NÂZÎÂT SÜRESİ 2

Meal 2

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 2

Meal 4

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 5


NÂZÎÂT SÜRESİ

 

Meal

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

1- Andolsun (kâfirlerin ruhlarını tâ) derinliklerinden çe­kip çıkaran meleklere!

2- O usulcacık çekenlere!

3- Yüzüp yüzüp gidenlere,

4- Koşup yarışanlara,

5- Derken işi düzen içinde çevirenlere andolsun ki (ey İn­sanlar, siz yeniden dirileceksiniz).

6 - O gün sur'a ilk üfürüş şiddetle sarsar.

7 - Onu ikinci üfürüş takip eder.

8/9-  O gün yürekler titrektir.  (Sahiplerinin) gözleri yere eğmiştir!

10 - Derler M: «Biz çukurda iken, gerçekten biz mi yeniden diriltilip döndürüleceğiz?»

11- «Biz çüriiyüp dağılmış kemikler olduğumuz zaraın mı?»

12- «O takdirde bu, zararına bir dönüştür» demişler (ve akıl­larınca eğlenmişler) dir.

13- Oysa bu yalnızca tek bir haykırıştır.

14- rBir de görürsün ki) onlar yerin üstündedirler. [1]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(1-14)   «Andolsun (kâfirlerin ruhlarını tâ) derinliklerinden..Bu Ayetlerin Tefsiri

Mekke DÖnemi'nde nazil olmuştur. 46 ayettir.

Bu sureye aynı zamanda «Es-Sahire» suresi ve «Et-Tamme Suresi denilmektedir. Mekki olduğunda ittifak vardır. Küfeliler göre ayet sayısı 46, başka sayımlara göre 45'dir. Kelimeleri 19' harfleri ise 753'tür. îbn Abbas'tan gelen bir rivayete göre bü sur Amme Suresi'nden sonra inmiştir. Bu surenin başlangıç kısırı Amme'nin sonunda gelen hükümlerin tamamlayıcısı gibi görür mektedir. El-Bahr'da «Amme'de Kıyamet Günü'ndeki azapla kor kutma vardır. Bu surede ise Cenab-ı Hak hasrın hak olduğuna dai bir takım eşyaya yemin etmektedir» denilmektedir.

Said bin Mensur ve îbn-ulMunzir, Hz. Ali'den şöyle rivayet ediyorlar: «En-Naziati garkan» dan maksat kafirlerin ruhlarım çe ken meleklerdir. «En-Naşitati neştan» den maksat, ta kâfirlerir ruhlarını tırnaklan ire derileri arasından çekip çıkaran melekler. dir. «Es-Sabihati sebhan» dan maksat, müminlerin ruhları ile yeı ve gök arasında yüzerek giden meleklerdir. «Es-Sabikati sebkan» dan maksat, bir kısmı diğer bir kısmından geçerek müminlerin ru­hunu Allah'a götürmede yanşan meleklerdir. «FeUMudebbirati Em-ran» dan maksat, bir seneden öbür seneye kadar kulların emrini tedvir eden meleklerdir.

îbn Ebi Hatim, Said bin Cübeyr'den, o da tbn Abbas'tan, «En-Naziati Garkan» ibaresinin tefsiri bahsinde şunları rivayet ediyor: Bunlar kâfirlerin ruhlarıdır. Evvela bedenden çekilirler, sonra oyalar, sonra ateşe daldırırlar. «Cenab-ı Hak bu surede zik­rettiği şu kelimelerle (Naziat-Naşitat-Sabihat, Sabikat, Mudebbi-rat) yemin ediyor. Bunların hepsi de melektir. Kulların ruhlarını cesetlerinden çekip alırlar. Tıpkı okun yaydan çıkması gibi. Son derece dalarak ruhu alırlar. Hepsi de melek olmasına rağmen Ce­nab-ı Hak atıflar yapıyor. Halbuki atfedilen nesne ile atfolunan nesne arasında fark olması lazımdır. İşte bu meleklerin zat bakı­mından farkları yoksa da vasıf bakımından değişik sıfatlara sahip­tirler. Kimi kâfirlerin ruhlarını, kimi de müminlerin ruhlarını alan meleklerdir.

Bu meleklerin vasıflan olan beş sıfat müennes olarak geti­rilmiştir. Halbuki melekler müennes (dişi) değildirler. Çünkü Ce­nab-ı Hak burada meleklerin bazı taifeleriyle, gruplarıyla yemin ediyor. Taifeler de tekil olarak «Taifetun» gelir. O da müennestir. Bu sebeple bu sıfatlar müennes getirilmiştir.

Süddi'ye göre Naziat'tan maksat göğüslere dalan nefislerdir. Mücahid; «nefsein çekilmesiyle meydana gelen ölüm» şeklinde mâ­nâ vermektedir. Katade ise «Bir ufuktan diğerine giden yıldızlan) şeklinde tarif etmektedir bu kelimeyi. Ata ve îkrime ise «NaziaV tan maksat oklarla gerilen yaydır» demiştir. Bazılarına göre, «Na­ziat'tan maksat kâfirlere karşı ok atan gaziler»âir «Garkan» keli­mesinin mef'ulü olur. Yani onlar ruhları bedenlerin en ücra köşe­lerinden çekip çıkarmaya dalıyorlar. Veyahut çekip çıkardıkları halde alıyorlar.

îbn Mesud «Naziat'tan maksat kâfirlerin ruhlarım alan me­leklerdir» demiştir.

Naşitat'in mânâsı ruhları cesetten yavaşça çıkaran demektir.

Ferra, «Düğümü sökmek, çözmek demektir» demiştir. Mücahid «İnsan nefsini yavaşça çekip meydana getiren ölüm demektir» der. ken, Süddî iki ayaktan yavaş yavaş çekilen ruhlar demek olduğu­nu söylemiştir. Katadö, Hasan ve Ahfeş, yıldızların bir ufuktan diğer bir ufka gitmeleridir diyorlar. Sıhah-ı Cevheri'de: «Naşitat bir burçtan diğer bir burca giden yıldızlardır. Tıpkı bir memleket­ten diğer bir memlekete intikal eden Sevr burcu gibi» denmektedir Ebu Ubeyde ve Katade, «Bir memleketten diğer bir memlekete gi­den vahşiler demektir» derler. Bazıları «Naşitat müminlerin ruh­larım, Naziat da kâfirlerin ruhlarını alan meleklerdir» demişler­dir. Çünkü müminin ruhunu alan şefkatle, kâfirin ruhunu alan da şiddetle alır.

«Yüzüp yüzüp gidenler»den maksat, ruhları çıkarmak için be­denleri yüzen meleklerdir. Tıpkı denizden bir şey çıkarmak için dalan dalgıçlar gibi yüzerler. Mücahid ve Ebu Salih «Bunlar sü­ratle Allah'ın emri için gökten inen meleklerdir» demişlerdir Mü­cahid, «yüzenlerden maksat ölümdür. Ademoğlunun nefislerinde yüzüp gider» der. Bazıları «Yüzenlerden maksat, seavaşa dalan at­lardır» der. Katade ve Hasan «Yörüngelerinde yüzüp giden yıldız­lar» olduğunu söylemişlerdir. Ata ise «Sularda yüzüp giden gemU ler» olduğunu söyler.

«Yarışıp gidenler»den maksat, cumhurun görüşüne göre, me­leklerdir. Mesruk, Mücahid, «Melekler peygamberlere vahy getir, mek bakımından şeytanları geçerler» demişlerdir. Ebu Revk «On­lar hayr ve salih ameli getirmek için Ademoğlu'na doğru yarışıp giden meleklerdir» demiştir. Mukatil «Bunlar müminlerin ruhları­nı cennete götürmek için yarışan meleklerdir» derken, Rebi «Bun­lardan maksat müminlerin ruhlarıdır. Onlar Allah'a olan iştiyak­ları sebebiyle meleklere doğru koşarlar» demiştir.

«Emri düzenleyenlersin, kulların bir seneden öbür seneye kadar olan emrini tedbir eden melekler olduğunu Hz. Ali söylemek­tedir.

îbn Abbas «Bunlar melekulmevtle beraber gelen meleklerdir. Ruhlar alındığı zaman ölülerin yanında hasır bulunurlar. Kimi ru­hu alır, yükseklere götürür. Kimi duaya amin der, kimi ölü için af talef eder. Tâ namazı kılmıncaya ve mezarına defnedilineeye ka­dar» demiştir.

Kuşeyri «Bunlardan maksadın melekler olduğu hususunda ic-ma vardır» diyor. Maverdi burada iki görüş vardır der ve şöyle izah eder:

1- Meleklerdir. Bu, Cumhur'un görüşüdür.

2- Meşhur yedi yıldızdır. Bu, Muaz bin Cebel'den rivayet edilmiştir.

Bu yıldızların emri düzenlemelerinin, tedbir etmelerinin de iki vechi vardır:

1- Onların çıkış ve batışları emri düzenler.

2- Allah'ın onlarda yaratmış olduğu haller emri düzenler. Meleklerin emri düzenlemelerinin mânâsı, onların haramı helali getirmeleri ve, mufassal kılmalarıdır. Aslmda emri düzenleyen Ce-nab-ı Hak'tır. Fakat melekler emri getirdikleri için onlara sıfat olmuştur. Bazıları da «Yeryüzünde yaşayanların tedbiri, rüzgâr, lar, yağmurlar ve diğer noktalar kendilerine verildiği için melek­lere düzenleyiciler denilmiştir» derler.

Abdurrahman bin Sadat «Dünya emrinin düzenlenmesi dört meleğe aittir; Cebrail, Mikâil, Azrail ve İsrafil» diyor. Cebrail, rüz­garları ve Allah'ın ordularını sevku idare etmeye vekildir. Mikâli yağmur ve bitkilerde, Azrail ruhları almada, İsrafil de onlara Al­lah'tan emri getirmede vekildir.

Bu kasemlerin cevabı mukaderdir. Yani Naziat, Naşitat, Sabi-hat, Sabikat ve Mudebbirat'a yemin olsun ki siz haşre gönderile­ceksiniz!

Kur'an'a dikkatle bakıldığında Cenab-ı Hak'kın iki noktadan dolayı mahlûkata yemin ettiği görülmektedir:

1- Bu mahlûkat bazı insanların gözünde çok büyümüştür. Adeta bu mahlûkat saltanatlariyla insanların kalbine yerleşmiş ve böylece bu insanlar onlara tapınışlardır: Güneş ve ay gibi. Cenab-ı Hak Duna Suresi'nde güneşe ve aya yemin ediyor. Bunun yananda güneş ve ayın bazı sıfatlarını, bir halden diğer bir hâle geçişlerini batıp çıkışlarını dile getiriyor. Bu sıfatlar ibadete müstahak olan mabudun şanından değildirler. Yani bu tür eksiklik ifade eden sıfatlara sahip olan eşyanın mabud olması yakışık almaz!

2- İnsanlar, Cenab-ı Hak'kın yemin ettiği bir kısım mahlûk­lara dikkatle baksaydıîar onlardaki hikmetin inceliklerini, ilahi sanatın yüceliğini müşahede eder, dolayısıyla onu yaratanın var­lığına,  marifetine kavuşmuş  olurlar  ve  yaratıcıyı  celal  ve ke­mâl   sıfatlarıyla   sifatlandınrlardı.   Mesela   Cenab-ı   Hak   ken­disinin tek olduğuna dair Saffat Suresi'nde şöyle yemin ediyor: «Andolsun, o saf bağlayıp duranlara, o sevku idare edenlere, sikir okuyanlara. Şüphesiz ki sizin ilahınız birdir». (Saffat: 1-4)

Peygamberin hak olduğuna, gerçek peygamber olduğuna dair: «Yasin, Hikmetli Kur'an hakkı için, muhakkak ki sen gönderilen peygamberlerdensin» buyurulmaktadır.

Kur'an'ın hak olduğuna yemin ederek şöyle buyurulur:

«Yıldızların mevkileriyle kasem ederim. Eğer bilirseniz bu bü­yük bir kasemdir. Kesinlikle o Kerim bir Kur'an1 dır...»

Cezanın hak olduğuna, insanların Allah'ın huzurunda hesap vermek üzere haşrolunacaklanna ve herkesin amelinin karşılığını göreceğine dair yemin ederek şöyle buyuruluyor:

«O tozup savuranlara, sonra yüklü bulutlara, sonra kolaylıkla akıp gidenlere, sonra iş taksim eden meleklere yemin olsun ki size va'dolunanlar hakikaten doğrudur ve muhakkak ceza günü vaki olacaktır» (Zariyat: 1-6)

Ferra: «Kasemin cevabı hazf edilmiştir. Çünkü dinleyenler bu. nu biliyordu» diyor. Ayrıca surenin 11. ayeti (Biz çürümüş kemik-ler haline gelidikten sonra mı?) buna delâlet eder.

Bazıları «Bu kasemin cevabı bu surenin 26. ayetidir: «Şüphe­siz ki bunda korkanlar için kesinlikle bir ibret vardır» derler. Îbn'ul-Enbari, «Bu görüş zayıf ve çirkindir. Çünkü kasem ile ce­vabı arasına birçok ayet girmiş oluyor» diyerek, buna itiraz et­miştir.

Bazıları «Kasemin cevabı 15. ayettir» demiştir. Yani «Musa' nın haberi sana geldi mi?» diyen ayettir. Fakat bu da cidden za­yıftır. Bazılarına göre Kasem'in cevabı altıncı ayettir. Yani, «O gün o sarsıntı sarsar» ayetidir. Fakat burada «Liyevmin» tabiri takdir edilir, denilmiştir.

<tRacife»den maksat, insanın Ölmesine yol açan sura ilk üfürü-Itiştür. (îbn Abbas).

«Radife»den maksat hasr anında yapılan sura ikinci üfürülüş-tür. (îbıi Abbas). Bu iki üfürülüş arasında kırk senelik mesafe vardır. Ayna gün (ahiret günü), bu iki üfürülüşü de diğerlerini de

kapsar. İkinci üfürülüşe, terkiye binmiş mânâsına gelen «Radife» tabiri kullanılmıştır. Çünkü birinci üfürülüşün hemen arkasında­dır. İbn Zeyd, «Racife'den maksat yer küresi-, Radife'den maksat ta kıyamettir» diyor. Mücahid «Racife büyük bir yer sarsmtısıdtr. Ar. kasından da Radife (sayha) gelir» demiştir. Bazıları «Racife yerin sarsılması, Radife ise zelzeledir» demişlerdir. Nitekim recf keli­mesinin esas mânâsı harekettir. Fakat burada seadece hareket kas­tedilmektedir. Burada sesli bir hareket bahis konusudur.

Ubey bin Kâb şöyle tter: Rasûl-ü Ekrem gecenin dörtte biri geçtiği zaman kalkarak: «Ey insanlar/ Allah'ı zikredin. Radife pe­şinde iken Racife geldi. Ölüm, içindekilerle beraber geldin buyur­du. (İmam Ahmed ve Tirmizi).

«Gözleri donakalır'»dan maksat, o günde bulunanların korku ve dehşetten ötürü zelil olmalarıdır. Veya gözlerden maksat basi­retleridir. Yani basiretler zelil ve perişan olur ve hiçbir şeyi idrak etmezler.

«Hafirenden maksat, ölümden hemen sonraki ilk hâldir. Onu ilk hayat olarak zannediyorlardı.

«Nahire», içi boş, rüzgârların eşitine müsaid ve çürümüş de­mektir. «El-Kerre»den maksat dönüştür. «Haşire» ise sahipleri zarar eden, kâr etmeyen dönüştür. «Zacire»den maksat sayhadır veya sura ikinci üfürülüştür. Onunla ölüler haşre gönderilir. «Sa-hire» bembeyaz arzdır. Ona sahire denilmesi serabın orada akıp git­mekte oluşu sebebiyledir. Zira sahire kesintisiz akıp gitmek demek­tir. Yani onlar ansızın yeryüzünde dirilmiş olduklarını görürler.

Dahhak'ın İbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre, «Sahire» gü­müşten yapılmış bir arzdır. Onun üzerinde hiçbir zaman Allah'a isyan edilmemiştir. Allah haşrde onu yaratır.

Yine İbn Abbas'tan gelen bir rivayete göre, «Sahire»den mak­sat Mekke arazisidir. Bazıları yerin yedinci katı olduğunu söyler, Allah onu üste çıkarır, hesabı onun Üzerinde görür. Bu yerin başka bir yerle değiştirildiği günde olur. Ebu'l-Aliye ve Süfyan .«Beytul Makdis'e yakın bulunan bir arzdır» demişlerdir. Bazıları da «Sahi. re cehennem kıyısında bulunan bir sahradır» demiştir. Katade'ye göre «Cehennemin tâ kendisidir». Çünkü orada daima uyanık bu­lunurlar, onları uyku tutmaz. [2]                                                     .

 

Meal

 

15- (Ey Rasûlüm) Musa'nın haberi sana geldi mi?

16- Hatırlat o zamanı ki Babbi ona mukaddes «Tuva» va­disinde nida etmişti.

17- «(Ey Musa) Firavun'a git Çünkü o pek azdı».

18- «O'na de ki: Temizlenme isteğin var mı?»

19- «Seni Rabbine yönelteyim. Böylece Rabbinden korkar­sın».

20- (Musa) ona en büyük mucizeyi gösterdi.

21- Fakat o (bu mucizeyi) yalanladı ve isyan etti.

22- Sonra da arkasını dönüp yürüdü.

23- Bu suretle (adamlarını) toplayıp bağırdı.

24- Dedi:  «İşte ben sizin o en yüce Rabbinizim».

25- Allah da onu dünya ve ahiret azabına tuttu.

26- Gerçekten onda, (içi titreyerek) korkacak olan bir kim­se için ibret vardır.

27- Siz mi yaratılışça daha çetinsiniz, yoksa sema mı? Onu Allah bina etmiştir.

28- Onun boyunu yükseltti. Sonra onu düzenledi.

29- Gecesini karanlık, gündüzünü aydınlık yaptı.

30- Bundan sonra da yeryüzünü yaydr.

31- Oradan suyunu ve otlarını çıkardı.

32- Dağlan sapasağlam dikti.

33- Bunların hepsi sizin ve davarlarınızın geçinmesi içindir

34- Fakat o büyük baskın (kıyamet) geldiği zaman.

35- İnsan ne için çalıştıysa onu hatırlar.

36- Cehennem de gören kimseler için apaçık görünür.

37- Taşkınlık edip,

38- Dünya hayatını tercih  eden için

39- Kuşkusuz ki varılacak yurt cehennemdir.

40 - Rabbinizin huzurunda (suçlu)  bulunmaktan korkarak nefsini süfli heveslerden alıkoyan için de

41- Kuşkusuz ki varılacak yurt cennettir.

42- (Ey Rasûlüm!) Sana kıyameti soruyorlar! Ne zaman ko­pacak diye?

43- Onu söylemek, senin için ne mümkün?

44- Onun nihayeti   (ilmi)  yalnız Rabbine aittir.

45- Sen ancak Kıyametten korkacak kimseleri sakındıran bir peygambersin.

46- Onlar onu gördükleri an, günün bir geç vakti (bir ak­şam) veya erken vakti (kuşluk) kadar kalmış gibi olurlar! [3]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(15-46)   «(Ey Rasûlüm!) Musa'nın haberi sana...» Bu Ayetlerin Tef setri

15. ayetten 25. ayete kadarki kısım Hz. Peygamber'e teselli ver­mek için gelmiştir. Yani yalanlanan, davasına karşı çıkılan ve bu gibi olaylarla karşılaşan ilk peygamber sen değilsin. Daha önce de Firavun Musa'ya (a.s) karşı çıkmıştır. Diğer peygamberlere de di­ğer kâfirler karşı çıkmışlardı.

Rabbimlz-bu bölümde Rasûl-ü Ekrem'e Hz. Musa gibi muvaf­fak olacağını va'detmektedir. Aynı zamanda bu bölümde Rasûlul-lah'ın getirdiği tevhidi ve son günü yalanlayan kimselere şiddetli bir tehdid de vardır. Cenab-ı Hak onları şöyle uyarıyor: Firâvun'u helak etmeye kadir olan Allah elbette sizi de helak etmeye kadir­dir.

«Vad'il-Mukaddes» Turi Sina'nın altında bir sahadır, bir vadi­dir. «Tuva» kelimesi o vadinin ismidir Veya iki defa mânasını ifa­de eder. Yani o vadi iki defa'takdis edilmiş demektir. «Tağa» fiili ise hududu aşmaktır. Düşmanlıkta sının geçmektir. «De ki: Arın­maya niyetin var mı?» yani şirkten temizlenip bundan ötürü mey­dana gelen rezil ahlâklardan uzaklaşmaya talip misin? Bu cümle her ne kadar istifham ile başlamışsa da bundan maksat arz ve ta­leptir. Lütufla, edeble istenilen, talebin en üstün çeşididir.

îster misin seni Rabbine muttali kılayım da O'na iman ede­sin? İman ettiğinde O'ndan korkasın. O'ndan korkmam ilimden ileri gelir. Çünkü Cenab-ı Hak, Fatır Suresi'nde «Allah'tan gereği gibi ancak alimler korkara buyurmuştur. Allah'tan korkan bir in­san O'na muhalefetten kaçınır. Muhalefetten kaçınan bir insan da Allah'ın azabından emin olur.

20. ayette sözü geçen «Büyük mucizenden maksat, Firavun söz deliliyle ikna olmadığı zaman Hz. Musa'nın mucize ile bir delil or­taya koymasıdır. O da Hz. Musa'nın asasının bir ejderhaya dönüş­mesidir. Buna rağmen Firavun, Hz. Musa'yı yalanladı ve delilin hükmüne karşı geldi.

Sonra Hz. Musa'yı terketti. Hilesine devam etti. Sihirbazlarını, yardımcılarını topladı. Onlara: «Ben sisin en büyük Rabbinizim. Benim saltanatıma üstün hiçbir saltanat yoktur» dedi. Firavun Hz. Musa ve kavmini Kızıldeniz'de, gurur ve azametiyle takip et­ti. Bunun üzerine o ve orduları Cenab-ı Hak tarafından Kızıldeniz' de boğuldu, Böylece Allah ona hem ahiret azabını hem de dünya azabını tattırmış oldu.

Korkan bir kimseden maksat, aklı olup da bu akılla işlerin neticelerini, vardıkları noktaları düşünen, böylece geçmişlerin ha­diselerine, halihazırda bulunanların ahvaline bakarak ibret alan kimsedir. Bu surenin 27'den 33. ayetine kadar olan bölümü pey­gamberi yalanlayan mağrur müşriklere hitap etmekte ve Kıyamet'i uzak gören veya Allah'ın dünyada kendilerini azaba duçar etmeye­ceğine inanan kimselerin bu düşüncelerinin hiçbir değer taşımadı­ğım belirtmektedir. Onları yoktan inşa eden, ilk yaratan Allah'tır. Onlar eğer Cenab-ı Hak'kın kendi yaratıcıları olduğundan gafil ise-ler o zaman göğe ve yere baksınlar! Böylece bunları yaratanı bil­sinler. Bunları yaratana, kendilerinin yaratılmasının da zor gelme­yeceği kanaatine varsınlar. Yani yerlerin ve göklerin yaradanınin Allah olduğunu inkâr edecek durumda değildirler. Madem İti bunu inkâr edemiyorlar, niçin Allah'ın kendilerini yeniden yarataca­ğına, kendilerini başlangıçta yaptığı gibi iade edeceğine kadir ol­duğuna inanmıyorlar?

«Allah semayı bina etti», yani müteferrik parçaları yanyana getirerek, birbirine bağlayarak tek bina haline getirdi. Yıldızlar da böyledir. Cenab-ı Hak her birini diğeriyle orantılı olması nisbe-tine binaen yarattı ve onları kendi yörüngelerinde tutan bir kuv­veti de halkeyledi. Böylece onlar görünüşte bir tek âlem oldular ve o âleme de tek isim verildi: Gök!

«Semk» kelimesi her şeyin boyu demektir. Yani Cenab-ı Hak o semanın cürümlerini bizim başımızın Üstüne çekti. Onu, her cür-mü yerine koymak suretiyle tesviye etti. Cenab-ı Hak göğün geee-sini karanlık kıldı. Gecenin göğe nisbet edilmesi gökteki yıldızla­rın gece görünmeleri sebebiyledir.

«Onu nurlu kıldı», yani güneşini ışık saçan kıldı. Nitekim Ce­nab-ı Hak «Güneşe ve ışığına yemin ederim» buyurmuştur!

Gecenin ve gündüzün birbirlerini takip etmeleri ve bazı sey­yarelerin hareketine tâbi olan değişik mevsimler, yeryüzünü mes­ken edinmeye müsait hale getirmişlerdir. Cenab-ı Hak 30. ayetin­de bunu ifade etmektedir.

Ayet metnindeki «Dehaha» fiili onu beşik yaptı, mesken edin­meye elverişli hale getirdi demektir. O da şöyle oldu: Yeryüzü gö­zelerinden su çıkardı, pınarları fışkırttı, nehirleri akıttı ve onun ot­larını bitirdi. İnsanlar ve diğer canlılar onlarla hayatlarım idame ederler.

Dağların yer sarsıntısına karşı birer kazık olarak yere çakıl­dıkları da yeryüzünün insanlar için mesken olmasına dahildir.

Bütün bunları yapan, bunların ustası olan zat sizi yaratmak­tan aciz midir? Size yaşantınızda gereken araç ve gereçleri hibe eden O değil midir? Üstünüze gökleri kaldıran, yeri altınızda beşik haline getiren elbette sizi haşre göndermeye de kadirdir. Acaba sizin için bu tedbiri aldıktan, size çokça hayr verdikten sonra sizi mânâsız ve başıboş bırakması O'nun şanına yakışır mı?

Îbn'ul-Munzir ve îbn Ebi Hatim, İbn Abbas'tan şöyîe rivayet ederler: «ELTâmme, Kıyamet Günii'nün isimlerinden biridir».

îbn Ebi Şeybe, Kasım bin Velid el-Emmezani'den şöyle riva­yet ediyor: Et-Tâmmet'ul-Kubra'nın geldiği zamandan maksat, cennet ehlinin cennete, cehennem ehlinin de cehenneme gönderil­dikleri zamandır.

İbn Ebi Şeybe, Amr bin Kays el-Kindi'den* şöyle rivayet edi­yor: Et-Tâmmet'ul-Kubra'nın gelmesinden maksat, onlara «Onu cehenneme götürün» denildiği zamandır!

tbn Merduveyh, Hz. Ali'den şöyle rivayet ediyor: Zaman za­man Rasûlullah'tan Kıyamet'in ne vakit kopacağı soruluyordu. Bu­nun üzerine «Sen nerede, onun vaktini söylemek nerede» ayeti indi.

İbn Ebi Hatim zayıf bir senedle İbn Abbas'tan şöyle rivayet ediyor: Mekke müşrikleri Rasûl-ü Ekrem'e istihza yoluyla, «Kıya­met ne zaman kopacaktır?» diye sordular. Bunun üzerine «Sen ne. rede, onu söylemek nerede» ayeti indi. Yani ey Muhammed! Sen onun ilmini bilmiyorsun. Onun ilmi ancak Allah katındadır. Sen ancak Kıyametken korkan kimseleri uyarabilirsin. Onlar Kıyamet'i gördükleri zaman sanki dünyada hiç durmamış ve onun hiçbir ni­metinden istifade etmemiş gibi olurlar. Sadece öğleden güneş ba-tmcaya kadar bir zaman veya güneşin doğuşu ile gündüzün yansı arasındaki zaman kadar durmuş olduklarını sanırlar.

Abd bin Humeyd ve Nesei Tank bin Şehab'tan şöyle rivayel ederler: Rasûl-ü Ekrem Kıyamet'ten çokça bahsediyordu. «Sen ne rede, onu söylemek nerede. Onun müntehası Rabbinedir» ayeti in dikten sonra, artık Rasûl-ü Ekrem bunu sormadı.

İbn Merduveyh, Hz. Aişe'den şöyle rivayet ediyor: Bedevilei Rasûlullah'a gelir ve O'ndan Kıyamet'i sorarlar. Rasûl-ü Ekrem iç lerinde en genç olana bakar, «Eğer bu genç bir asır kadar yaşarsa, işte o zaman sisin kıyametiniz başınıza kopar» buyurdu.

İbn Ebi Şeybe, Zeyd bin Eslem'den şöyle rivayet ediyor: Al-lah'in Rasûl-ü «Cenneti umanlar cennete girerler. Ateşten korkan­lar ateşten uzaklaştırılırlar. Allah ancak rahmet edene rahmet eder» buyurdu.

Îbn'ul-Munzir, İbn Cerir'den şöyle rivayet eder: «Onun Mun-tehası, yani ilmi ve bilgisi demektir».

genden Kıyamet'in kopma zamanını sorarlar. Böylelikle, «Sen onun ilminde hangi mertebedesin? Yani bu hususta ilmin hangi noktaya varmıştır?» demek isterlerdi. Bu yoruma binaen onun ce­vabı 44. ayettir: «Onun sonu Rabbine aittir». Fakat bu yorum za­yıftır. Rivayetten anlaşılıyor ki bu, Rasûl-ü Ekrem'in Kıyamet'i çokça sormasından doğan bir hayrettir. Sanki ona deniliyor ki, sen bu hususta nasıl bir bilgiye sahipsin? Onu sorup durmakta hangi noktadasın? Yani onlar senden bunu soruyorlar. Buna ce­vap vermek için sen de durmadan bunu soruyorsun!

«EUAşiyya» günün son tarafıdır. «Duha» kelimesinin aşiyye zamirine izafe edilmesi gösteriyor ki, aşiyye ve duha aynı günün aşiyye ve duhasidır. Onlar bir günün bir parçası kadar durdukla­rını sanırlar. Nitekim onlar ancak günün bir saati kadar kaldı­lar!

«Lebs» kelimesi ikamet etmek, kalmak mânâsım ifade eder. [4]

NAZİAT SURESİ'NİN SONU

 



[1] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/454.

[2] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/455-462.

[3] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/464.

[4] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/465-469.