MÜMTEHINE SÜRESİ 2

Giriş. 2

Meal 2

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 2

Hatıb Bin Ebi Belteâ'nın Mektubu. 2

Meal 3

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 4

Kadınların İmtihanı 4

Hicret Eden Bir Kimsenin Müşrik Karısıyla İlgisi 5

Meal 5

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 5

Rasûlullah'la Yapılan Bîât 6


MÜMTEHINE SÜRESİ

 

Giriş

 

Medine Dönemi'nde nazil olmuştur. 13 ayettir.

îbn Hacer «Mumtahane şeklinde okunursa bu, hakkında ayet nazil olan kadının sıfatı olur. Mumtahine şeklinde okunursa sure. nin sıfatıdır» der. Nitekim Berae Suresi'ne El-Padiha ismi de ve­rilmiştir.

CemaTul-Kurra'da bu surenin diğer bir ismi «İmtihan», bir başka ismi de «Muveddet»tir, şeklinde kaydedilmektedir. İbn Ab-bas ve îbn Zübeyr'in «Bu sure oaşından sonuna kadar mutlak ola­rak MedenVdir» dedikleri rivayet edilmiştir. Binaenaleyh bu sure-nin Medenî olması ya tağlib kabilindendir (yani çoğu Medine'de inmiştir) veya hicretten sonra nazil olması münasebetiyledir. Su­re 13 ayettir. Kelimeleri 348, harfleri 1510'dur. Haşr Suresi'yle mü­nasebeti şudur: Haşr Suresi'nin başında münafıkların kâfirlere yardımı va'dettiklerinden bahsedilmektedir. Bu surenin başında da münafıklara benzemesinler diye müminlere kâfirleri dost edinme­leri yasaklanmıştır. [1]

 

Meal

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

1- Ey müminler! Benim de düşmanım sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Siz onlara karşı sevgi besliyorsunuz. Oy­sa onlar haktan size gelene (Kur'an'a) küfretmişlerdir. Ve Rab-biniz olan Allah'a inanmanızdan dolayı Peygamberdi de, sizi de (memleketinizden) çıkarmışlardır. Eğer siz benim yolumda cihad etmek ve benim mamı aramak amacıyla (yola) çıkmışsanız on­lara nasıl sevgi gösterirsiniz? Oysa ben sizin gizlediğinizi de açı­ğa vurduğunuzu da bilirim. Sizden kim bunu yaparsa o doğru yoldan sapmış olur.

2- Onlar sizi ele geçirseler size düşman olurlar. Ellerini ve dillerini size fenalık ile uzatırlar ve kâfir olmanızı temenni eder­ler.

3- Kıyamet Günü de ne yakınlarınız ne de çocuklarınız size bir yarar sağlamaz. (Allah)  sizin aranızı ayınr. Allah yapmakta olduklarınızı görendir.

4- Ey müminler! İbrahim ve onunla beraber olanlarda si­zin için uyulacak çok güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine şöyle demişlerdi:   «Biz sizden de, Allah'tan başka taptıklarınız­dan da uzağız. Sizi(n dininizi) inkâr ediyoruz. Bizimle sizin ara­nızda yalnız Allah'a inanmanıza kadar ebedi düşmanlık ve öfke başgöstermiştir». Yalnız İbrahim'in babasına; «Andolsun ki senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat sana Allah'tan gelecek hiçbir şe­ye mani olmaya gücüm yetmez» sözü müstesna!  (Ey müminler şöyle deyin): «Ey Rabbimiz! Sana güvenip dayandık. Ve yalnız sana yöneldik. Son dönüş de ancak sanadır».

5- «Ey Rabbimiz! Küfre sapanlar için bizi bir fitne kılma! Bizi bağışla! Ey Rabbimiz! Yegâne galib ve hikmet sahibi ancak sensin!» [2]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(1-5)  «Ey Müminler! Benim de düşmanım, sizin de...» Bu Ayetlerin Tefsiri[3]

 

Hatıb Bin Ebi Belteâ'nın Mektubu

 

«Allah'ın ve müminlerin düşmanı», ehli kitaptan olan kâfirler, müşrikler ve Allah'ı veya sıfatlanın inkâr edenlerdir. Bu ayet Ha­tip b. Amr Ebi Beltea hakkında nazil olmuştur. Bu zat Abdullah bin Humeyd bin Zuheyr bin Esed bin Abduluzza'nın azadlısı idi.

îmam Ahmed, Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesei ve İbn Hibban Hz. Ali'den şöyle rivayet ederler:

Rasûlullah; beni, Zübeyr ve Mikdad'ı göndererek, bize «Gidin, Hoh ravzası diye adlandırılan yere varın. Orada ihtiyar bir kadın göreceksiniz. Onun yanında bir mektup vardır. O mektubu kadın* dan alarak-bana getirin» dedi. Biz o bahçeye varıncaya kadar git. tik, kadını orada bulduk. «Mektubu çıkar» dedik. O da «Benim yanımda mektup yok» dedi. Biz de ona; «Ya mektubu çıkarırsın veya elbiselerini soyar, mektubu buluruz» şeklinde tehdidde bu­lunduk. O, mektubu eldiveninin arasından çıkardı. Onu Rasûlul-lah'a getirdik. Mektupta şunlar yazılıydı:

«Hatib bin Ebi Beltea'dan   Mekke'de bulunan  müşriklerden bazı kimselere...» Hatib, mektupta Rasûlullah'ın bazı sırlanm on­lara haber vermektedir. Bunun üzerine Hz. Peygamber: «Ey Ha­tib! Bu nedir?» diye sordu. Hatib: «Ey Allah'ın Rasûlü! Hakkımda acele hüküm verme. Ben esasen Kureyş'ten değilim. Onlara ilhak edilmiş bir kişiyim. Diğer muhacirlerin Mekke'de akrabaları var. dtr. Onların aile efradını, mallarım Mekke'de korurlar, İstedim ki akrabalarım olmadığına göre onlara bir iyilik yapayım ki o iyilik­le benim yakınlığımı gözetsinler. Ben bu mektubu kâfir olduğunu dan veya dinimden döndüğüm için yazmadım.» dedi. Bunun üze, rine Hz. Ömer: «Ey Allah'ın Rasûlü! Bana fırsat ver de bu kişinin boynunu vurayım» dedi. Rasûl-ü Ekrem, Hz. Ömer'e hitaben: «Bu kişi Bedir Savaşı'nda bulundu. Sen ne biliyorsun, belki Cenab-ı Hak Bedir ehline muttali olup onlara «Dilediğinizi yapın sizi af­fettim» demiştir» dedi. İşte bu ayet, bu hadise üzerine nazil ol­muştur.

İmamı Suyüti, «Ed-Durr'ul-Mensur» adlı tefsirinde «Bu kadın Ümmü Sar adında bir kadındır ve Kureyş tarafından azad edilmiş­ti» demiştir. Keşşafta «Bu kadının ismi Sare'dir. Ebu Amr Seyfi bin Haşim'in azadlısıdır» diye kaydedilmektedir. Yazılan mektu­bun sureti bazı rivayetlere göre şöyledir:

«Allah'ın Rasûlü geceleyin bir ordu ile size gelecek. Bu ordu akan sel gibidir. Allah'a yemin ederim, eğer Rasûlullah tek basına size gelse, yine de Allah ona nusret verecektir. Çünkü Allah O'na va'dini yerine getirir...»

Bahsi geçen olaydan anlaşılıyor ki casus öldürülebilir. Rasûl-ü Ekrem Ebu Belteâ'nin Öldürülmemesini ise Bedir Savaşı'nda bu­lunmasına bağlamıştır.

«içinizde onlara sevgi gizliyorsunuz» cümlesi mukadder bir sualin cevabıdır. Sanki sahabeler, iman edenler, Allah'ın kınamasini sezdiklerinden «Bizden ne sadır olmuştur ki Cenab-ı Hak bizi kınıyor?» demişlerdir. Cevap olarak da bu cümle gelmiştir.

«Yeskafu» fiili muzaffer olmak mânasını ifade eder. Yani on­lar sizi mağlûp ederlerse size düşman olurlar. Sizi öldürmek, esir etmek, size sövmek suretiyle hoşunuza gitmeyen şeyleri size tat­bik ederler.

«Erham» kelimesi rahmin çoğuludur. Rahm esasen kadının çocuk yuvası demektir. Fakat akrabalar hakkında bu kelime çok­ça kullanıldığı için adeta hakiki mânâsı bu olmuştur.

«Yefsilu» fiili ayırd eder demektir Yani Cenab-ı Hak sizinle evlatlarınız ve yakınlarınız arasını o korkunç ve herkesin diğerin­den kaçmasını gerektiren dehşetle ayırdedecektir.

«İbrahim'de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır» cümlesi daha önceki inkâr emrini tekid etmek­tedir. Müminler, Hz. İbrahim'in ve beraberindeküerin kıssalarına bakmak suretiyle, kâfirler ile dostluğu kesmelidirler. Zira Allah için sevmek ve Allah için Buğzetmek, imanın en kuvvetli bağlann-dandır. Bu hususlarda hiçbir zaman gaflet edilmemelidir.

«üsve» (veya «işve») kelimesi uymak demektir. Fakat esasın­da uymaya değer hadisede uymak mânâsında kullanılır. Hz. İb­rahim'in etbaından maksat ona iman edenlerdir. Taberi «Onun as­rına yakın olan peygamberlerdir» der. Çünkü Hz. İbrahim müca­dele ettiği zaman iman eden etbaı yoktu. Kavmine tek başına kar­şı koydu, onlarla mücadele etti ve onlardan teberride bulundu. Ri­vayete göre Hz. İbrahim, Nemrud'un memleketinden Şam'a hicret ettiği zaman beraberinde bulunan hanımı Sara'ya: «Şu anda yer­yüzünde ikimizden başka Allah'a ibadet eden kimse yoktur» dedi.

Malumdur ki Hz, İbrahim'in beraberindeki müminlerin, mücadelenin başında Hz. İbrahimle birlikte bulunması gerekli değil­dir. Bunlar sonradan meydana gelmiş olabilir ve sonradan mümin bir etbaı olduğunda kuşku yoktur.

«Bureau» kelimesi beri'nin çoğuludur. Tıpkı zürefau'nun za­rifin çoğulu oluşu gibi. «Sizi inkâr ediyoruz», yani size ve yaptık­larınıza-Önem vermiyoruz! Siz bizim nazarımızda bir hiçsiniz! An­cak Hz. İbrahim'in babasına «Kesinlikte senin için Allah'tan af talebinde bulunacağım» sözünde ona uymayın. Ve İbrahim müş­rik babasına af talebinde bulundu diye siz de müşrik olarak ölen babalarınıza af talebinde bulunmayın. Çünkü bu Hz. İbrahim'in bir va'diydi. Onun için af talebinde bulunmuştu.

Katade ve Mücahid «Bu istisna Hz. Peygamber'in her peygam­berden daha üstün olduğunun delilidir» demişlerdir. Çünkü Ce-nab-ı Hak, bize «Peygamber'e uyun» dediği zaman her halükârda uyun, mutlak şekilde ona uyun demektedir. Fakat «Hz. İbrahim'e uyun» dediği zaman onun yaptıklarının bir kısmını istisna ederek, «Bunlara uymayın», demiştir. Bazıları uBUf- istisnai munkatidir» demiştir. Yani İbrahim'in, babasına «Andolsun, senin için af tale­binde bulunacağım» sözü babasının müslüman olacağı zanniyle söylenmiştir. Hz. İbrahim'e babasının müslüman olmadığı açık­landığında bundan teberri etmiştir. Bundan anlaşılıyor ki iman etmesi umulan bir kimse için af talebinde bulunabilir.

Ey ayetin muhatabı olan Kureyş müşrikleri! Siz babalarınızda ve atalarınızda iman edeceklerine dair bir ümid görmediniz. O hal­de niçin onlara yardımcı oluyor, onların dostu oluyorsunuz? [4]

 

Meal

 

6- Andolsun ki onlarda sizin için, Allah'ı ve Ahiret'i arzu edenler için güzel bir örnek vardır. Kim yüz çevirirse (bilsin ki) Allah müstağnidir. Hamd sadece O'na lâyıktır.

7 - Belki de Allah sizlerle   onlardan   düşman   olduklarınız arasına bir sevgi koyar. Allah kadirdir. Allah çok bağışlayan ve çok esirgeyendir,

8- Allah sizi din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi mem­leketinizden çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adalet­li davranmaktan menetmemiştir. Çünkü Allah adaletli davranan­ları sever.

9- Allah sizi, ancak sizinle din için savaşan, sizi yeriniz­den ve yurdunuzdan çıkaran ve çıkarılmanıza yardım eden kim­selerle dost olmaktan nehyeder. Onlarla dost olanlar yok mu? İş­te zalim olanlar onlardır.

10- Ey iman edenler! Mümin kadınlar hicret ederek size gel­diğinde onları imtihan edin. Allah onların imanlarım (herkesten) daha iyi bilir. Onların iman ettiklerini anlarsanız, artık onlan kâ­firlere döndürmeyin. Ne bu kadınlar onlara ne de onlar bu kadın­lara helâl değildirler. Onlara sarfc t tiklerin i verin. Mehirlerini ken­dilerine verdiğiniz takdirde onlan nikahlamak ta sizin için bir beis yoktur. Kâfir kadınları nikâhınız altında tutmayın. Sarf et­tiklerinizi isteyin. Onlar da sarfe t tiklerini istesinler. Allah'ın hük­mü budur. Aranızda hükmediyor. Allah her şeyi hakkıyla bilir ve her işi hikmetledir.

11- Şayet eşlerinizin mehirlerinden bir şey kâfirlere gider de sıra size gelirse, zevceleri gidenlere sarf ettiklerin in mislini ve­rin. Kendisine iman ettiğiniz Allah'a karşı gelmekten sakının! [5]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(6-11) «Andoîsun ki onlar da sizin için...» Bu Ayetlerin Tefsiri

8. ayet iman edenlere düşmanlık yapmayan, onlarla fiilen sa­vaşmayan kâfirlere sılayı rahimde bulunulmasına ruhsat vermek­tedir. İbn Zeyd diyor ki: «Bu ruhsat İslâm'ın başlangıcında vardı. Sonra neshedildi». Katade «Bu ruhsat, «nerede bulursanız müşrik­leri öldürün» ayetiyle nesholunmuştur» der. Bazıları «Bu ruhsat bir nedenden ötürü idi. O da sulhtur. Mekke fethiyle sulh ortadan kalktığı zaman bu hüküm de neshedildi. Ancak lafzı okunur ola­rak mushafta kaldı» demiştir. Bazıları «Bu, Rasûlullah'ın, andlaş-malıiar hakkında özel bir durumudur» der. Hasan Basra «Rasûl-ü Ekrem onlarla kendi arasında bir ahd varsa onu nakzetmedi» de­miştir.

Kelbi «Rasûlullah'ın andlaşmalilan Huzaa ve Haris bin Abdi Menaf'tır» der. Ebu Salih «Onlar sadece Huzaa'dır» der. Mücahid «Bu iman edip de hicret etmeyen müminlere mahsustur» demiş­tir. Bazıları da «Bundan kadınlar ve çocuklar kastedilmiştir. Çün. kü onlar savaşmazlar. Allah onlara iyilik yapılmasına ruhsat ver­di» demişlerdir. Müfessirlerin çoğu «Bu ayet muhkemdir, neshe-dilmemiştir» diyorlar. Delil olarak Hz. Ebubekir'in kızı Esma'yı gösterirler. Hz. Esma'nın annesi müşrik olarak kendisine misafir geldiğinde, «Ona silayı rahimde bulunayım mı?» diye sormuş, Hz. Peygamber de «Evet» demiştir. (Buhari ve Müslim).

Bazılan «Bu ayet Esma hakkında nazil oldu» demişlerdir. Amr bin Abdullah bin Zübeyr babasından şöyle rivayet ediyor: «Ebubekir Sıddık, kızı Esma'nın annesi olan Kuleyle isimli hanu nam daha cahiliye döneminde boşamışU. Sulh zamanında Kuley­le, Mekke'den kalkıp Medine'de kızı Esma'nın yanına geldi. Ona he­diye olarak küpeler ve bazı şeyler getirmişti. Esma bu hediyeleri kabul etmek istemedi. Sonunda Rasûlullah'a gelerek hadiseyi an-lattt. Bunun üzerine bu ayet indi.» demişlerdir. Bu haberi Maverdi rivayet ediyor. Ebu Davud et-Tayalisi de Müsned'inde tahriç et­mektedir.

Hasan Basri ve Ebu Salih «Sekizinci ayet Huzaa, Beni Hars bin Kâb, Kinane, Muzeyne ve Araplardan bazı kabileler hakkında nazil olmuştur» demişlerdir. Bu kabileler Rasûlullah'a «Seninle ne savaşırız ne de savaşanlara yardımcı oluruz» diye sulh etmişler­di. Fakat tefsircilerin çoğu bu ayetin bu sıfatlara sahip olan kâfir­ler hakkında genel olarak nazil olduğu kanaatindedirler.

Kadınların Hudeybiye sulhune lâfzan veya umumen girip gir­mediği hakkında ihtilaf vardır. Ehli ilimden bazılarına göre, Hıi deybiye anlaşmasında sarih bir lâfızla inanmış Mekkeli kadınların da inanmış Mekkeli erkekler gibi geri verilmesi sözkonusudur. Fakat Cenab-ı Hak kadınlarla ilgili bu hükmü neshetti, on­ları bu andlaşmadan çıkardı ve onların müşrik ailelerinin yanları­na geri verilmesini menetti. Bu hadiseden de anlaşılıyor ki Ra­sûl-ü Ekrem var kuvvetiyle hükümler hakkında düşünecek, fakat yanlış hüküm verirse Cenab-ı Hak onu bu yanlışta bırakmayacak, derhal tashih edecektir. Diğer bir grup da «Kadınlar o akidde lâf­zan zikredilmemiştir. Akid müslüman olan kimselerin reddini mutlak bir şekilde kapsamaktaydı. Bu genelin zahirine kadın ve erkekler birlikte giriyordu. Cenab-ı Hak kadınların bu genel hü­kümden hariç olduklarım açıkladı.» demişlerdir. [6]

 

Kadınların İmtihanı

 

«Onları imtihan edin» ifadesinin mânâsı, müşrik kadınlardan kocalarına zarar vermek isteyenler «Ben hicret edip Muhammed'e gideceğim» diyorlardı. Böylece Cenab-ı Hak Rasûlü'ne onları im­tihan etmesini emretti. Nasıl imtihan edildikleri hususunda üç gö­rüş vardır:

a) İbn Abbas'a  göre bu kadınlar kocalarının  buğzu . sebe­biyle gelmediklerine dair Allah adına yemin edeceklerdir. Memle­ketinden usanarak yeni bir memlekete rağbeti nedeniyle veya müs-lümanlardan birine âşık olduğu için gelmediğini yeminiyle ispat edecektir. Aksine Allah ve Rasûlü'nün sevgisi için gelmiştir. O ka­dın bu şekilde kendisinden başka mabud olmayan Allah'a yemin ederse Rasûl-ü Ekrem kâfir kocalarına mehirlerini geri veriyordu. Kâfir kocaların, kadınlarına verdiklerini iade ediyor, kadınları ise iade etmiyordu.

b) İbn Abbas'tan diğer bir rivayete göre, bu imtihan kadınla­rın şöyle demeleri ile gerçekleşir: «Şahitlik ederim ki Allah'tan başka mabud yoktur ve yine şahitlik ederim ki Muhammed O'nun kulu ve Rasûlü'dür.»

c) Kadınlar bu surede belirtilen şekilde imtihan edilecekler­dir. Aişe validemiz «Rasûl-ü Ekrem kadınları ancak ayetle imtihan ederlerdi» diyor. Hadisi Mamer, Zühri'den, O da Hz. Aişe'den ri­vayet etmiştir. Tirmizi de tahriç etmiş ve hasen/sahih'tir, demiş­tir.

Başka bir görüşe göre bu hüküm Peygamberin onlara müslü­man olarak kim gelirse geri vereceğine dair yapmış olduğu ahid-nameyi nesh etmiştir. Yani bu ahidnameden kadınlar neshedildi-ler. Tabii bu görüş «Ayet sünnetle neshedilir» diyenlerin görüşü­dür. Bazı alimler «Ayetin hepsi mensuhtur. Hem erkekler hakkın­daki hüküm hem de kadınlar hakkındaki hüküm neshedilmiştir.» demiştir. Zira devlet başkanına sizden bize müslüman olarak ge-len herkesi geri vereceğiz şeklindeki bir muahede, bir sulh yapma yetkisi verilmemiştir. Çünkü müslüman kadının şirk toprakların­da bulunması caiz değildir.

«Ne onlar kâfirler için helâldir, ne de kâfirler onlar için he­lâldir»; yani Cenab-i Hak imanlı bir kadını bir kafire helâl kılma-mıştır. Müşrik bir kadım da mümin bir erkek için heâl etmemiş­tir. Ayetin bu cümlesi, kan-koca arasım ayırdedenin, kadının hic­ret etmesi değil de müslüman olmasıdır, hükmünü getirmektedir. Ebu Hanife'ye göre kan-kocayı ayırdeden memleketlerin değişik-ligidir. İmamı Malik'in mezhebinde buna işaret ve hatta ibare vardır. En sıhhatli görüş birinci görüştür. Çünkü Cenab-ı riak «Ne onlar kâfirlere helâldir, ne de kâfirler onlara helâldir» demek su­retiyle kâfir kadınların mümin erkeklere ve mümin kadınların da kâfir erkeklere helâl olmamasının nedeninin karşı cinsin İslâm olduğunu belirtmiş, memleketlerin değişikliği olmadığım anlatmış­tır.[7]

Müslüman olarak gelen kadınlar kâfir kocalarının sarfettikle-ri mehir ve kadına verdiği haklan geri verilir. Bu haklar hazine­nin nereye harcanması belli olmayan kısmından verilir. Mukatil «Bu kadım müslüman bir kişiyle evlendiririz, ondan aldığımız mefıri de kâfir kocasına veririz» demiştir. Eğer evlenmemiş ise kâ­fir kocasına herhangi bir şey verilmez.

Katade «Mehrin verilmesi müslümanlarla ahdleri olan kişile­rin hanımları hakkındadır. Kendisiyle müslümanlar arasında ahd olmayan kâfirlerin kocalarına böyle bir şey verilmez» demiştir. Mesele Katade'nin dediği gibidir. (Kurtubi). [8]

 

Hicret Eden Bir Kimsenin Müşrik Karısıyla İlgisi

 

«Kâfir kadınların herhangi bir akdine bağlı kalmayın» cümîesi, müslüman erkekler ile müşrik olan ve Dar'ul-Harb'de kalan kadınları arasında herhangi bir akid kalmamış, zevciyet ipinin ta­mamen kopmuş olduğunu gösteriyor. Yani bu durumdaki bir er­keğin, böyle dört kadım varsa veya dört karısından biri böyle ise beşinci bir kadım alabilir. Çünkü müşrik kadının nikâhı kalmamış­tır. Veya o müşrik kadının iddeti henüz bitmeden onun kızkarde-şiyle evlenebilir. Çünkü müşrik kadınların iddetleri yoktur.

îbn Abbas «Mekke'de kimin kâfir bir karısı varsa onun id­deti önemsenmezdi. Çünkü iki yurdun değişikliği (biri Dar'uUHarb diğeri Dar'uLîslâm'dır) aralarındaki evlilik bağını kesmiştir» di­yor.

Said bin Mansur ve Îbn'ul-Munzir, İbrahim Nehai'den şöyle rivayet ediyorlar: «Bu ayet müşriklere kaçan müslüman bir kadın hakkında nazil olmuştur. Kocası artık onun akdine bağlı kalmaz. Çünkü kocası ondan tamamen teberri edilmiştir».

Mücahid'den gelen bir rivayete göre bu ayet kâfirlerle beraber kalan kadınların boşanmalarının ve onlardan ayrılmalarının ge­rekli olduğuna dair emri getirmektedir.

Zühri'den gelen bir rivayete göre 11. ayetin tefsiri şöyledir: Hanımı kaçıp kâfirlere giden bir müslüman, kâfirlerden kaçıp ge­len müslüman bir kadınla evlendiği takdirde aldığı mehir verilir. Zeccac'dan gelen rivayete göre ayetin mânâsı şöyledir: Eğer eliniz­deki hanımlarınızdan biri kâfirlere kaçıp gider ve o kâfirler de size mehrinizi geri vermezlerse, karıları kaçıp kâfirlere iltihak eden ve mehirlerini almayan kimselere ganimet taksim olunmaz­dan önce onlara mehirlerini verin.

Rasûl-ü Ekrem, İbn Abbas'tan gelen bir rivayete göre, hanımı bu şekilde kaçan ve müşriklere katılan bir kimseye, ganimet beşe ayrılmazdan evvel mehrini veriyordu. Sonra ganimetteki payını da eksiksiz veriyordu.

Bu .mânâların değişik olması   «Akâbtum»   fiilinin farklı yo-

rumlanması nedeniyledir. [9]

 

Meal

 

12- Ey Peygamber! Mümin kadınlar Allah'a hiçbir eş (or­tak)  koşmamak, hırsızlık etmemek, zina etmemek, çocukları öl­dürmemek,  elleri-ayaklan arasında birşey bırakmak hususunda (kocalarına)  iftira etmemek, hiçbir güzel işde sana karşı gelme­mek üzere, sana biat etmeye geldikleri zaman onlardan biat al. Onlar için Allah'tan mağfiret dile. Çünkü Allah Gafur'dur, Ra­himdir.

13- Ey iman edenler! Allah'ın gazabına uğramış kimselerle dostluk  etmeyin.   Kâfirler,  mezarlara  girenlerden  nasıl  ümitsiz iseler onlar da, ahiretten öylece ümitsizdirler. [10]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(12-13) «Ey Peygamber! Mümin kadınlar...» Bu Ayetlerin Tefsiri

«Çocuklarım öldürmesinler» cümlesindeki çocuklardan mak­sat diri diri gömülen kızlardır. Her ne kadar «Evlad» kelimesi da­ha genel bir mânâ taşıyorsa da burada harici bir delile istinaden o dönemde adet olan kızları diri diri gömmek kastedilmektedir. Bu tabirin genel mânasında alınmış olması da mümkündür. Çün­kü Araplar o devirde fakirlik ve zaruret sebebiyle çocuklarını Öl­dürürlerdi.

Bu ayet daha genel bir mânâya da alınabilir: Ruh üfürüldük-ten sonra çocuk düşürme hadisesi de bu ayetin kapsamına girmiş olur.

«Elleriyle ayaklan arasında getirilen iftirandan maksat şu­dur: Cahiliye Dönemi'ndeki kadın sokakta bulduğu çocuğu alır, «Bu benim çocuğumdur ve sendendir» diye erkeğe hitap ederdi. Eller ile ayaklar tabiri çocuğun anneden doğarken annesinin iki eliyle iki ayağı arasına düşmesindendir. Keşşaf burada zinadan alınmış ve kocasına yalandan bu sendendir denilmiş çocukların kastedildiğini söyler. Zira ellerin arasındaki anne rahmi çocuğa hamile kalır, ayaklar arasındaki normal yoldan da çocuk doğup meydana gelir.

Hattabî, «Bu ayetin mânâsı insanlara, yüzyüze gelip iftira at. masmlar demektir» demişse de bu yorum reddedilmiştir. Zira sa­dece ayaklar zikredilmiş olsaydı böyle bir yorum ihtimali olabilir­di. Ellerin zikredilmesi böyle bir yoruma manidir.

Bazı müfessirler «Bu kelam haya perdesinin yırtılmasından kinayedir» demişlerdir. Yani kimseye zina iftirası atmasınlar, ya­lan söylemesinler, gıybet etmesinler! Dahhak da «Bu, yalana ham­ledilir» demiştir.

«Marufta sana isyan etmesinler»; yani emrettiğin marufu ye-, rine getirsinler, yasakladığın münkerden de sakınsınlar demektir. Rasûl-ü Ekrem sadece ve daima marufu emrederdi. Oysa bu ter­kibin zahirinden anlaşılıyor ki Rasûl-ü Ekrem bazan da maruf ol­mayanı söyler ve orada kendisine karşı gelinebilir. Bu cümle, «Al­lah'a isyan hususunda, peygamberler dahil hiçbir-mahlûka itaat edilmez» hükmüne dikkati çekmektir. Hiçbir kimsenin emri mutlak şekilde lazım değildir. Ancak İslâmî ölçülere vurulur. Al­lah'a isyan yoksa kabul edilir, aksi takdirde bırakılır.

Bazıları «Bu maruf matem tutmayı terketmek demektir» de­mişlerdir. İmam Ahmed, Tirmizi ve İbn Mace; Ümmü Seleme'den şöyle rivayet ediyorlar: «Bir kadın RasuUü Ekrem'e sana isyan et­mememiz istenilen bu maruftan ne kastediliyor» diye sormuş, Ra­sûl-ü Ekrem de «Ölüler üzerinde ağıt söylemeyin, matem tutmayın demektir» buyurmuştur.

Fakat ayetin umum üzerine hamledilmesi, gerçeği daha iyi yansıtmaktadır. Nitekim İbn Abbas, Enes ve Zeyd bin Eşlem, «Bu maruftan maksat matemdir, yakalan yırtmaktır. Yüzlere vurmak­tır. Saça başka saçları eklemek suretiyle uzatmaktır» demişlerdir. Bu hadiseler erkeklerden daha ziyade kadınlar arasında meydana geldiğinden dolayı onlara tahsis edilmiştir. [11]

 

Rasûlullah'la Yapılan Bîât

 

Bu ayet, İbn Ebi Hatim'in Mukatü'den rivayet ettiğine göre Fetih Günü inmiştir. Rasûl-ü Ekrem, Safa üzerinde erkeklerle biat yaparken Hz. Ömer de onun vekaletinde Safa'nm altında bulunan kadınlarla biat yaptı. Rivayete göre Easûl-ü Ekrem bizzat kadın­larla da bîât yapmıştır. İmam Ahmed, Emine bin Türkiye'den şöy­le rivayet ediyor: «Rasûlullah'a biat için vardık. Kur'an'da söyle­nen sözleri bizden aldı. «Onlar marufta sana isyan etmesinler» cümlesine gelince: «Onlar gücü yettiği noktada bana itaat etsin­ler» dedi. Bizde «Allah ve Rasûlü bizim nefsimizden bize daha merhametlidir. Ey Allah'ın Rasûlü! Bizim elimizi tutmayacak mu sın?» dedik. «Ben kadınların elini tutmam. Benim yüz kadına söy­lediğim, bir tek kadına söylediğim gibidir» buyurdu.

Said bin Mansur ile İbn Sa'd, Şabi'den şöyle rivayet ediyor­lar: «Rasûl-ü Ekrem kadınlarla biat yaparken elinin üzerine bir elbise koyardı».

Bazı rivayetlerde de «Rasûlullah kadınlarla biat yaparken kendi eli ile kadınların eli altında elbise olurdu» demişlerdik. «Peygamber kadınların ellerini sıkmıştır» diyenler işte bu rivayet­lere dayanıyorlar. Fakat en meşhur, en güvenilir olan şudur ki, et

Rasûl-ü Ekrem kadınların elini sıkmamış, onlarla musafaha et­memiştir.

Biat meselesi birçok zamanlar tekrarlanmıştır. Hatta Fetih' ten sonra Mekke'de ve Medine'de de olmuştur. Mekke'de Rasûlul­lah ile biat yapan kadınlar arasında Ebu Süfyan'ın hanımı Hind binti Utbe de vardı. Esma binti Yezid bin Seken diyor ki: «Biat yapan kadınlar arasında ben de vardım. Utbenin kızı Hind de var­dı. Hz. Peygamber bu ayeti kadınlara okudu ve «evlatlarını öldür­mesinler» cümlesine geldiğinde, Hind, «Biz onları küçükken yetiş­tirdik. Sen onları büyükken öldürdün» dedi. Zira Bedir Günü'nde oğlu Hanzale öldürülmüştü. Hz. Ömer sırt üstü düşecek derece­de güldü. RasûLü Ekrem de tebessüm etti.»

Başka bir rivayette Hind şöyle söylemiştir: «Sen onların ba­balarım öldürdün, bize evlat tavsiyesi veriyorsun». Bunun üzerine Rasûl-ü Ekrem güldü ve hadise böylece devam etti.

Hasan Basri, İbn Zeyd ve İbn'ul-Munzir bin Said'in rivayetle­rine göre de «Allah'ın gazabına uğrayan kavmnûen maksat yahu-dilerdir. Çünkü Cenab-ı Hak bundan başka diğer ayetlerde de «On­lar gazaba uğramıştır» tabirini onlar için kullanmıştır. Rivayete göre müminlerin fakirlerinden bir grup, yahudilerle sık sık ziya-retleşir, birbirlerine gidip gelirlerdi ki onların meyvelerinden isti­fade etsinler. Bu ayet o zaman nazil oldu.

Bazıları «Allah'ın gazabına uğrayan kavm»den maksat ydhudi ve hıristiyanlardır» demişlerdir. îbn Abbas'tah gelen bir rivayete göre ise Kureyş kâfirleridir. Başka müfessirler «Burada bütün kâ­firler kastedilmektedir» demişlerdir.

«Onlar ahirette herhangi bir nasiblerinin oî*nasından ümitsiz olmuşlardır.» Çünkü Tevrat'ta sıfatlan belirtilen peygamberin Hz. Muhammed olduğunu bildikleri halde, inad etmektedirler. Nite­kim onların ölülerinden olan kâfirler haşre gönderilmekten dirilip, geri gönderilmekten ümitlerini kesmişlerdir.

«Ashab'ul-Kubur» tabiri kâfirlerin beyanıdır. Yani kabre gir-miş, mezara gömülmüş kâfirler ahiret hayrından nasıl ümitlerini kesmişse! Çünkü hallerinin çirkinlikleri kendilerine görünmekte­dir, varacakları noktanın kötülüğü de gözlerinin önüne serilmiştir ve böylece ümitsiz olmuşlardır.[12]  

MÜMTAHİNE SURESİ'NİN SONU

 

 



[1] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/78.

[2] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/80.

[3] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/81.

[4] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/81-84.

[5] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/86.

[6] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/87-88.

[7] Kurtubi, Ahkam'ul-Kur'an, cilt: 18, sh: 63, vd

[8] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/89-90.

[9] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/90-91.

[10] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/92.

[11] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/93-94.

[12] Zemahşeri, Keşşaf, cilt: 6, sh: 107

Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/95-96.