ABESE SURESİ 2

Surenin İsmi: 2

Önceki Sureyle İlişkisi: 2

Surenin Muhtevası: 2

Nüzul Sebebi 2

İslâm'da Eşitlik.. 3

Belagat: 3

Kelime ve İbareler: 3

Nüzul Sebebi 3

Açıklaması 3

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 4

Kur'an Bir Öğüt Ve Hatırlatmadır, Allah'ın İnsan Üzerindeki Nimetleri 4

Belagat: 5

Kelime ve İbareler: 5

Nüzul Sebebi 5

Ayetler Akası İlişki 5

Açıklaması 5

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 6

İnsanın İhtiyacı Olan Allah'ın Nimetleri 7

Kelime ve İbareler: 7

Ayetler Arası İlişki 7

Açıklaması 7

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 7

Kıyametin Korkuları 8

İ'rab: 8

Belagat: 8

Kelime ve İbareler: 8

Ayetler Arası İlişki 8

Açıklaması 9

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 9


ABESE SURESİ

 

Surenin İsmi:

 

"Abese" suresi, insanın yaratılışının gereği mühim bir işle meşgul iken bu işin engellenmesi, kesintiye uğraması karşısında beşerî bir tavrı, yani yüzü ekşitmeyi ifade ederek başladığı için " Abese" suresi diye anılmıştır. Fakat Peygamber (s.a.)'in yüz ekşitmesi dolayısıyla ikaz edilmesi,-ileride açıklanacağı gibi- onun kadrinin yüceliği ve peygamberlik makamının üs­tünlüğünden ötürüdür. [1]

 

Önceki Sureyle İlişkisi:

 

Bu surenin önceki Naziât suresi ile bağlantısı vardır: Allah Tealâ o su­rede Peygamber (s.a.)'in kıyametten korkanı uyarıcı olduğunu haber ver­miş, bu surede de uyarının kime fayda vermeyeceğini zikretmiştir. Onlar Rasulullah (s.a)'m İslâm konusunda başbaşa konuşup, davet ettiği Utbe b. Rabia, Şeybe b. Rabia, Ebu Cehil, Abbas b. Abdulmuttalib, Ümeyye b. Ha­lef ve Velid b. Muğire'dir.

Önceki surede kıyamet "O en büyük belâ geldiği zaman" (34. ayet) şek­linde nitelendirilmiş, burada ise "Fakat o kulakları sağır edercesine haykı­racak olan ses geldiği zaman" şeklinde vasfedilmiştir.(33. ayet) İkisi de (Tâmme, Hâssa) kıyametin isimlerindendir. Allah Tealâ orada dirilmeyi gök, yer ve dağların yaratılması ile ispat etmiş, burada da insan, bitki ve yiyeceğin yaratılması ile ispat etmiştir. [2]

 

Surenin Muhtevası:

 

Surenin konusu, Mekke'de inen diğer sureler gibi, inanç, peygamber­lik ve zengin fakir ayırımı olmaksızın insanlar arasında eşit olan ahlâktır.

Sure, Hatice b. Huveylid'in dayısının oğlu âma Abdullah b. Ümmi Mektûm'un kıssasını anlatarak başlıyor. Hz. Peygamber, Kureyş'in ileri ge­lenlerinden bir grupla meşgul olup onları imana davet ederken, Abdullah da dinini öğrenmek için Rasulullah (s.a)'a gelmişti. Rasulullah (s.a) yüzü­nü ekşitti ve ondan yüz çevirdi. Allah Tealâ "Yüzünü ekşitip çevirdi..." (1-16. ayetler) ayetiyle ona ikazda bulunup, Kur'an'm akledip düşünenler için hatırlatma ve öğüt olduğunu açıkladı.

Sonra insanın inkârını ve Rabbinin nimetlerine nankörlük etmesini, Allah'ın hidayetinden kaçmasını yererek şöyle buyurmuştur: "O kahredüe-si insan, ne nankördür o." (17-23. ayetler)

Bunu, diriltmeye dair kudretin ispatı için Allah'ın kudretine, insanın, bitkilerin ve insanların yiyecek ve içeceğinin kolaylaştınlmasmdaki vahdani­yetine delil getirilmesi izlemiştir: "İnsanyediğine baksın..." (24-32. ayetler)

Sure, kıyamet gününün zorluklarını, insanın o gün en yakınlarından kaçacağını anlatıyor ve müminlerle kâfirlerin halini açıklayarak bitiyor: "Fakat o kulakları sağır edercesine haykıracak olan ses geldiği zaman..." (33-42. ayetler) [3]

 

Nüzul Sebebi

 

Bu sure, Hatice (r.a.)'nin dayısının oğlu Abdullah b. Ümmi Mektûm hakkında inmiştir. Amr b. Kays b. Zaide de denmiş olmakla beraber, Ca-miu'l-Usul'de bildirildiğine göre daha meşhur ve yaygın olan görüş budur. Ümmü Mektûm'un adı ise, Atike b. Amir b. Mahzum'dur.

Olay şudur: Abdullah, Rasulullah'm (s.a.), Kureyş'in ileri gelen­lerinden Utbe b. Rabia, Şeybe b. Rabia, Ebu Cehil b. Hişam, Abbas b. Ab-dülmuttalib, Ümeyye b. Halef ve Velid b. Muğire ile bulunduğu bir esnada yanına girdi. Rasulullah (s.a.) onları, başkaları da onların müslümanlığın-dan etkilenerek müslüman olur diye İslâm'a davet ediyordu. Abdullah b. Ümmü Mektûm oradakilerle meşguliyetini bilmeden: Ya Rasulallah! Al­lah'ın sana öğrettiklerinden bana öğret, bana oku, dedi ve bunu tekrarladı. Rasulullah (s.a.) sözünü kesmesini hoş karşılamadı ve yüzünü ekşitti. Ve ayet indi. Rasulullah (s.a.) bundan sonra ona ikramda bulunur, gördüğün­de de: "Rabbimin beni kendisi için itab ettiği kimseye merhaba. Var mı bir ihtiyacın?" derdi. Çıktığı iki gazvede onu Medine'ye vali olarak bırakmıştı.[4]

Enes dedi ki: Kadisiye günü onu binekli olarak gördüm. Üzerinde bir zırh ve elinde siyah bir sancak Vardı. Şunu da rivayet ediyor: Rasulullah (s.a.) o ayetten sonra hiçbir fakire yüzünü ekşitmedi ve bir zengine yönelmedi.

Kurtubi, adı anılan meşhurların isimlerine şöyle yorum getiriyor: Bun­ların hepsi yanlış ve dini tahkik etmeyen müfessirlerin cahilliğidir. Ümeyye b. Halef ve Velid Mekke'de, İbni Ümmi Mektûm ise Medine'de idi. Ne onlar onunla ne de o onlarla beraber oldu. Birisi hicretten önce diğeri de Bedir'de olmak üzere ikisinin de ölümü küfür üzere idi. Ümeyye Medine'ye hiç git­memiş, tek başına veya başkası ile onun yanına da uğramamıştı.[5]

Ebu Hayyan bu sözü yorumlayarak diyor ki: Hata Kurtubi'de. İbni Ümmi Mektûm'un onlarla beraberliğini nasıl reddedebilir? O onun bir veh­midir. Hepsi Kureyş'tendir, İbni Ümmi Mektûm da Surenin Mekke'de indiği konusunda da icmâ vardır. İbni Ümmi Mektûm önce Mekke'de idi sonra Medine'ye hicret etti. Ayet indiğinde hepsi Mekke'de idiler. İbni Üm­mi Mektûm, Beni Amir b. Lüey el-Kureşi'den Abdullah b. Şürayh b. Malik b. Ebi Rabia el-Fihri'dir. Ümmi Mektûm'un babasının annesi de Atike'dir. O da Hatice (r.a.)'nin halasının oğludur.[6]

 

İslâm'da Eşitlik

 

1, 2- Yüzünü ekşitip çevirdi, kendi­sine o âma geldi diye.

3- (Onun halini) sana hangi şey bil­dirdi. Belki o, arınacaktı.

4- Yahut öğüt alacaktı da bu öğüt kendisine fayda verecekti.

5- Ama kendisini müstağni gören adam (yok mu?).

6- İşte sen onu karşına alıyorsun.

7- Halbuki onun arınmasından sana ne?

8, 9, 10- Ama sana koşarak gelen kimse, o (Allah'tan) korkan bir (adam) olduğu halde, sen kendisini bırakıp da oyalanırsın.

 

Belagat:

 

"Yüzünü ekşitip çevirdi..." ve ardından "(Onun halini) sana hangi şey bildirdi. Belki o, arınacaktı." buyurulması gaib sigasından muhatap sigası-na geçiştir. Bu da Rasulullah (s.a.)'a âmânın durumu ile ilgilenmesi için tenbihtir. Körlüğün anılmasında da bir anlam vardır. Çünkü körlük, genel­de edepli insanların uygulamalarında yüz çevirmeyi, ekşitmeyi değil yu­muşaklığı ve merhameti celbeder. [7]

 

Kelime ve İbareler:

 

"Kendisine o âma geldi diye:" Kendisine Abdullah b. Ümmi Mektûm geldi ve Kureyş'in meşhurlarını İslâm'a davet etmeden ibaret olan meşgu­liyetini engelledi diye. Müfessirler, yüz ekşitenin Rasulullah (s.a.) âmânın da İbni Ümmi Mektûm olduğuna söz birliği etmiştir. Adı ise, Abdullah b. Şüreyh b. Malik b. Rabia ez-Zühri'dir. Allah Tealâ Peygamberine, âmânın yüzüne karşı sert davrandığı için itab etmiştir ki, Suffa ehlinin kalbi kırıl­masın veya fakir müminin zenginden daha hayırlı olduğunu bilsin diyedir. Fakir bile olsa mümine bakmak, başkasına bakmaktan daha hayırlıdır. Buradaki yönelme, her ne kadar bir maslahat sözkonusu ise de neticede iman etmelerini umarak zenginlere yönelmektir.[8]

"Sana hangi şey bildirdi?" Hangi şey o âmânın halini sana bildirip öğ­retti? "Belki o, arınacaktı." senden dinleyeceği ve öğreneceği dinin hüküm­leri ile günahlardan temizlenecekti. Burada yüz çevirmesi başkasının arın­ması içindi.

Mal ve şöhreti, kuvveti ile Kur1 an dinlemekten "kendisini müstağni gören, yani ihtiyaçsız hisseden adam (yok mu?)" "Halbuki onun arınmasın­dan sana ne?" Onun İslâm ile arınmasından sana bir şey yoktur, senin sa­dece tebliğ görevin vardır. Fakat onun müslüman olma ihtimali, sana müs-lüman olandan yüz çevirtiyor! [9]

 

Nüzul Sebebi

 

"Yüzünü ekşitip çevirdi..." ayetinin (1. ayet) nüzul sebebiyle ilgili ola­rak: Tirmizi ve Hakim'in, Aişe (r.a.)'den rivayetlerine o göre şöyle demiştir: "Yüzünü ekşitip çevirdi..." ayeti âma İbni Ümmi Mektûm hakkında indi. Rasulullah (s.a.)'a gelip: Ya Rasulallah! Beni irşad et, demeye başladı. Ra-sulullah (s.a.) yanında müşriklerin büyüklerinden bir adam vardı. Rasulul­lah (s.a.) ondan yüz çevirip diğerine yöneldi. Ona şöyle diyordu: "Söyledi­ğimde itiraz edilecek bir husus görüyor musun?" O da " Hayır" diyordu. "Yüzünü ekşitip çevirdi, kendisine o âma geldi diye" ayeti indi. Ebu Ya'la da Enes'ten aynısını rivayet etti. [10]

 

Açıklaması

 

"Yüzünü ekşitip çevirdi, kendisine o âma geldi diye" Peygamber (s.a.) âma ona geldi ve sözünü kesti diye yüzünü buruşturdu ve yüz çevirdi. O şahıs Abdullah b. Ümmi Mektûm'dur. Rasulullah (s.a.), İbni Ümmi Mek-tûm'un sözünü kesmesini hoş karşılamayarak ve ondan yüz çevirince ayet indi. İbni Ümmi Mektûm, Peygamber (s.a.)'in meşguliyetini bilemediği için mazur sayılmıştır.

"(Onun halini) sana hangi şey bildirdi. Belki o, temizlenecekti. Yahut öğüt alacaktı da bu öğüt kendisine fayda verecekti", Ey Muhammedi Sana bildiren, öğreten nedir, belki de âma senden öğrendikleri ile amel-i salihe yönelecek, günahlardan temizlenecekti ya da öğrendiklerinden öğüt alıp hatırlayacak öğüt ona fayda verecekti.

Buradan anlaşılıyor ki: Âmânın dışında, Müşriklerden arınması ve hatırlatılması için ilgilenilenlerin hidayetlerinden umut yoktu. Burada Al­lah Tealâ İbni Ümmi Mektûm'u yüceltmektedir.

Peygamber (s.a.)'in bu uygulaması ihtiyat ve daha uygun olanın terki mesabesindedir. Asla bir günah değildir. Uygulama, İslâm dininde sorum­luluğun kaldırıldığı sevme, kızma, gülme ağlama gibi insan mizacına bağlı bir durumdan kaynaklandığı için peygamberlerin ismeti (günahlardan uzak oluşları) ile de ters düşmez.

Bu itab daha sonra açık bir şekilde dile getiriliyor:

1- "Ama kendisini müstağni gören adam (yok mu?) işte sen onu karşı­na alıyorsun" O malı, serveti ve gücü ile sendeki Kur"an bilgisinden ve ilâhi hidayetten, iman ve ilimden kendisini uzak görene yüzünü ve sözünü çevi­riyorsun. O ise sana ihtiyacı olmadığını hissettiriyor.

"Halbuki onun arınmasından sana ne?" Onun müslüman olmamasın­dan, hidayete ermemesinden ve günahlardan arınmamasından sana bir so­rumluluk düşmez. Senin tebliğden başka vazifen yoktur. Durumu onun gi­bi olan kâfirlerin işi ile ilgilenme.

2- "Ama sana koşarak gelen kimse, o (Allah'tan) korkan bir (adam) ol­duğu halde, sen kendisini bırakıp da oyalanırsın." Allah'tan korkarak sana hidayeti ve hayra irşadı talep için, Allah'ın öğütleri ile öğütlenmek için ge­leni ise görmezlikten geliyor, onunla meşgul olmuyorsun, ilgilenmiyorsun.

Bunun için Allah Tealâ Peygamber (s.a)'i uyararak İr inıseye özel muamele yapmamasını, aksine ünlü olanla garibi, zenginle fakiri, efendiy­le köleyi, erkekle kadını, küçükle büyüğü eşit tutmasını emretti. Allah di­lediğini sırat-ı müstakime hidayet eder. [11]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Ayetler şu hususlara işaret etmektedir:

1- Ayet Allah Tealâ'dan Peygamber (s.a.)'e Abdullah b. Ümmi Mek-tûm'dan yüz çevirmesi ve ilgilenmemesi, üzerine gelen uyarı fakirlerin kalpleri kırılmasın, fakir müminin inkarcı zenginden hayırlı olduğu bilin­sin diye bir hatırlatmadır.

2- Aslında İbni Ümmi Mektûm kınama ve azarlanmayı haketmişti. Kendisine öğretinceye kadar Peygamber (s.a.) ile konuşmada ısrar etti. Bu ondan gelen bir kabalıktı. Böyle olmasına rağmen Allah Tealâ Peygamberi­ni uyarmıştır.

3- İbni Ümmi Mektûnı'un özrü, Peygamber (s.a.)'in başkaları ile meş­gul olduğunu ve onların müslüman olmalarını umduğunu bilmeyişidir.

4- Ayet, İslâm'da uyarma ve davetin tebliği konusunda fakir ve zengin ayırımı yapmadan eşitliğin gerekliliğine açık bir delildir. Uyarma konu­sunda bu ayetin benzeri şu ayetlerdir: "Sabah akşam Rabbine, sırf O'nun cemâlini dileyerek, dua edenleri kovma." (En'am, 6/52), "Sabah akşam Rab-lerine O'nun rızasını dileyerek, dua edenlerle beraber candan sabret. Dünya hayatının ziynetini arzu edip de gözlerini onlardan ayırma. Kalbine bizi anmaktan gaflet verdiğimiz, heva ve hevesine uymuş, işinde haddi aşmış kimselere boyun eğme." (Kehf, 18/28)

5- Allah Tealâ Peygamberi (s.a)'in Kureyş liderlerini İslâm'a davette gayretini artırmayı dilemiştir. Gerçekte onların iman edecekleri yoktur. Onlara tevhidi, putlara ibadeti bırakmayı tebliğ etmesi yeterlidir. Bundan sonra onların hidayete ermemeleri ve iman etmemelerinin ona bir zararı yoktur. O bir peygamberdir, tebliğden başka görevi yoktur. Onların müslü-manlıklarma hırsı, müslüman olmayanları davetle meşguliyetinin müslü-man olanlardan yüz çevirmesine neden olması doğru olmaz. [12]

 

Kur'an Bir Öğüt Ve Hatırlatmadır, Allah'ın İnsan Üzerindeki Nimetleri

 

11-Hayır. Çünkü o bir öğüttür.

12- Dolayısıyla dileyen onu hatırla­yıp öğüt alır.

13, 14- O, çok şerefli, kadri yüce, tertemiz sahifelerdedir.

15, 16- Kıymetli, sevgili, elçilerin el­leriyle (yayılıp duyurulmuştur.)

17-  O kahredilesi insan, ne nankör­dür o!

18- Onu hangi şeyden yarattı?

19-  Bir damla sudan yarattı da onu biçimine koydu.

20- Sonra onun yolu(nu) kolaylaştırdı.

21- Sonra onu öldürüp kabre soktu.

22-  Daha sonra, dilediği zaman da onu tekrar diriltecek.

23-  Gerçek (o insan Allah'ın) emret­tiği şeyleri yerine getirmemiştir.

 

Belagat:

 

"O kahredilesi insan, ne nankördür o!" Taaccüb üslûbudur. Allah'ın on­ca iyiliğine karşılık kâfirlerin küfürdeki aşırılığının şaşılacak bir durum ol­duğunu gösteriyor.

"Sonra onun yolu(nu) kolaylaştırdı." Yol, anne rahminden çıkıştan ki­nayedir. [13]

 

Kelime ve İbareler:

 

Hayır" diye tercüme edilen "kellâ" kelimesi, engelleme ve azarlama gi­bi anlamlar içindir. Burada kullanıldığı anlamı, muhatabın kınanan şey­den ya da tekrarını yapmaktan menedilmesidir. "Çünkü o" hidayet veya Kur"an ayetleri "bir öğüttür." "Dolayısıyla dileyen onu hatırlayıp öğüt alır." Onunla öğüt alır veya onu ezberler. Anlatılan şudur: Bu Kur'an ya da, fa­kirlerin üstün tutulması ve dünya ehline iltifat edilmemesi olarak sana ta­nıttığımız bu tedib, korunması için büyük meleklerin görevlendirildiği Levh-i mahfuz'da sabittir.

Gökte "kadri yüce" ve şeytanların elinin değmesinden eksiklikten "ter­temizdir. "

"O kahredilesi insan, ne nankördür o! En ağır dua ile dua etme ve küf-ran-ı nimetindeki aşırılığına hayrettir. Ya da kınama sorusudur. Yani onu küfre iten nedir? "Onu hangi şeyden yarattı?" sorusu üzerindeki nimeti açıklama ve tahkir için sormadır.

"Bir damla sudan yarattı" Meniden sonra kan pıhtısından ve sonra da yaratılmanın sonuna kadar bir et parçasından. Çeşitli durumlarda ve mer­halelerde "onu biçime koydu." "Sonra onun yolu(nu) kolaylaştırdı" Anne karnından çıkmasını kolaylaştırdı. Bu ifade bir kinayedir. Ya da ona hayır ve şer yolunu kolaylaştırdı. "Gerçek (o insan Allah'ın) emrettiği şeyleri yeri­ne getirmemiştir" Allah'ın emrettiğini tam olarak yapmadı; herhangi bir şeyde hiç kimse eksiklikten arınmış değildir. [14]

 

Nüzul Sebebi

 

İbnü Münzir, İkrime'den rivayetle "O kahredilesi insan, ne nankördür o!" ayeti (17. ayet) hakkında dedi ki: "Utbe b. Ebi Leheb'in Yıldızın rabbini inkâr ettim." dediği zaman inmiştir. [15]

 

Ayetler Akası İlişki

 

Allah Tealâ Hz. Peygamberi, Kureyş liderleri ile meşguliyetinden dola­yı Abdullah b. Ümmi Mektûm'a yüzünü ekşittiği için uyardıktan sonra, "ha­yır" sözü ile tedirginliğini gidermektedir: Böyle yapma. Bu Kur"an gafillerin ikaz edilmesi için mücerred bir uyarıdır. Onu benimseyen ondan öğüt alır, onu korur ve gereği ile amel eder. O kadri yüce sahifelerde korunmuştur.

Kur'an'm durumunu, onun öğüt ve meviza kitabı olduğunu beyan et­tikten sonra Allah Tealâ insanı kınamış ve küfran-ı nimetinden, Allah'ın ona sunduğu hidayeti kabulde büyüklenip, böbürlenmesinden dolayı onu ayıplamıştır. Çirkinliklerin en büyüğünü işlediği için de o, cezaların en bü­yüğünü hak etmiştir. [16]

 

Açıklaması

 

"Hayır! Çünkü o, bir öğüttür", İbni Ümmi Mektûm'a yaptığın gibi fa­kirden yüz çevirme ve arınmaya niyeti olmadığı halde zenginle ilgilenme. Şu ayetler veya sure ya da Kur*an bir öğüttür. Sana ve ümmetine yaraşan ondan öğüt almak ve gereği ile amel etmektir.

Ayette, Kur"an'ın kadrini yüceltme vardır; kâfirler onu kabul etsin ve­ya etmesin, onlara iltifat edilmez, aldırılmaz.

Sonra o öğüdü iki vasıfla nitelendiriyor:

1- "Dolayısıyla dileyen onu hatırlayıp öğüt alır." Bu açık ve net bir öğüttür, onun anlaşılması, öğüt alınıp gereği ile amel edilmesi mümkün­dür. İsteyen ondan öğüt alır, onu korur, gereğini yapar.

2- "O, çok şerefli, kadri yüce, tertemiz sahifelerdedir. Kıymetli, sevgili, elçilerin elleriyle" O, Allah katında şerefli sahifelere konmuş sabit bir öğüt­tür. İçindeki ilim ve hikmetten ötürü, Levh- Mahfuz'dan indiği, Allah ka­tında değeri yüksek olduğu için korunmuştur, onu ancak temiz olanlar tu­tabilirler. Şeytanlardan ve kâfirlerden muhafaza edilmiştir; ona ulaşamaz­lar. Eksiklik ve yanlıştan da uzaktır. Meleklerin eliyle taşınmıştır; onlar insanlara tebliğ için vahyi Allah ve elçileri arasında taşırlar.

Onlar Rableri nezdinde şereflidirler. Masiyetten beridirler. Muttaki ve Rablerine itaatkârdırlar. İmanlarında sadıktırlar. Kısaca Allah Tealâ me­lekleri üç vasıfla sıfatlandırıyor: Elçidirler, Allah ile Rasulleri arasında vahyi taşırlar. Rableri katında şereflidirler ve Allah'a itaat ederler. Ayetler­de de öyle buyurulmaktadır: "Onlar ikrama mazhar edilmiş kullardır." (Enbiya, 21/26). "Onlar Allah'ın kendilerine emrettiği şeylere asla isyan et­mezler. Neye de memur edilirlerseyaparlar." (Tahrim, 65/6)

İbni Cerir et-Taberi dedi ki: Doğru olan, ayetteki elçilerin melekler ol­duğudur. Elçilik de Allah ile kulları arasındadır. Bunun için insanlar ara­sında sulh ve iyilik için koşuşturana da elçi denmiştir.

Kütüb-i Sitte sahipleri ve Ahmed, Aişe (r.a.)'den şu rivayeti yaptılar: Rasulullah (s.a.) buyurdu ki: "Mahir olarak Kur'an'ı okuyan, şerefli ve mut­taki elçilerle beraberdir. Zorlanarak okuyanın da iki ecri vardır."

Ardından Allah Tealâ şu sözü ile de öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden insanları kınamıştır:

"O kahredilesi insan, ne nankördür o!" Kâfir insan kahredilesi ya da öldürülesi veya ezilesi; küfrü ne aşırıdır onun! Bu ona en ağır bir beddua ve küfürdeki aşırılığına şaşma ve ileri derecede bir kınamaya işarettir.

Sonra, Allah değersiz bir şeyden onu yarattığını ve yeniden yaratmaya da kadir olduğunu hatırlatarak buyuruyor ki:

"Onu hangi şeyden yarattı? Bir damla sudan yarattı da onu biçimine koydu" Şu Rablerini inkâr eden kâfirleri Allah hangi değersiz, hor şeyden yarattı? Allah Tealâ onu hakir bir sudan yarattı, onu büyüttü ve kendi maslahatına uygun hale getirdi. Yaratılışı tamamlayıp hayatı süresince ih­tiyaçlarına uygun organlarla tamamladı. Akıl, fikir, düşünce, güç ve Al­lah'ın nimetlerinden istifade etmesi için duyu organları ile güçlendirdi. On­ları Allah'ın hoşlanmayacağı şeylerde değil, O'nu memnun edecek şeylerde kullanmalıdır.

"Sonra onun yolu(nu) kolaylaştırdı" Bu ya, anne rahminden kolaylık­la çıkıştan kinayedir ya da, şu ayette geçtiği gibi Allah Tealâ hayır ve şerri elde etme yolunu kolaylaştırdı. "Biz ona iki de yol gösterdik." (Beled, 90/10) ona hayır yolunu ve şer yolunu açıkladık. "Gerçek biz ona yolu gösterdik. İster şükredici, ister nankör." (Dehr, 76/3)

"Sonra onu öldürüp kabre soktu. Daha sonra, dilediği zaman da onu tekrar diriltecek" Yaratıp ona hayat imkânı verdikten sonra ruhunu kabze-dip ona saygı için örtüleceği bir kabre koydu onu, vahşi hayvanların ve kuşların yiyeceği şekilde yeryüzünde bırakmadı. Daha sonra dilediği za­man onu tekrar diriltecektir. Buna ba's ve nüşûr denir.

"Gerçek (o insan Allah'ın) emrettiği şeyleri yerine getirmemiştir." Bu in­san için bulunduğu duruma göre bir azarlama ve kınamadır. Kusursuz in­san yoktur. Bazı insanlar küfürle kusur işlemişler, bazıları da isyanla, bir başkaları da kendisine uygun olan daha iyi ve daha üstünü yapma yerine aksini yaparak kusur işlemişlerdir. Ayet, insanın bu hali karşısında şaş­kınlığı gösteriyor. Varlığına kendi nefsinde, göklerde ve yerde deliller bu­lunduğu halde yaratanını inkâr edebiliyor, Rabbinin nimetini inkâr edebi­liyor, o nimetlere hamd ve şükürle, güzel karşılıkla muamele etmiyor, ni­metleri kendisine nispet edebiliyor. Hidayet ve rüşdün delillerini, isyanın tehlikelerini idrak edebildiği halde Allah'a isyan edebiliyor. [17]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Ayetler şu hususlara işaret etmektedir:

1- Kur'an-ı Kerim bütün insanlar için bir öğüt ve irşat kitabıdır. Dile­yen Kur"an'dan öğüt alır, ondan yararlanır ve gereği ile amel eder. Bu da seçme hürriyetine delildir.

2- Kur'an Allah katında değerli bir kitaptır. İçindeki ilim ve hikmetten dolayı o, Allah katında şerefli sahifelere konmuş sabit, kadri yüce, bütün kirlerden arındırılmış, kâfirlerin kötü niyetlerine karşı korunmuştur. Al­lah'ın kendisi ile rasulleri arasında elçiler yaptığı meleklerin elleri ile ta­şınmıştır. O melekler Rableri katında değerlidirler, isyana bulaşmaz, ken­dilerini ondan uzak tutarlar, Allah'a mutidirler, Allah için yaptıklarında sadıktırlar: "Muhakkak o, elbette çok şerefli bir Kur'an'dır ki korunmuş bir kitaptadır. Ona tam bir surette temizlenmiş olanlardan başkası el süre­mez." (Vakıa, 57/77-79).

3- Kur'an'ı inkâr eden insan lanetlenmiştir. Öldükten sonra dirilmeyi inkâr etmekle ne nankördür o. Allah ilk olarak nasıl yarattıysa tekrar ya­ratmaya da kadirdir. Onu değersiz az bir sudan yarattı, bir nutfe iken onu yeni bir yaratılışla çıkarıncaya kadar çeşitli merhalelerden yürüttü, erkek dişi, iyi kötü, güzel çirkin, uzun kısa olması gibi hallerden geçirdi. Şimdi nasıl, Allah'ın emirlerine karşı kibirlenip zorbalık yapabilir? Hem ona ha­yır ve şerrin yolunu da açmış, yani açıklamıştır: "Gerçek biz ona yolu gösterdik." (Dehr, 76/3), "Biz ona iki de yol gösterdik." (Beled, 90/10).

Ona ikram olarak örtüleceği bir kabir de yaptı. Onu ortaya atılıp vahşi hayvanların ve kuşların yiyeceği şekilde bırakmadı. Bu da Allah Tealâ'nm insan ölülerini, mümin olsun kâfir olsun, onlara saygı için, diğer canlılar gibi yırtıcılara yem olarak ortaya atılmamasını, gömülmesini emrettiğine delildir.

Sonra da Allah dilediğinde onu çıkaracak, yani ölümünden sonra diril-tecektir.

Bütün bu merhaleler, Allah Tealâ'nın dilediği zaman insanı kabrinden çıkaracağına açık delillerdir. Bu merhaleler veya üç sıralama: Birincisi, de­ğersiz bir sudan yaratılmasının başlangıcıdır ki, tahkiri ziyadesiyle vurgu­lamadır. İkincisi doğru ile yanlışı ayırtedebilmesidir. Üçüncüsü de, öldür­me, kabre koyma ve çıkarma yani, öldükten sonra diriltmedir.

4- Azı hariç, bütün insanlar Allah'ın hakkında yetersizdirler. Emret­miş olduğu iman, taat, Allah'ın ayetlerinde düşünme ve mahlukâtm acaip yönlerinde, açık hikmetlerinde tedebbürde kimse O'nun emrettiğini lâyı­kıyla yerine getirmemektedir. [18]

 

İnsanın İhtiyacı Olan Allah'ın Nimetleri

 

24- Öyle ya, o insan yediğine baksın.

25- Hakikat biz, o suyu bol bol dök­tük.

26- Sonra toprağı iyiden iyi yardık.

27- Bu suretle onda dane bitirdik.

28-31- Üzüm, yonca, zeytinlik, hur­malık, sık ve bol ağaçlı bahçeler, meyveler, otlaklar yarattık.

32- Hem size, hem davarlarınıza fayda olarak.

 

Kelime ve İbareler:

 

Düşünce ve ibret gözü ile "o insan yediğine baksın." Nasıl, takdir edil­miş ve ona hazırlanmıştır? Zahir olan ayetteki yiyecekten maksadın genel olarak yenen şey olduğudur. "Hakikat biz, o suyu bol bol döktük" Bulutlar­dan bol ve cömertçe akıttık. Bu, yiyeceğin oluşturulması keyfiyetini açıkla­maktadır. "Sonra" bitkilerle "toprağı iyiden iyi yardık" Sulama ve yarma işinin Allah'a isnat edilmesi fiilin sebebe isnat edilmesidir. "Bu suretle on­da" buğday, arpa gibi "dane bitirdik." "Hem size, hem davarlarınıza fayda olarak" bitirdik. Siz ve hayvanlarınız istifade etsin diye. Anılan şeylerin bir kısmı insan yiyeceği bir kısmı da hayvan yiyeceğidir. [19]

 

Ayetler Arası İlişki

 

Allah Tealâ'nın kudretine dair deliller ve Onun insan üzerindeki ni­metleri sayıldıktan sonra burada da insanın yaşamak için muhtaç olduğu dış âlemdeki nimetler sayılmıştır. [20]

 

Açıklaması

 

"Öyle ya, o insan yediğine baksın" İnsan bir baksın, Rabbi, hayatının se­bebi olan yiyeceğini nasıl yarattı, nasıl tedbir edip ona hazırladı? Bunda, o nimetleri hatırlatma ve kuru topraktan bitkileri canlandırma örneği ile eri­miş kemik haline geldikten sonra cesetlerin de diriltileceğine işaret vardır. Sonra da yiyeceğin nasıl ortaya çıkarıldığını açıklayarak buyurdu ki: "Hakikat biz, o suyu bol bol döktük. Sonra toprağı iyiden iyi yardık."

Biz suyu gökten veya buluttan yere bol bol indirdik. Suyun indirilmesi yağ­murdur. Sonra onu yere yerleştirdik ve toprağa konmuş tohumu suladık, toprağı da ondan çıkan bitki ile yardık. O da yükselip, toprağın üzerine çıktı. Allah Tealâ daha sonra sekiz çeşit bitki sayarak buyurdu ki:

1-3- "Bu suretle onda dane üzüm, yonca bitirdik." Yerde gıdalanılacak buğday, arpa, mısır, çeşitli üzümler, hayvanların taze olarak yediği yonca. Mana şudur: Bitkiler, dane, üzüm ve yonca oluncaya kadar büyüyüp artar.

4-5- "Zeytinlik, hurmalık" Meyvesi bilinen zeytin ve hurma ağacını bi­tirdik.

6-8- "Sık ve bol ağaçlı bahçeler, meyveler, otlaklar yarattık." yoğun ve büyük ağaçlı çokça bahçeler, elma, armut, muz, şeftali, incir ve benzeri gibi yararlanılan meyvalar, hayvanlar için yiyecek ot, saman. Ayette geçen "el-ebbü" insanların yemediği ve ekmedikleri, yerden çıkan, ot ve diğer hay­vanlara ait yiyeceklerdir.

Ardından da bu bitkilerin yaratılmasındaki hikmeti ve nimet olma yö­nünü zikrederek buyurdu ki:

"Hem size, hem davarlarınıza fayda olarak" yani bunları size ve da­varlarınıza, siz yararlanın hayvanlarınız da yesin diye yarattık. Ayette ge­çen ve "davarlar" olarak tercüme edilen " en'am", deve, inek ve koyunlara denmektedir. [21]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Ayetler şu hususlara işaret etmiştir:

1- Allah Tealâ insanın yiyerek hayatını sürdürdüğü yiyeceklere bak­masını, düşünüp ondan sonuçlar çıkarmasını emretmiştir. Allah onu nasıl hazırlamıştır Gökten su indirdi sonra da, bitkilerle ya da hayvanların veya aletlerin sürmesi ile toprağı yardı ve muhtelif bitki türleri çıkardı.

2- Allah Tealâ bitkilerden sekiz çeşidini anmıştır. Dane: Buğday, arpa vb. ekilenlerin hepsidir. Gıdada esas olduğu için de başta zikredilmiştir. Üzüm: Bir açıdan gıda bir başka açıdan da meyve olduğu için daneden son­ra zikredilmiştir. Yonca: Mekke ve Yemen halkının "kazb" dediği "kat" ola­rak bilinen bitkidir. Zeytin, hurma ve kalın gövdeli çok ağaçlı bahçeler. Meyve: İnsanların yemiş olduğu meyvelerin tümüdür. Bütün türlerini ihti­va etmesi için genel bir adla anılmıştır. Hayvanların otladığı meralar.

3- İnsan ve hayvan gıdasını kapsayan bu bitkilerin yaratılmasındaki gaye, insan veya hayvanın ondan yararlanmasıdır. Çünkü bu bitkilerin ya­ratılması bütün canlıların yararınadır.

4- Bu konuların getirilmesindeki amaç Allah Tealâ'nm ölüleri kabirle­rinden çıkarmaya örnek vermesi ve Allah Tealâ'nın kullarına lütfetmiş ol­duğu nimetlerini hatırlatmasıdır.

Özet olarak bu maddelerin zikredilmesinin amacı üç şeydir:

a) Tevhide götüren delillerin gösterilmesi.

b) Yeniden yaratmaya götüren delillerin gösterilmesi.

c) İman ve taata teşvik: Çünkü akıllı bir insana, kullarına ihsanın bu büyük türleri ile iyilikler yapan bir ilâha boyun eğmemesi yaraşmaz. [22]

 

Kıyametin Korkuları

 

33- Fakat o kulakları sağır edercesi­ne haykıracak olan ses geldiği zaman

34, 36- Kişinin kaçacağı gün: Karde­şinden, anasından, babasından, ka­rısından ve oğullarından.

37- O gün bunlardan herkesin ken­dine yeter bir işi vardır.

38, 39- O gün yüzler vardır, parıl pa­rıl parıldar, güler, sevinçlidir.

40- O gün yüzler de vardır, üzerleri­ni toz toprak (bürümüştür.)

41-  Onu bir karanlık ve siyahlık kaplayacaktır.

42- İşte bunlar kâfirler, facirlerdir.

 

İ'rab:

 

"Fakat o kulakları sağır edercesine haykıracak olan ses geldiği zaman" cümlesindeki şart edatı olan "İzâ: zaman"ın cevabı, "O gün bunlardan her­kesin kendine yeter bir işi vardır." cümlesidir. [23]

 

Belagat:

 

"O gün yüzler vardır, parıl parıl parıldar, güler, sevinçlidir" cümlesi ile "O gün yüzler de vardır, üzerlerini toz toprak (bürümüştür.) Onu bir karan­lık ve siyahlık kaplayacaktır." cümlesi arasında mukabele vardır. İyilerle kötülerin yüzlerini mukabele etmektedir. [24]

 

Kelime ve İbareler:

 

"Ses" ayetteki "es-Sâhha: ses", el-Karia, et-Tâmmetü'1-Kübrâ olarak da geçmiş olup korkunç ses, çağrı demektir veya kıyamet günüdür. Bu da dirilmenin olacağı ikinci üfürmedir. Anlatılmak istenen, şiddetinden ku­lakları sağır edecek olan sestir. Mecazî olarak böyle adlandırılmıştır.

Kendi durumu ile meşgul olacağı ve ona faydalarının olmayacağını bildiği için "kişinin kaçacağı gün: Kardeşinden, anasından, babasından, karısından ve oğullarından. O gün bunlardan herkesin kendine yeter bir işi vardır." İlgilenmesi ve başkasının işine bakmasına mani olacak bir işi veya durumu vardır. Yani herkes kendisi ile meşguldür. Bu, oradaki durumun vehametini, korku ve şiddeti gösteriyor. "Parıl parıl parıldar." Sevinçten ışıklanmış, parlamıştır. Gördüğü nimetlerden dolayı "sevinçlidir" ki onlar müminlerdir.

"İşte bunlar kâfirler, facirlerdir." küfür çeşitlerini, Allah'ın varlığını ve vahdaniyetini inkârı birleştirmişlerdir. Facirlik: İsyan ve Allah'ın belirledi­ği ilkeleri çiğnemektir. [25]

 

Ayetler Arası İlişki

 

İnsan nefsinde ve dış dünyada Allah Tealâ'nm nimetlerini açıklayıp, onlarla Allah'ın diriltmeye ve her şeye kudretine deliller getirdikten sonra Allah Tealâ, insanı korku ve endişe ile dolduran kıyamete ait bazı durum­ları ve korkuları açıklamıştır. Bunun nedeni de, O'na iman konusunda de­rin düşünmeye, küfürden kaçınmaya, insanlara karşı büyüklenmeyi terke, herkese karşı mütevazı olmaya zemin olsun, diyedir.

Oradaki insanlar iki grupturlar: İyiler ve kötüler. Birinci grup, gülüp sevinenlerdir ki onlar, Allah'a, Peygamberine iman edip, Allah'ın emretti­ğine itaat edenlerdir. İkinci grup ise, suratları asık ve kederlidirler. Yüzle­rinde toz toprak vardır, kapkaradırlar. Onlar Allah'ın varlığını ve tevhidi inkâr eden, Peygamberlerin getirdiklerini kabule yanaşmayanlardır.

Kurtubi dedi ki: Yaşamayı zikredince, salih amellerle ve kendilerine hatırlatılan nimetlerden infakla o güne hazırlansınlar diye dönüş gününü de zikretmiştir. [26]

 

Açıklaması

 

"Fakat o kulakları sağır edercesine haykıracak olan ses geldiği za­man." Kıyamet, ya da kulağa çarpan yani, onu duymaz hale getiren kıya­met gününün sesi geldiği zaman. es-Sâhha, kıyametin isimlerinden biridir. Allah onu yüceltmiş ve ona karşı insanları uyarmıştır. Begavi dedi ki: es-Sâhha, kıyamet gününün sesi demektir. Böyle adlandırılması, kulaklara çarpması ve şiddetinden dolayı kulakları sağır etmesindendir. İbni Cerir Sur'a üfürmenin adı olabilir, demiştir.

"Kişinin kaçacağı gün: Kardeşinden, anasından, babasından, karısın­dan ve oğullarından. O gün bunlardan herkesin kendine yeter bir işi var­dır." Ses geldiği zaman kişi, en değerli ve ona sevgi, şefkat ve duygu olarak en yakın olması gereken kardeş, anne, eş ve çocuk gibi akrabasını görüp de onlardan kaçıp uzaklaştığında. Çünkü korku büyük, şartlar çetindir. O gün herkesin onu akrabasından koparacak, uzak tutacak onları unutturacak bir derdi vardır. Allah Tealâ buyuruyor ki: "O gün seven sevdiğine hiçbir şeyle fayda vermez. Onlara yardım da edilmez." (Duhan, 44/41), "Hiçbir hı­sım bir hısımı sormayacak." (Mearic, 70/10).

Anlatılan şudur: Kişi dünyada kendisine sığındıklarından ahiret ha­yatında kaçacaktır. Ayetteki sıralamanın ifade ettiği husus da açıktır. En uzaktan kaçış: Kardeşten sonra ebeveynden, sonra da eş ve çocuktan. Ge­nel olarak en sevgili ve en yakına yükselerek. Zemahşeri dedi ki: Kardeşle sonra da ebeveynle başladı. Çünkü onlar en yakınlarıdır. Sonra da eş ve ço­cuklar. Çünkü onlar da en yakın ve en sevgili olanlardır. Adeta şöyle de­miştir: Kardeşinden kaçacak hatta ebeveyninden ve hatta eşinden ve ço­cuklarından. Razi de onun bu görüşünü teyit etmiştir.

en-Nezzam en-Nisaburî, Garâibu'l-Kur'an'mda bu görüşü yorumlaya­rak dedi ki: Bu görüş, eşin ebeveynden daha yakın ve daha sevgili olmasını gerektirmektedir. Herhalde bu akıl ve şeriatın aksinedir. Daha doğru olan şöyle denmesidir: Kişiyi dünyada yukarı ve aşağı doğru daha çok çevrele­yen akrabalarından bazılarını anmayı dilemiş ve yukarı doğru olanlardan başlamıştır. Çünkü aslın öne alınması fertn öne alınmasından evlâdır. Her iki taraftan ona aynı derecede yakın olan iki kişi önce anılmıştır: Birinci taraftan kardeşi ikinci taraftan da eşi. Çocukların varlığı eşin varlığına bağlı olduğuna göre eşin öne alınması uygundur.[27]

Daha açık olan, kaçmanın manasının onların durumu ile ilgilenmenin azlığı olmasıdır. Ayette "o gün bunlardan herkesin kendine yeter bir işi var­dır, " yani, onu yakınlarından alıkoyar, engeller buyurulması da buna delildir.[28]

İbni Ebi Hatim, Nesai ve Tirmizi İbni Abbas'tan şöyle dediğini rivayet ettiler: Rasulullah (s.a.) buyurdu ki: "Yalınayak, çıplak, yaya ve sünnetsiz haşrolunacaksınız." Hanımı dedi ki: Ya Rasulallah! Birbirimizin avretini görür veya bakarız? Buyurdu ki: "O gün bunlardan herkesin kendine yeter bir işi vardır." Ya da "Onu bakmaktan alıkoyacak meşguliyeti vardır."

Sonra Allah Tealâ o zaman insanların durumlarını ve o günde iyiler ve kötüler diye ikiye ayrılacaklarını zikretti. Önce iyilerin vasıflarını anarak buyurdu ki:

"O gün yüzler vardır, panl parıl parıldar, güler, sevinçlidir." insanlar orada iki fırka olurlar gülen, aydınlık parlak yüzler: Onlar cennet ehli olan müminlerin yüzleridir. Zira o zaman ellerindeki nimet ve ikramları göre­cekler.

Sonra kötüleri şu sözü ile vasfetti:

"O gün yüzler de vardır, üzerlerini toz toprak (bürümüştür.) Onu bir karanlık ve siyahlık kaplayacaktır. İşte bunlar kâfirler, facirlerdir." Kıya­mette, Allah'ın hazırlamış olduğu azabı gördüğü için, tozlanmış, ümitsiz, karamsar yüzler vardır. O yüzleri karanlık, siyahlık, zillet ve şiddet kaplamıştır. O tozlanmış yüzlerin sahipleri, Allah'a iman etmeyip küfreden, pey­gamberlerin getirdiklerine de inanmayan ve kötülükler işleyenlerdir. Kü­für ile facirliği birleştiren fasıklar ve yalancılardır onlar. Nitekim ayette: "Kötüden, öz kâfirden başka da evlât doğurmazlar." (Nûh, 71/27) buyurul-du. Büyük günah sahibinin facir olduğunu da bu "kâfirler, facirler" ayetine binaen kabul etmiyoruz. Kâfirler facirlerdir, başkası değil.

Razi'nin dediği gibi, bu ve benzeri ayetlerde iki grubun bulunmuş ol­ması, üçüncü bir grubun, isyankâr, fasık müminlerin bulunmadığını göstermez.[29]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Ayetler şu hususlara işaret etmektedir:

1- İkinci veya son üfleme olan ve kendi işi ile uğraştığı için kardeşin kardeşinden, çocuğun babasından, eşin eşinden ve evlâdından kaçacağı gün olan kıyamet gününün sesi geldiğinde, her insanın onu başkasıyla ilgilenmeden alıkoyan bir işi veya durumu olur.

Sahih-i Müslim'de Aişe (r.a.)'den yapılan bir rivayette Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "İnsanlar kıyamet günü yalın ayak, çıplak ve sün-netsiz olarak haşrolurlar." Dedim ki: Ya Rasulallah! Erkekler ve kadınlar beraber; birbirlerine bakarlar? Buyurdu ki: "Aişe. O günkü iş, birbirlerine bakmaktan daha kritiktir."

Tirmizi'nin İbni Abbas'tan rivayetinde lafız şöyledir: Rasulullah (s.a.) buyurdu ki: "İnsanlar yalınayak, çıplak ve sünnetsiz haşrolurlar." Bir ka­dın: Bazımız bazımızın avretini görür veya bakar? Buyurdu ki: "O gün bunlardan herkesin kendine yeter bir işi vardır."[30]

2- İnsanlar kıyamet günü iki grup olacaklar: Yüzleri aydınlık, parlak ve Allah'ın ona verdiği lütufları ile sevinmiş, neşeli, kurtuluşu ve elindeki nimetleri bilmiş müminlerin yüzleri. Bir grup da, yüzleri toz, dumanla kaplanmış, karanlık ve siyahlık altındaki yüzler. Onlar da Allah ve Rasu-lünü inkâr eden, âsiler, yalanlayıcılar ve Allah Tealâ'ya iftira edenlerin yüzleridir.[31]

 



[1] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/361.

[2] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/361.

[3] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/361-362.

[4] Kurtubi, XIX/213; en-Nazzam, Garâibu'l-Kur'an, XXX/27; Razi, XXXI/54.

[5] Kurtubi, a.g.y.

[6] Ebu Hayyan, el-Bahru'l-Muhit, VIII/428.

Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/362-363.

[7] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/364.

[8] Kurtubi, XIX/213.

[9] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/364-365.

[10] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/365.

[11] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/365-366.

[12] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/366-367.

[13] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/368.

[14] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/368-369.

[15] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/369.

[16] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/369.

[17] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/369-371.

[18] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/371-372.

[19] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/373.

[20] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/373.

[21] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/373-374.

[22] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/374-375.

[23] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/376.

[24] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/376.

[25] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/376-377.

[26] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/377.

[27] Zemahşeri, III/314; Razi, XXX/64; en-Nazzam, Garâibu'l-Kur'an, XXX/31.

[28] en-Nazzam, a.g.y.

[29] Razi, XXXI/65.

Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/377-379.

[30] Tirmizi, Hasen Sahih ha­distir, dedi.

[31] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/379.