Hatıb Bin Ebi Belteâ'nın Mektubu
Hicret Eden Bir Kimsenin Müşrik Karısıyla İlgisi
Medine Dönemi'nde nazil olmuştur. 13 ayettir.
îbn Hacer «Mumtahane şeklinde okunursa bu, hakkında ayet nazil olan kadının sıfatı olur. Mumtahine şeklinde okunursa sure. nin sıfatıdır» der. Nitekim Berae Suresi'ne El-Padiha ismi de verilmiştir.
CemaTul-Kurra'da bu surenin diğer bir ismi «İmtihan», bir başka ismi de «Muveddet»tir, şeklinde kaydedilmektedir. İbn Ab-bas ve îbn Zübeyr'in «Bu sure oaşından sonuna kadar mutlak olarak MedenVdir» dedikleri rivayet edilmiştir. Binaenaleyh bu sure-nin Medenî olması ya tağlib kabilindendir (yani çoğu Medine'de inmiştir) veya hicretten sonra nazil olması münasebetiyledir. Sure 13 ayettir. Kelimeleri 348, harfleri 1510'dur. Haşr Suresi'yle münasebeti şudur: Haşr Suresi'nin başında münafıkların kâfirlere yardımı va'dettiklerinden bahsedilmektedir. Bu surenin başında da münafıklara benzemesinler diye müminlere kâfirleri dost edinmeleri yasaklanmıştır. [1]
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1- Ey müminler! Benim de düşmanım sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Siz onlara karşı sevgi besliyorsunuz. Oysa onlar haktan size gelene (Kur'an'a) küfretmişlerdir. Ve Rab-biniz olan Allah'a inanmanızdan dolayı Peygamberdi de, sizi de (memleketinizden) çıkarmışlardır. Eğer siz benim yolumda cihad etmek ve benim mamı aramak amacıyla (yola) çıkmışsanız onlara nasıl sevgi gösterirsiniz? Oysa ben sizin gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilirim. Sizden kim bunu yaparsa o doğru yoldan sapmış olur.
2- Onlar sizi ele geçirseler size düşman olurlar. Ellerini ve dillerini size fenalık ile uzatırlar ve kâfir olmanızı temenni ederler.
3- Kıyamet Günü de ne yakınlarınız ne de çocuklarınız size bir yarar sağlamaz. (Allah) sizin aranızı ayınr. Allah yapmakta olduklarınızı görendir.
4- Ey müminler! İbrahim ve onunla beraber olanlarda sizin için uyulacak çok güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine şöyle demişlerdi: «Biz sizden de, Allah'tan başka taptıklarınızdan da uzağız. Sizi(n dininizi) inkâr ediyoruz. Bizimle sizin aranızda yalnız Allah'a inanmanıza kadar ebedi düşmanlık ve öfke başgöstermiştir». Yalnız İbrahim'in babasına; «Andolsun ki senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat sana Allah'tan gelecek hiçbir şeye mani olmaya gücüm yetmez» sözü müstesna! (Ey müminler şöyle deyin): «Ey Rabbimiz! Sana güvenip dayandık. Ve yalnız sana yöneldik. Son dönüş de ancak sanadır».
5- «Ey Rabbimiz! Küfre sapanlar için bizi bir fitne kılma! Bizi bağışla! Ey Rabbimiz! Yegâne galib ve hikmet sahibi ancak sensin!» [2]
(1-5) «Ey Müminler! Benim de düşmanım, sizin de...» Bu Ayetlerin Tefsiri[3]
«Allah'ın ve müminlerin düşmanı», ehli kitaptan olan kâfirler, müşrikler ve Allah'ı veya sıfatlanın inkâr edenlerdir. Bu ayet Hatip b. Amr Ebi Beltea hakkında nazil olmuştur. Bu zat Abdullah bin Humeyd bin Zuheyr bin Esed bin Abduluzza'nın azadlısı idi.
îmam Ahmed, Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesei ve İbn Hibban Hz. Ali'den şöyle rivayet ederler:
Rasûlullah; beni, Zübeyr ve Mikdad'ı göndererek, bize «Gidin, Hoh ravzası diye adlandırılan yere varın. Orada ihtiyar bir kadın göreceksiniz. Onun yanında bir mektup vardır. O mektubu kadın* dan alarak-bana getirin» dedi. Biz o bahçeye varıncaya kadar git. tik, kadını orada bulduk. «Mektubu çıkar» dedik. O da «Benim yanımda mektup yok» dedi. Biz de ona; «Ya mektubu çıkarırsın veya elbiselerini soyar, mektubu buluruz» şeklinde tehdidde bulunduk. O, mektubu eldiveninin arasından çıkardı. Onu Rasûlul-lah'a getirdik. Mektupta şunlar yazılıydı:
«Hatib bin Ebi
Beltea'dan Mekke'de bulunan müşriklerden bazı kimselere...» Hatib,
mektupta Rasûlullah'ın bazı sırlanm onlara haber vermektedir. Bunun üzerine
Hz. Peygamber: «Ey Hatib! Bu nedir?» diye sordu. Hatib: «Ey Allah'ın Rasûlü! Hakkımda
acele hüküm verme. Ben esasen Kureyş'ten değilim. Onlara ilhak edilmiş bir
kişiyim. Diğer muhacirlerin Mekke'de akrabaları var. dtr. Onların aile
efradını, mallarım Mekke'de korurlar, İstedim ki akrabalarım olmadığına göre
onlara bir iyilik yapayım ki o iyilikle benim yakınlığımı gözetsinler. Ben bu
mektubu kâfir olduğunu dan veya dinimden döndüğüm için yazmadım.» dedi. Bunun
üze, rine Hz. Ömer: «Ey Allah'ın Rasûlü! Bana fırsat ver de bu kişinin boynunu
vurayım» dedi. Rasûl-ü Ekrem, Hz. Ömer'e hitaben: «Bu kişi Bedir Savaşı'nda
bulundu. Sen ne biliyorsun, belki Cenab-ı Hak Bedir ehline muttali olup onlara
«Dilediğinizi yapın sizi affettim» demiştir» dedi. İşte bu ayet, bu hadise
üzerine nazil olmuştur.
İmamı Suyüti, «Ed-Durr'ul-Mensur» adlı tefsirinde «Bu kadın Ümmü Sar adında bir kadındır ve Kureyş tarafından azad edilmişti» demiştir. Keşşafta «Bu kadının ismi Sare'dir. Ebu Amr Seyfi bin Haşim'in azadlısıdır» diye kaydedilmektedir. Yazılan mektubun sureti bazı rivayetlere göre şöyledir:
«Allah'ın Rasûlü geceleyin bir ordu ile size gelecek. Bu ordu akan sel gibidir. Allah'a yemin ederim, eğer Rasûlullah tek basına size gelse, yine de Allah ona nusret verecektir. Çünkü Allah O'na va'dini yerine getirir...»
Bahsi geçen olaydan anlaşılıyor ki casus öldürülebilir. Rasûl-ü Ekrem Ebu Belteâ'nin Öldürülmemesini ise Bedir Savaşı'nda bulunmasına bağlamıştır.
«içinizde onlara sevgi gizliyorsunuz» cümlesi mukadder bir sualin cevabıdır. Sanki sahabeler, iman edenler, Allah'ın kınamasini sezdiklerinden «Bizden ne sadır olmuştur ki Cenab-ı Hak bizi kınıyor?» demişlerdir. Cevap olarak da bu cümle gelmiştir.
«Yeskafu» fiili muzaffer olmak mânasını ifade eder. Yani onlar sizi mağlûp ederlerse size düşman olurlar. Sizi öldürmek, esir etmek, size sövmek suretiyle hoşunuza gitmeyen şeyleri size tatbik ederler.
«Erham» kelimesi rahmin çoğuludur. Rahm esasen kadının çocuk yuvası demektir. Fakat akrabalar hakkında bu kelime çokça kullanıldığı için adeta hakiki mânâsı bu olmuştur.
«Yefsilu» fiili ayırd eder demektir Yani Cenab-ı Hak sizinle evlatlarınız ve yakınlarınız arasını o korkunç ve herkesin diğerinden kaçmasını gerektiren dehşetle ayırdedecektir.
«İbrahim'de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır» cümlesi daha önceki inkâr emrini tekid etmektedir. Müminler, Hz. İbrahim'in ve beraberindeküerin kıssalarına bakmak suretiyle, kâfirler ile dostluğu kesmelidirler. Zira Allah için sevmek ve Allah için Buğzetmek, imanın en kuvvetli bağlann-dandır. Bu hususlarda hiçbir zaman gaflet edilmemelidir.
«üsve» (veya «işve») kelimesi uymak demektir. Fakat esasında uymaya değer hadisede uymak mânâsında kullanılır. Hz. İbrahim'in etbaından maksat ona iman edenlerdir. Taberi «Onun asrına yakın olan peygamberlerdir» der. Çünkü Hz. İbrahim mücadele ettiği zaman iman eden etbaı yoktu. Kavmine tek başına karşı koydu, onlarla mücadele etti ve onlardan teberride bulundu. Rivayete göre Hz. İbrahim, Nemrud'un memleketinden Şam'a hicret ettiği zaman beraberinde bulunan hanımı Sara'ya: «Şu anda yeryüzünde ikimizden başka Allah'a ibadet eden kimse yoktur» dedi.
Malumdur ki Hz, İbrahim'in beraberindeki müminlerin, mücadelenin başında Hz. İbrahimle birlikte bulunması gerekli değildir. Bunlar sonradan meydana gelmiş olabilir ve sonradan mümin bir etbaı olduğunda kuşku yoktur.
«Bureau» kelimesi beri'nin çoğuludur. Tıpkı zürefau'nun zarifin çoğulu oluşu gibi. «Sizi inkâr ediyoruz», yani size ve yaptıklarınıza-Önem vermiyoruz! Siz bizim nazarımızda bir hiçsiniz! Ancak Hz. İbrahim'in babasına «Kesinlikte senin için Allah'tan af talebinde bulunacağım» sözünde ona uymayın. Ve İbrahim müşrik babasına af talebinde bulundu diye siz de müşrik olarak ölen babalarınıza af talebinde bulunmayın. Çünkü bu Hz. İbrahim'in bir va'diydi. Onun için af talebinde bulunmuştu.
Katade ve Mücahid «Bu istisna Hz. Peygamber'in her peygamberden daha üstün olduğunun delilidir» demişlerdir. Çünkü Ce-nab-ı Hak, bize «Peygamber'e uyun» dediği zaman her halükârda uyun, mutlak şekilde ona uyun demektedir. Fakat «Hz. İbrahim'e uyun» dediği zaman onun yaptıklarının bir kısmını istisna ederek, «Bunlara uymayın», demiştir. Bazıları uBUf- istisnai munkatidir» demiştir. Yani İbrahim'in, babasına «Andolsun, senin için af talebinde bulunacağım» sözü babasının müslüman olacağı zanniyle söylenmiştir. Hz. İbrahim'e babasının müslüman olmadığı açıklandığında bundan teberri etmiştir. Bundan anlaşılıyor ki iman etmesi umulan bir kimse için af talebinde bulunabilir.
Ey ayetin muhatabı olan Kureyş müşrikleri! Siz babalarınızda ve atalarınızda iman edeceklerine dair bir ümid görmediniz. O halde niçin onlara yardımcı oluyor, onların dostu oluyorsunuz? [4]
6- Andolsun ki onlarda sizin için, Allah'ı ve Ahiret'i arzu edenler için güzel bir örnek vardır. Kim yüz çevirirse (bilsin ki) Allah müstağnidir. Hamd sadece O'na lâyıktır.
7 - Belki de Allah sizlerle onlardan düşman olduklarınız arasına bir sevgi koyar. Allah kadirdir. Allah çok bağışlayan ve çok esirgeyendir,
8- Allah sizi din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi memleketinizden çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan menetmemiştir. Çünkü Allah adaletli davrananları sever.
9- Allah sizi, ancak sizinle din için savaşan, sizi yerinizden ve yurdunuzdan çıkaran ve çıkarılmanıza yardım eden kimselerle dost olmaktan nehyeder. Onlarla dost olanlar yok mu? İşte zalim olanlar onlardır.
10- Ey iman edenler! Mümin kadınlar hicret ederek size geldiğinde onları imtihan edin. Allah onların imanlarım (herkesten) daha iyi bilir. Onların iman ettiklerini anlarsanız, artık onlan kâfirlere döndürmeyin. Ne bu kadınlar onlara ne de onlar bu kadınlara helâl değildirler. Onlara sarfc t tiklerin i verin. Mehirlerini kendilerine verdiğiniz takdirde onlan nikahlamak ta sizin için bir beis yoktur. Kâfir kadınları nikâhınız altında tutmayın. Sarf ettiklerinizi isteyin. Onlar da sarfe t tiklerini istesinler. Allah'ın hükmü budur. Aranızda hükmediyor. Allah her şeyi hakkıyla bilir ve her işi hikmetledir.
11- Şayet eşlerinizin mehirlerinden bir şey kâfirlere gider de sıra size gelirse, zevceleri gidenlere sarf ettiklerin in mislini verin. Kendisine iman ettiğiniz Allah'a karşı gelmekten sakının! [5]
(6-11) «Andoîsun ki onlar da sizin için...» Bu Ayetlerin Tefsiri
8. ayet iman edenlere düşmanlık yapmayan, onlarla fiilen savaşmayan kâfirlere sılayı rahimde bulunulmasına ruhsat vermektedir. İbn Zeyd diyor ki: «Bu ruhsat İslâm'ın başlangıcında vardı. Sonra neshedildi». Katade «Bu ruhsat, «nerede bulursanız müşrikleri öldürün» ayetiyle nesholunmuştur» der. Bazıları «Bu ruhsat bir nedenden ötürü idi. O da sulhtur. Mekke fethiyle sulh ortadan kalktığı zaman bu hüküm de neshedildi. Ancak lafzı okunur olarak mushafta kaldı» demiştir. Bazıları «Bu, Rasûlullah'ın, andlaş-malıiar hakkında özel bir durumudur» der. Hasan Basra «Rasûl-ü Ekrem onlarla kendi arasında bir ahd varsa onu nakzetmedi» demiştir.
Kelbi «Rasûlullah'ın andlaşmalilan Huzaa ve Haris bin Abdi Menaf'tır» der. Ebu Salih «Onlar sadece Huzaa'dır» der. Mücahid «Bu iman edip de hicret etmeyen müminlere mahsustur» demiştir. Bazıları da «Bundan kadınlar ve çocuklar kastedilmiştir. Çün. kü onlar savaşmazlar. Allah onlara iyilik yapılmasına ruhsat verdi» demişlerdir. Müfessirlerin çoğu «Bu ayet muhkemdir, neshe-dilmemiştir» diyorlar. Delil olarak Hz. Ebubekir'in kızı Esma'yı gösterirler. Hz. Esma'nın annesi müşrik olarak kendisine misafir geldiğinde, «Ona silayı rahimde bulunayım mı?» diye sormuş, Hz. Peygamber de «Evet» demiştir. (Buhari ve Müslim).
Bazılan «Bu ayet Esma hakkında nazil oldu» demişlerdir. Amr bin Abdullah bin Zübeyr babasından şöyle rivayet ediyor: «Ebubekir Sıddık, kızı Esma'nın annesi olan Kuleyle isimli hanu nam daha cahiliye döneminde boşamışU. Sulh zamanında Kuleyle, Mekke'den kalkıp Medine'de kızı Esma'nın yanına geldi. Ona hediye olarak küpeler ve bazı şeyler getirmişti. Esma bu hediyeleri kabul etmek istemedi. Sonunda Rasûlullah'a gelerek hadiseyi an-lattt. Bunun üzerine bu ayet indi.» demişlerdir. Bu haberi Maverdi rivayet ediyor. Ebu Davud et-Tayalisi de Müsned'inde tahriç etmektedir.
Hasan Basri ve Ebu Salih «Sekizinci ayet Huzaa, Beni Hars bin Kâb, Kinane, Muzeyne ve Araplardan bazı kabileler hakkında nazil olmuştur» demişlerdir. Bu kabileler Rasûlullah'a «Seninle ne savaşırız ne de savaşanlara yardımcı oluruz» diye sulh etmişlerdi. Fakat tefsircilerin çoğu bu ayetin bu sıfatlara sahip olan kâfirler hakkında genel olarak nazil olduğu kanaatindedirler.
Kadınların Hudeybiye sulhune lâfzan veya umumen girip girmediği hakkında ihtilaf vardır. Ehli ilimden bazılarına göre, Hıi deybiye anlaşmasında sarih bir lâfızla inanmış Mekkeli kadınların da inanmış Mekkeli erkekler gibi geri verilmesi sözkonusudur. Fakat Cenab-ı Hak kadınlarla ilgili bu hükmü neshetti, onları bu andlaşmadan çıkardı ve onların müşrik ailelerinin yanlarına geri verilmesini menetti. Bu hadiseden de anlaşılıyor ki Rasûl-ü Ekrem var kuvvetiyle hükümler hakkında düşünecek, fakat yanlış hüküm verirse Cenab-ı Hak onu bu yanlışta bırakmayacak, derhal tashih edecektir. Diğer bir grup da «Kadınlar o akidde lâfzan zikredilmemiştir. Akid müslüman olan kimselerin reddini mutlak bir şekilde kapsamaktaydı. Bu genelin zahirine kadın ve erkekler birlikte giriyordu. Cenab-ı Hak kadınların bu genel hükümden hariç olduklarım açıkladı.» demişlerdir. [6]
«Onları imtihan edin» ifadesinin mânâsı, müşrik kadınlardan kocalarına zarar vermek isteyenler «Ben hicret edip Muhammed'e gideceğim» diyorlardı. Böylece Cenab-ı Hak Rasûlü'ne onları imtihan etmesini emretti. Nasıl imtihan edildikleri hususunda üç görüş vardır:
a) İbn Abbas'a göre bu kadınlar kocalarının buğzu . sebebiyle gelmediklerine dair Allah adına yemin edeceklerdir. Memleketinden usanarak yeni bir memlekete rağbeti nedeniyle veya müs-lümanlardan birine âşık olduğu için gelmediğini yeminiyle ispat edecektir. Aksine Allah ve Rasûlü'nün sevgisi için gelmiştir. O kadın bu şekilde kendisinden başka mabud olmayan Allah'a yemin ederse Rasûl-ü Ekrem kâfir kocalarına mehirlerini geri veriyordu. Kâfir kocaların, kadınlarına verdiklerini iade ediyor, kadınları ise iade etmiyordu.
b) İbn Abbas'tan diğer bir rivayete göre, bu imtihan kadınların şöyle demeleri ile gerçekleşir: «Şahitlik ederim ki Allah'tan başka mabud yoktur ve yine şahitlik ederim ki Muhammed O'nun kulu ve Rasûlü'dür.»
c) Kadınlar bu surede belirtilen şekilde imtihan edileceklerdir. Aişe validemiz «Rasûl-ü Ekrem kadınları ancak ayetle imtihan ederlerdi» diyor. Hadisi Mamer, Zühri'den, O da Hz. Aişe'den rivayet etmiştir. Tirmizi de tahriç etmiş ve hasen/sahih'tir, demiştir.
Başka bir görüşe göre bu hüküm Peygamberin onlara müslüman olarak kim gelirse geri vereceğine dair yapmış olduğu ahid-nameyi nesh etmiştir. Yani bu ahidnameden kadınlar neshedildi-ler. Tabii bu görüş «Ayet sünnetle neshedilir» diyenlerin görüşüdür. Bazı alimler «Ayetin hepsi mensuhtur. Hem erkekler hakkındaki hüküm hem de kadınlar hakkındaki hüküm neshedilmiştir.» demiştir. Zira devlet başkanına sizden bize müslüman olarak ge-len herkesi geri vereceğiz şeklindeki bir muahede, bir sulh yapma yetkisi verilmemiştir. Çünkü müslüman kadının şirk topraklarında bulunması caiz değildir.
«Ne onlar kâfirler için helâldir, ne de kâfirler onlar için helâldir»; yani Cenab-i Hak imanlı bir kadını bir kafire helâl kılma-mıştır. Müşrik bir kadım da mümin bir erkek için heâl etmemiştir. Ayetin bu cümlesi, kan-koca arasım ayırdedenin, kadının hicret etmesi değil de müslüman olmasıdır, hükmünü getirmektedir. Ebu Hanife'ye göre kan-kocayı ayırdeden memleketlerin değişik-ligidir. İmamı Malik'in mezhebinde buna işaret ve hatta ibare vardır. En sıhhatli görüş birinci görüştür. Çünkü Cenab-ı riak «Ne onlar kâfirlere helâldir, ne de kâfirler onlara helâldir» demek suretiyle kâfir kadınların mümin erkeklere ve mümin kadınların da kâfir erkeklere helâl olmamasının nedeninin karşı cinsin İslâm olduğunu belirtmiş, memleketlerin değişikliği olmadığım anlatmıştır.[7]
Müslüman olarak gelen kadınlar kâfir kocalarının sarfettikle-ri mehir ve kadına verdiği haklan geri verilir. Bu haklar hazinenin nereye harcanması belli olmayan kısmından verilir. Mukatil «Bu kadım müslüman bir kişiyle evlendiririz, ondan aldığımız mefıri de kâfir kocasına veririz» demiştir. Eğer evlenmemiş ise kâfir kocasına herhangi bir şey verilmez.
Katade «Mehrin verilmesi müslümanlarla ahdleri olan kişilerin hanımları hakkındadır. Kendisiyle müslümanlar arasında ahd olmayan kâfirlerin kocalarına böyle bir şey verilmez» demiştir. Mesele Katade'nin dediği gibidir. (Kurtubi). [8]
«Kâfir kadınların herhangi bir akdine bağlı kalmayın» cümîesi, müslüman erkekler ile müşrik olan ve Dar'ul-Harb'de kalan kadınları arasında herhangi bir akid kalmamış, zevciyet ipinin tamamen kopmuş olduğunu gösteriyor. Yani bu durumdaki bir erkeğin, böyle dört kadım varsa veya dört karısından biri böyle ise beşinci bir kadım alabilir. Çünkü müşrik kadının nikâhı kalmamıştır. Veya o müşrik kadının iddeti henüz bitmeden onun kızkarde-şiyle evlenebilir. Çünkü müşrik kadınların iddetleri yoktur.
îbn Abbas «Mekke'de kimin kâfir bir karısı varsa onun iddeti önemsenmezdi. Çünkü iki yurdun değişikliği (biri Dar'uUHarb diğeri Dar'uLîslâm'dır) aralarındaki evlilik bağını kesmiştir» diyor.
Said bin Mansur ve Îbn'ul-Munzir, İbrahim Nehai'den şöyle rivayet ediyorlar: «Bu ayet müşriklere kaçan müslüman bir kadın hakkında nazil olmuştur. Kocası artık onun akdine bağlı kalmaz. Çünkü kocası ondan tamamen teberri edilmiştir».
Mücahid'den gelen bir rivayete göre bu ayet kâfirlerle beraber kalan kadınların boşanmalarının ve onlardan ayrılmalarının gerekli olduğuna dair emri getirmektedir.
Zühri'den gelen bir rivayete göre 11. ayetin tefsiri şöyledir: Hanımı kaçıp kâfirlere giden bir müslüman, kâfirlerden kaçıp gelen müslüman bir kadınla evlendiği takdirde aldığı mehir verilir. Zeccac'dan gelen rivayete göre ayetin mânâsı şöyledir: Eğer elinizdeki hanımlarınızdan biri kâfirlere kaçıp gider ve o kâfirler de size mehrinizi geri vermezlerse, karıları kaçıp kâfirlere iltihak eden ve mehirlerini almayan kimselere ganimet taksim olunmazdan önce onlara mehirlerini verin.
Rasûl-ü Ekrem, İbn Abbas'tan gelen bir rivayete göre, hanımı bu şekilde kaçan ve müşriklere katılan bir kimseye, ganimet beşe ayrılmazdan evvel mehrini veriyordu. Sonra ganimetteki payını da eksiksiz veriyordu.
Bu .mânâların değişik olması «Akâbtum» fiilinin farklı yo-
rumlanması nedeniyledir. [9]
12- Ey Peygamber! Mümin kadınlar Allah'a hiçbir eş (ortak) koşmamak, hırsızlık etmemek, zina etmemek, çocukları öldürmemek, elleri-ayaklan arasında birşey bırakmak hususunda (kocalarına) iftira etmemek, hiçbir güzel işde sana karşı gelmemek üzere, sana biat etmeye geldikleri zaman onlardan biat al. Onlar için Allah'tan mağfiret dile. Çünkü Allah Gafur'dur, Rahimdir.
13- Ey iman edenler! Allah'ın gazabına uğramış kimselerle dostluk etmeyin. Kâfirler, mezarlara girenlerden nasıl ümitsiz iseler onlar da, ahiretten öylece ümitsizdirler. [10]
(12-13) «Ey Peygamber! Mümin kadınlar...» Bu Ayetlerin Tefsiri
«Çocuklarım öldürmesinler» cümlesindeki çocuklardan maksat diri diri gömülen kızlardır. Her ne kadar «Evlad» kelimesi daha genel bir mânâ taşıyorsa da burada harici bir delile istinaden o dönemde adet olan kızları diri diri gömmek kastedilmektedir. Bu tabirin genel mânasında alınmış olması da mümkündür. Çünkü Araplar o devirde fakirlik ve zaruret sebebiyle çocuklarını Öldürürlerdi.
Bu ayet daha genel bir mânâya da alınabilir: Ruh üfürüldük-ten sonra çocuk düşürme hadisesi de bu ayetin kapsamına girmiş olur.
«Elleriyle ayaklan arasında getirilen iftirandan maksat şudur: Cahiliye Dönemi'ndeki kadın sokakta bulduğu çocuğu alır, «Bu benim çocuğumdur ve sendendir» diye erkeğe hitap ederdi. Eller ile ayaklar tabiri çocuğun anneden doğarken annesinin iki eliyle iki ayağı arasına düşmesindendir. Keşşaf burada zinadan alınmış ve kocasına yalandan bu sendendir denilmiş çocukların kastedildiğini söyler. Zira ellerin arasındaki anne rahmi çocuğa hamile kalır, ayaklar arasındaki normal yoldan da çocuk doğup meydana gelir.
Hattabî, «Bu ayetin mânâsı insanlara, yüzyüze gelip iftira at. masmlar demektir» demişse de bu yorum reddedilmiştir. Zira sadece ayaklar zikredilmiş olsaydı böyle bir yorum ihtimali olabilirdi. Ellerin zikredilmesi böyle bir yoruma manidir.
Bazı müfessirler «Bu kelam haya perdesinin yırtılmasından kinayedir» demişlerdir. Yani kimseye zina iftirası atmasınlar, yalan söylemesinler, gıybet etmesinler! Dahhak da «Bu, yalana hamledilir» demiştir.
«Marufta sana isyan etmesinler»; yani emrettiğin marufu ye-, rine getirsinler, yasakladığın münkerden de sakınsınlar demektir. Rasûl-ü Ekrem sadece ve daima marufu emrederdi. Oysa bu terkibin zahirinden anlaşılıyor ki Rasûl-ü Ekrem bazan da maruf olmayanı söyler ve orada kendisine karşı gelinebilir. Bu cümle, «Allah'a isyan hususunda, peygamberler dahil hiçbir-mahlûka itaat edilmez» hükmüne dikkati çekmektir. Hiçbir kimsenin emri mutlak şekilde lazım değildir. Ancak İslâmî ölçülere vurulur. Allah'a isyan yoksa kabul edilir, aksi takdirde bırakılır.
Bazıları «Bu maruf matem tutmayı terketmek demektir» demişlerdir. İmam Ahmed, Tirmizi ve İbn Mace; Ümmü Seleme'den şöyle rivayet ediyorlar: «Bir kadın RasuUü Ekrem'e sana isyan etmememiz istenilen bu maruftan ne kastediliyor» diye sormuş, Rasûl-ü Ekrem de «Ölüler üzerinde ağıt söylemeyin, matem tutmayın demektir» buyurmuştur.
Fakat ayetin umum üzerine hamledilmesi, gerçeği daha iyi yansıtmaktadır. Nitekim İbn Abbas, Enes ve Zeyd bin Eşlem, «Bu maruftan maksat matemdir, yakalan yırtmaktır. Yüzlere vurmaktır. Saça başka saçları eklemek suretiyle uzatmaktır» demişlerdir. Bu hadiseler erkeklerden daha ziyade kadınlar arasında meydana geldiğinden dolayı onlara tahsis edilmiştir. [11]
Bu ayet, İbn Ebi Hatim'in Mukatü'den rivayet ettiğine göre Fetih Günü inmiştir. Rasûl-ü Ekrem, Safa üzerinde erkeklerle biat yaparken Hz. Ömer de onun vekaletinde Safa'nm altında bulunan kadınlarla biat yaptı. Rivayete göre Easûl-ü Ekrem bizzat kadınlarla da bîât yapmıştır. İmam Ahmed, Emine bin Türkiye'den şöyle rivayet ediyor: «Rasûlullah'a biat için vardık. Kur'an'da söylenen sözleri bizden aldı. «Onlar marufta sana isyan etmesinler» cümlesine gelince: «Onlar gücü yettiği noktada bana itaat etsinler» dedi. Bizde «Allah ve Rasûlü bizim nefsimizden bize daha merhametlidir. Ey Allah'ın Rasûlü! Bizim elimizi tutmayacak mu sın?» dedik. «Ben kadınların elini tutmam. Benim yüz kadına söylediğim, bir tek kadına söylediğim gibidir» buyurdu.
Said bin Mansur ile İbn Sa'd, Şabi'den şöyle rivayet ediyorlar: «Rasûl-ü Ekrem kadınlarla biat yaparken elinin üzerine bir elbise koyardı».
Bazı rivayetlerde de «Rasûlullah kadınlarla biat yaparken kendi eli ile kadınların eli altında elbise olurdu» demişlerdik. «Peygamber kadınların ellerini sıkmıştır» diyenler işte bu rivayetlere dayanıyorlar. Fakat en meşhur, en güvenilir olan şudur ki, et
Rasûl-ü Ekrem kadınların elini sıkmamış, onlarla musafaha etmemiştir.
Biat meselesi birçok zamanlar tekrarlanmıştır. Hatta Fetih' ten sonra Mekke'de ve Medine'de de olmuştur. Mekke'de Rasûlullah ile biat yapan kadınlar arasında Ebu Süfyan'ın hanımı Hind binti Utbe de vardı. Esma binti Yezid bin Seken diyor ki: «Biat yapan kadınlar arasında ben de vardım. Utbenin kızı Hind de vardı. Hz. Peygamber bu ayeti kadınlara okudu ve «evlatlarını öldürmesinler» cümlesine geldiğinde, Hind, «Biz onları küçükken yetiştirdik. Sen onları büyükken öldürdün» dedi. Zira Bedir Günü'nde oğlu Hanzale öldürülmüştü. Hz. Ömer sırt üstü düşecek derecede güldü. RasûLü Ekrem de tebessüm etti.»
Başka bir rivayette Hind şöyle söylemiştir: «Sen onların babalarım öldürdün, bize evlat tavsiyesi veriyorsun». Bunun üzerine Rasûl-ü Ekrem güldü ve hadise böylece devam etti.
Hasan Basri, İbn Zeyd ve İbn'ul-Munzir bin Said'in rivayetlerine göre de «Allah'ın gazabına uğrayan kavmnûen maksat yahu-dilerdir. Çünkü Cenab-ı Hak bundan başka diğer ayetlerde de «Onlar gazaba uğramıştır» tabirini onlar için kullanmıştır. Rivayete göre müminlerin fakirlerinden bir grup, yahudilerle sık sık ziya-retleşir, birbirlerine gidip gelirlerdi ki onların meyvelerinden istifade etsinler. Bu ayet o zaman nazil oldu.
Bazıları «Allah'ın gazabına uğrayan kavm»den maksat ydhudi ve hıristiyanlardır» demişlerdir. îbn Abbas'tah gelen bir rivayete göre ise Kureyş kâfirleridir. Başka müfessirler «Burada bütün kâfirler kastedilmektedir» demişlerdir.
«Onlar ahirette herhangi bir nasiblerinin oî*nasından ümitsiz olmuşlardır.» Çünkü Tevrat'ta sıfatlan belirtilen peygamberin Hz. Muhammed olduğunu bildikleri halde, inad etmektedirler. Nitekim onların ölülerinden olan kâfirler haşre gönderilmekten dirilip, geri gönderilmekten ümitlerini kesmişlerdir.
«Ashab'ul-Kubur» tabiri kâfirlerin beyanıdır. Yani kabre gir-miş, mezara gömülmüş kâfirler ahiret hayrından nasıl ümitlerini kesmişse! Çünkü hallerinin çirkinlikleri kendilerine görünmektedir, varacakları noktanın kötülüğü de gözlerinin önüne serilmiştir ve böylece ümitsiz olmuşlardır.[12]
MÜMTAHİNE SURESİ'NİN SONU
[1] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/78.
[2] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/80.
[3] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/81.
[4] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/81-84.
[5] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/86.
[6] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/87-88.
[7] Kurtubi, Ahkam'ul-Kur'an, cilt: 18, sh: 63, vd
[8] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/89-90.
[9] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/90-91.
[10] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/92.
[11] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/93-94.
[12] Zemahşeri, Keşşaf, cilt: 6, sh: 107
Ali Arslan, Büyük Kur’an
Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/95-96.