MUTAFFİFÎN SÛRESİ 2

Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konular: 2

Meali: 2

İniş Sebebi 2

İlgili Hadisler. 2

Ölçü Ve Tartıda Uhrevî Müeyyide. 3

Büyük Gün. 4

Âyetler Arasında Bağlantı 4

Meali: 4

Füccarın Kitabı «Siccîn»Dedir. 4

Âyetler Arasında Bağlantı 5

Meali: 5

Ebrarın Kitabı İlüyyîn'dedir. 6

Âyetler Arasında Bağlantı 7

Meali: 7

Mü'minlerin İmân Ve Amelini Alay Konusu Edinenler. 7

Gözle, Kaşla İşarette Bulunan Gafiller. 7

Sûreler Arasında Münasebet : 8


MUTAFFİFÎN SÛRESİ

 

İbn Mes'ûd.|(R.A.), Dahhakve Mukatil'e göre: Tamamı Mekke'de inmiş­tir. el-Hasan ve İkrime'ye göre : Medine'de inmiştir[1] Kelbî'ye göre, Mek­ke ile Medîne arasında inmiştir.

Birinci âyetinde ölçü ve tartıyı doğru kullanmayanlar kınanarak «mu­taffifîn» sıfatı kullanılmakta ve bu aynı zamanda sûreye isim olmaktadır.

Âyet   Sayısı    :         36

Kelime Sayısı       :      169

Harf Sayısı:       730.[2]

 

Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konular:

 

1- Ölçü ve tartıda hile yapıp doğru davranmayanlar âhiret azabıyla tehdît ediliyor.

2- CenâbHakk'ın koymuş olduğu helâl sınırına riâyet etmeyip ah­lâksızlığı huy edinenlerin amel defterlerinin «esfel-i sâfilîn»de olduğu haber verilerek, onlara böylesine aşağılayıcı bir azabın hazırlandığına atıf yapılı­yor.

3- imân düzeyinde iyilik ve fazileti, güzel ahlâk ve doğruluğu şiar edinenlerin amel defterlerinin «a'lâ- İlliyîn»de olduğu müjdelenerek, âhi-rette bu mü'minlere hazırlanan yüce makam ve derecelere işaret ediliyor.

4- İyilerin cennetteki yiyecek ve içeceklerinin nefaseti anlatılıyor.

5- Suçlu günahkârların dünyada mü'minlerle alay etikleri konu edi­lerek, âhirette o şaşkın sapıkların alay konusu edileceğine işarette bulunu­luyor.

6- Âhirette mü'minlerin, inkarcı günahkârların hazîn akıbetini müşa­hede ettikçe gülecekleri konu edilerek, inkarcılar uyarılı Böylece sûrenin tamamı hem Mekkelı putperestleri, hem de Medine'de henüz İslâm'ın özünü ve mayasını almamış hileci şaşkınları kapsamakta ve her iki zümreyi birden uyarmaktadır. [3]

 

Meali:

 

1- Ölçü ve tartıda doğru davranmayanların vay hâline!

2- Onlar ki, insanlardan, ölçüp alırken noksansız alırlar.

3- Kendileri onlara ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik ölçüp tar­tarlar.

4-5- Sahi bunfar büyük bir gün için diriltilip, kaldırılacaklarını zan­netmiyorlar mı?

6- O günde ki, insanlar kalkıp Âlemlerin Rabbının huzurunda durur­lar

 

İniş Sebebi

 

Nesâî'nin İbn Abbas (R.A.)dan yaptığı rivayette, adı geçen şöyle de­miştir :

— «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz Medine'ye hicret ettiği zaman ora hal­kının çoğu veya birkısmt ölçü ve tartıyı hileli kullanmakta çok aşırı idiler.

Bunun üzerine Cenâb-ı Hak bu sûreyi indirdi. [4] Böylece onlar da hemen kendilerini toparladılar ve ölçü, tartı konusunda dikkatli olmaya başladı­lar. Nitekim el-Ferrâ' diyor ki: «O günden itibaren Medineli'ler ölçü ve tartıyı tamam kullanmakta insanların en dikkatlisi oldular ve onların bu dikkat ve doğruluğu günümüze kadar devam etmektedir.»

Yine îbn Abbas'ın (R.A.) bu konuda şöyle dediği rivayet edilmektedir: — «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz Medine'ye ayak basar basmaz ilk inen sûre bu olmuştur. Çünkü Medineli'ler arasında öyleleri vardı ki, satın al­dıklarında ölçeği iyice doldurarak alırlardı; satınca da eksilterek verirlerdi. Bu sûre inince bu tür hileden vazgeçtiler ve ölçü, tartıyı doğru kullanmaya başladılar. Onların bu güzel davranışı devam etmektedir.»

Bir başka cemaat ise, bu âyetin Ebû Cüheyne adında bir adam hakkın­da indiğini söylemiştir. Rivayete göre, bu adamın iki ayrı ölçeği bulunuyor­du, biriyle satın ahr, diğeriyle satış yapardı.

Bu rivayet daha çok Ebû Hüreyre (R.A.)den nakledilmiştir. [5]

 

İlgili Hadisler

 

İbn Abbas (R.A.) diyor ki: Resûlüllah (A.S.) Efendimiz ölçü ve tan, üo meşgul olanlara şöyle buyurdu : «Şüphesiz siz öyle bir iş ve duruma sa­hip çıktınız ki, sizden önce gelip geçen ümmetler o yüzden helak olmuştur.» [6]

Böylece Resûlüllah (A.S.) Efendimiz ticaret erbabına ölçü ve tartıyı tam kullanmalarını tavsiye etmekte, aksine bir tutumun helaklerine sebep olacağını bildirmektedir.

İbn Ömer (R.A.) diyor ki:

— «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bize yönelerek şöyle buyurdu : «Ey Muhacirin topluluğu! Beş şey, beş olay var ki onlarla mübtelâ olup denen­diğiniz zaman -ki onlara ulaşmanızdan Allah'a sığınırım- (çok dikkatli ol­manız gerekir):

1- Fuhuş bir kavim ve millette ortaya çıkıp onu alenen işledikleri tak­dirde, mutlaka onlar arasında tâûn (öldürücü, bulaşıcı kötü hastalıklar)

ve kendilerinden önce gelip geçen seleflerinde olmayan elemli, ıstıraplı ra­hatsızlıklar yaygınlaşır.

2- Ölçü ve tartıyı noksan kullandıkları takdirde mutlaka açlık, kıt­lık, bereketsizlik ve feyizsizliğe; ağır sıkıntı gam ve üzüntülere ve hüküm­darların zulmetmesi (hâkimlerin gayr-i âdil karar vermesi)ne yakalanırlar.

3- Mallarının zekâtını vermedikleri takdirde, gökten inecek yağmur ve bereketten mahrum kalırlar. Eğer hayvanlar olmasa onlara hiç de yağ­mur yağmaz.

4- Allah'ın ve Peygamberin emirlerini dinlemedikleri takdirde, Cenâb-ı Hak onlara kendilerinden başka olan düşmanı musallat eyler de ellerinde olanın bir kısmını alıp götürürle;.

5- Hükümdarlar ve devlet adamları Allah'ın kitabıyla hükmetmedikleri ve Allah'ın indirdiği hükümleri seçip beğenmedikleri takdirde, mutlaka Allah onların arasında kin, nefret, ayrılık, bölünme, ülfetsizlik, samimiyetsizlik ve birlik ile dirlikleri bozuculuk havasını doğurur..»[7]

«Bize karşı silah taşıyan bizden değildir; bizi aldatan da bizden değildi\» [8]

 

Ölçü Ve Tartıda Uhrevî Müeyyide

 

«Ölçü ve tartıda doğru davranmayanların vay hâli­ne!..»

Yukarıdaki âyetle sosyal yapıda yeralan fertlerin birbirine karşı güve­nini sarsan; kardeşlik bağlarını koparan, maddeyi amaç olarak ön plâna getiren önemli bir hastalığa neşter vurulmaktadır. Zira insanın mutlulu­ğunun temeli, imân düzeyinde yükselen hak ve adalettir. Allah'a ve âhirete inanan kimse elbetteki hak ve adaleti, şahsı aleyhine bile olsa her şeyin üstünde tutar. Şüphesiz sağlam, yani tahkiki imân bundan başkasını kabul etmez.

Ölçü ve tartıda hile yapmanın kapsamı hayli geniştir: İmalâttan ham maddenin karışımına, toptancıdan perakendeciye ve devletin kontrolünden toplumdaki otokontrole kadar uzanır. O bakımdan Kur'ân'ın anlatımıyla öl­çü ve tartıda hile yapmak, doğru davranmamak hak ve adaleti, merhamet ve şefkati önce ferdin ruhundan, sonra ailesinden, sonra da çevresinden giderir. Böyle bir ortamda din, ahlâk, fazilet, kardeşlik ve vatandaşlık sa­dece kelimenin dar kalıbına sıkışıp kalır.

Bunun için Kur'ân'da ölçü ve tartıda hile yapan Medyen halkının ilâ­hî hışma uğrayıp helak edildikleri tarihî bir misâl olarak tam onbir yerde anılmaktadır. [9]

Konumuzu oluşturan 1 ve 2. âyetlerde ölçü ve tartı hususunda doğru davranmayanlar, «mutaffifîn» sıfatıyla anılmış ve «veyl» sözüyle tehdît edi­lerek alçaltılmışlardır.

«Mutaffif» sıfatı, «tafif» kökünden türetilmiştir ki^bunun mânası, «az şey» demektir. Ölçü ve tartıyı doğru kullanmayıp hileli/iş aören kimse, baş­kasının hakkını noksanlaştırdığı için bu sıfatla zikredilmiştir.

«Veyl», İbn Abbas'a (R.A.) göre, Âhirette şiddetli azap veya cehen­nemde bir vadi demektir. «Yazık oldu» diye çevirilebilir.

Böylece İslâm Dini, ölçü ve tartıda hile yapmayı, doğru davranmamayı yasaklayarak haram kıldığı gibi, diğer semavî dinler ve hukukî sistemler de bu kabil fiilleri suç sayıp yasaklamışlardır.

Tevrat'ta Levililer bölümünde şöyle denilmiştir: «Hükümde, uzunluk, tartı, miktar ölçülerinde haksızlık etmiyeceksiniz. Sizde doğru terazi, doğ­ru taşlar, doğru efa [10] ve doğru hin[11] olacak..» [12]

Ancak Kur'ân-ı Kerim'de bu gibi haklara tecavüz yasaklanıp haram kılınırken hem maddî, hem de manevî müeyyidelere yer verilmiş; özellikle manevî müeyyideye, onun ruhlar ve vicdanlar üzerindeki olumlu tesiri dikkate aJınarak ağırlık getirilmiştir. Maddî müeyyide ise, devletin yetkili or­ganlarına bırakılarak caydırıcı ve ıslâh edici tedbirlerin alınıp uygulanması ön görülmüştür.

Şüphesiz ki bu müeyyidelerin en tesirlisi, ikinci hayat, hesap, ceza, mükâfat, cennet ve cehennem kavramları ve bunlarla ilgili inançtır. Dün­yada işlediklerinden âhiret gününde hesap vereceğine inanan bir kimse, kendi iç âleminde en kuvvetli denetleyiciyi, en dikkatli bekçiyi yerine oturt­muştur. Millî şâirimizin dediği gibi:

«Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır.

Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.»[13]

 

Büyük Gün

 

Sani bunlar büyük bir gün için di­riltilip kaldırılacaklarını zannetmiyorlar mı?..»

Kıyamet, diğer bir tabirle âhiret «büyük gün» olarak anılıyor. Bunun birkaç sebebi vardır:

a) Önce âhiret âleminde gece-gündüz diye bir değişiklik olmayacak­tır. Hep gündüz olacak ve öyle devam edecektir. O bakımdpn büyük bir gündür.

b) İnsanlarla cinlerin hepsi diriltilip kaldırılacak; sayıları tahmin bile edilemiyecek bir insan ve cin seli meydana gelecek. Bu sebeple o günün dehşeti de, endişesi de, korkusu da çok büyük olacak.

c) Cenâb-ı Hak adaletiyle tecelli edecek; haklıyı haksızı birbirinden ayı­racak; söz ve hüküm yalnız O'nun olacak. O bakımdan da âhiret günü cid­den büyük bir gün olacak.

«O günde ki, insanlar kalkıp âlemlerin Rabbının huzurunda dururlar»

mealindeki âyette, «âlemlerin Rabbı» terkibine yer verilmiştir. Çünkü Rab, her şeyi yüksek ve sınırsız ilminin ve kudretinin tecellisiyle belli bir plân ve programa göre yaratan ve terbiye edip kemale erdiren demektir. O halde âhiret, CenâbHakk'ın hazırladığı plânın uygulanacak bir bölümüdür ve O'nun terbiye etmesi, geliştirip kemale erdirmesi hep devam edecek ve böylece insanlar çeşitli merhaleleri aştıktan sonra O'nun huzuruna varıp hesap vermek üzere duracaklar. Zira ne ikinci bir Rab, ne de ikinci bir âhi­ret yoktur. Dönüş mutlaka âlemlerin Rabbı olan Allah'adır. Her şey O'nun kudretinin eseridir.[14]

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, ölçü ve tartıyı doğru kullanmayanlar uyarıldı ve o yüzden yok edilen kavim ve milletler misal verilerek âhiretteki hesap ve cezaya dikkatler çekildi.

Aşağıdaki âyetlerle, hakkı red ve inkâr edip suç ve günah işleyen mü­tecaviz gafillerin geleceği belirleniyor ve onların dünyadaki düşünce ve tu­tumlarına uygun bir azabın hazırlandığına değiniliyor. O gün onlarla âlem­lerin Rabbının arasında perde bulunacağı, O'nun rahmet ve inayetinden mahrum kalacakları haber veriliyor. [15]

 

Meali:

 

7- Hayır, (bırakın ciddiyetsizliği!) Açıktan günah işleyip haklara tecâ­vüz edenlerin defteri «Siccîn» dedir.

8-9- «Siccîn» nedir bilir misin? Yazılı bir kitaptır.

10- (Hakk'ı) yalanlayanların o gün vay hâline!

11- Onlar ki dîn gününü (ceza ve hesap gününü} yalan sayarlar.

12- Oysa onu ancak haddini aşan her günahkâr yalanlar.

13- Karşısında âyetlerimiz okunduğu zaman, «Bu öncekilerin masal­larıdır» der.

14- Hayır, hayır; onların kazandıkları (günahlar, haklara tecâvüz) kalp­leri üzerinde pas bağlamıştır.

15- Hayır, (iş bu kadar da değil), onlar o gün elbette Rablarından (O'nu görmekten, rahmetine, yüce nimetlerine ermekten) perde arkasında (mah­rum ve) mahcup kalacaklardır.

16- Sonra onlar mutlaka Cehennem'e varıp girecekler.

17- Sonra da, «İşte yalanlamakta olduğunuz şey budur!» denilecek.

 

Füccarın Kitabı «Siccîn»Dedir

 

«Hayır, (bırakın ciddiyetsizliği!) Açıktan günah işleyip haklara tecavüz edenlerin defteri «Siccîn»dedir.»

İnfitâr Sûresi 14. âyette de açıkladığımız gibi, «füccar», «fâcir»in ço­ğuludur ki bu sıfat, kötülüğü, günahı, haklara tecavüzü huy edinen, aynı zamanda ilâhî sınırları aşıp kutsal ölçüleri ihlâl eden kimse hakkında kul­lanılır.

«Siccîn» daha çok Cehennem'de derince bir dere mânasına yorumlan­mıştır ki inkarcı ahlâksızların, maddeci sapıkların amel defterlerinde o yer gösterilmektedir. Öyle ki, ellerine verilecek amel defterinde, sahiplerinin varacağı yerin haritası çizilmiştir ki orada «Siccîn» denilen dere gösteril­mektedir. Ayrıca bu kelimenin «zindan» mânasına gelen «sicn»den türe-tildiği de söylenebilir. Böylece Cehennem'deki o derin çukurun bir zindan olduğuna işaret vardır. Bu bakımdan ellere tutuşturulan «yazılı kitap», sic-cîni açıklar ve onun ne olduğunu haber verir demektir.

Füccar sıfatına lâyık olanlar aynı zamanda hakkı, doğruyu yalan sa­yan şuursuzlardır. Bu yorum düzeyinde onların, hemen arkasından ikinci belirgin sıfatı anılmıştır. Sonra da bu sıfatların bir bakıma dokusunu oluş­turan yedi madde sıralanarak inkarcı yalancıların tutum ve karakterleri kaba çizgileriyle tanıtılmaktadır:

1- Hesap ve ceza günü olan «âhiret âlemi»ni yalan ve uydurma sa­yarlar. Zira âhiret ve hesap kavramları, sınırsız hürriyet peşinde koşanları veya böyle yaşayanları meşru sınırlar içine almakta ve hürriyetlerini belli bir çizgide tutmaktadır. Aynı zamanda nefsanî arzularını frenleyip meşru şekilde kanalize etmektedir. Bu ise onların işine hiç gelmez, yaşama tarz­larıyla bağdaşmaz.

2- Nitekim hesap ve ceza gününü ancak hadddini aşan mütecaviz günahkârlar yalan sayar. O halde haddini aşmak, haklara tecavüz etmek, günah işlemek onların karakter yapısının bazı görüntülerinden başkası de­ğildir.

3- Allah'ın âyetleri onlara okununca, «Bunlar eskilerin masallarıdır» derler. Çünkü hayatlarının dizgini İblîs'in elindedir ve rehberleri de nefis­leridir. O bakımdan küfür ve nifakla şartlanmışlardır. Hakk'ı inkâr sanatla­rı, doğruya tepki gösterme huyları, Kur'ân'a hücum etmek değişmeyen tu­tum ve yollarıdır; akıl ve idrâkleri ise bütünüyle dünyalıktan yanadır.

Şüphesiz bunların temelinde inkâr, yalan, şartlanma ve ön yargı var­dır.  Onun için toplumu rahatsız eden bu yanlışları gidermenin tek yolu, doğruyu getirip ortaya koymaktır. Zira nasıl hak gelmeyince bâtıl gitmezse, doğru da getirilmeyince yanlış ortadan kalkmaz. Bunun için Cenâb-ı Hak ilgili âyetlerle, yalnız hakkı ve doğruyu ayakta tutmamızı emretmektedir. Nitekim Abbasîler döneminde Şam'a seyahat eden ünlü ilim adamı Ebû Süleyman ed-Dârânî, şehre girince ilim erbabı ve meraklılar tarafından kar­şılandı. O günün medreselerinde okumakta olan binlerce genç, o büyük ilim adamını dinlemek ve ondan yararlanmak için çırpınıp duruyorlardı. On­ların sözcüsü ayağa  kalkıp Ebû Süleyman'a, «İslâm'a dosdoğru hizmet edebilmemiz için nasıl bir metod uygulamamız gerekiyor?» diye bir soru tevcih etti. O da bir cümleyle cevap vererek en sağlam yol ve metodu be­lirledi; «Dosdoğru Müslüman olun, İs'îm'a göre yaşayın!»

Unutmayalım ki hak ve doğru temkinli, tedbirli, uyumlu ve şuurlu adım­larla yürürken bâtıl dört nala gider. Doğru çizmeleri giyerken yalan dün­yayı dolaşır; ama çok geçmeden yaptığı tesirler iz bırakmadan silinir; hak ve doğru ise silinmez izler bırakarak hedefine emfn adımlarla ilerlemeye devam eder. Sonunda zafer hakkın ve doğrunun olur.

4- İşledikleri haksızlıklar, kazandıkları günahlar, savurdukları yalan­lar vicdanlarını silik hale getirmiş, kalp ve basiretlerini köreltmiştir. Bu du­rumda onlar hak ve doğrulukla ülfet edemezler, aynı yerde biraraya gele­mezler.

Mekkeli inkarcı sapıkların, yalancı münafıkların Hz. Muhammed'e (A.S.) düşmanlıkları yılların birikimi olan inkâr ve bâtıldan, yalan ve ni­faktan kaynaklanan paslanma ve körelmeden ileri geliyordu.

5- İşte   kendilerini   bu   noktaya   getirenlerin  âhirette   Rablarından (O'nun cemâlini görmekten, rahmetine ve sonsuz nimetine ermekten) per­de gerisinde mahrum ve mahcup kalacaklarında şüphe yoktur.

6- Sonra da amellerine uygun azabı tatmak üzere Cehennem'e gön­derileceklerdir. Çünkü dünyada  sırtını inkâr  ve  günahlara dayayanlar, âhirette Cehennem ateşine yaslanmak zorunda kalacaklardır.

7- Akabinde onlara:  «İşte inkâr edip yalanlamakta olduğunuz şey budur!» denilecek. Böylece bütün fırsatları kaçırdıklarını, kendi ihtiras ve heveslerine mağlûp olup kötü bir gelecek hazırladıklarını anlayacaklar; yüz-bin tasa ve üzüntü içinde kıvranıp geçici bir hayatı ebedî hayata tercih et­menin cezasını çekeceklerdir[16]

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, hakkı red ve inkâr eden gafillerin dönüş yapma­dıkları takdirde âhiret gününde elim bir ceza ile tecziye edilecekleri ve ilâhî rahmetten mahrum kalacakları haber verildi.

Aşağıdaki âyetlerle, Hakk'a inanıp iyiliği huy edinen bahtiyar mü'min-lerin defterinin İlliyyîn'de olduğu bildiriliyor ve onlara ikinci hayatta hazır­lanan nîmetlerin birtakım özellikleri üzerinde durularak ferahlatıcı müjde­ler veriliyor. [17]

 

Meali:

 

18- Hayır, hayır; (yalan saymak ne demek?) İyilerin amel defteri «İl-liyyîn»dedir.

19- «İlliyyîn» nedir bilir misin?

20- Yazılı bir kitaptır.

21- Allah'a çok yakın melekler ona şâhid olurlar.

22- Şüphesiz ki iyiler nimet içindedirler.

23- Tahtlar üzerinde (çevreyi) seyredeceklerdir.

24- Yüzlerinde, nimet içinde bulunmanın pırıltısını tanırsın.

25- Ağzı mühürlü saf şaraptan içirilirler,

26- Ki sonu misk (gibi)dir. Artık nefaset isteyenler bunun için yarış­sınlar.

27- Onun katkısı «tesnîm»dir.

28- Bir pınar ki, (Allah'a) yakın olma şerefine erişenler ondan içerler

 

Ebrarın Kitabı İlüyyîn'dedir

 

«Hayır, hayır; (yalan saymak ne demek?) İyiSerin amel defteri «İIIiyyîn»dedir..»

Yine İnfitâr Sûresi 13. âyetin tefsirinde belirttiğimiz gibi, «ebrar», «berr»in çoğuludur. Berr: İmân düzeyinde iyiliği, doğruluğu şiar edinen, CenâbHakk'ın rızası doğrultusunda iyilik işleyen, doğru yolda yürüyen kimse hakkında sıfat olarak kullanılmıştır.

Dünya hayatını belirtilen çizgide değerlendiren bu iyi kişilerin amel defterleri «İlliyyîn»dedir. Bu kelimenin tekil veya çoğul olma ihtimali vardır. Allah'ın Arş'ının Cennef'n tavanı görünümünde bulunduğuna bakacak olursak, bu yüksek ve yüce makamın Arş'ın sağında ve Cennet'in üstünde özel bir makam olduğu ortaya çıkar.

Bundan başka müfessirler bu isim üzerinde beş, altı kadar daha yorum ortaya koymuşlardır. Onları buraya almaya gerek görmüyoruz. Çünkü «Sic-cîn» Cehennem'de derin ve dar bir zindan olunca, «İlliyyînsin de Cennet'in üstünde ilâhî rahmeti yansıtan bir makam olduğunu söylemek uygun bir yorum olabilir.

Nitekim 20 ve 21. âyetlerle, «İlliyyîn» kısmen açıklanmaktadır. Şöyle ki, o, yazılı bir kitaptır. Allah'a cok yakın olan melekler ona şahit (hazır) olurlar. Bu açıklamayla ilgili İbn Abbas (R.A.) sözü edilen makamın Cen-net'de olduğunu söyleyerek yukarıdaki yoruma yakın bir görüş ortaya koy­muştur [18]

Kitabı, yani amel defteri yüce bir makamda bulunan iyi kişiler için hazırlanan nimetlerden yedi kadarı üzerinde durularak, mü'minlerin iyilikle­rini hep artırmaları, bu yolda olmayan kötülerin de pişmanlık duyup iyi bir insan olmaya çalışmaları isteniliyor.

Vaadedilen yedi nîmet:

1- Şüphesiz ki iyiler nîmet içindedirler.

Allah'a ve âhiret gününe imân temeli üzerinde yükselen iyilik, doğruluk ve fazîlet şüphesiz büyük külfetlerle, sabır ve hoşgörüyle vücut bulur. Aynı zamanda nefsin ihtiras, bencillik ve aşırılıklarını yenmek suretiyle gelişme kaydeder. O halde bu doğrultuda katlanılan her külfet ve sıkıntı, sarfedilen her emek ve gayret geniş ve sonsuz nimetlerin habercisi sayılır. Unutma­yalım ki, nîmetin en güzeli de âhiret gününde mü'minler için hazırlanan Cen­net ve ondaki ferahlatıcı, dinlendirici ortamdır.

2- Tahtlar üzerinde çevreyi seyrederler.

Damatlara mahsus bezenmiş kanepeler üzerinde, dünyada iken üzer­lerinde biriken yorgunlukları, sıkıntı ve üzüntüleri giderirler.

Tabii, Cennet'teki tahtlar dahil her şey Allah'ın kudret eliyle yapılıp de­kore edilmiştir. Bunların evsaf ve özelliklerini bütünüyle anlamamız veya kavramamız çok zor, hattâ imkânsızdır. Cenâb-ı Hak bizim anlamamıza kolaylık sağlamak için o nimetleri dünya nimetlerinin isimlerini anarak ha­ber vermektedir.

3- Yüzlerinde nîmet içinde bulunmanın pırıltı ve parıltısı görülür.

Cennet'in göz ve gönül dolduran nîmetleri hiçbir zaman bıkkınlık duy­gusu doğurmayacak güzellik ve mükemmelliktedir. Aynı zamanda çokluğu, çeşitliliği ve sık sık görüntü değişikliği insan zevkine hitap etmekte ve il­gisini fazlasıyla çekmektedir. O bakımdan sevinç pırıltıları her an kendini hissettirir.

4- Ağzı mühürlü saf beyaz şaraptan içerler.

«Cennet şarabı» tabiri, yine bizim anlamamıza kolaylık sağlamaya yö­nelik bir anlatım tarzıdır. Resûlüllah'ın (A.S.) beyanıyla oradaki içki sarhoş edici vasıfta değildir; yani içinde alkol yoktur. Sadece keyif verici, neşelen-dirici, rahatlatıcı özelliktedir.

Saffat Sûresi'nde bu şaraptan söz edilirken şu bilgi verilmektedir: «Bembeyaz, içenlere lezzet verir. İçinde tiksindirici hiçbir şey yoktur ve on­lar bundan sarhoş da olmazlar, kendilerinden de geçmezler[19]

Muhammed Sûresi'nde ise şu bilgi verilmektedir: «Orada bozulmayan su ırmakları, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şarap­tan ırmaklar, iyice süzülmüş baldan ırmaklar vardır..»[20]

5  -Ki sonu misk (gibi)dir.

Her nefis şey içildikten sonra ağızda kendine has bir tat ve koku bırakır. Cennet şarabı ise, miske benzer bir koku bırakır. Şüphesiz  bura­da «misk» sözü, son derece güzel, nefis ve çarpıcı bir kokuyu ifâde ediyor.

Artık âhirette nefaset İsteyenler, dünyada iken bunun için yarışsınlar; amellerini buna erişmeye çevirsinler. Niyetlerini de ilâhî hoşnutluğa uygun kılıp O'nun sonsuz rahmetine lâyık olmaya gayret etsinler.

6- Onun katkısı «tesnîmsdir.

Tesnîm : Cennet'te mü'minler üzerine ihtiyaç nisbetinde meleklerin sık sık getirip serptiği nefis rayiha neşreden bir şerbettir. Kokusu etrafa ya­yılsın diye yüksekten bardaklarla akıtılfr ki bunun kaynağı bir pınardır.

7- Öyle pınar ki, (Allah'a) yakın olma şerefine ve bahtiyarlığına eri­şenler ondan içerler.

Demek oluyor ki, Cennet'teki pınarlar, akarlar ve ırmakların her biri ayrı bir özellik, başka bir nefaset, tat ve koku taşımaktadır. Şüphesiz on­ların gerçek anlamda bileşimini bilmemiz mümkün değildir. Çünkü dünyada benzerleri bile yoktur. [21]

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, imân temeli üzerinde iyi amellerde bulunan mü'­minler için hazırlanan yüce nimetlerin güzelliği ve nefaseti üzerinde du­rularak ferahlatıcı bilgiler verildi.

Aşağıdaki âyetlerle, dünya hayatının şatafatıyla gururlanıp Hakk'ı red ve inkâr etmeyi marifet sayan beyinsizlerin mü'minleri nasıl alaya aldıkları üzerinde durularak, âhiret gününde durumun tersine döneceği ve o âlem­de mü'minlerin yüksek makamlara erişip azaba uğratılan inkarcıların hali­ne gülecekleri bildiriliyor ve böylece mü'minlerin dünyada bu gibi şarla­tanlık ve hezeyanlara karşı sabretmelerinde birçok yararların bulunduğuna işaret ediliyor. [22]

 

Meali:

 

29-Gerçekten suçlu günahkârlar (Dünya'da) imân edenlere güler­lerdi.

30- Onlara uğradıkları zaman birbirlerine kaşla gözle işarette bulu­nurlardı.

31- Yandaşlarına döndüklerinde ise neşeli bir eğlence havas, içinde dönerlerdi.

32- Ve imân edenleri gördükleri vakit, «Bunlar hiç şüphesiz sapıl­mışlardır» derlerdi.

33- Halbuki kendileri onlar üzerine gözcü gönderilmemişlerdi,

34- Bugün ise imân edenler kâfirlere (onların perişan hâline) gülerler.

35- Kanapeler üzerinde (çevreyi) seyrederler.

36- Nasıl, kâfirler yapageldiklerinin cezâs. (lâyık olduğu şekilde) buldular mı?

 

Mü'minlerin İmân Ve Amelini Alay Konusu Edinenler

 

«Gerekten suçlu günahkârlar (dünyada iken) imân edenlere gülerlerdi.»

Adem Peygamber'den (A.S.) günümüze kadar gelip geçen insanların genel anlamda ikiye ayrıldığını görüyoruz: Haktan yana olup Allah'a ima­nın lüzumunu, sâlih amellerde bulunmayı ve iyi olgun insan olmayı savu­nanlar; bâtıldan yana olup Hakk'ı red ve inkâr ederek ahlâksızlığı ve küfrü savunanlar..

İşte fikirleri, inançları ve düşünceleri birbirine zıt bu iki zümre tarih boyunca hep tartışma, sürtüşme, itişme ve vuruşma halinde olmuştur. Tez, antitez mücadelesi şeklinde birçok araştırmalara, incelemelere kapı açıl­masına vasat hazırlamış ve rekabet duygusunu kamçılayarak topluma can­lılık ve aktivite kazandırmıştır.

Diğer bir husus da şudur: Hemen her peygamber devrinde daha çok kölelerin, zayıfların ve toplumda pek itibar görmeyen fakirlerin imân etti­ği; buna karşılık ileri gelen, söz sahibi olan ve refah içinde yüzenlerin, imân edenleri küçümseyip alay konusu edindikleri bir vakıadır. Şüphesiz bu manzara, hakla bâtılın karşı karşıya gelince nasıl sürtüşüp tartıştığını gös­terir. Aynı zamanda küçümsenen o mü'minlerin hicrete zorlandıklarının ve hicret olayı gerçekleşince de kısa zamanda toparlanıp hakkı ayakta tuta­cak kuvvet oluşturduklarının ve öylece mağrurları, ileri gelen şımarıkları baş aşağı getirip zillete uğrattıklarının bu sürtüşmenin bir uzantısı ve onun tabii neticesi olarak gerçekleştiğini tarih sahifelerinde okumaktayız.

Böylece hakkı temsîl edenler, ilâhî programı bilip metotlu hareket et­tikleri, teblîğ ve irşad görevini günün şartlarını ve mevcut imkân ve ortamı dikkate alarak sürdükdükleri takdirde bâtılı temsîl edenleri çok gerilerde bırakma şansına sahip olurlar.

Konumuzu oluşturan âyetle, Mekke'nin o günkü ileri gelen söz sahip­lerinden Ebû Cehl, Velîd b. Muğîre ve Âs b. Vâil gibi mağrur inkarcılar bütün şiddet ve azgınlıklarıyla hem çok ilâh sistemini savunmakta, hem de hakkı doğduğu yerde boğmak için her çareye baş vurmakta ve imân eden Ammar, Bilâl, Habbab, Süheyb ve benzeri fakirleri alaya alıp küçümsedik-leri ve Hz. Muhammed'in (A.S.) o fakirlerle oturup kardeşçe ülfet etmesine gülüp geçtikleri misal verilmekte; küfrü temsîl edenlerin hep hissî davra­nıp ön yargılarının dar çerçevesi içinde kaldıklarına işaret edilmektedir.

Dünyada mü'mirrlerle alay edip gerçek dindarlığı hafife alanların hem dünyada, hem de âhirette ağlayacaklarında şüphe yoktur. Olaylar teker­rür ettiği gibi, tarih de tekerrür etmekte; Allah'ın ezelî hükümleri de vakti saati gelince tecelli edip denge ve düzeni korumaktadır. [23]

 

Gözle, Kaşla İşarette Bulunan Gafiller

 

«Onlara uğradıkları zaman birbirlerine kaşla gözle işarette bulunurlardı. Yandaşlarına döndük­lerinde ise neşeli bir eğlence havrsı içinde dönerlerdi.»

Şüphesiz tabibin kendi hastasına verdiği ilâçların çoğu acıdır; hastayı tiksindirecek bir tat ve koku taşır. Ama o ilâç bir de beraberinde şifâ taşır. İslâmda öyle! Hayat dizginini nefsin ve İblîs'in eline teslim edenler, şehevî nazlarının önüne çıkan her engelden hoşlanmayıp tiksinirler ve kendileri için mutlak anlamda rahmet ve şifâ olan o engellerden hep uzak durur­lar; aynı zamanda engelleri koyan mürşit ve mübelliğlere düşman olurlar. Tabii onlar bu düşmanlıklarını birçok söz ve davranışlarıyla da izhar eder­ler. Oysa engel denilen uyarılarda, meşru sınırları belirleyen öğütlerde dü­zen, denge, huzur ve saadet vardır. Ne yazık ki, maddeci ve mideci inkar­cıların çoğu bu gerçekleri görmemekte ve şehevî hürriyetlerini meşru sı­nırlar içine almaya yönelik ilâhî sese gönül kulaklarını tıkamaktadırlar.

Kıyamet gününde ise, durum tersine dönecek: Bu defa imân edenler o kâfirlerin, nefislerine esir olup dünya hayatlarını bir hiç uğruna tüke­tenlerin sefil ve perişan haline bakıp gülecekler ve kalıcı bir hayatı nasıl berbat ettiklerini hatırlatarak bir bakıma onlarla alay edecekler.

Böyîece iyilerle kötüler; inananlarla inanmayanlar lâyık oldukları kar­şılığı görecekler: Mü'minler sonsuzluk yurdu olan Cennet'te nadide taht­lar üstünde yorgunluklarını giderip neşelenirken, kâfirler Cehennem çuku­runda işlediklerinin cezasını yudum yudum tadacaklar.!

Evet o gün mü'minler de, melekler de inkarcıların o hazîn ve elemli akıbetine bakıp şöyle diyecekler: «Nasıl, kâfirler yapageldiklerinin cezc-sim (lâyık olduğu şekilde) buldular mı?»

Mutaffifîn Sûresine, ölçü ve tartıyı doğru kullanmayıp hile yapanlar uyarılarak başlandı, dünya hayatında mü'minleri ve onların Hakk'a ibâdet ve taâtini alay konusu edinen inkarcı sapıkların kıyamet gününde alay ko­nusu olacağı haber verilerek sûre noktalandı.

Bu sûrenin de tefsirini bize müyesser kılan CenâbHakk'a kâmil ki­şilerin hamdiyle hamd-u senalar olsun. Hakkı ayakta tutan, insanlığı küfür ve ahlâksızlık bataklığından kurtaran ve mutlak saadet yolunu göste­ren Sevgili Peygamberimiz'e (A.S.) ve Onun Âl ve ashabına salât-u selâm­lar sunarız. [24]

 

Sûreler Arasında Münasebet :

 

İnşikak Sûresi bir bakıma İnfıtâr ve Mutaffifin Sûrelerini açıklamakta ve düşünebilenlere daha geniş düşünüp hakka daha çok yönelme şuur ve idrâkini bahşetmektedir. [25]

 



[1] Tefsîr-i Kurtubl:  19/250

[2] Lübabu’t-te’vil: 4/359.

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6653.

[3] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6653-6654.

[4] el-Câmi'u li-Ahkâmi'1-Kur'ân: 19/250 - Tefsîr-i İbn Kesir: 4/483 - Nisabûrî/Esbab-ı Nüzul: 298

[5] el-Câmi'u li-Ahkâmi'1-Kur'ân : 19/250 - Tefsîr-i İbn Kesir: 4/483 - Nisabûrî/Esbab-ı Nüzul: 298

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6655-6656.

[6] Hâkim/sahîh isnadla - Terğîb - Terhîb : 3/227

[7] İbn Mace, Fiten: 22; Bezzar, Beyhami, Hakim. Müslim’in şartına göre sahih.

[8] Buhari, Fiten: 7, Diyat: 2; Müslim, İman: 161, 163, 164, Fiten: 16; Nesai, Tahare: 26, 29; Tirmizi, Hudud: 26; İbn Mace, Fiten: 11; Daremi, Siyer: 76; Ahmed, Müsned: 2/3, 53, 184, 185, 224, 329, 417.

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6656-6657.

[9] A'raf:  88, 92, Hûd: 87, 94, Şuârâ: 177, Ankebut: 36

[10] Efa : 37 Litrelik bir ölçek

[11] Hin : Yaklaşık altı litrelik ölçek

[12] Tevrat, Levililer: 19/35.

[13] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6657-6658.

[14] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6659.

[15] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6659.

[16] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6661-4662.

[17] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6663.

[18] Bilgi için bak: Tefsîr-i Kurtubî: 19/257, 263

[19] Saffat Sûresi: 47

[20] Muhammed Suresi: 15.

[21] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6665-6666.

[22] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6666.

[23] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6668-6669.

[24] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6669-6670.

[25] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6670.