Modern Parmak İzleri İlmini, Parmak Uçlarına Bağlama Çabası
İnsanlar Bedenleriyle Dirileceklerdir
Kurandaki Sırası : 75
Nüzul Sırası : 31
Ayet Sayısı : 40
İndiği Dönem, : Mekke
Bu
sürede, Kıyametin kopacağı, insanların diriltilip dünyadaki amellerine göre hesaba
çekilecekleri sözkonusu edilmektedir. Allah'a ve
insanlara kars, gorevlenn,
«maledento « Sa havla
dalanlar k,nan,r. Ayetlerin [1]üslubu
gene, alarak, k.namay, mu,deleme-yi, korkutmayı
içermektedir. [2]
Rahman ve Rahim olan
Allah'ın adıyla:
1- Hayır, Kıyamet gününe yemin ederim.
2- Hayır, daima (Kıyamet günü) kendini kınayan
nefse[3] yemin
ederim.
3- İnsan kendisinin kemiklerini bir araya
getirmeyeceğimizi mİ sanıyor?
4- Evet; onun parmak uçlarını[4] dahi
derleyip (yeniden) düzene koymaya güç yetireniz.
5- Ancak insan önündeki (sonsuz geleceğİJni de fücurla sürdürmek ister[5].
6- "Kıyamet günü ne zamanmış" diye
sorar.
Ayetlerde, cevaplarını
da ihtiva eden sorular ve ilahi yeminler bulunmaktadır. Bu ayetler, Kıyamet
gününü ve dirilişi te'kid etmekte; Allah'ın,
kemikleri biraraya getiremeyeceği zannıyla vaadedilen Kıyamet günü hakkında inkarında inat edenlerin
tavrıyla soru soran kafirleri yalanlamaktadır. Allah'ın, insanı küçük kemiklere
ve parmak uçlarının ince ayrıntılarına varıncaya kadar yaratması, bunları
yeniden yaratmaya da kadir olduğunu gösterir. İnkâr ise, kötü sonuçlardan
korkmama, fücur ve günahlara devam etme isteğinden kaynaklanmaktadır.
Kasem etme, Kur'an'da tekrarlanan bir yöntemdir, Tckvir
sûresinde bunun benzeri tekrarlanmıştır. Yeterli derecede yorumunu da orada
yapmıştık.
Bazı müfessirler,
Kıyamet günü ile kınayan nefis arasındaki münasebetin, inkarcı ve günahkarların
göstereceği pişmanlık, kınama ve geçmişe üzülmede görüleceğini belirtirler. Bu
sözde doğruluk payı vardır. Bunu değişik ayetler desteklemektedir. Kıyamci [6]günü
inkarcıların ve mücrimlerin pişmanlık ve geçmişe üzüntüleri En'am
sûresinin 31. ayetinde dile getirilir. "Allah'a kavuşmayı yalan sayanlar,
doğrusu hüsrana uğramışlardır. Oyleki, saat (Kıyamet
günü) apansız onlara geliverince, günahlarım sırtlarına yüklenerek: "Onda
(dünyada) sorumsuzca yaptıklarımızdan dolayı yazıklar bize[7] derler,
iyi bilin ki, o işleyip-yüklendikleri ne kötüdür" Sebc
süresinin 33. ayeli "Zafa
uğratılanlar da büyüklük taslayanlara: "Hayır, siz gece ve gündüz hileli
düzenler (kurup) bizim Allah'ı inkâr etmemizi ve O'na eşler koşmamızı
emrediyordunuz" dediler. Azabı gördüklerinde de. pişmanlıklarını
saklarlar; biz de küfredenlerin boyunlarına halkaları geçirdik. Onlar, yapmakta
olduklarından başkasıyla mı cezalandırılacaklardı?"
Ayetler, insana nisbet edilen genel yalanı hikaye etse de ayetlerin
içeriği, sadece hesap ve diriliş gününü inkâr edenin tavrını anlattığına
delildir. Mü'min'e gelince imanı. fücur yapmayı
engeller, salih amel işlemeye sevkeder.
O, anlatılan kınamanın dışındadır. Sürenin son bölümü de bunu
desteklemektedir.
Açıkça görülmektedir
ki, bu ayetler, kınamayı, yalanlamayı ve bir hakikati tc'kid
et-meyi ihtiva etmekle birlikte, aynı zamanda İtikadi
bir gerçeğe de işaret etmektedir ki, bu da diriliştir.
Ayetlerin
kınamasında, yalanlamasında, pekiştirmesinde, iman hakikati kararlaştırıp
eklemeyi hedefliyor. O da diriliştir. Dinleyenleri, inkâr edenleri vazgeçme ve
geri dönmenin gerekliliğiyle uyarmaya çalışıyor. Çünkü dirilişleri, hesaha çekilmeleri şüphe götürmeyen bir gerçektir.
Allah'ın bu konuda ki va'di gerçektir, O buna
muktedirdir. [8]
Bir makale okumuştum.
Yazan, parmak uçlarının Kur'an'da özellikle
belirtilmesi ile son zamanlarda ortaya çıkan parmak izleri ilmi arasında bir
bağlantı kurmaya çalışıyordu. Bu ilmin insanların karakterini ispattaki
tehlikeye değiniyordu. Böylece Kur'an ayetlerinden,
kelimelerden; evrensel, sanatsal ve ilmi nazariyeler çıkarmaya çalışan bazı
insanların diişüneclerinc uygun bir yöntemle Kur'an'ın mucizeliğinc ve
doğruluğuna delil getiriyordu. İnancımıza göre Kur'an'da
işaret edilen Allah'ın mucizeleri ile ilgili bu yorumları getirmek, ayet ve
kelimelerinin taşıyamayacağı bir anlamı yüklemek, onu gayesi ve mukaddesliği
çerçevesinden dışarı çıkarır, tartışma ve münakaşaya maruz bırakır.
Kur'an
anlayan bir kavme Arapça indirilmişti. Allah peygamberine onu açıklamasını,
şerh etmesini emretmişti. O vakit modern nazariyeler ne keşfedilmiş ne de
biliniyordu. Niyeti ne kadar iyi de olsa, peygamberin Kur'an
ayetlerinin içerdiğinin tümünü bilmediğini, ya da
Allah'ın, kâinat sırlarını bıraktığını. Peygambere gizli kalmış, bilinmeyen,
keşfedilmeyen bir durum olduğunu iddia etmek müslüman
için doğru değildir. Allah'ın melekutunda,
yarattıklarından her büyük, küçük, ince, güzel, kafi ve yaşam dünyasındaki
incelik ve kemal, nefislerde hayret uyandırıyor, dehşet veriyor. Parmak ucu ve
oluşumu, sadece bu büyük okyanustan bir damla konum undadır. Bununla beraber. Rpr-mak izlerinde benzerliğin
olmaması sadece eldeki parmaklarda değil insanların bütün uzuvlarında,
şekillerinde, simalarında bulunmaktadır. Sadece insanlara da Özel değildir.
Bilakis Allah'ın değişik mahlukalıni da
kapsamakladır. Bülün burada olanlar, insan zihninin
parmak izini kayıl etme, şahsiyetine delil olma yolunu bulmasıdır. Bu yayıldı,
çünkü kolaydır. Kur'an'da özellikle parmak uçlarını
zikretmek yeni bir .şey değil ki bundan Özel şeyler çıkarmak gereği doğsun. Kur'an'ın indirilişindc ki
hikmeti gereği, bazı işleri, amelleri, ahlâkları zikrederken diğerlerini
zikretmemeyi, nasihat, hatırlatma, uyarma ve müjdeleme noktasında Özellikle
zikredilen şeyin daima en önemlisi olmadığını belirtmek, Kur'an'ın
Özelliklerinden biridir. Bununla ilgili dikkatleri çektiğimiz örnekler
verilmiştir. [9]
Dördüncü ayetin
zahirinden, insanların uhrevi hayatla bedenleriyle dirilecekleri anlaşılmaktadır.
İnsanların et, kemik, kan ve uzuvlarıyla dirilecekleri belirtilmektedir. Bu. kelam
alimleri arasında tartışmalara sebep olan ihtilaflı meselelerden biridir. Çünkü
1 bedenler, diğer beşeri ve beşeri olmayan bedenlere girip karışabilir. Bu
devamlı bir ş kilde tekrarlanır. Bu görüşlere göre uhrevi diriliş, hesap verme,
nimetlendirme ve az verme olayları ruhanidir. Yani
hak ettiği cezaya, kazandığına göre, bedenlerin örtü olan ruhlara düşmektedir
bu. Başkaları ise; insanlar bedense) olarak diriltileceklerd
derler. Çünkü bu he rhâlükarda
Allah'ın kudreti çerçevesindedir. Kur'an'ın deği.' ayetlerinde devamlı tekrarlanan da budur. Cisimlerin
birbirine karıştığını iddia edenin de şöyle cevap veriyorlar: Bedenlerin
kendilerinin dirilmesi zaruri değildir; çünkü azabı ve nimeti hak etmeyi
kazanan ruhun Örtüşüdür. Allah'ın yeni bedenlerle yaratın; da mümkündür. Çünkü
azabı ve nimeti hak eden ruh ancak bedensel dokunmayla, h sedilebilir.
Bize
görünen o ki, ayetin üslubu inkarcıların sözlerini kaydetme ve onları rcddetı tarzındadır. Onların diliyle ölümden sonra
kemiklerin dağılıp kül olmalarının yenid bir araya
toplanarak diriltilmesini îsra sûresinin 49. ayeti
ile şöyle dile getiriyor. "De ler ki: 'Biz
kemikler haline geldikten, ufalanıp toprak olduktan sonra, sahiden biz yeni
yaratılışla dirileceğiz" Bunu onların asıl inkârlarını belirtmek için
zikreder. O ahiret hayatıdır. Ayet onlara aynı
yöntemle cevap verir. Bunu yaparken onların olm
imkansız diye düşündüklerini Allah'ın yapmaya kadir olduğunu vurgulayarak
yapar, gibi durumlarda onların sözlerini nakleder. Ahiret
hayatı gayp ve imanla ilgili bir me
ledir. Onun hakkında Kur'an'da
zikredilen üslûplar, dünyevi terimler, tartışmada kv
etmek, yakınlaştırmak, anlatmak gayesi ile insanların alıştığı bir durumdur. Bu
ayet benzerleri tartışma ve ihtilaf noktası haline gelmemelidir. Bununla
beraber Kur'an aj leri, bedensel diriliş görüşüne sahip olanları
desteklemektedir. Çünkü ilahi kudre hiçbir acziyet olamaz. Hikmeti insanların bedensel dirilişini
gerektirirse bunun mut kudretin kapsamı dahiline girmesinden şüphe
edilmemelidir. [10]
7- Ama göz
korkudan irkilip açıldığı,'[11]
8- Ay
tutulduğu,
9- Güneş ve
Ay bir araya toplandığı zaman;
10- (Evet) o
gün insan: "Kaçış nereye" der.
11 - Hayır,
sığınacak' [12]herhangi bir yer yok.
12- O gün,
sonunda varılıp karar kılınacak yer yalnızca Rabbinin katıdır.
13 (O zaman)
insanın yapıp öne sürdüğü, (yapmayıp) geri bıraktığı her şey kendisine haber
verilir.
14- Yazık,
İnsan kendi nefisine sığınır'[13].
15- Birtakım mazeretler'[14]
ortaya atsa da.
Göründüğü gibi bu
ayetlerde de aynı üslûp devam etmektedir. Kıyametin olacağını, dinleyenleri
korkutmayı, yalancıları da yalanlamayı hedeflemekledir. Kıyamet gününün
geleceğinden şüphe yoktur. Gözler onun korkusundan dehşetle açılacaktır. Ay
kararacak, güneş ve ay ya çarpışacak, ya da bir araya gelecektir. İnsanlar korku anında alınırken
soracaklar; kaçış İçin bir yol var mı? "Allah'tan başka sığınacak ve
kaçacak yer yoktur" diye cevap verilecektir. İnsanlar dünyada bütün
yaptıklarının hesabını verecek-
tir. Onlar ne
yaptıklarını daha iyi bilmektedirler. Çünkü uzuvları onlar aleyhinde şahitlik
edecektir. "Bugün kendi aleyhine hesap verici olarak yeter[15].
Takdim edecekleri özürler ve deliller onlara fayda vermeyecektir.
Son
iki ayet, ikna edici ve kapsamlı bir şekildedir. Her ikisi de güzel bir telkini
ya da piskolojik ve eğitici
bir yöntemi içermektedir. Özür ve deliller insanlardan hiçbir şe-\j\ HpfpHprnr? PiinViî inçan kendini bilmekte, ve. saiıîd
olmakîndır. [16]
16- (Ey
Muhammed), onu hemen okumak için dilini depretme.
17- Onu
(senin kalbinde) toplamak ve onu (sana) okutmak bize ait (bir iş)tir.
18- Şu halde sana Kur'an-ı
okuduğumuz zaman,[17] onun
okunuşuna uy.
19- Sonra
onu açıklamak da bize düşer.
Ayeüerdeki hitap Peygambere yöneliktir. Kur an'ı okurken bir
ayetten sonra diğer ayeti okumak için acele ederek dilini hareket ettirmemesini
emrediyor. Bilakis ona düşen, vahiy bitinceye kadar ayetleri dinleyerek takip
etmesidir.
Burada Allah'ın onun
anlayışını sabit kılarak, kavrayış ve açıklamasını İlham ederek güven verme
vardır.
Görüldüğü gibi ayetler
ile, Kıyamel gününün gelişini, onu inkâr edenleri
korkutuşu-nu, insanların sonlarını belirtisini
destekleyen ayetler arasında bir itiraz vardır.
Gelen ayetler aynı
üslubun ve konunun devamıdır. Buradan da anlaşılmaktadır ki bu ayetlerin
siyakla ilgisi vardır.
Müfessirler, Peygamber'in
(s) kendisine Kur'an vahy
olduğu zaman daha vahy bitmeden, ayetleri unutmaktan
korkup onu ezberlemek için acele ederek art arda tekrarladığını rivayet
ederler. Ayetler uyarmak, öğretmek ve güven vermek için inmiştir[18].
Rivayet, ayetlerle
uyumludur. Allah daha iyi bilir. Ancak geçen ayetlerin inişi sırasında bu
olayın gerçekleştiğini farzetsek. Allah bu ayetleri
direki vahy ederek, acelenin zaruri olmadığını
açıklıyor. Peygamber katiplerine, konu ile ilgili olmasa da başka ayetleri
yazdırıyordu.
Ayetlerde Kur'an'in indirilişi ve vahyedilişiylc
İlgili güzel bir tablo vardır. Mekke döneminin başlangıcında, ilk defa bu çeşit
bir ayet varid oluyor. "Kur'anü'I
Mecid" adlı kitabımızın sayfalarında uyardığımız
tehlikeli mânâları burada da görmek mümkündür. Kadir .sûresi tefsirinin
akışındaki ayetlerde de zikretmiştik. En şüpheci, en tartışmacı insanlara
dehşet ve şüphe bırakmayacak şekilde zikredilmekledir. Peygamber en güçlü bir
imanla inanmaktadır. Rabbani vahy ona Kur'ani vahy ederken zaafından
kaynaklanan bir durum gibi değil, hayır, onun zâtının dışında ki bir anlamı
ifade etmektedir. Onu ta nefsinin derinliklerinde hissediyordu, kalbiyle
anlıyor, kulağının basirctiylc dinliyordu. Bunun
yanında Peygamber (s) kendisine vahyolunandan bir
mânâ. bir harf, bir kelime, bir ayet kaçırmamaya çok Özen gösteriyordu. Bunun
içinde kendine vahyolunamn hemen tedvin edilmesini
emrediyor; katiblerine yazdırıyordu. Ta ki bu
Allah'ın vahyini okuma ve yazdırma şekline kadar Özel bir eğitim olsun. Çünkü o
vahydir. Bununla beraber Kur'an
vahyi direkt Allah tarafından peygamberin kalbine ilkâ
ediliyordu. Burada Allah'ın Kur'an'ı peygambere
Cibril vasıtasıyla indirdiğini ifade
eden, onun ismini açıkça zikreden başka ayetler bulunuyor. Mescia
Bakara sûresi 97. ayeti ve Şuara sûresinde "RuhuJ-Emin;' olarak tanımlayan 193, ayeti, Ruhul-Kudus ile tanımlayan NahI sûresinin 102. ayeti örnek olarak verilebilir. Bizim
şu an üzerinde durduğumuz ayetlerde Kur'an-i vahy tablolarından bir tablo bulunmaktadır. O da, Allah
tarafından bu vahyin Pcygamber(s)'in kalbine direki ilkâsıdir. İşte bu tablo, Şuara
sûresi 51. ayetinde zikredilen, Allah'ın seçtiği kullarıyia
irtibatından birini içermektedir. "Allah bir insanla (karşılıklı)
konuşmaz. Ancak vahiyle (kulunun kalbine dilediği düşünceyi ilkâ
ederek, yahni perde arkasından konuşur; yahut izniyle dilediğini vahyeâecek bir elçi gönderir. O yücedir, hüküm ve hikmet
sahibidir".
İşte
bütün bunların yanında bazı müfessirler "(Ey Muhammcd).
onu hemen okumak için dilini depretme" ayetinin
açıklamasında, Kur'an'ırı emir ve yasaklarına tabi
olmanın farz olduğunu emrettiğini söylerler. Görünen o ki, Allah'ın vahyini
dinleyerek takip etmesini Pcygambcr(s)'e
emretmektedir. Bütün ayetler ve bu ayetten sonra gelen ayetin içeriği, bunu
destekleyen özel bir çeşit olduğunu vurgulamaktadır. Müfessirlerin sözlerinden
de buna uyanlar vardır. Ama, onlardan bazıları ilk sözü yanlış çıkarmaktalar[19].[20]
20- Hayır hayır, siz
çabuk {geçen şu dünyayı) seviyorsunuz.
21- Ahireti bırakıyorsunuz.
22- O gün
yüzler sevinçten ışıl ışıl pariar[21].
23- Rabbine
bakıp-durur.
24- Yüzler
var ki o gün çok asıktır[22].
25- Kendisine bel kemiklerini kıran (belalın[23])
yapılacağını anlar.
İnsanları, Kıyamet
gününü yalanlamaya sürükleyen sebepleri açıklama yolundadır. Bu sebepler de,
dünya sevgisine dalmaları ve ahireti İhmal
etmeleridir. Korkutma yoluyla ayrıntılı bîr açıklamayı da içermektedir.
İnsanlar ahirette iki gruptur: Rabbine baktığı zaman
rıza ve güven hisseden, yüzleri sevinç dolu bir grup; diğeri belini kıran bir
dehşetli azabı bekleyen yüzü asık bir grup.
Ayetlerde ki hitap,
mutlaklık arzetse de ilk iki ayet, Özellikle dirilişi
ve hesabı inkar edenlere kınama üslubuyla yöneltilmiştir.
Ayetlerin ruhundan,
kınamanın, dünyanın seven, hayırları ve güzellikleriyle zevklenmeyi isteyen
insanlara yönelik olmadığı anlaşılmaktadır.
İşte
Allah'ın insanları yarattığı fıtrat budur. Oysa bu kınama ahireti
düşünmeyen, muhafaza etmeyen, şarta bağlı kalmayan insanların özellikle ona
koşmasına yöneliktir. Oysa onlara düşen Allah'a ve insanlara karşı görevlerini
güzelce eda edip amaca ulaşmaktır. Dünya hayatından meşru olan, israf etmeyen,
Allah'a ve insanlara karşı görevlerini ihlal etmeyen, ahireti
unutmayan ve onun için çalışan kimseler bu kapsamlı kınamanın içerisine
girmiyorlar. Bu değişik üslûp ve münasebetlerde tekrarlanan Kur'ani
prensiblcrinden biridir. [24]
"Rabbine
bakar" ayeti ve benzerleri, kelam alimleri arasında ihtilafa neden olan
dünya ve abirette Allah'ı görüp görmeme meselesini
içermektedir. Onların bazıları bu ve benzeri ayetlere, nebevi hadislere, bazı
sahabenin görüşlerine dayanarak görme imkanın olduğunu söylerler. Başka bir
grup ise başka ayetlere, nebevi hadislere, başka sahabenin görüşlerine
dayanarak bunun imkansız olduğunu söylerler. Bazıları ise dünyada mümkün
olmadığını, ahirette olacağını söylerler. Hatla
bazıları da bir lek ayete dayanarak isbat veya nef'y eder. Onlardan
bazıları A'raf sûresinin 143. ayetini "Musa,
tayin ei-tiğimiz vakitle
bizimle buluşmağa gciip de Rabbi ona konusunca:
"Rabbim bana (görün), sana bakayım!" dedi. (Rabbi) buyurdu ki;
"Sen beni göremezsin; fakat dağa bak, eğer o yerinde durursa, sen de bent
göreceksin!" Rabbi dağa görününce onu darmadağın elti ve Musa da baygın
düştü. Ayılınca; "Sen yücesin, sana levbe ellim,
ben inananların ilkiyim!" dedi. Bazıları "görmeyi "feri teremi:
asla beni göremezsin" cümlesiyle destekleyerek red
etmektedirler. Aynı zamanda muhalifleri şöyle diyorlar: Allah görmeyi olmayacak
bir şeye bağlamıştır. Onlardan bazıları ise "Rabbinc
bakar" ayetinin Rabbani bir va'd olduğunu ve
görmeyi içerdiğini söylerler. Muhalifler ise şöyle cevap verirler: O hayat
kesinlikle görmeyi içermemektedir. Onun anlamı ise Rabblerinin
emir ve sevaplarını beklemektedirler. Onlardan bazısı ise En'am
sûresinin 103. ayetine; "Gözler O'mı görmez, O
gözleri görür; O Latif lir, herşeyi haber
alandır." dayanarak görme imkanın olmadığını vurgulamaktadırlar. Onun
muhalifleri ise şöyle cevaplar: Ayet. görmeyi inkâr etmiyor, Allah'ın künhünü,
ilmini kuşatma imkansızlığını vurguluyor[25].
Durum
ne olursa olsun, gözle görmeye delalet eden kesin bir nas
olmadığı gibi. bu dinde bilinen zaruri inançlardan da değildir. İmam Reşid Rıza'nın dediği gibi risale! ve tcvhidle
birlikte dine davette gerekli bir şey de değildir. Bu ve benzeri meselclerdeki tartışma, ihtilaf ve sözler Allah'ın zâtının
niteliği gibi arkasında koşmanın anlamsız olduğu konularla ilgilidir. Çünkü o,
büyük ilahı hakikatle bağlantılıdır. Onun mahiyetine ve künhünc
girmeden peygamberlerin risal eti fiden, evrenden,
unun varlığına deiaiet etmesi imanı gerekli kılar.
Bunun arkasında başka şeyler aramak insanı olumlu bir sonuca götürmez. Şura
sûresinin 11. ayetinin "O'na benzer hiçbir şev yoktur. O işitendir, görendir"
içeriğinde kesin, muhkem Kur'ani bir kaide olduğu
gözlenmelidir. Allah'ın zâtı ile ilgili kullanılan kavramlar, insanlardan
dinleyenlere kendi uslublan, mefhumları ile
yaklaştırmak ve örnek vermek için kullanılmaktadır. Sonsuza kadar tartışmaların
sebebini araştırmaya girmenin yeri yoktur. Müslümana
düşen bu ve benzeri ayetlerde daha fazla ileri gitmemesidir. Allah hakkında
mekan, sınır, cisim ve onlarla Çelişkiye giren mahiyet ve keyfiyetlerden O'nu
tenzih ederek büyük gerçeği koruyan bir mü'rhin olması
gerekir. İslam'ın ilk döneminde selefi salihin
böyleydi. [26]
26- Hayır hayır, ne
zaman ki can, köprücük kemiklerine'[27] dayanır,
27- Ve (Melekler tarafından sorulur): "Son
müdahaleyi kim yapacak" denir.
28- Ve,
kendisi artık bunun, ayrılık zamanı olduğunu anlar[28].
29- (Ölüm korkusundan) ayaklar da birbirine (ayak
ayağa) dolaştığında.
30- O gün haşr, yalnızca[29]
Rabbinedir.
31- Ne doğruladı, ne de namaz kıldı.
32- Fakat o, yalanladı, yüzçevirdi.
33- Sonra
çalım satarak ailesine gitti
34-Yazık
sana, yazık!
35- Yine
yazık sana yazık!
36- İnsan, başıboş bırakılacağını mı sanır?
37- Kendisi dökülen meniden bir nutfe (sperm) değil miydi?
38- Sonra alaka (rahme asılan embriyo) oldu ö[30]
(Rabbi onu) yarattı, düzenledi.
39- O
(meni)den iki çifti,[31]
erkeği ve dişiyi var eftİ.
40- Şimdi
bun(ları yapan Allah)m[32]
ölüleri diriltmeye [33]gücü
yetmez mi?
Ayetler, önceki
konunun bir devamıdır. Ahiretle korkutma, insanların
sonlarını belirtme, Allah'ın insanları diriltmeye onları hesap ve cezaya sevk
etmeye muktedir okluğunu vurgular. Ayel, insanın
ölüm anında can çekiştiği zamanki durumunu anlatır. Dünyadan ayrıldığına ve
Allah'a sevk edildiğine dair kesin inanç bulunmakladır. Allah'a ibadette
görevlerini yapmayan, inanmayan, davetten büyüklenerek, çalım salarak yüz
çevirenleri korkutma kınama sahnesi vardır. Bunu pekiştirme noktasında inkâr
eden bir soru bulunmaktadır. Allah'ın insanları boşu boşuna yaratmasının,
inkarcıların .sandığı gibi onları hesapsız ve cezasız bırakmasının imkansız oiduğunu belirtmekledir. Allah insanı nutfeden,
sonra alakadan sonra herşeyi (anlamlanmış bir varlık
olarak yarattı. Sonra ondan iki çift, dişi ve erkek meydana getirdi. Bunları
yapmayı takdir edenin elbette ölüleri diriltmesi, amellerine göre hesap
vermeleri için hasretmeye gücünün yelmesi mümkündür.
Ayetler,
Allah'a karşı görevlerini ihmal eden, O'nun davetinden yüz çeviren. Kıyamet
gününü inkâr eden yalancı ve inalçı kimseleri kınar.
Ayetler, dinleyenlerden öncelikle her canlının kaçınılmaz sonunu; yalanlayana,
inal edenlere hatırlatmayı amaçladığı görülür. Ecellerinin sonuna ulaşmadan,
fırsatı kaçırmamaları için bu akibet hakkında onları
düşünmeye çağırmakta, nefislerinde korku uyandırmaktadır. [34]
[1] Bkz. Taberi,
İbn Kesir, Beğavi, Tabresi ve Zemahşeri Tefsirleri.
[2] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/299.
[3] en-Nefsu'I-Levvâme Bu ifadeyle, kaçırdığı bazı fırsatlardan ötürü,
kendisini suçlayıp ayıplayan, ya da elde edemediği herşey için kendisini kınayan insanların psikolojik
durumuna işarci edildiği söylenmiştir. Başka bir
görüşe göre "Nefsu'l-Levvamc",
salih amel için ne kadar gayret etmiş olsa da yine
de hata/kusur korkusuyla kensini/nefsini kınamaya
devanı e-den mümin kişinin nefsidir. Diğer bir görüşe göre ise (bu ifade)
Kıyamet günü hüsrana uğrayan kişinin kaçırdığı fırsatlardan ölürü kendini
kınaması ve pişman olmasına işaret çimektedir*. Bu son mânâ daha doğrudur.
Çünkü daha önceki ayette Kıyametin zikredilmesiylc
uyum içerisindedir.
[4] el-Benan Parmak uçları
demektir, "Biz onun parmak uçlarını bir araya getirmeye muktediriz"
ayetinin en doğru yorumu, bir önceki ayetle Allah'ın, insan kemiklerini bir
araya toplamayacağını (diriltmeyeceğini) iddia c-den inkarcıya cevap olduğudur.
Bunun anlamı şudur: Parmak uçlarını Önce
kemiklerden yaratmayı
takdir eden Yüce Allah insan kemiklerini tekrar bir araya toplayıp (diriltmeye)
kadirdir.
[5] Bkz. Taberi,
İbn Kesir, Beğavi, Tabresi ve Zemahşeri Tefsirleri.
[6] Bkz. Taberi.
İbn Kesir, Beğavi, Tabresi ve Zemahşeri Tefsirleri.
[7] Bkz. Taberi,
İbn Kesir, Beğavi, Tabresi ve Zemahşeri Tefsirleri.
[8] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/301-302.
[9] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/302.
[10] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/302-303.
[11] Berikal-Basar Göz (Korkudan)
kaydı. Veya bu nedenle göz bebekleri genişledi, demektir.
Berikal-Basar Göz (Korkudan) kaydı. Veya bu nedenle göz
bebekleri genişledi, demektir.
[12] Vizr Sığınak veya korunak
demektir.
[13] Beli' l-insânu a/â nefsihî basîrah Denildiğine göre
buradaki iki ayetin anlamı şudur: "İnsan ne kadar inkar edip mazeret
gösterirse göstersin, insanın organları kendi aleyhine tanık olacaktır".
Başka bir görüşe göre bu iki ayet, "ne kadar inkar ve mazeret İçine
girerse girsin insan bizatihi fillerinin mahiyet/sonuçlarını bilmektedir"
anlamındadır. Diğer bir görüşe göre mânâ şudur: "İnsan kendi nefsini daha
iyi bilir. Bu nedenle fiilleri yüzünden onun karşılaştığı sonuç adil bir
karşılıktır. Çünkü bunlar onun kendi seçimiyle işlediği fiillerdir".
Başka bir görüşe göre ise bu iki ayet "Bugün senin nefsin/kendi aleyhine
hesaba çekici olarak yeler!''* anlamındadır. Bütün bu görüşler kabul
edilebilir. İki ayetin maksadı da açıktır.
[14] Meâzîrah Onun mazeret ve
delilleri demektir.
[15] Bkz. Taberi.
İbn Kesir, Begavi, Tabersi ve Zemahşeri Tefsirleri.
[16] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/304-305.
[17] Kur'âneh Burada "O'nun
okunması.. anlamındadır. Çünkü "Kur'an"
kelimesi "ka-ra-e'"
fiilinin masdarlarındandır.
[18] Bkz: Taberi,
İbn Kesir, Beğavi, Tabersi Tefsirleri.
[19] Bkz: Taberi,
Tabrasi ve Neysaburi
tefsirleri. Neysaburi
hatalı görmüştür.
[20] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/.
[21] Nâdırah Sevinçten
parıldayan, demektir.
[22] Bâsirah Zorluk/şiddetten
dolayı asık (yüz), anlamındadır.
[23] Fakirah Bel kemiği/omurgayı
kıran bela. demektir.
[24] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/307.
[25] Bkz: Menar
tefsirinin 9. cildinin ilk baskısında ki bu uzun bölümün 123-129 sn, A'raf 142. ayeti. En'am 103
ayeti, Kıyamet sûrelerine, Taberj, İbn Kesir, Nisaburi, Beğavi. Zemahşeri. Tabresi tefsirlerine. Şeyh-u'l islam İbni Teymiye'nin
Mecmuatu't Tefsir kitabının A'la
sûresinin 1. ile 7. ayetleri.
[26] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/307-308.
[27] ef-Terakiye
"TerkuVetun" kelimesinin çoğuludur. Boğaz
tarafına doğru göğsün en üst kısmı "köprücük kemikleri" demektir.
"Belagat elTerakiye" "Köprücük kemiklerine
ulaştı.." demektir. İnsan ruhu çıkarken köprücük kemiklerine ulaşü demektir. Bu cümle üstü kapalı olarak, ölümü ifade
etmektedir.
[28] Men Râkj "Rak" efsun yapan, anlamındadır. Ayrıca "yükselen,"
anlamına da gelir. Buradaki soru, ölen kişinin kim oîduğu
hakkında meleklere aittir, denilmiştir.
[29] Zaıme Burada kesin bir
şekilde inandı, anlamındadır.
[30] İlteffe's-sâkıı hi's-sâkî Denildiğine göre,
bunun anlamı, dünyanın şiddeti ahiretin şiddetiyle
birbirine karıştı veya dünya bacağı, ahiret
bacağıyla, sarıldı, demektir. Ayrıca bir başka görüşe göre, ölüm sarhoşluğu
içerisinde olan ve bacakları birbirine dolaşan kimsemin durumunu anlatmaktadır.
Bize göre doğru görüş budur.
[31] el-Mesâk Haşr,
dernektir.
[32] Yetemattâ Böbürleniyor,
demektir.
[33] Evlâ leke fa evlâ Yazık sana yazık! anlamında bir
bedduadır.
[34] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/310.