Müşriklerin, Başlarına Gelecek Olan Azap İle Tehdit Edilmeleri
İnsanin Tabiatı Ve Kur'an'ın Onu Tedavi Etmesi
Yalanlayıcılar İşte Bunlardır.
Akıbetleri De Budur
Ulemanın icmaı
ile Mekkîdİr. 44 ayettir. Kıyamet gününün tasvirini
yapmakla beraber müşrikleri, gerçekleşmesi muhakkak olan bir azap ile tehdit
etmektedir. Sonra insanın tabiatından ve tedavisinden bahsetmekte, bilahare bu
sûre, başlangıçtaki ifadelerin içerdiği manalarla nihayete erdirilmektedir. [1]
Rahman ve Rahim olan
Allah adıyla
1-3- Birisi,
yüksek derecelere sahip olan Allah katında, inkarcılara gelecek ve savunulması
imkansız olacak azabı soruyor.
4- Melekler
ve Cebrail, mikdan ellibin
yıl olan o derecelere bir günde yükselirler.
5- Ey
Muhammedi Güzel güzel sabret;
6- Doğrusu
inkarcılar azabı uzak görüyorlar.
7- Ama Biz
onu yakın görmekteyiz.
8- Gök o
gün, erimiş maden gibi olur.
9- Dağlar da
atılmış pamuğa döner.
10- Hiçbir
dost diğer bir dostunu sormaz.
11-14- Onlar birbirlerine yalnız
gösterilirler. Suçlu kimse o gün ün azabından kurtulmak İçin oğullarını,
ailesini, kardeşini, kendisini barındırmış olan sülalesini ve yeryüzünde
bulunan herkesi feda etmek ve böylece kendisini kurtarmak ister.
15-18- Hayır, olmaz... Orada sırtını
çevirip yüzgerİ edeni, malını toplayıp kimseye
hakkını vermeden sakîayam çağıran, deriyi soyup
kavuran, alevli ateş vardır. [2]
Sual kelimesi bazan bir şeyi talep edip isteme manasına gelir. Bazan da sormak manasına gelir. Engel ve koruyucu. Merdiven
ve asansörler anlamına gelir. Melekler yükselirler. Yani İlahî emir ve yasaklan
alırlar.Mühl kelimesi zeyt
veya maden suyu gibi bir eriyik manasına gelir. Renkli yün. Bazılarına göre
atılmış yün demektir. Candan dost. Kişinin aşireti. Zevcesi.
Alevli ateş. Hayır,
asla! El ve ayak gibi harici organlar. Bazılarına göre başın cildi demektir. [3]
Peygamber (S.A.V.)
efendimiz, kendilerini ilahî azapla tehdit ettiğinde müşrikler O'nu hafife
alıp alay ederlerdi. Tehdidini küçümserler ve inkâr ederler, hatta alay olsun
diye bu azabın kendilerine bir an evvel gelmesini isterlerdi. Öyle ki günün
birinde müşriklerin liderleri Nadr bin Haris şöyle
demişti: "Allah'ım, eğer bu, senin yanından gelmiş gerçekse, başımıza
gökten tas yağdır, yahut bize acı bir azap vcr!"[4]
Onların bu tulumları Peygamber (S.A.V.) efendimizi öfkelendiriyor hatta bu
müşriklerin emsali kimseleri, bu gibi sözleri söylemekten caydırması için
Allah'ın, üzerlerine azap indirmesini diliyordu. Üzerlerine azap inecek olursa
bu azabın, İslâm davetinin yayılmasına olumlu etkisi olacağı düşünülüyordu.
Bunun üzerine Cenab-i Allah, Peygamber efendimizin
kalbini sakinleştirip mutmain kılmak ve müşrikleri de başlarına muhakkak
gelecek bir azap ile tehdit etmek için bu ayet-i, kerimeleri inzal buyurdu.
Sonra da Peygamberine, güzelce sabretmesini emir buyurdu. [5]
İçlerinden biri,
başlarına gelecek azabı istedi. Bu azabı İsteyen, Nadr
bin Haris idi.
Veya kendilerine
bahsetmiş olduğun gerçekleşecek azabı, adamın biri sana sordu. Bu azabı soran
ve isteyen kimsenin, Peygamber (S.A.V.) efendimizin olması da muhtemeldir.
Ayetin akışı, bu manayı vermeye mani teşkil etmemektedir.
Cenab-ı Allah şu kavli ile, bu suale cevap vermiştir: Gerçekleşecek
olan bu azap, kafirler içindir. Bu azabı, yani kafirler için hazırlamış
olduğumuz azabı, menedecek bir kimse yoktur. Allah'ın
bu azabı tatbik etmesine engel olacak hiçbir varlık yoktur. Allah, derecesi
yüksek olan ve kemâlâta doğru yücelen mertebeler
sahibidir. Bu derecelerle yükseklikler, kutlu ve yüce olan Hak Tealaya nİsbet edildiğinde,
Allah'ın zatının üstünlüğüne, noksanlıklardan münezzehliğine ve kemal
sıfatlarla muttasıflığma dair delil teşkil eder.
Melekler, özellikle
Cebrail, miktarı ellibin sene kadar olan bir günde Allah'a
yükselirler. O'nun kudsî makamına doğru yükselirler.
Orada İlahî tecellilere ve Rabbanî emirlere mazhar
olurlar. İfahî emirler ile alemin düzeni gerçekleşir.Kâinatın
tedbiri hasıl olur. Meleklerin Allah'a yükselmesi, mekân nokta-i nazarından
olmayacaktır. Çünkü Allah mekâna hulul etmekten münezzehtir. Ayet-i Kerime de
sözü edilen o uzun gün, dünya günlerinin mi yoksa ahiret
günlerinin mi üstü kapalı bir ifadesidir?' Denîldiki
öyle de olabilir, böyle de olabilir. Kitabın da kast ettiği manayı en iyi
bilen Allah'tır. Şu da varki, kıyametin ellibin senelik bir zamanla takdir edilmesinden kasıt
mutlak çokluktur. Kıyamet gününün uzunluk miktarını bu sayı ile sınırlamak
değildir. Zaten Araplarda bir şeyin çokluğunu ve uzunluğunu ifade etmek istediklerinde
ekseriyetle böyle bir ifade kullanırlar.
Şimdi de gerçekleşecek
azabı isteyen kimsenin azabı istemesiyle meleklerin, noksanlıklardan münezzeh
Allah ile bu kainat arasında gidip gelerek o kudsî
zata yükselmeleri arasındaki irtibatı anlamaya sıra geldi. Buna cevaben şöyle
denilmiştir: Ayet-i Kerimeden kast edilen mana şudurki;
Bu azap kâfirler için hazırlanmıştır. Bu azabı onlardan savacak ve Allah'a
karşı onlara yardım edecek hiç kimse yoktur. Sonra Cenab-ı
Allah şu kavli ile onları uyarmıştır: Mikdarı ellibin sene olan bir günde melekler Allah'a yükselir. O-nun kudsî makamına varırlar.
Allah katında hiçte öyle olmadığı ve Allah'a göre kolay olduğu halde müddetinin
uzun olması dolayısıyla bu azabı uzak bir ihtimal olarak görürler. Ezel ile ebed arasında bağlantı kuran uzun zamanlara nisbetle kıyamet günü sadece bir gün kadardır. O günde
melekler Allah'a yükselirler. Bu dünyayı tedbir ederler. İdaresini çevirirler.
Size ne olmuş ki bu azabın çabuk inmesini istiyorsunuz?!
Onlar bu azabın cidden
uzak bir ihtimal olduğunu görüyorlar. Çünkü onların nazarında dünyanın ömrü
gerçekten de pek uzundur. Allah katında ise dünyanın ömrü sadece bir gün veya
kısa bir müddettir. Size ne olmuş ki ahiretteki
hesabın çok uzun zamanlar sonra vuku bulabileceğini düşünüyorsunuz?
"Senden azabı çabuk istiyorlar. Allah sözünden caymaz (bir süre geciktirse
de mutlaka dediğini yapar. O acele etmez). Rabbin yanında bir gün, sizin saydıklarınızdan
bin yıl gibidir!'[6] Bu ayet-i kerimede
görüldüğü gibi Cenab-ı Allah bir günü, bin şene ile
takdir etmiştir. Başka bir yerde ise elli bin sene ile takdir etmiştir. Bu
ayet-i kerimelerdeki senelerden maksat çokluktur. Yoksa günün mesafesini zaman
ile sınırlamak değildir. Ayetin de kast ettiği manayı en iyi bilen Cenab-ı Allah'tır.
.
Denildikİ ayet-i kerimede geçen günden kasıt kıyamet günüdür.
Kafirleri ürkütüp korkutmak için onun uzunluğunu ellibin
sene ile tasvir etmiştir. Özetle Allah'ın kast ettiği mânâ, mutlak olarak
kıyamet gününü uzunlukla nitelemektir.
Hal böyle olunca ey
Muhammedi Sana düşen, güzelce sabretmektir. Sarsılmak ve tereddüt etmek
değildir. Vadedİlen şey, mutlaka gerçekleşecektir.
Peygamberin onları tehdit ettiği azabın zamanının uzak olduğunu görüyorlar.
Biz ise onu yakın görüyoruz. O gün gökler zeytinyağı tortusu veya bakır eriyiği,
yahut ateşle eriyen demir haline gelecektir. Yani göğün durumu değişecek,
içinde bulunduğu hal bambaşka bir hal olacaktır. Dağlar, atılmış yüne
dönecektir. "O gün insanlar, yayılmış pervaneler gibi olurlar. Dağlar,
atılmış renkli yün gibi olur."[7]
O günde göklerle yerin
durumu İşte böyle olacaktır. Yaratıkların duru-muna
gelince o da Cenab-ı Allah'ın tasvir ettiği gibi
olacaktır: İnsanlar, kendilerini herşeyden alıkoyan
bir şeyle meşgul olacaklardır. En sıcak dostlar dahi birbirlerinin hallerini
soramaz olacaklardır. Yakınlar birbirinden haberdar olamayacaklardır. Çünkü o
günde herkesi meşgul eden bir hal vuku bulacaktır. "İşte o gün kişi kaçar:
Kardeşinden, anasından, babasından, eşinden ve oğullarından. O gün, onlardan
her kişinin kendisine yeter derecede işi vardır."[8] Onlar,
akrabalarını ve hısımlarını göremedikleri için mi soramayacaklardır? Onlara
akrabalarını ve hısımlarını Cenab-ı Allah
gösterecektir, ama herkesin kendisine yeter derecede bir meşguliyeti olacaktır.
Bu nedenle kimse kimseyi soramaz olacaktır. Bununla beraber herkes, kendini o
günün korkunçluğundan kurtarmak maksadıyla kendisine insanların en sevimli ve
en kıymetli olan evlat, eş, kardeş, barındığı aşireti gibi kimseleri fidye olarak
vermeyi candan arzulayacaktır. Sonra elinden gelse, yeryüzündeki bütün varlıkları
kendi nefsini ateşten kurtarmak gayesiyle fidye olarak vermek isteyecektir.
Fidye olarak versin ki Allah ta güya onu bu zorlu azaptan kurtarsın. "O
inkâr edenler var ya, eğer yeryüzünde onların hepsi
ve onun bir misli daha kendilerinin olsa da,'kıyamet gününün azabından
kurtulmak için (bunları) fidye verseler, kendilerinden kabul edilmez. Onlar
için acı bir azap vardır."[9]
Ceza gününü yalanlayıp
acele ederek azabın üzerlerine inmesini isteyen kimselere gelince onlar,
aldatıcı kuruntularla teselli bulurlar. Fidye vererek kendilerini o müthiş
azaptan kurtaracaklarını zannederler. Onların bu kuruntu ve zanlarını Kur'an-ı Kerim yalanlayarak şöyle buyurmuştur: Hayır! Onlar
için hazırlanmış olan cehennem, yakıcı bir ateştir. Onun alevleri pek
şiddetlidir, ondan kaçıp kurtulmak pek imkânsızdır! Ellerini ve ayaklarım koparacak
başlarının derisini soyacaktır. Onlar buna karşı nasıl sabredebilecek-lerdir! Bu ateş, kendisinden kaçıp yüz çevirenleri veya
dünyada hakdan yüz çevirip arka dönenleri
çağıracaktır. İbn-i Abbas'ın
rivayet ettiği gibi bu çağırma gerçek olacaktır veya mecazi olacaktır. Ve yine
bu ateş; mal yığıp stok-layan, muhafaza eden ve
Allah'ın o maldaki hukukunu eda etmeyen kimseleri de çağıracaktır.
Mal yığmak, tek başına
bir kusur ve günah değildir. Kusur ve günah olan, malı yığmanın yanı sıra
yoksulların ve düşkünlerin haklarını vermemektir. [10]
19- İnsan
gerçekten pek huysuz yaratılmıştır:
20- Başına
bir fenalık gelince feryad eder,
21- Bir
iyiliğe uğrarsa onu herkesten men'eder;
22-27- Ancak namaz kılıp namazlarında
devamlı olanlar, mallarında yoksul ve yoksuna belirli bir hak tanıyanlar, ceza
gününü doğrulayanlar, Rab-lerinin azabından korkanlar
böyle değildir,
28- Doğrusu
Rablerinin azabından kimse güvende değildir.
29-30- Eşleri ve cariyeleri dışında,
mahrem yerlerini herkesten koruyanlar, doğrusu bunlar yerilmezler.
31- Bu
sınırlan aşmak isteyenler, işte onlar, aşın gidenlerdir.
32-33- Emanetlerini ve sözlerini yerine
getirenler, Şahidliklerini gereği gibi yapanlar,
34-
Namazlarına riayet edenler,
35- İşte
onlar, cennetlerde ikram olunacak kimselerdir.
[11]
ümitsiz. Sızlanan ve
sabırsızlanan.Avuç açtığı için kendisine sadaka verilen fakir İffetinden dolayı
avuç açmayan ve dolayısıyla mahrum kalan kimse.Korkarlar. Kıyamet günü. Bundan
ötesini ister. Haddi aşanlar. [12]
Cenab-ı Allah önceki ayetlerde, gerçekleşecek azabı isteyen
kimseye değindikten sonra kıyamet gününü ve o günde meydana gelecek olayları
anlatarak müşrikleri tehdit etmişti. Bu ayet-i kerimelerde ise insan tabiatını
an-latmışür. İnsan tabiatı kişiyi küfre, azabın
çabuklaştırılmasını istemeye, dünya sevgisine bağlanarak ahireti
terk etme nedeniyle kötü ameller işlemeye sevk eder. İşte bunlar insanın
tabiatı olup sahibini kötü akıbete iletir. Ancak iman eden kimseler bu akibetten kurtulurlar. [13]
Şüphesiz ki insan
siyah, yapışkan pişirilmiş hale gelecek kadar kuru bir çamurdan yaratılmış,
sonra içine Cenab-ı Allah'ın ruhundan üflenmiştir. Bu
insanın şerre ve hayra eğilimli olması kaçınılmazdır. Ama onun şerre yöneli-. mi daha çoktur. Hatta asıl olan budur. Bu
eğilimini, ancak İman-i selim, Kur'an-ı Kerim ile
sağlam akıl gibi hayır sebepieri hafifletebilirler.
Bu sebepler insanda olmadığı takdirde o, hayvan gibidir. Ama o düşünen bir
varlıktır. İnsan, insan olması cihetiyle maddidir. Tabiatı gereği, dünyayı ahirete tercih. eder. Yaşadığı hayatı bakî hayattan üstün
tutar ve yeğler. Ancak Allah'a İman etmesi, Onu sevmesi, Resulüne muhabbet
beslemesi, İslam'ın emirlerine uyması, fiillerini İslama
uydurması, Onu bu dünya sevgisinden korur. İşte o zaman basiret sahibi olur.
Nefsinin ve heveslerinin hoşuna gitmese dahi hakkı görür ve hakka tabi olur.
Dünya ve kendisinin tabiatı, kendisini her ne kadar davet etse de serden uzak
durur ve şerri görür. İnsan sızlanan bir varlık olarak yaratılmıştır. Çok
sabırsızdır. Kendisine bir kötülük dokunduğu zaman hemen umutsuzluğa kapılır.
Öldürücü bir ümitsizliğe zebun olur. Allah'a inanmadığı için başına bela
olarak İnen musibet, hastalık veya fakirlik gibi durumların kesinlikle artık
kendisinin yakasını bırakmayacağını zanneder. Kâinatta bu musibeti kendisinden
uzaklaştırmaya muktedir olan bir ilâhın olmadiği
düşüncesine kapılır. Kendisine bir hayır ve şans isabet ettiğinde onu
insanlardan meneder. Bunun, kendisindeki ilim kuvvet
ve görgü sayesinde kendisine verilmiş olduğunu zanneder. Bunun Allah'ın bir
lütfü olarak kendisine bahsedildiğini ve yaratıklardan hiç kimsenin kendisine
ihtiyacı olmayacağım düşünür. Bu nedenle sofrasını toplayıp hayrı İnsanlardan
kestiğini ve kölesini dövüp tek başına taamları yediğini görürsünüz. Son
derece kötü davra-nışlı ve
katı kalpli bir kişi olduğunu müşahede edersiniz.
İşte bunlar, insanın
kendisinde mevcut olan bazı tabiatlarıdır. Bu kötü tabiatları tedavi etmek için
Allah'a iman etmek ve O na güzelce tevekkül ederek ahireti sevmek; dünyadan, dünyanın zinetlerinden
uzak durmak gerekir. Bu ilaçlan; Hakka itaat, halka şefkat, kıyamet gününe
iman, cezalandırılmaktan korkmak şeklinde özetleyebiliriz. Cenab-i
Allah, kendisi ıe kamilen iman edip tam olarak
güvenen mü'minleri; sabırsızlanıp sızlanma ve hayrı
men etme hastalığını bünyelerinde taşıyarak yaratılmış olan kimselerden
istisna etmiştir. Bu müstesna kimseler namazlarına müdavemet
eden, fakire hakkını veren, gay-be iman eden, ölüm
sonrası diriliş gününü tasdik eden, sürekli olarak Rablerinden ve O'nun
azabından korkan, gurura kapılmayan, kötü amel işlemiş olsalar dahi yalancı
kuruntulara aldanarak teselli bulmayan kimselerdirler. Bi-lİnki insan,.Allah'ın azabına karşı emin olmamalıdır.
Allah'a bel bağlayıp kamilen iman eden bu kimseler, kendilerine bir şer ve
kötülük geldiğinde sızlanıp sabırsızlanmazlar. Çünkü, bunlar başlarına gelen
bu musibetin Allah-tan geldiğine inanırlar. Mukadder olan şeyden asla
kurtulamayacaklarını bilirler. Hayır ve iyiliği kimseden men etmezler. Çünkü
onlar hayrın Allah'tan geldiğine inanmışlardır, Yaptıkları iyiliğin mükâfatını
Allah'tan göreceklerine bel bağlamışlardır. Onlar ki, ırzlarını korurlar.
Ancak Allah'ın kendilerine helal kılmış oldukları eşlerine ve mülkiyetlerinde
bulunan cariyelerine bakarlar. Bunlarla kurdukları ilişkilerden ötürü
kınanmazlar, bilâkis sevap görürler. Bundan başkasını ve ötesini talep edip
evlilik hududunu veya cariyelik sınırını aşan kimselere gelince, onlar
mütecaviz kimselerdirler.
O mü'minler,
emanete riayet ederler. Emaneti, eksiksizce, tam olarak sahiplerine iade
ederler. Verdikleri sözü mutlaka yerine getirir,1 ahde muhalefet etmezler.
Onlar, şehadeti tam olarak eda ederler. Hukukun zayi
olmaması için şahitliğin gereğini tam olarak yerine getirirler.
Onlar ki vakitlerine,
rükün ve şartlarıyla sünnetlerine ve adabına riayet ederek nazamlarına
devam ederler.
İşte bu vasıflara
sahip olan kimseler cennetlerde yaşayıp nimetlere maz-har
olacaklardır. Onlar Allah'ın yakınında ağırlanacaklardır. [14]
36-37- Ey
Muhammedi İnkar edenlere ne oluyor, sana doğru sağdan soldan topluluk halinde
koşuyorlar?
38- Herbiri nimet cennetine konulacağını mı umuyor?
39- Hayır;
doğrusu onları kendilerinin de bildikleri şeyden yaratmişiz-dır.
40-41- Doğuların ve batıların Rabbine
yemin ederim ki, onların yerine daha iyilerini getirmeğe Bizim gücümüz yeter ve
kimse de önümüze geçemez.
42- Ey
Muhammedi Onları bırak; kendilerine söz verilen güne kavuşmalarına kadar dalıp
oynasmlar.
43-44- Kabirlerden çabuk çabuk çıkaracakları gün, gözleri dönmüş, yüzlerini zillet
bürümüş olarak sanki dikili taşlara doğru koşarlar. İşte bu, onlara söz
verilmiş olan gündür. [15]
Boyunlarını uzatarak
koşarlar. Sana doğru1.Gruplar halinde Önümüze geçilmez ve mağlup edilmeyiz.Onlan bırak. Dalsınlar. Cedes
kelimesinin çoğulu olup kabirler demektir.Ensab
kelimesinin çoğulu olup ibadet için dikilen putlar.
Suretle, koşarak Yarışa
girer ve koşarlar, Gözleri düşük halde. [16]
Bu ifadeler, sure-i ceiîlenin parlak bir nihayeti olmaktadır. Çünkü O inkarcıların
azabı çabuk istemeleri reddedildikten ve kıyamet gününde karşılaşacakları
manzaralar tasvir edildikten sonra, burada da insanın tabiatına değinilmiş, bu
kötü tabiatın tedavisinin yollan açıklanmıştır. Mü'minlerin
vasıflan anlatılarak bu tedavinin yöntemleri belirlenmiştir. Bundan sonra da yalanlayıcılann hallerini ve nihayetlerini açıklayıp onları
azap ile tehdit ederek sureyi nihayetlendirmek İçin Cenab-ı Allah, hakkı yalanlayanlara tekrar değinmiştir. [17]
Müşrikler Peygamber
(S.A.V.) Efendimizin Kur'an-ı Kerim okuduğunu
işittiklerinde boyunlarını uzatıp gözlerini alçaltacak, korku ve ıstırap İçinde
ona doğru koşarlardı. Onun yanma varıp toplandıklarında, nefisleri sakinleşir,
azıcık huzur bulurlardı. Etrafında, sağında solunda, grup grup
dağınık vaziyette otururlardı. Sanki oha ilk geldiklerinde korkaklık haletine
bürünürlerdi. Nefisleri azıcık sakinleşip kalplerine huzur gelince Peygamberin
etrafında halkalar kurar ve hakiketten yüz çevirip
alay ederek birbirlerine sormaya başlarlardı: Ne diyor?! Cenneti ve Mü'minler İçin orada hazırlanan ebedî nimetleri tasvir
edici ilahi ayetleri işittiklerinde, başlarını eğip alay ederek şöyle derlerdi:
Eğer Muhammed'e tabi olan şu kimseler bu tasvir edilen cennetlere girecek olarlarsa onlardan önce bizim bu cennetlere girmemiz gerekir.
Çünkü Arapların eşrafı ve efendileri bizleriz. Buıılarsa
bizim hizmetçilerimiz ve kölelerimizdirler.!
Cenab-ı Allah onların durumlarını yadırgayıp tuhaf bularak
şöyle buyurdu: "Onlardan her biri, nimet cennetine sokulacağım mı umuyor
(yoksa)?" Hayret ediyorum bu millete! Hayır binlerce defa hayır! Durum,
onların iddia ettiği gibi değildir. Şüphesiz ki bu cennetler, Allah'a ve
Resulüne iman edip salih amel işleyen mü'minler için hazırlanmıştır. Onları ve bildikleri
kendilerinden başka kavimleri değersiz bir sudan, ve pis bir spermadan
yarattık. Bu bakımdan hepsi aynıdırlar. Eşrafın başkalarına üstünlüğü yoktur.
Üstünlük ancak iman ile olur başka şeyle değil. Üstünlüğün alası ise cennete
girmektir. Size ne olmuş ki bunu uzak bir ihtimal olarak görüyorsunuz?
Cenab-i Allah sizi topraktan, sonra spermadan, sonrada kan
pıhtısından yaratmadı mı? Buna muktedir olan Allah ölümünüzden sonra sizleri
yeniden diriltmeye ve hak sahibine de hakkım vermeye muktedirdir. Doğuların ve
batıların Rabbine yemin olsun ki —Güneş hergün bir
noktadan doğmaz. Ayrı ayrı noktalardan doğar ve yine
aynı şekilde hergün aynı noktadan batmaz. Ayrı ayrı noktalardan batar. Bizler bu yaratıkları, helak edip
kendilerinden daha hayırlı yaratıklarla değiştirmeye muktediriz. Bunların
yerlerine yepyeni bir mahlukat icad etmeye gücümüz
yeter. Bu Allah'a zor değildir. Bu hususta O asla aciz değildir. Onlar, Allah'ı
hiçbir hususta aciz bırakamazlar!
Ey Muhammedi Durum
böyle olduğuna göre, bırakta onlar batıllarına
dalsınlar. Kendilerine fayda sağlamayan şeylerle oyalasınlar. Nihayet günün
birinde tehdit oluna geldikleri manzaralarla karşılaşacaklardır. Hatırla o günü
ki, onlar kabirlerinden süratle çıkarılacak dikili hedeflere doğru koşar gibi Rablerinİn huzuruna gözleri zelil ve düşük bir halde zillet
içersinde koşacaklardır. İşte bu, yalanladıkları kıyamet günüdür. Azabının tez
elden gelmesini istedikleri ve alay ettikleri kıyamet günüdür. Bu tehdit
olundukları gündür. Keşke onlar bu güne iman etmiş olsalardı. [18]
[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/327.
[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/327-328.
[3] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/328.
[4] Enfal sûresi: 32.
[5] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/328-329.
[6] Hac sûresi: 47.
[7] Kariâ süresi: 4-5.
[8] Abese sûresi: 37.
[9] Maide sûresi: 36.
[10] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/329-331.
[11] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/332-333.
[12] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/333.
[13] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/333.
[14] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/333-334.
[15] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/335.
[16] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/335-336.
[17] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/336.
[18] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/336-337.