1-29. ÂYETLERİN
TEFSİRİ
Rahman ve Rahim
Allah'ın Adı İle
Bütün müfessirlerin
görüşüne göre; Mekke'de inmiştir. Yirmidokuz âyet-i
kerimedir.
Tirmizî'de İbn Ömer'den gelen rivayete
göre; o şöyle demiştir: Rasûlul-lah
(sav) buyurdu ki: "Her kim kıyamet gününe gözüyie
görmüşçesine bakmaktan hoşlanır ve memnun olursa, o kimse, "Güneş tortop
edilip, dü-rüldüğü
zaman"; "Gök yarıldığı zaman" ile "Gök yarılıp, çatladığı
zaman" (diye başlayan sûreler)i okusun." (Tirmizi)
dedi ki: Bu hasen. garib
bir hadistir.[1]
1. Güneş
tortop edilip, durulduğu zaman,
2. Yıldızlar
ardarda döküldüğü zaman,
3. Dağlar
yürütüldüğü zaman,
4. Doğumu
yaklaşmış develer başıboş bırakıldığı zaman,
5. Vahşi
hayvanlar bir araya toplandığı zaman,
6. Denizler ateşlendîrildlği zaman,
7. Nefisler eşleştirüdiği zaman,
8. Dİrİ diri gömülen kız çocuğuna
sorulduğu zaman; . 9. "Hangi
günahtan dolayı öldürüldü?" diye.
10.
Defterler açıldığı zaman,
11. Gök
yerinden söküldüğü zaman,
12. Cehennem
daha da kızıştırüdığı zaman,
13. Cennet
de yaklaştırıldığı zaman,
14. Her nefs neyi hazırlamışsa bilmiş olacaktır.
"Güneş tortop
edilip, durulduğu zaman" buyruğu hakkında; İbn Abbas dedi ki: Güneşin tortop edilip, dürülmesi (tekvîri), Arşın içine sokulması demektir. d-Hasen, ışığının gitmesidir. Katadc
ve Mücahid de böyle dediği gibi, İbn
Abbas'tan da böyle açıkladığı rivayet edilmiştir. Said b. Ciibeyr telef
edilmesidir, diye açıklamıştır. Ebu Ubeyde dedi ki: Tortop edilip dürülmesi, sarığın sarılması
gibidir. Yani sarılıp imha edilecektir. er-Rabî' b, Haysem dedi ki: Tortop edilip, dürülmesi onun bir kenara
atılması demektir. Ben onu lutup attım, o da
düştü" ifadesi de buradan gelmekledir.
Derim ki: "Tekvîr"in asıl anlamı bir araya getirip, toplamaktır.
Bu dit; sarığın başın etrafında sarılıp toplanması anlamına gelen: 'dan alınmadır.
O halde, güneş sarılıp sarmalanacak ve ışığı imha edilecek, sonra da denize
atılacaktır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Ebu
Salih'ten "tortop edilip, dürülmesi"nin ters yüz edilmesi, altüst
edilmesidir, diye açıkladığı nakledilmiştir.
"Yddızlar ardarda döküldüğü
zaman" darmadağın olup, etrafa saçıldı-ğı zaman
demektir. Ebu Ubeyde:
Kartal avına doğru hücum ettiği vakit yukarıdan aşağıya kendisini nasıl
atıyorsa, Öylece atıldığı zaman, diye açıklamıştır. el-Accâc
da, bir çakır duğanı anlatırken şunları
söylemektedir:
"Bir toy kuşu
görüp aydınlanan (sevinen) ve üstüne atılan Bir doğanın, süzülüp avınım üstüne
atılışı gibi."
Ebu Salih, İbn Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "O gün semada, yere
düşmedik hiçbir yıldız kalmayacaktır. Öyle ki yedinci yerde bulunanlar, en
üstte bulunan arzın başına gelen ve ona isabet edenlerden korkup, dehşete
kapılacaklardır."
ed-Dahhnk, İbn
Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Yıldızlar
ardı arkasına.düşecektir. Yıldızlar sema ile arz arasında nurdan zincirlerle
asılı kandillerdir. Bu zincirler de nurdan meleklerin elindedir. Sûr'a birinci
defa üfürüleceğinde yerde ve gökte bulunan herkes ölecek. İşte bu yıldızlar etrafa
dağılacak ve meleklerin ellerinden zincirler peşpeşe
düşecek, günkü unları tutanlar, ölmüş olacaktır.
"Yıldızların
dökülmesi"nin izlerinin yok edilmesi anlamına gelme ihtimali de vardır.
Çünkü yıldızlara bu ismin (necin) veriliş sebebi, semada ışıklarıyla görünmeleridir.
Yine İbn Abbas'tan şöyle dediği
rivayet edilmiştir: "Yıldızların dökülmesi" değişmeleri ve
yerlerinden yok olup gitmeleri dolayısıyla, ışıklarının kalmaması demektir.
Anlamlar birbirlerine yakındır,
"Dağlar
yürütüldüğü zaman" yerden kopanldığı ve havada
yürütüldüğü zaman, demektir. Bu da yüce Allah'ın: "O günde dağları
yürüteceğiz ve sen yeryüzünü çıplak göreceksin" (el-Kehf,
18/47) buyruğuna benzemektedir.
Dağların yürütülmesi
taş olmaktan çıkıp, yığılmış kum gibi oimalan yani
akışkan (taneleri birbirini tutmayan) kum yığını olmaları demektir, diye de
açıklanmıştır. O vakit; dağlar, atılmış pamuk gibi olacak, etrafa saçılmış toz
toprağı andıracak ve hiçbir şey olmayan bir serab
gibi olacak. Yer herhangi bir tümseklik ya da
çukurun görülmediği dümdüz hır arazi haline dönüşecek. Bu husus daha önce bir
başka yerde de (Tâ-Hâ, 20/105 âyet ve devamının tefsirinde) geçmiş
bulunmaktadır. Allah'a hamdolsun.
"Doğumu yaklaşmış
develer" karınlarında yavruları bulunan hamile develer "başıboş
bırakıldığı zaman."
"Doğumu yaklaşmış
develer"in tekili: 'dir.
Yahutta gebeliği üzerinden on ay geçmiş olan deve
demektir. Artık bu deve yavrulayınca-ya kadar bu ad
ile anılır, yavrulamasından sonra da yine bu adı taşımaya devam eder. Bir şeyi
daha önceki adı ile adlandırmak, artık o zamanı geçmiş olsa dahi bunu
sürdürmek- Arapların adetlerindendir. Nitekim bir kimse beş allı yaşına gelmiş
olan atını kastederek, benim tayımı getiriniz, benim tayımı yaklaştırınız, der
ve onu daha önceki ismiyle anmaya devam eder. Ante-re
şöyle demiştir:
"Sakın benim
tayımı ve ona yedirdiklerimi ağzına alma O vakit senin derin uyuz olmuşun
derisi gibi olur."
Yine şöyle demiştir:
"Ve atımı onun (o
birliğin) ortasına sürerek hamle yaptım
ve onların ta içine
daldım."
Özellikle "doğumu
yaklaşmış develer"i sözkonusu
etmesi, Arapların nezdirvde böylelerinin
en değerli oluşundan dolayıdır ve bu develere sahib
olanlar, ancak kıyametin kopacağı vakit onları başıboş bırakırlar. Bu
elbet-teki bir örneklendirmedi r. Çünkü kıyamet gününde doğumu yaklaşmış dişi
deve olmayacaktır. Fakat bununla misal vermek istemiştir. Şöyle ki; kıyamet
günü öyle dehşetlidir ki, bir kimsenin doğumu yakınlaşmış devesi olsa dahi,
onu başıboş bırakır ve kendi işiyle uğraşır.
Şöyle de
açıklanmıştır: Onlar, kabirlerinden kalkmış, birbirlerini görmüş olacakları
gibi, vahşi hayvanların ve diğer hayvanların toplanmış olduğunu, aralarında ise
kendileri için en değerli mal saydıkları doğumu yakınlaşmış develerinin de
bulunduğunu görecekler, fakat bunlara iltifat etmeyecek, onların bu hali
kendilerini hiç ilgilendirmeyecek. Araplara doğumu yakınlaşmış develer sözkonusu edilerek hitab
edilmesinin sebebi, mallarının ve geçimlerinin çoğunluğunu develer teşkil
etçiğinden dolayıdır.
ed-Dahhak, İbn
Abbas'tan; "başıboş bırakılmaları" sahipleri
tarafından kendi hallerine terk edilmeleri demektir. Sahipleri kendi
halleriyle meşgul olacaklardır; diye açıkladığını rivayet etmektedir. el-A'şâ şöyle demektedir:
"O seçilmiş yüz
deveyi bağışlayandır
İater iki yaşında olsun, ister doğumu yaklaşmış olaun."
Bir başka şair de
şöyle demektedir:
"Malı azalırsa
kişinin terkedildiğini görürsün,
Fakat zencinin evine
hediyeler yollanır ve ziyaret olunur
Ziyaretçilere ziyaret
ettiklerinin malının ne faydası olur Doğumu üzerinden yedi ay geçmiş develerle,
doğumu yakınlaşmış develer yayılırsa."
"Doğumu
yakınlaşmış tek bir dişi deve" için: iki dişi deve için: üç ve yukarısı
dişi develer için: denilir ve müenneslik hemzesinin yerine "vav" getirirler. "Dişi devenin doğum zamanı
yaklaştı" demektir.
Bir diğer açıklamaya
göre; İçinde bulunanın alıkonulduğu bulut" demektir ki; bu da sudur ve
böyle bir bulutun yağmur yağması önlenir. Araplar bulutu gebe dişiye
benzetirler.
Yurtların ıssız kalıp,
orada kimse kalmayacağı diye açıklandığı gibi, ekininden öşür alınan, fakat jşlenmeyip, ekilmeyen arazidir, diye de açıklanmıştır.
Ancak birinci açıklama daha ünlüdür, insanların çoğu da bunu kabul etmişlerdir.
"Vahşi hayvanlar
bir araya toplandığı zaman" buyruğundaki "haşr"
bi-raraya getirip toplamak
demektir. Bu anlam el-Hasen, Katade
ve başkalarından nakledilmiştir. İbn Abbas: Vahşi hayvanların toplanması, ölmeleri demektir,
diye açıklamıştır. Bu açıklamayı ondan İkrime rivayet
etmiştir, Herbir şeyin hasredilmesi (toplanması) ise
cin ve insanların dışındakilerin ölmesi demektir. Çünkü cinlerle insanlar,
kıyamet gününe gelecekler (ve hesapları görülecektir).
Yine İbn Abbas'tan şöyle dediği
nakledilmiştir: Sineklere varıncaya kadar herbir şey haşredilecektir. İbn Abbas dedi ki: Yarın vahşi hayvanlar haşre-dilecektir,
yani birinin lehine, diğerinden kısas uygulanmak üzere bir araya
getirileceklerdir. Boynuzsuz olan koçun lehine boynuzluya kısa.s uygulanacaktır.
Sonra da onlara: "Toprak olun" denilecek, onlar da öleceklerdir. Bu
açıklama İkrime'nin kendisinden yaptığı rivayetten
daha sahihtir. Biz bunu "et-Tezkire" adlı eserimizde, yeterli bir
şekilde açıklamış bulunuyoruz. Bu açıklamaların bir kısmı da daha önce el-En'âm Sûresi'nde (6/38. âyetin tefsirinde) geçmiş
bulunmaktadır. Yani vahşi hayvanların hali, bu olacağına göre, ya Adem oğlunun durumu ne olacaktır?
Şöyle de
açıklanmıştır: Bununla kastedilen şudur: Vahşi hayvanlar bugün insanlardan
ürküp kaçmakla, onlardan uzak sahralarda yaşamakla birlikte, yarın, o günün
dehşetli hallerinden dolayı insanlar ile birlikte olacaklardır. Bu anlamdaki
açıklamayı Ubey b. Ka'b
yapmıştır,
"Denizler
ateşlendirildiği zaman." Su ile doldurulduğu zaman demektir. Çünkü
Araplar: Havuzu doldurdum, dolduruyorum" tabirini su ile doldurduktan
vakit kullanırlar. Böyle olan havuza:
denilir. Sözlükte; ile Dolu, dopdolu olan" demektir. er-Rabi b. Haysem'in rivayet
ettiğine göre de: Dolup, taştı" demektir. el-Kelbi,
Mukatil, el-Hasen ve ed-Dahhak da böyle açıklamışlardır.
İbn Ebi Zemnin
dedi ki: 'in gerçek anlamı "doldu, biri diğerine laştı
ve tek bir şey (su) haline geldi" demektir. el-Hasen'in
açıklamasının anlamı da budur. Yani denizler birbirlerine akıtılarak tek bir
deniz haline gelecektir.
el-Kuşeyri
dedi ki: Bu da yüce Allah'ın; "Ama aralarında bir engel vardır, biri
diğerine karışmaz." (er-Rahman, 55/20) buyruğunda sözünü ettiği engeli
kaldırması ile olur. Sözü edilen bu engel kaldırılacak olursa, denizlerin
sulan kaynayıp, coşar ve bütün yeryüzünü örter. Bütün denizler de tek bir deniz
haline gelir.
Bir diğer açıklamaya
göre; hepsi de cehennem ehli için sözkonusu olan
Hamim denilen kaynar sudan, tek bir deniz haline gelir.
Yine el-Hasen'den, Katade ve İbn Hayyan'dan şöyle dedikleri
rivayet edilmiştir: Denizler kuruyacak, onların sularından lek
bir damla dahi kalmayacaktır. el-Kuşeyri dedi ki: Bu
(anlam): Tandırı kızdırdım, kızdırıyorum" ifadesinden alınmadır, İşte
denizin üzerine bu şekilde alevler musallat edilecek olursa, ondaki nemlilik
kurur (denizler buharlaşır) ve işte o vakit, dağlar da yürütülür, denizler ve
dağların hepsi tek bir yaygı haline dönüşür. Bu da denizlerin yerlerinin,
dağlar ile doldurulması ile gerçekleşecektir.
en-Nehhas
dedi ki: Bu husustaki görüşler birbiriyle uyumlu da olabilir. Bu durumda suyun
kuruması, denizlerin birinin diğerine taşmasından sonra olur, o vakit de
denizler ateşe dönüştürülür.
Derim ki: İşte o vakit
el-Kuşeyri'nin belirttiği gibi dağlar da yürütülür.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
İbn Zeyd, Şemir,
Atiyye, Süfyan, Vehb, Ubey, Ali b. Ebi Talih ve ed-Dah-hak'ın kendisinden yaptığı rivayete göre İbn Abbas da şöyle demiştir:
Denizler alevle tutuşturulmuş ve ateşe döndürülmüş olacaktır.
İbn Abbas dedi ki: Yüce Allah
güneşi, ay'ı ve yıldızlan denize atar, sonra onun üzerinden bir batı rüzgarı
estirir ve ateş oluncaya kadar onu üfler. Kimi hadiste de böyle denilmiştir:
"Yüce Allah'ın emri ile güneş, ay ve yıldızlar denizde darmadağın
olurlar. Sonra yüce Allah, batı rüzgarını gönderir de orayı ateş yakar. İşte
yüce Allah'ın kâfirleri kendisi ile azaplandıraca-ğı büyük ateşi budur."[2]
el-Kuşeyri
dedi ki: îbn Abbasın
"ateşlendirildiği zaman" buyruğunu alevle yakıldığı zaman, diye
tefsir eimesi hakkında şöyle denilmiştir: Cehennemin
denizlerin dibinde olma ihtimali vardır. O bakımdan dünyanın ayakta durması
için gu anda ateşlendiril memiştir.
Dünyanın sonu geldiği vakit ateşlendi rilecektir.
Hepsi ateş ulacak ve cehennemlikleri Allah o ateşe
girdi re-çektir. Denizin altında bir ateşin bulunma ihtimali de vardır. Daha
sonra yüce Allah, de'nizin tümünü alevlendirecek ve
ateşe dönüşecektir. Haberde rivayet edildiğine göre, deniz, ateş içinde
ateştir.
|tluaviye
b. Said dedi ki: Rum denizi yeryüzünün orlasıdır. Onun altında bakır ile kapatılmış, kıyamet
gününde ateş olarak yakılacak kuyular vardır.
Bir başka açıklamaya
göre güneş, denizde olacak ve deniz de güneşin ha-raretiyle
ateş olacaktır.
Diğer taraftan bütün
bu âyetlerde sözü edilen hususların kıyamet gününden önce dünyada
gerçekleşmesi ve bunların kıyamet alâmetlerinden olması imkânı olduğu gibi,
kıyamet günü gerçekleştikten sonra kıyamet gününde bu alâmetlerin
gerçekleşecek olması ihtimali de vardır.
Derim ki: Abdullah b. Amr'dan rivayet olunduğuna göre; o cehennemin tabağı
olduğundan deniz suyu ile abdesL almazmış.
Ubey b. Kâb da dedi ki: Kıyamet
gününden önce, altı tane alamet gerçekleşecektir. İnsanlar çarşı pazarlarında
bulunuyor iken güneşin ışığı gidecek, yıldızlar görünecek, insanlar bundan
dolayı hayrete ve dehşete düşecekler. Onlar bu hallerinde bakınıp duruyorlarken
yıldızlar etrafa sağıp savrulaeak ve dökülecektir. Bu
halde iken ansızın dağlar yerin üzerine düşüverecek, sarsılacak, çalkanacak ve
yanacaklar, saçıp savrulan bir toz haline gelecekler. Korku ve dehşetle
insanlar cinlere, cinler insanlara koşacaklar. Hayvanlar, yırtıcı hayvanlar, haşerat ve kuşlar birbirine karışacaklar. Biri diğeri
içerisine dalga dalga girecek. İşte yüce Allah'ın:
"Vahşi hayvanlar bir araya toplandığı zaman" buyruğu bunu
anlatmaktadır. 5onra cinler, insanlara biz size buna dair haberi getireceğiz
diyecekler, denizlere varacaklar. Denizlerin alevli bir ateş haline geldiğini
görecekler. Onlar bu halde iken en alttaki yedinci arza kadar ve oradan en
yukarıdaki yedinci semaya kadar yer tek bir yarılma ile yarılacak. Onlar bu
halde iken üzerlerine bir rüzgar gelip, onları öldürecek.
"Ateşlendİrîldîği zaman" lafzının, kan gibi oluncaya
kadar suyunun kızaracağı anlamına geldiği ele söylenmiştir. Bu da; Kırmızı bir
göz': tabirlerinden alınmıştır.
İbn Kesir, bu kelimeyi şeddesiz olarak: diye okumuştur. Ebu Amr da böyle okumuştur. Bu
okuyuş yerin halini haber vermekte ve bunun bir
defa olacağını belirtmektedir. Diğerleri ise ("cim" harfini)
şeddeli okumuşlardır. Bu da onun bu halinin ardı arkasına defalarca
tekrarlanacağına işaret etmektedir.
"Nefisler
eşleştirildiği zaman" buyruğu hakkında en-Numan
b. Beşir dedi ki: Peygamber (sav) şöyle buyurdu:
"Nefisler eşleştirildiği zaman" (buyruğu hakkında) dedi ki: "Herbir kimse daha önce kendi ameli gibi amel işlemiş olan
kimselerle biraraya getirilecek (onlarla eşleştiriiecek)dir."[3]
Ömer b. el-Hattab dedi ki: Günahkar, günahkar ile salih
kimse, salih kimse ile eşleştirilecektir.
İbn Abbas dedi ki: Bu,
insanların üç ayn gruba ayrılacağı zaman olacaktır.
es-Sabikun (ileri geçenler) bir sınıf, Ashabu'l-Yemin bir sınıf ve Ashabu'ş-Şimal
bir sınıf olacaktır.
Yine ondan şöyle
dediği rivayet edilmiştir: Mü'min nefisler e!-Huru'l-îyn ile eğleştirilecek,
kafirler şeytanlarla eşleştirilmiş olacaktır, münafıklar da böyle olacaktır.
Yine İbn Abbas'tan şöyle dediği
rivayet edilmiştir: Herbir şekil cennet ehlinden ya da cehennem ehlinden kendi benzeri ile bir araya
getirilecektir. İtaat hususunda ileri gitmiş olanlar kendi benzerlerine
katılacak, orta halliler kendi benzerlerine katılacak, masiyet
işlemiş olanlar da kendi benzerlerine katılmış olacaktır, Buna göre "eşleştirme"
herşeyin kendi benzeri ile bir araya getirilmesi
demektir. Yani insanlar, cennet ve cehennemde benzederi
ile bîraraya getirileceği vakit...
Herbir kimse hükümdar ya da sultan
kabilinden (dünyada iken) beraber bulunup ayrılmadığı kimseye katılacaktır;
diye de açıklanmıştır. Yüce Allah'ın: "Toplayınız, zulmedenleri ve onlara
eş olanları." (es-Saffat, 37/22) Yani anların
benzerlerini... buyruğunda olduğu gibi.
İkrime dedi ki: "Nefisler eşleştirildiği zaman"
ruhlar cesetlerle biraraya getirildiği, yani ruhlar
bedenlere iade edildiği zaman, demektir. el-Hasen dedi
ki: Herbir kişi kendi dindaşlarına katıldsğı zaman. Yahudi yahudiye,
hris-tiyan hristiyana, mecusi mecusiye ve Allah'tan başka herhangi bir şeye ibadet eden
herkes birbirlerine, münafıklar münafıklara,mü'minler
de mü'min-lere katılıp bir
araya getirileceği zaman...
Azgın bir kimse,
kendisini azdıran şeytan ya da insan ile -düşmanlık
ve nefret ciheti ile- biraraya getirilecektir.
İtaatkar kimse de kendisini itaate davet eden peygamberler ve mü'minlerle bir araya getirileceği zaman... Bir başka
açıklamaya göre; kişiler amelleriyte bir araya
getirilecek ve herbir amel
o kişiye mahsus olduğundan dolayı, eşleştirme gibi
olacaktır.
"Diri diri gömülen kız çocuğuna sorulduğu zaman: Hangi günahtan
dolayı öldürüldü? diye" buyruğundaki; Diri diri
gömülen kız çocuğu" öldürülen kız çocuğu demektir ki; bu da canlı iken
gömülen kız çocuğu anlamındadır. Ona bu İsmin veriliş sebebi, üzerine atılan
topraktan dolayıdır. Bu toprak ona ölünceye kadar ağırlık verir. İşte şanı
yüce Allah'ın: Onları koruması ona ağır
gelmez." (el-Bakara, 2/255) buyruğunda da bu anlamdaki lafız kullunılmıştır. Mütemmim b. Nüveyre
şöyle demiştir:
"Diri diri gömülür, dar bir geçitte kabre atılır,
Göbek bağına bağlanan şey yastığıdır, beşiğe
konulmaz."
Araplar iki sebebten ötürü kız çocuklarını diri diri
gömerlerdi. Birincisi, onlar: Melekler Allah'ın kızlarıdır, diyorlar,
böylelikle kızları ona geri gön-deriyorlardı. İkincisi ise, ya
ihtiyaç ve fakirlik korkusu ile onları öldürüyorlardı yahut esir alınır ve
köle edilirler diye korktuklarından dolayı öldürüyorlardı. Bu anlamdaki
açıklamalar daha önce en-Nahl Sûresi'nde; "Yoksa
onu diri diri toprağa mı gömsün ?" (en-Nahl, 16/59) buyruğu açıklanırken yeterli açıklamalarla
geçmiş bulunmaktadır. Onların şeref sahibi olan soyluları ise, böyle bir şeye
yanaşmazlar ve hatta engel olurlardı. O kadar ki el-Ferezdak
bundan dolayı övünerek şöyle demiştir:
"Diri diri gömülenleri engelleyip de Gömülmek durumunda olanları
diriltip, gömülmelerini
engelleyen kişi de
bizdendir."
Bu sözleriyle dedesi Sa'saa'yı kastetmektedir, Sa'saa
diri diri gömülmek istenen kızları babalarından satın
alıyordu. İslam geldiğinde diri diri gömülecek olan
yetmiş tane kızı hayatta tutmuş idi,
İbn Abbas dedi ki: Cahiliye döneminde bir kadın hamile kaldı mı bir çukur
kazar ve bu çukurun başında doğumunu yapardı. Kız çocuğu doğurursa onu çukura
atar ve üzerini toprakla örterdi. Erkek doğurursa onu alıkoyardı. Recez ve2ninde şairin şu beyiti
de bu kabildendir:
"Doğduğu zaman
onu "ölecek" diye adlandırdım Kabir ise çok aağlam
ve vakur bir dünürdür."
Vakur" demektir.
Bu kelime vezin itibariyle "fissîk"
gibidir. Filan kişi insanların en vakurudur" Bu, ne kadar da
vakurdur" denilir. Bu açıklamalar el-Ferra'dan
nakledilmiştir.
Katade dedi ki: Cahiliye dönemi
insanlarından herhangi bir kimse, kız çocuğunu öldürüyor, buna karşılık
köpeğini besliyordu. Bu tutumları dolayısıyla yüce Allah onlara sitem etmekte
ve: "Diri diri gömülen kız çocuğuna sorulduğu
zaman...." buyruğu ile onları tehdit etmektedir.
Ömer, yüce Allah'ın:
"Diri diri gömülen kız çocuğuna sorulduğu zaman"
buyruğu hakkında söyle dedi: Kays b. Asım, Peygamber
(sav)'a gelerek: Ey Allah'ın Rasülü dedi. Ben cahiliye döneminde sekiz kızımı diri diri gömdüm. Peygamber:
'Onların hcrbirisinin yerine bir köle azad et." dedi. Kays-. Ey
Allah'ın Rasûlü ben deve sahibi bir kimseyim deyince,
şöyle buyurdu: "Arzu edersen onlardan herbirisi
için bir deve hediye kurbanı olarak gönder, dedi."[4]
Yüce Allah'ın:
"Sorulduğu zaman" buyruğu, diri diri
gömülen kız çocuğuna, onu öldüren kimseye azar olmak üzere soru sorulduğu
zaman demektir. Başkası tarafından dövülmüş bir çucuğa:
Sana niye vuruldu, Senin günahın nedir? demeye benzer.
el-Hasen
dedi ki: Yüce Allah, onun katilini azarlamayı murad
etmiştir. Çünkü o, günahsız yere öldürülmüştür.
İbn Eşlem dedi ki: O hangi günahtan ötürü vuruldu,
demektir. Çünkü onlar böyleler)ni dövüyorlardı da,
İlim ehlinden bazıları
"sorulduğu zaman" buyruğunu "istendiği zaman" diye
açıklamıştır. Bununla maktulün kanı istendiği gibi, onun da (öldürülmesinin
sebebi sorulup) isteneceğini anlamış gibidir. Bu yorumu yapan kişi şöyle
demiştir: Bu buyruk, yüce Allah'ın: "Allah'a verilen söz ise
sorulur." (el-Ahzab, 33/15) buyruğuna
benzemektedir ki (gereğinin yerine getirilmesi) istenir, demektir. Sanki bu
kız çocuğu onlardan istenmiş de, çocuklarınız nerede? diye sorulmuş gibidir.
ed-Dahhak ve Ebu'd-Duha'nın rivayetine göre, Cabir b. Zeyd ile Ebu Salih: diri diri gömülen kız
çocuğu sorduğu zaman'" diye okumuşlardır. Kız çocuğu babasına asılacak
ve: Hangi günahtan dolayı beni öldürdün, diye soracaktır. Fakat onun ileri
sürecek hiçbir mazereti bulunmayacaktır. Bu açıklamayı İhn
Abbas yapmıştır. O da: "Diri diri
gömülen kız çocuğu sorduğu zaman'' diye okumuştur. Ubey'in
Mushaf'ında da bu böyledir.
İkrime, İbn Abbas'tan,
o Peygamber (sav)'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Çocuğunu
öldüren kadın, kıyamet gününde çocuğu memelerine asılmış, kanlarına bulanmış
olarak gelecek ve Rabbim. bu benim annemdir, bu beni öldürdü diyecek."[5]
Birinci görüş,
cumhurun kabul ettiği görüştür ve bu da yüce Allah'ın İsa (a.s)'a -kendisini
ilah edinmiş olanlara azarlamak ve onlara sitem etmek üzere- söyleyeceği:
"İnsanlara ... sen mi söyledin?" (el-Maide,
5/116) buyruğuna benzemektedir. İşte diri diri
gömülen kız çocuğuna da sorulacak, bu soru, onu diri diri
gömene bir azar mahiyetindedir ve bu. neden öldürüldüğüne dair soru
sorulmasından daha beliğdir. Çünkü öldürülmesi ancak bir günah dolayısıyla
doğru olabilirdi. Peki bunu gerektiren günahı ne idi? Onun günahı olmadığı
açıkça ortada olduğuna göre, böyle bir iş daha büyük bir belâ ve onu öldürene
karşı delil daha açık seçiktir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tsr.
"Öldürüldü"
anlamındaki buyruk ("te" harfi) şeddeli
olarak: diye de okunmuştur. Bu buyrukta müşriklerin çocuklarının azab edilmeyeceklerine ve günahsız azabın hakedilmeyeceğine dair açık bir delil de bulunmaktadır.
"Defterler
açıldığı zaman." Önceleri katlı ve durulmuş iken açılacağı zaman. Maksat,
meleklerin, sahipleri tarafından işlenmiş hayır ve şer türünden yaptıklarını
yazmış oldukları aınel defterleridir. Ölüm ile
birlikte bu defterler dürülür, kıyamet gününde ise açılır. Her insan kendi
amel defterinde ne olduğunu öğrenir ve içinde neler bulunduğunu bilir. Bunun
üzerine de: "Bu kitaba ne olmuş? Küçük büyük hiçbir şey bırakmayıp, sayıp
dökmüş" (el-Ke-hf,
18/49) diyecekler.
Mersed b. Vedâa rivayetle dedi ki: Kıyamet günü oldu mu amel
defterleri Arşın altından uçuşur. Mü'minin deften
eline düşer: "Yüksek bir cennette... Geçmiş günlerde peşinen
işledikleriniz sebebi ile afiyetle yiyin, için. "(el-Hakka, 69/24) Kâfirin
defteri de eline düşer: "Beyinlere kadar işleyen bir sıcaklıkta... O
serin de değildir, faydası da yoktur." (d-Vakıa, 56/42-44)
Um Seleme (r.anha)'dan rivayet edildiğine göre; Rasûlullah
(sav) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde insanlar çıplak ayaklı ve
elbisesiz haşredile-ceklerdir"
Ben: Ey Allah'ın Rasûlü, dedim ya
kadınların durumu ne olacak?
Peygamber şöyle
buyurdu: "İnsanlar (başka şeyle) meşgul edilecekler ey Um Seleme!"
diye buyurdu. Ben: Onları meşgul edecek olan nedir? diye sordum, şöyle buyurdu:
"Zerre ağırlığındaki şeylerin de, hardal tanesi ağırlığındaki şeylerin de
yazılı bulunacağı amel defterleri (onları meşgul edecektir)."[6]
Daha Önce el-İsra Sûresi'nde (17/13-14. âyetlerin tefsirinde) Ebu's-Sevvar el-Adevi'nîn şu sözü kaydedilmiş bulunmaktadır: Neşir (sahifelerin açılması) iki defadır ve bir defada katlanma sözkonusudur. Ey Adem oğlu, sen hayatta olduğun sürece
senin açılmış olan sahifene dilediğin şeyleri yazdır.
Öldüğün takdirde bu sahifen dürülecektir.
Nihayet ölümden sonra
diriltileceğin vakit tekrar açılacaktır: "Oku kitabını! Bugün kendine
karşı iyi hesablayıcı olarak kendin yetersin
(denilecek.)" (el-İsra, 17/14)
Mukatil dedi ki: Kişi Öldü mü amel defteri dürülün Kıyamet
günü oldu mu açılır.
Ömer (r.a)'dan rivayet
edildiğine göre, bu âyeti okuduğu vakit şöyle dermiş: Ey Adem oğlu! İş sana
doğru götürülüyor (iş sana bağlı).
Nafi', İbn Âmir, Âsim ve Ebu Amr; Açıldı" diye
şeddesiz olarak okumuşlardır. Bir defa açılacak anlamını ifade eder. Çünkü
böylece delili ortaya konulmuş olur. Diğerleri ise açma işleminin tekrarını
anlatmak üzere ("şın" harfini) şeddeli
okumuşlardır. Bu da isyankarın azarlanmasının, itaatkarın müjdelenme sinin de
İleriye götürülmesi içindir. İnsanın ve ona tanık olacak meleklerin bu İşi
tekrarlayacağından dolayı, diye de açıklanmıştır.
"Gök yerinden
söküldüğü zaman" buyruğundaki: Sökmek"; iyice yapışmış olan bir şeyi
yerinden koparmaktır. Sema koçtan ve benzerlerinden derinin soyulması gibi
sökülecektir. şekli de aynı anlamın bir söyleyişidir.
Abdullah'ın
okuyuşunda: Gök yerinden söküldüğü zaman" şeklindedir. Devenin derisini
soydum" demektir. Buna karşılık Onu yüzdüm" denilmez çünkü Araplar
deve hakkında ya
Onu soydum" derler yahutta; Derisini
soydum" derler. Gitti" anlamındadır. Buna göre sema bir örtü, bir
şeyin üzerinden kaldırıldığı gibi yerinden kaldırılacaktır.
Yüce Allah'ın:
"Gökleri Mtabların katlandığı gibi
katlayacağımız gün... (el-Enbiya, 21/104) diye buyurduğu şekilde katlanacaktır,
diye de açıklanmıştır. Anlam, sanki sema yerinden sökülüp katlanacaktır, gibi.
Doğrusunu en İyi bilen Allah'tır.
"Cehennem daha da
kızıştmldığı zaman." Kâfirler için yakılıp
alevlen-dirildiği ve kızdırılması arttırıldığı zaman.
Ateşi alevlendirdim, kızıştırdım,
kızıştırıyorum" denilir. "Kızıştırıldı" anlamındaki buyruk
genel olarak: Alevli ateş" lafzından gelen şeddesiz bir fiil olarak
okunmuştur. Ancak Nâfi', İbn
Zekvan ve Ruveys şeddeli
okumuşlardır. Çünkü cehennem ardı arkasına ateşi yakılmış ve kızıştırılmış
olacaktır. Katade dedi ki: Onu Allah'ın gazabı ile
Adem oğullarının günahları ardı arkasına alabildiğine kızıştıracaktır.
Tİrmizi'deki rivayete göre, Ebu Hureyre, Peygamber (sav)'dan şöyle buyurduğunu
nakletmektedir: "Ateş kırmızılaşıncaya kadar bin yıl süre ile tutuşturuldu.
Sonra beyazlaşıncaya kadar bin yıl süre ile yakıldı. Sonra kara-nncaya kadar bin yıl süre ile yakıldı, O bakımdan o siyah
ve karanlıktır." Bu hadis mevkuf olarak da rivayet edilmiştir.[7]
"Cennet de yaklaştınldığı zaman." Takva sahihlerine yakınlaştirildiği zaman, demektir. el-Hasen
dedi ki: Onlar cennete yakınlaştıracaklar, yoksa cennet, yerinden ayrılacak
değildir.
Abdurrahman b, Zeyd şöyle derdi:
(Acaba) süslendi, yakınlaştırıldı (mı) demektir. Arap dilinde; Yakınlık"
demektir. Yüce Allah, şöyle buyurmaktadır: Takva sahihlerine cennet
yakınlaştırılır." (eş-Şuara, 26/90) Filan kişi
yakınlaştı" demektir.
"Her nefo neyi hazırlamışa a" hayır ve şer türünden ne
işlemişse "bilmiş olacaktır."
Bu buyruk; "güneş
tortop edilip, durulduğu zaman" ile ondan sonra gelen buyruklar(daki şarOın cevabını teşkil
etmektedir. Ömer (r.a) dedi ki: İşte bunca söz bunun için söylendi. İbn Abbas ve Ömer (r.anhuma)'dan rivayet edildiğine göre, onlar bu sûreyi
okumuşlar. "Her nefs neyi hazırlamış -sa bilmiş olacaktır* buyruğuna varınca, "işte bütün bu
anlatılanlar bunun için anlatıldı" demişlerdir.
Buna göre, anlam şöyle
olur: Güneş tortop edilip, durulduğu zaman ve bu ister gerçekleşeceğinde, herbır nefis amel olarak neyi hazırlamışsa bilmiş
olacaktır.
Buharı ve Müsüm'de Adiy b. Hatim'den şöyle
dediği nakledilmektedir Ra-sûlulfah
(sav) buyurdu ki: "Aralarında bir tercüman bulunmaksızın Allah'ın kendisi
ile konuşmayacağı aranızdan hiçbir kimse yoktur. Kişi sağına bakacak, ancak
önden göndermiş olduklarını görecek. Soluna bakacak, ancak önden göndermiş
olduklarını görecek. Karşısında cehennem ateşi görünecek.
O bakımdan sizden her kim bir hurmanın yarısı ile dahi
olsa cehennem ateşinden kendisini koruyabiliyorsa, durmasın, yapsın."[8]
el-Hasen
dedi ki; "Güneş tortop edilip, durulduğu zaman" buyruğu yüce
Allah'ın: "Her nefs neyi hazırlamışsa bilmiş
olacaktır" buyruğu için yapılmış bir yemindir. Tıpkı: Zeyd
savaşa çıkacak olursa, (andolsun) Amr
da savaşa çıkar" demeye benzer. Ancak birinci görüş daha doğrudur.
İbn Zeyd, tbn
Abbas'tan rivayet ettiğine göre İbn
Abbas yüce Allah'ın: "Güneş tortop edilip,
durulduğu zaman... cennette yaklaş tır ildiği zaman" buyruğu hakkında
şöyle demiştir: İşte bu oniki hususun altısı dünyada,
altısı âhirette olacaktır. Biz bunların ilk altısını
daha önce Ubeyy b. Ka'b'ın
sözü ile (beşinci âyetin tefsirine geçmeden hemen
önce) açıklamış bulunuyoruz.[9]
15. Artık
başka söze gerek yok! Andederİm geri dönüp gelenlere,
16. Aka aka yuvalarına geri dönenlere,
17. Geri
geldiği zaman geceye, İS. Nefes aldığı zaman
sabahai
19. Şüphe
yok ki o, çok şerefli bir elçinin sözüdür
20. Büyük bir güç sahibi; Arş'tn
sahibinin nezdinde yüksek bir mevki sahibi olan bir
elçinin.
21. Orada kendisine
itaat edilendir, oldukça emindir.
22.
Arkadaşınız bîr deli değildir.
"Artık başka söze
gerek yok. Andederim..." buyruğundaki: Artık başka söze gerek
yok" lafzı önceden (el-Kıyamc, 75/1. âyetin
tefsirinde)
geçtiği üzere zaid olup, buyruk
"'andederinv' anlamındadır.
"Geri dönüp
gelenlere, aka aka yuvalarına geri dönenlereJ" bunlar tefsir ehlinin naklettiklerine
güre beş parlak gezegendir: Zuhal (saLürn), müşteri
(Jüpiter), utarid (merkür),
merih (mars) ve zühre
yıldızlarıdır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'lır. Bu
Alı (k.v)'den de rivayet edilmiştir. Diğer yıldızlar arasında özellikle süzkonusu edilmeleri iki şekilde açıklanmıştır. Birincisine
göre; bunlar, güneşe dönüktürler. Bu açıklamayı Bekr
b. Abdullah et-Müzeni yapmıştır. İkincisine göre bunlar, saman yolunu katettikleri için süzkonusu
edilmişlerdir. Bu açıklamayı da İbn Abba.s yapmıştır.
el-Hasen
ve Katade dedi ki: Bunlar hem gündüzün, hem de
battıkları vakit görünmeyen yıldızlardır. Ali (r.a) da böyle demiştir: Bunlar,
gündüzün görünmeyen, geceleyin çıkan yıldızlardır. Ballıkları vakiı de görünmeyen yani gizliliklerinden dolayı gözün
göremeyeceği bir halde olup. görülemeyen yıldızlardır.
es-Sıkah'Vd
şöyle denilmekledir: Bülün yıldızlar" demektir.
Günkü bunlar, batışları esnasında saklanırlar. Yahulta
gündüzün saklandıkları için onlara böyle denilmiştir.
Sabitler dışında kalan
gezegen yıldızlardır, diye de açıklanmıştır.
el-Ferrâ,
yüce Allah'ın: "Artık başka söze gerek yok. Andederüm
geri dönüp gelenlere" buyruğu hakkında şunları söylemektedir: Burada
kastedilenler beş gezegendir. Zuhal, müşteri, merih,
zühre ve utarid
yıldızlarıdır. Çünkü bunlar, akıp gittikleri yerlerinde (yörüngelerinde)
saklanır ve gizlenirler. Yani ceylanın mağarada saklandığı gibi gizlenirler.
Buna da: denilir.
Bunlara bu ismin
veriliş .sebebinin, geri kalmaları olduğu da söylenmiştir. Çünkü bunlar bir
dönen, bir doğru hareket eden, hareketlerinde intizam bulunmayan gezegenlerdir.
Geri kaldı, kalır" anlamında; Onu
geride bırakıp gitti" demek olduğu da söylenmiştir. Burnun burun
yumuşakları tarafında azıcık bir yükseklikle birlikte içeriye gömülü
olması" demektir, öu şekilde olan erkeğe kadına
da; denilir. Bütün ineklerin de burnu böyledir.
Abdullah b. Mes'ud'un yüce Allah'ın: "Andederim
geri dönüp gelenlere" buyruğu hakkında bunlar yabani ineklerdir; dediği
rivayet edilmiştir. Hli-şeym,
Zekeriya'dan, o Ebu İshak'dan, o £bu Meyserc Amr b. Şurahbil'dcn şöyle
dediğini rivayet etmektedir; Bana Abdullah b. Mesud
dedi ki: Siz Arap kimselersiniz. "Geri dönüp gelenler" ne demektir?
Ben: Bunlar yabani ineklerdir, dedim. O: Ben de bu görüşteyim, dedi. ibrahim
ile Cabır b. Abdullah da böyle demişlerdir. İbn Abbas'tan rivayete göre yüce
Allah, yaban ineklerine yemin etmektedir, demiştir. İkrime'nin
undan rivayetine göre şöyle demiştir: İnekler"; Ceylanlar" demektir.
Bunlar insanı gördükleri vakit sinip, geri çekilirler ve yuvalarına girerler.
el-Kuşeyri
dedi ki: Buna göre; "Burundaki basıklik"tan
gelmektedir, denilmiştir. Bu ise burnun yan taraflarının geniş olması, buna
karşılık tümseğinin az olmasıdır. İneklerin ve ceylanların burunları bu
şekildedir.
Ancak daha doğru olan
bunun yıldızlar hakkında yorumlanmasıdır. Çünkü bundan sonra gece ve sabah sözkonusu edildiğinden yıldızların sözko-nusu edilmesi, buna daha uygun düşmektedir.
Derim ki: Yüce Allah
ister canlı, ister cansız olsun yaratıklarından dilediği ile kaseni edebilir.
Her ne kadar bundaki hikmet bizim tarafımızdan bilinmese dahi. İbn Mesud ve Cabir
b. Abdullah'tan -ki bunların İkisi de sahabi-dir- ile en-Nehai'den rivayet
edildiğine göre; bunlar yabani ineklerdir, demişlerdir. İbn
Abbas İle Said b. Cübeyr'den bunların ceylanlar oldukları rivayet edilmiştir.
el-Haccac b. Münzir'den
şöyle dediği nakledilmiştin Ben Cabir b. Zeyd'e; "Geri dönüp gelenler" hakkında soru
sordum da o şöyle dedi; Ceylanlar ve ineklerdir.
Bununla birlikte
yıldızların kastedilmiş olma İhtimali de uzak değildir.
Bunların melekler
olduğu da söylenmiştir. Bu görüşü el-Maverdî
nakletmiştir,
Kaybolanlar"
demek olup,'den alınmıştır. Yabani hayvanın içinde saklandığı yuvaya bu ad
verilir. Evs b, Hacer dedi
ki:
"Allah'ın,
bulutunu indir(ip yağmur yağdır)dığım görmez misin?
Beyaz ceylanlar ise yuvalarında sinekler rahatsız ettiği için
başlarını hareket ettirmektedir.*
Tarafe de şöyle demiştir:
"Sanki bir arabistan kirazı ağacının iki
kanadı onu gölgeler Yayın bükülmüş yanları(nı andıran
omuzları) oldukça güçlü bir sırtın altındadır,"
Şöyle de denilmiştir:
Yabani hayvanların barındıkları yerlere gidip, sığınmaları" demektir.
Yabani hayvanların ve ceylanların barındıkları (kendisine) sığındıkları yerlere
de bu isim verilir. el-A'şa şöyle demiştir;
"Biz kabilenin
diyarına varınca, güzel huylular kaldırdı başını; Vadideki inek sürüsünün
barınaklarında başlarını kaldırması gibi."
(Beyitte "başını
kaldırdı" anlamı verilen fiilin ziyadesiz hali olarak): denilir ki:
"gündüz saati ilerledi" demektir. Ceylan barındığı yerden kafasını,
boynunu kaldırdı" demektir. İmruu'1-Kays da
şöyle demiştir:
"Akşam vaktinden
biraz geçirdi, sonra tırnaklarıyla başladı Toprağı eşeleyip kaldırmaya, kaldığı
ve barındığı yerden."
Yuvalar,
barınaklar" ile 'in çoğuludur, Geri dönenler" de; ile 'in çoğuludur.
Akanlar" lafzı da 'in çoğulu olup, Aktı, akar" fiilinden gelmektedir.
"Geri geldiği
zaman geceye" buyruğu hakkında el-Ferra şöyle
demiştir: Müfessirler: fiilinin "geri döndü" anlamına geldiğini icma' ile kabul etmişlerdir. Bunu el-Cevheri
nakletmektedir.
Bazı ilim adamlarımız
da şöyle demiştir: Bu, gecenin ilk vakti girip, ka-ranhğı bastı, demektir. Bulut yere. yaklaştığı zaman da
böyle (denir). el-Meh-devi dedi ki: "Gerigeldiği zaman geceye" karanlığı ile geri gittiği
zaman, demektir. İbn Abbas,
Mücahid ve başkalarından bu şekilde nakledilmiştir.
Yine onlardan, el-Hasen'den ve başkalarından;
karanlığı ile geldiği zaman diye açıkladıkları rivayet edilmiştir. Zeyd b. Eşlem: Gitti; diye açıklamıştır, el-Ferra dedi ki: Araplar ondan (geceden) ancak çok az bir
kısmı kaldığı takdirde; ile derler.
el-HaİİÎ
ve başkaları da şöyle demiştir: Gece geldiği ya da
geri dönüp gittiği zaman; denilir. el-Müberred dedi
ki: Bu zıt anlamlı kelimelerdir. Her iki anlam da aynı şeye racidir. Bu da başında karanlığın görünmesi sonunda ise geçip gitmesi demektir. Alkame b.
Kurat dedi ki:
"Nihayet sabah
onun için nefes almaya başlayıp da Gecesi üzerinden çekilip geri
gittiğinde..."
Ru'be de şöyle demiştir:
"Ey Hind! O adam(ın gençliği) ne
çabuk gitti ve yaşlandı? Halbuki daha önce taze bir gençti."
Bu el-Ferrâ'nın delilidir. İmruu'l-Kays da şöyle demiştir:
"Çok yaklaştı,
isteseydi daha da yaklaşırdı O zaman onun
ateşinden bir miktar alır (aydınla mr)dık."
İşte bu da
"yaklaşma" anlamına geldiğini göstermektedir. el-Hasen
ve Mü-cahid: "C Ir^-*
): Karanlığı bastı" diye açıklamışlardır. Şair de şöyle demiştir:
"Nihayet geceleri
karanlığını bastırınca Gece karanlığım
(aydınlıktan) ayıran sınırından bir karanlığa
binerler."
el-Maverdî
dedi ki: 'ın asıl anlamı "dolmak'tır.
Bu bakımdan büyükçe kaseye içindekilerle dolup taşlığından dolayı; denilir.
Gecenin başlangıcı hakkında dolu dolu gelip
başlamasından dolayı da bu tabir kullanılmıştır. Geri dönüp gitmesi ve
karanlığının dolması yani tamamlanması dolayısı ile de geçip
gitmesi hakkında kullanılmıştır. İmrııu'l-Kays'ın:
"As'as'deki o eski diyara yakınlaştılar."
Mısraında "As'as" çölde bir yerin adidir. Bu aynı zamanda bir
adamın da adıdır. Recez vezninde şair şöyle demiştir:
"As'as'a gelince, o güven duyacağın ne iyi bir
delikanlıdır!"
Kurda da; denilir.
Çünkü o geceleyin uyumaz ve bir. şeyler arar. Kirpilere de geceleyin çokça
gidip geldiklerinden ötürü: denilir, Ebu Amr: Koklamak" dernektir demiş ve şu mısraı
zikretmiştir:
mevki sahibi bir elçinin." Ebu Salih'den şöyle dediği
rivayet edilmiştir: O, izin almaksızın yetmiş perdeden içeriye girer.
"Orada" yani
semavatta "kendisine itaat edilendir." İbn Abbas dedi ki: Meleklerin
Cebrail'e itaatlerinin bir parçası da şudur: Rasûiullah
(sav)'ı İsra gecesinde beraberinde alıp götürdüğünde
Cebrail (a.s) cennetlerin bekçisi Rıdvan'a: Ona (kapıları) kapat aç, dedi. O da
açtı. Peygamber cennetten içeri girdi, içindekileri gördü. Cehennemin bekçisi
Malik'e de: Ona cehennemi aç da orayı görsün, dedi. Ona itaat etti ve
cehennemin kapısını açtı.
"Oldukça emindir." Getirdiği vahiy
hususunda kendisine güvenilendir.
"Elçi" ile
kastedilenin Muhammed (sav) olduğunu söyleyenlerin görüşüne göre de anlam
şöyle olur: Risaleti tebliğ hususunda "büyük bir
güç sahibedir. "Orada kendisine itaat edilendir." Allah'a itaat eden
kimseler ona itaat eder. "Arkadaşınız" Muhammed (sav) "bir deli
değildir." Deli değildir ki, söylediği sözler hususunda itham altında
bırakılsın. Bu da yeminin cevabındandjr.
Bir görüşe göre de
Peygamber (sav) Cebrail'i yüce Rabbinin huzurundaki sureti ile görmek istedi.
Ancak Cebrail: Bu benim elimde olan bir şey değildir, dedi. Şanı yüce Rab bu
hususta ona izin verdi. Ona ufuku büsbütün kapatmış
olarak geldi. Peygamber (sav) ona bakınca bayılıp yere düştü. Müşrikler: O bir
delidir, deyince: "Şüphe yok ki o çok şerefli bir elçinin sözüdür...
Arkadaşınız bir deli değildir" buyrukları indi. Ancak Cebrail'i gerçek
sureti üzere görünce, heybeti etkisi altında kalmış ve bünyesinin katlanama-yacağı bir halle karşı karşıya kaldığından baygın olarak
yere düşmüştü.
[10]
23. Andolsun ki o, kendisini apaçık ufakta görmüştür.
24. O, gaybdan yana cimrilik etmez.
25. O, kovulmuş
şeytanın sözü de değildir.
26. O halde
nereye gidiyorsunuz? 27.0, ancak bir öğüttür; âlemlere,
28.
Aranızdan dosdoğru yolda gitmek isteyenlere.
29.
Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe de siz dileyemezsiniz.
"Andolsun ki o kendisini apaçık ufukta görmüştür." Yani
Cebrail'i al-tıyüz kanadı ile gerçek suretinde
görmüştür.
"Apaçık
ufuk" doğu tarafında, güneşin doğduğu yerde, demektir. Bu ufuktan güneş
doğduğundan ötürü ona "apaçık ufuk" denilmiştir. Yani eşya o
taraftan görülmeye başlanır.
"Apaçık.ufuk"un
semanın herbir yanı ve etrafı demek olduğu da söylenmiştir.
Şair şöyle demektedir:
"Semanın
ufuklarını tuttuk size karşı Onun iki ay'ı (ay'ı
ve güneşi) da, doğan yıldızları da bizimdir*
el-Maverdi
dedi ki: Buna göre bu hususta üç görüş vardır. Birincisine göre, o Cebrail'i
semanın doğu ufkunda görmüştür. Bu görüş Süfyan'a
aittir. İkincisi semanın batı ufkunda görmüştür. Bunu da İbn
Şecere nakletmiştir. Üçüncüsü o Cebrail'i Mekke'nin doğu tarafında kalan Ecyâd cihetinde görmüştür. Bu açıklamayı da Mücahid yapmıştır.
es-Sa'lebi'nin,
İbn Abbas'tan naklettiğine
göre; Peygamber (sav) Cebrail'e şöyle demiş: "Ben seni semada bulunduğun
suretin ile görmek isliyorum." Cebrail: Buna gücün yetmez, deyince
Peygamber: "Yeter" buyurmuş. Bunun üzerine Cebrail: Nerede istersen
orada sana görüneyim, demiş. Peygamber: "Abtahta"
deyince, Cebrail oraya sığmam demiş. Peygamber: "O halde Mi-na'da" deyince, yine: Oraya sığmam demiş. Peygamber:
"O halde Arafat'ta" deyince, Cebrail: Oraya beiki
sığabilirim demiş. Daha sonra onunla (görüleceği vakit hususunda) sözleşmiş.
Peygamber belirtilen vakitte çıkmış, Cebrail de ansızın Arafat tepelerinden
kendine has ses ve yankılarıyla doğu ile batı arasını doldurmuş olarak gelmiş.
Başı semada, ayakları yerde imiş. Peygamber (sav) onu görünce baygın olarak
yere düşmüş. Cebrail suretini değiştirerek Peygamberi alıp, onu bağrına basmış
ve: Ey Muhammed korkma, demiş. Peki ya İsrafil'i
başı Arşın altında, ayaklan yedinci yerin dibinde, Arş onun omuzları üzerinde
ve hazan Allah korkusundan dolayı küçük bir kuş kadar oluncaya kadar ufalıp
nihayet Rabbinin Arşını onun azametinden başka hiçbir şeyin taşımadığını
görecek olursan (ne yaparsın?)[11]
Bir açıklamaya göre,
Muhammed (sav) yüce Rabbini apaçık ufukta görmüştür. İbn
Mesud'un açıklamasının anlamı budur. Bu hususa dair
yeterli açıklamalar daha önceden en-Necm Sûresi'nde
(53/13. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Konuyu oradan takip
edebilirsiniz[12]
"Apaçık"
lafzı da iki şekilde açıklanmıştır. Birincisine göre bu, ufukun
niteliğidir. Bu açıklamayı er-Rabî' yapmıştır,
ikincisine göre bu görenin niteliğidir. Bu da Mücahid'in
açıklamasıdır.
"O, gaybdaıı yana cimrilik etmez." buyruğundaki
"cimrilik etmez" anlamındaki lafız; tbn
Kesir, Ebu Amr ve el-Kisai tarafından şeklinde "zı"
ile okunmuştur. Bunun mastarı olan: İtham altında bulunmak7' anlamına gelir.
Şair şöyle demektedir:
"Ama Allah'ın
Kitabına yemin olsun ki, ben bana buğzedildiğinden
dolayı Terkedilmedim, fakat o itham eden
ithamadır."
Ebu Ubeyd de bu okuyuşu tercih
etmiştir. Çünkü Mekkeliler onun bu hususta cimrilik etliğini söylememişlerdir,
onu yalanlamışlardır. Diğer taraftan Araplar çoğunlukla: o böyle değildir"
derler. Buna karşılık -aynı anlamda-: demezler. Onlar ancak: 'Sen bu hususta
itham altında değilsin" derler.
Diğerleri ise
"dar harfi ile: diye okumuşlardır ki; "sen cimri değilsin"
demektir. Bu da: SeY
hakkında cimrilik ettim, ederim" fiilinden gelmekte olup. bu şekilde
cimrilik edene de denilir. İbn Ebi
Necih, Mücahid'den şöyle
dediğini rivayet etmektedir: Yani o bildikleri hususunda size karşı cimrilik
etmez. Aksine herkese Allah'ın kelamını ve hükümlerini Öğretir. Şair de şöyle
demiştir:
"Gizli saklı
sözleri cömertçe açıklarım, fakat ben;
Sana
ait sırları soranlara (açıklamak hususunda) çok cimriyim."
"Gayb" Kur'ân-ı Kerim ve
semanın haberidir.
Bu anlamlar, Muhammed
(sav)'ın niteliğidir. Cebrail (a.s)'ın niteliği olduğu da söylenmiştir.
"Zı" harfi ile okuyuşun "zayıf" anlamında
olduğu da söylenmiştir. Bu anlamı el-Ferrâ ve el-Müberred nakletmtştir. Zayıf
adam" ve; Suyu cılız (az) kuyu" denilir. Şair d-A'şâ
da şöyle demiştir:
"Bol sulu ve
yağmurlu yerden uzak, Suyu az olan bir kuyu Yükseldiğinde gemileri ve
yüzücüleri Ortaya çıkartan, tatlı su gibi olamaz."
Alanın ödeyebilecek
mi, ödeyemiyecek mi bilemediği burç"a da denir.
Peygamber (sav)'ın bu kabilden alacağı bulunan kimse
hakkındaki hadisinde de bu manada kullanılmıştır. Bu şekilde alacağı olan için
Ali (r.a) "Eğer samimi birisi ist; o alacağını
tahsil ettiğinde geçmiş yıllar için de zekatını öder."
Bu lafız aynı zamanda
kötü huylu adam anlamına da gelir. O halde bu müşterek (birden çok mana
hakkında kullanılan ortak) bir lafızdır.
"O Kur'ân-ı Kerim Kureyş'in
dedikleri gibi "kovulmuş" ve lanetlenmiş "şeytanın sözü de
değildir."
Ata dedi ki: Bu buyruk
ile Peygamber (sav)'a Cebrail suretinde görünüp, onu fitneye düşürmek isteyen
"Ebyad" adındaki şeytanı kastetmektedir,
"O halde nereye
gidiyorsunuz?" buyruğu hakkında Katade dedi ki:
Siz bu sözü ve ona itaat etmeyi bırakıp da nereye yönetiyorsunuz? Ma'mer de Ka-tade'den
böyle açıkladığını rivayet etmiştir. Yani sizler, benim kitabımı ve bana
itaati bırakıp, nereye gidiyorsunuz? ez-Zeccac dedi
ki: Benim size açıklamış olduğum bu yoldan daha açık hangi yola sapıyorsunuz?
"Nereye
gidiyorsun" anlamında hem âyet-ı kerimede olduğu şekilde diye (harf-İ cersiz) kullanılır-, hem de:
diye (harfi cerli olarak) kullanılır.
el-Ferrâ,
Araplardan Ben Şam'a gittim, Irağa çıktım, çarşıya çıktım" diye
kullandıklarını ve bununla; şeklinde harf-İ cer'li kullanım anlamını
kastettiklerini nakletmiş ve şöyle demiştir: Biz bu kullanımı bu üç şekilde
(Araplardan) duyduk. Ukayloğul! arına men-sub birisi de bana şu beyiti
nakletmiştir:
"Hanife (oğulları) bizi gördüklerinde bağırarak çağırırlar
bizi Ve çağırarak sen hangi yere gidersin ki?"
Şair burada: C Jl ) harf-i cerri ile kullanımı kastetmiştir ki, harfi
hazfederek bu beyiti söylemiştir.
d-Cüneyd
dedi ki: Âyet-i kerimenin anlamı, diğer bir âyetin anlamı ile birlikle
anlaşılmalıdır. Bu da yüce Allah'ın: "Hazineleri nezdimizde
bulunmayan hiçbir şey yoktur." (el-Hicr, 15/21)
buyruğudur. Yani Allah'ın sizin için açıklamış olduğu yoldan daha açık hangi
yolu izleyeceksiniz. ez-Zeccac'ın açıklamasının
anlamı da budur.
"O" Kur'ân-ı Kerim "ancak bir öğüttür alemlere." Bir öğüuür ve kötülükten uzaklaştırıcı bir azardır.
Buyruktaki; olumsuz edalı olarak; anlamındadır.
Muhammed ancak bir
öğüttür, diye de açıklanmıştır.
"Aranızdan
dosdoğru yolda gitmek isteyenlere" hakka uymak ve onun üzerinde devam
etmek isteyenlere.
Ebu Hureyre ve Süleyman b. Musa
dedi ki: Yüce Allah'ın; "Aranızdan dosdoğru yolda gitmek
isteyenlere" buyruğu inince, Ebu Cehil şöyle
dedi: O halde iş bize kalmıştır. Dilersek yürümeyiz. -İşte Kaderiyye
anlayışı budur ve o, kaderiye anlayışının başını çekendir. Bunun üzerine yüce
Allah'ın:
"Âlemlerin Rabbi
olan Allah dilemedikçe de siz dileyemezsiniz" buyruğu nazil oldu; bu
buyruk ile kulun hayırlı bir ameli ancak Allah'ın tevfiki
ile işlediğini, şer olan bir ameli de ancak Allah'ın yardımsız bırakması sonucu
islediğini açıklamış olmaktadır.
el-llasen
dedi ki: Allah'a yemin ederim ki Araplar, Allah kendilerinin müs-liîman olmalarını istemedikçe
müslüman olmayı istemedi.
Vehb b. Münebbih dedi ki: Yüce Allah'ın, Peygambere
indirmiş olduğu kitaplardan seksenyedi kitapda şunu okudum: Her kim meşietten
kendisinin bir pay sahibi olduğunu kabul ederse o kâfirdir.
Kur'ân-ı Kerim'de de şöyle buy utulmaktadır: "Eğer Biz,
onlara gerçekten melekleri indirseydik, ölüler kendileri ile konuşsalardı ve
istedikleri her şeyi karşılarına toplasaydık; onlar yine de Allah dilemedikçe
iman etmezler-di." (ei-Enam, 6/111);
"Allah'ın izni olmadan hiçbir kimsenin iman etmesi mümkün değildir."
(Yunus, 10/100); "Muhakkak ki sen sevdiğini hidayete
erdiremezsin fakat Allah, dilediğine hidayet
verir." (d-Kasas, 28/56)
Bu hususta âyetler de
pek çoktur, haberler (hadisler) de pek çoktur. Şanı yüce Allah, İslâm ile
hidayete iletmiştir, küfür ile de saptırmıştır. Daha ünce birkaç yerde geçtiği gibi.
Tekvir Sûresi(ntn tefsiri) burada
sona ermektedir. Allah'a hamd olsun.
[13]
[1] Tirmizi,
V,
433; Müsned,
II,
27.
İmam Kurtubi,
el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 18/425
[2] Suyun. ed-Durru'l-Mensûr,
VIII,
426.
[3] Sııyııtî, ed-Durru'i-Mensür,
VII), 429.
[4] Bezzâr, Müsned,
I, 355; Tahcrânî, Kebir, XVII], 337; Heysemi, Mecmâ, VII, 134
[5] Kaynağını tespit edemedik
[6] Taberanî, Evsat, I, 254; Hsysemî, Mecma', X, 333; Münzirî, et-Terğib, IV, 207.
[7] Timizi, IV, 710.
[8] Buharı, V, 2395, îbıı Hibb;ın. Sahth,
XV. Ş73: Tirnıizi, IV, 611; İbn.
Mace, I, 66; Müsned, IV,
1%, 377.
[9] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 18/426-438
[10] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 18/438-444
[11] Hadis olarak kaynağını tespit edemedik.
[12] Ancak belirtilen yerde Peygamber Efendimizin Ralıbini gördüğünü söyleyen İbn Me-sııtl değil, İbn Abbas'tır, İbn Mesııd'un açıklamasına göre
de Peyamberlerin gördüğü Cebrail (a.s)'dır.
[13] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 18/444-449