Mekke
3
20
Mushaftaki
sıralamada yetmiş üçüncü, iniş sırasına göre üçüncü sûredir. Kalem sûresinden
sonra, Müddessir sûresinden önce Mekke'de inmiştir; 20. âyetinin Medine'de
indiğine dair bir rivayet de vardır.[1]
Müddessir sûresinden sonra indiği, dolayısıyla 4. sırada yer aldığı görüşünde
olanlar da vardır. [2]
Sûre
adını, birinci âyette geçen "örtünüp bürünen" anlamındaki
"müzzem-rnil" kelimesinden almıştır.[3]
Resûlüllah'a
şahsı ve peygamberliği ile ilgili bazı görevlerin verildiğini ifade eden
âyetlerle başlayan sürede daha sonra kıyamet günündeki olaylar, âhirette-ki
hesap ve ceza konulan anlatılmakta; son olarak da müminlerin ibadet yüklerinin
hafıfletildiği bildirilmektedir. [4]
Rahman
ve rahim olan Allah'ın adıyla... 1. Ey örtüsüne bürünen! 2-4, Geceleyin -birazı
dışında- namaza kalk! Gecenin yarısından sonra; bu süreyi biraz azalt ya da ona
ekleme yap; Kur'an'ı tane tane, hakkını vererek oku. 5. Doğrusu biz sana
(sorumluluğu) ağır bir söz vahy edeceğiz. 6. Şüphesiz gece vakti etki ve uyum
yönünden, sözün zihne yerleşmesi bakımından daha elverişlidir. 7. Gündüz vakti
ise senin için yoğun bir koşuşturma durumu vardır. 8. Rabbinin adını an, bütün
varlığınla ona yönet. 9. Doğunun da batının da rabbi O'dur. O'ndan başka tanrı
yoktur. Öyleyse yalnız Q'na güvenip sığm. 10. Onların söylediklerine katlan ve
uygun bir şekilde onlardan uzak-laş. 11. Nimet içinde yüzen o yalanlayıcıları
bana bırak ve onlara biraz süre tanı. 12-13. Kuşkusuz katımızda (onlar için)
prangalar, yakıcı bir ateş, boğazdan geçmez bir yiyecek ve elem verici bir
azap vardır. 14.0 gün yeryüzü ve dağlar sarsılır; dağlar savrulan kum yığınları
halini alır. 15. Doğrusu Firavunca bir elçi gönderdiğimiz gibi size de
hakkınızda tanık olacak bir peygam- ber
gönderdik. 16. Firavun o peygambere karşı gelmiş, biz de onu ağır bir şekilde
cezalandırmıştık. 17. Siz de inkârda dircnirseniz çocukları ihtiyarlatan o
günden kendinizi nasıl koruyacaksınız? 18. O gün gökler paramparça olacak,
Allah'ın vaadi mutlaka yerine gelecektir. 19. Şüphesiz bunlar bir öğüttür;
artık dileyen rabbine ulaştıracak bir yol tutar. 20. Senin, gecenin üçte ikisine
yakın kısmım, yarısını, üçte birini ibadetle geçirdiğini ve beraberinde bulunanlardan
bir grubun da (böyle yaptığını) rabbin
elbette bilir. Gece ve gündüzü belirleyen ancak Allah'tır. O sizin, vakti
tespit edemeyeceğinizi bilmektedir. Bu yüzden de sizi bağışlamıştır. Artık
Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyunuz. Allah bilmektedir ki içinizde hastalar
bulunacak, bir kısmınız Allah'ın lütfundan nzık aramak üzere yeryüzünde yol
tepecekler, diğerleri de Allah yolunda çarpışacaklardır. O halde Kur'an'dan
kolayınıza geleni okuyunuz. Namazı kılınız, zekâtı veriniz, Allah'a güzel bir
borç veriniz. Kendiniz için önceden ne iyilik hazırlarsanız Allah katında onu
bulursunuz; hem de daha iyi ve mükâfatça daha büyük olmak üzere. Allah'tan
bağış dileyiniz, şüphesiz Allah çok bağışlayıcı çok esirgeyicidir. [5]
1-4. Hadis kaynaklarında anlatıldığına göre Hz. Peygamber
Hİra mağarasında İlk vahyi aldığında bu olaydan fevkalade etkilenmiş, doğruca
evine gidip eşi Hz. Hatice'ye "Beni örtün, beni örtün!" demiş; onlar
da üzerine bir örtü örtmüşler, korkusu geçip rahatlaymcaya kadar bu şekilde
kalmıştır. [6] İşte 1. âyetteki "müzzemmil"
kelimesi onun bu halini ifade etmektedir. Hz. Peygamber örtüsüne bürünmüş bir
halde dururken yine Cebrail (a.s.) gelmiş ve "Ey örtüsüne bürünen!"
hitabıyla başlayan yeni vahiyler getirmiştir.
[7] Bununla
birlikte "örtüsüne bürünen" ifadesine mecaz olarak
"peygamberlik kisvesine bürünen, Kur'an'a bürünen, uyumak için örtüsünü
üzerine çeken, uykuya dalmış olan, kendi kendine dalıp düşünen" anlamlan
da verilmiştir. [8] 2. âyette Hz, Peygamber'e gecenin büyük bir
kısmını ibadetle geçirmesi emredilmiş; 3. ve 4. âyetlerde ibadet süresinin
miktarı gecenin yansı veya daha azı yahut biraz fazlası olarak tayin
edilmiştir. 20. âyette ise bu sürenin, üçte ikisine yakın, yarısı, üçte biri
olarak uygulandığı bildirilmiştir. Çoğunlukla tefsirlerde gece kalkıp namaz
kılmanın Hz. Peygamber'e farz kılındığı, beş vakit namaz farz kılındıktan
sonra da bu ödevin aynen devam ettiği bildirilmektedir. Teheccüd adı verilen bu gece namazı yükümlülüğü Hz. Peygamber'e
mahsus olup ümmetinin de geceleyin kalkıp bu namazı nafile olarak kılmaları
sünnet kabul edilmiştir. [9]
"Tane
tane, hakkını vererek oku" diye çevirdiğimiz fiilin maştan olan tertîl, sözlükte "bir şeyi güzel
bir şekilde sıralamak, dizmek, açığa çıkarmak ve açıklamak" anlamlarına
gelmektedir. Burada Kur'an'ın açık ve düzgün bir şekilde, tane tane ve yavaş
yavaş, mânası üzerinde düşünerek okunması kastedilmektedir. Bu şekilde okumak
Kur'an'ı anlamaya ve mânalarını düşünmeye daha elverişli olduğu için Yüce Allah
böyle okunmasını emretmiştir. Hz. Peygamber'in Kur'an'ı, harflerinin hakkını
vererek ağır ağır okuduğu rivayet edilir. [10]
5-7. "Ağır söz"den maksat Kur'ân-ı Kerîm'dİr; yüceliği, önemi ve
değerinden, içeriğinin zenginliğinden, getirdiği sorumlulukların ağırlığından
dolayı ona ağır söz denilmiştir. [11]Hz.
Peygamber'in geceleri kalkıp namaz kılmasının emredilmesinin de onun
psikolojik olarak bu ağır göreve hazırlanmasına yönelik olduğu
anlaşılmaktadır. "Gece vakti" diye tercüme ettiğimiz
"nâşie" kelimesine müfessirler "gece vakitleri ve bu vakitlerde
meydana gelen olay, gece kalkan kimse" gibi anlamlar vermişlerdir. [12] Âyette
gece vaktinin sessizliği, tenhalık, karanlık, serinlik gibi özelliklerinden dolayı
bu vakitlerin huzur ve sükûn içerisinde ibadetle meşgul ofmak ve Kur'an okumak
için gündüzden daha elverişli olduğu veya geceleyin kılınan namazın insanı
manen yüceltmeye, Kur'an'ı anlayacak ve üzerinde düşünecek şekilde okumaya daha
müsait hale getireceği bildirilmektedir.
7.
âyetteki "sebh" kelimesi, "yüzme" anlamının yanında, mecaz
olarak, "ihtiyaçlar ve türlü meşguliyet alanları için koşuşturma, gidip
gelme, dolaşıp durma" şeklinde de açıklanmış olup[13] mealde
bu mâna dikkate alınmıştır. Burada Hz. Peygamber'e ve onun şahsında ümmetine,
gündüzleri daha çok maişet temini, Kur'an'ı tebliğ, dini öğretme ve daha başka
işlerle meşgul olacakları, bu tür maksatlarla koşuşturacakları; bu sebeple
namaz, Kur'an okuma gibi ibadetler için gecenin daha elverişli bir zaman olduğu
hatırlatılmıştır. [14]
8-10. Önceki âyetler, ilâhî mesajı alarak onu kendi manevî
dünyasına yansıtması ve insanlara tebliğ etmesi İçin Hz. Peygamber'i
psikolojik yönden hazırlamaya yönelikti. Bu âyetler ise manevî hazırlıkla
birlikte tebliğin nasıl yapılması ve nelere dikkat edilmesi gerektiğini
öğretmektedir. Bunlar, daima Allah'ı anarak O'ndan yardım istemek, samimi kalp
ile O'na yönelmek, O'nun gücüne dayanmak ve koruyuculuğuna güvenmek;
inkarcıların kendisi hakkında söyledikleri "sihirbaz, kâhin, şair,
mecnun" gibi yakışıksız sözlere, iftiralara aldırmamak, bunlara sabırla
göğüs germek ve böyle durumlarda bu tür sözleri söyleyenlerle gereksiz ve
verimsiz bir tartışma ve çatışma ortamına girmektense onlardan uzaklaşmaktır. [15]
Mekke döneminin ilk zamanlarda inkarcıların, Resûlullah'a ve yeni müslüman olan
az sayıdaki insana karşı tutumları daha çok sözlü sataşma şeklindeydi. Âyette
Peygamber efendimizin gittikçe şiddetlenecek olan bu olumsuz davranışlar
karşısında takınacağı tavır belirlenmektedir. Buna göre ResÛM Ekrem'in gerek
üstün ahlâkı gerekse tebliğ görevi onun kötülüğe kötülükle karşılık vermesini
engelleyecek; dolayısıyla o, -korktuğu, âciz olduğu için değil- ödevi gerektirdiği
için düşmanlarının haksız sözlerine, sataşmalarına katlanmayı bilecektir. Onun,
bu tür saldırganlardan "uygun bir şekilde uzaklaşması" da fiziksel
anlamda uzaklaşmaktan çok, onlarla tartışma ve çatışmaya girişmekten, karşılık
vermekten kaçınmak şeklinde yorumlanmıştır. Nitekim hicrete kadar Hz.
Peygamber'in tutumu da burada belirtildiği şekilde olmuştur. [16]
11-14. "Nimet içinde yüzen o yalanlayıcılan bana bırak" cümlesi,
elde ettikleri nimetlerin şükrünü yerine getirmeyen ve Allah'ın gönderdiği
Peygamber'i yalancılıkla itham eden varlıklı ve despotik tavırlı Mekke
müşrikleriyle ilgilidir. Allah Teâlâ Hz. Peygamber'e onlarla uğraşmasına gerek
olmadığını, onların cezalarını kendisinin vereceğini bildirmiştir.
Müfessirlerin çoğunluğu, bu cezalandırma sürecinin hicretten sonra Bedir
savaşıyla başladığını belirtirler. 12. âyet onların cezalarının dünyada sona
ermediğine, ahirette de cehennem ateşiyle cezalandırılacaklarına işaret
etmektedir. "Prangalar" diye çevirdiğimiz "enkâl" kelimesi
"kelepçeler, bukağılar, demir halkalar" anlamına da gelmektedir.
Buna göre âyet suçluların elleri kelepçeli, ayakları bukağılı, boyunlarına
halka geçirilmiş olarak cehenneme sürüleceklerine işaret eder. Müfessirler
"boğazdan geçmeyen yiyeceklerden maksadın zakkum ağacı ve kuru diken
olduğunu söylemişlerdir. [17]13. âyetin son bölümünde
suçlular için aynca mahiyeti belirtilmeyen elem verici bir azaptan söz
edilmektedir. 14. âyette de bu cezaların, dağların ve yeryüzünde bulunanların
şiddetli bir şekilde sarsılması ve dağların kum yığını haline gelmesi ve
kıyametin kopmasıyla başlayacağı haber verilmiştir. [18]
Bütün bunlar dünyada verilen ağır cezalara benzetme yoluyla uhrevî cezanın
ağırlık ve dehşetini tas-vir etmeye yönelik anlatımlardır. [19]
15-16. Geçmişte kudret ve saltanatına güvenerek hak yoldan saptığı, zorbalık
yaptığı ve Allah'ın gönderdiği peygambere karşı geldiği için cezalandırılmış
olan Firavun örnek verilerek ve insanların bundan ders almaları istenmektedir.
Âyetler aynı zamanda müşrikler için de bîr uyandır. Hz. Mûsâ ile Hz. Peygamber'in
durumları ve dini tebliğ ettikleri kimselerden aldıkları tepkiler birbirine benzediği
için Yüce Allah bu örneği vermiştir. [20]
17-19. Yüce Allah önceki âyetlerde inkarcılıkta devam edenlerin dünyada nasıl
cezalandırılacağını Firavun olayım da örnek vererek anlattıktan sonra bu
âyetlerde bir misalle kıyamet gününün şiddetini ve inkarcıların o günkü
hallerini tasvir etmektedir. 17. âyetin, kıyamet gününün dehşetinden dolayı
çocukların yaşlanacaklarını bildirdiği veya kıyamet olayı karşısında
insanların güçlerini kaybedeceklerini gösteren temsilî bir ifade olduğu
şeklinde yorumlar vardır. Artık bunlardan ders çıkarıp Allah'a giden yolu
seçmek insanların hür iradelerine bırakılmıştır; dileyen Allah yolunu seçerek
kurtuluşa erer, dileyen de şeytanın yolunu tercih ederek cezasını bulur. Hiç
kimse bu yollardan birini seçmeye zorlanmaz. Bu ve benzeri âyetler Kur'an'm din
ve vicdan özgürlüğüne ne derecede önem verdiğini göstermesi bakımından ayrıca
dikkat çekicidir. [21]
20. İlk âyetlerde gece namazına kalkılması ve bunun belli bir vakit içinde
eda edilmesi emredilmişti. Uygulamada hem gece namaza kalkma hem de istenen vakti
tespit etme hususunda zorluk ortaya çıkınca yükümlülük hafifletilmiş veya maksadın
kesin olarak vakte riayet etmek ve mutlaka kılmak olmadığı, emrin teşvik ve
tavsiye mahiyetinde olduğu açıklanmıştır. Gece namazının başlangıçta hem Hz.
Peygamber'e hem de ümmete farz kılındığını, daha sonra halkın zorlandığı ortaya
çıkınca onlar için nafile, Hz. Peygamber için farz haline getirildiği görüşünde
olanlar da vardır. [22]
Müfessirler
"Artık Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyunuz" mealindeki bölümü iki
türlü yorumlamışlardır:
a) Geceleri kolayınıza gelen miktarda teheccüt namazı kılınız;
b) Gece namazında Kur'an'dan kolayınıza gelen miktarda okuyunuz. [23]
Birinci yoruma göre müminler geceleyin belli bir vakte bağlı kalmadan ve farz
olmaksızın kalkıp kolaylarına geldiği miktarda nafile namaz kılarlar; ikinci
yoruma göre ise gece kalkıp kıldıkları namazda Kur'an'dan kolaylarına gelen
miktarda ve kolay gelen âyetleri okurlar. Bununla birlikte bu cümleyi, namazla
alâkası olmaksızın, "Sadece V Kur'an'dan kolayınıza gelen miktarı
okuyunuz" şeklinde yorumlamak da mümkündür. [24]
Âyetin
bundan sonraki bölümünden anlaşıldığına göre hastalıktan, geçim temini için
veya başka maksatlarla yapılan yolculuklardan; vatan savunması, özgürlük,
bağımsızlık vb. yüce amaçlarla cihadda bulunmak gibi mazeretlerden dolayı Allah
Teâlâ kullarına kolaylık lütfetmiş, yani müminlerin gece kalkıp kolaylarına
geldiği miktarda namaz kılmaları farz değil mendup olmuştur.
Âyetin
son bölümünde İse Yüce Allah müminlere, namazlarını usul ve âdabına uygun
olarak kılmalarını, zekâtlarını vermelerini, Allah nzası için hayır yap- malarını,
iyilikte bulunmalarım, fakirlere karşı şefkat ve merhametle davranıp onlara
yardım etmelerini buyurmakta, dünyada bu tür iyi işler yapanların âhirette Allah
katından bu yaptıklarının karşılığını kat kat alacaklarını haber vermektedir.
Müfessirler genellikle burada geçen "Namazınızı kılınız, zekâtı
veriniz" cümlesindeki namazı beş vakit namaz, zekâtı da farz olan zekât
olarak yonımlamışlarsa da sûrenin tamamının Mekke döneminde inen ilk sûrelerden
olduğunu dikkate alırsak bu yoruma katılmak mümkün değildir. Çünkü beş vakit
namaz ve belirli kurallara bağlanmış haliyle zekât vecibesi yıllar sonra farz
kılınmıştır. Buna göre âyette, İslâm'ın beş temel şartından ikisini teşkil
eden namaz ve zekât ibadetlerine ilişkin yükümlülük bilincini oluşturmanın ve
bunların ilk uygulamalarım başlatmanın amaçlandığı söylenebilir. Kullar dünya
hayatında ne kadar dikkat ederlerse etsinler hatadan kurtulamayacakları için
sûrenin son cümlesinde Allah'tan bağış istemeleri emredilmiştir. [25]
[1] Kurtubî, XIX, 30
[2] bk. tbn Âşûr, XXIX, 254; Esed, İÜ, 1199
Prof. Dr. Hayrettin
Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr.
Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/408.
[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an
Yolu:V/408.
[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an
Yolu:V/408.
[5] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/408-409.
[6] bk. Buttan, "Bed'ü'l-vahy", 3, 7; Müslim,
"îman", 252, 255
[7] bk. Şevkânî, V, 364; İbn Âşûr, XXIX, 256
[8] Şevkânî, V, 364; Esed İÜ, 1200
[9] İbn Âşûr, XXIX, 258; ayrıca krş. İsrâ 17/79
[10] İbn Kesîr, VIII, 276
Prof. Dr. Hayrettin
Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr.
Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/409-410.
[11] Râzî, XXX, 174; Şevkânî, V, 365
[12] Şevkânî, V, 365
[13] bk. Şevkânî, V, 366
[14] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/410.
[15] krş. En'âm 6/68
[16] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an
Yolu:V/410-411.
[17] Şevkânî, V, 367; krş. Gâşiye 88/6
[18] dağların parçalanması hakkında bilgi için bk. Kehf
18/47
[19] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an
Yolu:V/411.
[20] Hz. Peygamber'in insanlar hakkında şahit olarak
gönderilmesi konusunda bk. Bakara 2/143; Nisa 4/41
Prof. Dr. Hayrettin
Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr.
Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/411.
[21] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an
Yolu:V/412.
[22] Şevkânî, V, 371-372
[23] bk. Şevkânî, V, 371-372; İbn Âşûr, XXIX, 283-284
[24] bk. Ebû Bekir İbnu'l-Arabî, IV, 1881
[25] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/412-413.