NEBE' SÜRESİ 2

Meal 2

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 2

Meal 6

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 6

Mühim Olan Bazı Noktalar. 7


NEBE' SÜRESİ

 

Meal

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

1- Onlar birbirlerine hangi şeyden soruyorlar?

2- O büyük haberi mi?

3- Ki hakkında ihtilaf etmektedirler.

4- Hayır! Yakında onu bilecekler.

5- Sonra hayır!  Yakında onu bilecekler.

6- Acaba biz yeryüzünü beşik yapmadık mı?

7- Acaba biz dağlan kazıklar yapmadık mı?

8- Sizi çift çift yarattık.

9- Uykunuzu dinlenme yaptık.

10- Geceyi elbise (örtü) kıldık.

11-  Gündüzü çalışma vakti kıldık.

12- Sizin üstünüze sağlam yedi gök bina ettik.

13- Parıldadıkça parıldayan bir kandil  (güneş) kıldık.

14- Sıkışan (bulut) lardan bol bol yağmur yağdırdık.

15- O su ile daneler ve bitkiler çıkaralım diye.

16- Sarmaş dolaş olan bahçeler,

17- Kuşkusuz ki karar günü muayyen bir gündür.

18- O gün Sufa üfürülecek ve siz bölük bölük geleceksiniz.

19- O gün gökyüzü açılarak kapı kapı olur.

20- Dağlar yerinden oynayarak yürür ve bir seraba dönerler.

21/22 — Muhakkak ki cehennem bekleyip duruyor. Azgınla­rın dönüp gidecekleri yerdir orası.

23- Onlar orada yıllar yıh kalıcıdırlar.

24- Orada serinlik ve içecek şey tatmayacaklardır.

25- Yalnız kaynar su ile irin  (içerler).

26- Bu onların yaptıklarına karşılıktır.

27- Çünkü onlar hesaba çekileceklerini beklemiyorlardı.

28- Ayetlerimizi de tamamen yalan sayıyorlardı.

29- Biz ise her şeyi (Levh-il Mahfuz'da) sayıp tesbit etmiştik.                                                                                                                  

30- (Onlara) «Artık azabı tadın. Biz sizin azabınıza ancak    azap katarız» (denilecektir). [1]

                                                             

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri                              

 

(1-30)   «Onlar birbirlerine hangi şeyden soruyorlar?..»  

Bu Ayetlerin Tefsiri

Mekke Dönemi'nde nazil olmuştur. 40 ayettir.

Bu sureye «Amme Suresi», «Amme yetesaelûn Suresi», «Te-saul Suresi» ve «eUMuhasifet Suresi» de denilir. Bu sure ittifakla Mekkî'dir. Ayetleri Mekkelilerin ve Basralıların sayımına göre 41, başka sayımlara göre 40'tır. Kelimeleri 173, harfleri 770'dir.                |

Amme cüzünü meydana getiren kısa surelerin tamamı Mekke Dönemi'nde gelmişlerdir. Ancak El-Beyyine, Ez-Zilzal ve Nasr Su­releri müstesnadır. İşte bu kısa surelerden meydana gelen cüz Mekke Dönemi'ndeki vahyin karakterini taşımaktadır. Birkaç özel­likle diğer kısımlardan ayrılır:      '                                                       

1- Haşr ve son güne çok önem verilmiştir. Bunun kesinlikle vuku bulacağına dair deliller serdedilmiştir. Cahüiyet ve madde- § perestlik hem mabudun birliğini inkâr ve hem de, son günü in­kâr temeline oturmuştur. Mekke'de Rasûl-ü Ekreme «İnsanları Allah'ın dinine çağır» daveti geldiğinde, bu çağrıya mabudun bir­liğine iman edip, şirkin her suretinin atılması ve son güne iman | etmenin esasları üzerine bina ederek başladı.                                       

2- Kur'an'ın doğruluğuna, Allah katından geldiğine, Hz. Mu-hammed'in kendi sözü olmadığına dair önemli uyanlarda bulunul­muştur. Zira Kur'an Hz. Peygamberin mucizesidir, onun peygam­berlik hususunda doğruluğuna delâlet eder. Bunlar Mekkeli cahil­lerin inkâr ettiği başta gelen noktalardan biridir. Onun için davet, Kur'an'ın doğruluğuna, muciz olduğuna şüphe düşüren her nesne­yi bertaraf etmiştir.

3- Beşerî tabiatların bazı yönlerini açığa çıkarmaya önem ve­rir. Cahillerin, Kur'an'a ve Peygamber'in davetine karşı çıkışları ne ileri sürülen delilin kusurlu oluşundan ve ne de hüccetlerin eksik­liğinden kaynaklanıyor, bilakis beşerî tabiatlarından kaynaklanı­yor. Bu inkâr ve karşı çıkış sadece beşerî tabiatların bazı yönleri­ne göredir. Beşerî tabiat yaradılışında birçok kuvvetlerle kuvvet­lendirilmiştir. Onlardan biri Allah'ın hidayetidir. însan hayattaki problemlerini onun vasıtasıyla halleder. Fakat insan bazen bu kuv­vetleri sorumlu olmadığı yerlerde de sarfeder. Bazen asabiyet ve maddi kuvvetlerle tuğyan eder, haddi aşar. İnsanoğlu mahlûkat içinde en güzeli olmak üzere yaratılmıştır. Buna rağmen bazen de bu yaratıkların içinde en düşüğü olacak şekilde yan çizer. Zira onda inhiraf etmek yönü galiptir. Nitekim beşeri tabiatın üze­rinde galip olan meyi, insanlar üzerindeki ilahî lütfü inkâr ve ma­lı sevmekte ileri gitmektir. İnsan malı, ona sahip olmayan kim­selere infak etmekten çekinir.

4- Bu surelerde Cenab-ı Hak, peygamberine küçüklüğünden beri inayet gösterdiğini, onu koruduğunu ilan etmektedir. Cenab-ı Hak onu yetim buldu, barındırdı. Cahili bir toplumda buldu, on­lardan ayırdı ve sıratı müstakime hidayet etti. Onu fakir buldu, ha­yatında ona yardımcı olacak şekilde bolca mal ihsan etti. (Hz. Ha­tice'nin malı kastedilmektedir). O, dolayısıyla hiçbir kimseden di­lenmeye muhtaç bırakılmadı. Nefsinden kin ve nefreti söküp attı.

5- Peygamber yolu üzerinde itirazcılar   olmasına   rağmen, durmadan davetini tekrarladı ve muvaffak olmaya azimle niyetlen­di. Sabırla katlanılan cefanın sonunda Cenab-ı Hak'kın yardımı ilan edildi. Peygamberle beraber bu yardım müminlere de verildi.

6- İmanlarından dolayı müminlere reva görülen eziyetleri açıklamaktadır bu sureler. Ashabı Uhdud'un yahşi uslublarla mü­minlere azap etmelerini şiddetle reddetmektedir. Bu sureler, Al­lah'ın ahirette müminlere en hayırlı mükafatı vereceğini, kâfirlere de* en ağır cezayı tatbik edeceğini, onları cehennem ateşine koya­cağını, orada ne öleceklerini ne de dirileceklerini ortaya koymak­tadır.

Nebe Suresi birinci ayetten 16. ayete kadar Kıyamet Günü'n-deki haşrden bahsetmektedir. Bunu inkâr eden müşrikleri red­detmektedir. Getirilen deliller insanoğlunun etrafındaki varlıklar­dan süzülmüş, istihlas edilmiş delillerdir. İnsanoğlunun, Kıyamet' in mümkinatını kabul noktasına varması için etrafına bakması kâ­fi gelir. Nefsine ve Allah tarafından yaşaması için yaratılan nesne­lere dikkat etmesi kâfi gelir. Süratle şu idraka varır: Yaratıcı için, yer küresini, dağlan, gökleri, yağmuru ve bitkileri yaşatmak ölüyü dirilterek kabrinden kaldırıp haşre göndermek çok kolaydır.

17. ayetten 38. ayete kadar Kıyamet Günü ve alametleri vasıf-Iandınlmaktadır. İnsanların dünya hayatından dolayı hesaba çekil­dikten sonra cennete veya ateşe doğru götürüldüklerini konu edin­mektedir. Aynı zamanda cehennem ve cehenneme girenleri, cen­net ve cennete girenleri de vasıflandırmaktadır.

39 ve 40. ayetler insanları hakka dönüş yapmaya, Allah'a ve Ahiret Günü'ne iman etmeye, Haşr'e ve Son güne iman etmeye da­vet etmektedir.

Rasûl-ü Ekrem ölülerin ahirette haşre gönderileceği ilanım ya­parken Mekke müşrikleri aralarında bu sözün ne derece sıhhatli ve doğru olduğunu müzakere ettiler. Bunun hiçbir zaman mümkün olmadığını savundular. Bunun üzerine Cenab-ı Hak bu ayetleri indirdi. Yani onların bir kısmı diğerinin fikirlerine uygun olma­yan bu korkunç haberi müzakere ediyorlardı. Zira onlar haşre inanmıyorlardı. Onlara göre tek hayat vardır, o da dünya haya, tidir. Onlara göre ahiret ve sevab veya oradaki ceza bahis konusu değildir. Sevab bu dünyanın nimetlerinden istifade etmek, ceza da aynı dünyanın nimetlerinden mahrum kalmaktadır, diyorlardı. On­ların nimetlerden ne dereceye kadar istifade edileceği hakkında bir fikirleri yoktu. Bunun hudutları belli değildi. Fakirlerin hangi noktaya kadar fakir bırakılacaklarını da bilmiyorlardı. Onların inancına göre insanı mal ve servet edinmeye sevkeden şey enani-yettir. Yani bencilliktir, egodur. Mekke müşrikleri ^bu ayetlerin ifa­de buyurduğuna göre cahildiler, maddeperesttiler. Ancak, cahil ve­ya maddeperest bir kimse hasrı ve uluhiyetin birliğini inkâr eder.

Aralarında müzakere ettikleri konu hakkında değişik görüş­ler vardır. Kimi tefsircilere göre aralarında durumunu sordukları şey peygamberdir. Yani peygamber ve onun getirdikleri hakkında hem birbirlerinden hem de başkalarından soruyorlardı: Acaba bu bir sihirbaz mıdır, şair midir, kâhin midir? yoksa bizim mabud-larımız mı buna çarptığı için delirmiştir? Kimine göre burada Kur'an kastedilmektedir. Acaba şiir midir, sihir midir, kehanet midir? Bunu birbirlerinden soruyorlardı. Herkes tabii kendi akıl ve fikrine göre cevap veriyordu. Peygamber ise risaletini yaymaya devam ediyordu. Kimi de bu sorulan şeyin haşr hakkında olduğu­nu söylemektedir. Bunu müzakere ettikleri zaman çok ileri gidi­yorlardı. Bir kısmı hasrı tamamen inkâr ediyorlar, Öldükten sonra artık bizim her şeyimiz sona ermiştir, diyorlardı. Diğerleri de ruh­ların haşre gönderileceğini, fakat cisimlerin gönderilmeyeceğini söylüyorlardı. Çünkü yeryüzü onları yutmuş, toprak haline getir­miştir. Bazen de onlardan biri iman eden bir müslümaııla karşılaşıyor, alay olsun diye kendisinden «Haşr ne zamandır?» diye so­ruyordu. İşte sure bunlar hakkında nazil olmuştur. Allah bu ayet­lerde kudretinin tezahürünü tesbite kâfi gelen ve tüm insanların her on şahit olduklan dokuz emre değinmektedir:

1- Yerin yayılması. İnsanlar ve hayvanlann yaran için beşik

haline getirilmesi.

2- Göklere yükselen dağlan yeryüzünde sabitleştirmesi,

3- İnsanların erkek ve dişi olarak iki çeşit yaradılmış ol­ması,

4 - Uykunun insanlar için gündüzleyin yapmış olduğu hare­ketlerden sonra istirahat olarak kılınması,

5- Gecenin insanlara Örtü kılınması,      

6- Gündüzü hayatın şartlarına uygun olarak yaşama vakti

kılması,

7- Üstümüzde gökleri yüceltmesi, onları çok kuvvetli yap­ması ve ince bir sanatla ibdası,

8- Pınl pırıl parlayan güneşin varlığı,

9- Yağmurun inmesi ve ondan meydana gelen bitkiler.

îşte bunların hepsi hatta her biri kâfi derecede «Bütün bunla* n yapmaya kadir olan Allah haşre de kadirdir» hakikatini ortaya sermektedir.

Abd bin Humeyd, Hasan'dan şöyle rivayet ediyor: Allah Rasûl-ü Peygamber olarak gönderildiği zaman Mekkeliler bu duru­mu aralarında müzakere ediyorlardı. Bunun üzerine bu sure indi.

îbn Merduveyh, İbn Abbas'tan şöyle rivayet ediyor: «Sorulan nokta Kur'an'dır».

Abdurrezzak ve Abd bin Humeyd, Mücahid'den şöyle rivayet ediyorlar: Sorulan nokta Kur'an'dır. «O haber ki onlar hakkında ihtilaf ediyorlar» cümlesinden maksat, kimisinin onu tasdik et­mesi, kimisinin de onu yal an la ması dır.

Abd bin Humeyd ve İbn Cerir, Katade'den şöyle rivayet edi-yorlar: Sorulan nokta öldükten sonraki haşrdır. İnsanlar bu iki kampa aynlmışlardı: Tasedik edenler, yalanlayanlar, ölüme gelin­ce, hepsi onu gözle gördükleri için ikrar ediyorlardı. Fakat ondan sonraki haşr konusunda ihtilafları vardı.

Îbn'ul-Munzir, «Hayır, onların dedikleri gibi değildir, yakında bileceklerdir» ve «Sonra hayır, yakında bileceklerdir» ayeti için tehdidden sonra tehdid diyor.

İbn Cerir, Dahhak'tan şöyle rivayet ediyor: Birincisinde, «Ha. yır, dedikleri yanlıştır. Kâfirler yakında bunu bileceklerdir», ikin­cisinde «Müminler bunu bileceklerdir» demektir.

Abd bin Humeyd ve İbn Cerir, Katade'den şöyle rivayet eder­ler:

«Biz yeri mihad yapmadık mı?» ifadesinden maksat sizin için yaymadık mı demektir. «Dağları kazıklar kılmadık mı?» sözü de kazıklarla sizin yararınız için yer çakılmıştır, durdurulmuştur.

Hakim, İbn Abbas'tan şu hadisi rivayet ettikten sonra, tashih ediyor: «Allah mahlûkatı yaratmak istediğinde rüzgârı gönderdi.

Rüzgâr suyu paramparça etti. Sudan bir kara parçası ortaya çıktı. Bu kara parçası Kabe'nin altındaki yerdir. Sonra yeryüzünü yaydı. Allah'ın istediği tul ve arz noktalarına kadar gitti». Rasûl-ü Ekrem bu esnada ellerini sağa sola açıp «İşte böylece yayıldı» dedi. Ce-nab-ı Hak «Kazıklar olsun diye dağları yarattı». İlk yaratılan dağ Ebu Kubeys'tir.

İbn'ul-Munzir, Hasan'dan şöyle rivayet ediyor: Yeryüzü yara­tıldığı anda Beyt'ul-Makdis'in yanındaydı. Yani sulardan ilk çıkan nokta orasıydı. Bir çamur bırakıldı ve ona, şöyle geç, şöyle geç ve şöyle geç denildi. O bir sahra, yani büyük taş üzerinde oldu. Sah­ra da bir hud (balık) üzerinde oldu. Hud da su üzerinde oldu. İşte yeryüzü sağa sola yayılıp gidecek şekilde oldu. Yani gün geçtikçe, zaman geçtikçe kara parçalarının teker teker denizden çıktığı şek­lindeki bir mânâ muhtemeldir. Melekler: «Ey Rabbimiz, burada kim duracaktır?» dediler. Böylece orada kazık olarak dağlar oluş­tu. Melekler; «Yarab, şu yeryüzünden daha şiddetli bir yaratık meydana getirdin mi?» diye sordular. Cenab-i Hak: «Demir» dedi. Onlar: «Demirden daha şiddetli bir mahlûk var mı?» diye sordu­lar. Cenab-ı Hak: «Ateş» dedi. Soru: «Ateşten daha şiddetlisi?». Cevap: «Su!» Onlar: «Sudan daha şiddetlisi var mıdır?» deyince Allah «Rüzgâr» dedi. «Rüzgârdan daha şiddetlisi var mıdır?» diye sorulunca «Bina» dedi. «Binadan daha şiddetli bir mahlûk yarat­tın mı» diye soruldu. «Adem» dedi.

El-Peryabi ve Abd bin Humeyd, Mücahid'den şöyle rivayet edi­yorlar: «Sizi çiftler olarak yarattık», yani ikişer ikişer yarattık!

«Gündüzü meaş kıldık», Allah'ın fazlını arayıp lütfunu görme­niz için gündüzü geçim vakti kıldık.

«Vehhacen» kelimesi parlar demektir. «EUmu'sırattan mak­sat rüzgârdır, «Seccac» kelimesi oluk halinde akmak demektir.

Abdurrezzak ve Abd bin Humeyd, Katade'den şöyle rivayet ediyorlar: «Vehhac», nurlandıncı demektir. «el-Mu'sirat» ise gök­tür.

Bazı alimlere göre de gök demektir. Yani gökten veya rüzgâr­dan bol miktarda su indirdik! İbn Abbas, el-Mu'sirat kelimesini bulutlar diye tefsir ediyor. «Seccac» bolca dökülen su demektir.

Nafi bin Ezrak, İbn Abbas'taıi şöyle sorar: «Biz mu'sirattan seccac su indirdik» ayetinin mânası nedir? İbn Abbas: «Mu'sirat bulutlar demektir. Onların bir kısmı diğerini sıkıştırır. Su iki bu­lutun arasından çıkar» dedi. Nafi, bunun Arapçada misali olup olmadığını sordu. îbn Abbas «Evet, vardır» dedi.

Nafi, İbn Abbas'tan: «Bana 'seccac' kelimesini söyle» dedi. îbn Abbas: «Seccac, bitkilerin bitmesine sebep olan bol su demek­tir» dedi.

Nafi: «Bu Arapçada var mıdır? Araplar bunu bu mânâyla bi­liyorlar mı?» diye sordu. İbn Abbas; Ebu Züheyr'in bir şiirini de-lil olarak okudu.

îbn Cerir'in îbn Abbas'tan tesbit ettiğine göre «Elfaf<m» ke­limesi derli topludurlar mânâsını ifade eder. Abd bin Humeyd'in Mücahid'den rivayet ettiğine göre ise birbirine sarmaş dolaş olmuş demektir.

Abd bin Humeyd ve îbn Cerir, Katade'den şöyle rivayet edi­yorlar «Mikat olan fasl gününden maksat Allah'ın azamet günü­dür. Evvelin ve ahirin arasında fasl yapılan gündür».

Abd lıin Humeyd ve İbn\ıl-Munzir, Mücahid'den şöyle rivayet ediyorlar: «Efvacen kelimesi zümre zümre, kitle kitle, cemaat ce­maat demektir».

îbn Merduveyh, Bera' bin Azib'ten şöyle rivayet ediyor: Muaz bin Cebel: «Ey Allah'm RasûLÜ! «Sur'a üfürüldüğü gün siz fevc fevc gelirsiniz» ayetinin mânâsı nedir?» diye sorunca, Hz. Peygam­ber: «Ey Muaz! Sen büyük bir mesele sordun» dedikten sonra göz­lerini kapattı ve şöyle dedi: «On sınıf vardır ve müslürnanlar cema­atinden Cenab-ı Hak onları ayırmıştır. Suretlerini değiştirmiştir. Bazıları maymun, bazıları domuzlar suretindedir. Basıları ayakla. rı başlarının tepesinde, yüzleri de ayaklarda sürünürler. Bazıları iki gözden kör, sağa sola yalpaları devam eder. Bazıları sağır ve dlisis bir şey anlamazlar. Bazıları dilleri göğüslerinin üzerine düş­tüğü halde dillerini yalamaktadırlar. Onların ağızlarından tükürük yerine irin akar. Mahşer ehlinin hepsi onlardan tiksinir. Bazıları «elleri ve ayakları kesik» olarak haşre gelirler. Bazıları darağaç-lan üzerinde asılı olarak gelirler. Bazıları murdardan daha pis ko­kar olduğu halde gelirler. Bazıları bedenlerine yapışan ve katran­dan yapılan, baştan tırnağa   kadar kapsayan cüppeler   giydirilir. Maymun suretinde olanlara gelince, onlar insanlar arasında söz gezdirenlerdir. Domuzlar suretinde olanlar ise haram yiyenlerdir. Alt üst olmuşlardan maksat riba yiyenler. Gözleri kör olanlardan maksat ise hükümde zulmeden hakimlerdir. Sağır ve dilsiz olan­lar ile amelleri olmayanlar kastedilmektedir. Dillerini durmadan çiğneyenlerden maksat, alimler ve kadı'lardır. Onların sözleri fiil­lerine uymaz. El ve ayaklan kesik olanlardan maksat komşularına eziyet verenlerdir. Ateşten  yapılmış   darağaçlarına   asılanlardan maksat, insanları devlet başkanlarına, devlet kuvvetlerine jurnal eden kimselerdir. Leşten daha fazla pis koku saçanlardan maksat, şehvetleriyle lezzetleriyle mutemetti olan, Allah'ın ve fakirlerin hakkını malarından çıkarmayan kimselerdir. Katrandan cübbeler giyenlerden maksat, kibir ehlidir.»[2]  

Abd bin Humeyd ve İbn Cüreyc, Hasan'dan şöyle rivayet eder­ler. Cehennemin mirsad olmasının mânâsı, hiç kimse ateşi geçmezden cennete giremez, demektir, îbn Cerir, aynı ayet hakkında «Ateşin üzerinde üç köprü vardır. Ateşi geçmeden hiç kimse cen­nete giremez» diyor. Abdurrezzak ve İbn Cerir, Katade'den şöyle rivayet ediyorlar: Bu ayeti «cennete giden yol ancak cehennemden geçer» şeklinde tefsir etmişlerdir. Zira Cenab-ı Hak Meryem Su-resi'nin 71. ayetinde «Sizden oraya varmayan yoktur» diyor. Yine aynı senedle «Meabdan maksat konaklama, sığınma yeri demek­tir» dediler. Aynı senedle «Ahkab kelimesi ile sonu gelmeyen za~ man kestedilmektedir. Bir hüküm geçtikten sonra ikinci hüküm gelir» denilmiştir. Ravi dedi ki «Bize hükmün ahiret senelerinden 80 sene olduğu söylenildi».

îbn Ebi Hatim, İbn Abbas'tan şöyle rivayet ediyor «Ahkab»t&n maksat senelerdir.

Abd bin Humeyd ve îbn Cerir, Hasan'dan şöyle rivayet ediyor­lar: «Bir tek hukub yetmiş senedir. Bu yetmiş senenin her günü de bir senedir».

Abd bin Humeyd ve İbn Cerir, Rebi'den şöyle rivayet etmiş­lerdir: «Hiçbiriniz ahkabm ne kadar olduğunu bilmez. Ancak tek hukub seksen senedir. Sene de 360 gündür. Bir gün bin sene kadar uzundur. Binaenaleyh tek hukub onsekiz bin senedir».

îbn Cerir, Beşir bin Kâb'dan şöyle rivayet eder: «Kulağıma geldiğine göre hukub üçyüz senedir. Her sene 360 gündür ve her gün de dünya seneleriyle bin senedir».

Hülasa hukubun seksen sene olduğu anlaşılmaktadır. Rivayet­ler de bunu desteklemektedir. Burada ahiret seneleri kastedilmek­tedir. Yani bütün rivayetlerde her günün bin sene olduğu ibaresi geçmektedir. Ancak İbn Merduveyh'in Ubbade bin Samit'ten ri­vayet ettiği bir hadiste hukub'un kırk sene olduğu tesbit edilmektedir. Fakat seksen senedir diyen rivayetler birbirlerini takviye ba­kımından bundan daha kuvvetlidir.

Abd bin Humeyd, Ebu'l-Aliye'den şöyle rivayet ediyor: 24 ve 25. ayetlerin metninde içeceklerden hamim istisna edilmiş, serin­liklerden de gassak. Gassak zemherir demektir.

Îbn'ul-Munzir'in İbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre Hamim yakıcı, sıcak kaynar içimdir. Gassak ise soğuk zemherirdir.

Abdurrezzak ve Îbn'ul-Munzir, Mücahid'den şöyle rivayet edi­yorlar: «Soğukluğundan ötürü gassakı içemez haldedirler».

îbn Merduveyh, Ebu Hureyre'den O da Rasûlullah'tan, 24 ve 25. ayetler hakkında şu rivayeti yapmaktadır: «Onun harareti son noktaya gelmiştir. Gassak da son noktaya kadar soğuktur».

Kişi, Hamim'den doldurulmuş bir bardağı yüzüne yaklaştırdı­ğı zaman yüz etlerinin hepsi düşer, kemikler kalır.

Îbn'ul-Munzir'in Murre'den rivayet ettiğine göre «Berd» uyku­dur. Yani orada uyku tatmazlar. İbn Cerir ve İbn'ul-Munzir'in îbn Abbas'tan rivayet ettiklerine göre, o «Vifakan» kelimesinin «onîann cezalan amellerine uygun geldi» mânâsında olduğunu söylemiştir.

Abd bin Humeyd ve İbn Cerir, Katade'den şöyle rivayet edi­yor: Bu, kavmin kötü amellerine uygun olan bir cezadır.

Onlar hesabı ummazlardı; yani hesaptan korkmazlardı. Veya haşre gitmekten perva etmezlerdi.

Îbn'ul-Munzir, Said bin Cübeyr'den, «onlar hesabı ummazlar* dt» ayeti hakkında şunları söyledi: «Onlar ne sevabı umarlardı nede cezadan korkarlardı». Abd bin Humeyd ve İbn'ul-Munzir, Ab­dullah bin Ömer'den şöyle rivayet ediyorlar: «Cehennem ehli hak­kında inen ayetlerin hiçbirisi 30. ayet kadar kâfirlere şiddetli gel­memiştir». Yani onlar daima azap yönünden artıp gidiyorlar-

Abd bin Humeyd ve İbn Merduveyh, Hasan bin Dinar'dan şöy­le rivayet ettiler: Ben Ebu Burzet'ul-Eşremi'ye Allah'ın Kitabı'nda ehli cehennem için en şiddetli ayetin hangisi olduğunu sordum. O da: «Şimdi tadın, artık size azaptan başka bir şey artırmayacağız» ayetini okudu. Ve dedi ki: Bu saat be saat, gün be gün, sene be sene azabın artışını ifade ediyor. Hatta cehennem ehlinden biri meşrikten çıksa mağribteki insanlar dahi ölür, mağribten çıksa meşrikteki insanlar onun kötü kokusundan ölür.

Ebu Burde der ki: Rasûlullah ile beraber bulunuyordum. Bu ayeti okuduğu zaman şöyle buyurdu: «Rablerine karşı gelen kav-mi, Allah helak etti. Onların üzerine gazap etti. Buna rağmen yine onlar kendilerinden intikam alınıncaya kadar bundan vaz geç-mediler. [3]

 

Meal

 

31- Takva sahipleri için kurtuluş vardır:

32- Bahçeler ve üzümler,

33- Aynı yaşta tomurcuk sindiler,

34- Dolu dolu kadehler,

35- Orada ne boş bir laf işitirler ne de bir yalan.

36- (Ey Basûlüm! Bütün bunlar)   Rabbinin   katından bir mükâfat ve bağış olmak üzere  (verilir).

37 - O göklerin, yerin ve ikisi arasındaki her şeyin Rahman olan Rabbidir. Ona hiçbir sözde bulunamazlar.

38- O gün Ruh (Cebrail) ve melekler saf halinde dururlar. Rahmanın kendisine izin verip te doğruyu söylemiş olandan baş­kaları bir kelime bile söylemeyeceklerdir.

39 - İşte bu o gerçek gündür. Artık dileyen Rabbine bir yol edinir.

40- Çünkü biz sizi muhakkak yakın bir azap ile korkutmu-şuzdur. O gün, kişi ellerinin Heri sürdüğü şeyi görür ve kâfirler «keşke toprak olaydım» der. [4]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(31-40)   «Takva sahipleri için kurtuluş...» Bu Ayetlerin Tefsiri

Abd bin Humeyd ve İbn'ul-Munzir, Mücahid'den, «Takva sa­hipleri için kurtuluş vardır» ayeti hakkında «Onlar ateşten kurtul­mak suretiyle muzaffer oldular» diyor.

Abdurrezzak ve îbn Cerir, Katade'den şöyle rivayet ediyor­lar: «Mefaz» (kurtuluş) ateşten çıkıp cennete gitmekle olur.

Îbn Cerir ve Îbn'ul-Munzir, İbn Abbas'tan şöyle rivayet edi­yorlar: «Mefaz'dan maksat tenezzühgâh, seyrangâh demektir. Ke-vaib'den maksat memeleri gelişenler demektir. Ekvab'dan maksat ise hepsinin aynı yaşta, yaşıt olmaları demektir. Ke'sen Dihak dolu kadeh demektir». Nafi bin Ezrak «Hadaik ve E'nab ne de­mektir, bana söyle» dediğinde, îbn Abbas: «Hadaik bostanlardır» diye cevap vermiştir.

Nafi, «Araplar hadaik'in bostanlar mânasına geldiğini biliyor­lar mı?» diye sorunca îbn Abbas «evet» demiş ve Arap şairlerinden birisinin şiirini okumuştur.

Nafi «Ke'sen dihakan ne demektir?» diye sorunca, İbn Abbas şöyle demiştir: «Ke's, hamr demektir. Dihak da dolu demektir».

Nafi, «Araplar ke'sen dihakamn bu mânâya geldiğini biliyorlar mı?» diye sorunca İbn Abbas, cahiliyet şairlerinden bir şiir okuya­rak «evet» demiştir.

Abd bin Humeyd ve İbn Cerir, Katade'den «Lağv»ın bâtıl, «Kizzâb»ın da günah anlamına geldiğini rivayet etmişlerdir. Yani orada ne bâtıl bir söz vardır, ne de günah.

«Hİsabet» kelimesinden maksat çok demektir. «Hitabvtan maksat kelâmdır.

El Feryabi ve Abd bin Humeyd Mücahid'den 38. ayetin tefsiri konusunda şunu nakletmektedirler: «Cezaen» vergi demektir. «HU soben» de onların yaptıklarının hesabı görülür demektir. Hitab' tan makast ise kelâmdır.

îbn Ebi Hatim ve îbn Merduveyh, îbn Abbas'tan şöyle rivayet ediyorlar: Rasûl-ü Ekrem, «Ruh Allah'ın ordularından bir ordu­dur. Onlar melekler değildir. Başları, elleri ve ayakları vardır» de-     | dikten sonra 38. ayeti okudu ve: «Bunlar ayrı bir ordu, melekler de ayr% bir ordudur» buyurdu.

Abdurrezzak, Abd bin Humeyd ve İbn Cerir, Mücahid'den şöy­le rivayet ediyorlar: «Ruh, insanoğullarımn sureti üzerine yaratıl­mış bir mahlûktur)}.

Abdurrezzak, Abd bin Humeyd ve Ebu Şeyh, Mücahid'den şöy­le rivayet ediyorlar: Ruhun elleri, ayaklan ve başlan vardır, me­lek değildirler.

Abd bin Humeyd ve İbn'ul-Munzir, Ebu Salih'ten şöyle rivayet ediyorlar: «Ruh insanlar gibi bir mahlûkat sınıfıdır; fakat insan İbn'ul-Munzir ve Ebu Şeyh, Şabi'den bu ayet hakkında şunu rivayet ediyorlar: «Onlar Kıyamet Günü'nde alemlerin Rabbinin simatıdırlar. Bir sfrnat ruhtan meydana gelir, bir simat da melek' Zerden».

İbn Ebi Hatim ve Ebu Şeyh, Abdullah bin Bureyde'den şöyle rivayet ediyorlar: «Cinler, insanlar ve melekler ve şeytanlar deni­len mahlûkatın onda birisini teşkil etmezler».

Rasûl-ü Ekrem ruhun ne olduğunu bilmezden önce Allah'ın emanetini teslim etmiştir.

Abd bin Humeyd ve İbn'ul-Munzir, bu ayet hususunda îkrime' den şöyle rivayet ediyorlar: «Ruh, meleklerden çok büyük bir mah­luktur. Her melek beraberinde bir ruh ile gelir-»

îbn Cerir, îbn Abbas'tan şöyle rivayet ediyor: «Ruh melektir. Yaradılış bakımından meleklerin en büyüğüdür.»

îbn Cerir, îbn Mesud'dan şöyle rivayet ediyor: «Ruh, yedinci semadadır. O göklerden, dağlardan meleklerden daha büyüktür. Her gün onikibin teşbih yapar. Allah o teşbihlerin her birisinden bir melek yaratır. O tek başına bir saf teşkil eder ve o saf Kıyamet Günü'nde gelir.»

Müslim, Ebu Davud ve Beyhaki, Aişe validemizden şöyle riva­yet ederler: Rasûl-ü Ekrem rüku ve secdelerinde, «Subbuhun kud-duşun Rabbuna ve Rabbulmelaiketi ve'rruh» duasını okuyordu.

Abd bin Humeyd ve Ebu Şeyh Dahhak'tan yaptığı rivayete gö­re: «Ruh Cebrail'dir».

Beyhaki'nin Esma ve Sıfat adlı eserinde İbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre ruh'tan maksat insanların ruhlarıdır. Sura üfürülüş arasındaki zamanda bir araya gelirler. Henüz ruhlar cesetlere iade edilmemiştir.

Bu rivayetlerin sıhhat dereceleri hakkında herhangi bir görü­şümüz yoktur. Ancak rivayet tefsircilerinin çoğuna baktım, aynı rivayetleri nakletmektedirler. Bu rivayetlerdeki bazı rakamlar çofc hıktan kinaye olabilirler veya bilmediğimiz mânâları taşımakta, darlar. Hakikat Allah katındadır.

«Sevab» kelimesinin «LaüaheiHallah» olduğunu İbn Cerir ve Îbn*ul-Munzir İbn Abbas'tan rivayet ediyorlar.

Îbnul-Munzir ve Ebu Şeyh, îbn Abbas'tan ikinci bir senedle sevaptan maksat «Lailaheillallah» şehadetidir demiştir.

Abdurrezzak ve Abd bin Humeyd'in Kalade'den rivayet ettik­lerine göre «Meab» kelimesinden maksat yoldur. Abd bin Humeyd ve İbn'ul-Munzir'in Hasan'dan rivayet ettiğine göre ayet metnin-deki «ELMer'i» kelimesinden mümin insan kastedilmektedir. îbn' ul-Munzir, Hasan'dan şöyle rivayet eder: Bu ayeti okuduğu zaman «Mer'i'den maksat Allah'ın taaüyle amel eden mümindir» dedi.

Abd bin Humeyd, îbn Cerir, Îbn'ul-Munzir, îbn Ebi Hatim ve Beyhaki, Ebu HÜreyre'den şöyle rivayet ediyorlar: Kıyamet Gü-nü'nde bütün mahlukat haşre gelecektir. Hayvanlar, yürüyenler, kuşlar, her şey. Allah'ın adaleti gereği boynuzsuz hayvanın intika­mı boynuzlu hayvandan alınır. Sonra Allah onlara toprak olun, der. İşte o anda kâfir, «Keşke ben de toprak olsaydım» der.

İbn Humeyd, îbn Şahin, Kbu Zennat'tan rivayet ediyorlar: «İnsanlar arasında hüküm icra edildikten, cennet ehline cennete, cehennem ehline de cehenneme gidin, denildiğinde diğer ümmet­lere (diğer mahlûkata ve cinlerin müminlerine) siz de toprağa dö­nüsün denir ve onlar toprak olurlar. İşte o zaman kâfir, onların toprak olduğunu gördüğünde,    «Keşke ben de toprak olsaydım» der.

Abd bin Humeyd, İkrime'den şöyle rivayet ediyor: Hayvanlar hesaba çekildikleri ve sonra onlar toprak oldukları zaman, kafir, keşke ben de toprak olsaydım, der.

Abd bin Humeyd, Leys bin Ebi Süleym'den şöyle rivayet edi­yor: «Cinler de toprağa dönüşeceklerdir».

İbn Ebi Dünya, Leys bin Ebi Süleym'den şöyle rivayet ediyor: «Cinn'in sevabı ateşten korunmalarıdır. Sonra onlara toprak olun, denilir».

Bu rivayetlerde şayanı dikkat bir nokta vardır. O da cinlerden mümin olanlarının cennete gelmemeleri ve tekrar toprağa dönüş­meleridir. [5]

 

Mühim Olan Bazı Noktalar.

 

Bu sureye «Suretu en-Nebei'-lazim» ismi de veriliyor. (Sabi)

«Kella» kelimesi red içindir. Yani orada tehdid mânâsı var-

dır.

«Mihad» kelimesi kolay olan, hazırlanan bir yatak demektir. Kamus'ta «Mehd» kelimesine çocuk için hazırlanan yer yani beşik mânâsı verilmektedir.

Yeryüzünün beşik kılınması, ya yaradılışta böyledir veya ya­radılıştan sonra böyle olmuştur. Hangi ihtimal olursa olsun, bu ayette yerin kürevî olmasına ters düşecek bir nokta yoktur. Bir hadiste «Sudan daha şiddetlisini yarattın mı?» diyen meleklere Cenab-ı Hak «Havayı yarattım» diyor. Daha önce bu hadisi «Binayı yarattım» demek suretiyle naklettik. Değişik ibareler değişik yer lerde görülmektedir. Onlar «Havadan daha şiddetlisini yarattın mı?» dediklerinde «Ademoğlunu yarattım. Sağ eli sadaka verir, sol elinde onu gizler» şeklinde bir ilave de vardır hadisin sonunda. Bu hadisten anlaşılıyor ki dağlar yeryüzünden sonra halkedilmiş-tir.

«Ezvac» (çiftler) tabirinde yer, suret ve dilde sınıflar olan in­sanlar kastedilmiştir. Veya insanları iki meniden yaratmak kas. tedilmiştir. Yani erkeğin ve dişinin menisinden: «Maddeniz itiba­riyle her birinizi çift kıldık».

«Şubat» tan maksat ölümdür. «Sizin uykunuzu ölüm kıldık» tan maksat ölüm gibi kıldık demektir. Fakat bazı tefsirlerde şu­battan maksadın sükûn ve rahat olduğu söylenmektedir. Yahudi­lerin istirahat gününe sebt denilmiştir; çünkü onlar o günde işini bitirip istirahate çekilirler.

Bazıları, zayıf olmasına rağmen, şöyle diyor: Cumartesiye sebt denilmiştir. Çünkü Cenab-ı Hak gökler ve yerin yaradılışına pazar günü başlamış, altı günde onu yaratmış. Çalışması yedinci günde bittiği için ona sebt denilmiştir. Fakat Cenab-ı Hak'kın istirahate ihtiyacı olmadığı için bu rivayet zayıf görülmüştür.

«Gündüzü meaş kıldık» cümlesindeki «meaş» kelimesi masta­rı mimidir; yaşam mânâsına gelir. Canlılara mahsus olan bir ha­yat. Bu kelime ismi zaman da olabilir. Yani sizin gününüzü mai­şet vakti kıldık. Yani ölümün kardeşi olan uykudan uyanıp çalış­tığınız bir hayat kıldık!

«Pırıl pırıl parlayan Zamba»dan maksat güneştir. Meşhur riva­yete göre güneş dördüncü semadadır. Bu hususta sadece El-Bahr tefsirinde Abdullah bin Amr bin As'tan şu rivayet gelmiştir: «Güneş dördüncü semadadır. Sırtı bize dönüktür. Onun alevleri harıl harıl yanmaktadır».

Selefe göre su ile bitkiler yerden çıkar. Eş'arilere göre su ile değil de suyun olduğu zamanda Cenab-ı Hak bitirir. Yani suyun burada direkt bir dahli yoktur.

Sur'a üfürüldüğü giin'den maksat ikinci üfürülüştür ve bu fasl günü demektir. Yücelmekten maksat diriltmek, haşrlerden kal­dırmaktır.

Göklerin açılmasından maksat yarılmaları, parçalanmaları­dır.

«Kapılar oldular», yani kapılar gibi büyük yarıklar meydana geldi. Zira Kur'an'ın diğer ayetlerinde göğün yarıldığını, parçalan­dığını Cenab-ı Hak ferman etmektedir. Kur'an her şeyden Önce birbirini tefsir eden  ayetlerden meydana gelmiştir.

Gökler meleklerin inişine kapılar olurlar. Çünkü melekler bi­rinci üfürülüşte ölmüşlerdir. Birinci ve ikinci üfürülüş arasında diriltilmişlerdir ve hepsi göklerden iner, yeryüzünün etrafını sarar­lar ve insanları mahşere sevkederler.

Göklerin açılmasından maksat, kâinat nizamının bozulmasıdır. İnsanları üstünde taşıyan arz, insanlara gölgelik yapan sema ar­tık yoktur. Gökler ruhlara nisbeten kapıları açık olur. Hatta kapı­lar haline gelir, orada ne yükseklik ne de alçaklık bahis konusu değildir. Yarın diledikleri noktaya doğru seyretmelerinde herhan­gi bir mani yoktur. Zira ahiret âlemi dünya âleminden daha baş­kadır. Onun hakkında varid olan haberlere iman ediyoruz. Muhal olmadıktan sonra hakikatlerini araştırmakla da mükellef değiliz.

Hiç şüphe yoktur ki göklerin bize mani olması ancak dünya haya­tındaki cisimlerimizin tabiatından ileri geliyor. Ahiret hayatına ge­lince, o başka tarzda olur. Öyle ise gök bize nisebeten kapılar olur. Hangisinden istersek Allah'ın izniyle oradan gireriz. Yani yıldızlar nizamına sarsıntı giriyor, aralarındaki temastın, birbirini, cezbe-dici, iteleyici kuvvet oratadan kalkıyor. Gökte ancak yollar ve ka­pılar olabilir. Hiçbir şey diğer bir şeyle karşılaşmaz. Bu süfli kâi­natın harab olması, umumî kâinatın da harap olması demektir.

«Dağların yürütülmesi», yeryüzünün o günkü dalgalanmasına bir temsildir. O gün dağlar bilinen sebatkârlıklannda değildirler. Belki onların sebatkârlığı tamamen kaldırılmış, saraya tutulmuş bir hâle gelmişlerdir. Uzaktan böyle görünürler. Onlara el vurulsa elinize bir şey gelmez. Çünkü onun parçalan mahvolmuş, cevher­leri havaya karışmıştır.

«Ahkab» kelimesi «Hukub» kelimesinin çoğuludur. Kaç sene­den ibaret olduğunu daha Önce zikrettik. Fakat burada uzun müd­detle kastedilmektedir. Zira bu lâfız, ancak peşpeşe gelen zaman­lar kastedilirse kullanılır. Onlar nihayetsiz noktaya kadar uzanır, zamanla orada duracaklardır.

«Yafan azap»t&n maksat ahiret azabıdır. Bu azabın yakın ol­ması şu kaideden ileri gelir: Pevtolunan amma da uzaktır, gelecek olan amma da yakındır. Veya Allah'a nisebeten yakındır. Zira Al. lah için zaman bahis konusu değildir. Katade «Günahın cezasıdır bu. Çünkü bu ceza iki azabın en yakınıdır» diyor. Mukatil «Kureyş-lilerin Bedir Günü'nde Öldürülmeleridir» demiş ise de «Kişi elle­rinin takdim ettiğine baktığı gün» cümlesi bunu reddetmektedir. Kâfirin «Keşke ben toprak olaydım» sözü. dünyada iken toprak olaydım, halkedilmeseydim, mükellef küınmasaydım veya bugün­de (ahiret gününde, haşr gününde) toprak olaydım, haşre gönde-rilmeseydim mânâlarını taşımaktadır.

îbn Abbas, Katade ve Hasan «Meri'den maksat mümin kişi­dir» demişlerdir. Fahreddin Razı «EUKâfir tabiri de buna delâlet eder. Çünkü son cümle kâfirin halini beyan etmek olduğu gibi da­ha Önceki cümle de müminin halini beyan eder» diyor. Fakat bu İstidlalde zafiyet vardır. [6]

NEBE' SURESİNİN SONU

 

 



[1] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/429-430.

[2] Suyuti, ed-Durr'uI-Mensur, cilt: 8, sh: 91, vd.

[3] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/430-441.

[4] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/442.

[5] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/443-447.

[6] Alusî, Ruh'ul-Meant, cilt: 30, sh: 22

Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/447-451.