çapaklanmış
ihtiyar kadınlardır. [29]Bu kadınların, aynı zamanda
bakire olacakları da bildirilmektedir.
Ümmü Seleme'nin:
"Biz, cennetteki kadınları yeniden yarattık ve onları, amel defterleri
sağlarından verilenler için bakireler, kocalarına sevimliler ve birbirlerinin
akranları kıldık." âyetlerinin izahını Resuhıllahtan sorduğu,
Resulul-kıhın da ona şu cevabı verdiği rivayet edilmektedir. "Bunlar,
dünyada iken gözleri çapaklanmış, saçları ağarmış ihtiyar kadınlardır. Allah
bunları, dünyada yaşlandıkları halde âhirette bakire kızlar olarak
yaratacaktır."
Âyet-i kerimede,
cennetteki kadınların, kocalarına sevimli oldukları zikredilmektedir. Bu sıfat
kelimesi ile ifade edilmektedir. Abdullah b. Abbas, Mücahid, Dehhak ve Ümmü
Seleme'den, bu kelimeyi bu şekilde izah ettikleri rivayet edilmiştir. Abdullah
b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre bu kelimenin manası
"Kocalarına âşık olan, onları arzulayan, onlara yumuşak davranan."
demektir. îkrime'ye göre bu kelimenin manası "Kocalarına naz ve ciive
yapan" Zeyd b. Eşlem ve oğluna göre ise "Tatlı dilli olan"
Said'b. Cübeyr, Hasan-ı Basit ve Abdullah b. Ubeydııllah'a göre ise bunun
manası "Kocalarına karşı istekli kadınlar" demektir. Temim b.
Hazlem'e göre ise bu kelimenin manası "Kocalarına iyi kadınlık yapan ve
itaatkâr olan iyi kadınlar" demektir.
Âyet-i kerimede,
cennetteki kadınların aynı yaşta olacakları zikredilmektedir. Abdullah b.
Abbas, cennetteki kadınların yaşlarının otuz üç olacağını söylemiştir.
Hz. Ali (r.a.)
Resulullahın, cennetteki huriler hakkında şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir.
"Cennette
hurilerin toplandıkları bir yer vardır. Onlar seslerini yükseltirler.
Yaratıklar, onların sesi gibi bir ses işitmemiştir. Onlar şöyle derler:
"Biz, ebedi kalanlarız, yok olmayacağız. Biz, yumuşağız, sert olmayız.
Biz, razı olanlarız, kızmayız. Ne mutlu o kimselere ki onlar bizim içindir biz
de onlar içiniz. [30]
39-40- Amel
defterleri sağlarından verilenlerin bir kısmı evvelkilerden bir kısmı da
sonrakilerdendir.
Kentlilerine
zikredilen bu nimetlerin verileceği insanlar, öncekilerden bir topluluk ve
sonra gelenlerden bir topluluktur.
Hasan-ı Basrî buradaki,
evvelkilerden maksadın, geçmiş ümmetler okluğunu, "Sonrakilerden"
maksadın ise Muhammed ümmeti olduğunu söylemiş,' Abdullah b. Abbas ise buradaki
evvelkilerin de sonrakilerin her ikisinin de Muhammed ümmetinden olacağını
rivayet etmiştir.
Peygamber efendimiz,
Muhammed ümmetinin, cennet ehlinin en kalabalık ümmeti olacağını beyan eden
hadis-i şerifler irad buyurmuştur.
Abdullah b. Mes'ud
diyor ki:
"Bir gün
Resulllah bize bir hutbe okudu. O, sırtını deriden yapılma bir çadıra
yaslamıştı. Şöyle buyurdu: "Dikkat edin. Cennete ancak müsüman olan bir
kişi girebilir. Ey AHIahım, tebliğ ettim mi? Ey Allahım sen şahit ol. Sizler
cennetliklerin dörtte biri olmayı ister misiniz?" diye sordu. Yine
"Evet ya Resu-lullah" dedik. Resulullah tekrar: "Ben umarım ki
sizler, cennetliklerin yansı olursunuz. Geçmiş ümmetlere göre sizler, beyaz bir
öküzün tüyleri içinde beyaz bir tüy gibisiniz.
[31]buyurdu.
Abdullah b. Mes'ud
diyor ki:
"Bir gece
ResüluIIahın yanında uzunca konuştuk. Sabahleyin tekrar ona gittik. Sonra o
bize şöyle buyurdu: "Bu gece peygamberler ümmetleriyle birlikte bana
gösterildi. Bazı peygamberler yanlarında üç kişi ile bazıları bir toplulukla
bazıları tek bir kişiyle bazıları da yanlarında hiçbir kimse olmadığı halde gelip
geçtiler. Nihayet yanımdan Musa geçti. Onunla birlikte, İsrailoğullanndan
birbirlerine kenetlenmiş bir topluluk vardı. Onlar benim hoşuma gitti.
"Bunlar kimdir?" diye sordum. Bana: "Bu kardeşin Musa'dır,
yanındakiler de İsrailoğul-lan." dediler. Dedim ki: "Benim ümmetim
nerede?" Bana: "Sağ tarafına bak." denildi. Bir de baktım ne
göreyim, insanların yüzlerinden tepeler görünmez olmuş. Sonra bana "Sol
tarafına bak." denildi. Soluma baktım bir de ne göreyim insanların yüzleri
ufukları kaplamış. Sonra bana: "Memnun oldun mu?" denildi. Ben de:
"Memnun oldum rabbim, memnun oldum ey rabbim." dedim. Sonra bana:
"Bu adamlarla birlikte yetmiş bin kişi hesap sorulmadan cennete
girecektir." denildi. Abdullah b. Mes'ud diyor ki: "Resulullah
devamla şöyle buyurdu: "Babam anam size feda olsun. Bu yetmiş bin kişinin
içinde olabilirseniz olun. Bunlar erişemezseniz tepelerin adamlarından olun.
(Bu tepeleri dolduranadamlara olun) Bunlara da yetişemezseniz ufukların
adamlarından olun. Zira ben bunların dışında, birbirine giren insanlar
gördüm." Bunun üzerine Ukkaşe b. Mihsan ayağa kalktı ve "Ey Allanın
Resulü, Allaha dua et beni de onlardan eylesin." dedi. Bunun üzerine
Resulullah: "Bu hususta Ukkaşe seni geçti." buyurdu.
Abdullah b. Mes'ud
diyor ki: "Sonra biz kendi aramızda konuştuk ve "Acaba bu yetmiş bin
kişi kimler olabilir?" dedik. Ve biz, bunların, İslam geldikten sonra
doğan ve hiçbir şeyi Allaha ortak koşmadan ölenlerdir." dedik. Böyle
söylediğimiz Resulullah aulaşmış. Resulullah şöyle buyurdu: "Onlar,
(hayvanları) dağlama yapmayan, muska yapılmasını istemeyenler, bazı şeylerden
uğur beklemeyen ve sadece rablerine tevekkül edenlerdir. [32]
41- Amel
defterleri ollarından verilenler, ne bedbaht insanlardır, amel defterleri
sollarından verilenler.
Allah teala bu âyet-i
kerimede, peygamberi Hz. Muharnmed'e sol taraftan alınıp cehennem ateşine
sevkedilecek olan ashab-ı şimalin haline şaşılacağını bildiriyor. Bundan sonra
gelen âyet-i kerimede ise onlara ne türlü azaplar yapılacağını beyan ediyor. [33]
42- Onlar,
vücudun delikciklcrindcn işleyen alevli bir ateş ve kaynar su içindedirler. [34]
43- Kapkara
bir dumanın gölgesi altındadırlar. [35]
44- O gölge
onlara ne bir serinlik verir, ne de bir fayda...
Evet, cehennemin
gölgesi, dünyadaki diğer eşyaların gölgesi gibi insanlara serinlik vermez.
Bilakis iyice yakar. Zira o gölge, cehennemin ateşinden çıkan siyah dumanın
gölgesidir. O gölgeden hiçbir fayda yoktur. Çünkü o, altında gölgelenecek
olanlara eziyet verecektir. [36]
45- Çünkü
dünyada onlar, refah içinde yüzerlerdi. [37]
46- Büyük
günahı işlemede ısrar ediyorlardı.
Çünkü, sol taraftan
cehenneme sevkedilecek olan bu insanlar, dünyada iken kendilerine bol nimetler
verilen kimselerdi. Buna rağmen onlar, en büyük günah olan, Alaha ortak koşma
günahını işlemeye devam ediyorlardı. O günahtan ne vaz geçiyor ne de tevbe
ediyorlardı. [38]
47-
"Ölüp toprak ve kemik olduğumuz bir zaman mı, biz mi tekrar
clirilcccğiz?"dcrlcrdi. [39]
48- Önceki
atalarımız da mı?" [40]
49-50- Ey
Peygamber, sen onlara şöyle de: "Şüphesiz ki öncekiler de sonrakiler de
belli bir günün, belli bir vaktinde mutlaka toplanacaklardır.
Amel defterleri sol
taraflarından verilecek olan bu insanlar dünyada iken, öldükten sonra dirilmeyi
inkar ederek şöyle derlerdi: "Bizler ölüp toprak ve kemik olduktan sonra
mı? Bizler mi diriltilecek misiz? Bizim önceki atalarımız ne ohcak? Ey
Muhammed, sen, amel defterleri sol taraflarından verilecek olan bu ins-mlara de
ki: "Sizden önce gelen atalarınız da onlardan sonra gelen sizler de belli
bir günde belli bir alana toplanacaksınız. İşte o gün, kıyamet günüdür. [41]
51- Sonra
siz, ey doğru yoldan sapan ve hakkı yalanlayanlar.. [42]
52- Siz,
cehennemde mutlaka "Zakkum" ağacından yiyeceksiniz. [43]
53-Karınlarınızı
onunla dolduracaksınız. [44]
54-55-
Üzerine de susuz devenin içişi gibi kaynar su içeceksiniz. [45]
56- İşte
hesap günü onlara verilecek ziyafet budur.
Sonra sizler, ey
hidayetten sapan, Allahın beyan ettiği ceza ve vaadleri yalanlayan sapıklar,
sizler, cehennemde zakkum ağacından yiyecek, karınlarınızı onunla
dolduracaksınız. Bundan dolayı da şiddetli bir susuzluk hissedeceksiniz.
Üzerine kaynar suları, susuzluk hastalığına yakalanan devenin içmesi gibi
içeceksiniz. İşte bu gibi insanların
cezalandırılma günü olan kıyamet günündeki ağırlanmaları böyle olacaktır.
Âyet-i kerimede geçen
ve "Susuz deve" diye tercüme edilen kelimesi çeşitli şekillerde izah
edilmiştir.
Abdullah b. Abbas, bu
kelimeden maksadın mealde verildiği gibi "Susuz deve" okluğunu
söylemiş, İkrime, Dehhak ve Katade ise bundan maksadın "Susuzluk
hastalığına yakalanmış, bu sebeple suya kanmayan deve" olduğunu söylemişlerdir.
Süfyan es-Sevri,
bundan maksadın, "İshale yakalanan deve" olduğunu söylemiştir. Diğer
bir kısım âlimler ise bu kelimenin "kum" manasına geldiğini
söylemişlerdir. Bunlara göre âyetin manası şöyledir: "Hakkı yalanlayan
sapıklar, cehennemdeki zakkum ağacından yeyip onunla karınlarını doldurduktan
sonra, üzerine kaynar sulan kumların içmesi gibi içeceklerdir." [46]
57- Sizi biz
yarattık, hala inanmıyor musunuz?
Ey Kureyş kafirleri,
ey öldükten sonra dirilmeyi yalanlayanlar, sizleri hiç yokken yaratan biziz.
Sizi böylece yaratanın, sizi öldükten sonra tekrar dirilteceğini bildirmesini
tasdik etmez misiniz? [47]
58-59-
Söyleyin bakalım, rahimlere döktüğünüz meniyi siz mi yaratıp insan haline
getiriyorsunuz? Yoksa yaratan biz miyiz?
Ey öldükten sonra
Allanın sizi tekrar diriltme kudretini yalanlayan kafirler, söyleyin bakalım,
hanımlarınızın rahmine döktüğünüz menileri siz mi yaratıp insan haline
getiriyorsunuz? Yoksa onları yaratanlar biz miyiz? Onları siz yaratmadığınıza
göre bizim kudretimizi nasıl inkara kalkışırsınız? [48]
60-61-
Aranızda ölümü tayin ve takdir eden biziz. Sizi benzerlerinizle değiştirsek ve
bilmediğiniz bir şekilde tekrar yaratsak önümüze hiçbir kuvvet geçemez.
Ey insanlar, sizin
hakkınızda ölümü takdir eden, bazınızı erken öldürüp diğerlerinizi belli bir
süreye kadar bekleten biziz. Sizleri helak edip yerinize benzerlerini
getirmemiz ve sizleri, bu şeklinizden çıkarıp bilemeyeceğiniz başka bir şekilde
yaratmamız halinde hiç kimse bizim önümüze geçerek bizi âciz bırakamaz ve
bizim elimizden kaçıp kurtulamaz. [49]
62- İlk
yaratılışınızı şüphesiz çok iyi biliyorsunuz. O halde tekrar dirilmeyi
düşünsenize.
Âyette geçen "ilk
yaratılışınız." ifadesinden maksat, Mücahid'e göre, insanın daha önce hiç
ortada yokken var edilmesidir.
Allah teala insanı
yokken var etmiş sonra ona görecek gözler, işitecek kulaklar, düşünecek akıl
vermiştir. İnsan, önceki halini düşünerek, öldükten sonra tekrar diriltileceğim
de kabul etmelidir.
Kaîade'ye göre ilk
yaratıltşdan maksat, Hz. Âdem'in yaratılışıdır. Allah, Hz. Adem'i topraktan
yarattığını insanlara bildirmiştir. Bunu bilen insanların diriltilerek
topraktan çıkarılacaklarını idrak etmeleri gerekin[50]
63-64-
Söyleyin bakalım, ektiğinizi siz mi bitiriyorsunuz? Yoksa bitiren biz iniyiz?
Ey insanlar, söyleyin
bakalım, yere ektiğiniz şeyleri bitirip meydana çıkaran siz misiniz? Yoksa
onları bitiren biz miyiz? Onları bitiren kudretimizin, sizi de tekrar
dirilteceğini niçin kabul etmezsiniz?
Ebu Hureyre,
Resulullahm şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: Sizden biriniz (Ektiği ve diktiği
şeyler için) "Yetiştirdim" demesin. "Onu ektim" desin. Ebu
Hureyre bu hadis-i şerifi rivayet ettikten sonra "Söyleyin bakalım,
ektiğinizi siz mi bitiriyorsunuz yoksa bitiren biz miyiz?" âyetini
duymadınız mı?" demiştir. [51]
65- İstersek
biz onu, daha olgunlaşmadan çer çöp haline getiriveririz de hayrette kalarak
şöyle dersiniz:
Eğer biz dilersek,
bitirmiş olduğunuz o ekinleri kırıp dökeriz de sizler aranızda onlan konuşup
durursunuz.
Ayette geçen ve
"şaşar kalırsınız" diye tercüme edilen ifadesi Abdullah b. Abbas ve
Mücahid tarafından "Ekinlerinizin başına gelen felaketten dolayı şaşar
kalırsınız." şeklinde izah edilmiştir. Taberi de bu görüşü tercih emiştir.
İkrime ise bunu, "Birbirinizi kınamaya devam ederdiniz." şeklinde
izah etmiştir. Hasan-ı Basri ve Katade, "Birbirinizi kınamaya devam
ederseniz." şeklinde izah etmişlerdir. Onlara göre âyetin manası şöyledir:
"Sizler, Allaha karşı isyan etmeniz yüzünden onun cezasını hak etmeniz ve
bu sebeple ekinlerinizin zarara uğratılması
nedeniyle, yaptıklarınıza pişman olmaya devam edip durursunuz.
İbn-i Zeyd'e göre ise
bu ifade şu manaya gelmektedir. "Ekinlerinizin uğratıldığı bu felaketi
yadırgarsınız ve bunu kendi aranızda konuşup durursunuz." [52]
66-67-
"Borçlu duruma düştük. Daha doğrusu mahrum kaldık."
Sizler kentli
kendinize şöyle dersiniz. "Bizler, cezalandırıldık. Daha doğrusu bizler
şanssız kişileriz."
Birinci âyetin
mealinde "Şüphesiz ki biz, borçlu duruma düştük" diye tercüm edilen
cümlesinin manası, İkrime ve Mücahid'den nakledilen bir görüşe göre şöyledir:
"Şüphesiz ki bizler, kandırılmış kimselermişiz, bizi çok
şımartmışlar." Veya, "Bize zarar vermek için üzerimize çok gelinmiş
kimselemıişiz."
Katade'ye göre ise bu
ifadenin manası şudur: "Şüphesiz ki bizler azaba uğratılanlarız."
Taberi bu görüşü tercih etmiştir. Mücahid'den nakledilen diğer bir görüşe göre
de bu âyetin manası .şöyledir: "Şüphesiz ki bizler sere sürüklenmişleriz."
İkinci âyette geçen
ifadesinden maksat, "Bizim
ekinlerimizin yok olmasının sebebi, bizim azaba uğratilmamız değil
şanssız oluşumuzdandır." demektir.
Mücuhid ve Katade ise
bu ifadeyi şöyle izah etmişlerdir: "Bizim ekinlerimizin helak oluş
sebebi, bizim azaba uğrutilmumız değil şanssız oluşumuzdandır." demektir.
Mücahid ve Kaiade ise
bu ifadeyi şöyle izah etmişlerdir: "Bizim ekinlerimizin helak oluş
sebebi, bizim azaba uğratıimamiz değil, yaptıklarımızın karşılığını aynen
görmemizdir." [53]
68-69-
Söyleyin bakalım, içtiğiniz suyu buluttan siz mi indirdiniz
yoksa indiren biz miyiz? [54]
70- İsteseydik
onu acı ve tuzlu yapardık. Hâlâ şükretmez misiniz?
Ey insanlar söyleyin
bakalım, içmiş olduğunuz suyu, üzerinizdeki bulutlardan yeryüzüne indiren siz
misiniz? Yoksa onu biz mi indiriyoruz? Eğer dilersek buluttan size indirmiş
olduğumuz o suyu çok tuzlu hale getiririz de ondan hiçbir şekilde faydalanamaz
olursunuz. Ne yemenize içmenize ne de mahsullerinize faydalı olur. Size tatlı
su veren rabbinizin bu nimetine karşı artık ona şükretmez misiniz? [55]
71-72-
Söyleyin bakalım, tutuşturduğunuz ateşin ağacını siz mi var etliniz yoksa var
eden biz miyiz? [56]
73- Biz o
ateşi hatirhıtıcı ve yolcular için bir menfaat kaynağı kıldık.
Allah teala, son
âyette, dünyada yaktığımız ateşin bizler için hatırlatıcı olduğunu beyan
etmektedir.
Mücahid ve Katade'ye
göre bu ifadeden maksat, dünyadaki bu ateşin, âhiıetteki cehennem ateşini
hatirlatmasıdır Bu hususta Ebu Hureyre, ResuJulla-hın şöyle buyurduğunu rivayet
etmektedir.
"Şüphesiz ki
sizin bu-ateşiniz, cehennem ateşinin yetmiş derece hafifletilmiş, idir. Cehennem
ateşi İki kere denize sokulduktan sonra bu hale getirilmiştir. Şayet böyle
olmayacak olsaydı Allah o ateşten hiç kimseyi faydalandırmazdı. [57]
rjiğer bir rivayette de peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Sizin bu
ateşiniz, cehennem ateşinin yetmiş parçasından bir parçadır." Denildi ki:
"Ey Allahın Resulü, bu ateş yeterlidir." Resulullah: "Cehennem
ateşi dünya ateşinden altmış dokuz derece üstün kılınmıştır. Onun herbir
derecesi dünya ateşinin sıcaklği kadardır." buyurdu [58]
Âyette geçen ve
"Yolcular" diye tercüme edilen kelimesinden maksat, Abdullah b.
Abbas, Katade ve Dehhak'a göre "Yolcular" demektir. Mücahid ve diğer
bazı âlimlere göre ise bu ifadeden maksat, "Faydalananlar" demektir.
İbn-i Zeyd'e göre ise bu ifadeden maksat, "Aç olanlar" demektir. Taberi
birinci görüşü tercih etmiştir. [59]
74- Öyleyse
yüce rabbinin ismini tenzih et.
Ey Muhammed, o halde
yüce rabbinin ismini an. Onu, kendisine layık olmayan şeylerden tenzih et. [60]
75-
Yıldızların mevkiine yemin ederim ki,
Suul b. Ciibeyr bu
âyetin başında bulunan hl harfinin pekiştirme edatı olarak zaid olduğunu
söylemiş ve âyetin manasının, "Yıldızların mevkiine yemin olsun ki"
şeklinde olduğunu zikretmiştir. Diğer bir kısım âlimler ise bu zaid olmadığını
söylemişler ve âyetin manasının "Hayır, durum sizin söylediğiniz gibi
değildir." Yıldızların mevkilerine yemin olsun ki "şeklinde olduğunu
söylemişlerdir.
"Yıldızlar"
diye tercüme edilen kelimesinden maksat, Abdullah b. Abbas, Mücahid ve
İkrime'ye göre, Kur'andir. Bunlara göre âyetin manası şöyledir: "Kısım
kısım indirilen Kur'anın indirildiği yerlere yemin olsun ki" Kur'an Kadir
gecesinde yüce göklerden dünya semasına toptan indirilmiş ilaha sonra i.se
parça parça yeryüzüne indirilmiştir. Abdullah b. Abbas bu sözünden sonra bu
âyeti okumuştur.
Katade ve Mücahid'den
nakledilen diğer bir görüşe göre ise bu ifadeden maksat; "Yıldızların akıp
gittiği yerlerdir." Yine Katade'den nakledilen diğer bir görüşe göre bu
ifadeden maksat, "Yıldızların, yörüngelerinde devam ederken geçtikleri noktalardır."
Hasan-ı Basrî'ye göre
ise bu ifadeden maksat, "Kıyamet gününde yıldızların dağılıp gittikleri
yerlerdir." Taberi "Yıldızların akıp gittikleri ve kayboldukları
yerlerdir." diyen göıüşü tercih etmiştir.
[61]
76- Eğer
bilirseniz bu büyük bir yemindir.
Şüphesiz ki benim
yaptığım bu yemin, büyük bir yemindir. Siz
bunun büyüklüğünü bir idrak edebilseniz. [62]
77- Muhakkak
ki indirdiğimiz bu kitap Kur'an-ı Kerimdir. [63]
78- O,
Lcvh-i Mahfuzda korunmuştur. [64]
79- Ona,
tertemiz olanlardan başkası el süremez. [65]
80- O, âlemlerin
rabbi olan Allah tarafından indirilmiştir.
Yıldızların
mevkilerine yemin olsun ki bu indirdiğimiz, yüce Kur1 and ir. O, Allanın
katında bulunan ve hiçbir şeyin dokunmadığı bir kitapta korunmuştur Ona ancak,
Allahin, maddi ve manevi murdarlıklardan alındırdığı kimseler dokunabilir. Bu
Kur'an, âlemlerin rabbi tarafından korunmuş olan kitaptan alınarak yeryüzüne
indirilmiştir.
Âyet-i kerimede
"Ona, tertemiz olanlardan başkası el süremez" buyurul-maktadır.
Abdullah b. Abbas, Mücahid, Dehhak ve Cabir b. Zeyd'e göre âyette zikredilen
"O" zamirinden maksat, Allah katında korunmuş olan kitaptır. Yani
Levh-i Mahiuz'dur. Bu izaha göre âyetin manası şöyledir: "Levh-i Mahfuza,
tertemiz olan yaratıklar dışında hiçbir şey dokunamaz. Öyle ki ona toz dahi
konamaz. Bu hususta Dehhak diyor ki: "Kâfirler, Kur'anı Hz. Muhammed'e
şeytanın indirdiğini zannetmişlerdir. Bunun üzerine Allah teala, Kur'anı Hz.
Muhammed'e şeytanların indiremeyeceklerini, onların buna layık olmadıklarını
veon-larıı-ı, Kur'anm indiği Levh-i Mahfuzdan uzak olduklarını
bildirmiştir." Dehhak daha sonra şu âyetleri okumuştur. "Kur'anı
şeytanlar indirmedi." "Bu onlara ya-i'uşmaz.zaten güç de
yetiremezler." "Hem de onlar, vahyi dinlemekten uzak tutulmuşlardır. [66]
Bu izaha göre
"Tertemiz varlıklardan kimlerin kastedildiği hakkında çe- görüşler
zikredilmiştir.
Abdullah b. Abbas,
Saki b. Cübeyr, Cabir b. Zeyd, îkrime, Mücahid ve Ebııl Âliye'ye göre burada
ifade edilen "Tertemiz olanlar"dan maksat meleklerdir. Bu hususta
Abdullah b. Abbas diyor ki: "Allah teala kitap indirmeyi dilediğimle onu,
elçileri olan melekler kopya ederler. Onun indireceği kitaba, tertemiz
olanlardan yani meleklerden başkası dokunamaz.
îkrime'den nakledilen
diğer bir görüşe göre ise "Tertemiz olanlar" ifadesinden maksat,
Tevrat'ı ve İncil'i taşıyanlardır."
Ebul Âliye ve İbn-i
Zeyd'den nakledilen diğer bir görüşe göre ise bunlar, peygamberler ve melekler
gibi günahlardan arınmış kimselerdir. Bu âyetin tefsirinde İbn-i Zeyd diyor
ki: "Tertemiz olanlar, melekler ve peygamberlerdir. Zira Kur'ani Allah
katından indiren melekler tertemiz ve kendilerine kitap indirilen peygamberler
de tertemizdir. Mesela Kur'anı indiren Cebrail de tertemizdir. Kur'an kendisine
gelen Hz. Muhammed ve diğer peygamberler de tertemizdir. İbn-i Zeyd bu izahtan
sonra şu âyetleri okumuştur. "Kur'an çok şerefi i .yücel ti I-mi.ş,
tertemiz sahifelerdedir." "Şerefli, itaatkâr elçi meleklerin
elleriyle yazılmıştır. [67]
Katade'den nakledilen
diğer bir görüşe göre ise âyetin manası şöyledir: "Kuı'ana, O, Allah
kalındayken ancak tertemiz olanlar dokunur. Yani yeryüzüne indikten sonra,
necis olan müşrikler, mecusiler ve münafıklar da dokunur."
Tabeıi âyet-i
kerimenin, korunan kitaba, tertemiz olanların dışında hiçbir kimsenin
dokunamayacağını bildirdiğini söylemiş ve bu tertemiz olanların genel bir
ifade ile bildirilmeleri sebebiyle, melekler, peygamberler ve günahlardan
arınmış olan herkesi kapsayacağını söylemiştir.
Fena bu âyeti izah
ederken şöyle demiştir: "Kur'anın tadını ve zevkini ancak ona iman edenler
alır ve ondan ancak bunlar faydalanabilir."
Diğer bir kısım
âlimler: "Ona tertemiz olanlardan başka el süremez." âyetinde
zikredilen, "O" zamirinden maksadın, Leyh-i Mahfuz olmayıp Kur'an-ı
Kerim olduğunu, buna göre de âyetin manasının şöyle olduğunu söylemişlerdir. "Kur'ana
ancak cünüplükten, abdestsizlik gibi manevi pisliklerden temizlenmiş olanlar el
sürebilir." Bu hususta Abdullah b. Ömer diyor ki:
"Resulullah
(s.a.v.) düşmanın, Kur'ana bir kötülük yapacağından korkulduğu içn onunla
düşman memleketlerine gitmeyi yasaklamıştır. [68]
Resulullah, Amr b.
Hazme yazdığı bir mektupta şöyle buyurmuştur: "Kur'ana, temiz olanlardan
başkası dokunmasın. [69]
81- Şimdi
siz bu sözü hor mu görüyorsunuz?
AbduIIah b. Abbas ve
Dehhak bu fıyet-i kerimeyi şöyle izah etmişlerdir: Ey insanlar, şimdi bu
Kur'anı sizler yalanlıyor musunuz?"
Mücahid ise şöyle izah
etmiştir: "Şimdi sizler Kur'anı yalanlayanlara karşı yumuşak mı
davranıyorsunuz? Onlara yağcılık mı yapıyorsunuz? [70]
82- Kur'ani
yalanlamakla rızkınızın şükrünü mü eda ediyorsunuz?
Bu âyet-i kerime,
"Yıldızlar sayesinde bize yağmur yağdırıldı." diyen müşriklere cevap
vermekte, onlara: "Size yağmur yağdıran Allaa şükretmeniz yerine o
yağmurun Allah tarafından yağdırıldiğını yalanlamaya mı kalkışıyorsunuz?"
diye sormaktır.
Uz. Ali (r.a.)
Resulullah (s.a.v.)in bu âyeti okuduktan sonra şöyle buyurduğunu rivayet
ediyor
"Sizle*r
şükrünüzün yerine yalanlamada mı bulunuyorsunuz? Şu ve şu gezegen şu ve şu
yıldız sayesinde bize yağmur yağdı." diyorsunuz, [71]
Zeyd b. Halidel-Cüheni
(r.a.) diyor ki:
"Resulullah,
Hudeybiye musalahası sırasında gece yağan bir yağmurdan soma bize sabah namazı
kıldırdı. Namazı bitirince cemaate döndü ve şöyle buyurdu: "Rabbinizin ne
dediğini biliyor musunuz?" İnsanlar: "Allah ve Resulü daha iyi
bilir." dediler.. Bunun üzerine buyurdu ki: "Rabbiniz şöyle dedi:
"Kullarımdan bazıları bana iman etmiş olarak bazıları da kâfir olarak
sabahladılar. "Bize, Allahın lütfü ve rahmetiyle yağmur yağdı."
diyenler bana iman etmiş olan ve yağmuru yıldızların yağdırdığını inkar edenlerdir.
"Şu ve şu yıldız sebebiyle bize yağmur yağdı." diyenler ise beni
inkar eden ve yıldızlara iman edenlerdir. [72]
Ebu Hureyre ve
Abdullah b. Abbas da bunlara benzer hadis-i şerifler rivayet etmişlerdir. [73]
83- Can
boğaza gelip dayandığı zaman. [74]
84- Ki o
zaman, siz can çekişen kimseye bakar durursunuz. [75]
85- Biz ona,
si/.den daha yakımzdır. Fakat siz, göremezsiniz.
Ey insanlar,
ruhlarınız bedenlerinizden çıkarken gelip boğazınıza dayandığı zaman, ölmekte
olan kişinin yanında bulunan sizler, o kişiye bakar durursunuz. O anda kişinin
canını almakla görevlendirdiğimiz meleklerimiz o kimseye sizden daha yakındır.
Fakat sizler bunu göremezsiniz. Sizler, ölmemek için dire-tebiliyorsanız,
çıkmakta olan o canı geri çevirsenize.. İşte bunu asla yapamazsınız. [76]
86-87- Eğer
cczalanclırılmayacaksanız ve şayet sözünüzde sadıksanız, o çıkmak üzere oian
canı geri çevirsenize.
Âyet-i kerimede geçen
ve "Cezalandırılmayacaksanız" diye tercüme edilen ifadesi Abdullah b.
Abbas, Mücahid, Katade ve
İbn-i Zeyd tarafından
"Eğer hesaba çekilmeyecekseniz." şeklinde izah edilmiş, Hasan-ı Basrî
tarafından "Kıyamet gününde diriltilmeyeceksiniz." Diğer bir kısım
âlimler tarafından ise "Yaptığınız ameller sebebiyle cezalandırılmayacaksınız."
şeklinde izah edilmiştir.
Taberi i.se bu ifadenin
"Hesaba çekilmeyecek ve amellerinize göre ceza-andmfmayacaksmız."
şeklindeki izah i tercih etmiştir. [77]
88-89- Eğer
ölen kimse Allanın rahmetine
yaklaştırılanlardan ise,
onun için huzur, güzel rızık ve Naiın
cenneti vardır.
Ayet-i kerimede geçen
ve "Huzur" olarak tercüme edilen kelimesi bazı kıraat âlimleri
taralından şeklinde de okunmuştur. Bu kelimeye her iki kıraata göre değişik
manalar verildiği gibi bundan sonra zikredilen ve "Güzel nzık" diye
tercüme edilen kelimesine de çeşitli manalar verilmiştir. Bunları şu şekilde
özetlemek mümkündür.
Abduüah b. Abbas'a
göre kelimesinden maksat, "Rahat etmek" kelimesinden maksat ise
"İstirahat etmek"tir.
Mücahid'e göre
kelimesinden maksat "Rahat etmek" kelimesinden makat ise
"Rızık"tır. Katade'ye göre kelimesinden maksat" Rahmet"
kelimesinden maksat ise meşhur "Reyhan" oludur. Dehhak'a göre kelimesinden
maksat "Af ve merhameftir.
kelimesinden maksat ise "İstirahaf'tır.
Hasan-ı Basii ve Ebul
Âliye'ye göre bu kelime ötreli olarak şeklinde okunduğu zaman "İnsanın
ruhu" manasına gelir kelimesi de "Bilinen kokulu ot" manasına
gelir. Buna göre âyetin manası şöyledir: "Şayet can vermekte olan kişi,
Allaha yaklaştırılan müslümanlardan ise onun ruhu reyhan otunun kendisine
koklatilmasıyla vücudundan ayrılır. Bu kelimesini "Reyhan otu" diye
izah edenler bunun, o anda cennetten geleceğini söylemişlerdir.
Ebu Hu rey re (r.a.)
Resulullah (s.a.v.)in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
"Mümin can
verirken rahmet melekleri ona beyaz bir ipekle gelirler ve onun ruhuna
"Sen razı olarak senden de razı olunmuş olarak Allanın rahmetine, güzel
kokuya ve gazaplı olmayan rabbinin huzuran çık." derler. Bunun üzerine
müminin ruhu, misk'in en güzel kokusu gibi kokar vaziyette bedenden ayrılır.
Öyle ki melekler, onu birbirlerine verirler. Nihayet onu göğün kapısına
getirirler ve (Orada bulunanlara) "Yeryüzünden size gelen bu koku ne
güzeldir." derler. Onu, müminlerin ruhlarının arasına götürürler.
Müminlerin ruhlarının onu karşılamalarından dolayı sevinmeleri, sizden
birinizin, kaybettiği bir adamını bulduğu zamanki sevincinden daha fazladır.
Mümilerin ruhları o gelen ruha "Falan ne yaptı?" diye sorarlar. Yine
onlar "Bırakın bunu, çünkü bu, dünyanın üzüntüleri Cindeydi. Eğer gelen
ruh, dünyada kalan ve kendilerinden ahvali sorulan kişi için "O buraya
gelmedi mi?" diyecek olursa, onlar o ruh için "O, sığınacağı anası
olan uçununa götürülmüştür." derler.
Kâfir can verirken
ise, onun yanına, azap melekleri, bir paçavra ile gelirler ve onun ruhuna
"Sen kızgın bir şekilde ve sana da kızılmış olarak Aziz ve
Celil olan Allahın azabına çık."
derler. Onun ruhu, en pis kokan leş gibi kokar vaziyette bedenden ayrılır. Azap
melekleri o ruhu alır, yeryüzünün kapılarına katlar götürürler ve "Bu koku
ne kötü bir kokudur." derler ve onu kafirlerin ruhlarının içine
koyarlar." [78]
90-91- Eğer
amel defteri sağ tarafından verilenlerden ise, amel defteri sağ tarafından
verilenlerden "Selam sana" diye müjdelenir.
Eğer can vermekte olan
kişi, amel deften sağ tarafından verilen ve sağ taraftan cennete götürülecek
kişilerden ise melekler ona "Sana selam olsun. Haydi geçmiş olsun. Sen,
amel defteri .sağından verilenlerdensin.." diyerek müjdeleyeceklerdir.
*Bu hususta başka
âyetlerde de şöyle buyurulmaktadır: "Rabbimiz Allah-tır" deyip sonra
doğru yoida devam edenlere melekler inerler ve şöyle derler: "Korkmayın
üzülmeyin vaadolunduğunuz cennetle müjdelenin. Biz, dünya hayatında ila,
âhirette de sizin dostunuzuz. Âhirette sizin için affeden ve merhamet eden
Allah tarafından bir ikram olarak, canınızın çektiği herşey vardır. Orada istediğiniz
herşeyi bulursunuz. [79]
İkrime bu âyeti mealde
verildiği şekilde izah etmiştir.
Katade ve İbn-i Zeyd
de bu âyet-i kerimeyi şu şekilde izah etmişlerdir: "Sen, Allahın azabından
kurtul, selamete kavuş. Allahın meleklerinden sana selam olsun."
Buhari bu ayet-i
kerimeyi şöyle izah etmiştir: "Senin, amel defteri sağdan verilenlerden
olduğun artık kesindir.
Taberi ise bu âyeti
"Sen, Allahın azabından ve hoşlanmayacağın şeylerden kurtulmuş oldun.
Çünkü sen, amel defteri sağdan verilenlerdensin." şeklinde izah eden
görüşün tercihe şayan olduğunu söylemiştir. [80]
92-94- Eğer
yalanlayan sapıklardan ise, onun için kaynar su ile ağırlanmak ve cehenneme
atılmak vardır.
Eğer can vermekte olan
kişi Allahın âyetlerini yalanlayan ve hak yoklan sapanlardan ise o, kaynar
sularla ağırlanacak, içeceği ondan ibaret olacaktır ve cehenneme konacaktır. [81]
95- İşte
kesin gerçek budur.
İşte Allaha
yaklaştırılanlara, amel defterleri sağ taraflarından verilenlere ve hakkı
yalanlayan sapıklara ait olan bütün bu haberler, kesin bir gerçektir.
Katade diyor ki:
"Müminler bu haberlerin kesin birer gerçek okluğunu dünyada anlarken
kafirler bunu âhirette anlayacaklardır. Böylece Allah teala, yaratıklarından
hiçbirini kesin bilgiye sahip kılmadan bırakmayacaktır. [82]
96- Öyle
ise, yüce rabbinin ismini teşbih et.
*Ukbeb. Âmir diyor ki:
"Öyleyse yüce
rabbinin ismini teşbih et." ayeti nazil olunca Resulullah: "Siz bunu
rüfcuunuza koyun. (Yani) deyin." Buyurdu. Yüceler yücesi rabbinin ismini
teşbih et." [83]ayeti inince de "Siz
bunu secdenize koyun. Yani
Buhari, kitabının en
son hadisi olarak şu hadis-i şerifi zikretmiştir: "Resulullah (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur:
"İki kelime
vardır ki bunlar, rahmana[84] sevimli
dile hafif ve terazide ağır gelirler.
"Aüaha hamdederek
onu teşbih ederim. Yüce olan Allahı tenzih ederim." kelimeleridir. [85]
[1] Vakıa Suresi, 56/88-96
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/125-126
[2] Tirmizî, ICTefsircl-Kur'an, Sure: 56, bab: 6. Hadis
no: 3297
[3] Ahıned b. Hantal, MUsncd.C.5, S.104
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/127.
[4] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8129.
[5] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/129.
[6] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/129.
[7] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/130.
[8] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/130.
[9] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/130.
[10] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/131.
[11] Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.5t S.239
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/131.
[12] Ahmed b. Ikınbel, Müsnetl, C.6, S.67-69
8/131-132.
[13] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/133.
[14] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/133.
[15] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/133.
[16] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/133-134.
[17] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/134-135.
[18] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/135.
[19] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/136.
[20] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/136.
[21] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/136.
[22] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/136.
[23] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/136.
[24] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/136.
[25] Ruh;ıri, K.Tci'sirel-Kur';uı, Sure: 56, Uıb: 1
[26] Rkz. Tirmizî, K.Tefsir et-Kur';uı, Sure: 5f>, bab:
2, Hadis no: 3293
[27] Timıizî, K.Tcfsir cl-Kur'an, Sure: 56, bab: 3, Hadis
no: 3294
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/136-138.
[28] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/138.
[29] Tinnizî. K.Tcfsir el-Ktıı'un, Sure: 56, bab: 5, Hadis
no: 3296
[30] Tirmi/.İ, K.cl-CVmıol, hah: 24,1 indis no: 2564
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/138-140
[31] Müslim, K,ei-İman, balı: 378, Hadis No: 221
[32] Ahtjıcti b. NahM, C.l, S.401-420. Bu hadîs-i şerifler,
Buhari ve Müslim'de daha kısa bir gekil-tle, Abdullah b. Abbas'tan rivayet
edilmişlerdir. Bkz. Bııhari, K.et-Tıb, bab: 17
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/140-143.
[33] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/143.
[34] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/143.
[35] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/143.
[36] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/144.
[37] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/144.
[38] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/144.
[39] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/144.
[40] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/145
[41] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8145.
[42] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/145.
[43] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/145.
[44] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/145.
[45] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/145.
[46] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/145-146.
[47] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/146.
[48] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/146-147.
[49] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/147.
[50] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/147.
[51] Teberi, C.27.S.114
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/164.
[52] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/148-149.
[53] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/149-.
[54] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/150.
[55] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/150.
[56] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/150.
[57] Ahmedb. Hanbul, Müsned. C.2, S.244
[58] Buhari, K.Bcıl'ül-Ihılk, bab: 10/ Müslim, K.cl-Conncl,
bab: 30, Hadis no: 2843
[59] Ahıned b. Hantal, MUsncd.C.5, S.104
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/150-151.
[60] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/152.
[61] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/152.
[62] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/152.
[63] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/153
[64] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/153.
[65] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/153.
[66] Şura Suresi, 210-212
[67] Abese Suresi, 80/ 13, 16
[68] Müslim, K.ul-înıara, hub: 92-93, Hadis no: 1S69
[69] Muavvatta, K.el-Kur’an bab:1
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/153-155.
[70] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/155.
[71] Ahıncıl b. Ilanhd, Müsncd. CM, S.108
[72] Buh:ıri, K.cl-l-zıın, h:th: 156 / Müslim, K.i'1-lmun,
b:ıb: 125, Hadis rio: 71
[73] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/155-156.
[74] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/157.
[75] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/157.
[76] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/157.
[77] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8157-158.
[78] Nosci, K.el-Ccn:ıiz. bah: 9
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 88/158-60.
[79] Fussilct Suresi, 41/30-32
[80] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/160.
[81] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/161.
[82] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/161.
[83] A'la Suresi, 87/1
[84] Ebu Davud,K.cs-Sıhh, Mv. 151 , IIîkIis no: S69/lhn-i
Mâı^K-Ci-Salah, bab: 20, Hadi s no: S87
[85] Buhari. K.el-Tcvlml, kıh: 58
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/161-162.