TEKVIR SURESİ 2

Surenin İsmi: 2

Önceki Sureyle İlişkisi: 2

Surenin Muhtevası: 2

Surenin Fazileti 2

Kıyametin Durumları Ve Korkuları 2

Belagat: 2

Kelime ve İbareler: 2

Açıklaması 3

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 4

Kur'an Vahyinin Ve Rasulullah'ın Nübüvvetinin Doğruluğuna Yemin. 4

Belagat: 4

Kelime ve İbareler: 4

Nüzul Sebebi 5

Açıklaması 5

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 6


TEKVIR SURESİ

 

Surenin İsmi:

 

Bu sure "küvviret" sözü ile başladığı için Tekvir suresi olarak anılmış­tır. "Küvviret" bir şeyin bir şeyle biraraya getirilip dürülerek atılmasını ve ışığını kaybetmesini ifade eder. [1]

 

Önceki Sureyle İlişkisi:

 

İki sure de kıyametin korkulu anlarını ve şiddetini açıklamaktadır. Abese suresinde "Fakat o kulakları sağır edercesine haykıracak olan ses geldiği zaman, kişinin kaçacağı gün..." denmişti. Bu surede de Allah Tealâ "güneş durulduğu zaman..." buyurmuştur. Önceki iki surenin sonunda Al­lah Tealâ Tâmme ve Hâssa'yı zikredince, onların ardından kıyamet alâ­metlerini ve ceza gününün işaretlerini içeren iki sureyi getirmiştir. [2]

 

Surenin Muhtevası:

 

Bu sure Mekke'de inen diğer sureler gibi akide ile ilgilidir; kıyamet gününde bulunan durumları takrir ediyor ve Kur'an-ı Kerim'in Allah Tealâ katından indirildiğini ispat ediyor.

Sure kıyamet korkuları ve olacak olan garip hadiseleri açıklayarak başlamıştır. İnsanın dünyada gördüğü gök, yıldızlar, yer ve dağları, deniz­leri, insanı ve zulümlerini ihtiva etmektedir. Peşinden de cehennem ve ate­şini, cennet ve nimetlerini ortaya koymaktadır: "Güneş durulduğu zaman." (1-14. ayetler). Sonra Kur'an'dan ve Cibril-i Emin vasıtası ile Allah'ın onu peygamberinin kalbine indirdiğinden söz etmiş, peygamberliğinin, risalet ve vahyi tebliğdeki güvenilirliğinin, vahiy almadaki büyük ehliyetinin, Cebrail (a.s.)'i hakiki suretinde gördüğünün ispatını yapmıştır. "Andede-rim..." (15-25. ayetler). Sure müşriklerin sapıklığını, Kur'an'm bütün in­sanlar ve cinlerden bütün âlemine, hidayeti dileyip, hayra yönelenler için bir vaaz ve öğüt olduğunu, kulun dilemesinin Allah Tealâ'nın dilemesine bağlı olduğunu, Allah'ın iradesi olmadan herhangi bir ameli tek başına yapmaya gücü olmayacağını açıklayarak bitirmektedir. [3]

 

Surenin Fazileti

 

İmam Ahmed, Tirmizi ve Hakim İbni Ömer'den rivayet ettiğine göre Rasulullah (s.a.) buyurdu ki: "Kıyamete gözü ile görüyor gibi bakmak iste­yen Tekvir, İnfitar ve İnşikak surelerini okusun." [4]

 

Kıyametin Durumları Ve Korkuları

 

1- Güneş durulduğu zaman,

2- Yıldızlar düştüğü zaman,

3- Dağlar yürütüldüğü zaman,

4- Gebe develer salıverildiği zaman,

5- Vahşi hayvanlar bir araya top­landığı zaman,

6- Denizler ateşlendiği zaman,

7- Ruhlar çiftleştiği zaman,

8, 9- Diri diri gömülen kızın hangi suçtan dolayı öldürüldüğü soruldu­ğu zaman, 10- Defterler açılıp yayıldığı zaman,

12-O alevli ateş daha ziyade kızıştı- rıldığı zaman,

13- Cennet yaklaştırıldığı zaman.

14- Her insan ne hazırlamışsa bile­cektir.

 

Belagat:

 

Ayet sonları, ses değerleri bakımından birbiri ile uyum içerisinde oldu­ğundan seci sanatı vardır.

"Cennet" ve "cehennem" kelimeleri arasında tezat vardır. [5]

 

Kelime ve İbareler:

 

"Güneş" yuvarlanıp, katlanarak, ışık ve ziyası giderilerek "durulduğu zaman." "Yıldızlar düştüğü zaman" düşüp yere yuvarlandığı, ışığı kaybol­duğu zaman. "Dağlar yürütüldüğü zaman" yerin sallanması ile yerlerinden oynatıldığı, havada kaldığı ve toz duman olduğu zaman. "Gebe develer" ha­mileliğinden on ay geçmiş ve Arapların malları arasında en değerlileri olan develer, işin onları bastırmasından dolayı çobansız ve sağmasız terkedildiği "salıverildiği zaman."

Diriltmenin ardından birbirlerinden kısas için toplanacak sonra da toprak olacak olan "Vahşi hayvanlar bir araya toplandığı zaman" "Deniz­ler" volkan ve zelzelelerle tutuşturulup "ateşlendiği" yanan ateş haline geldiği "zaman." "Ruhlar" cesetlerle birleştirilip "çiftleştiği zaman." "Diri diri gömülen kızın hangi suçtan dolayı öldürüldüğü sorulduğu zaman." ih­tiyaç ve utanmadan dolayı canlı olarak gömülen kızdır bu. Cahiliyede bazı Arapların adeti idi. Bu sorma, Allah Tealâ'nm İsa (a.s.)'ya Hıristıyanları azarlamak için "Sen mi insanlara söyledin?" (Maide, 5/116) şeklinde sordu­ğu gibi, katile veya defnedene sorduğu bir sorudur. "Hangi suçtan dolayı" muhataba yöneltilen ve "Hiçbir günahı olmadan" şeklinde cevaplandırıla­cak olan bir sorudur.

Ölüm anında kapanan ve hesap anında açılan amel "defterler'i "açılıp yayıldığı zaman." "Gök" tavanın söküldüğü ve derinin koyundan soyulduğu gibi "koparıldığı zaman." "İnsan" hayır ve serden "ne hazırlamışsa bilecek­tir. " Surenin başında yer alan ve onlara atfedilen on iki durumun cevabıdır. Onlardan altısı, kıyametin başlayıp dünyanın sonunun gelmesinden he­men önce ve altısı da kıyamettedir. "Nefis" umum manasınadır, bütün in­sanlar demektir. [6]

 

Açıklaması

 

Bunlar, insanlar büyüklüğünü görsünler ve ondan korksunlar diye an­latılan kıyametin vasıfları ve dehşet olaylarıdır:

"Güneş durulduğu zaman, yıldızlar düştüğü zaman, dağlar yürütül­düğü zaman." Sarığın sarıldığı ve elbisenin üstüste katlandığı gibi güneş dürülüp katlandığı ve atıldığı, âlemin harap olacağının ilanı için ışığı gide­rildiği zaman Allah Tealâ'nm buyurduğu gibi yıldızların da söndüğü düşüp dağıldığı zaman, "Yıldızlar dağılıp döküldüğü zaman" (İnfitar, 82/2); yer sallanınca dağlar yerden koparılıp havada yüzdürüldüğü zaman "Dağlar yürütülüp bir serap haline gelmiştir." (Nebe', 78/20), "O gün ki biz dağları yürüteceğiz ve sen yeri bir çöl göreceksin." (Kehf, 16/47)

"Gebe develer salıverildiği zaman, vahşi hayvanlar bir araya toplandı­ğı zaman, denizler ateşlendiği zaman" Arapların en nefis ve en değerli var­lığı olan hamile develerin, durumun vehameti ve korkunun çokluğundan dolayı çobansız salıverildiği zaman. Evcil olmayan vahşi kara hayvanları kırşılıklı kısas için diriltüdiği zaman. Onların haşri ölüp helak olmalarıdır da denmiştir. Denizler, birbirine katılıp tek şey olduktan sonra, volkanlar ve zelzelelerle tutuşturulup lavlanmış ateşe döndüğü zaman: "Denizler fış-kırtıldığı zaman." (İnfitar,82/3) "Dolan denize" (Tûr, 52/6) O zaman deniz­ler ve yer, hararet ve yakmanın doruğunda tek şey haline gelirler.

Übey b. Ka'b (r.a.) dedi ki: Kıyamet gününden önce altı alâmet vardır: İnsanlar çarşılarında (günlük işlerini yaparlarken) iken güneşin ışığı gide­cek. Onlar bu durumda iken dağlar yere serilecek, hareketlenecek, karışıp dağılacak, cinler insanlara insanlar cinlere sığınacak. Hayvanlar, kuşlar, birbirine girecekler. İbni Abbas Allah Tealâ'nm " güneş durulduğu zaman..." ayetleri hakkında dedi ki: On iki durum vardır. Altısı dünyada altısı da ahirette. İlk altısını Übey b. Ka'b'ın sözünde açıkladık. Diğer altısı da, aşağıdadır. Bu nedenle Allah Tealâ dirilişten sonra olacakları zikretmiştir:

"Ruhlar çiftleştiği zaman, diri diri gömülen kızın hangi suçtan dolayı öldürüldüğü sorulduğu zaman." Ahiretteki yaratılışta ruhlar cesetlerle bir­leştirildiği zaman. Bazı Arap kabilelerinin yaptığı gibi utanma ve fakirlik korkusu ile diri diri gömülen kız çocuğuna bu işi yapanın şiddetle azarlan­dığı zaman; kıyamet gününde katiline tehdit olsun diye ona hangi suçtan dolayı gömüldüğü sorulur. Zira mazluma soru sorulursa, zalimin hali nice­dir? İbni Abbas: "sorulduğu zaman" ifadesini, kız gömülme sebebini sordu­ğu zaman, şeklinde açıklanmıştır.

Gömülene sorulan bu soru, onu yapanlara yönelik bir kınamadır. Çün­kü soru bu işi onlara yapanlarına döner.[7]

İmam Ahmed, Hansa b. Muaviye es-Sarimiye'den, o da amcasından ri­vayet etti: Dedi ki: Ya Rasulallah! Kim cennettedir, dedim. Buyurdu ki: "Peygamber cennettedir, şehid cennettedir, doğan cennettedir, gömülen cen­nettedir. "

"Defterler açılıp yayıldığı zaman, Gök koparıldığı zaman" Hesap ye­rinde amel sahifeleri açılıp yayıldığı zaman, her insan sahifesini sağından veya solundan alır. Gök de yarılıp giderilince varlığı kalmaz.

"O alevli ateş daha ziyade kızıştırıldığı zaman, cehennem yaklaştırıldı-ğı zaman." Allah'ın düşmanları için cehennem tam tutuşturulduğu zaman. "Onun yakıtı insanlar ve taşlardır." (Bakara, 2/24) Cennet de takva sahibi müminlere yakın hale getirildiği zaman "Cennet takva sahiplerine, uzak ol­mayarak yaklaştırılmıştır." (Kâf, 50/31).

"İnsan ne hazırlamışsa bilecektir." Surenin başındaki cümle ve ona at­fedilenlerin cevabıdır. Yani geçen olaylar meydana gelip bu işler olduğu za­man, her nefis, sahifeler açıldığında ne hazırladığını ve hayırdan serden ne yaptığını bilir: "O gün ki herkes ne hayır işlediyse karşısında hazırlanmış bulacak, ne kötülük yaptıysa Oflunla da kendi arasında uzak bir mesafe ol­masını arzu edecek." (Ali İmran, 3/30), "O gün insana önden yolladığı ve ge­ri bıraktığı haber verilir." (Kıyame, 75/13), Surenin başından buraya kadar olan ayetler şart, "İnsan ne hazırlamışsa bilecektir." ayeti de cevaptır. Ha-san-ı Basri: Bu ona yemin ve cevaptır, dedi. Kurtubi ise: Birinci görüş daha doğrudur, dedi. [8]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Bu, kıyamet günü dirilmeden önce veya sonra meydana gelecek olay­lardır.   Nefsi korku ile dolacak, görüp bildikleri şeylerin değişmesi yüzünden insanlar arasında korku ve endişe yayılacak. Bunların sayılıp anılma-sındaki maksat, insanların korkması ve onlara kurtuluşu, güven ve selâ­meti sağlayacak şekilde kıyamet gününe hazırlanmalarıdır.

Bunlar bir uyarıdır. Uyarı kıyametin on iki alâmeti ile karşılaşmayı ihtiva etmektedir: Güneşin dürülmesi, yıldızların düşmesi, dağların kaydı­rılması, develerin salıverilmesi, vahşi hayvanların hasredilmesi, denizlerin tutuşturulması, ruhların çiftleştirilmesi, gömülen kızın sorulması, amel defterlerinin açılması, hayvandan derinin soyulduğu gibi göğün soyulması, cehennemin tutuşturulması ve cennetin yaklaştırılması.

Vahşi hayvanlar da haşrolurlar. Yani karşılıklı kısas yapılması için toplanırlar; boynuzludan boynuzsuz için kısas yapılır. Sonra da onlara "toprak olun" denir. En doğru mana budur. Onların haşrinin ölüp helak ol­maları olduğu da söylenmiştir. Netice olarak, görülecek olan bu olaylardan dolayı korku ve dehşet yaşanacaktır.

Meleklerin, sahiplerinin yaptığı iyi veya kötülükleri yazdıkları amel defterleri açılır? Ölümle kapanıp kıyametle açılırlar. Her insan defterine vakıf olur, içindekini bilir ve "Eyvah bize, derler, bu kitaba ne olmuş, küçük büyük hiçbir şey bırakmayıp onları saymış." (Kehf,16/49)

Gökte, koyun ve benzerinden derinin soyulduğu gibi soyulur ki bu, korkunun doruğudur.

Kâfirler için ateş tutuşturulur ve artırılır. Cennet yaklaştırılır, takva sahibi müminlere yakın olur. Mahlukâtm sonu belli olur.

Bu büyük olaylar olurken, her insan yaptığı iyilik ve kötülüğü iyice bi­lir, sonunu öğrenir. Buhari ve Müslim'de Adiy b. Hâtim'den rivayette Rasu-lullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Sizden kimse yoktur ki, muhakkak Allah onun­la konuşmasın. Onunla Allah arasında da bir tercüman yoktur. Sağına ba­kar, sadece yaptıklarını görür. Soluna bakar sadece yaptıklarını görür. Ateş onu karşılar. Sizden kim bir hurmanın yarısı ile de olsa, ateşten korunabili-yorsa yapsın." [9]

 

Kur'an Vahyinin Ve Rasulullah'ın Nübüvvetinin Doğruluğuna Yemin

 

15- Hayır. Yemin ederim o (gündüz) kaybolup (gece) geri dönen (yıldız)lara.

16- Dolaşıp yuvalarına giren gezegenlere

17- Kararmaya başladığı zaman ge-

18- Nefes almaya başladığı zaman  sabaha

19- "Muhakkak ki o (Kur'an), şerefli  bir elçinin sözüdür.

20- Kuvvet sahibi; Arş'ın sahibinin  katında itibarlı,

21- Orada kendisine itaat olunan- dır, bir emindir.

22- Sizin sahibiniz bir mecnun değil!

23- Andolsun ki o onu apaçık ufuk­ta görmüştür.

24- O gaybten dolayı asla suçlu değildir.

25- O (Kur'an) da taşlanmış bir şeytanın sözü değil.

26- O halde nereye gidiyorsunuz?

27- O ancak alemler için bir öğüttür.

28- Sizden dosdoğru olmayı dileyenler için.

29- Alemlerin Rabbi Allah dilemedikçe de siz dileyemezsiniz.

 

Belagat:

 

"Nefes almaya başladığı zaman sabaha" cümlesinde istiare vardır. Gündüzün yönelmesi ve ışığın yayılmasını hava esintisine benzetmiş, nefes alma sözünü, karanlık geceden sonra gelen gündüz için kullanılmıştır. "Sa­hibiniz" sözü, Muhammed (s.a.)'den kinayedir. [10]

 

Kelime ve İbareler:

 

"el-Hunnes", es-Sıhah'ta belirtildiği gibi tercih edilen görüşe göre, bü­tün yıldızlardır. Çünkü, gündüz gizlenip gözden kaybolmakta ve gece ortaya çıkmakta sonra da geyiğin mağaralarda saklandığı gibi ufukta saklan­maktadırlar. "el-Hunnes" ve "el-Künnes" olarak geçen yıldızlar ve gezegen­ler ortaya çıkıp görüldükten sonra kaybolmaktadırlar. "Nefes almaya baş­ladığı zaman" Aydınlanıp ışığı çıktığı zaman.

"Muhakkak ki o (Kur'an), şerefli bir elçinin sözüdür" üzerine yemin edilen Kur'an, Allah katında değeri yüce olan kıymetli bir elçinin, Cebrail (a.s.)'in indirip naklettiği bir sözdür. Sözün ona izafe edilmesi onun indir­mesinden dolayıdır. "Kuvvet sahibi" çok kuvvetli "Arş'ın sahibinin katında itibarlı" Rabbinin katında yeri ve itibarı olandır. "İtaat olunandır" gökteki melekler ona itaat ederler. Vahye ve risalete "emindir."

"Sizin sahibiniz" Muhammed (s.a.) sizin iddia ettiğiniz gibi "bir mec­nun değil!" "Andolsun ki o onu apaçık ufukta görmüştür" Muhammed (s.a) Cibril'i yaratıldığı şekil üzere, güneşin doğduğu en üst noktada açık ufukta gördü. "O" Muhammed (s.a.) vahiy ve göğün haberi "gaypten dolayı asla suçlu değildir" talim ve tebliğde yetersiz, güvenilmez değildir. "Recmedil-miş" Taşlanmış, lanetlenmiş, Allah'ın rahmetinden kovulmuş. "O halde ne­reye gidiyorsunuz?" Kur'an'ı inkârınız ve ondan yüz çevirmenizden sonra hangi yola baş vuracaksınız? "O âlemler" insanlar ve cinler "için bir öğüt­tür." "Sizden" hakka tabi olarak açık yolda "dosdoğru olmayı dileyenler için." "Alemlerin Rabbi" halkın hepsinin maliki "Allah dilemedikçe de siz" hak üzere istikameti "dileyemezsiniz." Ancak Allah istikametinizi dilediği zaman dileyebilirsiniz. [11]

 

Nüzul Sebebi

 

"Alemlerin Rabbi Allah dilemedikçe de siz dileyemezsiniz." ayetinin (29. ayet) nüzul sebebiyle ilgili olarak: İbni Cerir ve İbni Ebi Hatim, Süley­man b. Musa'dan şöyle rivayet ettiler: "Sizden dosdoğru olmayı dileyenler için" ayeti indiğinde Ebu Cehil: O bizim işimiz; dilersek istikamette oluruz, dilemezsek olmayız, dedi. Allah Tealâ bu ayeti indirdi: "Alemlerin Rabbi Allah dilemedikçe de siz dileyemezsiniz." [12]

 

Açıklaması

 

"Hayır. Yemin ederim o (gündüz) kaybolup (gece) geri dönen (yıldızla­ra. Dolaşıp yuvalarına giren gezegenlere" Gündüz güneşin ışığı ile kaybo­lup feleğinde yüzen, gece de geyiklerin yuvalarından çıktıkları gibi yerle­rinden çıkan bütün yıldızlara yemin ederim.

Cumhura göre, gezegen yıldızların hepsi buna dahildir. Bazılarına gö­re de bunlar, güneş ve ayın dışındakilerdir.

"Kararmaya başladığı zaman geceye. Nefes almaya başladığı zaman sabaha" Gece karanlığı ve korkutuculuğu ile yöneldiği zaman. Evla olan bu manadır.

Yönelip de ışığı ile ufku aydınlattığı zaman sabaha. Çünkü o canlı bir ruhla ve tatlı bir rüzgarla gelir.

İbni Kesir dedi ki: "As'ase" kelimesinin dönme anlamına kullanılması da sahih olmakla beraber yönelme manasına kullanılması daha uygundur. Adeta, karanlığı çökmeye başladığı zaman geceye, ışığı parlamaya başladı­ğı zaman da fecre yemin etmiştir. Allah Tealâ buyurdu ki: "Andolsun bürü-yüp örttüğü zaman geceye, açıldığı zaman gündüze." (Leyi, 92/1,2), "Andol­sun kuşluk vaktine, sükuna vardığı dem geceye." (Duha, 93/1,2), "Sabahı yarıp çıkarandır O. Geceyi bir sükun olarak yaratandır." (En'am,6/96) Bu ayetlerin benzerleri de vardır.

Usul alimlerinden pek çokları şöyle demiştir: "As 'ase" lafzı, yönelme ve geri gitme anlamına ortak olarak kullanılmıştır. Buna göre de her iki mananın da murad edilmesi doğru olur. En doğru olanım Allah bilir.[13]

"Muhakkak ki o (Kur'an), şerefli bir elçinin sözüdür" Yemin edilen hu­sus budur. Kur'an şerefli bir elçinin tebliğidir. Allah katında aziz, kerim ve şerefli Cibril (a.s.)'ın söylediği bir sözdür. Onu Allah katından Peygamber (s.a)'e indirdi. Kur'an beşer sözü değildir. Peygamber (s.a.)'e, onu Rabbi az-ze ve celle'den alan Cibril getirdi.

"Kuvvet sahibi; Arş'ın sahibinin katında itibarlı, orada kendisine itaat olunandır, bir emindir." Bunlar da Cibril (a.s.)'in vasıflarıdır.Onun Allah Tealâ katında yüksek değeri ve üstün mevkii vardır. Melekler ona müraca­at eder ve ona itaat ederler. O ileri gelenlerdendir, Rabbinin vahyine ve ri-saletine, diğer hususlara güvenli kılınmıştır. Ayette, "Allah katında" anla­mına (semme) demiştir. Bu "sümme" şeklinde de okunmuştur. Burada, emanete tazim ve sayılan sıfatların en üstününe sahip olduğunu açıklama amacı vardır.

Cibril'in emin olarak vasfedilmesi, beşerden elçisi olan Muhammed (s.a.)'i "Sizin sahibiniz bir mecnun değil" sözü ile övdüğü gibi, meleklerden elçisi ve kulu olan Cibril'e Allah'tan büyük bir övgüdür.

Melek olan elçinin vasıfları açıklandıktan sonra, Allah Tealâ kendisi­ne melek gönderilenin de vasfını zikrederek buyurdu ki: "Sizin sahibiniz bir mecnun değil!" Ey Mekke ehli! Muhammed (s.a.) sizin iddia ettiğiniz gi­bi deli değildir. Peygamberimizi sahip, yani arkadaş sözü ile anmıştır ki, onlara onun durumunu bildiklerini ve onun insanların en akıllısı en olgu­nu olduğunu hissettirsin.

Bu ayetin benzerleri şu ayetlerdir: "Onlar düşünmediler mi ki kendile­rinin sahibinde delilikten hiçbir (eser) yoktur. O, ilerideki tehlikeyi apaçık haber verenden başka değildir." (A'raf,7/184), "De ki: "Ben size sırf Allah için ikişer ikişer, teker teker (karşımda) durmanız, sonra arkadaşınızda hiçbir mecnunluk olmadığını iyi düşünmenizi öğüt veririm. O, çetin bir azap­tan evvel size haber verenden başkası değildir." (Sebe', 35/46), "Onlar için düşünüp ibret almak nerede? Kendilerine açıklayan bir Peygamber geldiği halde, yine ondan yüz çevirdiler." Bir öğretilmiş mecnun" dediler." (Duhan, 44/13,14)

"Andolsun ki o onu apaçık ufukta görmüştür." Muhakkak Muhammed Cibril'i asıl suretinde gördü. Doğu tarafında en üst ufukta veya güneşin do­ğumunda onu altı yüz kanatlı olarak gördü de, kesin olarak onun şeytan değil, kendisine vahiy getiren güvenilir bir melek olduğu bilgisine sahip ol­du. Necm suresinde de bunun bir benzeri vardır: "Onun gördüğünü kalp yalana çıkarmadı. Şimdi siz onun bu görüşüne karşı kendisiyle mücadele mi edeceksiniz? Andolsun ki onu diğer bir defa da Sidretü'l-Müntehâ'nın yanında gördü o." (Necm, 53/11-14) Bu görme, vahyin başlamasında onu Hira mağrasında yerle gök arasında bir kürsü üzerinde gerçek, suretinde altı yüz kanatlı olarak görmesinden sonradır. Dendi ki: Oradaki gördüğü, Sidretü'l-Müntehâ'da gördüğüdür. Yerin ufuk olarak isimlendirilmesi me­cazdır. Onu ikinci bir görüşü de Medine'dedir, bu değildir.[14]

"O gaybten dolayı asla suçlu değildir" Muhammed (s.a.), Allah'ın ona indirdiği vahiy ve gök haberi için talim ve tebliğde ihmalkâr biri değildir. Aksine, insanlara Allah'ın kelâmını ve ahkâmını hiçbir eksik bırakmadan öğretmektedir. O doğrudur, güvenlidir, kendinden birşey getirmez, onda hiçbir harf veya mana değiştirmez.

"O (Kur'an) da taşlanmış bir şeytanın sözü değil." Kur'an da, kulak hırsızlığı eden, ateşle kovulmuş bir şeytanın sözü değildir. Kur'an, Ku-reyş'in dediği gibi bir şiir veya kehanet değildir. Şu ayetde bunun gibidir: "Onu şeytanlar indirmedi. Bu, onlara hem yakışmaz, hem onlar güç yetire-mezler. Şüphe yok ki onlar işitmekten kat'i surette azledilmişlerdir." (Şuarâ, 26/210-212)

"O halde nereye gidiyorsunuz?" Size bu açıklanan yoldan daha açık hangi yoldur ki, onu tutuyorsunuz? Açıklığı ve netliği, Allah Tealâ katın­dan hak olduğunun beyanına rağmen bu Kur'an'ı yalanlamada aklınız ne­reye gidiyor?

"O ancak âlemler için bir öğüttür. Sizden dosdoğru olmayı dileyenler için." Kur'an insanlardan hak, iman ve taat yolunda olmayı isteyenler için uyandır. Hidayet isteyen için hidayet ve kurtuluş olarak bu Kur'an vardır. Onun dışında hidayet yoktur.

Zemahşeri dedi ki: "Sizden dileyenler" cümlesi "âlemler" den bedeldir. İslâm'a girerek dosdoğru yolda olmayı dileyenler öğütten yararlananlar ol­duğu için bedel yapılmışlardır. Herkese öğüt verilmiş olmakla beraber, san­ki onlardan başkası öğüt almamış gibidir.

"Âlemlerin Rabbi Allah dilemedikçe de siz dileyemezsiniz." Dosdoğru olmayı dilemeniz ve ona güç yetirmeniz ancak, Allah'ın dilemesi ve başarı vermesi ile olabilir. Dileme işi size bırakılmamıştır ki dileyen hidayet bul­sun, dileyen de sapıtsın. Bilakis bunların tamamı, insanların, cinlerin ve bütün âlemlerin Rabbi Allah Tealâ'nm dilemesine bağlıdır. Allah'a ve O'nun dilediğine iman ettim, derken bir kimse ancak kendisinde yaratılan bir güçle herhangi bir işe güç getirmektedir. Allah'ın ona vermiş olduğu kudret ile de onu iman ve hayır ya da küfür ve şerre yönlendirmektedir. Bu da, diğer ayetlerin delâleti ile birlikte Allah'ın insanlara seçme kudreti verdiğini gösteriyor. [15]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Ayetler şu hususlara işaret etmektedir:

1- Kurtubi'nin dediği gibi Allah, hayvan veya cansız, mahlukâtmdan dilediğine, hikmeti bilinmese bile yemin eder.[16]

2- Allah Tealâ, görünüp, daha sonra kaybolan bütün yıldızlara ve ge­zegenlere yemin etmiştir. Bu yemin, onların hareketleri, bir çıkıp bir giz­lenmeleri ile yaratıcısı ve idare edicisinin kudretine delâlet etmelerinden dolayıdır.

Aynı şekilde Allah, karanlığı ile yöneldiği zaman ihtiva ettiği sükune­ti ve korkunçluğundan dolayı geceye ve ihtiva ettiği açılımı ve açıcılığı ile tam bir gündüz oluncaya kadar ışığını yaymaya başladığında sabaha ye­min etmiştir.

Yemine konu olan şey, Kur'an-ı Kerim'in Cibril tarafından indirildiği­dir: "Alemlerin Rabbinden indirilme." (Vakıa, 56/80) Sözün Cebrail (a.s.)'e nispet edilmesinin sebebi, onun Allah ile peygamberleri arasında vasıta ol­masıdır.

3- Allah Tealâ Cebrail (a.s.)'i beş vasıfla nitelendirilmiştir: Allah ka­tında değerli ve azizdir. Emaneti korumada ve Allah'a taatta, O'nu bilmede ve vazifesini ihmal etmemede çok güçlüdür. Arş'ın Rabbi katında ve yer, mevki sahibidir, melekler arasında itaat edilendir. Allah'ın vahiy ve risale-ti için emindir; Allah onu hıyanet ve ayak kaymasından korumuştur.

"Arş'ın sahibinin katında" ki ifadede anılan "O'nun katındakiler O'na ibadetten kibretmezler." (Enbiya, 21/19) ayetindeki gibi mekân manasında değildir. "Ben kalpleri kırık olanların yanındayım" hadisindeki manaya gö­re de cihet anlamına da değildir. Asıl manası, ikram, teşrif ve tazimdir.[17]

4- Allah Tealâ müşriklerin uydurmalarını   Muhammed (s.a.)'in mecnun olmadığını, onların insanlar arasında onu en çok bilen olduklarını ve onun insanların en akıllısı, en olgunu olduğunu vurgulayarak reddetmiştir.

5- Rasulullah (s.a.) Cibril (a.s.)'i gerçek suretinde açık ufukta; doğu ta­rafında güneşin doğum yerinde gördü; altıyüz kanadı vardı. Eşya aslı gibi göründüğü için açık ufuk dendi. Bu da yakın bir melek olduğuna, taşlan­mış bir şeytan olmadığına mutmain olsun, iyice inansın diyedir.

6- Allah Tealâ peygamberinin vahiy ve gök haberinden kimseye bir cimrilik yapmadığını, aksine, hiçbir şeyini eksiltmeden talim ve tebliğini yaptığını haber veriyor. Mücahid dedi ki: Bildiğini sizden saklamıyor, bila­kis halka Allah'ın kelâmını ve ahkâmını öğretiyor.

7- Aracı elçi Cebrail ve kendisine elçi geleni vahyin tebliği konusunda güvenilir olarak vasfettikten sonra, Kur'an konusuna ağırlık verdi. Kur'an'ın Kureyş'in iddia ettiği gibi taşlanmış melun şeytanın sözü olmadı­ğını veya bir kâhin ya da mecnunun sözü olmadığını ilan etti. O ancak, hakka uyup onunla yaşayacaklar için, bütün halka bir açıklama ve hidayet kitabıdır.

8- Allah Tealâ bundan sonra "O halde nereye gidiyorsunuz?" sözü ile Kureyş'in sapıklık ve ziyanına hükmetmiştir. Yani bunun dışında doğru bir yol biliyorsunuz da onu mu tutuyorsunuz?

9- Kul bir hayrı ancak Allah'ın tevfiki ile, bir şerri de ancak O'nun saptırması ile yapabilir. İnsanın dilemesi ancak Allah Tealâ'nm o dilemeyi ona vermesi ile mümkündür.

İstikamet; sırat-ı müstakime, gökler ve yerin kendisinin olan Allah'ın yoluna girmektir. Hasan-ı Basri dedi ki: Vallahi, Allah onlara dileyinceye kadar Araplar da İslâm'ı dilememiştir.

Allah Tealâ buyurdu ki: "Eğer hakikaten biz onlara melekleri indirsey-dik, ölüler kendileri ile konuşsaydı, her şeyi de onlara karşı kefiller olmak üzere bir araya getirip toplasaydık onlar, Allah dilemedikçe yine iman ede­cek değillerdi." (En'am, 6/111), "Allah'ın izni olmadan hiçbir kimsenin iman etmesi mümkün değildir." (Yunus, 10/100), "Sen sevdiğini hidayet edemez­sin. Ancak Allah dilediğini hidayet eder." (Kasas, 28/56). [18]

 

 



[1] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/380.

[2] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/380.

[3] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/380.

[4] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/380.

[5] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/381.

[6] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/381-382.

[7] Ebu Hayyan el-Bahru'l-Muhit, VIII/433.

[8] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/382-383.

[9] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/383-384.

[10] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/385.

[11] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/385-386.

[12] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/386.

[13] İbni Kesir, IV/479.

[14] Ebu Hayyan, el-Bahru'l-Muhit, VIII/434-435.

[15] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/386-389.

[16] Kurtubi, XIX/237.

[17] Razi, XXXI/73.

[18] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/389-390.