Rahman ve Rahim olan
Allah'ın adıyla
1- Onlar birbirlerine hangi şeyden soruyorlar?
2- O büyük haberi mi?
3- Ki hakkında ihtilaf etmektedirler.
4- Hayır! Yakında onu bilecekler.
5- Sonra hayır! Yakında onu bilecekler.
6- Acaba biz yeryüzünü beşik yapmadık mı?
7- Acaba biz dağlan kazıklar yapmadık mı?
8- Sizi çift çift yarattık.
9- Uykunuzu dinlenme yaptık.
10- Geceyi elbise (örtü) kıldık.
11- Gündüzü çalışma vakti kıldık.
12- Sizin üstünüze sağlam yedi gök bina ettik.
13- Parıldadıkça parıldayan bir kandil (güneş) kıldık.
14- Sıkışan (bulut) lardan bol bol yağmur yağdırdık.
15- O su ile daneler ve bitkiler çıkaralım diye.
16- Sarmaş dolaş olan bahçeler,
17- Kuşkusuz ki karar günü muayyen bir gündür.
18- O gün Sufa üfürülecek ve siz bölük bölük geleceksiniz.
19- O gün gökyüzü açılarak kapı kapı olur.
20- Dağlar
yerinden oynayarak yürür ve bir seraba dönerler.
21/22 — Muhakkak ki cehennem bekleyip duruyor. Azgınların dönüp gidecekleri yerdir orası.
23- Onlar orada yıllar yıh kalıcıdırlar.
24- Orada serinlik ve içecek şey tatmayacaklardır.
25- Yalnız kaynar su ile irin (içerler).
26- Bu onların yaptıklarına karşılıktır.
27- Çünkü onlar hesaba çekileceklerini beklemiyorlardı.
28- Ayetlerimizi de tamamen yalan sayıyorlardı.
29- Biz ise her şeyi (Levh-il Mahfuz'da) sayıp tesbit etmiştik.
30- (Onlara) «Artık azabı tadın. Biz sizin azabınıza ancak azap katarız» (denilecektir). [1]
(1-30) «Onlar birbirlerine hangi şeyden soruyorlar?..»
Bu Ayetlerin Tefsiri
Mekke Dönemi'nde nazil olmuştur. 40 ayettir.
Bu sureye «Amme Suresi», «Amme yetesaelûn Suresi», «Te-saul Suresi» ve «eUMuhasifet Suresi» de denilir. Bu sure ittifakla Mekkî'dir. Ayetleri Mekkelilerin ve Basralıların sayımına göre 41, başka sayımlara göre 40'tır. Kelimeleri 173, harfleri 770'dir. |
Amme cüzünü meydana getiren kısa surelerin tamamı Mekke Dönemi'nde gelmişlerdir. Ancak El-Beyyine, Ez-Zilzal ve Nasr Sureleri müstesnadır. İşte bu kısa surelerden meydana gelen cüz Mekke Dönemi'ndeki vahyin karakterini taşımaktadır. Birkaç özellikle diğer kısımlardan ayrılır: '
1- Haşr ve son güne çok önem verilmiştir. Bunun kesinlikle vuku bulacağına dair deliller serdedilmiştir. Cahüiyet ve madde- § perestlik hem mabudun birliğini inkâr ve hem de, son günü inkâr temeline oturmuştur. Mekke'de Rasûl-ü Ekreme «İnsanları Allah'ın dinine çağır» daveti geldiğinde, bu çağrıya mabudun birliğine iman edip, şirkin her suretinin atılması ve son güne iman | etmenin esasları üzerine bina ederek başladı.
2- Kur'an'ın doğruluğuna, Allah katından geldiğine, Hz. Mu-hammed'in kendi sözü olmadığına dair önemli uyanlarda bulunulmuştur. Zira Kur'an Hz. Peygamberin mucizesidir, onun peygamberlik hususunda doğruluğuna delâlet eder. Bunlar Mekkeli cahillerin inkâr ettiği başta gelen noktalardan biridir. Onun için davet, Kur'an'ın doğruluğuna, muciz olduğuna şüphe düşüren her nesneyi bertaraf etmiştir.
3- Beşerî tabiatların bazı yönlerini açığa çıkarmaya önem verir. Cahillerin, Kur'an'a ve Peygamber'in davetine karşı çıkışları ne ileri sürülen delilin kusurlu oluşundan ve ne de hüccetlerin eksikliğinden kaynaklanıyor, bilakis beşerî tabiatlarından kaynaklanıyor. Bu inkâr ve karşı çıkış sadece beşerî tabiatların bazı yönlerine göredir. Beşerî tabiat yaradılışında birçok kuvvetlerle kuvvetlendirilmiştir. Onlardan biri Allah'ın hidayetidir. însan hayattaki problemlerini onun vasıtasıyla halleder. Fakat insan bazen bu kuvvetleri sorumlu olmadığı yerlerde de sarfeder. Bazen asabiyet ve maddi kuvvetlerle tuğyan eder, haddi aşar. İnsanoğlu mahlûkat içinde en güzeli olmak üzere yaratılmıştır. Buna rağmen bazen de bu yaratıkların içinde en düşüğü olacak şekilde yan çizer. Zira onda inhiraf etmek yönü galiptir. Nitekim beşeri tabiatın üzerinde galip olan meyi, insanlar üzerindeki ilahî lütfü inkâr ve malı sevmekte ileri gitmektir. İnsan malı, ona sahip olmayan kimselere infak etmekten çekinir.
4- Bu surelerde Cenab-ı Hak, peygamberine küçüklüğünden beri inayet gösterdiğini, onu koruduğunu ilan etmektedir. Cenab-ı Hak onu yetim buldu, barındırdı. Cahili bir toplumda buldu, onlardan ayırdı ve sıratı müstakime hidayet etti. Onu fakir buldu, hayatında ona yardımcı olacak şekilde bolca mal ihsan etti. (Hz. Hatice'nin malı kastedilmektedir). O, dolayısıyla hiçbir kimseden dilenmeye muhtaç bırakılmadı. Nefsinden kin ve nefreti söküp attı.
5- Peygamber yolu üzerinde itirazcılar olmasına rağmen, durmadan davetini tekrarladı ve muvaffak olmaya azimle niyetlendi. Sabırla katlanılan cefanın sonunda Cenab-ı Hak'kın yardımı ilan edildi. Peygamberle beraber bu yardım müminlere de verildi.
6- İmanlarından dolayı müminlere reva görülen eziyetleri açıklamaktadır bu sureler. Ashabı Uhdud'un yahşi uslublarla müminlere azap etmelerini şiddetle reddetmektedir. Bu sureler, Allah'ın ahirette müminlere en hayırlı mükafatı vereceğini, kâfirlere de* en ağır cezayı tatbik edeceğini, onları cehennem ateşine koyacağını, orada ne öleceklerini ne de dirileceklerini ortaya koymaktadır.
Nebe Suresi birinci ayetten 16. ayete kadar Kıyamet Günü'n-deki haşrden bahsetmektedir. Bunu inkâr eden müşrikleri reddetmektedir. Getirilen deliller insanoğlunun etrafındaki varlıklardan süzülmüş, istihlas edilmiş delillerdir. İnsanoğlunun, Kıyamet' in mümkinatını kabul noktasına varması için etrafına bakması kâfi gelir. Nefsine ve Allah tarafından yaşaması için yaratılan nesnelere dikkat etmesi kâfi gelir. Süratle şu idraka varır: Yaratıcı için, yer küresini, dağlan, gökleri, yağmuru ve bitkileri yaşatmak ölüyü dirilterek kabrinden kaldırıp haşre göndermek çok kolaydır.
17. ayetten 38. ayete kadar Kıyamet Günü ve alametleri vasıf-Iandınlmaktadır. İnsanların dünya hayatından dolayı hesaba çekildikten sonra cennete veya ateşe doğru götürüldüklerini konu edinmektedir. Aynı zamanda cehennem ve cehenneme girenleri, cennet ve cennete girenleri de vasıflandırmaktadır.
39 ve 40. ayetler insanları hakka dönüş yapmaya, Allah'a ve Ahiret Günü'ne iman etmeye, Haşr'e ve Son güne iman etmeye davet etmektedir.
Rasûl-ü Ekrem ölülerin ahirette haşre gönderileceği ilanım yaparken Mekke müşrikleri aralarında bu sözün ne derece sıhhatli ve doğru olduğunu müzakere ettiler. Bunun hiçbir zaman mümkün olmadığını savundular. Bunun üzerine Cenab-ı Hak bu ayetleri indirdi. Yani onların bir kısmı diğerinin fikirlerine uygun olmayan bu korkunç haberi müzakere ediyorlardı. Zira onlar haşre inanmıyorlardı. Onlara göre tek hayat vardır, o da dünya haya, tidir. Onlara göre ahiret ve sevab veya oradaki ceza bahis konusu değildir. Sevab bu dünyanın nimetlerinden istifade etmek, ceza da aynı dünyanın nimetlerinden mahrum kalmaktadır, diyorlardı. Onların nimetlerden ne dereceye kadar istifade edileceği hakkında bir fikirleri yoktu. Bunun hudutları belli değildi. Fakirlerin hangi noktaya kadar fakir bırakılacaklarını da bilmiyorlardı. Onların inancına göre insanı mal ve servet edinmeye sevkeden şey enani-yettir. Yani bencilliktir, egodur. Mekke müşrikleri ^bu ayetlerin ifade buyurduğuna göre cahildiler, maddeperesttiler. Ancak, cahil veya maddeperest bir kimse hasrı ve uluhiyetin birliğini inkâr eder.
Aralarında müzakere ettikleri konu hakkında değişik görüşler vardır. Kimi tefsircilere göre aralarında durumunu sordukları şey peygamberdir. Yani peygamber ve onun getirdikleri hakkında hem birbirlerinden hem de başkalarından soruyorlardı: Acaba bu bir sihirbaz mıdır, şair midir, kâhin midir? yoksa bizim mabud-larımız mı buna çarptığı için delirmiştir? Kimine göre burada Kur'an kastedilmektedir. Acaba şiir midir, sihir midir, kehanet midir? Bunu birbirlerinden soruyorlardı. Herkes tabii kendi akıl ve fikrine göre cevap veriyordu. Peygamber ise risaletini yaymaya devam ediyordu. Kimi de bu sorulan şeyin haşr hakkında olduğunu söylemektedir. Bunu müzakere ettikleri zaman çok ileri gidiyorlardı. Bir kısmı hasrı tamamen inkâr ediyorlar, Öldükten sonra artık bizim her şeyimiz sona ermiştir, diyorlardı. Diğerleri de ruhların haşre gönderileceğini, fakat cisimlerin gönderilmeyeceğini söylüyorlardı. Çünkü yeryüzü onları yutmuş, toprak haline getirmiştir. Bazen de onlardan biri iman eden bir müslümaııla karşılaşıyor, alay olsun diye kendisinden «Haşr ne zamandır?» diye soruyordu. İşte sure bunlar hakkında nazil olmuştur. Allah bu ayetlerde kudretinin tezahürünü tesbite kâfi gelen ve tüm insanların her on şahit olduklan dokuz emre değinmektedir:
1- Yerin yayılması. İnsanlar ve hayvanlann yaran için beşik
haline getirilmesi.
2- Göklere yükselen dağlan yeryüzünde sabitleştirmesi,
3- İnsanların erkek ve dişi olarak iki çeşit yaradılmış olması,
4 - Uykunun insanlar için gündüzleyin yapmış olduğu hareketlerden sonra istirahat olarak kılınması,
5- Gecenin insanlara Örtü kılınması,
6- Gündüzü hayatın şartlarına uygun olarak yaşama vakti
kılması,
7- Üstümüzde gökleri yüceltmesi, onları çok kuvvetli yapması ve ince bir sanatla ibdası,
8- Pınl pırıl parlayan güneşin varlığı,
9- Yağmurun inmesi ve ondan meydana gelen bitkiler.
îşte bunların hepsi hatta her biri kâfi derecede «Bütün bunla* n yapmaya kadir olan Allah haşre de kadirdir» hakikatini ortaya sermektedir.
Abd bin Humeyd, Hasan'dan şöyle rivayet ediyor: Allah Rasûl-ü Peygamber olarak gönderildiği zaman Mekkeliler bu durumu aralarında müzakere ediyorlardı. Bunun üzerine bu sure indi.
îbn Merduveyh, İbn Abbas'tan şöyle rivayet ediyor: «Sorulan nokta Kur'an'dır».
Abdurrezzak ve Abd bin Humeyd, Mücahid'den şöyle rivayet ediyorlar: Sorulan nokta Kur'an'dır. «O haber ki onlar hakkında ihtilaf ediyorlar» cümlesinden maksat, kimisinin onu tasdik etmesi, kimisinin de onu yal an la ması dır.
Abd bin Humeyd ve İbn Cerir, Katade'den şöyle rivayet edi-yorlar: Sorulan nokta öldükten sonraki haşrdır. İnsanlar bu iki kampa aynlmışlardı: Tasedik edenler, yalanlayanlar, ölüme gelince, hepsi onu gözle gördükleri için ikrar ediyorlardı. Fakat ondan sonraki haşr konusunda ihtilafları vardı.
Îbn'ul-Munzir, «Hayır, onların dedikleri gibi değildir, yakında bileceklerdir» ve «Sonra hayır, yakında bileceklerdir» ayeti için tehdidden sonra tehdid diyor.
İbn Cerir, Dahhak'tan şöyle rivayet ediyor: Birincisinde, «Ha. yır, dedikleri yanlıştır. Kâfirler yakında bunu bileceklerdir», ikincisinde «Müminler bunu bileceklerdir» demektir.
Abd bin Humeyd ve İbn Cerir, Katade'den şöyle rivayet ederler:
«Biz yeri mihad yapmadık mı?» ifadesinden maksat sizin için yaymadık mı demektir. «Dağları kazıklar kılmadık mı?» sözü de kazıklarla sizin yararınız için yer çakılmıştır, durdurulmuştur.
Hakim, İbn Abbas'tan şu hadisi rivayet ettikten sonra, tashih ediyor: «Allah mahlûkatı yaratmak istediğinde rüzgârı gönderdi.
Rüzgâr suyu paramparça etti. Sudan bir kara parçası ortaya çıktı. Bu kara parçası Kabe'nin altındaki yerdir. Sonra yeryüzünü yaydı. Allah'ın istediği tul ve arz noktalarına kadar gitti». Rasûl-ü Ekrem bu esnada ellerini sağa sola açıp «İşte böylece yayıldı» dedi. Ce-nab-ı Hak «Kazıklar olsun diye dağları yarattı». İlk yaratılan dağ Ebu Kubeys'tir.
İbn'ul-Munzir, Hasan'dan şöyle rivayet ediyor: Yeryüzü yaratıldığı anda Beyt'ul-Makdis'in yanındaydı. Yani sulardan ilk çıkan nokta orasıydı. Bir çamur bırakıldı ve ona, şöyle geç, şöyle geç ve şöyle geç denildi. O bir sahra, yani büyük taş üzerinde oldu. Sahra da bir hud (balık) üzerinde oldu. Hud da su üzerinde oldu. İşte yeryüzü sağa sola yayılıp gidecek şekilde oldu. Yani gün geçtikçe, zaman geçtikçe kara parçalarının teker teker denizden çıktığı şeklindeki bir mânâ muhtemeldir. Melekler: «Ey Rabbimiz, burada kim duracaktır?» dediler. Böylece orada kazık olarak dağlar oluştu. Melekler; «Yarab, şu yeryüzünden daha şiddetli bir yaratık meydana getirdin mi?» diye sordular. Cenab-i Hak: «Demir» dedi. Onlar: «Demirden daha şiddetli bir mahlûk var mı?» diye sordular. Cenab-ı Hak: «Ateş» dedi. Soru: «Ateşten daha şiddetlisi?». Cevap: «Su!» Onlar: «Sudan daha şiddetlisi var mıdır?» deyince Allah «Rüzgâr» dedi. «Rüzgârdan daha şiddetlisi var mıdır?» diye sorulunca «Bina» dedi. «Binadan daha şiddetli bir mahlûk yarattın mı» diye soruldu. «Adem» dedi.
El-Peryabi ve Abd bin Humeyd, Mücahid'den şöyle rivayet ediyorlar: «Sizi çiftler olarak yarattık», yani ikişer ikişer yarattık!
«Gündüzü meaş kıldık», Allah'ın fazlını arayıp lütfunu görmeniz için gündüzü geçim vakti kıldık.
«Vehhacen» kelimesi parlar demektir. «EUmu'sırattan maksat rüzgârdır, «Seccac» kelimesi oluk halinde akmak demektir.
Abdurrezzak ve Abd bin Humeyd, Katade'den şöyle rivayet ediyorlar: «Vehhac», nurlandıncı demektir. «el-Mu'sirat» ise göktür.
Bazı alimlere göre de gök demektir. Yani gökten veya rüzgârdan bol miktarda su indirdik! İbn Abbas, el-Mu'sirat kelimesini bulutlar diye tefsir ediyor. «Seccac» bolca dökülen su demektir.
Nafi bin Ezrak, İbn Abbas'taıi şöyle sorar: «Biz mu'sirattan seccac su indirdik» ayetinin mânası nedir? İbn Abbas: «Mu'sirat bulutlar demektir. Onların bir kısmı diğerini sıkıştırır. Su iki bulutun arasından çıkar» dedi. Nafi, bunun Arapçada misali olup olmadığını sordu. îbn Abbas «Evet, vardır» dedi.
Nafi, İbn Abbas'tan: «Bana 'seccac' kelimesini söyle» dedi. îbn Abbas: «Seccac, bitkilerin bitmesine sebep olan bol su demektir» dedi.
Nafi: «Bu Arapçada var mıdır? Araplar bunu bu mânâyla biliyorlar mı?» diye sordu. İbn Abbas; Ebu Züheyr'in bir şiirini de-lil olarak okudu.
îbn Cerir'in îbn Abbas'tan tesbit ettiğine göre «Elfaf<m» kelimesi derli topludurlar mânâsını ifade eder. Abd bin Humeyd'in Mücahid'den rivayet ettiğine göre ise birbirine sarmaş dolaş olmuş demektir.
Abd bin Humeyd ve îbn Cerir, Katade'den şöyle rivayet ediyorlar «Mikat olan fasl gününden maksat Allah'ın azamet günüdür. Evvelin ve ahirin arasında fasl yapılan gündür».
Abd lıin Humeyd ve İbn\ıl-Munzir, Mücahid'den şöyle rivayet ediyorlar: «Efvacen kelimesi zümre zümre, kitle kitle, cemaat cemaat demektir».
îbn Merduveyh, Bera' bin Azib'ten şöyle rivayet ediyor: Muaz bin Cebel: «Ey Allah'm RasûLÜ! «Sur'a üfürüldüğü gün siz fevc fevc gelirsiniz» ayetinin mânâsı nedir?» diye sorunca, Hz. Peygamber: «Ey Muaz! Sen büyük bir mesele sordun» dedikten sonra gözlerini kapattı ve şöyle dedi: «On sınıf vardır ve müslürnanlar cemaatinden Cenab-ı Hak onları ayırmıştır. Suretlerini değiştirmiştir. Bazıları maymun, bazıları domuzlar suretindedir. Basıları ayakla. rı başlarının tepesinde, yüzleri de ayaklarda sürünürler. Bazıları iki gözden kör, sağa sola yalpaları devam eder. Bazıları sağır ve dlisis bir şey anlamazlar. Bazıları dilleri göğüslerinin üzerine düştüğü halde dillerini yalamaktadırlar. Onların ağızlarından tükürük yerine irin akar. Mahşer ehlinin hepsi onlardan tiksinir. Bazıları «elleri ve ayakları kesik» olarak haşre gelirler. Bazıları darağaç-lan üzerinde asılı olarak gelirler. Bazıları murdardan daha pis kokar olduğu halde gelirler. Bazıları bedenlerine yapışan ve katrandan yapılan, baştan tırnağa kadar kapsayan cüppeler giydirilir. Maymun suretinde olanlara gelince, onlar insanlar arasında söz gezdirenlerdir. Domuzlar suretinde olanlar ise haram yiyenlerdir. Alt üst olmuşlardan maksat riba yiyenler. Gözleri kör olanlardan maksat ise hükümde zulmeden hakimlerdir. Sağır ve dilsiz olanlar ile amelleri olmayanlar kastedilmektedir. Dillerini durmadan çiğneyenlerden maksat, alimler ve kadı'lardır. Onların sözleri fiillerine uymaz. El ve ayaklan kesik olanlardan maksat komşularına eziyet verenlerdir. Ateşten yapılmış darağaçlarına asılanlardan maksat, insanları devlet başkanlarına, devlet kuvvetlerine jurnal eden kimselerdir. Leşten daha fazla pis koku saçanlardan maksat, şehvetleriyle lezzetleriyle mutemetti olan, Allah'ın ve fakirlerin hakkını malarından çıkarmayan kimselerdir. Katrandan cübbeler giyenlerden maksat, kibir ehlidir.»[2]
Abd bin Humeyd ve İbn Cüreyc, Hasan'dan şöyle rivayet ederler. Cehennemin mirsad olmasının mânâsı, hiç kimse ateşi geçmezden cennete giremez, demektir, îbn Cerir, aynı ayet hakkında «Ateşin üzerinde üç köprü vardır. Ateşi geçmeden hiç kimse cennete giremez» diyor. Abdurrezzak ve İbn Cerir, Katade'den şöyle rivayet ediyorlar: Bu ayeti «cennete giden yol ancak cehennemden geçer» şeklinde tefsir etmişlerdir. Zira Cenab-ı Hak Meryem Su-resi'nin 71. ayetinde «Sizden oraya varmayan yoktur» diyor. Yine aynı senedle «Meabdan maksat konaklama, sığınma yeri demektir» dediler. Aynı senedle «Ahkab kelimesi ile sonu gelmeyen za~ man kestedilmektedir. Bir hüküm geçtikten sonra ikinci hüküm gelir» denilmiştir. Ravi dedi ki «Bize hükmün ahiret senelerinden 80 sene olduğu söylenildi».
îbn Ebi Hatim, İbn Abbas'tan şöyle rivayet ediyor «Ahkab»t&n maksat senelerdir.
Abd bin Humeyd ve îbn Cerir, Hasan'dan şöyle rivayet ediyorlar: «Bir tek hukub yetmiş senedir. Bu yetmiş senenin her günü de bir senedir».
Abd bin Humeyd ve İbn Cerir, Rebi'den şöyle rivayet etmişlerdir: «Hiçbiriniz ahkabm ne kadar olduğunu bilmez. Ancak tek hukub seksen senedir. Sene de 360 gündür. Bir gün bin sene kadar uzundur. Binaenaleyh tek hukub onsekiz bin senedir».
îbn Cerir, Beşir bin Kâb'dan şöyle rivayet eder: «Kulağıma geldiğine göre hukub üçyüz senedir. Her sene 360 gündür ve her gün de dünya seneleriyle bin senedir».
Hülasa hukubun seksen sene olduğu anlaşılmaktadır. Rivayetler de bunu desteklemektedir. Burada ahiret seneleri kastedilmektedir. Yani bütün rivayetlerde her günün bin sene olduğu ibaresi geçmektedir. Ancak İbn Merduveyh'in Ubbade bin Samit'ten rivayet ettiği bir hadiste hukub'un kırk sene olduğu tesbit edilmektedir. Fakat seksen senedir diyen rivayetler birbirlerini takviye bakımından bundan daha kuvvetlidir.
Abd bin Humeyd, Ebu'l-Aliye'den şöyle rivayet ediyor: 24 ve 25. ayetlerin metninde içeceklerden hamim istisna edilmiş, serinliklerden de gassak. Gassak zemherir demektir.
Îbn'ul-Munzir'in İbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre Hamim yakıcı, sıcak kaynar içimdir. Gassak ise soğuk zemherirdir.
Abdurrezzak ve Îbn'ul-Munzir, Mücahid'den şöyle rivayet ediyorlar: «Soğukluğundan ötürü gassakı içemez haldedirler».
îbn Merduveyh, Ebu Hureyre'den O da Rasûlullah'tan, 24 ve 25. ayetler hakkında şu rivayeti yapmaktadır: «Onun harareti son noktaya gelmiştir. Gassak da son noktaya kadar soğuktur».
Kişi, Hamim'den doldurulmuş bir bardağı yüzüne yaklaştırdığı zaman yüz etlerinin hepsi düşer, kemikler kalır.
Îbn'ul-Munzir'in Murre'den rivayet ettiğine göre «Berd» uykudur. Yani orada uyku tatmazlar. İbn Cerir ve İbn'ul-Munzir'in îbn Abbas'tan rivayet ettiklerine göre, o «Vifakan» kelimesinin «onîann cezalan amellerine uygun geldi» mânâsında olduğunu söylemiştir.
Abd bin Humeyd ve İbn Cerir, Katade'den şöyle rivayet ediyor: Bu, kavmin kötü amellerine uygun olan bir cezadır.
Onlar hesabı ummazlardı; yani hesaptan korkmazlardı. Veya haşre gitmekten perva etmezlerdi.
Îbn'ul-Munzir, Said bin Cübeyr'den, «onlar hesabı ummazlar* dt» ayeti hakkında şunları söyledi: «Onlar ne sevabı umarlardı nede cezadan korkarlardı». Abd bin Humeyd ve İbn'ul-Munzir, Abdullah bin Ömer'den şöyle rivayet ediyorlar: «Cehennem ehli hakkında inen ayetlerin hiçbirisi 30. ayet kadar kâfirlere şiddetli gelmemiştir». Yani onlar daima azap yönünden artıp gidiyorlar-
Abd bin Humeyd ve İbn Merduveyh, Hasan bin Dinar'dan şöyle rivayet ettiler: Ben Ebu Burzet'ul-Eşremi'ye Allah'ın Kitabı'nda ehli cehennem için en şiddetli ayetin hangisi olduğunu sordum. O da: «Şimdi tadın, artık size azaptan başka bir şey artırmayacağız» ayetini okudu. Ve dedi ki: Bu saat be saat, gün be gün, sene be sene azabın artışını ifade ediyor. Hatta cehennem ehlinden biri meşrikten çıksa mağribteki insanlar dahi ölür, mağribten çıksa meşrikteki insanlar onun kötü kokusundan ölür.
Ebu Burde der ki: Rasûlullah ile beraber bulunuyordum. Bu ayeti okuduğu zaman şöyle buyurdu: «Rablerine karşı gelen kav-mi, Allah helak etti. Onların üzerine gazap etti. Buna rağmen yine onlar kendilerinden intikam alınıncaya kadar bundan vaz geç-mediler. [3]
31- Takva sahipleri için kurtuluş vardır:
32- Bahçeler ve üzümler,
33- Aynı yaşta tomurcuk sindiler,
34- Dolu dolu kadehler,
35- Orada ne boş bir laf işitirler ne de bir yalan.
36- (Ey Basûlüm! Bütün bunlar) Rabbinin katından bir mükâfat ve bağış olmak üzere (verilir).
37 - O göklerin, yerin ve ikisi arasındaki her şeyin Rahman olan Rabbidir. Ona hiçbir sözde bulunamazlar.
38- O gün Ruh (Cebrail) ve melekler saf halinde dururlar. Rahmanın kendisine izin verip te doğruyu söylemiş olandan başkaları bir kelime bile söylemeyeceklerdir.
39 - İşte bu o gerçek gündür. Artık dileyen Rabbine bir yol edinir.
40- Çünkü biz sizi muhakkak yakın bir azap ile korkutmu-şuzdur. O gün, kişi ellerinin Heri sürdüğü şeyi görür ve kâfirler «keşke toprak olaydım» der. [4]
(31-40) «Takva sahipleri için kurtuluş...» Bu Ayetlerin Tefsiri
Abd bin Humeyd ve İbn'ul-Munzir, Mücahid'den, «Takva sahipleri için kurtuluş vardır» ayeti hakkında «Onlar ateşten kurtulmak suretiyle muzaffer oldular» diyor.
Abdurrezzak ve îbn Cerir, Katade'den şöyle rivayet ediyorlar: «Mefaz» (kurtuluş) ateşten çıkıp cennete gitmekle olur.
Îbn Cerir ve Îbn'ul-Munzir, İbn Abbas'tan şöyle rivayet ediyorlar: «Mefaz'dan maksat tenezzühgâh, seyrangâh demektir. Ke-vaib'den maksat memeleri gelişenler demektir. Ekvab'dan maksat ise hepsinin aynı yaşta, yaşıt olmaları demektir. Ke'sen Dihak dolu kadeh demektir». Nafi bin Ezrak «Hadaik ve E'nab ne demektir, bana söyle» dediğinde, îbn Abbas: «Hadaik bostanlardır» diye cevap vermiştir.
Nafi, «Araplar hadaik'in bostanlar mânasına geldiğini biliyorlar mı?» diye sorunca îbn Abbas «evet» demiş ve Arap şairlerinden birisinin şiirini okumuştur.
Nafi «Ke'sen dihakan ne demektir?» diye sorunca, İbn Abbas şöyle demiştir: «Ke's, hamr demektir. Dihak da dolu demektir».
Nafi, «Araplar ke'sen dihakamn bu mânâya geldiğini biliyorlar mı?» diye sorunca İbn Abbas, cahiliyet şairlerinden bir şiir okuyarak «evet» demiştir.
Abd bin Humeyd ve İbn Cerir, Katade'den «Lağv»ın bâtıl, «Kizzâb»ın da günah anlamına geldiğini rivayet etmişlerdir. Yani orada ne bâtıl bir söz vardır, ne de günah.
«Hİsabet» kelimesinden maksat çok demektir. «Hitabvtan maksat kelâmdır.
El Feryabi ve Abd bin Humeyd Mücahid'den 38. ayetin tefsiri konusunda şunu nakletmektedirler: «Cezaen» vergi demektir. «HU soben» de onların yaptıklarının hesabı görülür demektir. Hitab' tan makast ise kelâmdır.
îbn Ebi Hatim ve îbn Merduveyh, îbn Abbas'tan şöyle rivayet ediyorlar: Rasûl-ü Ekrem, «Ruh Allah'ın ordularından bir ordudur. Onlar melekler değildir. Başları, elleri ve ayakları vardır» de- | dikten sonra 38. ayeti okudu ve: «Bunlar ayrı bir ordu, melekler de ayr% bir ordudur» buyurdu.
Abdurrezzak, Abd bin Humeyd ve İbn Cerir, Mücahid'den şöyle rivayet ediyorlar: «Ruh, insanoğullarımn sureti üzerine yaratılmış bir mahlûktur)}.
Abdurrezzak, Abd bin Humeyd ve Ebu Şeyh, Mücahid'den şöyle rivayet ediyorlar: Ruhun elleri, ayaklan ve başlan vardır, melek değildirler.
Abd bin Humeyd ve İbn'ul-Munzir, Ebu Salih'ten şöyle rivayet ediyorlar: «Ruh insanlar gibi bir mahlûkat sınıfıdır; fakat insan İbn'ul-Munzir ve Ebu Şeyh, Şabi'den bu ayet hakkında şunu rivayet ediyorlar: «Onlar Kıyamet Günü'nde alemlerin Rabbinin simatıdırlar. Bir sfrnat ruhtan meydana gelir, bir simat da melek' Zerden».
İbn Ebi Hatim ve Ebu Şeyh, Abdullah bin Bureyde'den şöyle rivayet ediyorlar: «Cinler, insanlar ve melekler ve şeytanlar denilen mahlûkatın onda birisini teşkil etmezler».
Rasûl-ü Ekrem ruhun ne olduğunu bilmezden önce Allah'ın emanetini teslim etmiştir.
Abd bin Humeyd ve İbn'ul-Munzir, bu ayet hususunda îkrime' den şöyle rivayet ediyorlar: «Ruh, meleklerden çok büyük bir mahluktur. Her melek beraberinde bir ruh ile gelir-»
îbn Cerir, îbn Abbas'tan şöyle rivayet ediyor: «Ruh melektir. Yaradılış bakımından meleklerin en büyüğüdür.»
îbn Cerir, îbn Mesud'dan şöyle rivayet ediyor: «Ruh, yedinci semadadır. O göklerden, dağlardan meleklerden daha büyüktür. Her gün onikibin teşbih yapar. Allah o teşbihlerin her birisinden bir melek yaratır. O tek başına bir saf teşkil eder ve o saf Kıyamet Günü'nde gelir.»
Müslim, Ebu Davud ve Beyhaki, Aişe validemizden şöyle rivayet ederler: Rasûl-ü Ekrem rüku ve secdelerinde, «Subbuhun kud-duşun Rabbuna ve Rabbulmelaiketi ve'rruh» duasını okuyordu.
Abd bin Humeyd ve Ebu Şeyh Dahhak'tan yaptığı rivayete göre: «Ruh Cebrail'dir».
Beyhaki'nin Esma ve Sıfat adlı eserinde İbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre ruh'tan maksat insanların ruhlarıdır. Sura üfürülüş arasındaki zamanda bir araya gelirler. Henüz ruhlar cesetlere iade edilmemiştir.
Bu rivayetlerin sıhhat dereceleri hakkında herhangi bir görüşümüz yoktur. Ancak rivayet tefsircilerinin çoğuna baktım, aynı rivayetleri nakletmektedirler. Bu rivayetlerdeki bazı rakamlar çofc hıktan kinaye olabilirler veya bilmediğimiz mânâları taşımakta, darlar. Hakikat Allah katındadır.
«Sevab» kelimesinin «LaüaheiHallah» olduğunu İbn Cerir ve Îbn*ul-Munzir İbn Abbas'tan rivayet ediyorlar.
Îbnul-Munzir ve Ebu Şeyh, îbn Abbas'tan ikinci bir senedle sevaptan maksat «Lailaheillallah» şehadetidir demiştir.
Abdurrezzak ve Abd bin Humeyd'in Kalade'den rivayet ettiklerine göre «Meab» kelimesinden maksat yoldur. Abd bin Humeyd ve İbn'ul-Munzir'in Hasan'dan rivayet ettiğine göre ayet metnin-deki «ELMer'i» kelimesinden mümin insan kastedilmektedir. îbn' ul-Munzir, Hasan'dan şöyle rivayet eder: Bu ayeti okuduğu zaman «Mer'i'den maksat Allah'ın taaüyle amel eden mümindir» dedi.
Abd bin Humeyd, îbn Cerir, Îbn'ul-Munzir, îbn Ebi Hatim ve Beyhaki, Ebu HÜreyre'den şöyle rivayet ediyorlar: Kıyamet Gü-nü'nde bütün mahlukat haşre gelecektir. Hayvanlar, yürüyenler, kuşlar, her şey. Allah'ın adaleti gereği boynuzsuz hayvanın intikamı boynuzlu hayvandan alınır. Sonra Allah onlara toprak olun, der. İşte o anda kâfir, «Keşke ben de toprak olsaydım» der.
İbn Humeyd, îbn Şahin, Kbu Zennat'tan rivayet ediyorlar: «İnsanlar arasında hüküm icra edildikten, cennet ehline cennete, cehennem ehline de cehenneme gidin, denildiğinde diğer ümmetlere (diğer mahlûkata ve cinlerin müminlerine) siz de toprağa dönüsün denir ve onlar toprak olurlar. İşte o zaman kâfir, onların toprak olduğunu gördüğünde, «Keşke ben de toprak olsaydım» der.
Abd bin Humeyd, İkrime'den şöyle rivayet ediyor: Hayvanlar hesaba çekildikleri ve sonra onlar toprak oldukları zaman, kafir, keşke ben de toprak olsaydım, der.
Abd bin Humeyd, Leys bin Ebi Süleym'den şöyle rivayet ediyor: «Cinler de toprağa dönüşeceklerdir».
İbn Ebi Dünya, Leys bin Ebi Süleym'den şöyle rivayet ediyor: «Cinn'in sevabı ateşten korunmalarıdır. Sonra onlara toprak olun, denilir».
Bu rivayetlerde şayanı dikkat bir nokta vardır. O da cinlerden mümin olanlarının cennete gelmemeleri ve tekrar toprağa dönüşmeleridir. [5]
Bu sureye «Suretu en-Nebei'-lazim» ismi de veriliyor. (Sabi)
«Kella» kelimesi red içindir. Yani orada tehdid mânâsı var-
dır.
«Mihad» kelimesi kolay olan, hazırlanan bir yatak demektir. Kamus'ta «Mehd» kelimesine çocuk için hazırlanan yer yani beşik mânâsı verilmektedir.
Yeryüzünün beşik kılınması, ya yaradılışta böyledir veya yaradılıştan sonra böyle olmuştur. Hangi ihtimal olursa olsun, bu ayette yerin kürevî olmasına ters düşecek bir nokta yoktur. Bir hadiste «Sudan daha şiddetlisini yarattın mı?» diyen meleklere Cenab-ı Hak «Havayı yarattım» diyor. Daha önce bu hadisi «Binayı yarattım» demek suretiyle naklettik. Değişik ibareler değişik yer lerde görülmektedir. Onlar «Havadan daha şiddetlisini yarattın mı?» dediklerinde «Ademoğlunu yarattım. Sağ eli sadaka verir, sol elinde onu gizler» şeklinde bir ilave de vardır hadisin sonunda. Bu hadisten anlaşılıyor ki dağlar yeryüzünden sonra halkedilmiş-tir.
«Ezvac» (çiftler) tabirinde yer, suret ve dilde sınıflar olan insanlar kastedilmiştir. Veya insanları iki meniden yaratmak kas. tedilmiştir. Yani erkeğin ve dişinin menisinden: «Maddeniz itibariyle her birinizi çift kıldık».
«Şubat» tan maksat ölümdür. «Sizin uykunuzu ölüm kıldık» tan maksat ölüm gibi kıldık demektir. Fakat bazı tefsirlerde şubattan maksadın sükûn ve rahat olduğu söylenmektedir. Yahudilerin istirahat gününe sebt denilmiştir; çünkü onlar o günde işini bitirip istirahate çekilirler.
Bazıları, zayıf olmasına rağmen, şöyle diyor: Cumartesiye sebt denilmiştir. Çünkü Cenab-ı Hak gökler ve yerin yaradılışına pazar günü başlamış, altı günde onu yaratmış. Çalışması yedinci günde bittiği için ona sebt denilmiştir. Fakat Cenab-ı Hak'kın istirahate ihtiyacı olmadığı için bu rivayet zayıf görülmüştür.
«Gündüzü meaş kıldık» cümlesindeki «meaş» kelimesi mastarı mimidir; yaşam mânâsına gelir. Canlılara mahsus olan bir hayat. Bu kelime ismi zaman da olabilir. Yani sizin gününüzü maişet vakti kıldık. Yani ölümün kardeşi olan uykudan uyanıp çalıştığınız bir hayat kıldık!
«Pırıl pırıl parlayan Zamba»dan maksat güneştir. Meşhur rivayete göre güneş dördüncü semadadır. Bu hususta sadece El-Bahr tefsirinde Abdullah bin Amr bin As'tan şu rivayet gelmiştir: «Güneş dördüncü semadadır. Sırtı bize dönüktür. Onun alevleri harıl harıl yanmaktadır».
Selefe göre su ile bitkiler yerden çıkar. Eş'arilere göre su ile değil de suyun olduğu zamanda Cenab-ı Hak bitirir. Yani suyun burada direkt bir dahli yoktur.
Sur'a üfürüldüğü giin'den maksat ikinci üfürülüştür ve bu fasl günü demektir. Yücelmekten maksat diriltmek, haşrlerden kaldırmaktır.
Göklerin açılmasından maksat yarılmaları, parçalanmalarıdır.
«Kapılar oldular», yani kapılar gibi büyük yarıklar meydana geldi. Zira Kur'an'ın diğer ayetlerinde göğün yarıldığını, parçalandığını Cenab-ı Hak ferman etmektedir. Kur'an her şeyden Önce birbirini tefsir eden ayetlerden meydana gelmiştir.
Gökler meleklerin inişine kapılar olurlar. Çünkü melekler birinci üfürülüşte ölmüşlerdir. Birinci ve ikinci üfürülüş arasında diriltilmişlerdir ve hepsi göklerden iner, yeryüzünün etrafını sararlar ve insanları mahşere sevkederler.
Göklerin açılmasından maksat, kâinat nizamının bozulmasıdır. İnsanları üstünde taşıyan arz, insanlara gölgelik yapan sema artık yoktur. Gökler ruhlara nisbeten kapıları açık olur. Hatta kapılar haline gelir, orada ne yükseklik ne de alçaklık bahis konusu değildir. Yarın diledikleri noktaya doğru seyretmelerinde herhangi bir mani yoktur. Zira ahiret âlemi dünya âleminden daha başkadır. Onun hakkında varid olan haberlere iman ediyoruz. Muhal olmadıktan sonra hakikatlerini araştırmakla da mükellef değiliz.
Hiç şüphe yoktur ki göklerin bize mani olması ancak dünya hayatındaki cisimlerimizin tabiatından ileri geliyor. Ahiret hayatına gelince, o başka tarzda olur. Öyle ise gök bize nisebeten kapılar olur. Hangisinden istersek Allah'ın izniyle oradan gireriz. Yani yıldızlar nizamına sarsıntı giriyor, aralarındaki temastın, birbirini, cezbe-dici, iteleyici kuvvet oratadan kalkıyor. Gökte ancak yollar ve kapılar olabilir. Hiçbir şey diğer bir şeyle karşılaşmaz. Bu süfli kâinatın harab olması, umumî kâinatın da harap olması demektir.
«Dağların yürütülmesi», yeryüzünün o günkü dalgalanmasına bir temsildir. O gün dağlar bilinen sebatkârlıklannda değildirler. Belki onların sebatkârlığı tamamen kaldırılmış, saraya tutulmuş bir hâle gelmişlerdir. Uzaktan böyle görünürler. Onlara el vurulsa elinize bir şey gelmez. Çünkü onun parçalan mahvolmuş, cevherleri havaya karışmıştır.
«Ahkab» kelimesi «Hukub» kelimesinin çoğuludur. Kaç seneden ibaret olduğunu daha Önce zikrettik. Fakat burada uzun müddetle kastedilmektedir. Zira bu lâfız, ancak peşpeşe gelen zamanlar kastedilirse kullanılır. Onlar nihayetsiz noktaya kadar uzanır, zamanla orada duracaklardır.
«Yafan azap»t&n maksat ahiret azabıdır. Bu azabın yakın olması şu kaideden ileri gelir: Pevtolunan amma da uzaktır, gelecek olan amma da yakındır. Veya Allah'a nisebeten yakındır. Zira Al. lah için zaman bahis konusu değildir. Katade «Günahın cezasıdır bu. Çünkü bu ceza iki azabın en yakınıdır» diyor. Mukatil «Kureyş-lilerin Bedir Günü'nde Öldürülmeleridir» demiş ise de «Kişi ellerinin takdim ettiğine baktığı gün» cümlesi bunu reddetmektedir. Kâfirin «Keşke ben toprak olaydım» sözü. dünyada iken toprak olaydım, halkedilmeseydim, mükellef küınmasaydım veya bugünde (ahiret gününde, haşr gününde) toprak olaydım, haşre gönde-rilmeseydim mânâlarını taşımaktadır.
îbn Abbas, Katade ve Hasan «Meri'den maksat mümin kişidir» demişlerdir. Fahreddin Razı «EUKâfir tabiri de buna delâlet eder. Çünkü son cümle kâfirin halini beyan etmek olduğu gibi daha Önceki cümle de müminin halini beyan eder» diyor. Fakat bu İstidlalde zafiyet vardır. [6]
NEBE' SURESİNİN SONU
[1] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/429-430.
[2] Suyuti, ed-Durr'uI-Mensur, cilt: 8, sh: 91, vd.
[3] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/430-441.
[4] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/442.
[5] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/443-447.
[6] Alusî, Ruh'ul-Meant, cilt: 30, sh: 22
Ali Arslan, Büyük Kur’an
Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/447-451.