MÜCADELE SURESİ 2

 


MÜCADELE SURESİ

 

Mücadele suresi, yirmi iki âyettir ve Medine'de nazil olmuştur. Bu sure-i celilede de bazı hukuki meseleler beyan edilmekte ve cahiliye dönemindeyaşa-nanbazı adetler kaldırılmaktadır.

Hanımına zıhar yapan, yani "Sen bana anamın sırtı gibisin." şeklinde bazı ifadeler kullanarak onu kendisine haram kılan kişinin bu davranışı yasaklan­maktadır. Böyle yapan bir kişiye de ceza uygulanacağı beyan edilmekledir. Bu ceza, hanımına böyle yapan kişinin bir köle azad etmesi veya iki ay oruç tutma­sı, bunlara gücü yetmiyorsa altmış fakiri doyurması cezasıdır.

Sure-i celilede devamla, Allah ve Resulüne karşı gelenlerin, daha önce böyle yapan kişilerin olduğu gibi rezil olacakları beyan edilmektedir.

Ayrıca Resulullah ile konuşmanın adabı beyan edilmekte ve onunla gizli­ce konuşmadan önce, yapılacak hatalar için sahabenin sadaka vermesi gerektiği açıklanmaktadır.

Allaha ve âhiret gününe iman eden hiçbir kavmin, babaları, oğullan, kar­deşleri veya akrablan dahi olsa, Allaha ve Peygamberine düşman olanlara sevgi besi e yemeyeceği beyan edilmekte ve AUalyealanın bunları kendi katından bir ruh ile destekleyeceği açıklanmaktadır.[1]

 

Rahman ve Rahim olan Allanın adıyla.

 

1- Ey Muhammet], Allah, kocası hakkında seninle mücadele eden ve Allaha şikayette bulunan o kadının sözünü içilmiştir. Zaten Allah, İkinizin arasında geçen münakaşayı işitiyordu. Şüphesiz ki Allah, herşeyi işitendir, görendir.

Bu ve bundan sonra gelen âyet-i kerimeler, İslam hukukunda "Zıhar" di­ye adlandırılan bir meseleyi izah etmektedir. Cahiliye döneminde bir erkek, ha­nımına, "Sen bana anamın sırtı gibisin." derse hanımı kendisine haram olmuş sayılırdı. İslam gelince kadının böyle bir sebeple erkeğe haram olmasını reddet­ti. Ancak bunu yapan kişilere de aşağıda sırasıyla zikredilen cezaları koydu.

İslam geldikten sonra ilk zıhar yapan ve hanımına "Sen bana anamın sırtı gibisin." diyen şahıs Evs b. Samit'tir. Hanımı ise, tercih edilen görüşe göre Hav­le Bint-i Sa'labe'dir. Bu hanımın adının Huveyle Bint.i Sa'Iebe veya Huveyle Bint-i Huveylid yahut Huveyle Bint-i ed-Düleyc yahut Huveyle Bint-i es-Samit olduğunu söyleyen rivayetlerde vardır. Bu âyetlerin nüzul sebebi hakkında işte bu olay zikredilmiş ve bu hususu beyan eden çeşitli hadisler rivayet edilmiştir.

Urve b. Zübeyr, Hz. Aişe (r.anh.)nın şöyle dediğini rivayet ediyor:

"Bütün seslen duyan Allaha hamdolsun. Kocası hakkında tartışma yapan o kadın, peygambere gelmişti. Ben, evin bir tarafında bulunuyordum. O, koca­sından şikayet ediyordu. Ben onun ne söylediğini anlayamıyordum. Onun bu şi­kayeti üzerine Allah teala: "Ey Muhammed, Allah, kocası hakkında seninle mü­cadele eden ve Allaha şikayette bulunan o kadının sözünü işitmiştir.." âyetini indirdi.[2]

Havle Bint-i Sa'lebe (r.anh.) diyor ki:

"Vallahi, Allah, Mücadele suresinin ilk kısmını benim ve Evs b.-Sabit'in hakkında indirdi. Ben onun evindeydim (onunla evliydim) O, yaşlanmış ve ah­lakı titizlenmiş ve hırçınlaşmıştı. Bir gün yanıma geldi. Bir hususta ona itiraz et­tim. Bunun üzerine öfkelendi ve "Sen bana anamın sırtı gibisin." dedi. Ondan sonra çıkıp gitti. Kavmine ait olan toplantı yerine gidip bir müddet oturdu. Son­ra çıkıp tekrar yanıma geldi. Baktım ki o, yatağıma girmek arzusunda. Dedim ki: "Havle'nin canı, kudret elinde olan Allaha yemin olsun ki söylediğin sözleri söylemenden sonra, Allah ve Resulü, hakkımızda Allanın hükmünü verinceye kadar benimle haşhaşa kalamazsın." Fakat o buna rağmen üzerime atıldı. Ben ise ona karşı direndim ve bir kadının, yaşlı ve zayıf bir erkeğe galip gelmesi şeklinde ona gelip geldim. Onu üzerimden uzaklaştırdım. Sonra bazı komşula­rıma gittim. Onlardan emanet bir elbise aldım.- Sonra çıkıp Resulullahın yanma gittim. Önüne oturdum. Evs b. Samit'ten gördüklerimi ona anlattım. Onun kötü ahlakından çektiklerimi Resululaha şikayet ettim. Bunun üzerine Resulullah şöyle buyurdu: "Ey Huveyle, amcan oğlu yaşlı biridir. Onun hakkında Alhıhtan kork."

Havle diyor ki: "Allaha yemin olsun ki hakkımda âyet ininceye kadar oradan ayrılmadım. O anda Resulullahı, vahyin gelişindeki hal kapladı. Sonra bu ha! ondan gitti ve Resulullah bana: "Ey Huveyle, Allah senin ve adamın hak­kında âyet indirdi." buyurdu ve "Allah işitti." suresini "Can yakıcı bir azap vardır." kısmına kadar okudu. Ve bana dedi ki: "Kocana söyle de bir köle azad etsin." Dedim ki: "Ey Alllahın Resulü, Allaha yemin olsun ki, onun azadedeceği bir kölesi yoktur." Resulullah buyurdu ki: "O halde iki ay peşpeşe oruç tutsun." Dedim ki: "Ey Allanın Resulü, Allaha yemin olsun ki o yaşlı biri, oruç tutmaya gücü yoktur." Resulullah: "O halde alt­mış yoksula bir vesk (ölçü) hurma yedirsin." dedi. Dedim ki: "Ey AHahın Resu­lü, Âllaha yemin olsun ki onda bu da yoktur." Resululah buyurdu Ki: "Biz ona bir zenbil hurma yardımında bulunuruz." Dedim ki: "Ey Allanın Resulü, ben de ona bir zenbil hurma yardımında bulunurum." Resulullah buyurdu ki: "İsabet oldu İyi ettin. Git onun yerine hurmaları tasadduk et ve amcanın oğluna iyi dav­ran." Havle diyor ki: "Ben onların yerine getirdim. [3]

Taberi bu olayı "Farklı rivayetlerle, Ebu Âliye, Katade, Abdullah b. Ab-bas, Muhammed b. Ka'b el-Kurezi, İkrime, Mücahid ve Urve b. Zübeyr'den ri­vayet etmiştir.

Hz. Aişe (r.anh.) diyor ki:                                                                  ,

"Herşeyi işiten Allah teala yüceler yücesidir. Şüphesiz ki ben, Sa'Iebe'nin kızı Havie'nin konuştuklarını duyuyor fakat bir kısmını anlayamiyordum. O, ko­casını Resulullalıa şikayet ediyor ve şöyle diyordu: "Ey Ailahm Resulü, o benim gençliğimi tüketti. Ben ona çok çocuk verdim. Yaşım ilerleyip çocuktan kesilin­ce bana zmar yaptı. "Ey Allahım, şikayetimi sana yapıyorum."

Hz. Aişe diyor ki: "Kadın bu halde devam etti. Nihayet Cebrail şu âyeti indirdi. "Ey Muhammed, Allah, kocası hakkında*seninle mücadele eden ve Al-lalıa şikayette bulunan o kadının sözünü işitmiştir... [4]

Sahabilerden, karısına zıhar yapıp da bundan dönmek için keffaret olarak verecek bir şey bulamayan ve Resuiullaha gelen sahabilerden birisi de Seleme b. es-Sahr ei-Ensari'dir. Selem diyo ki:

"Ben, kadılarla münasebet bakımından başka erkeklerde bulunmayan bir güce sahiptim. Ramazan ayı gelince geceleyin hanımıma yaklaşırım, kedimi on­dan çekip alamam da bu işi gündüze kadar devam ettiririm korkusuyla Ramaza­nın sonuna kadar karıma zıhar yaptım. Bir gece karını bana hizmet ederken onun vücudunun bir yeri açıldı. Ben de gördüm. Bunun üzerine kendimi tuta­madım ve işi bitirdim. Sabah olunca kavmime gittim ve onlara durumu anlat­tım ve dedim ki: "Beni Resulullaha götürün ona durumumu anlatayım." Onlar da "Hayır vallahi biz bu işi yapmayız. Hakkımızda âyet ineceğinden veya Resu-İuIİahın bize, utancı bizden sonra da devam edecek bir söz söyleyeceğinden kor­karız. Fakat sen git neyi uyg'un görüyorsan onu yap." dediler. Bunun üzerine çı­kıp Resulullaha gittim ve durumu anlattım. Resulullah bana: "Bunu sen yaptın ha?" dedi. Ben de: "Evet ben yaptım." Resulullah tekrar:;ı Bunu sen yaptın ha?" dedi bende: " Evet ben yaptım" İşte buradayım hakkımda Allanın ükmünü icra et. Ben ona sabredeceğim." dedim. Resulullah: "Bir köle azad et." dedi. Ben eli­mi enseme vurdum ve dedim ki: "Seni hak ile gönderen Allaha yemin olsun ki o köleden başka bir şeyim yok." Bunun üzerine Resulullah: "İki ay oruç tut." de­di. Dedim ki: "Ey Allanın Resulü, benim başıma gelen ancak oruçluyken geldi." Resulullah: "Altmış yoksul doyur." dedi. Dedim ki: "Seni hak ile gönderene ye­min olsun ki bu geceyi aç olarak geçirdik. Akşam yemeğimiz yoktu." Bunun üzerine Resulullah, "Züreyk oğullanılın zekat işine bakan memura git ve ona söyle sana bunu versin. Sen de ondan bir vesk (yaklaşık 200 kg.) kadarını fakir­lere yedir. Geri kalanından da sen ve ailen faydalanın." buyurdu. Bundan sonra kavmime döndüm ve onlara dedim ki: "Sizde sıkıntı ve hoş olmayan düşünceler gördüm. Resulullahtan ise bolluk ve bereket gördüm. Zekatınızı bana vermenizi emretti. Onu verin bana." Onlar da zekatlarını bana[5] verdiler.[6]

 

2- Ey iman edenler, sizden karılarını annelerine benzetip "Zıhar11 yapanlar bilsinler ki, karıları onların   anneleri değildir. Onların anneleri ancak kendilerini doğuranlardır. Muhakkak ki zıhar yapanlar, asılsız ve çirkin bir söz söylüyorlar. Şüphesiz Alalı çok affedendir, bağışlayandır.

Allah teata bu âyet-i kerimede "Zıhar" yapmakla, kadınların kocalarına haram olmayacaklarını beyan ediyor. Bir erkeğin karısına, "Sen bana, anamın sırtı gibisin." demekle karısının, kendisine anne olamayacağını bildiriyor. Ayrı­ca bu tür sözlerin çirkin ve uydurma sözler olduğunu, bu itibarla böyle sözlerin söylenmemesi gerektiğini bizlere öğretiyor.[7]

 

3- Karılarına "Zıhar" yapıp sonra söylediklerinden dönenlerin, kan­larıyla temasta bulunmadan evvel bir köle azad etmeleri gerekir. İşte böy­lece size bu hususta Öğüt verilmektedir. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.

Hanımlama "Sen bana anamın sırtı gibisin." diyerek zıhar yapan sonra da sözünden dönüp hanımıyla evliliğini devam ettirmek isteyenlerin, hanımlarına dönmeden önce bir köle azad etmeleri gerekir. İşte sizlere 6öylece öğüt verilir ki Allahtn koyduğu sınırlan koruyasıniz, zıhar yapmaktan ve batıl sözler söyle­mekten kaçmasınız. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır ve sizlere yaptıklarını­zın karşılığını verecektir.

Âyet-i kerimede zikredilen ve "Söylediklerinden dönenler." diye tercü­me edilen ifadesi, âlimler tarafından çeşitli şekillerde izah edilmiştir.

Katade, bu ifadeden maksadın, hanımını kendisine "Zıhar" ile haram ya­panın, onunla cima etmek istemesi manasına geldiğini söylemiştir. Buna göre zıhar yapan bir erkek, hanımıyla cinsi münasebette bulunmadan önce, âyette zikredilen keffareti yerine getirmek zorundadır.

EbuAliyye'ye göre ise bu ifadeden maksat, erkeğin, zıhar yaptığı karısını nikahı altında tutması ve ondan ayrılmamak istemesidir. Cima teşebbüsünde bu­lunup bulunmaması önemli değildir.

İmam Şafii'ye göre bu ifadeden maksat, zıhar yapan kişinin, zıhar yaptık­tan sonra karısın boşayabileceği kadar yanında bulundurduğu halde onu boşa-rnamasıdır. Onu boşamamasi ise ona dönmesi demektir.

İmam Ahmed'e göre, zıhar yapanın, söylediğinden dönmesi demek, zıhar yaptığı hammiylu cima yapması veya cima yapmaya teşebbüs etmesi demektir. Bunu yapan erkeğin keffaret ödemeden karısı kendisine helal olmaz.

İmam Malik'e göre ise, zıhar yapanın söylediğinden dönmesinden mak­sat, cima etme teşebbüsünde bulunması veya hanımını nikahı altında tutması veya fiilen cimada bulunmasıdır.

Bu Hanife'ye göre ise bu ifadeden maksat, İslam'ın, cahiliye âdeti olan zi-harı kaldırmasından sonra kocaların tekrar cahiliye dönemindeki bu adete dön­meleri ve zıhar yapmalarıdır. Buna göre bir kişi hanımına "Sen bana anamın sır­tı gibisin." diyerek zıhar yaparsa kansı kendisine haram olur. Bu haram olma halini o kişiden ancak âyetlerde belirtilen keffareti ödemesi kaldırır.[8]

 

4- Aza d edecek köle bulamayanın ise karısıyla temasta bulunmadan Önce aralıksız iki ay oruç tutması gerekir. Buna gücü yetmeyenin, altmış yoksulu doyurması gerekir. Bu açıklama, Allaha ve Resulüne hakkıyla iman etmeni/ içindir. İşte bunlar Allanın koyduğu sınırlardır. İnkar eden­ler için can yakıcı bîr azap vardır.

*Bu âyet-i kerimede, zıhar yapan erkeğin, hanımını tekrar kendisine he­lal kılması için yerine getirmesi istenen keffaretten ikinci ve üçüncü olarak ye­rine getinnesi gereken şeyler zikrediliyor. Zıhar yapan kişinin, köle azadetmesi icabeder. Şayet köle azadedemezse peşpeşe iki ay oruç tutması gerekir. Buna da gücü yetmezse altmış fakiri doyurur. Böylece zıhann keffaretini ödemiş olur. Zıhar için keffaret olacak iki aylık orucun, ara vermeden peşpeşe tutulması ge­rekir. Şayet zıhar yapan kişi bu oruca Özürsüz olarak ara verecek olursa yeni baştan tutması gerekir. Ancak özürden dolayı orucuna ara verecek olursa, bir kı­sım âlimlere göre, geride kalan orucunu tamamlar, yeni baştan başlamaz. Said b. el-Müseyyeb, Ata ve Şa'bi bu görüştedirler. Taberi de bu görüşü tercih et­miştir. İbrahim en-Nehai ise, özürlü veya özürsüz olarak bu keffaret orucuna ara veren kimsenin, orucu tekrar yeni baştan tutması gerektiğini söylemiştir.[9]

 

5- Allaha ve Resulüne karşı gelmekte ısrar edenler, kendilerden ön­cekiler nasıl rezil olduysa,öyle rezil oldular. Şüphesiz biz, apaçık âyetler in­dirdik. Kâfirler için alçaltın bir azap vardır.

Allanın koyduğu sınırlan aşarak ve onun farz kıldığı hükümlere uymaya­rak Allaha ve Resulüne karş gelenler, kendilerinden önceki ümmetlerin böyle yapanlan rezil edildiği gibi rezil edilirler. Şüphesiz ki biz, Allanın koyduğu sı­nırların hak ve gerçek olduğunu açıklayan âyet ve deliller gönderdik. Bu âyetleri inkar eden kâfirler için hor ve hakir kılıcı bir azap vardır ki o da cehen­nemdir.

Bazı âlimlere göre bu âyette ifade edilen rezil ve rüsvay edilme cezası, Resuluilaha karşı gelen müşrikler için Hendek savaşında gerçekleşmiştir.[10]

 

6- Allah onların hepsini dirilttiği gün, dünyada yaptıklarını kendile­rine haber verecektir. Allah, onların yaptıklarını sayıp tesbit etmiştir. On­lar ise, bunu unutmuşlardır. Allah herşeye şahittir.

Allah, kıyamet gününde, önceki ümmetlerden ve bu ümmetten olan kâfirleri diriltip bir araya toplayacak, onlann, dünyadayken yaptıklar lamellerini kendilerine gösterecektir. Zira Allah, onlann yaptıkları amelleri tesbit ettirmiş­tir. Onlar ise yaptıkları amelleri unutmuşlardır. Allah herşeye şahittir. Hiçbir şey onun kontrolünden çıkamaz.[11]

 

7- Allahın, göklerde ve yerde olan herşeyi bildiğini görmez misin? Üç kişi aralarında fısıltı ile konuşurken dördüncüleri mutlaka Allahtır. Beş ki­şi olsalar altıncıları mutlaka O'dur. Bunlardan az olsunlar veya çok olsun­lar, nerede olurlarsa olsunlar, Allah mutlaka onlarla beraberdir. Sonra yaptıklarım kıyamet günü kendilerine haber verecektir. Şüphesiz Allah, herşeyi çok iyi bilendir.

*AIlah teala bu iiyet-i kerimesinde, kullarını denetlediğini, her türlü ko­nuşmalarını işittiğini ve bulundukları yerleri gördüğünü beyan ederek, kulun de­vamlı olarak murakaba altında bulunduğunu bildirmektedir. Böylece kul, rab-binden gafil olmasın.[12]

 

8- Aralarında fısıltı ile konuşmaları yasaklanmış olanları görmez mi-sın? Ki onlar, tekrar yasaklandıkları şeye dönüyorlar. Günah işlemek düş­manlık etmek, peygambere karşı gelmek hususunda fısıltı halinde konuşu­yorlar. Sana geldikleri zaman, seni Allahın selamlamadığı bir şeyle selamlı­yorlar. İçlerinden de "Bu söylediklerimizden ötürü Allah bizi azaplandirsa ya. diyorlar. Onlara cehennem yeter. Onlar oraya gireceklerdir. O ne kötü bir dönüş yeridir.

Ey Muhammed, aralarında fısıltı halinde konuşmaları yasaklanan Yahudi ve münafıkları görmez misin? Bunlar, yasaklandıktan işe tekrar dönüyorlar. Al-lahm onlara yasakladığı hayasız sözleri, düşmanlıkla ilgili kelimeleri, peygam­bere karşı gelmeyi ifade eden sözleri fısıldasınlar. Sana geldiklerinde de, Allahın seni selamladığı "Selamün aleyküm" sözü yerine "Essamü aleyke" "Ölüm üzeri­ne olsun" sözü ile selam verirler. İçlerinden de "Eğer bu hak peygamberce ima ile söylediğimiz sözden dolayı Allah bizi cezalandırsa ya." derler. Ey Muham­med, bu sözleri söyleyenler için cehennem yeterlidir. Onlar oraya gireceklerdir. Orası ne kötü varılacak bir yerdir.

Âyet-i kerimede, çeşitli günahları fısıldaşarak konuşanlardan ve Resu-lullaha selam verirken ima ile konuşup hakaret edenlerden haber verilmektedir.

Mücahid, Katade, İbn-i Zeyd ve Mukatil'e göre bunlar, Yahudilerdir. Hz. Aişe(r.anh-) diyor ki:

"Yahudilerden bir topluluk Resulullahm yanına geldi ve "Essamü Aley­küm" "Ölüm üzerinize olsun." dediler. Ben de ne demek istediklerini anladım ve onlara. "Ve aleykürnüssamü ve Lanetü" "Olum ve lanet de sizin üzerinize olsun." dedim. Bunun üzerine Resulullah "Yavaş ol ey Aişe, Allah herşeyde yumuşak davranmayı sever." dedi. Dedim ki "Ey Allahın Resulü, söylediklerini işitmedin mi?" Resulullah buyurdu ki: "Ben de onlara "Sizin üzerinize de olsun" diye cevap verdim. [13]

Hz. Aişe (r.anh.) diğer bir rivayette şöyle buyuruyor: "Yahudiler Resulul­lah (s.a.v.)e geldiler ve ona "Essamü aleyküm" Ölüm üzerinize olsun" dediler. Ben de onlara "Sizin üzerinize olsun, Allah size lanet etsin ve gazabına uğratsın." dedim. Bunun üzerine Resulullah "Yavaş ol ya Aişe, yumuşak davran, sert çıkmak ve kaba konuşmaktan kaçın." dedi. Ben de dedim ki: "Ne söylediklerini işitmedin mi?" Resulullah da: "Sen de benim onlara ne karşılık verdiğimi işitmedin mi? Benim onlar hakkındaki isteğim ka­bul edilir. Fakat onların, benim üzerimdeki istekleri kabul edilmez." dedi.

A'meş'den gelen rivayette bu âyet-i kerimenin nüzul sebebinin bu hadise olduğu zikredilmiştir. [14]

Enes b. Malik diyor ki:

"Bir Yahudi, Resulullalıın yanından geçti ve ona:"

"Ölüm üzerine "Ve aleyke" "Senin üzerine olsun." buyurdu ve sonra dedi ki: "Bunun ne dediğini anladınız mı? Bu, "Ölüm üzerine olsun." de­di. Dedik ki: "Ey Allanın Resulü, bunu öldürmeyelim mi?" Resulullah: "Hayır, ehl-i kitaptan birisi size selam verdiğinde siz de onlara "Sizin üzerinize olsun" deyin." buyurdu. [15]

Abdullah b. Abbas, âyet-i kerimede zikredilen insanların, münafıklar ol­duklarını söylemiştir.[16]

 

9- Ey iman edenler, aranızda fısıltı İle konuştuğunuz zaman, günah işlemeyi, düşmanlık yapmayı ve peygambere karşı gelmeyi fi sı I daş m ayın. İyilik ve takva hakkında fısıldasın. Huzurunda toplanacağınız Allahtan korkun.[17]

 

10- Fısıltı ile konuşmak, müminlerin üzülmesi için ancak şeytanın bir vesvesesidir. Allanın izni olmadan o müminlere hiçbir zarar veremez. Mü­minler sadece AHaha güvensinler.

Müfessirler, âyet-i kerimede, şeytandan olduğu belirtilen fısıldamanın nasıl bir fısıldama olduğu hususunda çeşitli izahlar yapmışlardır.

Katade'ye göre buradaki fisi id aşmadan maksat, münafıkların birbirleriyle yaptıkları fısüdaşmalardır. Zira münafıklar, birbirleriyie fısıldaşiyorlar bu da müminleri öfkelendiriyor ve onların ağrına gidiyordu. Bunun üzerine Allah tea-la bu ayet-i kerimeyi indirdi. Münafıkları bu huylarından dolayı kınadı. Taberi de bundan önceki âyetle bağlantı kurarak bu görüşü tercih etmiştir.

İbn-i Zeyd'e göre ise, buradaki fısıldaşmadan maksat, herhangi bir insa­nın, Resulullahtan bir ihtiyacını gizlice istemesidir. Bazı insanlar gelip, Resulul-lahtan, bir ihtiyacının giderilmesini gizlice istiyordu. Resulullah bu hususu kim­seye yasaklamamıştı. O gün bütün insanlar, Medine'ye karşı savaş halindeydi­ler. Resuluüaha böyle bir fısıltı yapıldığını gören müslümanlara, şeytan, Medi­ne'ye saldın yapılacağına dair vesvese veriyordu. Bunun üzerine Allah teala bU' âyet-i kerimeyi indirdi ve şeytanın vesveselerine karşı dikkatleri çekti.

Atiyye'ye göre ise, burada zikredilen şeytanın vesvesesi olan fısıltıdan maksat, kişiyi üzen rüyalarıdır.

Peygamber efendimiz (s.a.v.) fisildaşma hakkında şöyle buyurmuştur:

"insanlar üç kişi olduklarında üçüncüyü bırakıp ikisi birbirleriyle fisıldaş-masmlar. Zira bu, o tek bırakılan kişiyi üzer. [18]

Ancak insanların üç kişiden fazla olmaları halinde fısıldaşmalannm caiz olduğu şu hadis-i şeriften anlaşılmaktadır: Resulullah (s.a.v.) buyurmuştur ki:

"Sizler üç kişi olduğunuz zaman diğer insanlar yanınıza gelip de kalaba-hklaşıncaya kadar iki kişi diğerinin dışında fısıldaşmasınlar. Zira bu durumun o kişiyi üzeceğinden korkulur. [19]

 

11- Ey iman edenler, toplantı yerlerinde size "Yer açın" denince yer açın ki Allah da size genişlik versin "Kalkın" denince de hemen kalkın ki, Allah sizden, samimiyetle iman edenlerin ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yüceltsin. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.

Ey, Allah ve peygamberini tasdik eden müminler, sizlere, bulunduğunuz sohbet meclislerinde veya savaş için saf olduğunuz meclislerde "Gelenlere yer verin" denildiği zaman onlara yer verin ki Allah da cennette sizin yerinizi geniş­letsin. Sizlere, düşmanla savaşmak veya namaz kılmak yahut hayırlı bir amel iş­lemek için "Kalkın bu işe grisin" dendiği zaman yahut "Kalkın Resulullahın ya­nına gidin" dendiği zaman kalkın ve söyleneni yapın. Böylece Allah sizden iman edenlerin derecelerini ve ilim verilenlerin derecelerini yükseltir. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.

Âyet-i kerimede zikredilen "Toplantı yerleri"nden maksat, Mücahid, Katade, Dehhak ve İbn-i Zeyd'e göre özellikle Resulullahın bulunduğu meclis­lerdir. Zira sahabiler Resulullaha çok yakın olmayı arzuladıklarından, sonradan meclise gelenlere yer verme hususundan cimri davranıyorlardı. Bunun üzerine âyet-i kerime nazil oldu ve meclise gelenlere yer verilmesini ve oradan kalkarak başkalarına yer venneleri istenenlerin bu emri yerine getirmelerini emretti.

Abdullah b. Abbas ve Hasan-i Basrî'den nakledilen diğer bir görüşe göre âyette zikredilen "Toplantı yerlerinden maksat, savaş alanlarındaki içtima yer­leridir.

Âyet-i kerimede, toplanan müminlerin diğer kardeşlerine yer vermeleri ve bunlara "Kalkıp savaşa gidin." dendiğinde kalkıp gitmemeleri emredilmekte­dir. Taberi âyet-i kerimenin genel ifadesinin, zikredilen her iki tür meclisi de kapsar mahiyette olduğunu söylemiştir. "Kalkın" ifadesinden de, "Düşmanla sa­vaşmaya kalkın" veya "Namaz kılmaya kalkın" yahut "Hayırlı bir iş işlemeye kalkın" ya da "Resulullahın yanından kalkıp gidin." şeklindeki bütün izahlara uygun olduğunu söylemiştir.

Peygamber efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i şerifinde

"Sizden biriniz, kardeşini oturduğu yerden kaldırıp da onun yerine otur­masın. [20] buyurmuştur.

Abdullah b. Ömer diyor ki:

"Resulullah (s.a.v.) kişinin, kardeşini oturduğu yerden kaldırıp da oraya oturmasını yasakladı." İbn-i Cüreyc diyor ki: "Ben, hadisi rivayet eden Nafıa dedim ki: "Bu, Cuma günü müdür?" Nafi dedi ki: "Cuma da böyledir Cumanın dışında da böyledir. [21]

Diğer bir rivayette şöyle buyurulmuştur:

"Bir kimse başka birini kaldırıp da onun yerine oturmasın. Fakat birbiri­nize yer verin. Gelenlere yer açın. [22]

Meclise sonradan gelen bir kişi için ayağa kalkma hususunda üç görüş zikredilmektedir. Bir kısım âlimler bunun caiz olduğunu söylemişler ve delil olarak şu hadis-i şerifi zikretmişlerdir. Ebu Said el-Hudri diyor ki:

"Yahudilerden (Hendek savaşında müşriklerle anlaşarak Resulullaha iha­net eden) Kureyza oğullan (aynı savaşta yaralanmış olan) Sa'd b. Muaz'ııi ha­kemliğini kabul ettiler. Bunun üzerine Resulullah Sa'd b. Muaz'a bir kimse gön­derip çağırdı. Sa'd (Bir merkebe binmiş olarak) geldi. Sa'd, Resulullahm mesci­dine yaklaşınca Resulullah Ensar'a "Efendinize veya hayırlınızı ayağa kalkın." buyurdu. Sa'd Resulullahm yanma oturdu. Resulullah ona "Şunlar senin hakem­liğini kabul ettiler." dedi.Sa'd "Ben onların, seninle savaşanlarını öldürmene, aile ve çocuklarını da esir etmene hükmediyorum." dedi. Bunun üzerine Resulul-îah: "Sen, Allanın hükmüyle hüküm verdin." dedi. [23]

Diğer bir kısım âlimler ise dışarıdan meclise gelen bir kişiye karşı ayağa kalkmanın caiz olmadığını söylemişler ve bu hususta şu hadis-i şerifleri rivayet etmişlerdir: "Peygamber efendimiz buyurmaktadır ki:

"Kim, insanların kendi önünden kalkıp dikilmelerini sevecek olursa ce­hennem ateşinde yerini hazırlasın. [24]

Ebu Ümame el-Bahili diyor ki:

"Bir gün Resulullah, âsâsma basarak yanımıza geldi. Biz ona ayağa kalk­tık ve o bize şöyle buyurdu: "Acemlerin birbirlerine tazim etmek için ayağa kalktıkları gibi ayağa kalkmayın. [25]

Enes b. Malik diyor ki:

"Sahabilere, Resulullahtan daha sevimli hiçbir kimse yoktu. Onlar Resu-Iullahı gördüklerinde ayağa kalkmıyorlardı. Çünkü onlar, Resulullahın bundan hoşlanmadığını biliyorlardı. [26]

Diğer bir kısım âlimler ise yolculuktan gelen kimse için veya hüküm ve-reeceği yerde hakim için ayağa kalkmanın caiz olduğunu söylemişler Sa'd b. Muaz olayını da buna örnek vermişlerdir. Buna mukabil her gelene ayağa kalk­manın Acemlerin âdetlerinden olduğunu söylemişler ve son olarak zikredilen hadis-i şerifi de buna delil göstermîşlerdir.[27]

 

12- Ey iman edenler, peygamberle gizli konuşmak istediğiniz zaman konuşmadan önce sadaka verin. Bu si/in için daha hayırlı ve daha temiz­dir. Eğer sadaka verecek bir şey bulamazsanız şüphesiz ki Allah, çok affe­den ve çok merhamet edendir.

Allah teala bu âyet-î kerimede mümin kullarına, Resulullah ile gizli bir şey konuşmak istemeleri halinde böyle bir konuşmaya layık olmaları için daha önceden bir sadaka verip kendilerni arındı mı al arını emretmiştir. Buna gücü yet­meyen fakirlerden ise bu yükümlülüğü kaldırmıştır. Ancak bu âyet-i kerime nazil olmuş ve müminlerin, Resulullah ile gizli konuşmadan evvel sadaka ver­me mecburiyetini kaldırmıştır. Böylece ikinci âyet birinci âyeti neshetmiştir. Bu âyet neshedihneden önce Resulullah ile fisıldaşarak konuşmak için önce sadaka verenin, sadece Hz. Ali olduğu rivayet edimiştir.

Mücahid diyor ki: "Ali (r.a.) şöyle dedi: "Allahm kitabında öyle bir âyet vardır ki onunla, benden önce hiç kimse amel etmedi. Benden sonra da amel et­meyecektir. Benim yanımda bir dinar vardı onu on dirheme bozdurdum. Resu­lullah ile her gizli konuştuğumda bir dirhem sadaka veriyordum. O sırada bu âyet neslıedildi. Böylece bu âyetle ne benden önce amel eden oldu ne de benden sonra amel olacaktır.

Katade bu âyetin izahında diyor ki: "İnsanlar Reşulullaha durmadan soru sordular. Öyle ki onun etrafını sorularla kuşattılar. Bunun üzerine Allah teala müminlere bu âyetle öğüt verdi. Fakat insanların, Resulullahtan bir şey isteme­ye ihtiyaçtan oluyordu. Bu âyetin hükmüne göre de sadaka vermeden, Resulul­lahtan ihtiyaçlarını isteyemiyorlardı. Bu durum onlara ağır geldi. Bunun üzerine Allah teala, "Eğer sadaka verecek bir şey bulamazsanız, Allah, çok affeden ve çok merhamet edendir." ruhsatını indirdi."

Ali b. Alkame, Ali b. Ebi Talib'in şunları söylediğini rivayet ediyor:

"Ey iman edenler, peygamberle gizli konuşmak istediğiniz zaman konuş­mazdan önce sadaka verin..." âyeti inince Resulullah (s.a.v.) bana dedi ki: "Bu sadakanın bir dinar olmasına ne dersin" Dedim ki: "İnsanların buna gücü yet­mez." Dedi ki: "O halde ne kadar olmalı?" Dedim ki: "Bir aıpa ağırlığı kadar al­tın olsun." Resulullah buyurdu ki: "Şüphesiz ki sen, mali bakımdan mütevazı bir kimsesin." Hz. Ali diyor ki: "Bunun üzerine bundan sonra gelen âyet nazil oldu ve Allah benim sebebimle bu ümmetten yükü hafifletti. [28]

 

13- Peygamberle gizli konuşmadan önce sadaka vermekten mi çekin­diniz? Bunu yapmadığınız halde Alla sizi affetti. Öyle ise namazınızı kılın, zekatınızı verin, Allaha ve Resulüne itaat edin. Allah, yaptıklarınızdan ha­berdardır.

Ey müminler, Allahm peygamberiyle gizlice konuşmadan önce sadakalar verdiğiniz takdirde fakirleşeceğinizden mi korktunuz? Madem ki siz bunu yap­madınız buna rağmen Allah sizin tevbelerinizi kabul etmek lütfunda bulundu. O halde Alllahın, sizin üzerinizden hiç düşürmediği namazı kılın ve zekatı verin. Emir ve yasaklarda Allaha ve Resulüne itaat edin. Şüphesiz ki Allah, yaptıkları­nızdan haberdardır. Daha önce de belirtildiği gibi, İkrime, Hasan-ı Basrî, Katade, Mukatil b. Hayyan, Mücahid ve diğer âlimler, bu âyetin, bundan önceki âyeti neshettiğini söylemişlerdir.[29]

 

14- Allahın gazap ettiği kimseleri kendilerine dost edinenleri görmez misin? Onlar ne sizden ne de onlardandır. Onlar, bile bile yalan yere ye­min ederler.

Ey Muhammed, Allahm, gazabına uğrattığı Yahudi kavmini kendilerine dost edinen münafıkları görmez misin? Bu münafıklar ne sizin dininizden ne de Yahudilerin dinindendir. Bunlar ortada sağa sola yalpa yapan kimselerdir. Bun­lar, "Biz şehadet ederiz ki sen muhakkak Allanın Resulüsün." sözlerinde bile bi­le yalan söylerler.[30]

 

15- Allah, onlar için şiddetli bîr azap hazırlamıştır. Onların yaptıkla­rı ne kötü şeydir.[31]

 

16-  Onlar yeminlerini kendilerine siper yaplılar. İnsanları Allahın yolundan uzaklaştırdılar. Onlar için alçaltı a bir azap verdi.

Allah, Yahudileri dost edinen münafıklar için âhirette şiddetli bir azap hazırlamıştır. Münafıkların, müslümanları aldatıp Yahudilere karşı, samimi ol­maları ne kötü bir iştir. Münafıklar müslümanlara karşı mümin olduklarına dair yemin eder ve bu yeminlerini kendilerine siper edinirler. Canlarını ve mallarını kurtarırlar. Böylece haklarında Allahm hükmünün icra edilmesine engel olur ve müminleri bunu yapmaktan alıkoymuş olurlar. Fakat âhirette bunu yapamaya­caklardır. Onlar için hor ve hakir düşüren bir azap vardır.

Münafıklar, müslüman olduklarını ortaya koyan bir tavır takındıkları za­man müslümanlar tarafından sıkıştırılıyorlardı. Bunun için müslüman oldukla­rına dair çeşitli yeminler ediyorlardı. Böylece islamın, kâfirler hakkındaki hü­kümlerinin kendilerine uygulanmasına engel oluyorlardı. İslamın, ehl-i kitap ol­mayan kâfirler hakkındaki hükmü ölümdür. Kitap ehli olanlar için ise halifenin kararına göre öldürülmeleri veya cizye vererek müslümanların himayesinde ya­şamalarıdır. İşte münafıklar, iman ettiklerine dair yeminler ederek bu tür ceza­lardan kurtulmuş oluyorlardı.[32]

 

17- Onların mallan ve evlatları Allah katında kendilerine hiçbir fay­da sağlamayacaktır. Onlar cehennemliktirler. Orada ebediyyen kalacak­lardır.

Kıyamet gününde, Yahudileri dost edinen münafıkların, Allahın azabına karşı ne mallan kendilerine fayda verecektir ne de evlatları. Onlar mallarını fid­ye olarak verip kendilerini azaptan kurtaramayacaklar, evlatları da kendilerine herhangi bir yardımda bulunamayacaklardır. İşte onlar cehennemliktirler. Orada devamlı olarak kalacaklardır.[33]

 

18- Allah onların hepsini tekrar dirilttiği gün dünyada size yemin et­tikleri gibi ona da yemin edecekler ve kendilerine bir fayda getireceğini sa­nacaklardır. İyi biiinıncîidir ki onlar yalancıların ta kendileridir.

Allahm, bu münafıkların hepsini dirilttiği gün de, dünyada iken mümin olduklarına dair size yemin ettikleri gibi âhirette de Allaha yemin edip kendilerini mazur göstermeye çalışacaklardır. Onlar yalan yeminleriyle ve inanmış gibi görünmeleriyle hak üzere okluklarını sanırlar. İyi bilin ki onlar yeminlerinde ya­kmaların ta kendileridir.

Abdullah b. Abbas diyor ki:

"Resulullah bir gün müslümanlardan bir kaç kişiyle beraber evlerinden birinin gölgesinde oturuyordu. Gölge çekilmek üzereydi. O sırada şöyle buyur­du: "Şimdi size, şeytan gözüyle bakan bir adam gelecektir. Onunla konuşma­yın." Çok geçmeden adam çıkageldi. Rasufullah ona baktı. Bir de ne gösün ma­vi gözlü birisi Resulullah adama: "Sen, falan ve filan, neden bana sövüyorsu­nuz?" dedi. Adam oradan ayrılıp gitti, arkadaşlarını alarak tekrar geri geldi. Re-suiullahın huzurunda böyle bir şey yapmadıklarına dair yemin ettiler ve Resu-Iulluhtan özür dilediler. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu. [34]

 

19- Şeytan onları kaplamış ve Allahı anmayı unutturmuştur. İşte on­lar, şeytanın taraftarlarıdır. İyi bilinmelidir ki şeytanın taraftarları mutla­ka hüsrandadırlar.

Şeytan bu münafıklara galip gelmiş ve onlar kaplamıştır. Onlara Allahı anmayı unutturmuştur. İşte onlar şeytanın askerleridir. İyi bilin ki şeytanın as­kerleri hüsrana uğrayacaklardır.[35]

 

20- Allaha ve peygamberine karşı gelenler, işte onlar, en alçak kimse­lerle beraberdirler.[36]

 

21- Allah: "Ben ve peygamberim, mutlaka üstün geleceğiz." diye yazmıştır. Şüphesiz ki Allah, herşeyden kuvvetli ve herşeye galiptir.

Şüphesiz ki AUahın koyduğu sınırlarda ve farz kıldığı emirlerde Allaha ve Resulüne karşı gelenler, işte onlar, en zelil olanlarla beraberdirler. Zira Al­lah, levh-i mahfuzda: "Ben ve peygamberim, bize karşı genlere mutlaka galip geleceğiz." diye yazmıştır. Şüphesiz ki Allah, emirlerine uymayanlara karşı çok kuvvetlidir ve galiptir. Onun cezalandırmasına karşı kimse kimseye yardımcı olamaz.[37]

 

22- Allaha ve ahiret gününe iman eden hiçbir kavmin, babalan, oğulları, kardeşleri veya akrabaları da olsa, Allaha ve peygamberine düş­man olanlara sevgi beslediğini göremezsin. İşte Allah, bunların kalblcrinc imanı yerleştirmiş ve onları katından bir ruh ile desteklemiştir. Allah onla­rı, altından ırmaklar akan cennetlere koyacak ve onlar orada ebediyyen kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş onlar da Allahtan razı olmuşlar­dır. İşte onlar, A İlah in taraftarlarıdırlar. İyi bilinmelidir ki kurtuluşa eren­ler ancak AHahin taraftarı olanlardır.

Bu âyet-i kerime, İslamtla dostluğun ve kardeşliğin dini esaslar üzere kıırukiuğunu, bu itibarla İslama ters düşen kişinin dostluk ve kardeşlik bağını kopardığını, bu itibarla kişinin öz babası, oğlu, kardeşi ve akrabası da olsa artık onlara karşı sevgi besleyemeyeceğini beyan etmektedir. Bu hususta başka âyetlerde de şöyle Duyurulmaktadır: "Ey müminler, eğer inkarı imana tercih edi­yorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi dostlar edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse işte onlar zalimlerin ta kendileridir." "Ey Muhammed de ki: "Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz akrabalarınız, elde ettiğiniz mal­lar, durgunluğundan korktuğunuz ticaret ve hoşlandığınız evler, Allahtan, pey­gamberinden ve Allah yolunda cihad etmekten sizin için daha fazla sevgili ise

Allanın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah, fasıklar güruhunu hidayete erdir­me [38]

Bu âyet-i kerimenin, Bedir savaşında babası Abdullah b. el-Cerrah'ı öldü­ren Ebu Ubeyde b. el-Cerrah, kardeşi Ubeyd b. Umeyr'i öldüren Mus'ab b. Umeyr, Ubte'yi öldüren Hamza, Şeybe'yi öldüren Ali, Velid b. Utbe'yi öldüren Ubeyde b. el-Haris ve yakın bir akrabasını öldüren Hz. Ömer ve oğlu Abdurrah-man'i öldürmeye kalkan Hz. Ebubekir hakkında nazil olduğu rivayet edilmekte­dir.

Görüldüğü gibi sahabe-i kiram, dinlerine karşı çıkan kimseleri, akrabaları dahi olsa affetmiyor gerektiğinde onları öldürebiliyorlardı. Zira iman ve İslam her türlü değerin üzerindeydi. Kıyamete kadar da öyle olmaya devam edecektir.[39]

 

 



[1] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/197.

[2] İbn-i Miıuî, K.el-MukaddinK, b:ıb: 13, Hadis no: 188 / Ahmed b. Hanbel, Miisnctl, C.6, S.4

[3] Ahmetİ b. IlanhoJ, Müsneıİ, C.G, S.410, 411 / Ebu Davud, K.et-Talak. bab: 17, Hadis no: 2214

[4] İbn-i Macc, K-oi-Takık, bab: 25, Hadis no: 2063

[5] Tirmizi, KTefsir cl-Kıır":ın, Sure: 58, hah: I, JIikiis no: 3299 / Ehıı Davud, K.et-Tulak, hah: 17, 8IIaclisnn:2213

[6] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/199-204.

[7] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/204-205.

[8] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/205-206.

[9] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/206.

[10] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/207.

[11] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/207.

[12] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/208.

[13] Buharı, K.el-Edeh, bab: 35 /Müslim, K.os-Sclam, tuıh: 10, IIN: 2165

[14] Bkz. Müslim, K.es-Selam, bab: 11, Hadis no: 2165

[15] Buharı, K.el-Mürteddîn, bab: 4

[16] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/208-210.

[17] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/211.

[18] Müslim, K.es-Sdîim, bab: 38, Hadis no; 2183

[19] Duhari, K.iiUsli'zan, hah: 47 /Müslim, K.es-Sclam, bab: 37, Hadis no: 2184

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/211-212.

[20] Tirmizî, ICel-Udeh, hah: 9, IIüciis no: 2749, 2750

[21] Bııhuri. K.el-Cuma, hah: 20

[22] Ahmud b. Ilanhel, Müsneü,C.2.S.17

[23] Buhari K.el-İslizaıı, hah: 26 / Müslim, K.el-Cihaıt ve Sİycr, bab: 46, Hadis no: 1768, Ebu Da-vıki, K.el-Edeb, bab: 13, Hadis no: 2755

[24] libu Davud, K.el-Edeb, bab: 165, Hadis no: 5229/Tinraa*. K.el-Edeb, Uıb: 13, Hadis no: 2755

[25] Rbu Davud, K.ei-Ecleb, bab: 165, Hadis no: 5230 / tbıı-i Mace, K.ed-Duab, 2, Hadis no: 3836

[26] Tirmizi, K. el-Edeb, bab: 13, Hadis no: 2754

[27] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/212-216.

[28] Tirinizi, K Tefsir e!-Kur';m, Sure:5 S, b:ıb: 2, Hadis no; 3300

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/216-217

[29] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/217-218.

[30] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/218.

[31] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/218.

[32] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/218-219.

[33] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/219.

[34] Ahıncıl b. Himbol, Mtlsned, C.l, S.267, 350

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/219-220.

[35] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/221.

[36] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/221.

[37] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/221.

[38] Tevbe Suresi, 9/23-24

[39] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/222.