CUMA SÛRESİ 2

Sûrenin Tanıtımı 2

Peygamber İnsanlara Allah'tan Bir Lütuftur. 2

Kitap Yüklü Merkepler. 3

Cuma Namazı İle İlgili Ayetlerin Yorumu ve Cuma'nın Dini-Soşyal Yönü  4


CUMA SÛRESİ

 

Kur'an'daki Sırası        : 62

Nüzul Sırası                : 96

Ayet Sayısı                  : 11

İndiği Dönem               : Medine

 

Sûrenin Tanıtımı

 

Bu sûre, iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde, Allah'ın diğer kavimlerden farklı olarak verdiği nimetlerle büyüklenen sonra da Allah'ın ayetlerini yalanlayanlara yer veril­mektedir. Kendilerini temizleyip onlara kitabı ve hikmeti öğreten ümmi bir peygamber gönderilerek Allah'ın Araplara verdiği bu nimet beyan edilmektedir. İkinci bölümde, Cuma günü Nebi (s) mescidde hutbe verirken, dışarıda herhangi bir ticari haber ya da bir eğlen­ce duyduklarında mescidi terkeden bir grup müslüman hakkındadır. Bu bölümde, Cumo namazı vakti alış-veriş yapmak yasaklanmış, namaza şevk ile katılmak gerektiği vurgulan­mıştır. Namazdan sonra ise, ticaretin ve bu yolla Allah'ın verdiği rızık peşinde koşmanın helal olduğu bildirilmiştir.

Sûrede iki bölüm arasında gerek mevzu gerek zaman yönünden bir uygunluk göze çarpmamaktadır. Bölümler arasındaki bu uyumsuzluğun hikmeti de açık değildir. Ancak, bölümler arasında şöyle bir ilgi olabilir: Tevrat'ta haftanın günlerinden biri, yevmullah (Al­lah günü) olarak kendilerine tayin edildiğinden müslümanlara karşı böbürleniyor, bununla övünüyorlardı. Onların bu tutumları, birinci bölümde İşlenmiştir. Dolayısıyla hikmet-i ilahi onların bu tutumlarına mukabil cuma gününe ilişkin ikinci bölümü inzal buyurmuştur. Bu-hari ve Müslim'in Ebu Hureyre'den rivayet ettiği hadiste Cuma süresinin bir defada nazil olduğu yer almaktadır. Bu hadis, yukarıda sûrenin bölümleri arasında ne gibi bir bağlantı olabileceğine dair söylediklerimizi teyid etmektedir.

Kaynak aldığımız Kur'an-ı Kerim nûshasındaki sıraya göre Cuma sûresi 24. süredir. Diğef rivayetler ise aşağı yukarı bu sıraya yakındır.[1]

Sûredeki ayetlerin ifade ettiği anlama göre Cuma sûresi Medine'de belirli potansiyele sahip bir yahudi topluluğu olduğu sıralarda nazil olmuştur. Nitekim, yahudilerden Medi­ne'den son kalanlar KureyzaoğuHan'dır ve bunlarda Hendek Savaşı'ndan sonra Hicret'in 5. senesinde Nebi {s) tarafından cezalandırılmışlardır. Ahzab sûresinde de bu konuya de­ğinilmiştir. Buna göre. Cuma sûresi Hendek'ten önce ve Ahzab sûresinin akabinde nazil olmuştur. Dolayısıyla bu, Ahzab sûresini Cuma sûresinden önceye almamızı doğrulamak­tadır. Allah (c), daha iyi bilir. [2]

 

Rahman ve Rahim Allah'ın Adıyla

 

1- Göklerde ve yerde bulunanların hepsi padişah, mukad­des, aziz, hakim olan Allah'ı teşbih etmektedir.

2- O'dur ki, ümmiler[3]' içinde, kendilerinden olan ve on­lara Allah'ın ayetlerini okuyan, onları yücelten, onlara Ki­tabı ve hikmeti öğreten bir elçi gönderdi. Oysa onlar önce­den, açık bir sapıklık içinde İdiler.

3- (O Elçiyi) yine onlardan olup henüz kendilerine katıl­mamış bulunan başka kimselere de (gönderdi). O azizdir, hakimdir.

4-  Bu, Allah'ın dilediğine vereceği lütufdur. Allah, büyük lütuf sahibidir.

 

İlk ayet sonraki ayetler için giriş niteliğindedir ve göklerde, yerde bulunan her şeyin Allah'ı teşbih edip takdis ettiğini bildirmektedir.

Devamındaki üç ayette ise, Allah'u Teala'nın fazlından, Araplara nasıl inayette bu­lunduğundan bahsedilmektedir/Allah'ın fazlından dilediğine inayet ettiği ve Allah'ın fa­zilet kaynağı olduğu bildirilen bu ayetlerde:

I- Araplara Allah'ın ayetlerini okuyan, nefislerini temizleyip onlara Allah'ın hikmet dolu kitabını öğreten ve kendilerinden olan bir Rasul gönderildiği,

II- Gönderilen Rasul'ün sadece onlara değil, onlardan sonraki insanlara ve nesillere ve hatta onlara katılmayanlara da şamil olduğu belirtilmiştir. [4]

 

Peygamber İnsanlara Allah'tan Bir Lütuftur

 

Ayetlerin nüzul sebebine ilişkin bir rivayete rastlamadık. Bizce bu ayetler, sonraki ayetlere bağlıdır ve onlar için bir giriş özelliğindedir.

Ayetlerde, kendilerinden bir peygamber ve yine kendi dillerinden bir kitap verilmek sureliyle Allah'ın Araplara lütfü, onlara ikram ve inayeti dile getirilmiştir. Bu yüzden Araplar Allah'ın dinine, kitabına ve Rasulullah'ın sünnetine ihlasla, şevkle sarılmaları, Allah'ın kendilerine ihsan ettiği bu nimetin şükrü olarak asıl İslâm kültürüne sahip çıkıp, bu kültürü saf, berrak ve temiz bir şekilde muhafaza etmeleri gerekir. Zira, bu nimet sa­yesinde dünya milletlerinin özellikle de İslâm toplumlarının arasında güçlü bir etkinliğe sahip olmuşlardı.

Kur'an'ın değişik yerlerinde de ifade etliğimiz gibi. Mekki ve Medeni sûrelerin bir çoğunda bu konu işlenmiştir.[5] Burada da ilahi hikmet aynı hususu tekrar ederek Arapla­ra değişik münasebetlerle hatırlatmalarda bulunmaktadır.

Buhari ve Müslim'in Ebu Hureyre'den rivayet ettikleri bir hadiste Ebu Hureyre şöyle diyor: "Cuma sûresi nazil olduğunda Nebi (s)'nin yanındaydık. Sûreyi bize okudu ve "başkalarına ki henüz onlara katılmamışlardır" ayetine geldiğinde birisi sordu: "Ey Al­lah'ın Rasulü bize henüz katılmamış olanlar kimlerdir? Rasulullah (s), aramızda bulunan Selman-ı Farisi'nin omuzuna elini koydu ve şöyle dedi: "Nefsim kudretinde olan Al­lah'a yemin olsun ki, iman Süreyya yıldızında da olsa onlardan gelen eller uzanır, onu alırlar."[6] Ancak, ayette geçen "onlardan, onlara" (mihüm, bihim) lafızlarının, Önceki ayette geçen "ünımiyyin"e yani Araplardan başkasına dalalet etmesi mümkün değildir. Dikkat edildiği takdirde görüleceği üzere hadisle de bu kelime, Araplardan başkasını ifa­de etmemektedir. [7]

 

5- Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu taşımayan, (onun) buyruklarını tutmayanların durumu, Kitablar[8] taşı-yan eşeğin durumu gibidir. Allah'ın ayetlerini yalanlayan­ların durumu ne kötüdür. Allah zalimler topluluğunu doğ-ru yola iletmez.

6- De ki: "Ey yahudı olanlar, eğer İnsanlar arasında yalnız sizin, Allah'ın dostları olduğunuzu sanıyorsanız, (bu İnan­cınızda) samimi iseniz ölümü temenni edin. (Çünkü ahiret hayatı dünyadan çok daha iyidir. Siz Allah'ın dostları ise­niz o güzelim hayatı niçin İstemiyorsunuz?)

7- Ama onlar, ellerinin (yapıp) öne sürdüğü (işler) yüzün­den asla Ölümü temenni etmezler. Allah zalimleri bilir.

8- De ki; "Sizin, kendisinden kaçtığınız ölüm, sizi mutlaka bulacaktır. Sonra görünmeyeni ve görüneni Bilen'e döndü-rüleceksİniz. O, size yaptıklarınızı haber verecektir.

 

Ayetlerde:

 

I- Yahudiler, kahredici bir yergiye muhatap olmuşlardır. Allah, onlara Tevrat'ı indi­rerek Tevrat'ın hükümlerini takip etmelerini, kitap üzerinde düşünüp onu pratiğe uyarla­malarını emretmişti. Tevrat'ı yüklenmelerinin gerçek mânâsı buydu. Ancak, bu yükün hakkını vermeyerek Tevrat'tan sapmış olan yahudilerin misali kitap yüklü merkeplere benzetilmiştir. Zira merkepler de, yük olarak taşıdıkları kitaplardan faydalanamazli Onlar gibi olan bir kavmin durumu ne kötüdür. Çünkü onlar, Allah'ın ayetlerini ink ettiler. Allah onlar gibi olan zalim bir kavmi asla başarıya ve doğru yola iletmez.

II- Nebi (s)'nin onlara meydan okuması emredilmiş, şayet sadece kendilerinin A lah'ın velileri oldukları iddiasında doğru iseler, kendilerini uhrevi hesaba yaklaştıraa olan Ölümü arzu etmeleri istenmiştir. Çünkü, onlar kazandıkları günahlardan ötürü ; leşi korkunç bir sonu asla temenni etmezler. Allah (c) zalimleri bilendir.

IV- Korktukları ve kaçmaya çalıştıkları ölümün, çaresiz onlan yakalayacağı bildir lerek korkutulmuşlardır. Onlar, hem şimdiyi hem de geleceği bilen, gayba muttali ola Allah'a döneceklerdir. Allah, yaptıklarım onlara haber verecek, hesaplarını görecektir. [9]

 

Kitap Yüklü Merkepler

 

Bu ayetlerin de nüzul sebebine rastlayamadık. Bize göre ayetler, önceki ayetlerde zincirleme devam ederek sürenin bir defada nazil olduğu kanaatini uyandırıyor. Neb (s) ile yahudiler arasında meydana gelen cebelleşmeyi konu alan sürede, yahudilerin Al lah'ın dostları oldukları iddiasıyla övünmeleri, Allah'ın yolunda oldukları kunıntusuyl ahiretin sadece kendilerine has olduğu zannına kapılmaları işlenmiştir.

Dahası, peygamberlerin sadece kendilerinden çıkması gerektiğini ileri sürerek, noktadan hareketle Nebi (s)'nin peygamberliğini (Arap olduğu İçin) inkar ettikleri, ili ayetin mânâsından anlaşılıyor. Bu ayetler, onların iddialarını yalanlayarak, onlara karş meydan okuyor ve güçlü, etkileyici bir üslup kullanarak yahudileri cevap vermekten a ciz bırakıyor.

Şunu hatırlatmak gerekir ki, gerek tefsirini yaptığımız Bakara ve Al-i İmran sûrele­rinde, gerekse ileride tefsirini yapacağımız Nisa ve Maide sûrelerinde, yahudilerden ri­vayet edilen bu ve benzeri sözler/iddialar, değişik münasebetlerle Kur'an'da tekrar edi-legelmiştir.

Yahudilerin bu tavırları ancak, Medine'de güç ve etkinliğe sahip oldukları bir za­manda gerçekleşebilirdi. Nitekim, yahudiler hicretin ilk beş yılmada bu konumda ol­duklarından, -giriş kısmında da söylediğimiz gibi- Cuma sûresinin tefsirini Ahzab sûre­sinden önceye aldık. [10]

 

9- Ey inananlar, Cuma günü namaz için çağrı Idtğı(mz) za-man[11], AHah'ın anmaya koşun, alışverişi bırakın. Eğer bi­lirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır.

10- Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütufundan (nasibinizi) arayın. Allah'ı çok anın ki başarıya eresiniz.

11- Bir ticaret veya eğelence gördükleri zaman hemen da­ğılıp ona giderler ve seni ayakta bırakırlar. De ki: "Allah'ın yanında bulunan, eğlenceden de ticaretten de hayırlıdır." Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.

 

Ayetlerde:

 

I- Müslümanlara, Cuma günü namaz İçin çağrıldıklarında alış-verişi terketmeleri ve zikrullah için camilere koşmaları emredilmiştir.

II-  Namaz bittikten sonra dağılıp, çalışarak ya da ticaret yaparak rızık peşinde koş­maları helal kılınmış.

III- Nebi (s) mescidde iken Cuma günü, herhangi bir ticari kıpırdanma duydukların­da mescidi terkeden bir kısım müslümanlar kınanmış, ticari kaygılarla zikrullahtan geri kaldıkları ve Allah'ın mutlak rızık verici olduğu bildirilmiştir. [12]

 

Cuma Namazı İle İlgili Ayetlerin Yorumu ve Cuma'nın Dini-Soşyal Yönü

 

9 ile 11. ayetler önceki bölümden bağımsız bir bölümdür ve bu üç ayetten sadece 11. ayetin nüzul sebebi hakkında Buhari ve Tirmizi'nin İbn Cabir'den naklettiği şu hadise rastlıyoruz: "Cuma günü, biz Peygamber (s) ile beraber iken bir kervan geldi. Onİki kişi hariç insanların hepsi çıkıp gittiler. Bunun üzerine Allah Teala: 'Bir ticaret veya eğlence gördükleri zaman ona doğru giderler..." mealindeki ayeti indirdi."

Bir kısım müfessirler, bu rivayeti bâzı eklemeler ile rivayet etmişlerdir. Beğavi'ye göre, insanların mescidden ayrılmaları, ticaret kervanından gelen davul sesleriyle olmuş, Nebi (s) ise bu duruma kızarak şöyle demiştir: "Muhammed'in nefsi elimde olan Al­lah'a yemin olsun ki, eğer hepiniz onlarla birlikte mescidden çıksaydınız, vadiden üzeri­nize ateş fışkırırdı," Bir başka rivayette de Nebi (s), mescidde kaç kişi kaldığını sordu. Oniki erkek ve bir kadın kaldığını söylediklerinde şöyle dedi: "Onlar da olmasaydı gökten taş yağardı."

9 ve 10. ayetler ise, sadece Cuma günü namaz için müslümanları toplanmaya ve o saatten itibaren namaz bitinceye kadar alış-verişi terketmeye teşvik amacıyla nazil ol­muş olabilir. Bununla birlikte 11. ayette bahsedilen "kınama"nın inceliğini açıklamak için nazil olması da muhtemeldir. Bizce, 9 ve 10. ayetler bu amaçla 11. ayet ile birlikte aynı anda nazil olmuşlardır. Zira, bu türden Kur'anî anlatım tarzı ile, bazı ayetlerin di­ğer ayetler için bir giriş mahiyetinde geldiği bilinmektedir.

Rivayet edilen hadise, bir ticaret kervanı ile iiigili olmakla birlikte, 11. ayette ifade edilen mânâya göre, sözkonusu olan şey, ticaret ve eğlencedir. Burada mutlak anlamda bir ticaretten bahsedilmesi, mescidden ayrılma olayının sadece bir defaya mahsus olma­dığını gösterir. Nitekim, Rasulullah (s)'ın bu duruma kızması ve insanları uyarması, ay­nı tutumun daha önce de vuku bulduğunu teyid etmektedir. Burada Medine döneminde müslümanlara ait bir tabloyu müşahade edebiliriz. Ancak bizce, sözkonusu tutumu ser­gileyenler, mütevatir rivayetlerde geçtiği üzere Allah ve Rasulü'nde adeta garkolan ilk muhacirler ve ensardan başka yeni müslüman olanlardır.

Ayetlere göre, Cuma namazı ve hutbe, bu ayetler nazil olmadan önce de vardı ve farzdı. Ancak ayetler, namaz ve hutbenin önemini belirtmek, bu konuda namaz bitme­den mescidden çıkmayı yermek için nazil olmuşlardı. Eğer, 9 ve 10. ayetlerin II. ayet ile birlikte nazil olduklarını kabul edecek olursak netice olarak bu görüşü kabul etmek durumundayız.

Bu görüşü destekleyici birçok rivayet mevcuttur. İbn İshak'tan rivayet edildiğine göre, Nebi (s), Mekke'den hicret ettiği sırada Küba'da bir kaç gün konaklamış, Salih bin Avfoğulları arasında iken Cuma namazı vakti gelince onların Ranuna Vadisi'ndc yaptıkları mescidde Cuma namazı kıldırmış, burada Cuma namazı Medine dönemindeki ilk Cuma namazı olmuştur.[13] Bu rivayet, Cuma namazının hicretten önce Mekke'de de kılındığını gösteriyor. Ebu Davud, İbn Hibban, Beyhaki ve Hakim'in Abdurrahman bin Malik'ten rivayet ettikleri bir hadis bunu teyid ediyor. Hadis şöyledir: "Babam, Cuma günü ezanı işitince Esat bin Zürare'ye okurdu. Bunun sebebini sorunca: 'Çünkü o, Neki el-Hadimat'da Beyadaoğullan'nın kara taşlı topraklarında Hezm cn-Nebit adındaki köyde bize Cuma'yı kıldıran ilk müslümandır' dedi. O zaman babama 'kaç kişiydiniz?' diye sordum. 'Kırk kişiydik' dedi." Esat bin Zürare Evs kabilesinden Mekke'de Nebi (s) ile beyatlaşan topluluğun ileri gelenlerinden biriydi. Şüphesiz bu görüşmede, Rasu-lullah'tan İslami mükellefiyetleri öğrendikleri gibi Cuma namazını da öğrenmişlerdi.

Rivayet edildiğine göre[14] Medineliler, yahudi ve hrıstiyanlarda olduğu gibi toplana­cakları bir gün olarak Cuma gününü seçmişlerdi. Yine Ka'b bin Leüy'ün, bu günde umumi toplantılar tertiplediği ve "Arube" diye isimlendirilen bu günün ismini "Cuma" olarak değiştirdiği gelen rivayetler arasında.[15] Ancak bize göre, "Cuma" adının, Yesrib (Medine)'yİ aşan bir boyutu vardır. Zira, Cuma adı, içerdiği mânâ ile yakından ilgilidir. Nitekim Ka'b adındaki kişinin böyle bir uygulamayı başlatması ve de Arube adını, Cu­ma olarak değiştirmesi bizce, gerçekte dini sosyal kaygılarla olmuştur. Çünkü, cahili dö­nemde böyle bir güne duyulan ihtiyaç, yahudi ve hiristiyanlardan esinlenerek ortaya çık­mış olabilir.

Bilindiği gibi bu türden Özel günler ne yahudiler ne de hrıstiyanlarla sınırlanmaya­cak bir yaygınlığa sahip olagelmiştir.

Rivayetlerde, bu haftalık buluşma gününün, eski cahili döneme uzanan yönüne işaret edilmemesi, Cuma gününün hâlâ Önemini koruduğuna ve bu Özel günün cahili dönemde sadece ismi ile anılan içi boş bir anıya dönüştüğü ve İslam ile tekrar canlanarak hayati­yet bulduğuna delalet eder. İslam geldiğinde bu güne hayat bahşetmiş ve bu günü Al­lah'ın zikredildiği, namaz kılındığı, Rasulullah ve ondan sonraki imamlar tarafından va­azlar verdiği bir güne tebdil etmiştir.

Buraya kadar anlattıklarımızdan şu sonucu çıkarabİriz: İslam'da Cuma namazı, Mekki ve Nebevi bir uygulama iken bu ayetlerin nüzulü ile Kur'anî bir ameliye halini almıştır.

Cuma gününün ve namazının fazileti hakkında birçok hadis rivayet edilmiştir. Bu hadisleri şöyle sıralayabiliriz:

"Peygamber (s) şöyle buyurdu: Üç Cuma namazını, aldırmayarak, mazeretsiz bıra­kıp kılmayan kimsenin Allah kalbini mühürler." Hadisi Ebu Davud, Tirmizi, Nesei ve Hakim Ebul Ca'd el-Damri'den rivayet etmişlerdir.[16]

"Peygamber (s) şöyle buyurdu: özürsüz ve zaruretsiz Cuma'yi terkeden kimse, silin­meyen ve değiştirilmeyen kitapta münafık olarak yazılır." Hadisi İmam Şafii, İbn Ab-bas'tan rivayet etmiştir.[17]

"Peygambr (s) şöyle buyurdu: Baliğ olan herkese Cuma'ya gitmek farz olduğu gibi, her Cuma'ya gidene de gusletmek lazımdır" Ebu Davud ve Nesei, Hafsa'dan rivayet et­miştir.[18]

"Peygamber (s) şöyle buyurdu: Cuma namazını cemaatla kılmak dört kişi hariç, (ya­ni köle, kadın, baliğ olmamış çocuk, sabi ve hasat) farzdır." Ebu Davud, Beyhaki, Ha­kim Tank bin Şihab'dan rivayet etmiştir.[19]

Sclman-ı Farisi ve Ebu Hureyre'den şöyle rivayet edilmiştir: "Peygamber (s) şöyle buyurdu: Kim Cuma günü gusleder ve güzel elbiseler giyer ve varsa güzel koku sürer, sonra çıkıp mescide girerek -mümkün olurda- rükuya varır ve kimseye eziyet etmezse sonra imam hutbeye çıkıp namaz kılıncaya kadar susarsa, bu davranışları ona Cuma ile Cumartesi arasında kendisi için bir kefaret olur."[20]'

Hz. Aişe'den şöyle dediği rivayet edilir,: "Rasulullah'in Cuma günü minberde şöyle dediğini işittim: 'Sizden biriniz imkan bulursa iş elbisesinin dışında Cuma günü için iki elbise edinsin".[21]

Tirmizi'nin rivayet ettiği hadiste buyrulmuştur ki: "Kim Cuma günü (mescidde) in­sanlara eziyet ederse cehenneme bir köprü edinmiş olur."[22]

İmam Ahmed ve Nesei'nin İbn Hibban'dan o da Cabir'den rivayet ettiğine göre, Peygamber (s) şöyle buyurdu: "Her yedi günün birinde gusletmek her müslümana va­ciptir. O (yedi günden biri) de Cuma günüdür."[23]

Buhari, Müslim, Tirmizi ve Nesei'nin Ebu Hureyre'den rivayet ettikleri bir başka hadiste ise Rasulullah (s) şöyle demiştir: "O günde bir saat vardır ki, Allah'tan bir şey dileyerek kıldığı namazı o saate isabet ettiren her müslüman kuluna Allah dilediğini ve­rir. Ve o saatin pek az olduğunu göstererek eli ile işarette bulundu"[24] Yine ayna ravile-rin naklettiği bir diğer rivayette Peygamber (s) şöyle buyurdu: "Cuma günü hutbe oku­nurken arkadaşına "sus, konuşma!" dersen boş ve faydasız bir işle meşgul olursun."[25]

Yukarıdaki hadisler, Cuma namazı ile ilgili olarak temizlenmek, güzel elbise giyin­mek, hutbe okunurken sessiz olmak, namaz için erkenden mescide gitmek gibi hususla­rın büyük Önem taşıdığını ortaya koymaktadır.

Cuma namazının İslâmi boyutundan olduğu gibi sosyal boyutu da büyük bir öneme sahiptir. Zira, müslümanlar bugünde, zikrullah için şehirlerde ve köylerde büyük toplu­luklar halinde bir araya gelerek namaz kılıyor ve değişik alanlarda imamların vaazlarına kulak veriyorlar. Hiç şüphesiz Cuma namazının en görkemli ve en manidar şekilde ifa edildiği dönem, Nebi (s) ile raşid halifeler dönemidir. Çünkü, bu dönemde bizzat Nebi (s) ve halifeler tarafından müslümanlann umumi problemlerini içine alan siyasi, sosyal, ahlâki alanlarda hem özendirici hem de engelleyici tarzlarda onlara ışık tutacak hutbeler irad ediliyordu. Nebi (s)'den gelen sünnete ve raşid halifeler tarafından takip edilen bu geleneğe günümüz müslümanlan ve ulema sahip çıkmak zorundadırlar.

Cuma namazı ile ilgili fer'i hükümlerde, fakihler arasında bir takım ihtilaflar vardır. Bunlara genişçe yer vermeye lüzum görmüyoruz. Ancak, Cuma gününün dinlenme ya da halta tatili olarak alınmasına değinmek yerinde olacaktır.

Ayetlerden de anlaşılacağı üzere, sadece Cuma namazından, hutbenin dinlenmesin­den bahsedilen bu ayetlerde helal olan dünya uğraşlarının bu vakitte yani Cuma vaktin­den yapıması yasaklanmış, namazdan sonra bu, helal kılınmıştır. Cuma gününün tatil günü olması yönünden ya da böyle olmasını gerektirecek bir ifade sözkonusu değildir. Nitekim, Cuma gününün tatil olup olmaması konusu diğer toplumsal meselelerde oldu­ğu gibi ulu'İ-emrin reyine bırakılmıştır. Eğer ulu'1-cmr (uzun bir İslâm tarihi sürecinde olduğu gibi) Cuma gününün tatil olmasını karalaştınrsa ve umumi maslahatlar bu yönde olursa, hakkında nas bulunmayan bu hususta karar mekanizması işler ve problem orta­dan kalkar. Müfessir KasımVmn"Allah'm lutfundan nasibinizi arayın" cümlesini "ehl-i kitaba benzeyeceğinden Cuma gününün tatil günü olmaması gerekir" şeklindeki yoru­mu bizce yerinde ve tutarlı bir görüş değildir.

Ayetlerde yasaklanan şey, sadece Cuma vaktinde yapılan alış-veriştir. Namazdan sonra bu gibi dünyevi uğraşlar helal kılınmıştır. Nitekim helaller, vacip anlamına gel­mezler. Kaldı ki, naklettiğimiz hadislerde Nebi (s), müslümanları bir bayram havasıyla temiz ve güzel giyinmeye teşvik etmektedir. Bu hadisler de Cuma gününün müslüman-lar için bayram ve tatil günü olması fikrini desteklemektedir. Allah (c) daha iyi bilir. [26]

 

 



[1] Siret'ür-Rasul adlı kitabımıza bkz. c. 2, s. 9.

[2] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/539-540.

[3] el- Ummiyyin Allah katından bir kitaba sahip olmayanlar. Bu­rada Araplar kastedilmiştir.

[4] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/541.

[5] Enbiya 10, Zuhruf 43-44, Hac 78, Bakara 143.

[6] Tac, c. 4, s. 234..

[7] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/541.

[8] Esfar "Sifr" kelimesinin çoğulu olan bu kelime kitaplar anla­mındadır.

[9] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/542-543

[10] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/543.

[11] İze Nuudiye "Ezan okunduğunda manasınadır. Çünkü ezanla müslümanlar namaza çağrılmaktadır. "Haydi namaza".

[12] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/544.

[13] Tac, C:2, s. 111-112.

[14] Tac, C: 1, s. 247-248.

[15] Tarih-ül Arab Kabl-el İslam, Cevad Ali, c. 5, s. 246.

[16] A.g.e. c. 1, s. 244-245.

[17] A.g.e c. 1, s. 244-245

[18] A.g.e c. 1.S.245

[19] A.g.e c. 1, s. 245.

[20] İbn Kesir.

[21] A.g.e

[22] A.g.e.

[23] A.g.e

[24] A.g.e

[25] A.g.e

[26] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/544-548.