Kur'an Vahyinin Ve Rasulullah'ın Nübüvvetinin Doğruluğuna Yemin |
Bu sure
"küvviret" sözü ile başladığı için Tekvir suresi olarak anılmıştır.
"Küvviret" bir şeyin bir şeyle biraraya getirilip dürülerek
atılmasını ve ışığını kaybetmesini ifade eder.
[1]
İki sure de kıyametin
korkulu anlarını ve şiddetini açıklamaktadır. Abese suresinde "Fakat o
kulakları sağır edercesine haykıracak olan ses geldiği zaman, kişinin kaçacağı
gün..." denmişti. Bu surede de Allah Tealâ "güneş durulduğu
zaman..." buyurmuştur. Önceki iki surenin sonunda Allah Tealâ Tâmme ve
Hâssa'yı zikredince, onların ardından kıyamet alâmetlerini ve ceza gününün
işaretlerini içeren iki sureyi getirmiştir.
[2]
Bu sure Mekke'de inen
diğer sureler gibi akide ile ilgilidir; kıyamet gününde bulunan durumları
takrir ediyor ve Kur'an-ı Kerim'in Allah Tealâ katından indirildiğini ispat
ediyor.
Sure kıyamet korkuları
ve olacak olan garip hadiseleri açıklayarak başlamıştır. İnsanın dünyada
gördüğü gök, yıldızlar, yer ve dağları, denizleri, insanı ve zulümlerini
ihtiva etmektedir. Peşinden de cehennem ve ateşini, cennet ve nimetlerini
ortaya koymaktadır: "Güneş durulduğu zaman." (1-14. ayetler). Sonra
Kur'an'dan ve Cibril-i Emin vasıtası ile Allah'ın onu peygamberinin kalbine
indirdiğinden söz etmiş, peygamberliğinin, risalet ve vahyi tebliğdeki
güvenilirliğinin, vahiy almadaki büyük ehliyetinin, Cebrail (a.s.)'i hakiki suretinde
gördüğünün ispatını yapmıştır. "Andede-rim..." (15-25. ayetler). Sure
müşriklerin sapıklığını, Kur'an'm bütün insanlar ve cinlerden bütün âlemine,
hidayeti dileyip, hayra yönelenler için bir vaaz ve öğüt olduğunu, kulun
dilemesinin Allah Tealâ'nın dilemesine bağlı olduğunu, Allah'ın iradesi olmadan
herhangi bir ameli tek başına yapmaya gücü olmayacağını açıklayarak
bitirmektedir.
[3]
İmam Ahmed, Tirmizi ve
Hakim İbni Ömer'den rivayet ettiğine göre Rasulullah (s.a.) buyurdu ki:
"Kıyamete gözü ile görüyor gibi bakmak isteyen Tekvir, İnfitar ve İnşikak
surelerini okusun."
[4]
1- Güneş durulduğu
zaman,
2- Yıldızlar düştüğü
zaman,
3- Dağlar yürütüldüğü
zaman,
4- Gebe develer
salıverildiği zaman,
5- Vahşi hayvanlar bir
araya toplandığı zaman,
6- Denizler
ateşlendiği zaman,
7- Ruhlar çiftleştiği
zaman,
8, 9- Diri diri
gömülen kızın hangi suçtan dolayı öldürüldüğü sorulduğu zaman, 10- Defterler
açılıp yayıldığı zaman,
12-O alevli ateş daha
ziyade kızıştı- rıldığı zaman,
13- Cennet
yaklaştırıldığı zaman.
14- Her insan ne
hazırlamışsa bilecektir.
Ayet sonları, ses
değerleri bakımından birbiri ile uyum içerisinde olduğundan seci sanatı
vardır.
"Cennet" ve
"cehennem" kelimeleri arasında tezat vardır.
[5]
"Güneş"
yuvarlanıp, katlanarak, ışık ve ziyası giderilerek "durulduğu zaman."
"Yıldızlar düştüğü zaman" düşüp yere yuvarlandığı, ışığı kaybolduğu
zaman. "Dağlar yürütüldüğü zaman" yerin sallanması ile yerlerinden
oynatıldığı, havada kaldığı ve toz duman olduğu zaman. "Gebe develer"
hamileliğinden on ay geçmiş ve Arapların malları arasında en değerlileri olan
develer, işin onları bastırmasından dolayı çobansız ve sağmasız terkedildiği
"salıverildiği zaman."
Diriltmenin ardından
birbirlerinden kısas için toplanacak sonra da toprak olacak olan "Vahşi
hayvanlar bir araya toplandığı zaman" "Denizler" volkan ve
zelzelelerle tutuşturulup "ateşlendiği" yanan ateş haline geldiği
"zaman." "Ruhlar" cesetlerle birleştirilip
"çiftleştiği zaman." "Diri diri gömülen kızın hangi suçtan
dolayı öldürüldüğü sorulduğu zaman." ihtiyaç ve utanmadan dolayı canlı
olarak gömülen kızdır bu. Cahiliyede bazı Arapların adeti idi. Bu sorma, Allah
Tealâ'nm İsa (a.s.)'ya Hıristıyanları azarlamak için "Sen mi insanlara
söyledin?" (Maide, 5/116) şeklinde sorduğu gibi, katile veya defnedene
sorduğu bir sorudur. "Hangi suçtan dolayı" muhataba yöneltilen ve
"Hiçbir günahı olmadan" şeklinde cevaplandırılacak olan bir sorudur.
Ölüm anında kapanan ve
hesap anında açılan amel "defterler'i "açılıp yayıldığı zaman."
"Gök" tavanın söküldüğü ve derinin koyundan soyulduğu gibi
"koparıldığı zaman." "İnsan" hayır ve serden "ne
hazırlamışsa bilecektir. " Surenin başında yer alan ve onlara atfedilen
on iki durumun cevabıdır. Onlardan altısı, kıyametin başlayıp dünyanın sonunun
gelmesinden hemen önce ve altısı da kıyamettedir. "Nefis" umum
manasınadır, bütün insanlar demektir.
[6]
Bunlar, insanlar
büyüklüğünü görsünler ve ondan korksunlar diye anlatılan kıyametin vasıfları
ve dehşet olaylarıdır:
"Güneş durulduğu
zaman, yıldızlar düştüğü zaman, dağlar yürütüldüğü zaman." Sarığın
sarıldığı ve elbisenin üstüste katlandığı gibi güneş dürülüp katlandığı ve
atıldığı, âlemin harap olacağının ilanı için ışığı giderildiği zaman Allah
Tealâ'nm buyurduğu gibi yıldızların da söndüğü düşüp dağıldığı zaman,
"Yıldızlar dağılıp döküldüğü zaman" (İnfitar, 82/2); yer sallanınca
dağlar yerden koparılıp havada yüzdürüldüğü zaman "Dağlar yürütülüp bir
serap haline gelmiştir." (Nebe', 78/20), "O gün ki biz dağları
yürüteceğiz ve sen yeri bir çöl göreceksin." (Kehf, 16/47)
"Gebe develer
salıverildiği zaman, vahşi hayvanlar bir araya toplandığı zaman, denizler
ateşlendiği zaman" Arapların en nefis ve en değerli varlığı olan hamile
develerin, durumun vehameti ve korkunun çokluğundan dolayı çobansız
salıverildiği zaman. Evcil olmayan vahşi kara hayvanları kırşılıklı kısas için
diriltüdiği zaman. Onların haşri ölüp helak olmalarıdır da denmiştir. Denizler,
birbirine katılıp tek şey olduktan sonra, volkanlar ve zelzelelerle
tutuşturulup lavlanmış ateşe döndüğü zaman: "Denizler fış-kırtıldığı
zaman." (İnfitar,82/3) "Dolan denize" (Tûr, 52/6) O zaman denizler
ve yer, hararet ve yakmanın doruğunda tek şey haline gelirler.
Übey b. Ka'b (r.a.)
dedi ki: Kıyamet gününden önce altı alâmet vardır: İnsanlar çarşılarında
(günlük işlerini yaparlarken) iken güneşin ışığı gidecek. Onlar bu durumda
iken dağlar yere serilecek, hareketlenecek, karışıp dağılacak, cinler insanlara
insanlar cinlere sığınacak. Hayvanlar, kuşlar, birbirine girecekler. İbni Abbas
Allah Tealâ'nm " güneş durulduğu zaman..." ayetleri hakkında dedi ki:
On iki durum vardır. Altısı dünyada altısı da ahirette. İlk altısını Übey b.
Ka'b'ın sözünde açıkladık. Diğer altısı da, aşağıdadır. Bu nedenle Allah Tealâ
dirilişten sonra olacakları zikretmiştir:
"Ruhlar
çiftleştiği zaman, diri diri gömülen kızın hangi suçtan dolayı öldürüldüğü
sorulduğu zaman." Ahiretteki yaratılışta ruhlar cesetlerle birleştirildiği
zaman. Bazı Arap kabilelerinin yaptığı gibi utanma ve fakirlik korkusu ile diri
diri gömülen kız çocuğuna bu işi yapanın şiddetle azarlandığı zaman; kıyamet
gününde katiline tehdit olsun diye ona hangi suçtan dolayı gömüldüğü sorulur.
Zira mazluma soru sorulursa, zalimin hali nicedir? İbni Abbas: "sorulduğu
zaman" ifadesini, kız gömülme sebebini sorduğu zaman, şeklinde
açıklanmıştır.
Gömülene sorulan bu
soru, onu yapanlara yönelik bir kınamadır. Çünkü soru bu işi onlara yapanlarına
döner.[7]
İmam Ahmed, Hansa b.
Muaviye es-Sarimiye'den, o da amcasından rivayet etti: Dedi ki: Ya Rasulallah!
Kim cennettedir, dedim. Buyurdu ki: "Peygamber cennettedir, şehid
cennettedir, doğan cennettedir, gömülen cennettedir. "
"Defterler açılıp
yayıldığı zaman, Gök koparıldığı zaman" Hesap yerinde amel sahifeleri
açılıp yayıldığı zaman, her insan sahifesini sağından veya solundan alır. Gök
de yarılıp giderilince varlığı kalmaz.
"O alevli ateş
daha ziyade kızıştırıldığı zaman, cehennem yaklaştırıldı-ğı zaman."
Allah'ın düşmanları için cehennem tam tutuşturulduğu zaman. "Onun yakıtı
insanlar ve taşlardır." (Bakara, 2/24) Cennet de takva sahibi müminlere
yakın hale getirildiği zaman "Cennet takva sahiplerine, uzak olmayarak
yaklaştırılmıştır." (Kâf, 50/31).
"İnsan ne
hazırlamışsa bilecektir." Surenin başındaki cümle ve ona atfedilenlerin
cevabıdır. Yani geçen olaylar meydana gelip bu işler olduğu zaman, her nefis,
sahifeler açıldığında ne hazırladığını ve hayırdan serden ne yaptığını bilir:
"O gün ki herkes ne hayır işlediyse karşısında hazırlanmış bulacak, ne
kötülük yaptıysa Oflunla da kendi arasında uzak bir mesafe olmasını arzu
edecek." (Ali İmran, 3/30), "O gün insana önden yolladığı ve geri
bıraktığı haber verilir." (Kıyame, 75/13), Surenin başından buraya kadar
olan ayetler şart, "İnsan ne hazırlamışsa bilecektir." ayeti de
cevaptır. Ha-san-ı Basri: Bu ona yemin ve cevaptır, dedi. Kurtubi ise: Birinci
görüş daha doğrudur, dedi.
[8]
Bu, kıyamet günü
dirilmeden önce veya sonra meydana gelecek olaylardır. Nefsi korku ile dolacak, görüp bildikleri
şeylerin değişmesi yüzünden insanlar arasında korku ve endişe yayılacak.
Bunların sayılıp anılma-sındaki maksat, insanların korkması ve onlara
kurtuluşu, güven ve selâmeti sağlayacak şekilde kıyamet gününe
hazırlanmalarıdır.
Bunlar bir uyarıdır.
Uyarı kıyametin on iki alâmeti ile karşılaşmayı ihtiva etmektedir: Güneşin
dürülmesi, yıldızların düşmesi, dağların kaydırılması, develerin
salıverilmesi, vahşi hayvanların hasredilmesi, denizlerin tutuşturulması,
ruhların çiftleştirilmesi, gömülen kızın sorulması, amel defterlerinin
açılması, hayvandan derinin soyulduğu gibi göğün soyulması, cehennemin
tutuşturulması ve cennetin yaklaştırılması.
Vahşi hayvanlar da
haşrolurlar. Yani karşılıklı kısas yapılması için toplanırlar; boynuzludan boynuzsuz
için kısas yapılır. Sonra da onlara "toprak olun" denir. En doğru
mana budur. Onların haşrinin ölüp helak olmaları olduğu da söylenmiştir.
Netice olarak, görülecek olan bu olaylardan dolayı korku ve dehşet
yaşanacaktır.
Meleklerin,
sahiplerinin yaptığı iyi veya kötülükleri yazdıkları amel defterleri açılır?
Ölümle kapanıp kıyametle açılırlar. Her insan defterine vakıf olur, içindekini
bilir ve "Eyvah bize, derler, bu kitaba ne olmuş, küçük büyük hiçbir şey
bırakmayıp onları saymış." (Kehf,16/49)
Gökte, koyun ve
benzerinden derinin soyulduğu gibi soyulur ki bu, korkunun doruğudur.
Kâfirler için ateş
tutuşturulur ve artırılır. Cennet yaklaştırılır, takva sahibi müminlere yakın
olur. Mahlukâtm sonu belli olur.
Bu büyük olaylar
olurken, her insan yaptığı iyilik ve kötülüğü iyice bilir, sonunu öğrenir.
Buhari ve Müslim'de Adiy b. Hâtim'den rivayette Rasu-lullah (s.a.) şöyle
buyurdu: "Sizden kimse yoktur ki, muhakkak Allah onunla konuşmasın.
Onunla Allah arasında da bir tercüman yoktur. Sağına bakar, sadece
yaptıklarını görür. Soluna bakar sadece yaptıklarını görür. Ateş onu karşılar.
Sizden kim bir hurmanın yarısı ile de olsa, ateşten korunabili-yorsa
yapsın."
[9]
15- Hayır. Yemin
ederim o (gündüz) kaybolup (gece) geri dönen (yıldız)lara.
16- Dolaşıp yuvalarına
giren gezegenlere
17- Kararmaya
başladığı zaman ge-
18- Nefes almaya
başladığı zaman sabaha
19- "Muhakkak ki
o (Kur'an), şerefli bir elçinin sözüdür.
20- Kuvvet sahibi;
Arş'ın sahibinin katında itibarlı,
21- Orada kendisine
itaat olunan- dır, bir emindir.
22- Sizin sahibiniz
bir mecnun değil!
23- Andolsun ki o onu
apaçık ufukta görmüştür.
24- O gaybten dolayı
asla suçlu değildir.
25- O (Kur'an) da
taşlanmış bir şeytanın sözü değil.
26- O halde nereye
gidiyorsunuz?
27- O ancak alemler
için bir öğüttür.
28- Sizden dosdoğru
olmayı dileyenler için.
29- Alemlerin Rabbi
Allah dilemedikçe de siz dileyemezsiniz.
"Nefes almaya
başladığı zaman sabaha" cümlesinde istiare vardır. Gündüzün yönelmesi ve
ışığın yayılmasını hava esintisine benzetmiş, nefes alma sözünü, karanlık
geceden sonra gelen gündüz için kullanılmıştır. "Sahibiniz" sözü,
Muhammed (s.a.)'den kinayedir.
[10]
"el-Hunnes",
es-Sıhah'ta belirtildiği gibi tercih edilen görüşe göre, bütün yıldızlardır.
Çünkü, gündüz gizlenip gözden kaybolmakta ve gece ortaya çıkmakta sonra da
geyiğin mağaralarda saklandığı gibi ufukta saklanmaktadırlar.
"el-Hunnes" ve "el-Künnes" olarak geçen yıldızlar ve
gezegenler ortaya çıkıp görüldükten sonra kaybolmaktadırlar. "Nefes
almaya başladığı zaman" Aydınlanıp ışığı çıktığı zaman.
"Muhakkak ki o
(Kur'an), şerefli bir elçinin sözüdür" üzerine yemin edilen Kur'an, Allah
katında değeri yüce olan kıymetli bir elçinin, Cebrail (a.s.)'in indirip
naklettiği bir sözdür. Sözün ona izafe edilmesi onun indirmesinden dolayıdır.
"Kuvvet sahibi" çok kuvvetli "Arş'ın sahibinin katında
itibarlı" Rabbinin katında yeri ve itibarı olandır. "İtaat
olunandır" gökteki melekler ona itaat ederler. Vahye ve risalete
"emindir."
"Sizin
sahibiniz" Muhammed (s.a.) sizin iddia ettiğiniz gibi "bir mecnun değil!"
"Andolsun ki o onu apaçık ufukta görmüştür" Muhammed (s.a) Cibril'i
yaratıldığı şekil üzere, güneşin doğduğu en üst noktada açık ufukta gördü.
"O" Muhammed (s.a.) vahiy ve göğün haberi "gaypten dolayı asla
suçlu değildir" talim ve tebliğde yetersiz, güvenilmez değildir.
"Recmedil-miş" Taşlanmış, lanetlenmiş, Allah'ın rahmetinden kovulmuş.
"O halde nereye gidiyorsunuz?" Kur'an'ı inkârınız ve ondan yüz
çevirmenizden sonra hangi yola baş vuracaksınız? "O âlemler" insanlar
ve cinler "için bir öğüttür." "Sizden" hakka tabi olarak
açık yolda "dosdoğru olmayı dileyenler için." "Alemlerin
Rabbi" halkın hepsinin maliki "Allah dilemedikçe de siz" hak
üzere istikameti "dileyemezsiniz." Ancak Allah istikametinizi
dilediği zaman dileyebilirsiniz.
[11]
"Alemlerin Rabbi
Allah dilemedikçe de siz dileyemezsiniz." ayetinin (29. ayet) nüzul
sebebiyle ilgili olarak: İbni Cerir ve İbni Ebi Hatim, Süleyman b. Musa'dan
şöyle rivayet ettiler: "Sizden dosdoğru olmayı dileyenler için" ayeti
indiğinde Ebu Cehil: O bizim işimiz; dilersek istikamette oluruz, dilemezsek
olmayız, dedi. Allah Tealâ bu ayeti indirdi: "Alemlerin Rabbi Allah
dilemedikçe de siz dileyemezsiniz."
[12]
"Hayır. Yemin
ederim o (gündüz) kaybolup (gece) geri dönen (yıldızlara. Dolaşıp yuvalarına
giren gezegenlere" Gündüz güneşin ışığı ile kaybolup feleğinde yüzen,
gece de geyiklerin yuvalarından çıktıkları gibi yerlerinden çıkan bütün
yıldızlara yemin ederim.
Cumhura göre, gezegen
yıldızların hepsi buna dahildir. Bazılarına göre de bunlar, güneş ve ayın
dışındakilerdir.
"Kararmaya
başladığı zaman geceye. Nefes almaya başladığı zaman sabaha" Gece
karanlığı ve korkutuculuğu ile yöneldiği zaman. Evla olan bu manadır.
Yönelip de ışığı ile
ufku aydınlattığı zaman sabaha. Çünkü o canlı bir ruhla ve tatlı bir rüzgarla
gelir.
İbni Kesir dedi ki:
"As'ase" kelimesinin dönme anlamına kullanılması da sahih olmakla
beraber yönelme manasına kullanılması daha uygundur. Adeta, karanlığı çökmeye
başladığı zaman geceye, ışığı parlamaya başladığı zaman da fecre yemin
etmiştir. Allah Tealâ buyurdu ki: "Andolsun bürü-yüp örttüğü zaman geceye,
açıldığı zaman gündüze." (Leyi, 92/1,2), "Andolsun kuşluk vaktine,
sükuna vardığı dem geceye." (Duha, 93/1,2), "Sabahı yarıp çıkarandır
O. Geceyi bir sükun olarak yaratandır." (En'am,6/96) Bu ayetlerin
benzerleri de vardır.
Usul alimlerinden pek
çokları şöyle demiştir: "As 'ase" lafzı, yönelme ve geri gitme
anlamına ortak olarak kullanılmıştır. Buna göre de her iki mananın da murad
edilmesi doğru olur. En doğru olanım Allah bilir.[13]
"Muhakkak ki o
(Kur'an), şerefli bir elçinin sözüdür" Yemin edilen husus budur. Kur'an
şerefli bir elçinin tebliğidir. Allah katında aziz, kerim ve şerefli Cibril
(a.s.)'ın söylediği bir sözdür. Onu Allah katından Peygamber (s.a)'e indirdi.
Kur'an beşer sözü değildir. Peygamber (s.a.)'e, onu Rabbi az-ze ve celle'den
alan Cibril getirdi.
"Kuvvet sahibi;
Arş'ın sahibinin katında itibarlı, orada kendisine itaat olunandır, bir
emindir." Bunlar da Cibril (a.s.)'in vasıflarıdır.Onun Allah Tealâ katında
yüksek değeri ve üstün mevkii vardır. Melekler ona müracaat eder ve ona itaat
ederler. O ileri gelenlerdendir, Rabbinin vahyine ve ri-saletine, diğer
hususlara güvenli kılınmıştır. Ayette, "Allah katında" anlamına
(semme) demiştir. Bu "sümme" şeklinde de okunmuştur. Burada, emanete
tazim ve sayılan sıfatların en üstününe sahip olduğunu açıklama amacı vardır.
Cibril'in emin olarak
vasfedilmesi, beşerden elçisi olan Muhammed (s.a.)'i "Sizin sahibiniz bir
mecnun değil" sözü ile övdüğü gibi, meleklerden elçisi ve kulu olan
Cibril'e Allah'tan büyük bir övgüdür.
Melek olan elçinin
vasıfları açıklandıktan sonra, Allah Tealâ kendisine melek gönderilenin de
vasfını zikrederek buyurdu ki: "Sizin sahibiniz bir mecnun değil!" Ey
Mekke ehli! Muhammed (s.a.) sizin iddia ettiğiniz gibi deli değildir.
Peygamberimizi sahip, yani arkadaş sözü ile anmıştır ki, onlara onun durumunu
bildiklerini ve onun insanların en akıllısı en olgunu olduğunu hissettirsin.
Bu ayetin benzerleri
şu ayetlerdir: "Onlar düşünmediler mi ki kendilerinin sahibinde
delilikten hiçbir (eser) yoktur. O, ilerideki tehlikeyi apaçık haber verenden
başka değildir." (A'raf,7/184), "De ki: "Ben size sırf Allah
için ikişer ikişer, teker teker (karşımda) durmanız, sonra arkadaşınızda hiçbir
mecnunluk olmadığını iyi düşünmenizi öğüt veririm. O, çetin bir azaptan evvel
size haber verenden başkası değildir." (Sebe', 35/46), "Onlar için
düşünüp ibret almak nerede? Kendilerine açıklayan bir Peygamber geldiği halde,
yine ondan yüz çevirdiler." Bir öğretilmiş mecnun" dediler."
(Duhan, 44/13,14)
"Andolsun ki o
onu apaçık ufukta görmüştür." Muhakkak Muhammed Cibril'i asıl suretinde
gördü. Doğu tarafında en üst ufukta veya güneşin doğumunda onu altı yüz
kanatlı olarak gördü de, kesin olarak onun şeytan değil, kendisine vahiy
getiren güvenilir bir melek olduğu bilgisine sahip oldu. Necm suresinde de
bunun bir benzeri vardır: "Onun gördüğünü kalp yalana çıkarmadı. Şimdi siz
onun bu görüşüne karşı kendisiyle mücadele mi edeceksiniz? Andolsun ki onu
diğer bir defa da Sidretü'l-Müntehâ'nın yanında gördü o." (Necm, 53/11-14)
Bu görme, vahyin başlamasında onu Hira mağrasında yerle gök arasında bir kürsü
üzerinde gerçek, suretinde altı yüz kanatlı olarak görmesinden sonradır. Dendi
ki: Oradaki gördüğü, Sidretü'l-Müntehâ'da gördüğüdür. Yerin ufuk olarak
isimlendirilmesi mecazdır. Onu ikinci bir görüşü de Medine'dedir, bu değildir.[14]
"O gaybten dolayı
asla suçlu değildir" Muhammed (s.a.), Allah'ın ona indirdiği vahiy ve gök
haberi için talim ve tebliğde ihmalkâr biri değildir. Aksine, insanlara
Allah'ın kelâmını ve ahkâmını hiçbir eksik bırakmadan öğretmektedir. O
doğrudur, güvenlidir, kendinden birşey getirmez, onda hiçbir harf veya mana
değiştirmez.
"O (Kur'an) da
taşlanmış bir şeytanın sözü değil." Kur'an da, kulak hırsızlığı eden,
ateşle kovulmuş bir şeytanın sözü değildir. Kur'an, Ku-reyş'in dediği gibi bir
şiir veya kehanet değildir. Şu ayetde bunun gibidir: "Onu şeytanlar
indirmedi. Bu, onlara hem yakışmaz, hem onlar güç yetire-mezler. Şüphe yok ki
onlar işitmekten kat'i surette azledilmişlerdir." (Şuarâ, 26/210-212)
"O halde nereye
gidiyorsunuz?" Size bu açıklanan yoldan daha açık hangi yoldur ki, onu
tutuyorsunuz? Açıklığı ve netliği, Allah Tealâ katından hak olduğunun beyanına
rağmen bu Kur'an'ı yalanlamada aklınız nereye gidiyor?
"O ancak âlemler
için bir öğüttür. Sizden dosdoğru olmayı dileyenler için." Kur'an
insanlardan hak, iman ve taat yolunda olmayı isteyenler için uyandır. Hidayet
isteyen için hidayet ve kurtuluş olarak bu Kur'an vardır. Onun dışında hidayet yoktur.
Zemahşeri dedi ki:
"Sizden dileyenler" cümlesi "âlemler" den bedeldir. İslâm'a
girerek dosdoğru yolda olmayı dileyenler öğütten yararlananlar olduğu için
bedel yapılmışlardır. Herkese öğüt verilmiş olmakla beraber, sanki onlardan
başkası öğüt almamış gibidir.
"Âlemlerin Rabbi
Allah dilemedikçe de siz dileyemezsiniz." Dosdoğru olmayı dilemeniz ve ona
güç yetirmeniz ancak, Allah'ın dilemesi ve başarı vermesi ile olabilir. Dileme
işi size bırakılmamıştır ki dileyen hidayet bulsun, dileyen de sapıtsın.
Bilakis bunların tamamı, insanların, cinlerin ve bütün âlemlerin Rabbi Allah
Tealâ'nm dilemesine bağlıdır. Allah'a ve O'nun dilediğine iman ettim, derken
bir kimse ancak kendisinde yaratılan bir güçle herhangi bir işe güç
getirmektedir. Allah'ın ona vermiş olduğu kudret ile de onu iman ve hayır ya da
küfür ve şerre yönlendirmektedir. Bu da, diğer ayetlerin delâleti ile birlikte
Allah'ın insanlara seçme kudreti verdiğini gösteriyor.
[15]
Ayetler şu hususlara
işaret etmektedir:
1- Kurtubi'nin
dediği gibi Allah, hayvan veya cansız, mahlukâtmdan dilediğine, hikmeti
bilinmese bile yemin eder.[16]
2- Allah
Tealâ, görünüp, daha sonra kaybolan bütün yıldızlara ve gezegenlere yemin
etmiştir. Bu yemin, onların hareketleri, bir çıkıp bir gizlenmeleri ile
yaratıcısı ve idare edicisinin kudretine delâlet etmelerinden dolayıdır.
Aynı şekilde Allah,
karanlığı ile yöneldiği zaman ihtiva ettiği sükuneti ve korkunçluğundan dolayı
geceye ve ihtiva ettiği açılımı ve açıcılığı ile tam bir gündüz oluncaya kadar
ışığını yaymaya başladığında sabaha yemin etmiştir.
Yemine konu olan şey,
Kur'an-ı Kerim'in Cibril tarafından indirildiğidir: "Alemlerin Rabbinden
indirilme." (Vakıa, 56/80) Sözün Cebrail (a.s.)'e nispet edilmesinin
sebebi, onun Allah ile peygamberleri arasında vasıta olmasıdır.
3- Allah
Tealâ Cebrail (a.s.)'i beş vasıfla nitelendirilmiştir: Allah katında değerli
ve azizdir. Emaneti korumada ve Allah'a taatta, O'nu bilmede ve vazifesini
ihmal etmemede çok güçlüdür. Arş'ın Rabbi katında ve yer, mevki sahibidir,
melekler arasında itaat edilendir. Allah'ın vahiy ve risale-ti için emindir;
Allah onu hıyanet ve ayak kaymasından korumuştur.
"Arş'ın sahibinin
katında" ki ifadede anılan "O'nun katındakiler O'na ibadetten
kibretmezler." (Enbiya, 21/19) ayetindeki gibi mekân manasında değildir.
"Ben kalpleri kırık olanların yanındayım" hadisindeki manaya göre de
cihet anlamına da değildir. Asıl manası, ikram, teşrif ve tazimdir.[17]
4- Allah
Tealâ müşriklerin uydurmalarını
Muhammed (s.a.)'in mecnun olmadığını, onların insanlar arasında onu en
çok bilen olduklarını ve onun insanların en akıllısı, en olgunu olduğunu
vurgulayarak reddetmiştir.
5-
Rasulullah (s.a.) Cibril (a.s.)'i gerçek suretinde açık ufukta; doğu tarafında
güneşin doğum yerinde gördü; altıyüz kanadı vardı. Eşya aslı gibi göründüğü
için açık ufuk dendi. Bu da yakın bir melek olduğuna, taşlanmış bir şeytan
olmadığına mutmain olsun, iyice inansın diyedir.
6- Allah
Tealâ peygamberinin vahiy ve gök haberinden kimseye bir cimrilik yapmadığını,
aksine, hiçbir şeyini eksiltmeden talim ve tebliğini yaptığını haber veriyor.
Mücahid dedi ki: Bildiğini sizden saklamıyor, bilakis halka Allah'ın kelâmını
ve ahkâmını öğretiyor.
7- Aracı
elçi Cebrail ve kendisine elçi geleni vahyin tebliği konusunda güvenilir olarak
vasfettikten sonra, Kur'an konusuna ağırlık verdi. Kur'an'ın Kureyş'in iddia
ettiği gibi taşlanmış melun şeytanın sözü olmadığını veya bir kâhin ya da
mecnunun sözü olmadığını ilan etti. O ancak, hakka uyup onunla yaşayacaklar
için, bütün halka bir açıklama ve hidayet kitabıdır.
8- Allah
Tealâ bundan sonra "O halde nereye gidiyorsunuz?" sözü ile Kureyş'in sapıklık
ve ziyanına hükmetmiştir. Yani bunun dışında doğru bir yol biliyorsunuz da onu
mu tutuyorsunuz?
9- Kul bir
hayrı ancak Allah'ın tevfiki ile, bir şerri de ancak O'nun saptırması ile
yapabilir. İnsanın dilemesi ancak Allah Tealâ'nm o dilemeyi ona vermesi ile
mümkündür.
İstikamet; sırat-ı
müstakime, gökler ve yerin kendisinin olan Allah'ın yoluna girmektir. Hasan-ı
Basri dedi ki: Vallahi, Allah onlara dileyinceye kadar Araplar da İslâm'ı
dilememiştir.
Allah
Tealâ buyurdu ki: "Eğer hakikaten biz onlara melekleri indirsey-dik,
ölüler kendileri ile konuşsaydı, her şeyi de onlara karşı kefiller olmak üzere
bir araya getirip toplasaydık onlar, Allah dilemedikçe yine iman edecek
değillerdi." (En'am, 6/111), "Allah'ın izni olmadan hiçbir kimsenin
iman etmesi mümkün değildir." (Yunus, 10/100), "Sen sevdiğini hidayet
edemezsin. Ancak Allah dilediğini hidayet eder." (Kasas, 28/56).
[18]
[1] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/380.
[2] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/380.
[3] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları:
15/380.
[4] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları:
15/380.
[5] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları:
15/381.
[6] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları:
15/381-382.
[7] Ebu Hayyan el-Bahru'l-Muhit, VIII/433.
[8] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları:
15/382-383.
[9] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/383-384.
[10] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/385.
[11] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/385-386.
[12] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/386.
[13] İbni Kesir, IV/479.
[14] Ebu Hayyan, el-Bahru'l-Muhit, VIII/434-435.
[15] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/386-389.
[16] Kurtubi, XIX/237.
[17] Razi, XXXI/73.
[18] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/389-390.