1- el-Müzzemmil (Sarınıp, Bürünen):
2- Peygambere Yönelik Bu Hitabın Anlamı:
3- Müzzemmil ve Müddessir Peygamberin İsimlerinden
midir?;
6- -Az Bir Kısmı Müstesna- Gece Namaz Kılmak:
7- Gece Namaz Kılma Emrini Nesheden Emir Hangisidir;
8- Kur'ân'ı Tertil ile (Tane Tane, Ağır Ağır) Okumak:
4- Gece Namazında Okunan Kur'ân:
5- Gündüz Meşguliyetlerinin İbadete Etkisi:
2- Yalnızca Allah'a İbadete Yönelmek:
3- Dünya ile İlişkiyi Koparıp, Ruhbanlığa Yönelmek:
1- Geceleyin Namaza Kalkılan Miktar:
2- Geceyi ve Gündüzü Takdir Eden Allah'tır;
3- "Allah'ın Tevbesi (Yükü Hafifletmesi)" :
4- Kur'ân'dan Kolayına Geleni Okumak:
6- Gece Namazı Ümmet Hakkında Nesh Olmuş, Peygamber
Hakkında Farz Kalmaya Devam Etmiştir:
7- Gece Namazı Yükümlülüğünün Hafifletilmesini/ı Sebebi;
8- Helâl Mal Kazanmanın ve Allah Yolunda Cihad Etmenin
Fazileti:
9- Gece Namazı Kılmanın Fazileti:
10- Namazda Okunması Gereken Kur'ân-t Kerim Miktarı;
11- Namazı Kılın, Zekâtı Verin:
12- Allah'a Güzel Şekilde Borç Vermek:
13- "Nefisleriniz İçin Önden Ne Hayır Gönderirseniz,
Rahman ve Rahim Allah'ın Adı İle
Yirmiyedi âyettir. el-Hasen, İkrime, Ata ve Câbir'in görüşüne göre hepsi Mekke'de inmiştir.
İbn Abbas ve Katade: Bundan iki âyet müstesnadır, demişlerdir, liunlar: "Onların söylediklerine katlan..." (10. âyet) ile ondan sonraki âyel-i kerîmedir. Bunu el-Maverdî zikretmektedir.
cs-.Sa'lebî dedi ki: Yüce Allah'ın: "Şüpheyok ki Rabbin senin... ayakta durduğunuzu bilir" (20. âyet)den itibaren sûrenin sonuna kadar Medine'de inmiştir.[1]
1. Ey sarınıp bürünen!
2. Birazı müstesna geceleyin kalk;
3. Yarısı kadar yahut ondan biraz eksik;
4. Yahut ona (biraz) ekle! Kur'ân'ı da tane tane, anlaşılır surette oku.
Bu buyruğa dair açıklamalarımızı sekiz başlık halinde sunacağız: [2]
Yüce Allah'ın: "Ey sarınıp, bürünen" buyruğu ile ilgili olarak el-Ahfeş Sa-îd söyle demiştir: "Sarınıp, bürünen" lafzının asıl halt: şeklinde olup, "te" harfi "ze" harfine idgam edilmiştir, " Örtünüp, bürünen" lafzı da bu şekildedir.
Ubey b. Ka'b (bu iki lafzı) asdllarOna uygun olarak; diye ve; diye okumuştur. Saîd; diye okumuştur. "el-Müzzemmil (sarınıp, bürünen)"İn aslı ile ilgili iki görüş vardır. Birincisine güre "yük yüklenmiş" anlamındadır. Bir şeyi yüklenip, taşıdığı zurnan; denilir. Evin sıradan eşyasını taşıyan bineğe; denilmesi de buradan gelmektedir.
İkinci görüşe güre bu; "sarınıp bürünen, sarınıp sarmalanan" demektir. Nitekim bir kimse elbisesi ile örtündüğü vakit; denilir. Başkasını örten kimsenin bu durumunu anlatmak için: denilir. Sarınıp, sarmalanan herbir şey hakkında; fiilleri kullanılır. Şair İmruu'i-Kays da şöyle demektedir;
"Pek çok kimse ki, çizgili elbiselere sarınıp, bürünmüş." [3]
"Ey sarınıp, bürünen" buyruğu Peygamber (sav)'a bir hitab olup, anlamı ile ilgili üç görüş vardır.
Birinci görüş: İkrime'nin görüşüdür. Ey peygamberlik ile "sarınıp, bürünen" ve risaletin gereklerine bağlı kalan demektir. Yine ondan gelen bir açıklamaya göre: ey bu iş ile sarınıp, sarmalanmış, yani önce kendisine bu işin yükletildiği, sonra da ara verilmiş olan, demektir.
Nitekim İklime; şeklinde "ze" harfini şeddesiz, "mim" harfini üstün ve şeddeli olarak mefulu hazfedilmiş (yani meçhul bir fiil) olarak okuyor idi.[4] Diğer taraftan "el-Müddessir" lafzını da şeklinde okurdu. Ey kendi kendisini sarıp sarmalayan, ey kendisini örtüye büründüren yahutta başkasının kendisini sarıp sarmaladığı kişi, demek olur.
İkinci görüşe göre; "ey sarınıp bürünen" ey Kur'ân'a sannıp bürünen, demektir. Bu açıklamayı İbn Abbas yapmıştır.
Üçüncü görüşe göre; ey elbisesine sarınıp bürünen demektir. Bunu da Ka-tade ve başkaları söylemiştir.
en-Nehaî dedi ki: Peygamber bir kadifeye sarınıp, bürünmüş îdi. Âişe: Uzunluğu ondört zira olan bir örtüye bürünmüştü. Onun yansı benim üzerimde İdi ve ben uyuyordum. Diğer yarısı da Peygamberin üzerinde idi, o da o vakit namaz.kılıyordu. Allah'a yemin ederim, o örtü ipek değildi, ipekti de değildi. Keçi tüyünden de değildi, ibrişim de değildi, yün de değildi. Çözgüsü kıİ, atkısı ise deve tüyü idi, demiştir. Bu rivayeti es-Sa'lebî zikretmektedir.
Derim ki: Âişe'nin bu sözleri sûrenin Medine'de indiğini göstermektedir. Çünkü Peygamber (sav) Âişe ile Medine'de gerdeğe girmiştir. Bu durumda sûrenin Mekke'de İndiğine dair zikredilen rivayetlerin sahili olmaması gerekir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
ed-Dahhâk dedi ki; Uyumak için elbisesine sarınıp, bürünmüştü. Bir açıklamaya göre; müşriklerin onun hakkında söyledikleri kötü sözler kendisine ulaşmış, bu ona ağır gelmiş, bundan dolayı elbisesine sarınıp bürünün-ce; "ey sarınıp, bürünen" İle "ey örtünüp, fcii r ime n"(eİ-M üddessir, 74/1) buyrukları nazil oldu.
Yine denildiğine göre; bu husus Peygamber (sav)'a vahyin gelmeye başladığı ilk sıralarda idi. O, meleğin sözlerini işitip, ona bakınca kendisini bir titreme aldı. Hanımının yanına gelerek: "Beni önün, beni sarın" dedi. Bu anlamdaki bir rivayet İbn Abbas'tan da nakledilmiştir.
Hakimler şöyle demiştir: İşin başında ona el-Müzzemmil, ei-Müddessir diye hitab etmesinin sebebi, henüz risaletin tebliği namına herhangi bir şeye bürünmemiş olmasıydı.
İbnu'l-Arabî dedi ki: Yüce Allah'ın: "Ey sarınıp, bürünen" buyruğunun tevili hususunda farklı açıklamalar yapılmıştır. Kimisi bunu hakikat anlamına göre yorumlamıştır. Buna göre ona şöyle hitap edilmişti: Ey elbisesine ya-hutta kadifeden örtüsüne sarınıp, bürünen kişi, kalk, denilmiş oluyordu. Bu açıklamayı, İbrahim ve Katade yapmıştır. Kimileri de bunu mecazî anlamıyla almıştır. Sanki ona: Ey peygamberliğe sarınıp, bürünen kişi, diye hitab edilmiş gibidir. Bu açıklamayı da İkrime yapmıştır. Eğer "mim" harfi üstün ve şeddeli olup, faili belli olmayan meful (meçhul fiil) kipi ile olsaydı, bu açıklama doğru olurdu. Ancak fail lafzı ile (yani "mim" harfi kesreli olarak) okunduğuna göre bu açıklama bâtıldır.
Derim ki: Daha önceden bunun ("mim" harfinin üstün ve şeddeli okunuşunun) mefulün hazfedilmesi esasına göre olduğunu ve bu şekilde de okunmuş olduğunu açıklamış idik. Mana itibariyle, o bakımdan (bu mecazî açıklama) doğru olur.
(İbnu'l-Arabî devamla) dedi ki: Onun Kur'ân-ı Kerim ile örtünüp, sarındığım söyleyenlerin görüşüne gelince; bu da mecazi anlam itibariyle doğrudur. Ancak daha önceden buna ihtiyaç olmadığını açıklamış bulunuyoruz. [5]
es-Suheylî dedi ki: "el-Müzzemmil" Peygamber (sav)'ın isimlerinden değildir. Bazı kimselerin benimsediği ve İsimlen arasında saydığı gibi Peygamber böyle bir isimle tanınmış değildir. Aksine "el-Müzzemmil" Peygamber (sav)'in vahye muhatab olması halinden türetilmiş bir isimdir. "el-Müddes-sir" de böyledir. Ona bu isimle hitab etmenin de iki faydası vardır: Birincisi ona latif (yumuşak) bir üslûbla hitab etmektir. Çünkü Araplar muhatabla-rina yumuşak bir şekilde hitab etmek istedikleri ve ona sitemde bulunmak istemedikleri vakit, onu içinde bulunduğu halinden türetilmiş bir isini ile adlandırırlar. Peygamber (sav)'ın Fatıma (r.anha)'a kızan Ali (r.a)'a gidip te onun uyumakta olduğunu ve yan tarafının toprağa yapışmış olduğunu görünce ona: "Kalk, ey ebâ turâb (toprak bulaşmış kişi)!" demesi[6] buna benzer. Böylelikle Peygamber efendimiz, ona kendisine sitem etmediğini, ona yumuşak bir üslûbla hitab ettiğini hissettirmek istemişti. Yine Peygamber (sav)'ın Huzey-fe'ye: 'Kalk ey uykucu" demesi[7] de böyledir. O sırada Hıızeyfe uyuyordu ve ona bu şekilde yumuşak bir üslûbla hitab etmek istemiş, kendisine sitem etmeyi ve azarlamayı terkettiğini hissettirmek istemişti. Buna göre yüce Allah'ın Muhammed (sav)'a: "Ey sarınıp, bürünen kalk!" diye buyurması ün-siyet verici bir hitaptır ve bunda yumuşak bir üslûbla ona hitab etmek söz-konusudur. Böylelikle yüce Allah, ona sitemkâr olmadığını hissettirmek istemiştir.
Bunun ikinci faydası ise; gece boyunca örtünüp bürünen ve uyuyan kimsenin gece namazı kılmak ve o vakitte yüce Allah'ı zikretmek için uyanması gerektiğine dikkatini çekmektir. Çünkü fiilden türetilmiş olan bir isimde, muhatab ile birlikte aynı davranışı yapan ve o niteliğe sahib ulan herkes ortaktı. [8]
"... Geceleyin kalk" anlamındaki: buyruğu genel olarak "mim" harfi -arka arkaya iki sakinin gelmiş olması dolayısıyla- kesreli olarak okunmuştur. Ancak Ebu's-Semmal "kaf" harfinin ölresine tabi kılmak maksadı ile "mim" harfini de ötreli okumuştur. "Mim" harfinin -hafifliği dolayısıyla üstün ile okunduğu da nakledilmiştir. Ehu'1-Feth Osman b. Cİnnî dedi ki: Bu harekeyi vermekten maksat, iki sakinin arka arkaya gelişinden kaçmak maksadı ile söylenmek isteneni söylemektir. Dolayısıyla hangi hareke verilirse, maksat gerçekleşmiş olur.
"Kalk" anlamındaki fiil, mefule geçiş yapmayan kasır (lâzım) fiillerdendir. Bununla, birlikte bundan zaman ve mekân zarfı alabilir. Şu kadar var ki, mekan zarfına geçiş yapması ancak bir vasıta ile mümkündür. Bundan dolayı; "evde kalktım" diyebilmek için; denilemez. Bunun yerine; Evin içinde durdum" ve: Dışında durdum" denilir.
Buradaki: "Kalk!" lafzının; namaz kıl! anlamında olduğu da söylenmiştir. Bu fiil bu eylem hakkında ve İstiare yoluyla kullanılmıştır. Çokça kullanım sonucunda da artık bu fiilin bu anlamı ifade etmesi, bir Örf (bilinen bir husus) haline gelmiştir. [9]
"Geceleyin kalk!" buyruğundaki; "gece"nin sınırı güneşin batısından tan yerinin ağırmasına kadar devam eder. Buna dair açıklamalar daha önceden el-Bakara Sûresİ'nde (2/164. âyet, 2. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.
Gece namazı kılmak, kesin bir farz mı idi? Yoksa mendub ve kılınması teşvik edilen bir ibadet mi idi? hususunda farklı görüşler vardır. Ancak deliller gece namazı kılmanın kesin bir farz olduğu kanaatini pekiştirmektedir. Çünkü mendubluk ve teşvik hükmünde olması halinde bu emrin gecenin bir kısmını dışarda tutarak, bir diğer kısmı hakkında sözkonusu olması düşünülemez. Zira gecenin belirli bir vaktinin namaz için tahsis edilmesi diye birşey yoktur. Aynı şekilde, ileride geleceği üzere, bu hususta gerek Âişe (r.an-ha)'dan, gerekse başkalarından belirli bir vaktinin olduğuna dair rivayetler gelmiş bulunmaktadır.
Yine gece namazı kılmak, sadece Peygamber (sav)'ın muhata b olduğu bir farz mı idi? Yoksa hem onun, hem kendisinden önceki peygamberlere ya da hem ona, hem de ümmetine bir farz mı idi? Bu hususta da üç görüş vardır. Birinci görüş Said b. Cübeyr'in görüşüdür. Çünkü bu buyrukta hitab sadece peygambere yöneliktir. İkincisi İbn Abbas'ın görüşüdür. O şöyle demiştir: Geceleyin namaz kılmak hem Peygamber (sav)'a, hem de ondan önceki peygamberlere bir farzdı. Üçüncü görüş ise Âişe'nin ve yine İbn Abbas'ın görüşüdür. Sahih olan da budur. Nitekim Müslim'in Sahih'inde Zürare b. Ebi Evfa'dan gelen rivayete göre Sad b. Hişam b. Amir Allah, yolunda gazaya çıkmak istedi... diye bir hadis vardır. Orada şöyle denilmektedir: Ben Âyşe'ye şunu sordum:
Bana Rasûlullah (sav)'ın gece namazı kılmasına dair haber verir misin? Şöyle dedi: Sen: "Ey sarınıp, bürünen" buyruğunu okumuyor musun? Ben okuyorum dedim, şöyle dedi: Aziz ve celi! olan Allah, bu sûrenin baş taraflarında gece namazı kılmayı farz kıldı. Peygamber (sav) ve ashabı bir sene boyunca gece namazı kıldılar. Yüce Allah, bu sûrenin son bölümlerini oniki ay süreyle semada tuttu. Nihayet yüce Allah bu sûrenin sonunda hükmü hafifleten buyrukları indirdi. Böylelikle önceden farz iken daha sonra gece namazı ta-tavvu (nafile) oldu... diye hadisin tamamını zikretmektedir.[10]
Veki ve Yâlâ şunu zikretmektedirler: Bize M işar. Sımak el-Hanefi'den naklettiğine göre Simak şöyle demiştir: ben İbn Abbas'ı şöyle derken dinledim: "Ey sarınıp, bürünen" (sûresinin) baş tarafları nazil olunca, yaklaşık ramazan ayında kıldıkları kadar gece namazı kılıyorlardı. Nihayet onun son bölümleri nazil oldu. Sûrenin baş tarafları ile son taraflarının inişi arasında bir seneye yakın bir zaman vardı.[11]
Said b. Cübeyr dedi ki: Peygamber (sav) ve ashabı on yıl boyunca gece namazı kıldı. On yıl sonra: "Şüphe yok kiRabbim senin ve seninle beraber olanlardan bir kesiminin gecenin üçte ikisinden az., ayakta durduğu-nu(zu) bilir" (el-Müzzemmil, 73/20) buyruğu nazil oldu ve böylelikle Allah, yükümlülüklerini hafifletti. [12]
"Birazımüstesna" buyruğu geceden istisnadır. Yani sen birazı müstesna, gecenin tümünü namazla geçir. Çünkü sürekli olarak bütün gece namaz kılmak mümkün değildir. Bedenin dinlenmesi için az bir kısmını istisna etmiştir. Bir şeyin "az bir kısmı" yandan daha aşağı olan miktarıdır. Velıb b. Mü-nebbih'den şöyle dediği nakledilmiştir: "Az" onda birden ve altıda birden daha az olana denilir. el-Kelbî ile Mukatil: Üçte birdir, demişlerdir.
Daha sonra yüce Allah, şöyle buyurmaktadır: "Yarısı kadar yahut ondan biraz eksik." bu buyruk, emri bir hafifletmedir. Çünkü bundan önce namaz kılma zamanı sınırlandırılmamıştır. İnsanlar da ayakları şişinceye kadar namaz kıldılar. Bu, daha sonra yüce Allah'ın: "O, sizin bunu sayamayacağınızı bildiği için" (el-Müzzemmil, 73/20) buyruğu ile nesholmuştur.
el-Ahfeş dedi ki: "Yarısı kadar” buyruğu "yahut onun yarısını" dernektir. Nitekim: Ona bir dirhem, iki dirhem, üç dirhem ver" denilince maksat, "... yahut iki ya da üç dirhem ver" demektir.
ez-Zeccac dedi ki: "Yarısı kadar" buyruğu "geceden" bedeldir. "Birazı müstesna" ise "yart'dan istisnadır. "Ondan" ile "ona* lafzındaki zamirler ise "yarı"ya aittir. Anlamı da şöyle olur: Gecenin yarısı kadar namaz kıl, yahut üçte bire varıncaya kadar, o yarıdan biraz eksik ya da üçte ikiye kadar una az bir miktar ilave et. Sen ya gecenin üçte iki.sini yahut yarısını ,ya da üçle birini namazla geçir, demiş gibidir.
Bir diğer açıklamaya göre, "yarısı" buyruğu, "biraz" buyruğundan bedeldir. O üç şık arasında muhayyerdi: Gecenin yarısmı bütünüyle namazla geçirmek yahut ondan biraz eksiltmek ya da ona biraz ilave ederek namazla geçirmek. İfadenin takdirî şöyle gibidir: Sen yarısı müstesna, yahut yarısından az ya da yarısından fazla müstesna olmak üzere geceleyin namaz kıl!
Müslim'in Sahih'inde Ebu Hureyre'den rivayete göre, Rasûlulfah (sav) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah, her gece, gecenin ilk üçte biri geçti mi dünya semasına iner ve şöyle der: Ben melikim (mutlak mâlik ve egemenim). Bana dua eder de Ben de onun duasını kabul edeyim? Kim LSenden dilekte bulunur da ben de onun dileğini vereyim? Kim Benden mağfiret diler de Ben de ona mağfiret edeyim? Fecr (ortalığı) aydınlatıncaya kadar bu böylece devam eder, gider. "[13]
Buna benzer bir rivayet, Ebu Hureyre'den ve Ebu Said'den de gelmiştir.[14] Bu da gecenin üçte ikisini namazla geçirmenin teşvik edildiğine delildir.
Yine Müslim'in Sahih'inde Ebu Hureyre'den şöyle dediği rivayet edilmektedir: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "Gecenin yansı -ya da üçte ikisi- geçti mi Allah... iner..."[15]Bu hadisi Ebu Hureyre'den iki ayrı rivayet yoluyla ve bu şekilde şüphe (yahut) ifadesi ile rivayet etmiştir.
Nesâî'nin kitabında Ebu Hııreyre ve Ebu Said'den (Allah ikisinden de razı olsun) şöyle dedikleri rivayet edilmektedir: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "Aziz ve celi! olan Allah, gecenin ilk yarısı geçinceye kadar mühlet verir. Sonra bir münâdîye emir vererek şöyle der: Dua eden yok mu duası kabul olunacak, mağfiret isteyen yok mu ona mağfiret edilecek, dilekte bulunan yok mu ona istediği verilecek?[16]
Bu hadisin sahih olduğunu Ebu Muhammed Abdu'l-Hak söylemiştir. Bu hadis sahih olmakla birlikte, nüzulün ne anlama geldiğini de açıklamakta ve bunun gecenin yarısı sırasında olduğunu göstermektedir.
İbn Mâce'nin, İbn Şihâb'dan, onun Ebu Seleme ile Ebu Abdullah el-Ağar'dan, ikisinin Ebu Hureyre'den rivayet elliklerine göre, Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Şanı yüce ve mübarek Rabbimiz her gece, gecenin son üçte biri kaldığında iner ve şöyle buyurur: Kim Benden istekte bulunuyor, ona istediğini vereyim? Kim Bana dua edjyor, duasını kabul edeyim? Kim Benden mağfiret diliyor, ona mağfiret edeyim? Ta ki tan yeri ağınneaya kadar.'[17]
O bakımdan ashab-ı kiram, gecenin son zamanlarını namazla geçirmeyi, ilk vakitlerinde namaz kılmaya nisbetle daha çok severlerdi.
, İliın adamlarımız der ki: Hadis de, Kur'ân ela bu sıralamayı göstermiştir. Esasen her ikisi de aynı pencereden bakmaktadırlar. Muvatta'da ve başka kaynaklarda, İbn Abbas'ın rivayet ettiği şu hadis yer almaktadır: Ben teyzem Meyınûne'nin yanında geceyi geçirdim. Gece yarısı olunca ya da ondan az bir süre yahut ondan kısa bir süre sonra, Rasûltılhıh (sav) uyandı, asılı bir kırbaya duğru gitti, ordan çabucak bir abdest aldı... diyerek, hadisin gen kalan bölümünü de zikretti.[18]
Gece namazı kılma emrini nesheden buyruğun, hangisi olduğu hususunda iliın adamları farklı görüşlere sahiptir. İbn Abbas ile Âise (r.anhuma)'dan gelen rivayete göre, geceleyin namaz kılma emrini nesheden buyruk, yüce Allah'ın: "Şüphe yok ki Rabbin senin... gecenin üçte ikisinden az... ayakta durduğunu(zu) bilir" (20. âyet) diye başlayan ve surenin sonuna kadar devam eden buyruktur, Nesheden buyruğun; "O sizin bunu sayamayacağınızı bildiği için" (20. âyet) buyruğu olduğu da söylenmiştir. Yine İbn Abbas'tan gelen rivayete göre bu, yüce Allah'ın: "Allah sizden hastalananlar olacağını... bilir" (20. âyet) buyruğudur. Yine Âişe'den, Şafii, Mukaül ve İbn Key-sân'dan gelen rivayete göre bu, beş vakit namaz ile nesholmuştur. Bunu nes-hedenin yüce Allah'ın: "O halde ondan kolayınıza geleni okuyun" buyruğu olduğu da söylenmiştir.
Ebu Abdurrahman es-Sülemî dedi ki: "Ey sarınıp, bürüneni" buyruğu nazil olunca, ayakları ve bacakları şişinceye kadar namaz kılıp durdular. Daha sonra yüce Allah'ın: "O halde ondan (Kur'ân'dan) kalayınıza geleni okuyun!"'buyruğu nazil oldu. Kimi ilim adamı da şöyle demiştir: O (gece namazı kılmak) bir farz olup, onunla bir başka farz nesholmuştur. Peygamber (sav)'ın üzerine -fazileti sebebiyle- farz idi. Nitekim yüce Allah'ın; "Gecenin bir kısmında da sana has nafile olmak üzere onunla (Kur'ân ile) gece namazı kıl" (el-îsra, 17/79) buyruğunda olduğu gibi.
Derim ki: Birinci görüş bütün bu görüşleri kapsayan bir görüştür. Yüce Allah: "Namazı kılın" diye buyurmuştur. Bunun kapsamına, nesneden beş vakit namazdır, diyenlerin görüşü de girer.
el-Hasen ve İbn Sîrîn'in kanaatine göre, gece namazı kılmak, bir koyun sağımlığı kadar dahi olsa, her müslümana farzdır.
Yine e!-f[asen'den gelen rivayete göre, o bu âyet-i kerime hakkında şöyle demiştir: Farzdan sonra nafileden sözeden Allah'a hamdoLsun.
Yüce Allah'ın izni ile sahih olan görüş de budur. Çünkü gece namazını teşvike ve faziletine dair buyruklar, Kur'ân'da da, sünnette de gelmiş bulunmaktadır.
Âişe (r.anha)'dan dedi ki: Peygamber (sav)'a geceleyin üzerinde namaz kılmak üzere bir hasır bırakırdı. İnsanlar bunu işittiler. Onların toplandıklarını görünce bundan hoşlanmadı. Kendilerine gece namaîı kılmanın farz kılınacağından korktu. Kızmış gibi bir halde eve girdi. Onlar da öksürmeye, tükürür gibi yapmaya başladılar. Yanlarına tıktı ve şöyle dedi; "Ey insanlar! Amellerden güç yetirebildiğiniz şeylerin altına giriniz. Şüphesiz ki Allah mükâfat vermekten, siz amel etmekten usanmadığınız sürece usanmaz. Şüphesiz en hayırlı amel, az dahi olsa devamlı olandır." bunun üzerine: "ey sarınıp, bürünen" âyeti nazil oldu ve gece namazı onlara yazsldı ve farz seviyesine getirildi. Öyle ki onlardan herhangi bir kimse (bir yere) bir halat bağ-Lar ve ona asılırdı. Sekiz ay bu şekilde kaldılar. Yüce Allah onlara merhamet buyurdu ve: "Şüphe yok ki Rabbİn... gecenin üçte ikisinden az... ayakta durduğunu bilir" buyruğunu indirdi ve Allah, onları farz olana döndürdü. Nafile olarak kılacakları dışında gece namazının farz oluşunu kaldırdı.[19]
Derim ki: Âişe'nin bu hadisini es-Sa'lebî zikretmiş olup, bunun anlamındaki bir rivayet "az olsa dahi" bölümüne kadar Sahih'le sabit olmuştur. Geri kalan bölümü ise yüce Allah'ın: "Ey sarınıp bürünen" buyruğunun Medine'de indiğine, onların sekiz ay süreyle bu şekilde gece namazı kılmaya devam ettiklerine deiil teşkil etmektedir. Yine Âişe'den Müslim'in Sahih'ınde "bir sene" dediğini belirten rivayet de önceden geçmiş bulunmaktadır.
el-Maverdî, ondan üçüncü bir görüş daha nakletmektedir ki, buna göre bu süre onaltt aydır. el-Maverdî, Âişe (r.anhâ)'dan gelen başka bir görüş de zikretmemektedir. İbn Abbas'tan da el-Müzzemmıl'in baş tarafları ile son tarafları arasında bir senelik bir süre olduğuna dair bir rivayet zikretmektedir. Dedi ki: Rasûlullah (sav)'a gelince, gece namazı kılmak onun için farzdı. Gece namazının Peygamberden nesh olması hakkında da ondan gelmiş iki görüş vardır. Birincisine göre bu, yüce Allah onun canını alana kadar üzerinde farz olarak kaldı. İkinci rivayete güre, ümmetinden nesli olduğu gibi, bu hüküm ondan da nesh olmuştur.
Bu namazın farz kılınışı ile nesh olması arasındaki süre hususunda iki görüş vardır. Birincisine göre, onun ümmetine gece namazının farz kılındığı süre, daha önceki iki görüşte zikredilmişti. Bununla da İbn Abbas'ın bir sene süreyle devam ettiği şeklindeki görüşü ile, Âişe'nin onaltı ay devam ettiği şeklindeki görüşünü kastetmektedir. İkinci görüşe göre ise, bu süre on yıl olup, .yüce Allah -risalet görevi dolayısıyla ona ayrıcalık olsun diye- mükellefiyetinde bir fazlalık olan bu hükmü neshetmek suretiyle, yükümlülüğünü hafiflettiği vakte kadar devam etmiştir. Bu görüş de İbn Ciibeyr'in görüşüdür.
Derim ki; Bu açıklama es-Sa'lebî'nin -daha önce geçtiği gibi- Said b. Cü-beyr'den zikrettiği rivayete uygun değildir. Bunu iyice düşünmek gerekir. Yüce Allah'ın izniyle bu sûrenin sonunda bu hususa dair daha geniş açıklamalar gelecektir. [20]
"Kur'ân'ı da tane tane, anlaşılır surette oku." Yani Kuran okurken acele etme. Aksine onu ağır ağır, açık ve anlaşılır bir şekilde ve anlamlarını düşünerek oku.
ed-Dahhâk: Onu harf harf oku, diye açıklamıştır, Mücahid şöyle demiştir: İnsanlar arasında Allah'ın Kur'ân okuyuş!arını en sevdiği kimseler onu (okurken) en çok akledenlcrdir.
"Tertil" güzel bir şekilde sıralamak, uyumlu bir şekilde dizmek ve güzel bir şekilde düzenlemek demektir. "( Jj'jj j6 yi): (Dişleri) güzel bir şekilde dizilmiş olan ağız" tabiri de buradan gelmektedir ki, bu kelimenin ikinci harfi (olan te) kesreli ve üstün söylenebilir. Buna dair açıklamalar daha önceden bu kitabın Mukaddime'sintie (Kur'ân'ın Okunma Keyfiyetine Dair Bahiste) geçmiş bulunmaktadır.
el-Hasen'in rivayetine göre Peygamber (sav) Kur'ân-ı Kerim'den bir âyet okuyup ağlayan birisinin yanından geçmiş. Şöyle demiş: "Sizler yüce Allah'ın; "Kur'ân'ı da tane tane, anlaşılır surette okul" buyruğunu hiç duymadınız mı? İşte tane tane okumak (tertîl) budur."[21]
Alkâme, güzel bir şekilde Kur'ân okuyan birisini işitince şöyle demiş: Andolsun bü kimse Kıır'ân'ı tane tane (tertîl ile) okuyor. Ananı babam ona feda olsun!
Ebıı Bekr b. Tahir dedi ki: Yüce Allah'ın hitabının incelikleri üzerinde iyice düşün, kendini hükümlerini uygulamak noktasında sorgula, kalbinden onun anlamlarını kavramasını iste, ona yönelmekle sevinmeye bak!
Abdullah b. Aınr dedi ki: Peygamber (sav) şöyle buyurdu: "Kıyamet gününde Kur'ân okuyan kişi getirilir. Cennetin birinci basamağında durdurulur ve ona: Oku, yüksel ve dünyada iken tertîl ile okuduğun gibi teıtîl i!e oku. Şerrin varacağın mertebe okuyacağın son âyet-i kerimeye kadar yükselecektir, denilir,"[22] Bu hadisi Ebu Davud rivayet etmiş olup, daha önce kitabın baş taraflarında (Kur'ân'ın faziletlerine dair başlık allında) geçmiş bulunmaktadır. Enes'in rivayetine göre de Peygamber (sav) Kur'ân okurken sesini gereği gibi uzatarak okurdu.[23]
5. Muhakkak
Biz, sana ağır bir söz vahyedeceğiz.
"Muhakkak Biz, sana ağır bir söz vahyedeceğiz" buyruğu farz kılınan gece namazı ile ilişkilidir. Yani Biz, gece namazını farz kılmak suretiyle senin üzerine taşınması ağır gelecek ağır bir söz bırakacağız. Çünkü gece, uyumak içindir. Çoğunluğunu namaz kılmakla geçirmekle emrolunan bir kimsenin bunu yapabilmesi ancak nefse ağır bir yük yükletmesi ve şeytana karşı da gerekli mücadeleyi vermesi ile mümkündür, O bakımdan bu, kula ağır gelen bir emirdir.
Şöyle de açıklanmıştır: Biz, sana Kur'ân vahyedeceğiz. O İhtiva ettiği şer'î hükümler gereğince amel edilmesi ağır gelen, ağır bir sözdür.
Katade dedi ki: Allah'a andolsun ki onun farzları ve hududu ağırdır. Mü-cahid helâli ve haramı, el-Hasen gereğince amel etmek (ağırdır), demişlerdir.
Ebu'l-Âliye: Vaadleri, vaîdleri (tehditleri) ile helâl ve haramı ile ağır bir söz, diye açıklamıştır. Muhammed b. Ka'b: Münafıklara ağır gelen bir söz, diye açıklamıştır. Kâfirlere diye de açıklanmıştır. Çünkü bu Kitabta, onlara karşı getirilen deliller vardır, sapıklıkları açıklanmakta, uydurma ilâhları tenkit edilmekle, kitab ehlinin yaptıkları tahrifler açığa çıkarılmaktadır.
es-Süddî dedi ki: Ağır (sakîl); "kerîm" anlamındadır. Bu da Arapların: Filan kişi benim için ağırdır" yani benim için kerimdir, şereflidir, değerlidir tabirlerinden alınmıştır.
el-Ferrâ dedi ki: "Ağır" hafif ve değersiz, saçma sapan olmayan; aksine ağırlıklı, oturaklı (söz) demektir. Çünkü o, Rabbimizin kelâmıdır.
el-Huseyn b. el-Fadl dedi ki: "Ağır"; ancak tevfık ile desteklenmiş kalbin 've tevhid ile süslenmiş bir nefsin taşıyabildiği bir süz, demektir. îbn Zeyd dedi ki: Allah'a andolsıın ki o ağırdır, mübarektir. Dünyada ağır geldiği gibi, kıyamet gününde de Mizanda ağır basacaktır.
Bir diğer açıklamaya göre "ağır"; ağır bir şeyin yerinde sapasağlam durması gibi, sapasağlam anlamındadır. Buna göre i'cazı .sabit ve ebediyyen i'ca-zı zeval bulmayacak olan anlamına gelir.
Bu lafzın Kur'ân'ın bizatihi kendisini kastettiği de söylenmiştir. Nitekim haberde şöyle denilmektedir: Peygamber (sav)'a vahiy geldiği vakit eğer o devesi üzerinde bulunuyor ise göğsünü yere yapıştırırdı. Vahiy halı sona erinceye kadar deve hareket edemiyordu[24] Muvatta'da ve başka eserlerde belirtildiğine göre Peygamber (sav)'a şöyle sorulmuş: Vahiy sana nasıl gelir? Şöyle buyurmuş: "Bazan bana bir çıngırak sesi gibi gelir. Benim için en ağır olan şekli budur. Vahiy hali benden ayrılıp gittiğinde ben vahyin dediğini bellemiş oluyorum. Kimi zaman da melek bana bir adam gibi görünür, benimle konuşur ve onun dediğini de bellerim."[25]
Âişe (r.anhâ) dedi ki: Ben oldukça soğuk günde ona vahyin indiğini, vahyin kesilmesinden sonra da alnından ter boşaldığını gördüm.[26] İbnu'1-Ara-bî dedi ki: Bu daha uygundur. Çünkü hakikat budur. Ayrıca: "Dinde size güçlük vermedi" (el-Hac, 22/78) diye büyütülmüştür. Peygamber (sav) da: "Ben çok müsamahakâr haniflik ile gönderildim''[27] diye buyurmuştur.
Bu sûredeki "söz"ün İâ ilahe illallah demek olduğu da söylenmiştir. Çünkü haberde şöyle denilmiştir: Bu, dile hafif gelir fakat Mizanda ağırdır[28] Bunu da el-Kuşeyrî zikretmiş bulunmaktadır. [29]
6. Gece kalkışı (var ya); o hem daha etkilidir, hem de söyleyişi itibarı ile daha sağlamdır.
7. Çünkü gündüzün senin için U2un uzun meşguliyetler vardır.
Bu buyruğa dair açıklamalarımızı beş başlık halinde sunacağız: [30]
"Gece kalkışı (var ya)" buyruğu hakkında ilim adanılan şöyle demişlerdir: "Gece kalkışı" gece vakitleri ve anları demektir. Çünkü onun vakitleri sırasıyla ortaya çıkar. O bakımdan bir şey önce başlayıp, ondan sonra ardı arkasına gelecek olursa: Bir şey ortaya çıktı, meydana geldi, meydana gelir" denilir. Bu durumda olana da: (ıır:li) denilir. Allah onu var etti, o da var oldu" demektir. Bulutun Allah tarafından meydana getirilip, görülmesini anlatmak üzere kullanılan; tabiri de burudan gelmektedir. O halde buradaki: bu fiil "fail" vezninde bir kelimedir. Yüce Allah'ın: Süs için yetiştirilmekte olan ve tartışma esnasında (delilini) açıklayamayanları mı (ona) evlât diye isnâd ediyorlar?" (ez-Zuhruf, 43/18) buyruğunda da (aynı kökten gelen) fiil kullanılmaktadır. Maksat: " Şüphesiz ki meydana gelen gece saatleri..." demektir. Nitdik zikredilerek ismin zikredilmesine gerek görülmemiştir. Bu lafzın müennes olarak gelmesi ise "saat: an" lafzının müennesliğinden dolayıdır. Çünkü her bir 'saat (an)" yeniden meydana gelmektedir,
lafzının "gece namazı kılmak" anlamında mastar olduğu da söylenmiştir. Günah islemek" ile Yalan söylemek" anlamında kullanılması gibi. Yani şüphesiz ki gecenin meydana gelip, ortaya çıkması daha sağlamdır, demek olur.
Bir başka görüşe göre: "Bu, gece kalkışı demektir. İbn Mesud dedi ki: Ha-beşliler: fiilini "kalktı" anlamında kullanırlar. Belki o, bu açıklamasıyla bu kelime aslında Arapçadır, fakat Habeşçe'de de yaygındır ve onlar tarafından çoğunlukla bu kullanılmaktadır, demek istemiştir. Yoksa Kur'ân-ı Kerim'de Arapça olmayan bir söz yokuır. Buna dair anıklamalar yeteri kadarıyla kitabın Mukaddime'sinde geçmiş bulunmaktadır. [31]
Yüce Allah, bu âyet-i kerimede gece namazının gündüz namazından daha faziletti olduğunu, mümkün olduğunca bu gece namazında çokça Kur'ân okumanın ecri daha arttırıp, sevabı daha çok gerektireceğini açıklamakladır.
İlim adamları "gece kalkışı" ile neyin kastedildiği hususunda farklı görüşlere sahiptir, İbn Ömer ve Enes b. Malik şöyle demişlerdir: Bundan kasıt, akşam ile yatsı arasıdır. Onlar bu görüşlerini ileri sürerken; ( Lu ) fiilinin "başlama" anlamını vermesini gozönünnde bulundururlar. Dolayısıyla bunun ilk vaktinin kastedilmesi daha uygundur. Şairin şu beyitinde de bu anlamdadır:
"Eğer Nusayb eğlenceye yöneldi, denilmeyecek olsaydı, Ben kendim için yaşım küçük ve henüz yetişkinliğe erişmedim, diyecektim."
Ali b. el-Huseyn akşam ile yatsı arasında namaz kılar ve: "Gece kalkışı" işte budur, derdi. Ata ve İkrime: Bu, gecenin başlangıcıdır, demişlerdir. İbn Abbas, Mücahid ve başkaları da: O gecenin tamamıdır, demişlerdir. Çünkü gündüzden sonra onaya çıkan gecedir. Malik b. Enes'in tercih ettiği görüş de budur.
İbnu'l-Arabî dedi ki: Lafzın verdiği anlam ve dilin gerektirdiği husus da budur.
Âişe ve yine İbn Abbas ile Mücahid şöyle demişlerdir: "Gece kalkışı" ancak uykudan sonra geceleyin kalkıp namaz kılmaya denir. Uyumadan önce gecenin ilk saatlerinde namaz kılan bir kimse "gece kalkışanı gerçekleştirmiş olmaz.
Yemân ve İbn Keysân şöyle demişlerdir: Gece kalkışı, gecenin son vakitlerinde kalkmaktır. İbn Abbas dedi ki: Onlar namazlarını gecenin ilk saatlerinde kılarlardı. Çünkü insan uyudu mu ne zaman uyanacağını bilemez.
esSıhah'ta şöyle denilmektedir: Gece kalkışı" gecenin ilk saatlerine denir. el-Kutebi dedi ki: Bu gecenin çeşitti vakitleri demektir. Çünkü bu vakitlerin biri diğerinden sonra ortaya çıkar.
el-Hasen ve Mücahid'den bu yatsı namazından sonra sahalı namazına kadar devaın eden bir vakittir, demişlerdir. Yine el-Hasen'den gelen rivayete göre, yatsıdan sonraki her vakit "nâşie; gece kalkış/'dır demiştir. Geceleyin yapılan, meydana gelen yeni itaatler anlamında geldiği de söylenmiştir. Bunu da el-Cevherî nakletmektedir. [32]
"O hem daha etkilidir" buyruğundaki: Etkili" lafzını Ebu'l-Âliye, EbCı Amr, İbn Ebİ İshak, Mücahid, Humeyd, İbn Muhaysın, İbn Âmir, el-Mu-ğîre ve Ebu Hayve "vav" harfini kesreli, "ti" harfini üstün ve medli olarak: diye okumuşlardır. Ebu Ubeyd de bunu tercih etmiştir. Diğerleri ise "vav" harfini üstün, "ti" harfini sakin ve medsiz olarak diye okumuşlardır. Ebu Hatim de bunu tercih etmiştir. Bu da Sultanlarının baskısı, etkisi o kavmin üzerinde daha da arttı" yani onlara yüklediği yükümlülükler ağırtaştı, tabirinden alınmıştır. Peygamber (sav)'ın: Allah'ım, Mudar üzerindeki baskını daha da arttir"[33] ifadesi de buradan gelmektedir.
Buna göre, anlam şöyle olur: Gece kalkışı namaz kılana gündüzün saatlerinden daha ağır gelir. Çünkü gece uyuma, rahat etme ve dinlenme zamanlarıdır. Bu vakitleri ibadetlerle geçiren bir kimse, büyük bir meşakkate katlanmış olur.
Bu kelimeyi med ile okuyanlara göre bu: (Ona) muvafakat ettim, muvafakat etmek"den mastar olur. İbn Zeyd dedi ki: o iş üzere ona muvafakat ettim, muvafakat etmek" demektir. Filanın ismi benim ismime muvafık (uy-gun)dır." O şey üzere anlaştılar, ittifak ettiler" demektir.
O halde anlam: Böylesi kalb, göz, kulak ve dil arasındaki uyumu, muvafakati daha ileri derecede sağlar. Çünkü bu vakitte sesler ve hareketler kesilmiş olur. Bu açıklamayı Mücahid, İbn Ebî Miileyke ve başkaları yapmıştır. İbn Abbas da bu anlamda bir açıklama yapmıştır. Yani bu durumda kulak ile kalb birbirine uygun düşer.
Nitekim yüce Allah'ın: Allah'ın haram kıldığına sayıca uysunlar diye (et-Tevbe, 9/37) buyruğunda bu lafız: "Uygun düşsünler, muvafakat etsinler diye" anlamındadır.
Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: Bu zaman, düşünmek ve tefekkür için daha uygun bir vakittir. (•U>_^ ) Örtünün zıttı bir anlam ifade eder.
Bu kelimenin "ti" harfinin sakin, "vav" harfinin üstün okunuşunun, gündüzden daha bir sebat vericidir, anlamına geldiği de söylenmiştir. Çünkü geceleyin insan yaptıkları ile haşhaşa kahr. Bu onun amelini daha sağlamlaştırır ve kalbi oyalayıp, meşgul eden şeyler, hu vakit daha çok kolay bir şekilde uzaklaştırılabilir.
Sebat" demektir. O bakımdan: Ayağımla yerde sabit durdum" denilir.
el-Ahfeş, kıyamı itibariyle daha sağlamdır, diye açıklamıştır. el-Ferrâ kıraat ve kıyamı itibarı ile daha sağlamdır, diye açıklamıştır. Yine el-Ferrâ'dan ' gelen rivayete göre; "hem daha etkilidir" yani daha çok ibadet elmek isteyen kimse için amelini daha bir sağlamlattınu ve onu daha bir sürekli kılıcıdır. Geceleyin çalışma ve geçim meşguliyetlerinin olmadığı bir zamandır. Bu durumda gecenin ibadeti devamlılık arzeder ve kesintisizdir.
el-Kelbî dedi ki: "Daha etkilidir" yanı namaz kılmak hususunda kişinin daha çok şevk ve arzulu olmasını sağlar. Çünkü bu namaz, kişinin dinlenmesi zamanında gerçekleşir,
Ubade dedi ki: "DahaetkİH" olması namaz kılan için daha rahat ve daha hafif olması, kıraatini daha bir sağlam yapması anlamındadır. [34]
"Hem de söyleyişi itibari Ue daha sağlamdır" buyruğu geceleyin okunan Kur'ân'ın gündüzünkine göre daha sağlam ve daha dosdoğru olnmı demektir. Yani o vakit okunan Kur'ân, daha dosdoğru ve doğruluk üzerinde daha devamlılık arzeder. Çünkü o saatlerde sesler dinmiş, dünya sükûna ermiş olur. Namaz kılan okuduklarını şaşırmaz.
Katade ve Mücahid dedi ki: Kıraati daha doğru, söylenen sözü daha sağlam olur, demektir. Çünkü bu zaman iyice anlayıp kavrama zamanıdır.
Ebu Ali dedi ki: "Söyleyişi itibarîyle daha sağlamdır" geceleyin insanın zihnini meşgul eden şeyler olmadığından ötürü daha doğrudur, demektir. Geceleyin yapılan duanın kabulü daha çabuk olur, diye de açıklanmıştır. Bu açıklamayı İbn Şecere nakletmiştir.
İkrime dedi ki: Gece ibadeti daha bir gayretle, daha eksiksiz bir ilılâsla yapılır ve daha bereketlidir. Zeyd b. Eslem'den şöyle dediği nakledilmiştir: Kur'Sn'ın anlamlarını iyice kavramaya daha yatkındır, el-A'meş'ten şöyle dediği rivayet edilmiştir: Enes b. Mâlik: "Gece kalkışı (var ya) o hem daha etkilidir, hem de söyleyişi itibari ile daha sağlamdır" buyruğunu; daha doğrudur" diye okudu. Onu: Daha sağlamdır" diye düzektiler. O şöyle dedi: ile ve kelimeleri anlam itibariyle aynıdır.
Ebu Bekr d-Enbârî dedi ki: Sapık birtakım kimseler işi: Her kim Kur'ân'ın manasına uygun bir kelime ile okuyacak olursa, eğer manaya muhalefet etmiyor, Allah'ın rnaksad olarak gözettiğinden başka bir şey söylemiş olmuyor ise, isabet eden birisidir, demek noktasına kadar götürmüş ve Enes'in bu sözünü delil olarak göstermişlerdir. Ancak bu hiçbir zaman kabul edilecek ve söyleyenine kibar edilmesini gerektirecek bir söz değildir. Çünkü mana itibariyle yakın olmakla birlikte genel anlamını kapsayacak şekilde Kur'ân la-fızLarına uymayan birtakım lafızlar ile okumaya kalkışacak olunursa, o vakit: Hamd âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur" yerine: Şükür yaratılmaların mutlak maliki yaratıcıya mahsustur" diye okumak caiz olmalıydı. İş bu hususta o kadar geniş bir alana yayılır ki, Kur'ân'ın tamamının lafzı batıl olur. bu durumda onu okuyan bir kimse de yüce Allah'a iftira etmiş, Rasûlüne de yalan söylemiş bir kimse olur.
Böyle diyenlerin İbn Mesud'un: Kur'ân yedi harf üzere inmiştir. Bu sizden herhangi birinizin: Gel" demesi (halinde aynı manadaki farklı lafızlar) demesine benzer, şeklindeki sözlerinde lehlerine delil yoktur. Çünkü bu hadis şunu gerektirmektedir: Peygamber (sav)'dan sahih senetler ile nakledilmiş olan kıraatlerin eğer lafızları farklı olmakla birlikte anlamları aynı ise; o vakit bu gibi kıraat farklılıkları "gel" lafzı için farklı kelimeler, lafızlar kullanmaya benzer.
Peygamber (sav)'ın ashabının ve onlara tabi olanların okumadıkları şekilde okumaya gelince, bu hususta Kur'ân-ı Kerim'de bir harfi dahi farklı okuyan doğru yolun dışına çskmış, sapmış ve iftira etmiş bir kişi ulur.
Ebu Bekr (el-Enbârî devamla) dedi ki: Bu .sapıklıklarında kendilerine dayanak kabul ettikleri hadis ise, ilim ehlinden hiçbir şekilde sahih olmayan bir hadistir. Çünkü bu el-A'meş'in, Enes'ten yaptığı bir rivayete dayanmaktadır. Böyle bir hadis ınaktûclur. Muttasıl değildir ki; delil olarak alınabilsin. Çünkü el-A'meş her ne kadar Enes'i görmüş ise de, ondan hadis dinlemiş değildir. [35]
"Çünkü gündüzün senin için uzun uzun meşguliyetler vardır" buyru ğundaki: "(Û£«): Meşguliyet" lafzı genel olarak "noktasız ha': ile okunmuştur. Yani ihtiyaçlarını görmek için meşgul olman, gitmen, gelmen, işlerin arkasından koşturman vardır, demektir.
Yürümek ve dönmek" demektir. Suda yüzen kişi" ifadesi de buradan gelmektedir ki; ona bu ismin veriliş sebebi, el ve ayaklan ile dönmesi, evrilmesi ve çevrilmesidir. Oldukça hızlı koşan at" demektir. İmruu'1-Kays şöyle demektedir:
"Hızlı koşan atlar yorgun düşüp de yorgunluktan ayakları ile sert yerlerde bile toz çıkartırken, (Benim bu atım) bulutun yağmur yağdırması gibi çok kolay ve rahat koşar."
Bu kelimenin "boş kalmak, meşgul olmamak" anlamına geldiği de söylenmiştir. Yani senin için gündüzün ihtiyaçlarına ayıracağın boş bir vaktin vardır. "Çünkü gündüzün senin İçin uzun uzun meşguliyetler vardır" buyruğunun "uyku" anlamına geldiği de söylenmiştir. Çünkü: Uzanmak" demektir. Bu açıklamayı da el-Halîl zikretmiştir.
İbn Abbas ve Ata'dan; "uzun uzun meşguliyetler" uyuman ve dinlenmen için boş kalacağın uzun bir vakit vardır, o bakımdan gece kalkışını ibadetine ayır, diye açıkladıkları nakledilmiştir. ez-Zeccâc dedi ki: Eğer geceleyin yapamadığın bir ibadet olursa, gündüzün senin boş kaldığın ve bunları telâfi edeceğin bir zamanın vardır, demektir.
Yahya b. Ya'mer ve Ebu Vâil İse "noktalı hı" ile: diye okumuşlardır. el-Mehdevî dedi ki: Bu uyku anlamındadır. Bu açıklamayı, bu lafzı bu şekilde okuyan kıraat âlimlerinden rivayet etmektedir. Şöyle denilmiştir: Bunun anlamı hafiflik, genişlik ve dinlenmektir.
Nitekim Peygamber (sav) ridâsını çalmış bir hırsıza beddua eden Âişe (r.an-ha)'a şöyle demiştir: Ona beddua etmek suretiyle sen onun hafiflemesini sağlama!" Onun günahını hafifletme, demektir. Şair de şöyle demiştir;
"Kederinin üzerindeki etkisini hafiflet ve şunu bil ki, Rahman bir şey takdir etti mi mutlaka olur.
el-Esmaî dedi ki: Allah sıtmanı hafifletsin" denilir.
Sıcaklık dindi, hafifledi" demektir.
Derin uyku' anlamındadır. Yine bu lafız pamuk, keten ve yün gibi şeyleri açmak
ve onları kabartmak, demektir. Kadına:
Pamuğunu aç, kabart" denilir. Kadın tarafından iptik haline eğrilip,
getirilsin diye sarılan pamuğa; denilmesi de buradan gelmektedir. Bu tür
pamuktan bir parçaya da: denilir. Yün ve kıl için de aynı tabirler kullanılır.
Pamuk parçalarına: denilir. el-Ahtal avcılarla köpekleri anlatırken şöyle
demektedir:
"Onları saldılar onlar da etrafa toprak saçarak gittiler Tıpkı pamuk atılırken etrafa dağılan pamuk taneleri gibi."
Sa'leb dedi ki: "Hı" harfi ile: Gidip gelmek ve çalkanıp durmak" demektir. Aynı zamanda sükûn bulmak anlamına da gelir. Peygamber (sav)'ın: Humma (sıtma, ateş yükselmesi) cehennem sıcağındandır. O bakımdan siz onu su ile dindiriniz"[36] hadisinde de bu anlamda kullanılmıştır ki; onu teskin ediniz, dindiriniz" demektir. Ebû Amr dedi ki: " Uyumak ve boş kalmak" demektir.
Buna göre bu lafız, ezdad (zıd anlamlı kelimelerden olur ve aynı zamanda "noktasız ha" ile: İle aynı anlamda demektir. [37]
8. Rabbînin İsmini an ve yalnız O'na yöneldikçe yönel!
Bu buyruğa dair açıklamalarımızı üç başlık halinde sunacağız: [38]
"Rabbinin ismini an!" Yani namaz ile birlikte üğülmeye değer akıbeti (sonucu) elde edebilmen için, O'nu güzel isimleri ile çağır, O'na dua et. Amelinle Rabbinin rızasını gözet, diye de açıklanmıştır, Sehl dedi ki: Namaza başladığın vakit "bismilİahirrahmanirrahim" diye oku. Onu okumanın bereketi ile seni Rabbine ulaştıracak, onun dışındaki varlıklar ile İlişkini kopartacaktır.
Bir başka açıklama şöyledir: Vaad ve tehdidi halinde Rabbinin adını zikret ki, O'na itaate daha çok yöndesin, O'na isyandan uzak kalasın.
d-Kelbî dedi ki; Rabbine -yani gündüzün- namaz kıl, demektir.
Derim ki: Bu, güzel bir açıklamadır. Çünkü yüce Allah, geceyi sözkonu-su ettikten sonra, gündüzü sözkonusu etmektedir. Gürvdüz de gece ile aynı bütünün iki parçasıdır. Nitekim yüce Allah önceden de geçtiği üzere şöyle buyurmuştur: "İbret ve öğüt almak veya şükür etmek isteyenler için gece ve gündüzü birbiri ardınca getiren O'dur." (el-Furkan, 25/62) [39]
"Ve yalnız O'na yöneldikçe yönelt" buyruğunda geçen "et-tebettül" yalnızca yüce Allah'a ibadete yönelmek demektir. Buyruk, sen ibadetinle yalnızca O'na yönel ve başkasını O'na ortak koşma demektir. O şeyi kestim" demektir, Onu kesin olarak (üç talakla) boşadı'7 ile; Bu (sahibi ile) ilişkisi kesilmiş bir sadakadır" tabirleri de buradan gelmektedir.
Yani bunun artık sahibi ile ilişkisi kalmamıştır. Sahibinin onun üzerindeki mülkü tamamiyle kesilip, atılmıştır. Her şeyle ilişkisini koparıp, yalnızca yüce Allah'a yönelmesi sebebiyle Meryem (alcyhisselain)'a "Meryem el-Be-tûl denilmesi de, buradan gelmektedir. Rahibe insanlarla ilişkilerini koparıp, tek başına ibadete yöneldiği için "mütebettir denilmesi de bundan dolayıdır. Şair şöyle demiştir:
"Karanlık gecede karanlığı aydınlatır; sanki o İbadete çekilmiş rahibin gece karanlığında yaktığı bir kandihniş gibi."
Hadiste de "tebeltül" yasaklanmaktadır[40] ki bu da insanlardan ve topluluklardan uzaklaşmak, onlarla ilişkileri kesmek demektir.
Araplara göre bunun asıl anlamının "yalnızlık ve yalnız kalmak" olduğu söylenmiştir. Bu açıklamayı îbn Arafe yapmıştır. Ancak belirttiğimiz gerekçeler dolayısıyla birinci açıklama daha güçlüdür.
Şayet: Burada yüce Allah niçin; dediği halde: dememiştir? diye sorulacak olursa, ona şöyle cevap veriiir: Çünkü; 'ın anlamı, kendi kendisinin ilişkilerini kesen anlamındadır. Bu şekilde gelmesi i.se âyetlerin sonlarındaki fasılalara riâyet etmek içindir. [41]
Daha önce el-Maide Sûresi'nde yüce Allah'ın: "Ey îman edenler! Allah'ın size helâl kıldığı o en temiz ve en güzel şeyleri haram kılmayın" (el-Maide, 5/87) âyetinin tefsirinde (2. başlıkta) herşeyden ilişkisini kopararak ruhbanlık yolunu izleyen kimselerin bu davranışlarının hoş karşılanmadığına dair yelerli açıklamalar geçmiş bulunmaktadır.
(Ancak) İbnu'l-Arabî şöyle demektedir; Günümüzde insanların ahitlerine riâyetleri kalmamış, güvenilirlikleri azalmış, dünya malını haram kaplamış bulunmaktadır. Bundan ötürü insanlardan uzak kalmak, onlarla içice olmaktan, bekâr kalmak evlenmekten daha hayırlıdır. Ancak âyetin anlamı şöyledir: Sen putlardan, heykellerden ve Allah'tan başkasına ibadetten uzak kal! Mücahicl de böyle demiştir, Ona göre buyruğuk: İbadeti Allah'a halis kıl, demektir. Buyruk ile dünya ile ilişkiyi kesmeyi kastetmiş değildir. Buna göre "tebettül" Kıır'ân-ı Kerim'de emredilmiş, sünnette ise nehyedilmiş bir şey olmaktadır. Şu kadar var ki emrin taalluk ettiği husus ile yasağın taalluk ettiği husus birbirinden farklıdır. Bundan dolayı bu ikisi arasında bir çelişki yoktur. Peygamber ancak İnsanlara nelerin indirildiğini açıklamak üzere gönderilmiştir. O halde enırolunan tebettül (ilişkiyi kesmek) Allah'a ibadeti halis kılmak suretiyle yalnızca Allah'a yönelmektir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Halbuki onlar onun dininde ihl&s sahihleri... olarak Allah'a ibadet etmelerinden... başkası ile emrolunmadılar."(el-Beyyine, 98/5) Yasaklanan "tebettül" ise evlenmeyi terketmek, manastırlarda ibadete çekilmek (rahiblik) hususunda hristiyanlann İzledikleri yolu izlemektir. Şu kadar var ki; zamanın fesada ereceği vakitlerde müslüman bir kimse için -dinini fitnelerden korumak üzere- dağların tepelerinde, yağmurun düştükleri yerleri arayıp bularak, arkalarından gideceği bir kaç koyun edinmesi onun için en hayırlı mal olacaktır. [42]
9. Doğunun da, batının da Rabbidir. Ondan başka hiçbir İlah yoktur. O halde yalnız O'nu vekil tut!
10. Onların söylediklerine katlan ve onlardan güzel bir şekilde ayrıl!
11. Yalanlayan o nimet sahihleri ile Beni başbaşa bırak ve onlara azıcık mühlet ver!
"Doğunun da, batının da Rabbidir" buyruğundaki: Rabbi" lafzını Haremeyn ahalisi, İbn Muhaysın, Mücahid, Ebu Amr, İbn Ebi îshak ve Hafs mübtedâ olarak ref ile okumuşlardır. Haberi "ondan başka hiçbir ilah yoktur" buyruğudur.[43]
Burada: O" takdiri ile (böyle) okunduğu da söylenmiştir. (O takdirde mana mealdeki gibi olur.)
Diğerleri ise yüce AUah'ın: "Rabbinln İsmini an" buyruğundaki "Rab" lafzının sıfatı olarak kesreli okumuşlardır.[44]
Onun doğuların ve batıların Rabbi olduğunu bilen bir kimse, ameliyle sadece O'na yönelir ve yalnızca O'ndan ümit eder.
"O halde yalnız O'nu vekil tut!" İşlerini, ihtiyaçlarını yalnız O'nıın görmesini İste! Sana vadettiklerini gerçekleştirecek kefil tut, diye de açıklanmıştır.
"Onların söylediklerine katlan!" Eziyetlerine, hakaretlerine, alay etmelerine... Onların söylediklerinden ötürü tahammülsüzlük gösterme, onları davet etmekten uzak kalma!
"Ve onlardan güzel bir şekilde ayrıl." Onlara taarruz etme, onların mükâfat (veya ceza) görmelerini beklemekle de uğraşma. Çünkü bu, Allah'a davet etmeyi terki getirir. Bu buyruk savaş emri verilmeden önce idi. Daha sonra onlarla savaşması emrolundu ve onlarla savaştı. Kital (savaşı emreden) âyet, kendisinden önce inmiş ve onları terketmeyi emreden buyrukları neshetmiş oldu. Bu açıklamayı Katade ve başkaları yapmıştır. Ebu'd-Derdâ dedi ki; Bizler bazı kimselerin yüzüne gülümsüyor hatta gülüyoruz. Bununla birlikte kalb-lerimiz ise onları terketme ya da onlara lanet okumaktadır,
"Yalanlayan o nimet sahipleri ile beni başbaşa bırak!" Onları cezalandırmak için sen beni seç! Bu buyruk, Kureyş'in ileri gelenleri ve Mekke elebaşılarından alay eden kimseler hakkında inmiştir. Mukatil dedi ki: Bu buyruk, Bedir günü yemek yediren kimseler hakkında inmiştir. Bunlar da on kişi idiler. Daha önce el-Enfâl Sûresi'nde (8/70-71. âyetler, 1, başlıkta) bunlardan sözedilmişti.
Yahya b, Seliâm dedi ki: Bunlar el-Muğîre'nin oğullarıdır. Said b, Cübeyr dedi ki: Bana bunların oniki kişi oldukları haberi geldi.
"O nimet sahipleri" zengin, bolluk içerisinde, dünyada lezzet ve zevk içerisinde olanları demektir.
"Ve onlara azıcık mühlet ver" Onların ecellerinin geleceği süreyi kastetmektedir. Âişe (r.anhâ) dedi ki: Bu âyet-i kerimenin ancak kısa bir zaman geçtikten sonra Bedir vakası gerçekleşmiştir.
"Ve onlara azıcık mühlet ver!" Dünya süresi sona erinceye kadar (onlara mühlet ver), anlamında olduğu da söylenmiştir. [45]
12. Çünkü Bizim yanımızda ağır bukağılar ve yakıcı bir ateş var.
13. Boğazı tıkayıp kalan bir yiyecek ve can yakıcı bir azab da vardır.
14. O günde yer ve dağlar sarsılır. Dağlar da yığılarak akıp dağılan kum gibi olur.
"Çünkü Bizim yanımızda ağır bukağılar ve yakıcı bir ateş var" buyruğunda geçen: Bukağılar, zincirler" demektir. Bu açıklama el-Hasen, Mücahid ve başkalarından nakledilmiştir. Tekili 'dır. Bu da; İnsanı hareket etmekten alıkoyan herbir şeyin adıdır. Ona bu ismin veriliş sebebinin onunla tenkil edilmesi (ibretli bir şekilde cezalandırılması) olduğu da söylenmiştir.
eş-Şa'bî dedi ki: Sizler yüce Allah'ın bu bukağıları cehennemliklerin ayaklarına kaçacaklar korkusuyla vuracağını mı zannediyorsunuz? Allah'a yemin olsun ki hayır. Fakat onlar yukarı doğru yükselmek isteyeceklerinde bu bukağılar onları aşağıya doğru çekecektir.
el-Kelbî buradaki: in: Koyunlara vurulan tasmalar ve zincirler" anlamında olduğunu söylemiştir. Ancak birinci anlamı sözlükte daha çok bilinen bir anlamdır. el-Hansâ'nın şu beyitinde de bu anlamdadır:
"Seni çağırdı da sen de onun bukağılarını parçaladın Fakat o bukağılar senden önce koparılmıyordu."
Bunun, oldukça şiddetli azabın çeşitlerinden olduğu da söylenmiştir. Bu açıklamayı Mukatil yapmıştır. Rivayet edildiğine göre Peygamber (sav) şöy-Je buyurmuştur: Şüphesiz ki Allah nekel üzerine ne-keli sever." Bu kelime "kef" harfi harekeli olarak söylenir. Bu açıklamayı el-Cevherî yapmıştır, (Peygambere): Nekel nedir? diye soruldu, o da şu cevabı verdi: "Denenmiş güçlü bir at üzerindeki denenmiş güçlü bir adamdır. "[46]
Bu açıklamayı el-Maverdî zikretmiştir. (el-Maverdî) dedi ki: İşte güçlü olması dolayısıyla bukağıya "nikl" denilmesi bundandır. (Boyna vurulan zincir olan) "el-ğull" de bu şekildedir. Güçlü ve artan herbir azab da böyledir.
"Cahîm (yakıcı ateş)" ise alevlendirilmiş, kızdırılmış ateş demektir.
"Boğazı tıkayıp kalan bir yiyecek" boğazdan aşağı inmeyen ve orada tıkanıp kalan, inmeyen ve dışarı da çıkmayan yiyecek demek olup, bu da Gıs-lîn, Zakkum ve ed-Darîdir. Bu açıklamayı İbn Abbas yapmıştır. Yine ondan nakledildiğine göre bu, boğaza giren bir dikendir. Ne aşağı iner, ne yukarı çıkar.
ez-Zeccâc dedi ki: Yani onların yiyecekleri üarîclir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Onlar için Darîden başka bir yiyecek yoktur," (el-Gâşiye, 88/6) Bu, avsec'i (Sincan dikenini) andıran bir dikendir. Mücahid: O zakkumdur demiştir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz ki Zakkum ağacı o büyük günahkârın yiyeceğidir." (ed-Duhan, 44/43-44) Anlam birdir.
Humran b. A'yen dedi ki: Peygamber (sav); "Çünkü Bizim yanımızda ağır bukağılar ve yakıcı bir ateş var. Boğazı tıkayıp kalan bir yiyecek" diye okudu ve bayıldı.[47]
Huleyd b. Hassan dedi ki: Hassan bir akşam oruçlu iken bizde kaldı. Ona yiyecek götürdüm. "Çünkü Bizim yanımızda ağır bukağılar ve yakıcı bir ateş var. Boğazı tıkayıp kalan bir yiyecek* âyeti hatırına geldi, yemeğini kaldır, dedi. Ertesi gün oldu, yine ona yiyecek götürdüm, tekrar bu âyeti hatırladı yine: Onu kaldırın dedi. Aynı şey üçüncü defa oldu. Bu sefer onun oğlu, Sabit el-Hünânî, Yezid ed-Dabbî ve Yahya el-Bekkâr'ın yanına gitti, onlara durumu anlattı. Yanına gelerek onunla görüştüler ve ona ısrar edip durdular. Sonunda bir yudum sevik içti.
Boğazda bir şeyin tıkanması" demektir. Bu da boğazda kalan kemik ya da başka bir şey hakkında kullanılır, çoğulu gelir. Fethalı olarak; ise; Ey adanı, senin boğazına bir şey tıkandı, tıkanır" tabirinden bir mastardır. İsm-i faili: ile şeklinde gelir, Onun boğa2inı ben tıkadım" denilir. Ev insanlarla dolup taşmaktadır" demektir.
"O günde yer ve dağlar sarsılır." Yani üzerlerinde bulunanları ile birlikte hareket eder ve çalkalanır.
" O günde" lafzı zarf olarak nasbedilmiştir. Yani yer ve dağların sarsılacağı o günde onlara ağır bukağılar vurulur ve azab edilirler. Nasb ile gelmesinin cer edici âmilin zi kredi Imeyişi dolayısıyla olduğu da söylenmiştir. Bu ceza, yerin ve dağların sarsılacağı bir günde olacaktır, demek olur. Buradaki âmilin: Beni baş baş a bırak" buyruğu olduğu da söylenmiştir. Yani yerin ve dağların sarsılacağı o günde yalanlayıcılarla, Beni haşhaşa bırak!
"Dağlar da yığılarak akıp, dağılan kum gibi olur." O gün böyle olacaklar, demektir. Yığılmış, toplanmış kum" anlamındadır. Hassan şöyle demiştir:
"Yığın kumların olduğu yerde bulunan Zeyneb'in diyarım tanıdım Yeni yaprak üzerindeki yazı hattı gibiydi."
"Ayaklar altında geçip giden" demektir. ed-Dahhak ve el-Kelbî dedi ki: Ayak ile üzerine bastığın takdirde ayağın altından kayıp gider. Altını boşalttığın takdirde de çöküp giden demektir.
İbn Abbas dedi ki: Bu, akan ve dağılan kum anlamındadır. Kelimenin aslı: şeklinde olup "mefCıl" veznindedir. Bu da: Onun üzerine toprağı yıktım, yıkarım, yıkmak" ifadesinden gelmektedir. O bakımdan; ile şeklinde ism-i mefulleri kullanılır. ile "ölçülen" anlamında ile 'ın "borçlu" anlamında "göze gelmiş, nazar değmiş" anlamında kullanılması gibi. Şair de şöyle demiştir:
"Kavmin sem efendi zannediyordu Bense zannederim ki, sen göze gelmiş bir efendisin."
Peygamber (sav)'ın hadisinde de belirtildiğine güre, ashab ona kuraklıktan şikâyet ettiler. O da: Siz ölçerek mi (verip, alıyorsunuz) yoksa dökerek mi" diye sormuş. Onlar: Dökerek demişler. Peygamber: "Buğdayınızı ölçünüz, onda size bereket ihsan olunacaktır" diye buyurdu.[48]
"Unu döktüm" kullanımı ( cİa )'in bir çeşit söylenişidir. Bu şekilde dökülene: ile denilir. "Vav"ın hazfedilip sebebi ise "ye"nin Üzerinde ötrenin ağır gelmesidir. Bundan dolayı hazfedildi; sonradan "vav' ile birlikte sakin kullanıldı. Daha sonra iki sakinin arka arkaya gelmesinden ötürü "vav" hazfedildi.[49]
15. Muhakkak BİZ, Firavun'a bîr peygamber gönderdiğimiz gibi size de üzerinize şahit olarak bir peygamber gönderdik.
16. Ama Firavun o peygambere karşı çıktı. Biz de onu müthiş bir şekilde yakaladık.
17. Eğer siz küfür ve inkâr ederseniz, çocukların saçlarını ağartacak bir günden kendinizi nasıl koruyacaksınız?
18. Gök bile o sebeple yarılmış, O'nun vaadi yerine getirilmiş olacaktır.
19. İşte bu, gerçekten bir öğüttür. Artık kim dilerse Rabbİne doğru yol alır.
"Muhakkak Biz, Flravun'a bir peygamber" ki o da Musa'dır "gönderdiğimiz gibi size de üzerinize şahit olarak bir peygamber gönderdik" buyruğu ile de Peygamber (sav)'ı Kureyş'e gönderdiğini kastetmektedir.
''Ama Firavun, o peygambere karşı çıktı." Onu yalanladı ve iman etmedi. Mukati! dedi kir Musa ve Firavun'u sözkonusıı etmesinin sebebi, Mekke-lilcrin Muhammed (sav)'ı aralarında doğup büyüdüğü için küçümsemeleri ve hafife almaları idi. Tıpkı Firavun'un Musa'yı büyütmesi ve aralarında büyümüş olması dolayısıyla onunla alay etmesi gibi. Nitekim yüce Allah: "Sen çocuk iken yanımızda seni beslemedik mi ?* (eş-tjuarâ, 26/18) diye buyurmaktadır.
el-Mehdevî dedi ki: "er-Rasûl" lafzının başına "elif" ile "lam"ın gelmiş ol-rnası, daha önceden onun sözkonusu edilmiş olmasından dolayıdır. Bundan dolayı mektupların başında (elif-lam'sız olarak) "selamun aleyküm" denilmesi, buna karşılık sonlarında "es-selamu aleyküm" diye kullanılması tercih edilmiştir.
" Müthiş" ağır, çetin, ve şiddetli demektir. Ağır vuruş"; " Şiddetli, çetin azab" demektir. Bu açıklamayı îbn Abbas ve Mücahid yapmıştır. Şiddetli yağmur" tabiri de buradan gelmektedir. Bu açıklamayı da el-Ahfeş yapmıştır, ez-Zeccac: Ağır ve haşin demektir, diye açıklamıştır. Yağmura; denilmesi de buradan gelmektedir. "Helak edici" anlamına geldiği de söylenmiştir. Buyruk: Biz onu ağır bir şekilde cezalandırdık, demektir. Şair de şöyle demiştir:
"Sen kendi çocuklarını kertenkelenin yiyişi gibi yedin; öyle ki, Çok dehşetli acı olan bitkinin acısını duydun."
" Filan kişi bu işin akıbetini beğenmedi" demektir. "Kötü ve rahat içilemeyen su" anlamındadır.
"Ne kendisi boğazdan geçen, ne de rahatlıkla boğazdan geçirilebilen ot ve yiyecek" demektir. Züheyr şöyle demektedir:
"Kendi aralarında maksatlarım gerçekleştirdiler (birbirlerini öldürdüler) Sonra da hiç te iyi olmayan rahatça yenilip, yutulamayan bir mer'aya (develerini götürdüler.)"
el-Hansâ dedi ki;
"Andolsun ki Becîle, Malik'in atlılarıyla karşılaştığı günü Oldukça ağır (yutulması zor) bir şeyler yedi."
Bu kelime aynı zamanda "oldukça büyük asa" anlamına da gelir. Şair şöyle demektedir:
"Sağ elimde eğer onun dizginlerini alırsam Diğer elimde de onun çekineceği büyükçe bir sopa olsa."
"Be" harfi kesreli: de aynı anlamdadır. Odun demeti" demektir. da aynı anlamdadır. Şair Tarafe şöyle demektedir:
"Oldukça büyük bir asayı andıran kocamış bir adamın değerli malı olan..."
"Eğer siz, küfür ve inkâr ederseniz, çocukların saçlarını ağartacak bir günden kendinizi nasıl koruyacaksınız" buyruğu bir azardır. Yani küfür ve inkâr edecek olursanız, azaptan nasıl sakınacaksınız!'
İfadede takdim ve tehir vardır. Küfür ve inkâr ederseniz- gocukların saçlarını ağartacak bir günde nasıl sakınacaksınız?" demektir. Abdullah ve Atiyye'nin kıraati de böyledir.
el-Hasen dedi ki: Siz hangi namazla azaptan korunacaksınız, hangi oruçla azaptan korunacaksınız:-'
buyrukta hazfedilmiş ifadeler de vardır. Siz ... günün azabından nasıl korunacaksınız!'' demektir.
Katade dedi ki: Allah'a yemin ederim ki, Allah'ı inkâr eden bir kimse o gün hiçbir şey i!e kendisini koruyamayaçaktır.
"Bir günden" buyruğu bu kıraate göre "koruyacaksınız" lafzının mefulüdür, zarf değildir. Eğer küfür, İnkâr manasına kabul edilirse, o takdirde "bîr gün" lafzı "İnkâr ederseniz" buyruğunun mefulü olur.
Müfessirlerden biri şöyle demiştir: Yüce Allah'ın Küfür ve inkâr ederseniz" buyruğu üzerinde vakıf, tamam olmaktadır. Bundan sonra: Bir gün" buyruğu ile başlanır. Bu kimse "Bir gün" lafzının: Ağartacak" fiilinin mefulü olduğunu benimsemiş olmaktadır. Fiilin faili ise yüce Allah olur. Sanki şöyle buyurulmuş gibidir: Allah'ın, küçük çocukları yaşlılar gibi saçları ağarmış kılacağı bir günde...
İbnu'l-Enbârî dedi ki: Bu uygun değildir. Çünkü dehşetinin şiddetinden ölürü bu işi gerçekleştirecek olan "o gün"dür.
el-Mehdevî dedi ki: "Ağartacak" lafzındaki zamirin Allah'a ait olması da mümkündür, "gün"e ait olmayı da mümkündür. Eğer (zamir) "gün"e ait okusa (fiil), onun sıfatı olabilir. Ancak zamirin yüce Allah'a ait olması halinde hazfedilmiş bir ifade takdiri olmadıkça Allah'ın sıfatı olamaz. Şöyle denilmiş gibidir: Öyle bir gün ki, Allah u günde çocukların .saçlarını ağartacaktır.
jbnu'l-Enbârî dedi ki: Bazıları da "gün" lafzını "küfür ve inkâr ederseniz" fiili ile mansûb kabul etmektedirler. Ancak bu güzel ulmayan bir şeydir. Çünkü "gün" lafzı "küfür ve inkâr" ile alakalı kabul edilecek olursa, bir sıfata ihtiyacı olur. Yani sizler ... bir günü inkâr eltiniz, demek olur. Eğer bir kimse sıfatın hazan hazfedilip, ondan sonra gelen lafzın nasbedilebileceğini de delil olarak ileri sürecek olursa, biz de ona karşı Alxhıllah (b. Mes'ud)un: "Siz .. bir günden nasıl sakınacaksınız?" şeklindeki kıraatini delil olarak gösteririz.
Derim ki Bu mütevatir bir kıraat değildir. Bu ancak bir tefsir (açıklama) olmak üzere gelmiştir. Eğer küfür "cuhûd; inkâr' anlamında ise, bu durumda "bir gün" lafzı sıfatsız ve sıfatın hazfi sözkonusu olmaksızın sarih bir me-ful olur. Eğer sizler kıyamet ve amellerin karşılıklarının görüleceği günü inkâr ediyor iseniz, Allah'tan nasıl korkacak, O'ndan nasıl çekineceksiniz-1 demektir.
EbuVSemmal Ka'neb de: Benden nasıl sakınacaksınız?" şeklinde izafet olarak "nûn" harfini (mülukellim "ye'sinin hazf edildiğini kabul ederek) kesreli okumuştur.
"Çocuklar" lafzı küçük çocuklar demektir. es-Süddî bunlar zina gocuklarıdır, demiştir. Müşriklerin çocukları olacağı da söylenmiştir. Ancak genel olması daha doğrudur. Yani o günde küçük çocuk yaşı ilerlememiş olduğu halde saçı ağaracaktır. Bu ise: "Ey Adem kalk, cehennem kafilesini çıkart (onu yola koy)!"[50] denileceği vakit olacaktır. Daha önce el-Hac Sûresi'nin baş taraflarında (22/1. âyelin tefsirinde) geçtiği üzere.
el-Kuşeyrî dedi ki: Daha sonra yüce Allah, cennetliklerin durumlarını ve niteliklerini dilediği gibi değiştirecektir.
Bunun kıyamet gününün şiddetini anlatmak için verilmiş bir örnek olduğu ve ifadenin mecazî olduğu da söylenmiştir. Çünkü kıyamet gününde küçük çocuk olmayacaktır. Ama buyruğun anlamı şudur: O günün heybeti öyle dehşetlidir ki, eğer orada küçük çocuk bulunsaydı, o dehşetten saçları ağaracaktı.
Bunun feza' (korku ve dehşet) zamanında ve sûra baygınlık iifürüşü ile üfürülmeden önce olacağı da söylenmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
ez-Zemahşerî dedi ki: Bazı kitablarda gördüğüme göre adamın birisi akşam bir karganın çenesi gibi kömür kadar siyah saçlarla akşama girdi. Sabah olduğunda ise saç ve sakalı bembeyaz olmuştu. Şöyle dedi: Rüyamda bana kıyamet, cennet ve cehennem gösterildi. İnsanların zincirlerle cehenneme doğru götürüldüklerini gördüm. İşte bu, günün dehşetinden gördüğümüz gibi sabahı ettim.
Bununla birlikte bu günün, oldukça uzun olmakla ve uzunluğundan dolayı küçük çocukların yaşlılık ve saçlarının ağaracağı yaşa kadar ulaşacakları bir gün olmakla nitelendirilmesi de mümkündür. "Gök bile o sebeple yarılmış " onun şiddetinden dolayı çatlamış "olacaktır."
"O sebeple" buyruğu "onda" anlamında olup, dehşeti dolayısıyla o günde (böyle olacaktır), demektir. Bu, bu hususta yapılmış en güzeJ açıklamadır. Şöyle de açıklanmıştır: Sema ondan dolayı öyle bir ağırlaşacak ki, semaya göre, azameti ve gerçekleşeceğinden korkması dolayısıyla çatlamasına sebeb olacaktır. Nitekim yüce Ailah şöyle buyurmaktadır: "Göklerde ve yerde ağır basmıştır." (el-A'raf, 7/187)
Buradaki "bu sebeple" buyruğunun onun için yani, o gün için anlamında olduğu da söylenmiştir. Nitekim "Ben bunu senin hatırın için yaptım" denilir. "Be," "lam" ve bu gibi yerlerde anlam itibariyle birbirine yakındır.
Nitekim yüce Allah şöyle buyurmakladır: Kıyamet gününe has adalet terazilerini koyarız." (el-Enbiyâ, 21/47) Burada da buyruk: Kıyamet gününde" demektir.
Buradaki: "o sebeble" buyruğunun "bu emir (bu iş, bu durum) ile" anlamında olduğu da söylenmiştir. Yani sema küçük çocukların saçları ağaracağı için çatlamış, olacaktır, Allah'ın emri ile çatlamış olacaktır, diye de açıklanmıştır.
Ebu Amr b. el-Alâ dedi ki; Yüce Allah'ın burada; diye buyurma-yışı semanın mecazi anlamının tavan olduğundan dolayıdır. Nitekim: Bu evin semasıdır (tavanıdır)" denilir. Şair de şöyle demiştir:
"Eğer sema birtakım kimseleri kendisine doğru yükseltirse Biz de semaya ve bulutlara erişiriz."
Kur'ân-ı Kerim'de de: "Ve gökyüzünü korunmuş bir tavan yaptık" (ci-En-biya, 21/32) diye buyurulmaktadtr.
e!-Ferrâ dedi ki: "Semâ" lafzı hem müzekker, hem müennes olarak kullanılabilir. Ebu Ali dedi ki: Bu da: "Etrafa saçılmış çekirgeler"
ile; Yeşil
ağaçlar" ve; Kökünden kopmuş hurma kütükleri" (el-Kamer, 54/20)
buyrukları kabilindendir.
[51]
Yine Ebu Ali şöyle demiştir: Buyruk, "çatlak sahibi sema" anlamındadır. Tıpkı süt emziren kadına: denilmesi ve bunun; demek olması gibidir. Burada nisbet gibi kullanılmış olmaktadır.
"Onun" kıyamet, hesap ve amellerin karşılığının verileceğine dair "vaadi yerine getirilmiş olacaktır." Bunda hiçbir şüphe yoktur ve asla belirlenen süreden geri kalmayacak, ileri gitmeyecektir. Mukatil dedi ki: O, dinini bütün dinlerin üstüne çıkaracağına dair vaadde bulunmuştur.
"İŞtc bu, gerçekten bir öğüttür." Bununla ya bu sûrenin ya da âyetlerin bir öğüt olduğunu kastetmektedir. Kur'ân âyetleri olduğu da söylenmiştir. Çünkü Kur'ân'ın tümü tek bir sûre gibidir.
"Artık kim dilerse Rabbine doğru yol alır." Yani kim iman eder ve bu şekilde Rabbine yani O'nun rıza ve rahmetine giden yolu edinmek isterse bunu yapsın. Çünkü ona böyle bir imkânı vermiş bulunmaktadır. Zira o kimseye delil ve belgelen açık bir şekilde göstermiştir.
Diğer taraftan bu âyetin kılıç (cihadı emreden âyet ile) nesholduğu söylenmiştir. Yüce Allah'ın: "Kim dilerse ondan öğüt alır" (el-Müddessir, 74/55) buyruğu da böyledir. es-Sa'lebî dedi ki: Fakat daha uygun görülen bunun mensûh olmadığıdır. [52]
20. Şüphe yok kî Rabbin senin ve seninle beraber olanlardan bir kesimin gecenin üçte ikisinden az, yarısı ve üçte biri kadar ayakta durduğunu(zu) bilir. Gece ve gündüzü yalnız Allah takdİr eder. O, sizin bunu sayamayacağınızı bildiği için size doğru yöneldi. Artık Kur'ân'dan kolaydniza) geleni okuyun. Allah sizden hastalananlar olacağını, diğer bir kısmının da Allah'ın lüt-fundan arayarak yeryüzünde yol tepeceklerini, başka bir kısmının da Allah yolunda çarpışacaklarını bilir. O halde ondan kolayınıza geleni okuyun, namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve Allah'a güzel bir surette borç verin. Nefisleriniz İçin önden ne hayır gönderirseniz, onu hem daha hayırlı, hem de ecir bakımından daha büyük olmak üzere Allah'ın yanında bulursunuz. Allah'tan mağfiret de dileyin. Şüphesiz ki Allah çok mağfiret buyurandır, çokça merhamet edendir.
Bu buyruğa dair açıklamalarımızı onüç başlık halinde sunacağız: [53]
"Şüphe yok ki Rabbîn senin... ayakta durduğunu bilir" diye başlayan bu âyet-i kerime, yüce Allah'ın: "Birazı müstesna geceleyin kalk. Yarısı kadar yahut ondan biraz eksilt yahut ona (biraz) ekle!" (2-3. âyetler) buyruklarının -önceden de geçtiği gibi- tefsiridir ve bu âyet-i kerime yine önceden geçtiği üzere, gece namaz kılmanın farz oluşunu neshedkidir.
k Ayakta durduğunu" buyruğu, namaz kıldığını... demektir. (Daha) az" demektir. "Üçte Dd" anlamındaki buyruğu İbn es-Semeykâ, Ebu Hayve ve Şamlılardan Hişam, şeklinde "lam" harfini sakin olarak okumuşlardır. "Yarısı ve üçte biri* anlamındaki buyrukları da genel olarak "üçte ikisi" buyruğuna atf İle; şeklinde kesreli okunmuşlardır ki; anlam şöyle olur: Senin gecenin üçte ikisinden, yarısından, Üçte birinden daha az (namaz kılmak suretiyle) ayakta durduğunu bilir. Bu okuyuşu Ebu Ubeyd ve Ebu Hatim tercih etmiştir. Bu da yüce Allah'ın: "O sizin bunu sayamayacağınızı bildiği için" buyruğuna benzemektedir. Onlar onu sayamadıklarına göre nasıl olur da (tam olarak) yarısını veya üçte birini ayakta {namaz kılarak) geçirebilirle:?
İbn Kesir ve Kûfeliler; şeklinde nasb ile ve: Az" lafzına atf ile okumuşlardır ki, ifadenin takdiri şöyle olur: Gecenin üçte ikisinden azını, yansını ve üçte birini (namaz kılarak) ayakta geçirdiğini (bilir).
el-Ferrâ dedi ki: Daha doğru okuyuşun bu olması daha uygundur. Çünkü önce "üçte ikisinden az" diye buyurdu, sonra bizzat az olan miktarın kendisini sözkonusu etti, Yoksa az olandan daha azını değil.
el-Kuşeyrî dedi ki: Bu okuyuşa göre; onlar üçte bir ve yarısı kadarını isabet ettirmiş oluyorlardı. Çünkü bu kadar namaz kılmak onlara ağır gelmiyordu. Daha fazla kıldıkları da oluyordu. Daha fazla kılındı mı maksat olarak gözetilen miktar da isabet ettirilmiş olurdu. Üçte ikisini namazla geçirmek ise onlara ağır geldiğinden, bu miktarı tutcuramıyorlar; fakat ondan daha aşağı bir süre namaz kılıyorlardı. Gecenin yarısı kadar namaz kılmakla emrolun-muş olmaları ve bundan daha fazla ve daha az kılmak hususunda da kendilerine ruhsat verilmiş olması ihtimaii vardır. Bundan dolayı onlar yaklaşık üçte ikisine ulaşıncaya kadar arttırıyor ya da üçte bire kadar da yandan eksiltebiliyorlardı.
Diğer bir ihtimal de şudur: Onlara gecenin yansı ve üçte birine kadar eksilterek; yarısına da üçte ikiye ulaşıncaya kadar daha fazlası, miktar olarak tesbit edilmişti. Aralarından bunu yerine getiren de vardı ve (erkeden de vardı. Bu hüküm nesholuncaya kadar böylece devam etti.
Bir kesim de şöyle demiştir; Allah onlara dörtte bir kadarını farz kılmış-tı; fakat onlar dörtte birden daha az kılıyorlardı. Ancak böyle bir görüş dayanaksızdır. [54]
"Gece ve gündüzü yalnız Allah takdir eder." Yani gece ve gündüzün miktarlarını gerçek şekliyle O bilir. Sizler ise hatanın sözkonusu olabileceği şekilde araştırmakla ve ietihad ile bunu bilebilirsiniz.
"O, sizin bunu sayamayacağınızı bildiği için ..." Sizlerin bunun hakikatlerini ve gereğini yerine getirmeyi bilemeyececeğinizi bildiği için.., demektir. Sizin geceyi namazla geçiremeyeceğinizi bilmiştir, diye de açıklanmıştır. Ancak birinci görüş daha doğrudur. Çünkü hiçbir zaman gecenin tamamım namazla geğirmek, farz kılınmış değildir.
Mu katil ve başkaları dedi ki: "Birazı müstesna geceleyin kalk. Yarısı kadar yahut ondan biraz eksilt yahut ona ekle" buyruğu nazil olunca bu(nun gereklerini yerine getirmek) onlara ağır geldi. Kişi gecenin yansını, üçte birini ayırdedemiyordu. O bakımdan yanılmak korkusuyla sabaha kadar namaz kılıyordu. Bundan dolayı ayakları şişti ve benizleri soldu. Yüce Allah, unlara merhamet buyurup, yüklerini hafifleterek: "O, sizin bunu sayamayacağınızı bildiği İçin..." diye buyurdu.
"O sizin bunu sayamayacağınızı bildi" buyruğunda ki; ("ûî ) şeddelisinden hafifletilmiş (şeddesiz okunmuşadır. Yani, sizin bunu asla sayamayacağınızı bilmiştir. Çünkü sizler buna bir şeyler ilave edecek olursanız, size ağır gelir ve bu durumda farz olmayan bir şeyle kendinizi yükümlü tutarsınız. Eğer daha az kılacak olursanız bu da size ağır gelir. [55]
"Size doğru yöneldi." Yani sizi affetti. Bu buyruk vermiş olduğu emri aralarından kısmen terkcdenlerin olduğunu göstermekledir.
Şöyle de açıklanmıştır: âciz kaldığınız için gece namazını size farz kılmaktan tevbe elti (döndü), demektir. Çünkü önceden de geçtiği gibi "tev-be"nin asıl anlamı dönmektir. O halde buyruğun anlamı şöyle olur: Yükümlülüğün ağırlığından onu hafifletmeye, zorluktan kolaylığa olmak üzere sizin lehinize döndü.
Onlara araştırmak suretiyle de vakitlere dikkat etmeleri emrolunmuştu. Bu araştırma yükümlülükleri de hafifletildi.
Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: "Gece ve gündüzü yalnız Allah takdir eder." Onları, belirli bir miktarları tesbit edilmiş olarak yaratır. Yüce Allah'ın: "Herşeyi yaratıp, onu inceden inceye takdir ve tayin etmiştir" (eİ Fur-kan, 25/2) buyruğuna benzemektedir.
İbnu'l-Arabî dedi ki: Yaratılmış ile ilgili takdire herhangi bir hüküm taalluk etmez. Ancak yüce Allah, dilediği yükümlülük görevlerini onunla irtibatlandırır. [56]
"Artık Kur'ân'dan kolay(ınıza) geleni okuyun" buyruğu ile ilgili iki görüş vardır. Birincisine göre maksat, bizzat Kur'ân okumanın kendisidir. Yani geceleyin kıldığınız namazlarda size kolay geleni, zor gelmeyeni okuyun. es-Süddî yüz âyel-İ kerime demiştir. el-Hasen: Her kim bir gecede yüz âyet-i kerime okuyacak olursa, Kur'ân onunla tartışmayacaktır. Ka'b da söyle demiştir: Bir gecede yüz âyet-i kerime okuyan bir kimse kanitlerden diye yazılır. Saîd, elli âyet demiştir.
Derim ki: Ka'lVın görüşü daha doğrudur. Çünkü Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Kim on âyet-i kerime okuyarak namaz kılarsa, gafillerden yazılmaz. Kim yüz âyet okuyarak namaz kılarsa, kânitlerden yazılır. Kim bin âyet okuyarak namaz kılarsa, kantarlarla ecir alanlardan yazılır."[57] Hadisi Ebu Da-vud et-Tayâlisî Müsned'inde Abdullah b. Amr'ın rivayet ettiği bîr hadis oU-rak zikretmektedir. Biz bu hadisi kitabın Mukaddimesi'ndtt (Kur'ân'm Faziletlerine Dair Başlıkta) zikretmiş bulunmaktayız.
İkinci görüşe göre; "artık Kur'ân'dan kolayOnıza) geleni okuyun" buyruğu kolayınıza gelecek kadar namaz kılın, demektir. Nitekim namaza da; "Kur'ân" denildiği olur. Yüce Allah'ın: "Sabah Kur'ân'ını da" (el-Lsra, 17/78) buyruğuna benzer ki, bu da sabah namazını da, demektir.
İbnu'l-Arabî dedi ki: Daha sahih olan budur. Çünkü yüce Allah namaza dair haber vermektedir, söylenenler de onunla İlgilidir.
Derim ki: Hitabı lafzın zahirine göre yorumlayarak birinci görüş daha sahihtir. İkinci görüş ise mecazdır. Çünkü bu, bir şeye onun amellerinden bir bölümünün adım vermek kabilindendir. [58]
Kimi ilim adamına göre yüce Allah'ın: "Artık Kur'ân'dan kolaycınıza) geleni okuyun" huyruğu gecenin tamamım, yarıyım, yandan azını ve yarıdan fazlasını namazla geçirme hükmünü neshetmiştir.
Diğer taraftan yüce Allah'ın: "O halde, ondan kolayınıza geleni okuyun"
buyruğunun iki anlama gelme ihtimali vardır. Birincisine göre; bu ikinci bir farzdır, çünkü onunla başka bir farz kaldırılmış bulunmaktadır. Diğer bir görüş de bunun kendisiyle başkası kaldırıldığı gibi, yine kendisinin başkası ile kaldırıldığı neshülmuş bir farz olma ihtimalidir. Çünkü yüce Allah, şöyle buyurmaktadır: "Gecenin bir kısmında da sana has nafile olmak üzere onunla (Kur'ân ile) gece namazı kıl! Umulur ki Rabbin seni öğülmüş bir makama gönderir." (el-İsra, 17/79) Bu durumda yüce Allah'ın: "Gecenin bir kısmında sana has nafile olmak üzere onunla gece namazı kıl" buyruğunun kendisine farz kılınanın dışında, kendisine kolay geleni okuyarak teheccüd kılması ihtimalini de taşımaktadır.
O bakımdan Şafiî şöyle demektedir: Bu durumda yapılması gereken sünnet ile bu iki manadan birisine dair delili araştırıp, bulmaktır. Rasûlullah (sav)'ın sünnetinin, beş vaktin dışında farz bir namazın bulunmadığına delâlet ettiğini gördük. [59]
el-Kuşeyrî Ebu Nasr dedi kî: Meşhur olan, gece namazının nesholuşunun ümmet hakkında olduğudur. Peygamber (sav) hakkında da farz kalmaya devam etmiştir.
Belirli bir miktar ile kılmak neslıolmuştur, fakat aslı itibariyle vacib kalmaya devam etmiştir, diye bir görüş de vardır. Yüce Allah'ın: "Kurbandan kolayına geleni kessin" (el-Bakara, 2/196) buyruğuna benzemektedir. Kurban kesmek kaçınılmaz bir şeydir. İşte burada da mutlaka gece namazı kılmak gereklidir. Fakat bunun ne miktarda olacağı namaz kılanın tercihine bırakılmıştır. Buna binaen kimileri şöyle demiştir: Az da olsa gece namazı kılmak farziyyeti devam etmektedir. Bu, güzel bir görüştür.
Bir başka kesim de şöyle demektedir: Gece namazının farz oluşu tamamıyla riesh olmuştur. Gece namazı asla farz değildir. Şafii'nin kabul ettiği görüş budur. Peygamber (sav) için farz kalmaya devam edenin bu olma ihtimali vardır. O da onun geceleyin namaz kılmasıdır. Miktarını tesbit etmek ise onun tercihine havale edilmiştir.
Gece namazı kılmanın farz olmadığı sabit olduğuna göre yüce Allah'ın:
"O halde ondan kolayınıza geleni okuyun" buyruğu; eğer sizin için bu mümkün olursa Kur'ân okuyun ve isterseniz namaz kılın, demek olur.
Bazıları da Peygamber (sav)'ın hakkında da dahil olmak üzere gece namazının bütünüyle nesh olduğu kanaatini benimsemiştir. Gece namazı ona dahi farz değildi, derler. Yüce Allah'ın: "Sana has nafile olmak üzere" (İsra 17/79) buyrjjğundaki "nafile" lafzı gerçek anlamı ile anlaşılmalıdır.
Belirli bir miktar nesh olmuş, fakat gece namaz kılmanın farziyeü asıl olarak devam ettikten sonra nesholmuştur, diyenlerin görüşüne gelince, bu ikinci ntsh, namaz vakitlerinin açıklanması ile gerçekleşmiş olmaktadır. Yüce Allah'ın: "Güneşin (batıya doğru) kaymasından... kadar namazı dosdoğru kıl" (el-îsra, 17/78) buyruğu ile: "Akşamladığınız zaman ve sabahladığınızda Allah'ı teşbih edin" (er-Rum, 30/17) buyruklarında olduğu gibi. Ayrıca gelen haberlerde beş vakit namazdan fazla kılınanların tatavvu (nafile) olduğu da belirtilmektedir.
Nesh, yüce Allah'ın: "Gecenin bir kısmında da sana has nafile olmak üzere onunla (Kur'ân ile) gece namaz kıl" (el-İsra, 17/79) buyruğu ile gerçekleşmiştir. Burada hitab hem Peygambere hem de ümmetedir. Nitekim yüce AllalVın: "Ey sarınıp, bürünen! Birazı müstesna geceleyin kalk" (1. âyet) buyruğunda hitab, her ne kadar Peygamber (sav)e ise de, namazın farziyeti hem onun için, hem başkası için umumidir.
Yüce Allah'ın gece namazını farz kılışının hicretten sonrasına kadar devam ettiği ve Medine'de nesh olduğu da söylenmiştir. Çünkü yüce Al!ali: "Allah sizden hastalananlar olacağını, diğer bir kısmının da Allah'ın lütfun-dan arayarak yeryüzünde yol tepeceklerini başka bir kısmının da Allah yolunda çarpışacaklarını bilir" diye buyurmaktadır. Cihad ise ancak Medine'de farz kılınmıştır. Buna göre namaz kılınacak vakitlerin açıklanması Mekke'de olmuştur. Gece nanıazs(nm farziyeti) ise yüce Allah'ın: "Geceleyin de sana has bir nafile olmak üzere onunla (Kur'ân ile) namaz kıl" (İsra, 17/79) buyruğu ile nesholmuştur.
İbn Abbas dedi ki: Rasûlullah (sav) Medine'ye gelince; yüce Allah'ın: "Şüphe yok ki Rabbin senin ... ayakta durduğunu bilir" buyruğu gece namazının farziyyetini nes İletmiştir. [60]
"Allah sizden hastalananlar olacağını..." buyru ki arıyla yüce Allah, gece namazı kılma yükümlülüğünü hafifletmesinin gerekçesini açıklamaktadır. Çünkü insanlardan kimi hastadır, geceleyin ona namaz kılmak ağır gelir. Aynı şekilde namaz kılamamaları da onlara ağır gelir. Ticaret maksadıyla yolculuk yapan kimseler geceleyin namaz kılamazlar. Allah yolunda cihad tiden de böyledir. İşte bunlar dolayısıyla yüce Allah hepsinin yükümlülüğünü hafifletmektedir,
"Olacağını" buyruğundaki; şeddelisinden ha fitletil mistir. Durum şu ki Allah ... olacağını bilir" demektir'. [61]
Yüce Allah, bu âyeı-i kerimede mücahidler ile kendisinin çoluk çocuğunun nafakasını başkalarına iyilik ve lüıufta bulunmak için helâl mal kazanmaya çalışanları eşit bir ifadede zikretmektedir. Dolayısıyla bu, mal kazanmanın, cihad seviyesinde olduğuna delildir. Çünkü yüce Allah bunu Aliah yolunda cihad ile birlikte zikretmiş bulunmaktadır. İbrahim'in rivayetine göre, Alkame şöyle demiştir: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "Bir beldeden bir başka beldeye yiyecek bir şey getirip de onu o günün fiyatına satan bir kimsenin Allah katındaki mertebesi mutlaka şehidier mertebesinde olur." Daha sonra Rasûlullah (sav): "... diğer bir kısmının da Allah'ın lütfundan arayarak yeryüzünde yol tepeceklerini, başka bir kısmının da Allah yolunda çarpışacaklarını bilir7* buyruğunu okudu.[62]
İbn Mesud dedi ki: Her kim bir şehirden müslümanların şehirlerinden birisine sabrederek, ecrini Allah'tan umarak bir şeyler getirecek olup da onu o günün fiyatına (orada) satacak olursa, Allah nezdinde şehitler mertebesine yükselir. Daha sunra: "... Diğer bir kısmının da Allah'ın lütfundan arayarak yeryüzünde yol tepeceklerini..." âyetini okudu.
İbn Ömer dedi ki: Allah yolunda ölümden sonra, ölmek istediğim ölümler arasında, yeryüzünde dolaşarak Allah'ın lütfundan aramak üzere bineğimin yükleri arasındaki ölümden daha çok seveceğim bir ölümü Allah yaratmamıştır.
Tavus dedi ki: Dul ve yoksul için çalışan bir kimse, Allah yolunda cihad eden gibidir.
Seleften birisinden nakledildiğine göre, o Vâsıfta bulunuyor iken, Basra'ya gitmek üzere bir gemi buğday yükledi. Oradaki vekiline şunu yazdı; Bu geminin Basra'ya gireceği günü buğdayı sat, sakın ertesi güne bırakma. Geminin geldiği vakit fiyatların düşük olduğu bir zamana denk geldi. Diğer tacirler vekile şöyle dedi: Sen bunu bir hafta erteleyecek olursan, onun iki katı kâr edersin. Gerçekten o da bir hafta erteledi ve bir kaç kat fazlasıyla kâr etti. Durumu arkadaşına yazdı. Bu sefer buğdayın sahibi ona şunu yazdı: Ey adam! Bizler dinimizin esenlikte olması ile birlikle az bir kâra kanaat etmiştik. Sense bize karşı bir cinayet işledin. Bu mektubum sana gelince hemen o nıah al ve Basra fakirlerine onu dağıt. Keşke bu yolla da -lehimde ya da aleyhimde olmaksızın- kârsız ve zararsız olarak ihtikârdan (kara borsacılık yapmaktan) kuriulabilsem.
Rivayet olunduğuna göre Mekkelilerden bir genç mescide devamla gider gelirdi. İbn Ömer onu göremeyince evine kadar gitti. Annesi; O kendisine ait olan bir buğdayı satmakla meşguldür, dedi. İbn Ömer onunla karşılaşınca yna: Oğlum dedi. Senin buğdayla işin ne? Niye deve, niye inek, niye koyun aiıp satmıyorsun? Çünkü buğday ticaretçisi kuraklığı sever. Buna karşılık davar sahibi Mmse yağmur yağmasını sever. [63]
"O halde ondan kolayınıza geleni okuyun" buyruğu mümkün olduğu kadar namaz kılın, demektir. Yüce Allah, kolay gelen kadarıyla gece namazı kılmayı farz kılmıştır. Daha sonra -önceden de geçtiği gibi- lîeş vakit namazı farz kılmakla bunu da neshetmiştir.
İbnu'l-Arabî dedi ki: Bir kesim şöyle demiştir: Gece namazının farziyeti bu âyet-İ kerîme ile iki rekat olarak tesbiı edilmiştir. Bunu Buharı ve başkaları demiştir. Buhar! açtığı bir bahta şu hadisi zikreder: "Şeytan, sizden her-birinizin başının arka tarafına uykuya daldığı vakit üc tane düğüm bağlar. Her-bir düğümü ona ait olan yerde: Önünde uzun bir gece var uyumaya devam et, diye tesbit eder. Kişi uyanıp Allah'ı anacak olursa, düğümlerin biri çözülür. Abdest alırsa, bir diğer düğüm çözülür. Namaz kılarsa, bütün bu düğümler çözülür. Böylelikle hoş, bir gönülle dinç bir şekilde sabahı eder. Aksi takdirde kötü bir ruh haliyle ve tembel olarak sabahı eder."[64]
Semura b. Cündüb'ün Peygamber (sav)'dan rüyaya dair naklettiği hadisini de zikreder. (Peygamber) buyurdu ki: "Başı taşla yanlan kimseye gelince, o kimse Kur'ân'ı öğrenir, ondan sonra onu terkeder ve far2 kılınan namazı kılmadan uyur."[65]
Abdullah b. Mesud'un rivayet ettiği şu hadisi de kaydeder: Peygamber (sav), huzurunda gecenin tamamını uykuyla geçiren birisinden sözedilince şöyle buyurdu: "Bu, şeytanın kulaklarına işediği bir adamdır."[66]
İbnu'l-Arabi dedi ki; İşte bu hadisler mutlak olarak namazın zikredilmesinin farz olan namaza yorumlanmasını gerektirmektedir. Bu durumda mutlak olan -o anlamı da ihtiva etme ihtimalinden dolayı- mukayyede hami edilir. Böylelikle bunların muayyen olarak gece namazı hakkında olduğunu iddia edenlerin iddiası çürümektedir.
Sahih'de -lafız Buhari'nin olmak üzere- Abdullah b. Amr dedi ki: Rasû-ktllah (Sav) bana dedi ki: "Ey Abdullah! Sen filan gibi olma! O önceleri gece namaz kılardı, sonra geceleyin namaz kılmayı terketti."[67] Eğer bu farz olsaydı, elbetteki Peygamber (sav) o kimseyi o hali üzere bırakmazdı, ona dair böyle bir şekilde haber de vermezdi. Aksine onu alabildiğine yererdi.
Yine Sahih'de Abdullah b. Ömer'den şöyle dediği zikredilmektedir: Peygamber (sav)'ın hayatında bir kimse bir rüya gördü mü onu Peygamber (sav)'a anlatırdı. Ben de bekar bir genç idim. Rasûktllah (sav)'ın döneminde mes-cidde uyurdum, Uykuda sanki iki meleğin beni gelip aldığını ve beni cehenneme götürdüklerini gördüm. Kuyu gibi içinin kapatılmış olduğunu gördüm. İki boynuzu olduğunu gördüm. İçinde kendilerini tanıdığım birtakım insanlarla karşılaştım. Bu sefer, cehennem ateşinden Allah'a sığınırım, demeye koyuldum. Sonra bizimle bir başka melek karşılaştı. Bana; Artık senin için korku yok, dedi. Ben bunu (ablam) Hafsa'ya anlattım. Hafsa bunu Rasûlullah (sav)'a anlattı. Peygamber şöyle buyurdu: "Abdullah ne iyi bir adamdır! Keşke gecenin bir bölümünde de namaz kılsaydı!" Bundan sonra gecenin az da olsa bir bölümünde namaz kılmadan uyumazdım.[68]
Eğer gece namaz kılmayı terketmek bir masiyet olsaydı, melek; Senin için korku yoktur, korkma, demezdi. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. [69]
Gece namaz kılmanın farz olmadığı ve yüce Allah'ın; "Artık Kur ân'dan kolayımıza) geleni okuyun" buyruğu ile; "o halde ondan kolayınıza geleni okuyun" buyruklarının zahiri üzere, namazda Kur'ân okumaya yorumlanacağı sabit olmakla birlikte, ilim adamları namazda okunması gereken Kur'ân miktarı hususunda farklı görüşlere sahibtir.
Malik ve Şafii: Bu miktar Fatihatu'l-kitab'tır. Onu okumamak caiz değildir. Onun bir bölümünü okumakla da yetinilemez, elerler.
E bu Hanife ise bu miktarı Kur'ân'ın neresinden olursa olsun bir âyet diye takdir etmiştir. Yine ondan gelen bir rivayete göre bu miktar üç âyettir. Çünkü en az sûredeki âyet sayısı bu kadardır.
Birinci görüşü el-Maverdî, ikincisini de İbnu'l-Arabî zikretmiştir. Fakat sahih olan Malik ve Şafii'nin görüşüdür. Daha önce kitabın baş taraflarında el-Fatiha Sûresi'nde (Fatiha'nın hükümleri bölümleri 21. başlık ve devamında) açıkladığımız gibi.
Bundan maksadın namazın dışında Kur'ân okumak olduğu da söylenmiştir. el-Mave;dî dedi ki: Bu görüşe göre bu emrin mutlak olması vücuba ya-hutu vücub olmaksızın müstehablığa yorumlanır. Çoğunluğun görüşü de budur. Çünkü okuması ona vacîb olursa, o miktarı ezberlemesi de onun için va-cib olur.
İkinci görüşe göre, Kur'ân'ın i'cazını, ondaki tevhidin delillerini, peygamberlerin gönderilişinin delillerini bilmek için Kur'ân okumasının vacib olduğu şeklinde yorumlanır. Fakat Kur'ân'ı okuyup i'cazını ve ondaki tevhid delillerini öğrendiği takdirde ayrıca ezberlemesi gerekmez. Çünkü Kur'ân'ı ezberlemek vacib olmayıp, müstehab olan Allah'a yakınlaştırıcı amellerdendir.
Bu emrin ihtiva ettiği kıraat miktarının ne kadar olduğu hususunda beş görüş vardır:
1. Kur'ân'ın tamamı. Çünkü yüce Allah Kur'ân'ı kullarına kolaylaştırmıştır. Bu görüş ed-Dahhak'ındır.
2. üçte birini. Bunu da Cuveybir nakletmiştik
3. İkiyüz âyettir. Bu görüş es-Süddî'ye aittir.
4. Yüz âyettir. Bu da İbn Abbas'ın görüşüdür.
5. En kısa sûre gibi üç âyettir. Bu da Ebu Halid el-Kinânî'nin görüşüdür. [70]
"Namazı dosdoğru kılın" buyruğu ite kasıt, farz olan beş vakit namazı vaktinde kılmaktır.
"Zekâtı verin." Mallarınızda farz olan zekâtı verin, demektir. Bu açıklamayı İkrime ve Katade yapmıştır. el-Hâris el-Uklî dedi ki: Bundan maksat, fı-tır sadakasıdır. Çünkü malların zekâtı daha sonradan vacib olmuştur. Bunun nafile sadaka olduğu da söylenmiştir. Bütün hayır fiilleri olduğu da söylenmiştir. İbn Abbas: Allah'a itaat ve O'na ihlastır, diye açıklamıştır. [71]
"Ve Allah'a güzel bir surette borç verin" buyı uğundaki "güzel surette borç (karz-ı hasen)" helâl olan maldan ihlasla Allah rızasının maksat olarak gözetildiği borçtur. Daha önce buna dair açıklamalar el-Hadid Sûresi'nde
(57/18. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Zeyd b. Eşlem dedi ki: Karz-ı lıasen aile halkına gerekli infakı (harcamaları) yapmaktır. Ömer b. el-Haltab ise: Karz-ı lıasen Allah yolunda harcamaktır, demiştir. [72]
Onu ... Allah'ın Yanında Bulursunuz.": (Bu buyruk daha ünce) cl-Bakara Sûresi'nde (.2/110. âyetçe geçmişti),
Ömer b. el-Hattab'dan rivayet edildiğine göre o, hurma ile süt karışımı bir içecek hazırlamışken gelen bir yoksula alıp onu verdi. Onlardan birileri: Bu yoksul bunun ne olduğunu ne anlasın, dedi. Ömer: Fakat o yoksulun Rab-bi bunun ne olduğunu bilir, dedi. Bununla yüce Allah'ın: "Nefisleriniz için önden ne hayır gönderirseniz onu hem daha hayırlı... olmak üzere Allah'ın yanında bulursunuz" buyruğunu buna yorumlamış gibidir. Yani sizin terket-tiğiniz, geride bıraktığınız, hem cimrilikten ve bu husustaki kusurlu hareketlerinizden daha hayırlı "hem de ecir bakımından daha büyük bulursunuz.
Ebu Hureyre dedi ki: (Bu ecir) cennettir. Ecir itibariyle daha büyük olma ihtimali de vardır. Çünkü yüce Allah, bir lıaseneye karşı on katıyla mükâfat verecektir.
"Hem daha hayırlı... daha büyük" lafızlarının nasb ile gelmesi "bulursunuz" buyruğunun ikinci mefuİleri oluşlarından dolayıdır. O" Basralılara göre fasıl zamiridir. Kûfelilerin görüşüne göre de imaddır. İ'rabta bunun yeri yoktur.
"Ecir bakımından" lafzı ise temyizdir.
"Allah'tan mağfiret de dileyin.1* Günahlarınızın bağışlanmasını O'ndan isteyin.
"Şüphesiz ki Allah" cevherden önce yapılanları "çok mağfiret buyurandır." Tevbeden sonralarını da size "çokça merhamet edendir."
Bu açıklamayı Said b. Cübeyr yapnııştır.
Müzzemmil Sûresi burada sona ermektedir. Allah'a hamd olsun. [73]
[1] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 18/115
[2] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 18/115
[3] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 18/116
[4] Ey (başkası uırafından) sarılıp sarmalanan kişi demek
olur.
[5] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 18/116-118
[6] Buhâri, I, 69, V, 2291; Müslim, IV, 1874; Müsned, IV,
263
[7] Müslim, III, 14H; İbn Hibbân, Sahih, X, VI, 67
[8] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 18/118
[9] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 18/118-119
[10] Müslim, I, 513; Dârimi, I, 411; Ebû Dâoüd,
II,
<İO
[11] Ebü Dâvûd, II, 32; HAkim, et-Mustedrek, II, 32;
Ifc-ylmki, es-Sunenu'l-Kiibrâ, 11, 32
[12] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 18/119-120
[13] Müslim, I, 522, 523; Tirmizi,
II,
J07; Dârinü, I, 414; Musned,
II,
282.
[14] Merhum miifevsir biraz sonra Nessîî'yi kaynak
göstererek hu hadisi kaydedeceğinden, kaynakları ilgili notta belirtilecektir.
[15] Müslim, 1, 522
[16] Nesâî, es-Sunenu'l-Kübrâ, VI, 124; Nesâî,
Amelu'l-Yevmi ve'l-Leyte, s. 340
[17] İbn Mâee, I, 435; Müsned, 11, 264
[18] Buharı, I, 64, 293; Muvatta, 1, 121; Müslim, 1, 52H.
İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 18/120-122
[19] Taberî, Tefsir, XXIX, 125; rivâyer ile ilgili
miilîlıazahr için hk. İbn Ilacer, Fethu'l-Bâ-ri, IH, 22
[20] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 18/122-124
[21] Kurtuhi merhumun naklettiği bu rivayet hu geleliyle
ınıırseldir. İbn EM Şeyhe, Musan-ne/'VII, 226'ılîi: "... el-Hasen bize
anlam, eledi ki: Peygamber ashabından bir adam.,." diye sahabiye mevkuf
bir rivayet olarak zikrermektedir. İbnut-Mübstrek, Zuhd, .s. 422de de benzer
bir rivâyeı yer almaktadır.
[22] Ebû D&vûd, 11, 73; Tirmizi, V, 177
[23] Neaâî, II. 179; tbn Mâce, I, 430; Müsned, 111, 131,
192, 2H9
İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 18/124-125
[24] Müstedrek, II, 549
[25] Buharı, I, i. III, 1176; Müslim, IV, 1816; Tirmizî, V,
597; Nesâî, II, 146, 147; Muvat-ta, I, 202; Müsned, VI, 15H, 256
[26] Buhârî, I, 4; Tirmizî,
V, 597; Muvatta, I,
J02; Müsned, VI, 1 (.4) Müsned,
V,
266
[27] Müsned, V, 266
[28]Bazı hadislerde, "dile hafif Mizanda ağır
geldiği" helirtiien zikirler için bk. Buhârî, V, 2352, VI, 2459; Müslim,
IV, 2072; TirınUî, V, 512; îbn Mâce, II,
1251; Müsned, II. ^22.
[29] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 18/125-127
[30] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 18/127
[31] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 18/127-128
[32] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 18/128-129
[33] Buhârî, l, 277, 341, III, 1072, IV, lf>79, V, 2290,
234»; Müslim, I, 466, 467; Bbû Dâvûd, II, 68; Nesâl, II, 201; İbn Mâce, I, 394;
Müsned, II, 239, 255, 271, 418, 470. 502, 521.
[34] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 18/29-130
[35] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 18/130-131
[36] Aynı anlamda az lafzı farkla: Buhârl, III, 1191, V,
2162, 2163; Müslim, IV, 1731, 1732, 1733; Tirmizl, IV, 404; Dârimî, II, 407;
îbn Mâce, II, 1149, 1150; Muvatta, II, 945; Müs-ned, II, 21, 85, 134, V, 216,
VI, 50, 90
[37] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 18/131-133
[38] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 18/133
[39] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 18/133-134
[40] Tirmizl, III, Î93; Dâriml, II, 17H; Nesâî, VI, 58, 59;
Îbn Mâce, I, 59i; Müsned, III, 158,
245, V, 17, VI, 125,
157, 252
[41] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 18/134-135
[42] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 18/135
[43] Buna yöre buyruk: 'Doğunun da, batının da Rabbi
kendisinden başka hiçbir ilah olmayandır' elemek olur.
[44] Bu okuyuşa göre de anlam şöyle olur: "Doğunun da,
batının da Rabbi olan (o) Rabbi-nin ismini an!"
[45] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 18/136-137
[46] el-Mâverdî, en-Nuket, VI, 130 Eseri yayına hazırlayan,
hadisin kaynağını teshil edemediğini belirtmektedir.
[47] Tiiberî, Câmiu'l-Beyân, XXIX, 135; lieyhakî,
Şıtabu't-îmaıı, 1, 522, hadisin ımirsel olduğunu belirterek-
[48] Buhârî, II, 74y; İbn Atâce, II. 750, 751; Miisned, IV,
131, V, 4l4
[49] Murada bu fiil ecvef bir fiildir. Ecvef fiilin
orrasınthıki iltet harfinin hazfcdili.ş sebebini etvef fiillerdeki genel
kaideye uygun olarak açıklamaktadır.
İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 18/137-140
[50] Buhari III, 1221, IV, 1767, V, 2392; Müslim, I, 201;
Tirmizî, V, 322, 323; Müsned, III, 32. IV, 432, 435.
[51] Müzekker ve müennes olabildikleri için gerekli
yerlerde mîienneslik alâmeti alnvıınış-Itırdır.
[52] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 18/140-146
[53] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 18/146-147
[54] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 18/147-148
[55] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 18/148
[56] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 18/148-149
[57] Ebu Dâvâd, II, 57.
[58] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 18/149
[59] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 18/150
[60] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 18/150-151
[61] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 18/151-152
[62] Halil Bağdadi Tarilıu Bağdâd, XIII, 472. Ancak
RasCıkıltalı (sav)jn âyeti okuduğundan .s(iz etmeden.
[63] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 18/152-153
[64] Buhâri, I, 3*3, III, 1193; Müslim, [, 53»; Ebâ Dâvûd,
II, il; Nesât, III, 203, İbn Mâce, 1, 421; Muvatta, [, 176; Müsned, II, 243,
253, <İ97, 111, 315 (Câbir -ra- den yakın bir ıi-râyet).
[65] Buhârl, I, 3«4,
VI,
25fi5; Müsned,
V, a
[66] Buharı, I, 3H4,
III,
1193; Müslim, I, 597; Nesâî,
III,
2(M; Müsned, I, 427,
II,
260. 427 (son iki yerde: Ehû Hureyreclen).
[67] Buhârî, I, 3«7; Müslim, II, H14; Nesâî, Jll, 253; îbn
Mâce, I, 422; Müsned, II, 170.
[68] Buharı, [. 378. 3S8, HI,
[69] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 18/153-154
[70] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 18/154-155
[71] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 18/155
[72] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 18/155-156
[73] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 18/156