Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler
Birinci Hüküm: Zıhar Talak Gibi Meşru Mudur? Haram Mıdır?
İkinci Hüküm: Ziharda Hangi Hükümler Vardır?
Üçüncü Hüküm: Ayetteki «Dediklerini Geri Almok»tan Maksat
Nedir?
Dördüncü Hüküm: Gayri Müsllm Zımmî Ve Kftabînîn Zihaf
Yapması Sahih Midir?
Beşinci Hüküm: Cariyeye De Zlhar Yapılabilir Mi?
Altıncı Hüküm: Kadın Da Zfhar Yapabilir Mi?
Yedinci hüküm:
Zihar anne He teşbihe mi mahsustur?
Sekizinci Büküm: Zîhann Kefareti Nedir?
65. DERS RESULULLAH (SAV) İLE MAHREM KONUŞMANIN ADABI
Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler
Birinci Hüküm: Ayetteki “Meclisler”den Maksat Nedir?
İkinci Hüküm: Bir Şahsın Yerlnds İzinsiz Olarak Oturmak
Mubah Mıdır?
Üçüncü Hüküm: Dışarıdan Gelen Alim, Fazıl Ve Salih Kişiye
Ayağa Kalkmak Caiz Midir?
Dördüncü Hüküm; Resulullah İle Mahrem Konuşmadan Önce
Sadaka Vermek Vacîb Midir?
Resulullah (sav)
İle Mahrem Konuşmanın Adabı
1- (Habibim) zevci
hakkında seninle direşip duran, (nihayet halinden) Allaha da şikayet etmekte
olan (kadın)tn sözünü (umulduğu vecih ile) Allah dinlemiştir. Allah s İz in
konuşmanızı (zaten) İşitiyordu. Çünkü Allah hakkıyla işitici, kemaliyle
görücüdür.
2- İçinizden 2İhar
yapagelenlerin karılan onların anaları değildir. Anaları kendilerini
doğuranlardan başkası değildir. Şüphe yokkl onlar her halde cfrkln ve yalan bir
taf söylüyorlar. Muhakkak ki Allah bağışlayıcı, çok yarhgayıcıdirti'
3- Kadınlardan zihar
ile ayrılmak isteyip de sonra dediklerini geri alacaklar (için) birbiriyle
temas etmezden evvel, bir köle azad etmek (lazımdır). İşte size bununla öğüt
veriliyor. Allah ne yaparsanız hakkıyla haberdardır.
4- Fakat kim (bunu)
bulamazsa, (yine) birbiriyle temas etmezden evvel, fasılasız İki ay oruç
(tutsun). Buna da güç yetiremezse ottmtş yoksul (doyursun). (Kefaretteki) bu
(hafifletme) Allaha ve peygamberine İman (da sebat) etmekte olduğunuz İçindir.
Bu (hükümler) Allanın (tayin ettiği) had-lerdir. (Bunları kabul etmeyen) kafirler
için ise elem verici azab vardır.
(Semlallâhu):
Semi' ve basar, itim, İrade, kudret ve hayat gibi Allah (cc)'ın sıfatlandır.
Semi'nin anlamı, bir kulağa sahlb olmadan sesleri duyan demektir.
(Tücâdîlüke):
Kocası hakkında defaetle müracaat eden, direşen.
(Veteştekl):
Şekva kökünden gelen bir fiildir. Şekva, sıkıntısını açığa vurmak, şikayet
etmektir.
(Tahavürekümâ):
Karşılıklı muhavere, konuşma.
(Yüzahirûne):
Zihar. zehr kökünden gelir, sırt demektir. Istılahı manası İse, bir kimsenin
karısına, «Sen bana anamın sırtı gibisin.» diyerek onu kendisine haram
kılmaktır.
(Münkeren):
İnkar kökünden gelir. Şeriatın haram kıldığı şeye denir.
(Zûren):
Zur. yalan, açık batıl olan şey demektir.
(Fetahrîrüragabetin):
Tahrir, bir
köleyi Allah için azad etmektir. Rakabe, boyun demektir. Buradaki manası, şahıs
demektir.
(Yetemâssâ):
Mes kökünden gelir, mes, birşeyl elle tutmaya denir, buradaki anlamı ise
elmadır.
(Miskinen):
Miskin, kendisini ve ailesini geçindirecek mala sahip olmayan, çok yoksul.
(Hudud):
Had'din çoğuludur. Had, İki şeyi birbirinden ayıran, tecavüz etmemesi için
araya konulan şeye denir. Istılahtaki manası ise, Allah (cc)'ın günahla sevab
arasına çizmiş olduğu sınırdır.
Allahu taala insanlara
çok yakın ve herşeyi şüphesiz İşitendir. Dua va istekte bulunanlara İcabet
eder.
Bir kadın Resulullah
(sav)'a kocasını şikayete geldi. Kocası, cahiliyet dönemindeki gibi zihar
yaparak kadtnı kendisine haram kılmıştı. Kadın sık sık Resulullah (sav)'a
geliyor, şikayetlerde bulunuyor ve ziharın İs-lamdaki yerini öğrenmek
istiyordu. Yerde ve gökte olan herşeyi bilen Allahu taalaya da şikayette
bulunarak kimsesizliğini, bakımsızlığım arzettl. Kadının yaşı ilerlemişti.
Çocukları çok küçüktü. Onları kocasının yanına bırok-sa bakımsızlıktan, yanına
alsa açlıktan ölürlerdi.
Resulullah (Sav) kendi
başına bir hüküm vermez, Allahu taaladan gelen vahye uyardı. Zihar hususunda
da o zamana kadar herhangi bir vahiy gelmemişti. Bu sebeble kadına kesin bir
cevap vermiyor, oyalıyordu. İşte Allahu taala bu zayıf ve kimsesiz kadının
duasını kabul ederek vahyi İnzal buyurdu. Resulullaha kadının kocasına şöyle
demesi buyuruluyordu: Zihar yaptığın zevcen senin annen değildir. Senin annen
ancak seni doğurandır. Seni doğurduğu için annen sana haramdır. Fakat Allah
(cc)'ın sana helal kıldığı birşeyi sen kendine haram kılamazsın. Sen şeriatın
sevmediği, yalan ve iftira olan bir söz söylemişsin. Bununla birlikte Cenabı
Allah hata edip dönenleri affeder, şer'î sınırları aşmayanlara mağfiret eder.
Öyleyse sen Allah (cc)'ın peygamberine İnzal buyurduğu vahye uy.
Azad edecek bir kölesi
olmayan, onu alacak zenginliğe de sahip olmayan kimse, yine zevcesi ile temas
etmezden önce aralıksız İki ay oruç tutmalıdır. Eğer hastalık, yaşlılık gibi
sebeblerle İki ay oruç tutmaya güç yetiremezse o zaman altmış yoksulu doyurmak
zorundadır. İşte bu Allah (cc)'ın zihar için gönderdiği hükmüdür. Allahtn size
meşru kıldığı sınırlarda durun, onu tecavüz etmeyin.
1- Hz.
Ayşe'den şöyle rivoyet edilmiştir: «Allahu taala bütün sesleri işitir. Bir
kadın Resuluflah (sav)'a gelerek kocası hakkında şikayette bulundu. Ben evin
bir tarafında onları dinliyor, fakat sözlerinin bir kısmını duyamıyordum. Kadın
Resulullah (sav)'a, «Benim yaşım İlerledi, çocuklarım ayrıldı, kocam zihar
yaptı. Kocamı sana şikayet ediyorum.» diyordu. Kadın şikayetlerine Cebrail
aleyhisselam bu âyetleri getirene kadar devam etti.»
[1]
2 — Ibni Abbas (ra)'tan şöyle rivayet
edilmiştir: «Cahiliyet döneminde erkekler zevcelerine, «Sen bana anamın sırtı
gib'sin.» diyerek onu kendisine haram kılarlardı. İslâmdan sonra ilk defa Evs
isminde bir sahabr zihar yapmış, fakat sonra pişman olmuştu. Karısına,
«Git, Resulullaha sor.» demişti.
Kadın Resulullah (sav)'a sorduktan sonra bu âyetler nazil oldu.
[2]
3 — Havlete bintl Malik bin Sa'lebe'den şöyle
rivayet edilmiştir: «Kocam Evs bin Samid bana zihar yaptı. Ben de Resulullah
(sav)'a giderek şikayet ettim. Resulullah. (sav) bana ısrarla, «Allah (cc)'tan
kork, çünkü
,o senin
amcaoğlundur.» diyordu. Fakat ben, «Zevci hakkında seninle direşip duran...»
âyeti nazil olana kadar şikayete devam ettim. Âyet nazil olduktan sonra
Resululloh (sav), «Kocan seninle temas etmezden evvel bir köle azad etsin.» Ben
de. «Köle bulamaz.» dedim. Resulullah (sav). «Öyleyse aralıksız iki ay oruç
tulsün.» dedi. «Ya Resulullah. o yaşlıdır, o kadar oruç tutamaz.» dedim.
Resulullah (sav), «öyleyse altmış miskin doyursun.» buyurdu. Resulullah
(sav)'a, «Onun sadaka verecek birşeyl yoktur.» dedim. O zaman Resulullah (sav),
«Ben ona altmış sa' hurma vereyim.» buyurdu. «Bir aitmiş sa' da ben veririm.»
dedim. Resululloh (sav), «Güzel yaparsın. Sen onun yerine altmış yoksulu doyur
ve amcaoğlunun yanına git.» buyurdu.»
[3]
Birinci incelik: Fahreddin Razh «Bu vaka. halktan umudu kesilen. kendisinin mühim İşi
hususunda Allahtan başka yardımcısı olmayan kimsenin işini ancak Allahu
taalamn yapacağına delalet eder. Çünkü Allah-(cc) herşeye kadirdir, herşeyi
yapabilendir. Âyetteki, «Allah sizin konıışmanızı (zaten) işitiyordu.» İfadesi,
Allahu taalamn her zaman her şeyi işittiğine delalet eder. O kadının hitapta
Resulullah (sav)'Ia birlikte muhatap olması onu da bu hitap şerefine
erdirmiştir. Bu cümlede «Allah» isminin iki kere tekrar edilmesi, müminlerin
kalbine Atlanın heybetinin ilka edilmesi İçindir.»
[4]
İkinci İncelik:
İbni Munzır: «Cahiliyet döneminde erkekler kantarını, «Sen bana anamın sırtı
gibisin.» sözüyle boşarlardı. Cahil İye Arapları neden «sırt» demişlerdir de başka
bir uzvu zikretmemişlerdir. Halbuki diğer uzuvları anarak haram kılma daha
uygundu. Çünkü sırt binek yeridir. Kadın da bir yerde erkeğin bineğidir,
öyleyse, «Sen bana anamın sırtı gibisin?» ifadesiyle sanki, «Benim sana
nikahla binmem, anama nikahla binmem gibi haramdır.» denilmek istenmiştir.
Bundan ötürü «binek» yerine İstiare yoluyla «sırt» denilmiştir.»
[5]
Fahreddin Razİ: «Zihar
kelimesi sırt anlamına olan zehr kelimesinden alınmamıştır. Çünkü sırt, kadının
zevk alınan uzvu değildir. Belki zihar kelimesi yükseklik manasına olan zühr
kelimesinden alınmıştır. Bu kelime Kur'andaki, «Artık onu aşmaya (en-yezherü)
da güç yetiremedfler...» (Kehf; 97) âyetinde de yükseklik manasında
kullanılmıştır. Bunun için de binilen herşeye zühr denilir. Çünkü ona binen
yükseğe çıkmış olur. Bu mananın sıhhatine Arapların talakta kullandıkları «Ben
ailemden İndim» İfadesi de delalet etmektedir. Bu İfade bir yükseklikten inmeyi
dile getirir.»
[6]
Üçüncü incelik;
Zihar yapan kişi zevcesini annesine benzetiyor, «Benim annemdir» demiyor. O
halde Kur'an bu sözü nasıl oluyor da «yakm» ve «çirkin» olarak vasıflandırıyor.
Çünkü «Sen bana anamın sırtı gibisin», sözü ya karısının da annesi gibi haram
olmasını haber vermektedir veya şu anda zevcem bana annem gibi haramdır anlamına
gelmektedir. Eğer bu ifade geçmişteki bir hail haber veriyorsa yalan
olmaktadır. Çünkü zevcesi ona helal ve annesi ona ebediyyen haramdır. Helal
olan blrşeyi haram olan başka birşeye benzetmek yalandır. Bu yüzden âyet bu
sözü «yalan» olarak zikretmiştir. Eğer-şimdiki zamanda kendisine haram ettiğini
söylemek istiyorsa yine yalandır. Çünkü bu durumda zihar sözü şeriatın haram
kıldığını İfade etmiş olmoktadır. Şeriat da böyle bir teşbihin harama sebeb
olacağını söylemediğine göre, bu sözle haram hükmünü Isbat etmek'«yalan» ve
iftira olmaktadır.»[7]
Dördüncü İncelik: Rivaye göre Hz. Ömer hilafeti zamanında eşeğe binil! olarak dolaşırken
yaşlı bir kadına rastlar. Kadın Hz. Ömer'i durdurarak uzun uzun nasihat eder.
«Ben seni çok eskiden beri tanınm. Hatta sen küçükken sana Ömercik denilirdi.
Sonra büyüdün sana Ömer dediler. Şimdi de müminlerin emirl diyorlar. Halkın
hususunda Allah (cc)'tan kork. Bil ki ölümü yokinen bilen kimse vaktini boşa
harcamaktan korkar. Hesap vereceğini yakinen bilen kimse de azabtan korkar.»
dedi., Hz. Ömer kadının sözlerini sonuna kadar dinledi. «Şu kadar zamandır bu
kadın İcİn mi duruyorsun?» dediler. Hz. Ömer, «Allah (cc) ismi ile yemin
ederim ki bu kadın beni sabahtan akşama kadar durdursa, farz namazlarının vakti
hariç, dururum.» Bu kadının kim olduğunu biliyor musunuz? Bu kadın yedi kat
göğün üstünde Allah (cc)'ın sözünü dinlediği kadındır. Alemlerin Rabbl olan
Allah (cc) dinliyor da Ömer hiç dinlemez olur mu?» cevabını verdi.
[8]
Beşinci incelik: İmam Tirmizİ, Seleme bir Satır el-Ensarî'den şöyle rivayet etmiştir:
«Kadınlarla münasebet konusunda bana başka hiçbir erkeğe verilmeyen bir güç
verilmişti. Ramazan oyı girlncl aileme yaklaşarak orucumu zayedirlm korkusuyla
zevceme Ramazan sonuna kadar zihor yaptım. Bir gece ailem bana hizmet ederken
dayanamayıp münasebette bulundum. Sabah olunca yakınlarıma giderek, «Benimle
beraber Resulul-loh (sav)'a geliniz. Ona durumu arzedeyim.» dedim. «Hayır,
sonra hakkımızda Kur'an inmesinden korkarız.» dediler. Bunun üzerine
yantarmdon çıkarak Resululloh (sav)'a gittim. Durumu anlattım. «Bunu sen mi
yaptın?» dedi. «Evet, bunu ben yaptım.» dedim. Resulullah (sav) tekrar, «Bunu
sen mi?» buyurdu. «Bunu ben İşledim. İşte huzurunuzdayım. Hakkımda Allah (cc)'m
hükmünü icra et. Buna muhakkak katlanacağım?» dedim. Resul-I ekrem (sav), «Bir
köle azad et.» buyurdu. İki elimle gerdanıma vurarak «Sizi hak olarak gönderen
Zat'a yemin ederim ki, bu gerdandan başkasına sahib olmayarak sabahladım.»
dedim. Resulullah (sav), «p halde iki 07 oruç tut.» buyurdu. «Ya Resulullah,
başıma gelen zaten oruç yüzünden gelmedi mi?» dedim. Resulullah (sav}, «O holde
altmış yoksulu doyur.» buyurdu. «Seni hak ile gönderen Zat'a yemin ederim ki
geceyi aç olarak geçirdik, akşam yemeğimiz yoktu.» dedim. Resul-I ekrem (sav),
«Zürayk-oğuNarımn zekat memuruna gitve ono zekatı sana vermesini söyle. Bu
zekattan kendi namına altmış yoksula bir vesak (altmış sa') hurma yedir.
Gerisiyle de kendin ve iyalin için faydalan.» buyurdu. Bunun üzerine cemaatimin
yanına döndüm ve. «Sizin yanınızda darlık ve kötü görüş, Resulullah (sav)'ın
yanında İse genişlik ve bereket buldum. Sizin zekatınızın bana verilmesini
emretti. Haydi zekatı bana verfn.» dedim. Onlar da zekatı bana verdiler.»
[9]
Zihar cahiliyet
döneminde talakın en ağır şekliydi. Çünkü ziharla zevce ebedi haram olan anne
gibi ebedi haram kılınıyordu. Bu sebeble zihar yapan birisinin zevcesini tekrar
alması hiçbir şekilde caiz değildir, islâm bu hükmü Ibtal etti. Ancak ziharın,
kefalet verinceye kadar geçici bir ha-ramlığa sebeb olduğunu kabul etti.
Cahiliyet dönemindeki gibi onu kesin bir talak kabul etmedi, öyleyse kişi zihar
yapsa ve bundan maksadı talak bile olsa yaptığı talak değil yine zlhar olur.
Eğer zevcesine talak yapsa ve bu talaktan maksadı zihar olsa, bu da zihar değil
talaktır. Çünkü muteber olan niyet değil, sözdür.
Zihar, cahiliyet
döneminde talaktı. Fakat hükmü İslâm tarafından neshedildi. Onun neshediien
hükmüne dönülmesi caiz değildir. Hatta Evs bin Somid'in zlhar yaparken niyeti
talaktı. Âyetin nüzulünden sonra Resulullah (sav) ona talakın değil, zlharın
hükmünü icra etti. Çünkü zihar kendi hükmünde sarih bîr ifadedir. Onu kinaye
yoluyla şer'î talaka hamletmek caiz değildir. Zira ziharın talak olma hükmü
Allah (cc) tarafından neshedilmiştir. Uyulmaya değer olan da Allah (cc)'ın
hükmüdür.
«Şüphe yok ki onlar
herhalde çirkin ve yalan bir laf
söylüyorlar.t
âyeti de zlhann haram
olduğuna delalet eder. Hatta Şafii fukahasi ziharın kebairden olduğuna
hükmetmişlerdir. Zira zlhar yapon kimse şeriata muhalefet etmiş olur.
Ulema, ziharm haram
olduğunda ittifak etmişlerdir. Bu sebeble zihar yapmak caiz değildir. O bir
yalan ve iftiradır. Üstelik zihar talaktan da farklıdır. Çünkü talak meşru,
zihar ise yasaktır. Zlhar yapan kimse büyük bir günah işlemiş olur.
Dolayısıyla onun kefaret vermesi farzdır.
Karısına zihar yapan
kimse üzerine iki şey voctbtlr. Birincisi, kefaret verene kadar zevcesine
yaklaşması haramdır. Çünkü Allahu taala, «Kadınlardan zfhar yoluyla ayrılmak
İsteyip de sonra dediklerini geri olacaklar (fçin) bfrtlrtyte temas etmezden
evvel bir köle azad etmek (lazımdır).» buyurmuştur.
İkincisi, zlhor yapan
kimse, pişman olarak zevcesini ger) almak İsterse kefaret vermesi farzdır.
Zira Allahu taala, «Kadınlardan zihar yoluyla ayrılmak isteyip de sonra
dediklerini geri alacaklar (için) birbiriyle temas etmezden evvel bir köle azat
etmek (lazımdır).» buyurmuştur.
Zihardan geri
dönenler'için tafsilatlı bilgiyi üçüncü hükümde vereceğiz.
Kefaret vermeden evvel
temasta bulunmak nasıl haramsa, ondan başka şekillerde de faydalanmak (öpmek,
sarılmak gibi) öyle haramdır. Fu-kahanın cumhurunun (Hanefi, Maliki ve
Hanbeliler) görüşü budur.
İmam Sevri (ra) ve
İmam Şafii (ra)'nin de ilk kavline göre ise, zihar yapan kimsenin yalnız
karısıyla temasta bulunması haramdır. Ondan başka şekillerde faydalanması haram
değildir. Çünkü âyetteki «temo»»tan maksat çımadır.
Cumhurun delilleri:
1-
Âyetteki «birbiriyle temas etmezden
evvel» İfadesi umumidir. Kadından zevk.almanın bütün
yollarını İçine alır.
2- Zihardakl
teşbih, anneden faydalanmak nasıl haramsa, zevceden faydalanmayı da öyle haram
kılmaktadır.
3- Zihar
yapan adama Resulullah (sav), kefaret verene kadar zevcesinden uzak kalmasını
emretmiştir.
[10]
İmam Sevil ve İmam
Şafii'nin delilleri:
1- Âyette
yalnız «temas» zikredilmiştir. Bu da cima demektir, öyleyse haram olan yalnız
«temas»ttr.
2- Ziharla
ortaya çıkan haramlık nfcaho bir zarar vermemektedir, öyleyse aybaşı haline
benzemektedir. Kadın aybaşı halinde İken haram olan nasıl yalnız münasebetse
ziharda da haram olan yalnız münasebettir.
Fahreddin Razi, bu
hususta İmam Şafii (ra)'nln son görüşünü şöyle nakletmektedir: «İmam Şafii
(ra)'ye göre de zihar yapan adamın karısından her yönüyle faydalanması
haramdır.»[11]
Fukaha, «dediklerini
geri almak»tan maksadın ne olduğu hususunda göl üş ayrılığına düşmüşlerdir.
İmam-ı Azam (ra)'a
göre «dediklerini geri afmak»tan maksat, zlhar-dan sonra talaka kudreti olduğu
halde tutmak, tobşomamoktır.
İmam Malik (ra) ve
imam Hanbel (ra)'e göre İse, «dediklerini geri al-mak»tan maksat, ya yalnız
münasebet veya yanında tutmak istemektir.
Zahirilere göre ise,
«dediklerini geri almak»tan maksat zihar kelimesini ikinci defa
tekrarlamaktır. Tekrar edilmediği takdirde zihar vaki olmaz.
Ehli sünnet
mezheplerinin görüşleri mana itibariyle birbirine çok yakındır. Çünkü bu
görüşlerin hepsi, adamın söylediğine pişman olduğuna ve zevcesiyle tekrar bir
araya gelmek istemesine delalet eder. Buna göre âyetin manası, «Onlar kendi
nefislerine haram kıldıkları zevcelerinin tekrar helal olmasını isterlerse»
olur.
Ferra'ya göre
dediklerini geri almaktan maksat da sözünden dönmektir.
Zahirîlerin delilleri:
Âyetteki «dediklerini
geri almak (dönmek)tten maksat zihar kelimesinin tekrarlonmasıdır. Bunlara
göre zihar kelimesi ancak iki defa tekrar edilirse kefaret verilmesi lazım
gelir Zihar kelimesi bir defa söylenirse kadın haram olmaz.
Zeccac: «Zahirilerin
sözleri ancak Arapça bilmeyenlerin söyleyebtl-ceği bir sözdür.» demiştir.
İbnü'l-Arabî:
«Zahirilerin bu İddiası, zannediyorum ki, Davud-u Zahirî ve benzerlerinin
cehaletinden ileri gelmektedir. Bu İddia batıldır. Çünkü zlhar yapanların
vakaları nakledilirken zihar yapan hiçbir kimsenin zlharı-nı tekrarladığı
rivayet edilmemiştir. Allahu taalanın zihorı çirkin ve yalan olarak
vasıflandırması da bunların kavillerini çürütmektedir.»
[12]
Fukahonın cumhurunun
görüşü, aklen de şer'an da sahih olan görüştür. Çünkü zihar yapan kişi
kendisine helal olan karısına yaklaşmayı haram kılıyor, sonra da pişman olarak
ailesini yanına almak İstiyor. İşte bu ailesine dönmek azmi karşısında kefaret
vermesi farz olmaktadır.
Zahirilerin sözlerine
gelince, batıl ve asılsızdır. Onların görüşlerini isbat edecek hiçbir delil
yoktur. Onların görüşlerinin batıl olduğunu göstermek İçin Evs bin Samid'in
hadisi ile Seleme bin Sahr'm hadisleri kafidir. Çünkü bunların her ikisi de
zihar kelimesini tekrar etmedikleri halde Resulullah onlara kefareti
emretmiştir. Kat'ı delil olarak da bu iki hadis kafidir. Resulullahın acık emri
karşısında hlçklmse görüş beyan edemez.
Cumhur (Hanefi, Maliki
ve Hanbelilerje göre zımmilerin yaptığı zlhar sahih olmaz. Çünkü Allahu taala,
«İçinizden zlhar yapağelenler...» buyurmuştur. Âyetteki «İçinizden» kelimesi,
zihar hükmünün gayri müslimlerl İçine almayacağına delalet eder.
Cumhura göre zihar
yapan zımmî kefaret veremez. Çünkü kefaret ya bir köleyi azad etmek veya iki ay
oruç tutmaktır. Oruç İse İbadettir. Gayr) müstlmlerin bu ibadeti yapması sahih
değildir. Kefaret veremeyeceğine göre ztmmînîn zihan da sahih olamaz.
Cumhura göre zlharı
ancak âkil, baliğ ve müslüman olanlar yapabilir.
İmam Şafii (ra)'ye
göre ise zimmînln talakı sahih olduğuna göre zinan da sahihtir. Zihar yapan
zımmî, sözünden dönmek isterse ya bir köle azad eder veya altmış yoksulu
doyurur. Zımmiler oruç tutamazlar. Çünkü, oruç ibadettir ve müslümanlara
mahsustur.
Hanefi, Şafii ve
Hanbelilere göre cariyeye zihar yapılması sahih değildir veya kefaret vermesi
lazım gelmez. Çünkü Allahu taala, «İçinizden zihar yapagelenlerln karıları...»
buyurmuştur. Kur'an ıstılahında «kadın» demek olan «nisa» kelimesi ancak hür
kadın karşılığında kullanılmaktadır. Çünkü Allahu taola, «...Ne kendi
kadınları, ne de sağ ellerinin malik oldukları (cariyeler) hakkında hiçbir
vebal yoktur.» âyetinde hür kadınlarla cariyeleri ayrı ayrı kelimelerle İfade
etmiştir. Şu halde mevzumuz âyetteki «kadınlamdan maksat hür kadınlardır.
İmam Malik (ra)'e göre
ise cariyeye de zihar yapmak sahihtir. Çünkü cariye de şahsın karısı gibidir.
İmam Ahmed (ra)'den
yapılan rivayete göre, bir şahıs cariyesine zihar yapsa, ondan uzaklaşması
lazım gelmez. Ancak kefaret vermesi farzdır.
[13]
Fakihler kadının zihar
yapamayacağında İttifak etmişlerdir. Bir kadın kocasına zihar yapsa ve «Sen
bana anamın sırtı gibisin.» dese, o kadına kefaret vermesi lazım gelmez. Bu
sözü batıldır. İbnü'l Arabi'nin de dpdiği gibi nikah akdi ite talak kadınların
değil, erkeklerin hakkıdır.
İmam Ahmed (ra)'den
bir rivayete göre, zthar yapan kadına kocası yaklaştığı takdirde kefaret
vermesi şarttır.
Ulemanın cumhuruna
göre, Kur'on-ı kerimde ve hadislerde vaki olduğu gibi, zlhar ancak anneye
teşbihle yapılır. Eğer kişi, «Sen bana anamın sırtı gibisin.» derse zihar
yapmış olur. Eğer kişi zevcesine, «Sen bana kardeşimin veya kızımın sırtı
gibisin.» derse, zihar yapmış olmaz.
İmam Ebu Hanlfe (ra),
Şafii (ra) ve İmam Hanbel (ra)'e göre. mahrem olan bütün kadınlar anneye kıyas
edilir. Çünkü bunlara göre, zihar kişinin zevcesini haramlık bakımından
herhangi bir mahremine benzetme-sidir Zihorda illet ebedî haramlıktır. Kişinin
mahremleri de ebedî haramdır. Sahih görüş de müctehîdlerin görüşüdür. Fakat
bir şahsın zevcesine, sırf sevgisini göstermek için. «annem veya kardeşim»
demesi zihar demek değildir. Şurası muhakkaktır ki, böyle söylenmesi
mekruhtur. Zira Ebu Davud'un Ebi Temime el-Hecîmî'den rivayet ettiği hadise
göre Re-sututiah (sav} bir kişinin zevcesine «bacım* dediğini duyunca, bunu
çirkin görerek yasakladı.
Zîhar kefareti, bir
köle azad etmektir. Eğer kölesi yoksa, bir köle olma gücüne sahip de değilse,
aralıksız iki ay oruç tutması lazımdır. Eğer yoş-Wık veya hastalıktan dolayı
oruç da tutamıyorsa, âyeti kerimenin de delalet ettiği gibi, altmış yoksulu
doyurması icabeder.
Köle azad etme, âyette
mutlak bîr ifade İle zikredilmiştir. Buna göre,
bir fcöteyi azad etmek kefarete kafi gelir
Hanetilere göre, zihar
kefaretinde bir kölenin azad edilmesi lazımdır. Bu kdle mümin, kafir, büyük,
küçük, erkek, dişi hatta emzikteki bir çocuk olabilir. Çünkü âyetteki «rakabe»
kelimesi bunları ayrı ayrı kapsamaktadır.
Şafii ve Malİkilere
göre İse, zihar kefaretinde azad edilecek kölenin mümin olması şarttır, öyleyse
mümin olmayan bir köleyi azad etmek, kefaret olarak sahih değildir. Çünkü
âyette herne kadar azad edilecek kölenin mümin olması zikredllmemişse de zihar
kefareti, katil kefaretine kıyas edilir. «Kim bir mümini yanlışlıkla öldürürse,
mümin bir köleyi azad etmesi ve (ötenin) ailesine teslim edilecek bir diyet
vermesi lazımdır...» (Nisa: 92) âyeti, katil kefaretinde azad edilecek kölenin
mümin olmasını beyan etmektedir. Her İki kefarete de sebeb olan hadiseler de
şeriatın yasak ettiği hadiselerdir. Bir yasağa tecavüz edildiği İçin kefaret
vermek Icabettl-ğtnden her Ikisindeki kefaretin de eşit olması gerekir.
Hanefilere göre İse.
Şafii ve Malfkilerin kıyası sahih değildir. Çünkü böyle bir kıyasın
yapılabilmesi için, hadise ve hükmün aynı olması lazımdır. Ancak bu halde
mutlak olan mukayyed ile birleştirilebilir. Yapılan bu kıyasta ise hadise ve
hüküm birbirinden farklıdır. Bu sebeble mevzumuz âyetteki mutlak İfade, katil
hadisesi ile ilgili âyetteki mukayyed ifade İle birleştirilemez. Hadiseler ayrı
olduğu İçin. hükümleri ayrı ayrı tatbik edilir.
Bu iki görüş
artışındaki münakaşa fıkıh ve fıkıh usulü kitaplarında bulunmaktadır.
İki oy aralıksız oruç
tutmaya gelince, bu, köleye sahip olmayan ve alma gücü de bulunmayan kimse
İçindir. Oruç tutulan ayın otuz veya yir-midokuz olması farketmez. Kamere göre
iki ay tamamlanır. Şayet hilale göre başlanmayarak ay ortasında başlanırsa
Hanefilere göre altmış gün tutulması lazımdır.
Şafii ve Malikilere
göre ise, kameri ayın başında başlanmamışso, başladığı ayı sonuna kadar
tamamlar. İkinci ayı kamere göre tuttuktan sonra ilk aydan kalan ktsmı otuza
tamamlar.
[14]
Hiç oruç tutamayan
veya yaşlılık ve hastalıktan dolayı aralıksız oruç tutamayan kimseler ise
altmış fakiri doyurmalıdır.
Fakihler. her fakire
ne kadar yiyecek verileceği hususunda görüş ayrılığına düşmüşlerdir.
Ebu Hayvan şöyle der:
«Açık olan şudur ki, bir adamı doyuracak ka-. dar yedirmek gerekmektedir. Yoksa
şu ölçüde veya bu ölçüde yemek vermek diye birşey yoktur.»
[15]
Şafii ve MaUkilere
göre yedirilecek kefaret yemeğinin ayrı ayrı altmış kişiye verilmesi lazımdır.
Hanefilere göre İse,
bir fakire altmış gün ve her gün için yarım sa' verilmesi kafi gelir.
[16]
İmam-ı Azam [ra)'a
göre, zihar yapan kişi kefaret vermeden zevcesiyle münasebette bulunursa Allah
(cc)'d isyan etmiş ve günah kazanmış olur. Vakti geçtiğinden dolayı kefaret de
ondan düşer.
Fukahanın cumhuruna
göre ise, zihar yapan kişi kefaret vermeden önce zevcesiyle münasebette
bulunursa Allah (cc)'a isyan etmiş ve günah kazanmış olur. Bu günahından tövbe
ederek kefareti verinceye kadar ailesiyle yeniden temasta bulunmaz. Fakat
verilecek kefarette bir artma olmaz.
Cessas: «Zihar
kefareti icabettlrmez, ancak zevcesi ile teması haram kılar. Bu haramlık ise
kefaretle ortadan kalkar. Zihar yaptıktan sonra ailesine yaklaşmayı arzu
etmeyen kişiye kefaret lazım gelmez. Şayet zihar yapılan kadın, kocası ile
temastan önce ölürse kocasına kefaret lazım gelmez. Çünkü ziharın hükmü
kefaret verinceye kadar münasebetin haram olmasını icobettirir. Z|har yapan
kişinin kefaret vermeden karısına yaklaşması günahtır. Şayet kefaret vermeden
yaklaşırsa hem ziharın hükmü, hem de kefaret sakıt olmuş olur. Çünkü âyette
kefaret münasebetten önceki zamanla kayıtlanmıştır. Temas olduğu zaman onun
şartı olan vakit geçtiği için kefaret icabetmez. Ancak rivayetlerle tesbit
edildiğine göre, Resuluilah (sav), kefaret vermeden zevcesine yaklaşan adama,
«Tevbe ve İstiğfar et. Kefaret verinceye kadar da ailene yaklaşma», buyurmuştur.
Şu halde zfhar hükmünde münasebetten sonra kefaret verme âyetle değil, sünnetle
tesbit edilmektedir.»
[17]
1- Doğru ve
ihlaslı olarak Allahu taolaya niyazda bulunanların duaları kabul edilir.
2- Zevcesini
ebediyyen haram olan kadınlardan birisine benzetmek caiz değildir.
3- Zihar
kefareti verilmeden zevce ile temasta bulunmak haramdır.
4- Kefaret
âyetteki sıraya göre verilir. Köleye gücü yetenin oruç tutması veya oruç
tutmaya gücü yetenin altmış yoksulu doyurması caiz değildir.
5- Allah
(cc)'ın çizdiği sınırları aşmak haramdır.
İslâm evliliği geçici
değil, ebedî bir bağ olarak kabul etmiştir. Evlilik bağını koparmak ancak ve
ancak Allah (cc)'ın en sevmediği helal olan talak veya Ölümle olur. Evlilikle
bir kadın erkeğe Allah (cc)'ın çizdiği sınırlar İçinde helal kılınmıştır.
İnsanlar Allah (cc)'ın kendilerine mubah kıldığını tağyir eder, yani helal
olan blrşeyl haram ederse şüphesiz hem büyük günah İşlemiştir, hem de Allah
(cc)'ın çizmiş olduğu mubah sınırlarını aşmıştır. Böyle büyük bir günah
işleyenin cezası da büyük olacaktır.
Zihar yapan bir şahsın
Ödeyeceği cezaya kefaret denir. Kefaret birkaç şekilde ödenebilir. Ancak
bunlardan en efdali, cemiyete bir fayda getirenidir. Bu İse bir köle azad
etmektir. Bu hüküm, köleleri hürriyete kavuşturma yollarından bir yoldur.
Zihar yapan kişi köle azad etme gücüne sahip değilse, o zaman aralıksız iki ay
oruç tutması lazımdır. Oruç ahlakı güzelleştiren bir terbiye yoludur. Terbiyeye
en çok muhtaç olan da nefistir. Nefsin en iyi terbiye yolu da oruçtur.
Şüphesiz oruç kefareti, sıhhatti olan kimselere hastır. Çünkü Allahu taala
insanlara gücü yetmediği şeyi yükiemez.
Oruca güç yetiremeyen
kimse hakkında farz olan do yine cemiyete faydalı olan bir yoldur. Bu da altmış
fakirin doyurulmasıdır. Böylelikle kefaretler cemiyetin menfaatiyle ferdin
menfaati arasında bir denge sağlar. İşte nefsine helal olan birşeyi haram
edenin cezası budur. Müminler böyle önleyici bir ceza hususunda âyetin beyan
ettiği hüküm ve hikmetlerden ibret almalıdırlar.
10- Ey iman edenler
meclislerde «yer açın» denildiği zaman aıı küıflenIş"k vwsin- «Kolkın»
denilince de kalkıverln
11- Allah finizden
İman etmiş olanlarla kendüerine ilim verilmiş bulunanların derecelerini
artırır. Allah ne yaparsanız hakkıyla haberdordır U'Un°nIann
12-- dUlnh Z£*J?T
8İenter' ^ P0"01"11*» mahr6m b'rşey arzetmek İste. aıgıniz vakit (bu)
mahrem konuşmamzdon evvel sadaka verin
Bu sbi ICİn dahaihav.rH daha temizdir. Eğer bulamazsanız şüphe yok
ki' Allah çok yarlıöayıcı, çok eslraeylcldlr.
13- Mahrem
konuşmanızdan evvel sadakalar vereceğinizden korktunuz mu? Çünkü İşte
yapmadınız. (Bununla beraber) Allah sizin tövbelerinizi kabul etti. O halde
dosdoğru namazı kılın. Zekatı verin. Allaha ye peygamberine (diğer emirlerinde
de) İtaat edin. Alfah ne yaparsanız hakkıyla haberdardır.
(mücadele suresi)
(Tefessehû):
Fesh kökünden gelir. Oturma yerinde)¥öracma anlamına gelir.
(Ünsüzü):
Neşz kökünden gelir bir fiildir. Neşz, düz bir yerdeki yüksekliğe denir.
Buradaki anlamı «kalkın» demektir.
(Derecâtin):
Yüksek mevkilere denir.
(Necvâküm):
Necva, iki kişi arasındaki mahrem
(Etharu):
Daha temiz demektir.
(Eşfaktüm):
İşfak kökünden gelir. Işfak çirkin şeylerden korunmaktır.
Allahu taala ş.; 3
buyurmaktadır: Ey müminler, size, dışardan yeni gelen kardeşleriniz er açın
denildiği zaman, onun da oturabilmesi için yer açın. Gelene ye. vermek insanlar
arasında sevgiye sebeb olur, insanları birbirine bağlc- Onlara yer açtığınız
takdirde Allahu taala da size rahmetini çoğaltır, ^alblerinizi nurlandırır.
Size dünya ve ohirette sıkıntı vermşz.
Ey müminler, size
namaza, cihada veya diğer bir hayra kalkın denildiği zaman hemen kalkın.
Yerinizden kalkarak başkalarına yer vermeniz istendiğinde de emre uyarak hemen
yer verin. Allahu taala itaat eden kul-' lan sever. Müminlerin derecelerini
yükseltir. Bilhassa ilimleriyle yalnız Allah (cc) rızasını taleb eden ve
İlimleriyle amil olan alimleri yüceltir. Çünkü alimler peygamberlerin
varisleridirler. Allah (cc) kime hayır dilerse onu dinde fakiri kılar. Allah
(cc) katında yücelik, yükseklik, meclislerde en yüksek yerde oturma ile değil,
ilim ve İmanla olur.
Allahu taala mümin
kullarına Resulullah (sav) ile herhangi bir İşte mahrem konuşmak istedikleri
zaman, konuşmadan önce Resulullah (savcın şanına tazim, fakirlere yardım,
halis müminler ile hilekar münafıkların arasını temyiz İçin sadaka vermeyi
emretmiştir. Çünkü sadaka kalbi temizlediği gibi Allah (cc) katında da en
makbul şeydir. Böyle bir mahrem konuşma yapmak İsteyen mümin sadaka verme
İmkanına sahip değilse, üzerine bir vebal yoktur. Zira Allahu taala müminlere
güçlerinin yetmediği şeyleri emretmemiştir.
Allahu taala sadaka ve
benzeri hayırlı İşlerin yapılmasından korkulma-ması Icabettiğinl haber
vermektedir. Çünkü Allahu taala gücü yetmeyenlerin tövbelerini kabul eder ve
onlara emredilen şeyin terki hususunda ruhsat vermiştir. O takdirde namazınızı
dosdoğru kılın, zekatınızı verin, ibadetlerde ve bilhassa namaz İle zekatta
kısaltma yapmayın. Zira Allahu taala yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
1-
Resulullah (sav), bir cuma günü caminin suffesinde İdi. Yer dardı, içlerinde
Sabit bin Kays bin Şemmas'ın da bulunduğu Bedire katılan muhacir ve ensardan
bir cemaat geldi. Resuluilah (sav). Bedir Savaşına katılan ensar ve muhacirlere
çok ikram ederdi. Bunlar suffeye gelince durdular ve Önce Resulullaha selam
verdiler. Resulullah (sav) selamlarını aldı. Sonra da oturan cemaata selam
verdiler. Oturanlar da onların selamını aldılar. Gelen cemaat ayak üzeri
bekliyor, kendilerine yer açılmasını bekliyorlardı. Fakat hiç kimse yer
vermiyordu. Bu Resulullah (sav)'a ağır geldi. Çevresindekilerden birkaç kişiye
kalkmasını söyledi. Gelenlerin sayısı kadar adam kaldırarak onları oturttu. Bu
hal, Resulullah (sav)'ın kaldırdıklarının ağırına gitti. Bu, onların
yüzlerinden belli oluyordu. Münafıklar da, «Bu nasıl adalet, yerini alanları
kaldırıyor, sonra gelenleri oturtuyor.» diye konuşmaya başladılar, işte bunun
üzerine «Ey iman edenler, size meclislerde «yer acına denildiği zaman genişletin
ki...» âyeti nazil oldu.
[18]
2- Ibni
Abbas (ra) ve Katade (ra)'den şöyle rivayet edilmiştir: «Bazı rüslümanlar
İhtiyaçları olmadığı halde, sırf Resulullahın yanında yerlerinin büyük
olduğunu göstermek için Resulullah (sav)
ile mahrem konuşurlardı. Resululloh da cömertliğinden kimseyi
reddetmezdi. Bunun ü-zerine, «Ey İman edenler, siz peygambere mahrem birsey
orzetmek tete-dtğiniz vakit...» âyeti nazil oldu.»
[19]
3-
Mukatil'den şöyle rivayet edilmiştir: «Zenginler Resulullah (sav)'a gelerek
çokça mahrem konuşurlardı. Mecliste de fakirlere fırsat vermezlerdi. Hatta
Resulullah (sav) onların bu mahrem konuşmalarından, yanında uzun uzun
oturmalarından rahatsız ofdu. Bunun üzerine, «Ey iman e-denler, siz peygambere
mahrem birşey orzetmek istediğiniz vakit...» âyeti nazil oldu.»[20]
Birinci incelik: Allahu taala mümin kullarına aralarında düşmanlığa sebebiyet veren
şeyleri yasakladığı gibi, bu âyetlerde de sevgi ve saygıyı artırmaya vesile
olacak şeyleri emretmektedir. Sahabe-i kiram Resulullah {sav)'ın sohbetlerine
çok haris oldukları İçin onu yakından dinlemek kas-dıyla yakınına oturmayı çok
İsterlerdi. Bu âyetlerle, müslüman kardeşlerinin kalblerini hoşnut etmeleri
İçin meclise sonradan gelenlere yer vermeleri emredilmiştir. Bu âyetlerin
«Fısırtı (ile konuşmak) t an menedlltp de sonra menedildiklerl (o hale)
dönmekte ve günahı, düşmanlığı ve peygambere İsyanı fısıldanmakta olanları
görmedin mi» âyetlerinden sonra gelişindeki sır da budur. Daha önceki
âyetlerde Allahu taala günah ve düşmanlığa vesile olacak şeyleri, mahrem
konuşmayı yasaklamaktaydı.
İkinci İncelik;
Allahu taala âyete, «Ey müminler» hitabıyla başlayarak müminlere vermiş olduğu
yeri ve değeri göstermektedir. Bu hitabın hemen arkasından da ulemayı
zikrederek ulemanın yer ve ehemmiyetini göstermektedir. Zira «Ey İman edenler»
hitabı zatan ulemayı da İçine almaktadır. Ulemanın tekrar zikredilmesiyle
ilmiyle amil olan ilim ehlinin yerinin yüceliğine işaret edilmektedir.
Üçüncü incelik:
Müminlere Resulullah (sav) ile mahrem konuşmadan Önce sadaka vermelerinin
emredilmesl birkaç yönden ehemmiyeti haizdir:
1-
Resulullah (sav)'a ve Resulullah (sav) İle mahrem Konuşmaya tazim etmek.
2-
Fakirlerin verilecek sadakadan faydalanması.
3-
Resuiullah (sav)'a çok soru sorulmasının önlenmesi.
4 - Muhlis
ile münafıktn, dünyayı seven İle ahreti sevenin birbirinden ayrılması.
Dördüncü incelik; Kur'an-ı kerim, alimlerin Allah (cc) katında yüce bir yerleri olduğunu
beyan etmiştir. Alimlere şeref ve iftihar bakımından ' Kur'anda varid olan
âyetler kafidir.
Alimler hakkında
Resulullah (sav) da, «İslâmı canlandırmak İçin İlim arayan, okuyan ve
okutanlarla peygamberler arasında tek bir derece vardır.»
[21]
buyurmuştur.
Müfessirler bu hususta
üç görüşe ayrılmışlardır:
1- Mücohid
(ra)'e göre, «meclislersden maksat, hassaten Resulullahın mescididir.
2- İbni
Abbas (ra) ve Hasan (ra)'a göre, «meclisler»den maksat, harb meclisi ve savaş
meydanıdır. Zira sahabller şehadetl çok arzu ettikleri için savaş saflarındaki
yerlerini kimseye vermezlerdi.
3- Katade
(ra)'ye göre, âyetteki «meclistersden maksat,
zikir ve ayin meclisleridir. Bu mana daha geniştir. Çünkü zikir meclisi
denilince Resulullahın meclisi de, savaş meclisi de İfade edilmiş olmaktadır.
Taberı şöyle diyor:
«Bu hususta söylenecek en doğru söz, Resulullah (sov)'ın meclislerde müminlere
«yer açın» demesi zikredildiğlne göre, buradaki meclisin Resulullah (sav)'ın
meclisine veya savaş meclisine tahsis edilmesi gerekmektedir. Âyetteki
«meclislerden maksat bütün meclislerdir.»
[22]
Kurtubî de şöyle der:
«En sahih görüş, âyetteki «meclislerin» müslü-manların toplandığı bütün hayır
ve ecir meclisleri olduğudur. Bu meclisler İster harb meclisi, İster zikir
meclisi, ister cuma günü toplanılan cuma meclisi olsun. Bütün bu meclisler,
zamanına göre en kıymetli meclislerdir.»
[23]
Âyeti kerime,
dışarıdan yeni gelen için yer verilmesinin vacib olduğuna delalet etmektedir.
Bu da İslâmın getirmiş olduğu en güzel huylardan biridir. Şurası muhakkaktır
ki, birisini kaldırıp onun yerine oturmak mubah değildir. Çünkü Resuiullah
(sav), «Birisi diğerini yerine oturmak İCİn kaldırmasın. Yalnız sonradan gelene
yer açınız.»
[24] buyurmuştur.
En güzel şey mubaha
koşmaktır. Meclis de bu mubahlardan bir yerdir. Müslümanlar oturduğu zaman,
yeni gelen kimse, yer gözetmeden bulduğu yere oturmalıdır. Ancak şurası
muhakkaktır ki, içtimai terbiye kuralları, faziletli ve ilim ehli kişilerin
meclisin önünde oturmasını gerekil kılar. Günümüze kadar da ilim adamları ile
İslama hizmet eden faziletli kimselerin İslâm dairesinde yerleri mukaddem
tutulmuştur. Bu yüksek edeb Resuiullah (sav)'ın meclisindeki sahabilerin edeb
ve terbiyesi İdi. Onlar önce hicret edenleri tercih ederlerdi. Hicret edenler
arasında da ilk hicret edenleri sonra hicret edenlere tercih ederlerdi. Ayrıca
ilim ve fazileti de göz önünde tutarlardı.
Resuiullah (sav)'ın
Bedire iştirak eden müslümanlarm gelişinde diğerlerini kaldırarak onları
oturtması âyete muhalif değildir. Bu halka fiili olarak güzel ahiakı ve ensar
ve muhacirlerden faziletli insanlara saygıyı öğretmektir.
İbnü'l-Arabî'nln
senetleriyle Enes bin Malik (ra)'ten tesbit ettiği hadise göre, Resulullah
(sav) mescidde oturuyordu. Sahabiler de çevresinde havalanmışlardı. Ali bin
Ebi Talib (ra) icerl girerek selam verdi. Sonra oturacak bir yer araştırdı. Bu
sırada Resulullah (sav) sahabilerden hangisinin ona bir yer vereceğine
bakıyordu. Resulullahıri sağ tarafından oturan Hz. Ebubekir toparlanarak yer
açtı ve Hz. Ali Resulullah (sav) ile onun arasına oturdu. Resulullah (sav),
«Ey Ebubekir, fazilet ehlini ancak faziletli kişiler bilir.» buyurdu.[25]
Sıhhatli olarak tesbit
edilmiştir ki, Hz. Ömer, Abdullah bin Ab bas (rafı diğer saha bile re tercih
ederdi. Sahabiler bu hususta dedikodu ettiler. Hz. Ömer dedikodu edenlerle
Abdullah bin Ömer (ra)'i çağırdı. Onlara, «Aİlahın nusreti ve fetih gelince,
sen de insanların fevc fevc Allanın dinine gireceklerini görünce, hemen
Rabbinl hamd İle teşbih et. Onun yarfığamasını İste. Şüphesiz ki O, tövbeleri
çok kabul edendir.» (Nasr: 1-3) suresinin tefsirini sordu. Hepsi sükut ettiler.
İbnl Abbos (ra), «Bu sure Resulullaha hitab ediyor.» dedi. Bunun üzerine Hz.
Ömer, «Bu surenin tefsirinde ben de bundan başkasını bilmiyorum.» dedikten
sonra diğerlerine, «İşte ben bu ilminden ötürü bunu başkalarına tercih
ediyorum.» dedi.
[26]
Oturma meclisinde
herhangi bir ihtiyacı için dışarı çıkan kişi tekrar döndüğünde evvelce oturduğu
yerde oturması daha uygundur. Çünkü Resulullah (sav), «Kim yerinden kalkar ve
sonra yerine dönerse, o yerde oturmaya diğerlerinden daha layıktır.»
[27]
buyurmuştur.
Fukahanın cumhuru,
dışarıdan gelen alim ve fazıl kişiye ihtiram kastıyla ayağa kalkmanın caiz
olduğuna hükmetmişlerdir. Çünkü müslümana hürmet etmek vactbttr. Zira ona
yapılan saygı onun dininden ve salahından ötürüdür. Bu da İslama karşı olan
saygıyı göstermektedir. Çünkü Resulullah (sav), «İslâmtn emir ve tavsiye
ettiği hiçbir şeyi hakir görmeyin. Bir müslüman kardeşinizle konuştuğunuz zaman
ona güleryüzle konuşun.»
[28]
buyurmuştur.
Dışarıdan gelen bir
insana, eğer fasık değilse ve kibre yolaçmıyorsa ayağa kalkılması caizdir.
Yalnız şu var ki, meclise giren insan her giriş ve çıkışında cemaatın ayağa
kalkmasını İstiyorsa o zaman kalkmak mekruhtur.
Allame İbni Kesir
şöyle der: «Fakihler, dışarıdan gelen bir adama saygı için ayağa kalkılıp
kalkamayacağı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bazı fakihler «(Efendinize ayağa
kalkınız.» hadisine istinaden kalkmanın caiz olduğuna hükmetmişlerdir. Diğer
bazı fakihler ise Resulullah (sav)'in «Halkın kendisini ayakta karşılamasını
isteyen kimse ateşte yerini hazırlasın.»
[29]
hadisine dayanarak dışarıdan gelene cemaatın ayağa kalkmasının yasak olduğuna
hükmetmiştirler. Diğer bozı fakihler ise, şöyle demişlerdir: Dışarıdan gelen
kir se uzaktan gelen bir misafir ise veya o bölgenin hakimi ise ayağa
kalkılmast caizdir. Sa'd bin Muaz (ra)'ın kıssası da buna delalet eder.
Resulullah (sav). Sa'd bin Muaz (ra)'ı Beni Kurayza'ya hakim tayin etti. Sa'd
bin Muaz oraya gelince Resuluilah (sav). «Efendinize ayağa kalkınız.»
[30]
buyurdu. Hükmettiği bölgede hakime kalkmak, onun hüküm ve emirlerinin daha
geçerli olması içindir.
[31]
Ulemanın cumhuru,
dışarıdan gelen bir adam için ayağa kalkmanın caiz olduğuna hükmetmişlerdir.
Ancak fasık, kibriyle meşhur veya saygı ve hürmeti seven bir kimse için ayağa
kalkılmaz.
Bazı fakihlerin ayağa
kalkmanın caiz olmadığı yolundaki görüşlerini isbat için delil aldıkları
«Halkın kendisini ayakta karşılamasını isteyen kimse ateşte yerini
hazırlasın.» hadisi, bu hususta bir delil olamaz. Çünkü Resulullah (sav) bu
hadiste mütekebbir ve halkın kendisine ayağa kalkmasını İsteyen kimseye ayağa
kalkılmamasını bildirmiştir. Yoksa her gelen için ayağa kalkılmasını
yasaklamamıştır.
Bazı kimselerin,
«Ayağa kalkmak namazın rükünlerinden bir rükündür. Bundan ötürü gelen bir
kimseye ayağa kalkmak haramdır. Çünkü bu, ibadete benzer.» demelerine gelince,
bu söz tam bir cehaletin ifadesidir. Şer'î hükümleri âyet ve hadislerden
çıkaran kimseler böyle bir söz söylemezler. Bu nasıl söylenebilir?
Oturmak, Kur'an okumak, şehadet getirmek
ve Şafii mezhebine göre salat ve selam getirmek de namazın rükün-lerindendir.
Öyleyse kim, «Alimin huzurunda oturmak, birisinin karşısında Kur'an okumak,
kelime-i şehadet getirmek, Resulullah (sav)'a salat ve selam okumak haramdır,
çünkü bunlar namazın rükünleridir.» diyebilir. Kalkmayı namazdaki rüku ve secde
ile kıyas etmek, İslâmdaki kıyas kurallarına uymadığı gibi batıl bir kıyastır.
Çünkü Allah (cc)'tan başkasına rüku ve sücud caiz değildir. Nitekim Resulullah
(sav), «Eğer insanların insanlara secde etmesini emretseydim, kadının kocasına
secde etmesini emrederdim.» buyurmuştur. Görülüyor ki, secdenin Allah
(cc)'tan başkasına yapılmaması hususunda kesin nas varid olmuştur.
Ayakta durma, oturma ı veya uzanma ise
haram olan şeylerden değildir. Allah (cc) bizi cahillerin şerrinden ve ilim
iddiasındaki ahmakların şerrinden korusun.
Alimler,
«...Peygambere mahrem birşey arz et m ek istediğiniz vokit (bu) mahrem
konuşmanızdan evvel sadaka verin.» âyetindekl «verin» emrinin vücubu mu, yoksa
sünneti mi gerektirdiği hususunda görüş ayrılığına düşmüşlerdir.
Bazı alimlere göre,
âyetteki emir vücub İçindir. Buna kail olanlar, «Eğer bulamazsanız şüphe yok ki
Allah çok yarfığayıcı, çok esirgeyicidir.! âyetine istinad etmişlerdir. Çünkü
bunlara göre, bu ve benzeri âyetler terki sahih olmayan farzı veya vacibi
emreden âyetlerden sonra gelir.
Diğer bazı alimlere
göre ise, âyetteki emir, sünneti ifade eder. Zira Atlahu taala, «Bu, sizin için
daha hayırlı, daha temizdir.» buyurmuştur. Bu ifadenin emrin hemen akablnden
gelişi, âyetteki emrin farz değil, sünnet olduğuna delalet etmektedir. Çünkü bu
ifade, farzların akabinde değil, sünneti ifade eden emirlerin akabinde varid
olmuştur.
Diğer bir yönden de
hakikaten Allahu taala bu âyetten sonra, «Mahrem konuşmanızdan evvel sadakalar
vereceğinizden korktunuz mu? Çünkü İşte yapmadınız. (Bununla beraber) Allah tövbelerinizi kabul
etti.»
buyurmuştur. İşte bu
son âyet öncekinden farz ihtimalini tamamen ortadan kaldırmıştır. Farziyet
kalkınca da, âyetin icabının sünnet olduğu ortaya çıkar.
Zaten alimler bu
âyetin neshedlldiğinde ittifak etmişlerdir. Bu âyet bundan sonraki «Mahrem
konuşmanızdan evvel sadakalar vereceğiniz-dtm korktunuz mu? Çünkü işte yapmadınız.»
âyeti ile neshedilmiştir, Ancak bu nasih âyetin neshedilen âyetten nekadar
sonra geldiği hususunda ihtilaf edilmiştir.
Bazı alimlere göre, bu
emir on gün kadar kaldıktan sonra neshedilmiştir.
Diğer bazı alimlere
göre ise de. yarım gün kadar sonra neshedümiş-tir.
Hz. Aliden şöyle bir
nakil yapılmıştır: «Allah (cc))n kitabında bir âyet vardır ki, benden evvel ve
benim dışımda hiçkimse onunla omel etmemiştir. Benden sonra da kimse o âyetle
amel etmeyecektir. Bu âyet geldiği zaman, benim bir dinarım vardı. Bozdurarak
on dirhem aldım. Resuiullah (sav) ile mahrem konuşmak istediğimde bir dirhem
sadaka verir sonra konuşurdum. Sonra bu âyetin hükmü neshedildl. Hiçkimse de
bununla da amel etmemişti.»
Kurtubi: «Ey iman
edenler, siz peygambere' mahrem birşey arzetmefc İstediğiniz vakit... sadaka
verin.» âyetinin hemen akabinde «Mahrem konuşmanızdan evvel sadaka
vereceğinizden korktunuz mu?» âyetinin naztl olması, bir âyetin (cabatına göre
amel edilmeden önce onun neshedilebile-ceğine delalet eder. Hz. Ali'den
nakledilen rivayete gelince, bu zayıftır.
Çünkü Al la hu taala,
«Çünkü siz yapmadınız.» Duyurmuştur. Ayetteki bu ifade, hickimsenln sadaka
vermediğine delalet eder.»
[32]
1- Meclise
dışarıdan gelen adama yer vermek vacibtlr. Bu İslâmın güzel huylanndadır.
2- Mümine
mecliste yer vermek, Allah (cc)'ın rahmet ve rızasına sebeb olur.
3- Allah
(cc) katında yücelik, azizlik ve şeref ancak iman ve ilimle olur.
4-
Resulullah (sav)'a tazim etmek farzdır. Onunla mahrem konuşulduğunda da
sıkıntı verilmemelidir.
5- Resulü
Hah (sav) ile mahrem konuşulmadan önce sadaka verilmesi, Resulullah (sav)'a
karşı saygının bir ifadesidir.
6- Beşerin
maslahatı için şer'i hükümlerin neshedilmesi Allah (cc) tarafından kullarına
bağışlanan bir kolaylıktır.
7- Namaz ve
zekat İslâmın en büyük rükünleridir. Bunun İçin de Kur'anda namaz ve zekat
birlikte zikredilmiştir.
[1] Buhari ve Nesai.
[2] Beyhaki. Süyuti
[3] R;ıvı Ebu Dnvud - tmnm Ahmed mealen
[4] Razi age, C. S, S. 154.
[5] İbni Munzır, age, Zehr maddesi.
[6] Razl, age, C. 8. S. 149.
[7] Razl, age. C. 8, S. 153. Kurtubl, age, C. 17, S. 273.
[8] Kurtubl, age. C. 17, S. 269. M. AH Tantavi,
Ahbarül-ömer. 426
[9] Tirmizi, Ebu Davud. lbni Mace. Hakim. Cemü'l-Fevafd,
C, 1, S. 620.
[10] Sünen sahipleri rivayet etmiştir.
[11] Razi. age, C. 8. S. 156.
[12] İbnü'lArabl, Kurtubl, age, C. 17. S. 281. İbni Cevzl,
age, C. 8, S. 104.
[13] Gessas. Bge. C 3. S. 821. îbni Cevzi. age. C. 8, S.
169
[14] Ahiri, age, C. 28. S. 14. Raz!. age. C. 8, S
[15] Ebu Hayyan. age. C. 8, S. 234.
[16] Kurtubi, age, C. 17, S. 287. Razl. age. C. 8, S. 158,
[17] Cesaas. age, C. 3, S. 420. İbni Mace, Nesai, Tirmizi.
[18] İbni Ebi Hatem, Mukatil bin Hayyan'dan Kurtubl. age, C. 17, S. 2ö7. Razi, age. C. 8. S. 164.
[19] Ebu Hayyan, age, C. 8, S. 237. Alusi, age. C. 28. S. 30
[20] Alusi, age, C. 28, S. 30. Ibni Cevzl, age. G.8, S. 105.
[21] Darimi. Ömer bin Kesir Anil-Hasan'dan rivayet etmiştir.
[22] Taberi. Ibni Cevzi, Zadü'l-Mesir. C. 8. S. 192.
[23] Kurtubi. age, C. 17. S. 287.
[24] Buhari va Müslim. Abdullah bin Ömer'den.
[25] İbnü'l-Arabi, Ahkamü'l-Kur'an C. 4.
[26] Buhari, Abdullah bin Abbas'tan.
[27] Müslim.
[28] Tirmizi. Ebu Davud.
[29] Ebu Davud.
[30] İbni Kesir, age, C. 4.
[31] Hakim, yönetici manasındadır. (Çev.)
[32] Kurtubi, age. C. 17, S. 302. Alusi, age. C. 28, S. 31. Cessas, age, C. 3, S. 428. 444