MÜZZEMMİL SURESİ

 

73

 

İndiği Yer :

 

Mekke

 

İniş Sırası :

 

3

 

Âyet sayısı:

 

20

 

Nüzulü

 

Mushaftaki sıralamada yetmiş üçüncü, iniş sırasına göre üçüncü sûredir. Ka­lem sûresinden sonra, Müddessir sûresinden önce Mekke'de inmiştir; 20. âyetinin Medine'de indiğine dair bir rivayet de vardır.[1] Müddessir sûre­sinden sonra indiği, dolayısıyla 4. sırada yer aldığı görüşünde olanlar da vardır. [2]

 

Âdı

 

Sûre adını, birinci âyette geçen "örtünüp bürünen" anlamındaki "müzzem-rnil" kelimesinden almıştır.[3]

 

Konusu

 

Resûlüllah'a şahsı ve peygamberliği ile ilgili bazı görevlerin verildiğini ifa­de eden âyetlerle başlayan sürede daha sonra kıyamet günündeki olaylar, âhirette-ki hesap ve ceza konulan anlatılmakta; son olarak da müminlerin ibadet yükleri­nin hafıfletildiği bildirilmektedir. [4]

 

Meali

 

Rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla... 1. Ey örtüsüne bürünen! 2-4, Geceleyin -birazı dışında- namaza kalk! Gecenin yarısından sonra; bu süreyi biraz azalt ya da ona ekleme yap; Kur'an'ı tane tane, hakkını vererek oku. 5. Doğrusu biz sana (sorumluluğu) ağır bir söz vahy edeceğiz. 6. Şüphe­siz gece vakti etki ve uyum yönünden, sözün zihne yerleşmesi bakımından da­ha elverişlidir. 7. Gündüz vakti ise senin için yoğun bir koşuşturma durumu vardır. 8. Rabbinin adını an, bütün varlığınla ona yönet. 9. Doğunun da batı­nın da rabbi O'dur. O'ndan başka tanrı yoktur. Öyleyse yalnız Q'na güvenip sığm. 10. Onların söylediklerine katlan ve uygun bir şekilde onlardan uzak-laş. 11. Nimet içinde yüzen o yalanlayıcıları bana bırak ve onlara biraz süre tanı. 12-13. Kuşkusuz katımızda (onlar için) prangalar, yakıcı bir ateş, boğaz­dan geçmez bir yiyecek ve elem verici bir azap vardır. 14.0 gün yeryüzü ve dağlar sarsılır; dağlar savrulan kum yığınları halini alır. 15. Doğrusu Fira­vunca bir elçi gönderdiğimiz gibi size de hakkınızda tanık olacak bir peygam- ber gönderdik. 16. Firavun o peygambere karşı gelmiş, biz de onu ağır bir şe­kilde cezalandırmıştık. 17. Siz de inkârda dircnirseniz çocukları ihtiyarlatan o günden kendinizi nasıl koruyacaksınız? 18. O gün gökler paramparça ola­cak, Allah'ın vaadi mutlaka yerine gelecektir. 19. Şüphesiz bunlar bir öğüt­tür; artık dileyen rabbine ulaştıracak bir yol tutar. 20. Senin, gecenin üçte iki­sine yakın kısmım, yarısını, üçte birini ibadetle geçirdiğini ve beraberinde bu­lunanlardan bir grubun da (böyle yaptığını) rabbin elbette bilir. Gece ve gün­düzü belirleyen ancak Allah'tır. O sizin, vakti tespit edemeyeceğinizi bilmek­tedir. Bu yüzden de sizi bağışlamıştır. Artık Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyunuz. Allah bilmektedir ki içinizde hastalar bulunacak, bir kısmınız Al­lah'ın lütfundan nzık aramak üzere yeryüzünde yol tepecekler, diğerleri de Allah yolunda çarpışacaklardır. O halde Kur'an'dan kolayınıza geleni oku­yunuz. Namazı kılınız, zekâtı veriniz, Allah'a güzel bir borç veriniz. Kendiniz için önceden ne iyilik hazırlarsanız Allah katında onu bulursunuz; hem de daha iyi ve mükâfatça daha büyük olmak üzere. Allah'tan bağış dileyiniz, şüphesiz Allah çok bağışlayıcı çok esirgeyicidir. [5]

 

Tefsiri

 

1-4. Hadis kaynaklarında anlatıldığına göre Hz. Peygamber Hİra mağarasın­da İlk vahyi aldığında bu olaydan fevkalade etkilenmiş, doğruca evine gidip eşi Hz. Hatice'ye "Beni örtün, beni örtün!" demiş; onlar da üzerine bir örtü örtmüş­ler, korkusu geçip rahatlaymcaya kadar bu şekilde kalmıştır. [6]  İşte 1. âyetteki "müzzemmil" kelimesi onun bu halini ifade etmektedir. Hz. Peygamber örtüsüne bürünmüş bir halde du­rurken yine Cebrail (a.s.) gelmiş ve "Ey örtüsüne bürünen!" hitabıyla başlayan ye­ni vahiyler getirmiştir. [7] Bununla bir­likte "örtüsüne bürünen" ifadesine mecaz olarak "peygamberlik kisvesine bürü­nen, Kur'an'a bürünen, uyumak için örtüsünü üzerine çeken, uykuya dalmış olan, kendi kendine dalıp düşünen" anlamlan da verilmiştir. [8]  2. âyette Hz, Peygamber'e gecenin büyük bir kısmını ibadetle geçirmesi emredilmiş; 3. ve 4. âyetlerde ibadet süresinin miktarı gecenin yansı veya daha azı yahut biraz fazlası olarak tayin edilmiştir. 20. âyette ise bu sürenin, üçte ikisine ya­kın, yarısı, üçte biri olarak uygulandığı bildirilmiştir. Çoğunlukla tefsirlerde gece kalkıp namaz kılmanın Hz. Peygamber'e farz kılındığı, beş vakit namaz farz kılın­dıktan sonra da bu ödevin aynen devam ettiği bildirilmektedir. Teheccüd adı ve­rilen bu gece namazı yükümlülüğü Hz. Peygamber'e mahsus olup ümmetinin de geceleyin kalkıp bu namazı nafile olarak kılmaları sünnet kabul edilmiştir. [9]

"Tane tane, hakkını vererek oku" diye çevirdiğimiz fiilin maştan olan tertîl, sözlükte "bir şeyi güzel bir şekilde sıralamak, dizmek, açığa çıkarmak ve açıkla­mak" anlamlarına gelmektedir. Burada Kur'an'ın açık ve düzgün bir şekilde, tane tane ve yavaş yavaş, mânası üzerinde düşünerek okunması kastedilmektedir. Bu şekilde okumak Kur'an'ı anlamaya ve mânalarını düşünmeye daha elverişli oldu­ğu için Yüce Allah böyle okunmasını emretmiştir. Hz. Peygamber'in Kur'an'ı, harflerinin hakkını vererek ağır ağır okuduğu rivayet edilir. [10]

 

5-7. "Ağır söz"den maksat Kur'ân-ı Kerîm'dİr; yüceliği, önemi ve değerin­den, içeriğinin zenginliğinden, getirdiği sorumlulukların ağırlığından dolayı ona ağır söz denilmiştir. [11]Hz. Peygamber'in gece­leri kalkıp namaz kılmasının emredilmesinin de onun psikolojik olarak bu ağır gö­reve hazırlanmasına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. "Gece vakti" diye tercüme ettiğimiz "nâşie" kelimesine müfessirler "gece vakitleri ve bu vakitlerde meydana gelen olay, gece kalkan kimse" gibi anlamlar vermişlerdir. [12] Âyette gece vaktinin sessizliği, tenhalık, karanlık, serinlik gibi özelliklerinden do­layı bu vakitlerin huzur ve sükûn içerisinde ibadetle meşgul ofmak ve Kur'an oku­mak için gündüzden daha elverişli olduğu veya geceleyin kılınan namazın insanı manen yüceltmeye, Kur'an'ı anlayacak ve üzerinde düşünecek şekilde okumaya daha müsait hale getireceği bildirilmektedir.

7. âyetteki "sebh" kelimesi, "yüzme" anlamının yanında, mecaz olarak, "ih­tiyaçlar ve türlü meşguliyet alanları için koşuşturma, gidip gelme, dolaşıp durma" şeklinde de açıklanmış olup[13] mealde bu mâna dikkate alın­mıştır. Burada Hz. Peygamber'e ve onun şahsında ümmetine, gündüzleri daha çok maişet temini, Kur'an'ı tebliğ, dini öğretme ve daha başka işlerle meşgul olacak­ları, bu tür maksatlarla koşuşturacakları; bu sebeple namaz, Kur'an okuma gibi ibadetler için gecenin daha elverişli bir zaman olduğu hatırlatılmıştır. [14]

 

8-10. Önceki âyetler, ilâhî mesajı alarak onu kendi manevî dünyasına yansıt­ması ve insanlara tebliğ etmesi İçin Hz. Peygamber'i psikolojik yönden hazırlama­ya yönelikti. Bu âyetler ise manevî hazırlıkla birlikte tebliğin nasıl yapılması ve nelere dikkat edilmesi gerektiğini öğretmektedir. Bunlar, daima Allah'ı anarak O'ndan yardım istemek, samimi kalp ile O'na yönelmek, O'nun gücüne dayanmak ve koruyuculuğuna güvenmek; inkarcıların kendisi hakkında söyledikleri "sihir­baz, kâhin, şair, mecnun" gibi yakışıksız sözlere, iftiralara aldırmamak, bunlara sa­bırla göğüs germek ve böyle durumlarda bu tür sözleri söyleyenlerle gereksiz ve verimsiz bir tartışma ve çatışma ortamına girmektense onlardan uzaklaşmaktır. [15] Mekke döneminin ilk zamanlarda inkarcıların, Resûlullah'a ve yeni müslüman olan az sayıdaki insana karşı tutumları daha çok sözlü sataşma şeklindeydi. Âyette Peygamber efendimizin gittikçe şiddetlenecek olan bu olum­suz davranışlar karşısında takınacağı tavır belirlenmektedir. Buna göre ResÛM Ek­rem'in gerek üstün ahlâkı gerekse tebliğ görevi onun kötülüğe kötülükle karşılık vermesini engelleyecek; dolayısıyla o, -korktuğu, âciz olduğu için değil- ödevi ge­rektirdiği için düşmanlarının haksız sözlerine, sataşmalarına katlanmayı bilecektir. Onun, bu tür saldırganlardan "uygun bir şekilde uzaklaşması" da fiziksel anlamda uzaklaşmaktan çok, onlarla tartışma ve çatışmaya girişmekten, karşılık vermekten kaçınmak şeklinde yorumlanmıştır. Nitekim hicrete kadar Hz. Peygamber'in tutu­mu da burada belirtildiği şekilde olmuştur. [16]

 

11-14. "Nimet içinde yüzen o yalanlayıcılan bana bırak" cümlesi, elde ettik­leri nimetlerin şükrünü yerine getirmeyen ve Allah'ın gönderdiği Peygamber'i ya­lancılıkla itham eden varlıklı ve despotik tavırlı Mekke müşrikleriyle ilgilidir. Al­lah Teâlâ Hz. Peygamber'e onlarla uğraşmasına gerek olmadığını, onların cezala­rını kendisinin vereceğini bildirmiştir. Müfessirlerin çoğunluğu, bu cezalandırma sürecinin hicretten sonra Bedir savaşıyla başladığını belirtirler. 12. âyet onların ce­zalarının dünyada sona ermediğine, ahirette de cehennem ateşiyle cezalandırıla­caklarına işaret etmektedir. "Prangalar" diye çevirdiğimiz "enkâl" kelimesi "ke­lepçeler, bukağılar, demir halkalar" anlamına da gelmektedir. Buna göre âyet suç­luların elleri kelepçeli, ayakları bukağılı, boyunlarına halka geçirilmiş olarak ce­henneme sürüleceklerine işaret eder. Müfessirler "boğazdan geçmeyen yiyecek­lerden maksadın zakkum ağacı ve kuru diken olduğunu söylemişlerdir. [17]13. âyetin son bölümünde suçlular için aynca mahiyeti belirtilmeyen elem verici bir azaptan söz edilmektedir. 14. âyette de bu cezaların, dağların ve yeryüzünde bulunanların şiddetli bir şekilde sarsılması ve dağların kum yığını haline gelmesi ve kıyametin kopmasıyla başlayacağı haber verilmiştir. [18] Bütün bunlar dünya­da verilen ağır cezalara benzetme yoluyla uhrevî cezanın ağırlık ve dehşetini tas-vir etmeye yönelik anlatımlardır. [19]

 

15-16. Geçmişte kudret ve saltanatına güvenerek hak yoldan saptığı, zorba­lık yaptığı ve Allah'ın gönderdiği peygambere karşı geldiği için cezalandırılmış olan Firavun örnek verilerek ve insanların bundan ders almaları istenmektedir. Âyetler aynı zamanda müşrikler için de bîr uyandır. Hz. Mûsâ ile Hz. Peygam­ber'in durumları ve dini tebliğ ettikleri kimselerden aldıkları tepkiler birbirine benzediği için Yüce Allah bu örneği vermiştir. [20]

 

17-19. Yüce Allah önceki âyetlerde inkarcılıkta devam edenlerin dünyada nasıl cezalandırılacağını Firavun olayım da örnek vererek anlattıktan sonra bu âyetlerde bir misalle kıyamet gününün şiddetini ve inkarcıların o günkü hallerini tasvir etmektedir. 17. âyetin, kıyamet gününün dehşetinden dolayı çocukların yaş­lanacaklarını bildirdiği veya kıyamet olayı karşısında insanların güçlerini kaybe­deceklerini gösteren temsilî bir ifade olduğu şeklinde yorumlar vardır. Artık bun­lardan ders çıkarıp Allah'a giden yolu seçmek insanların hür iradelerine bırakıl­mıştır; dileyen Allah yolunu seçerek kurtuluşa erer, dileyen de şeytanın yolunu ter­cih ederek cezasını bulur. Hiç kimse bu yollardan birini seçmeye zorlanmaz. Bu ve benzeri âyetler Kur'an'm din ve vicdan özgürlüğüne ne derecede önem verdi­ğini göstermesi bakımından ayrıca dikkat çekicidir. [21]

 

20. İlk âyetlerde gece namazına kalkılması ve bunun belli bir vakit içinde eda edilmesi emredilmişti. Uygulamada hem gece namaza kalkma hem de istenen vak­ti tespit etme hususunda zorluk ortaya çıkınca yükümlülük hafifletilmiş veya mak­sadın kesin olarak vakte riayet etmek ve mutlaka kılmak olmadığı, emrin teşvik ve tavsiye mahiyetinde olduğu açıklanmıştır. Gece namazının başlangıçta hem Hz. Peygamber'e hem de ümmete farz kılındığını, daha sonra halkın zorlandığı ortaya çıkınca onlar için nafile, Hz. Peygamber için farz haline getirildiği görüşünde olanlar da vardır. [22]

Müfessirler "Artık Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyunuz" mealindeki bö­lümü iki türlü yorumlamışlardır:

a) Geceleri kolayınıza gelen miktarda teheccüt namazı kılınız;

b) Gece namazında Kur'an'dan kolayınıza gelen miktarda okuyu­nuz. [23] Birinci yoruma göre müminler geceleyin belli bir vakte bağlı kalmadan ve farz olmaksızın kalkıp ko­laylarına geldiği miktarda nafile namaz kılarlar; ikinci yoruma göre ise gece kal­kıp kıldıkları namazda Kur'an'dan kolaylarına gelen miktarda ve kolay gelen âyet­leri okurlar. Bununla birlikte bu cümleyi, namazla alâkası olmaksızın, "Sadece V Kur'an'dan kolayınıza gelen miktarı okuyunuz" şeklinde yorumlamak da müm­kündür. [24]

Âyetin bundan sonraki bölümünden anlaşıldığına göre hastalıktan, geçim te­mini için veya başka maksatlarla yapılan yolculuklardan; vatan savunması, özgür­lük, bağımsızlık vb. yüce amaçlarla cihadda bulunmak gibi mazeretlerden dolayı Allah Teâlâ kullarına kolaylık lütfetmiş, yani müminlerin gece kalkıp kolaylarına geldiği miktarda namaz kılmaları farz değil mendup olmuştur.

Âyetin son bölümünde İse Yüce Allah müminlere, namazlarını usul ve âda­bına uygun olarak kılmalarını, zekâtlarını vermelerini, Allah nzası için hayır yap- malarını, iyilikte bulunmalarım, fakirlere karşı şefkat ve merhametle davranıp on­lara yardım etmelerini buyurmakta, dünyada bu tür iyi işler yapanların âhirette Al­lah katından bu yaptıklarının karşılığını kat kat alacaklarını haber vermektedir. Müfessirler genellikle burada geçen "Namazınızı kılınız, zekâtı veriniz" cümlesin­deki namazı beş vakit namaz, zekâtı da farz olan zekât olarak yonımlamışlarsa da sûrenin tamamının Mekke döneminde inen ilk sûrelerden olduğunu dikkate alırsak bu yoruma katılmak mümkün değildir. Çünkü beş vakit namaz ve belirli kurallara bağlanmış haliyle zekât vecibesi yıllar sonra farz kılınmıştır. Buna göre âyette, İs­lâm'ın beş temel şartından ikisini teşkil eden namaz ve zekât ibadetlerine ilişkin yükümlülük bilincini oluşturmanın ve bunların ilk uygulamalarım başlatmanın amaçlandığı söylenebilir. Kullar dünya hayatında ne kadar dikkat ederlerse etsin­ler hatadan kurtulamayacakları için sûrenin son cümlesinde Allah'tan bağış iste­meleri emredilmiştir. [25]

 



[1] Kurtubî, XIX, 30

[2] bk. tbn Âşûr, XXIX, 254; Esed, İÜ, 1199

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/408.

[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/408.

[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/408.

[5] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/408-409.

[6] bk. Buttan, "Bed'ü'l-vahy", 3, 7; Müslim, "îman", 252, 255

[7] bk. Şevkânî, V, 364; İbn Âşûr, XXIX, 256

[8] Şevkânî, V, 364; Esed İÜ, 1200

[9] İbn Âşûr, XXIX, 258; ayrıca krş. İsrâ 17/79

[10] İbn Kesîr, VIII, 276

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/409-410.

[11] Râzî, XXX, 174; Şevkânî, V, 365

[12] Şevkânî, V, 365

[13] bk. Şevkânî, V, 366

[14] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/410.

[15] krş. En'âm 6/68

[16] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/410-411.

[17] Şevkânî, V, 367; krş. Gâşiye 88/6

[18] dağların parçalanması hakkında bilgi için bk. Kehf 18/47

[19] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/411.

[20] Hz. Peygamber'in insanlar hakkın­da şahit olarak gönderilmesi konusunda bk. Bakara 2/143; Nisa 4/41

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/411.

[21] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/412.

[22] Şevkânî, V, 371-372

[23] bk. Şevkânî, V, 371-372; İbn Âşûr, XXIX, 283-284

[24] bk. Ebû Bekir İbnu'l-Arabî, IV, 1881

[25] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/412-413.