MEÂRİC SÛRESİ 2

Müşriklerin, Başlarına Gelecek Olan Azap İle Tehdit Edilmeleri 2

Bazı Kelimeler: 2

Nüzul Sebebi: 2

Açıklama: 2

İnsanin Tabiatı Ve Kur'an'ın Onu Tedavi Etmesi 4

Bazı Kelimeler: 4

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 4

Açıklama: 4

Yalanlayıcılar   İşte   Bunlardır.   Akıbetleri   De Budur. 5

Bazı Kelimeler: 5

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 5

Açıklama: 5


MEÂRİC SÛRESİ

 

Ulemanın icmaı ile Mekkîdİr. 44 ayettir. Kıyamet gününün tasvirini yap­makla beraber müşrikleri, gerçekleşmesi muhakkak olan bir azap ile tehdit etmektedir. Sonra insanın tabiatından ve tedavisinden bahsetmekte, bilahare bu sûre, başlangıçtaki ifadelerin içerdiği manalarla nihayete erdirilmektedir. [1]

 

Müşriklerin, Başlarına Gelecek Olan Azap İle Tehdit Edilmeleri

 

Rahman ve Rahim olan Allah adıyla

1-3- Birisi, yüksek derecelere sahip olan Allah katında, inkarcılara ge­lecek ve savunulması imkansız olacak azabı soruyor.

4- Melekler ve Cebrail, mikdan ellibin yıl olan o derecelere bir günde yükselirler.

5- Ey Muhammedi Güzel güzel sabret;

6- Doğrusu inkarcılar azabı uzak görüyorlar.

7- Ama Biz onu yakın görmekteyiz.

8- Gök o gün, erimiş maden gibi olur.

9- Dağlar da atılmış pamuğa döner.

10- Hiçbir dost diğer bir dostunu sormaz.

11-14- Onlar birbirlerine yalnız gösterilirler. Suçlu kimse o gün ün aza­bından kurtulmak İçin oğullarını, ailesini, kardeşini, kendisini barındırmış olan sülalesini ve yeryüzünde bulunan herkesi feda etmek ve böylece kendisi­ni kurtarmak ister.

15-18- Hayır, olmaz... Orada sırtını çevirip yüzgerİ edeni, malını top­layıp kimseye hakkını vermeden sakîayam çağıran, deriyi soyup kavuran, alevli ateş vardır. [2]

 

Bazı Kelimeler:

 

Sual kelimesi bazan bir şeyi talep edip isteme manasına gelir. Bazan da sormak manasına gelir. Engel ve koruyucu. Merdiven ve asansörler anlamına gelir. Melekler yükselirler. Yani İlahî emir ve yasaklan alırlar.Mühl kelimesi zeyt veya maden suyu gibi bir eriyik manasına gelir. Renkli yün. Bazılarına göre atıl­mış yün demektir. Candan dost. Kişinin aşireti. Zevcesi.

Alevli ateş. Hayır, asla! El ve ayak gi­bi harici organlar. Bazılarına göre başın cildi demektir. [3]

 

Nüzul Sebebi:

 

Peygamber (S.A.V.) efendimiz, kendilerini ilahî azapla tehdit ettiğinde müş­rikler O'nu hafife alıp alay ederlerdi. Tehdidini küçümserler ve inkâr ederler, hatta alay olsun diye bu azabın kendilerine bir an evvel gelmesini isterlerdi. Öyle ki günün birinde müşriklerin liderleri Nadr bin Haris şöyle demişti: "Al­lah'ım, eğer bu, senin yanından gelmiş gerçekse, başımıza gökten tas yağdır, yahut bize acı bir azap vcr!"[4] Onların bu tulumları Peygamber (S.A.V.) efendimizi öfkelendiriyor hatta bu müşriklerin emsali kimseleri, bu gibi söz­leri söylemekten caydırması için Allah'ın, üzerlerine azap indirmesini dili­yordu. Üzerlerine azap inecek olursa bu azabın, İslâm davetinin yayılmasına olumlu etkisi olacağı düşünülüyordu. Bunun üzerine Cenab-i Allah, Peygamber efendimizin kalbini sakinleştirip mutmain kılmak ve müşrikleri de başlarına muhakkak gelecek bir azap ile tehdit etmek için bu ayet-i, kerimeleri inzal buyurdu. Sonra da Peygamberine, güzelce sabretmesini emir buyurdu. [5]

 

Açıklama:

 

İçlerinden biri, başlarına gelecek azabı istedi. Bu azabı İsteyen, Nadr bin Haris idi.

Veya kendilerine bahsetmiş olduğun gerçekleşecek azabı, adamın biri sana sordu. Bu azabı soran ve isteyen kimsenin, Peygamber (S.A.V.) efendimizin olması da muhtemeldir. Ayetin akışı, bu manayı vermeye mani teşkil etme­mektedir.

Cenab-ı Allah şu kavli ile, bu suale cevap vermiştir: Gerçekleşecek olan bu azap, kafirler içindir. Bu azabı, yani kafirler için hazırlamış olduğumuz azabı, menedecek bir kimse yoktur. Allah'ın bu azabı tatbik etmesine engel olacak hiçbir varlık yoktur. Allah, derecesi yüksek olan ve kemâlâta doğru yücelen mertebeler sahibidir. Bu derecelerle yükseklikler, kutlu ve yüce olan Hak Tealaya nİsbet edildiğinde, Allah'ın zatının üstünlüğüne, noksanlıklar­dan münezzehliğine ve kemal sıfatlarla muttasıflığma dair delil teşkil eder.

Melekler, özellikle Cebrail, miktarı ellibin sene kadar olan bir günde Al­lah'a yükselirler. O'nun kudsî makamına doğru yükselirler. Orada İlahî te­cellilere ve Rabbanî emirlere mazhar olurlar. İfahî emirler ile alemin düzeni gerçekleşir.Kâinatın tedbiri hasıl olur. Meleklerin Allah'a yükselmesi, me­kân nokta-i nazarından olmayacaktır. Çünkü Allah mekâna hulul etmekten münezzehtir. Ayet-i Kerime de sözü edilen o uzun gün, dünya günlerinin mi yoksa ahiret günlerinin mi üstü kapalı bir ifadesidir?' Denîldiki öyle de olabi­lir, böyle de olabilir. Kitabın da kast ettiği manayı en iyi bilen Allah'tır. Şu da varki, kıyametin ellibin senelik bir zamanla takdir edilmesinden kasıt mutlak çokluktur. Kıyamet gününün uzunluk miktarını bu sayı ile sınırlamak değildir. Zaten Araplarda bir şeyin çokluğunu ve uzunluğunu ifade etmek istedik­lerinde ekseriyetle böyle bir ifade kullanırlar.

Şimdi de gerçekleşecek azabı isteyen kimsenin azabı istemesiyle melek­lerin, noksanlıklardan münezzeh Allah ile bu kainat arasında gidip gelerek o kudsî zata yükselmeleri arasındaki irtibatı anlamaya sıra geldi. Buna ceva­ben şöyle denilmiştir: Ayet-i Kerimeden kast edilen mana şudurki; Bu azap kâfirler için hazırlanmıştır. Bu azabı onlardan savacak ve Allah'a karşı onla­ra yardım edecek hiç kimse yoktur. Sonra Cenab-ı Allah şu kavli ile onları uyarmıştır: Mikdarı ellibin sene olan bir günde melekler Allah'a yükselir. O-nun kudsî makamına varırlar. Allah katında hiçte öyle olmadığı ve Allah'a göre kolay olduğu halde müddetinin uzun olması dolayısıyla bu azabı uzak bir ihtimal olarak görürler. Ezel ile ebed arasında bağlantı kuran uzun za­manlara nisbetle kıyamet günü sadece bir gün kadardır. O günde melekler Allah'a yükselirler. Bu dünyayı tedbir ederler. İdaresini çevirirler. Size ne ol­muş ki bu azabın çabuk inmesini istiyorsunuz?!

Onlar bu azabın cidden uzak bir ihtimal olduğunu görüyorlar. Çünkü onların nazarında dünyanın ömrü gerçekten de pek uzundur. Allah katında ise dünyanın ömrü sadece bir gün veya kısa bir müddettir. Size ne olmuş ki ahiretteki hesabın çok uzun zamanlar sonra vuku bulabileceğini düşünüyor­sunuz? "Senden azabı çabuk istiyorlar. Allah sözünden caymaz (bir süre geciktirse de mutlaka dediğini yapar. O acele etmez). Rabbin yanında bir gün, sizin saydıklarınızdan bin yıl gibidir!'[6] Bu ayet-i kerimede görüldüğü gibi Cenab-ı Allah bir günü, bin şene ile takdir etmiştir. Başka bir yerde ise elli bin sene ile takdir etmiştir. Bu ayet-i kerimelerdeki senelerden maksat çok­luktur. Yoksa günün mesafesini zaman ile sınırlamak değildir. Ayetin de kast ettiği manayı en iyi bilen Cenab-ı Allah'tır.    .

Denildikİ ayet-i kerimede geçen günden kasıt kıyamet günüdür. Kafirle­ri ürkütüp korkutmak için onun uzunluğunu ellibin sene ile tasvir etmiştir. Özetle Allah'ın kast ettiği mânâ, mutlak olarak kıyamet gününü uzunlukla nitelemektir.

Hal böyle olunca ey Muhammedi Sana düşen, güzelce sabretmektir. Sar­sılmak ve tereddüt etmek değildir. Vadedİlen şey, mutlaka gerçekleşecektir. Pey­gamberin onları tehdit ettiği azabın zamanının uzak olduğunu görüyorlar. Biz ise onu yakın görüyoruz. O gün gökler zeytinyağı tortusu veya bakır eri­yiği, yahut ateşle eriyen demir haline gelecektir. Yani göğün durumu değişe­cek, içinde bulunduğu hal bambaşka bir hal olacaktır. Dağlar, atılmış yüne dönecektir. "O gün insanlar, yayılmış pervaneler gibi olurlar. Dağlar, atılmış renkli yün gibi olur."[7]

O günde göklerle yerin durumu İşte böyle olacaktır. Yaratıkların duru-muna gelince o da Cenab-ı Allah'ın tasvir ettiği gibi olacaktır: İnsanlar, ken­dilerini herşeyden alıkoyan bir şeyle meşgul olacaklardır. En sıcak dostlar dahi birbirlerinin hallerini soramaz olacaklardır. Yakınlar birbirinden haberdar ola­mayacaklardır. Çünkü o günde herkesi meşgul eden bir hal vuku bulacaktır. "İşte o gün kişi kaçar: Kardeşinden, anasından, babasından, eşinden ve oğul­larından. O gün, onlardan her kişinin kendisine yeter derecede işi vardır."[8] Onlar, akrabalarını ve hısımlarını göremedikleri için mi soramayacak­lardır? Onlara akrabalarını ve hısımlarını Cenab-ı Allah gösterecektir, ama herkesin kendisine yeter derecede bir meşguliyeti olacaktır. Bu nedenle kimse kimseyi soramaz olacaktır. Bununla beraber herkes, kendini o günün korkunç­luğundan kurtarmak maksadıyla kendisine insanların en sevimli ve en kıy­metli olan evlat, eş, kardeş, barındığı aşireti gibi kimseleri fidye olarak ver­meyi candan arzulayacaktır. Sonra elinden gelse, yeryüzündeki bütün varlık­ları kendi nefsini ateşten kurtarmak gayesiyle fidye olarak vermek isteyecek­tir. Fidye olarak versin ki Allah ta güya onu bu zorlu azaptan kurtarsın. "O inkâr edenler var ya, eğer yeryüzünde onların hepsi ve onun bir misli daha kendilerinin olsa da,'kıyamet gününün azabından kurtulmak için (bunları) fidye verseler, kendilerinden kabul edilmez. Onlar için acı bir azap vardır."[9]

Ceza gününü yalanlayıp acele ederek azabın üzerlerine inmesini isteyen kimselere gelince onlar, aldatıcı kuruntularla teselli bulurlar. Fidye vererek kendilerini o müthiş azaptan kurtaracaklarını zannederler. Onların bu ku­runtu ve zanlarını Kur'an-ı Kerim yalanlayarak şöyle buyurmuştur: Hayır! Onlar için hazırlanmış olan cehennem, yakıcı bir ateştir. Onun alevleri pek şiddetlidir, ondan kaçıp kurtulmak pek imkânsızdır! Ellerini ve ayaklarım ko­paracak başlarının derisini soyacaktır. Onlar buna karşı nasıl sabredebilecek-lerdir! Bu ateş, kendisinden kaçıp yüz çevirenleri veya dünyada hakdan yüz çevirip arka dönenleri çağıracaktır. İbn-i Abbas'ın rivayet ettiği gibi bu ça­ğırma gerçek olacaktır veya mecazi olacaktır. Ve yine bu ateş; mal yığıp stok-layan, muhafaza eden ve Allah'ın o maldaki hukukunu eda etmeyen kimse­leri de çağıracaktır.

Mal yığmak, tek başına bir kusur ve günah değildir. Kusur ve günah olan, malı yığmanın yanı sıra yoksulların ve düşkünlerin haklarını vermemektir. [10]

 

İnsanin Tabiatı Ve Kur'an'ın Onu Tedavi Etmesi

 

19- İnsan gerçekten pek huysuz yaratılmıştır:

20- Başına bir fenalık gelince feryad eder,

21- Bir iyiliğe uğrarsa onu herkesten men'eder;

22-27- Ancak namaz kılıp namazlarında devamlı olanlar, mallarında yoksul ve yoksuna belirli bir hak tanıyanlar, ceza gününü doğrulayanlar, Rab-lerinin azabından korkanlar böyle değildir,

28- Doğrusu Rablerinin azabından kimse güvende değildir.

29-30- Eşleri ve cariyeleri dışında, mahrem yerlerini herkesten koru­yanlar, doğrusu bunlar yerilmezler.

31- Bu sınırlan aşmak isteyenler, işte onlar, aşın gidenlerdir.

32-33- Emanetlerini ve sözlerini yerine getirenler, Şahidliklerini gereği gibi yapanlar,

34- Namazlarına riayet edenler,

35- İşte onlar, cennetlerde ikram olunacak kimselerdir. [11]

 

Bazı Kelimeler:

 

ümitsiz. Sızlanan ve sabırsızlanan.Avuç açtığı için kendisine sadaka verilen fakir İffetinden dolayı avuç açmayan ve dolayısıyla mahrum kalan kimse.Korkarlar. Kıyamet günü. Bundan ötesini ister. Haddi aşanlar. [12]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Cenab-ı Allah önceki ayetlerde, gerçekleşecek azabı isteyen kimseye de­ğindikten sonra kıyamet gününü ve o günde meydana gelecek olayları anla­tarak müşrikleri tehdit etmişti. Bu ayet-i kerimelerde ise insan tabiatını an-latmışür. İnsan tabiatı kişiyi küfre, azabın çabuklaştırılmasını istemeye, dün­ya sevgisine bağlanarak ahireti terk etme nedeniyle kötü ameller işlemeye sevk eder. İşte bunlar insanın tabiatı olup sahibini kötü akıbete iletir. Ancak iman eden kimseler bu akibetten kurtulurlar. [13]

 

Açıklama:

 

Şüphesiz ki insan siyah, yapışkan pişirilmiş hale gelecek kadar kuru bir çamurdan yaratılmış, sonra içine Cenab-ı Allah'ın ruhundan üflenmiştir. Bu insanın şerre ve hayra eğilimli olması kaçınılmazdır. Ama onun şerre yöneli-. mi daha çoktur. Hatta asıl olan budur. Bu eğilimini, ancak İman-i selim, Kur'an-ı Kerim ile sağlam akıl gibi hayır sebepieri hafifletebilirler. Bu sebep­ler insanda olmadığı takdirde o, hayvan gibidir. Ama o düşünen bir varlıktır. İnsan, insan olması cihetiyle maddidir. Tabiatı gereği, dünyayı ahirete tercih. eder. Yaşadığı hayatı bakî hayattan üstün tutar ve yeğler. Ancak Allah'a İman etmesi, Onu sevmesi, Resulüne muhabbet beslemesi, İslam'ın emirlerine uy­ması, fiillerini İslama uydurması, Onu bu dünya sevgisinden korur. İşte o za­man basiret sahibi olur. Nefsinin ve heveslerinin hoşuna gitmese dahi hakkı görür ve hakka tabi olur. Dünya ve kendisinin tabiatı, kendisini her ne kadar davet etse de serden uzak durur ve şerri görür. İnsan sızlanan bir varlık ola­rak yaratılmıştır. Çok sabırsızdır. Kendisine bir kötülük dokunduğu zaman hemen umutsuzluğa kapılır. Öldürücü bir ümitsizliğe zebun olur. Allah'a inan­madığı için başına bela olarak İnen musibet, hastalık veya fakirlik gibi du­rumların kesinlikle artık kendisinin yakasını bırakmayacağını zanneder. Kâi­natta bu musibeti kendisinden uzaklaştırmaya muktedir olan bir ilâhın olmadiği düşüncesine kapılır. Kendisine bir hayır ve şans isabet ettiğinde onu insanlardan meneder. Bunun, kendisindeki ilim kuvvet ve görgü sayesinde ken­disine verilmiş olduğunu zanneder. Bunun Allah'ın bir lütfü olarak kendisi­ne bahsedildiğini ve yaratıklardan hiç kimsenin kendisine ihtiyacı olmayaca­ğım düşünür. Bu nedenle sofrasını toplayıp hayrı İnsanlardan kestiğini ve kö­lesini dövüp tek başına taamları yediğini görürsünüz. Son derece kötü davra-nışlı ve katı kalpli bir kişi olduğunu müşahede edersiniz.

İşte bunlar, insanın kendisinde mevcut olan bazı tabiatlarıdır. Bu kötü tabiatları tedavi etmek için Allah'a iman etmek ve O na güzelce tevekkül ederek ahireti sevmek; dünyadan, dünyanın zinetlerinden uzak durmak gerekir. Bu ilaçlan; Hakka itaat, halka şefkat, kıyamet gününe iman, cezalandırılmaktan kork­mak şeklinde özetleyebiliriz. Cenab-i Allah, kendisi ıe kamilen iman edip tam olarak güvenen mü'minleri; sabırsızlanıp sızlanma ve hayrı men etme hasta­lığını bünyelerinde taşıyarak yaratılmış olan kimselerden istisna etmiştir. Bu müstesna kimseler namazlarına müdavemet eden, fakire hakkını veren, gay-be iman eden, ölüm sonrası diriliş gününü tasdik eden, sürekli olarak Rablerinden ve O'nun azabından korkan, gurura kapılmayan, kötü amel işlemiş ol­salar dahi yalancı kuruntulara aldanarak teselli bulmayan kimselerdirler. Bi-lİnki insan,.Allah'ın azabına karşı emin olmamalıdır. Allah'a bel bağlayıp kamilen iman eden bu kimseler, kendilerine bir şer ve kötülük geldiğinde sız­lanıp sabırsızlanmazlar. Çünkü, bunlar başlarına gelen bu musibetin Allah-tan geldiğine inanırlar. Mukadder olan şeyden asla kurtulamayacaklarını bi­lirler. Hayır ve iyiliği kimseden men etmezler. Çünkü onlar hayrın Allah'tan geldiğine inanmışlardır, Yaptıkları iyiliğin mükâfatını Allah'tan görecekleri­ne bel bağlamışlardır. Onlar ki, ırzlarını korurlar. Ancak Allah'ın kendileri­ne helal kılmış oldukları eşlerine ve mülkiyetlerinde bulunan cariyelerine ba­karlar. Bunlarla kurdukları ilişkilerden ötürü kınanmazlar, bilâkis sevap gö­rürler. Bundan başkasını ve ötesini talep edip evlilik hududunu veya cariye­lik sınırını aşan kimselere gelince, onlar mütecaviz kimselerdirler.

O mü'minler, emanete riayet ederler. Emaneti, eksiksizce, tam olarak sa­hiplerine iade ederler. Verdikleri sözü mutlaka yerine getirir,1 ahde muhalefet etmezler. Onlar, şehadeti tam olarak eda ederler. Hukukun zayi olmaması için şahitliğin gereğini tam olarak yerine getirirler.

Onlar ki vakitlerine, rükün ve şartlarıyla sünnetlerine ve adabına riayet ederek nazamlarına devam ederler.

İşte bu vasıflara sahip olan kimseler cennetlerde yaşayıp nimetlere maz-har olacaklardır. Onlar Allah'ın yakınında ağırlanacaklardır. [14]

 

Yalanlayıcılar   İşte   Bunlardır.   Akıbetleri   De Budur

 

36-37- Ey Muhammedi İnkar edenlere ne oluyor, sana doğru sağdan soldan topluluk halinde koşuyorlar?

38- Herbiri nimet cennetine konulacağını mı umuyor?

39- Hayır; doğrusu onları kendilerinin de bildikleri şeyden yaratmişiz-dır.

40-41- Doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim ki, onların yerine daha iyilerini getirmeğe Bizim gücümüz yeter ve kimse de önümüze geçemez.

42- Ey Muhammedi Onları bırak; kendilerine söz verilen güne kavuş­malarına kadar dalıp oynasmlar.

43-44- Kabirlerden çabuk çabuk çıkaracakları gün, gözleri dönmüş, yüzlerini zillet bürümüş olarak sanki dikili taşlara doğru koşarlar. İşte bu, onlara söz verilmiş olan gündür. [15]

 

Bazı Kelimeler:

 

Boyunlarını uzatarak koşarlar. Sana doğru1.Gruplar halinde Önümüze geçilmez ve mağlup edilmeyiz.Onlan bırak. Dalsınlar. Cedes kelimesinin çoğu­lu olup kabirler demektir.Ensab kelimesinin çoğulu olup ibadet için dikilen putlar.

Suretle, koşarak Yarışa girer ve koşarlar, Gözleri düşük halde. [16]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Bu ifadeler, sure-i ceiîlenin parlak bir nihayeti olmaktadır. Çünkü O in­karcıların azabı çabuk istemeleri reddedildikten ve kıyamet gününde karşıla­şacakları manzaralar tasvir edildikten sonra, burada da insanın tabiatına de­ğinilmiş, bu kötü tabiatın tedavisinin yollan açıklanmıştır. Mü'minlerin va­sıflan anlatılarak bu tedavinin yöntemleri belirlenmiştir. Bundan sonra da yalanlayıcılann hallerini ve nihayetlerini açıklayıp onları azap ile tehdit ede­rek sureyi nihayetlendirmek İçin Cenab-ı Allah, hakkı yalanlayanlara tekrar değinmiştir. [17]

 

Açıklama:

 

Müşrikler Peygamber (S.A.V.) Efendimizin Kur'an-ı Kerim okuduğunu işittiklerinde boyunlarını uzatıp gözlerini alçaltacak, korku ve ıstırap İçinde ona doğru koşarlardı. Onun yanma varıp toplandıklarında, nefisleri sakinle­şir, azıcık huzur bulurlardı. Etrafında, sağında solunda, grup grup dağınık vaziyette otururlardı. Sanki oha ilk geldiklerinde korkaklık haletine bürünür­lerdi. Nefisleri azıcık sakinleşip kalplerine huzur gelince Peygamberin etra­fında halkalar kurar ve hakiketten yüz çevirip alay ederek birbirlerine sor­maya başlarlardı: Ne diyor?! Cenneti ve Mü'minler İçin orada hazırlanan ebedî nimetleri tasvir edici ilahi ayetleri işittiklerinde, başlarını eğip alay ede­rek şöyle derlerdi: Eğer Muhammed'e tabi olan şu kimseler bu tasvir edilen cennetlere girecek olarlarsa onlardan önce bizim bu cennetlere girmemiz ge­rekir. Çünkü Arapların eşrafı ve efendileri bizleriz. Buıılarsa bizim hizmetçi­lerimiz ve kölelerimizdirler.!

Cenab-ı Allah onların durumlarını yadırgayıp tuhaf bularak şöyle bu­yurdu: "Onlardan her biri, nimet cennetine sokulacağım mı umuyor (yok­sa)?" Hayret ediyorum bu millete! Hayır binlerce defa hayır! Durum, onla­rın iddia ettiği gibi değildir. Şüphesiz ki bu cennetler, Allah'a ve Resulüne iman edip salih amel işleyen mü'minler için hazırlanmıştır. Onları ve bildik­leri kendilerinden başka kavimleri değersiz bir sudan, ve pis bir spermadan yarattık. Bu bakımdan hepsi aynıdırlar. Eşrafın başkalarına üstünlüğü yok­tur. Üstünlük ancak iman ile olur başka şeyle değil. Üstünlüğün alası ise cen­nete girmektir. Size ne olmuş ki bunu uzak bir ihtimal olarak görüyorsunuz?

Cenab-i Allah sizi topraktan, sonra spermadan, sonrada kan pıhtısından ya­ratmadı mı? Buna muktedir olan Allah ölümünüzden sonra sizleri yeniden diriltmeye ve hak sahibine de hakkım vermeye muktedirdir. Doğuların ve ba­tıların Rabbine yemin olsun ki —Güneş hergün bir noktadan doğmaz. Ayrı ayrı noktalardan doğar ve yine aynı şekilde hergün aynı noktadan batmaz. Ayrı ayrı noktalardan batar. Bizler bu yaratıkları, helak edip kendilerinden daha hayırlı yaratıklarla değiştirmeye muktediriz. Bunların yerlerine yepyeni bir mahlukat icad etmeye gücümüz yeter. Bu Allah'a zor değildir. Bu hususta O asla aciz değildir. Onlar, Allah'ı hiçbir hususta aciz bırakamazlar!

Ey Muhammedi Durum böyle olduğuna göre, bırakta onlar batıllarına dalsınlar. Kendilerine fayda sağlamayan şeylerle oyalasınlar. Nihayet günün birinde tehdit oluna geldikleri manzaralarla karşılaşacaklardır. Hatırla o gü­nü ki, onlar kabirlerinden süratle çıkarılacak dikili hedeflere doğru koşar gi­bi Rablerinİn huzuruna gözleri zelil ve düşük bir halde zillet içersinde koşa­caklardır. İşte bu, yalanladıkları kıyamet günüdür. Azabının tez elden gel­mesini istedikleri ve alay ettikleri kıyamet günüdür. Bu tehdit olundukları gün­dür. Keşke onlar bu güne iman etmiş olsalardı. [18]

 



[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/327.

[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/327-328.

[3] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/328.

[4] Enfal sûresi: 32.

[5] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/328-329.

[6] Hac sûresi: 47.

[7] Kariâ süresi: 4-5.

[8] Abese sûresi: 37.

[9] Maide sûresi: 36.

[10] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/329-331.

[11] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/332-333.

[12] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/333.

[13] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/333.

[14] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/333-334.

[15] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/335.

[16] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/335-336.

[17] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/336.

[18] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/336-337.