BELED SURESİ 2

Takdim.. 2

Kelimelerin İzahı 2

Âyetlerin Tefsiri 2

Edebî Sanatlar. 4

 


BELED SURESİ

 

Mekke'de inmiştir, 20 âyettir.

 

Takdim

 

Bu mübarek sûre Mekke'de inmiştir. Mekke'de inen sûrelerle aynı hedefleri taşır. Bu hedefler, iman ve inancı yerleştirmek, hesap ve ceza gününe inanmayı kuvvetlendirmek, itaatkârlarla isyankârları birbirinden ayırmaktır.

Bu mübarek sûre, Hz. Peygamber (a.s.)'in yaşadığı Haram Belde'ye yeminle başlar. Bu yemin, o beldenin şanının yüceliğini göstermek, Rabbi’nin katındaki yüce makamına değer vermek ve bu emin beldede Peygamber (a.s.)'e eziyet etmenin, Allah katında en büyük günahlardan olduğuna kâfirlerin dikkatini çekmek içindir. Daha sonra sûre, bazı Mekke kâfirlerin­den bahseder. Bunlar kuvvetlerine aldanan, hakka karşı inat eden ve Allah'­ın Rasûlünü (a.s) yalanlayan kimselerdir. Mallarım harcamanın, kendilerini Allah'ın azabından kurtaracağını sandıklan için, mallarını övünüp böbürle­nerek harcıyorlardı. Âyet-i kerimeler kesin ve açık delillerle onların bu zanlarım reddetmiştir.

Sonra sûre kıyametin korkunç ve dehşetli hallerinden söz eder. Âhi-rette insanın önüne çıkacak olan güçlük, zorluk ve engellerden bahseder. İnsan bu engelleri ancak îman ve sâlih amelle aşıp geçebilir.

Bu mübarek sûre, o zor günde, mü'minlerle kâfirlerin birbirinden ayrılacağını anlatarak ve amellerin karşılığını alma yurdunda mutlu ve mutsuz kişilerin akıbetlerinin ne olacağını açıklayarak sona erer. [1]

 

Bismillâhirrahmânirrahîm

1, 2, 3, 4. Bu beldeye, ki sen bu beldede ikamet et­mektesin, babaya ve ondan gelen çocuğa yemin ederim ki biz, insanı sıkıntılar içinde yarattık.

5. O hiç kimsenin kendisine güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?

6. "Pek çok mal telef ettim" diyor.

7. Kimse kendisini görmedi mi sanıyor?

8,  9, 10. Biz ona iki göz, bir dil ve iki dudak ver­medik mi? Ona iki yolu göstermedik mi?

11, 12, 13, 14, 15, 16. Fakat o, sarp yokuşa vura­madı. O sarp yokuş nedir sana söylendi mi? Köle azat etmek veya açlık duyulan bir günde yakınlığı olan bir yetimi, veya yerde sürünen bir yoksulu doyurmaktır.

17, 18. Sonra îman edenlerden olmak, birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden ve birbirlerine acımayı öğüt­leyenlerden olmaktır. İşte bunlar, defterlerini sağla­rından alanlardır.

19, 20. Âyetlerimizi inkâr edenler ise işte onlar defterlerini sol yanlarından alanlardır. (Onların cezası) üzerlerine kapatılmış bir ateştir.

 

Kelimelerin İzahı

 

Kebed, güçlük ve sıkıntı demektir. Bu kelime aslında, ciğer ağrısı çeken kimse için sözlenen sözünden alınmıştır. Sonra­ları, her türlü meşakkat ve yorgunluğu ifade etmekte kullanılmıştır. "Sıkın­tılara katlanmak" mânâsına gelen »jul£il de bu köktendir.

Hızla girdi demektir. İktihâm, hızlı ve sert bir şekilde girmek demektir. Bir kimse düşünmeden kendini bir şeyin içine attığında  veya kalenin içine attığında da denir.

Akabe, dağdaki sarp yol demektir.

Fekk, bir şeyi başka bir şeyden kurtarmak manasınadır. "İpi çözdüm" mânâsına "esiri esirlikten kurtardım" mânâsına da  denir.

Mesğabe, açlık demektir. Bir kimse acıktığında de­nir. Râğıb, "Mesğabe, yorgunlukla birlikte açlık demektir." der.[2]

Metrebe, fakir düşmek demektir. Bir kimse fakir düşüp toprağa yapıştığında denir. Zengin olup başkasına ihtiyaç hissetmediği zaman da denir. kelimesi de böyledir.[3]

Mü'sade, kapatılmış demektir. Bir kimse kapıyı kapattığında söylenen sözünden alınmıştır. [4]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

1. Bu bir yemindir. Yüce Allah, Haram Belde'ye yani Mekke'ye yemin etti. Allah burayı, doğuluların ve batılıların kıblesi olan Beyt-i Atik'le şereflendirmiş ve rahmetlerin indiği yer kılmıştır. Her şeyin meyveleri toplanıp oraya götürülür. Allah orayı haram ve emin kılmıştır. Yüce Allah, gökler ve yerler yaratıldığı andan itibaren orayı haram belde kılmıştır.[5] Bu meziyet ve faziletler Mekke'de toplandığı için, Yüce Allah oraya yemin etti. İbn Cüzeyy şöyle der: Yüce Allah'ın, kelimesi ile Mekke'yi kastettiği ittifakla kabul edilmiştir. Orayı şereflendirmek için onunla yemin etti.[6]

 

2. Ey Peygamber! Sen, Allah'ın emin beldesi olan Mekke'de yaşıyor ve oturuyorsun. Beyzâvî şöyle der: Yüce Allah, Haram Belde ile yemin etti ve Hz. Peygamber (a.s.)'in orada ikamet ettiği kaydını koydu ki, oranın üstünlüğünün çokluğunu göstersin ve bir yerin şerefinin, orada oturanların şerefiyle orantılı olduğunu bildirsin.[7]

 

3. Âdem'e ve onun soyundan gelen salih kişilere yemin ederim. Mücâhid şöyle der: Adem (a.s.), ise, onun soyundan gelen bütün insanlardır. İbn Kesîr de şöyle der: Mücâhid ve onunla beraber olan­ların görüşü güzel ve kuvvetlidir. Çünkü Yüce Allah yerleşme yerlerinin anası olan Mekke'ye yemin ettikten sonra, "yerleşen"e yemin etti ki, o da insanlığın babası olan Âdem (a.s) ve onun soyudur.[8] Hâzin de şöyle der: Yüce Allah şeref ve hürmetinden dolayı Mekke'ye ve Âdem (a.s.) ile onun soyundan gelen peygamberlere ve salih kişilere yemin etti. Çünkü, her ne kadar onun soyundan olsa da, kâfirin hürmeti yoktur ki, ona yemin etsin.[9]

 

4. Bu, hakkında yemin edilen konudur. Yani, in­sanı gerçekten, yorgunluk ve meşakkat içinde olacak şekilde yarattık. Kuşkusuz insan, kendisine ruh üflendiği zamandan ölünceye kadar, sürekli olarak çeşitli sıkıntılara göğüs gerer. İbn Abbâs şöyle der: "den mak­sat, "İnsanı ana karnında taşınması, doğması, süt emmesi, sütten kesilmesi, geçimini temin etmesi, hayatî ve ölümü gibi birçok meşakkat ve sıkıntı içinde olacak şekilde yarattık" demektir.[10]  Kebed, aslında, sıkıntı mânâsına gelir. Bazıları şöyle demiştir: Allah, Âdemoğlunun çektiği sıkıntıyı çeke­bilecek hiçbir mahluk yaratmamıştır. Buna rağmen o, en zayıf mahluktur.[11] Ebussuûd şöyle der: Bu âyet, Mekke kâfirlerinden çektiği sıkıntıya karşılık Rasulullah (s.a.v)'ı teselli etmektedir.[12]

Bundan sonra Yüce Allah, gücünü inkâr eden, öldükten sonra diril­meyi ve haşri yalanlayan insanın tabiatını haber vermek üzere şöyle buyur­du: [13]

 

5. Gücüne aldanan o bedbaht inkarcı, güçlü ve  kuvvetli  olduğu  için,  Allah'ın kendisine  güç  yetiremeyeceğini  mi sanıyor? Tefsirciler şöyle der: Bu âyet, Ebu'1-Esed b. Kelede hakkında inmiştir. O gücüne mağrur olan kuvvetli^iriydi. Ayakları altına deri yayıhp konur, o ise şöyle derdi: "Bunu ayağımın altından çekene şu kadar mükâfaat var". Deriyi on kişi çekmeye çalışır, deri parça parça olur, fakat ayakları yerinden oynamazdı. Âyetin mânâsı şöyledir: Mü'minleri zayıf gören o azgın ve kuvvetli şahıs zannediyor mu ki, hiç kimse kendisinden in­tikam alamıyacak? [14]

 

6. O kâfir: "Muhammed'e düşmanlık uğrunda çok mal harcadım" diyor. Âlûsî şöyle der: Yani, Mü'minlere karşı böbürlenip öğünmek maksadıyle, "çok mal harcadım" der. Bununla, görsünler ve işit­sinler diye harcadığı malı kasteder. "Harcama" yerine "yok etme" kelime­sini  kullandı  ki,  buna  aldırış  etmediğini  ve  bunu  fayda  beklemeden yaptığını göstersin. Sanki o, birçok malı zayi saydı. Bazılarına göre, Hz. Peygamber (a.s.)'e şiddetli düşmanlığım göstermek için böyle söyler.[15]

 

7. O,  harcama yaparken,  Allah'ın,  kendisini görmediğini mi sanıyor? Yaptıklarının, kulların Rabbine gizli kalacağını mı düşünüyor? İş, onun sandığı ve düşündüğü gibi değildir. Aksine Yüce Allah ondan haberdar ve onu gözetlemektedir. Kıyamet gününde bunu ona soracak ve yaptıklarının cezasını verecektir.

Bundan sonra Yüce Allah, öğüt ve ibret alması için, verdiği nimetleri ona hatırlattı: [16]

 

8. Ona, göreceği iki göz vermedik mi? [17]

 

9. Ona konuşup içinden geçenleri anlatacağı bir dil ve ağzını kapatacağı, yeme, içme, üfleme ve diğer işleri yaparken faydalana­cağı iki dudak vermedik mi? Hâzin şöyle der: Yüce Allah demek istiyor ki, Allah'ın nimetleri kulu üzerinde açıkça görülmektedir. Şükretsin diye bu nimetleri ona anlatıyor.[18]

 

10. Ona hayır ve şerr, hidayet ve sapıklık yollarını açıkladık ki, mutluluğa götüren yola girsin, bedbahtlık yoluna girmekten sakınsın. İbn Mes'ûd şöyle der:  hayır ve şerr demektir. Nitekim Yüce Allah meâlen, "Kuşkusuz biz ona doğru yolu gösterdik. İster şükredici ol­sun, ister nankör"[19]  buyurmuştur.[20]

 

11. Malını Muhammed'e düşmanlık uğrunda harcaya­cağına, sarp yokuşu aşma uğrunda harcasaydı ya! Ebû Hayyân şöyle der: Akabe, içinde mal harcama bulunduğu için, nefse zor gelen iş yerinde müstear olarak kullanılmıştır. Nefse zor gelen işi, dağdaki sarp yola, yani yukarı çıkarken zorlanılan yola benzetmek için böyle söylenilmiştir. Çünkü kişi, bu yola girince güçlükle karşılaşır. "ona hızlı ve sert bir şekilde girdi" demektir.[21]   Bu, Yüce Allah'ın nefse, arzulara ve şeytana karşı cihat edip onun rızasını kazanma hususunda getirmiş olduğu bir meseldir. [22]

 

12, 13. Sen bilir misin? O sarp yokuşu aşmak nedir? Bu soru, sarp yokuşun sanının yüceliğini ve korkutucu olduğunu ifade eder. Yüce Allah bunu şöyle açıkladı: O, Allah yolunda köle azat etmek ve onu esirlik ve kölelikten kurtarmaktır. Kim bir köle azat ederse, bu onun için ateşe karşı bir fidye olur. [23]

 

14. Veya o, çetin açlık gününde fakire yemek vermektir. Sâvî şöyle der: Açlık salgını olan günde malı harcamak nefse daha zor geldiği için Yüce Allah "yemek verme"yi, "açlık günü" ile kayıt­ladı.[24]

 

15. Aralarında akrabalık bulunan yetime yemek vermek, [25]

 

16. Veya fakirlik ve yoksulluktan dolayı yere serilmiş olan aşırı fakire yemek vermektir. Bu ifade, şiddetli fakirlik ve yoksulluk­tan kinayedir. İbn Abbâs şöyle der: den maksat, yol üzerine atılmış ve kendisini topraktan koruyacak hiçbir şeyi olmayan kimsedir. [26]

 

17. Sonra bu şahıs bu işleri Allah rızası için yapa­cak, bununla birlikte samimiyetle iman eden bir mü'min olacaktır. Tefsir-ciler şöyle der: Bu âyette, yapılan amel ve ibadetlerin, ancak imanla bir­likte yapıldığı   takdirde fayda vereceğine işaret vardır. O mü'minler birbirlerine, iman ve Allah'a itaat uğrunda sabrı ve yok­sul ve zayıf kimselere de şefkatli ve merhametli olmayı tavsiye ederler. [27]

 

18. Bu yüce sıfatları taşıyan o kimseler cennetlikler­dir. Bunlar amel defterlerini sağ taraflarından alırlar ve Naîm cennetlerine girmek suretiyle mutlu olurlar. [28]

 

19. Âyetlerimizi inkâr edenler ise, işte onlar, amel defterleri sol taraflarından verilenlerdir. Yüce Allah cen­net ehli ile cehennem ehli, bahtiyarlarla bedbahtlar arasındaki korkunç farkı açıklamak için, Kur'ân'm, teşvik ve korkutma hususundaki üslubu ile, itaatkârlar ile isyankârların durumunu birlikte açıkladı Yani, Muhammed (a.s.)'in peygamberliğini inkâr eden ve Kur'ân'ı yalanlayanlar var ya, işte onlar cehennem ehlidir. Çünkü, amel defterlerini sol taraflarından alacak­lardır. Yüce huzurundan ve O'na yakın olma şerefinden uzak olduklarına işaret etmek için, Yüce Allah, kâfirleri üçüncü şahıs zamiri ile ifade etti. [29]

 

20. Üzerlerine kapatılmış bir ateş vardır. Oraya ne ra­hatlık girer, ne de güzel rızık. Oradan ebediyyen çıkamazlar.[30]

Ey Allah'ım! Bizi gazabınla öldürme! Bizi azabınla yok etme! Bizi bunlardan koru, ey Âlemlerin Rabbi! [31]

 

Edebî Sanatlar

 

Bu mübarek sûre birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz;

1. "Bu beldeye yemin ederim"  âyetinde, mânâyı pekiştirmek için edatı fazladan gelmiştir. Bu, Arap dilinde çok kullanılır. Bunun faydası yemini pekiştirmektir. Nitekim " Vallahi, bu senin dediğin gibi değildir" dersin. İmru'l Kays şöyle demiştir:  Babana yemin olsun ki, ey Âmiri'nin kızı!

2. "baba" ile "babadan meydana gelen çocuk" arasında cinâs-ı iştikak vardır. Bunların her biri kelimesinden türemiştir.

3. "Kimsenin kendisine güç yetiremiyeceğini mi zannediyor?" âyeti ile "kimsenin kendisini görmedi­ğini mi zannediyor?" âyetlerindeki soru kınama ifade eder.

4. "Ona iki göz, bir dil ve iki dudak verme­dik mi?" âyetlerindeki istifham-ı takriri, nimetleri hatırlatmak içindir.

5. "Sarp engelin ne olduğunu bilir misin?" sorusu, en­gelin büyüklüğünü ve onu aşmanın güçlüğünü ifade eder. Maksat, o engelin büyüklüğünü vurgulamaktır.

6. "Ona iki yolu gösterdik" âyetinde istiâre-i latife var­dır. "Hayır ve şerr yollarını gösterdik" demektir. Necd, aslında, yüksek yol manasınadır. Her iki yol, mutluluk ve bedbahtlık yoluna girmek için müste-ar olarak kullanılmıştır.

7. "O sarp yokuşu geçseydi ya!" âyetinde de aynı şekilde istiare vardır. Zira akabe, aslında, dağdaki sarp yol mânâsına gelir. Burada, iyi ameller için müsteâr olarak kullanılmıştır. Çünkü bu ameller, nefislere zor gelir. Burada istiâre-i tebeiyye vardır.

8. arasında, bazı harflerin değişmesinden dolayı cinâs-ı nakıs vardır.

9. "Onlar amel defterlerini sağlarından alanlardır" ile "Onlar amel defterlerini sollarından alanlardır" ara­sında güzel bir mukabele vardır.

10. ve gibi âyet sonları ile, ve gibi âyet son­larında, uygunluğa riayet edilmiştir. Bu, güzelleştirici edebî sanatlardan­dır.

Yüce Allah'ın yardıma ile "Beled Sûresi"nin tefsiri bitti. [32]



[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/313.

[2] Rûhul-meânî, 30/138

[3] Banr, 8/473

[4] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/315.

[5] Hadiste şöyle buyrulmuştur: Yüce Allah gökleri ve yeri yarattığı gün Mekke'yi haram kıl­dı. Kıyamet kopana kadar orası haramdır. Benden önce kimseye helal kılınmadı. Benden sonra da hiç kimseye helal kılınmayacak. Benim için de, sadece gündüzden bir saat kadar helal kılındı... Buhârî, Sayd,. 9.....

[6] Teshil, 4/199

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/315-316.

[7] Beyzâvî, 3/660

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/316.

[8] Muhtasar-i İbn Kesîr, 3/640

[9] Hâzin, 4/248

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/316.

[10] Hâzin, 4/248

[11] Aynı kaynak, gös.yer.

[12] Ebussuûd, 5/265

[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/316.

[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/316-317.

[15] Âlûsî, 30/136

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/317.

[16] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/317.

[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/317.

[18] Hâzin, 4/249

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/317.

[19] İnsan sûresi, 76/3

[20] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/641

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/317.

[21] Bahr, S/476

[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/317-318.

[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/318.

[24] Sâvî Haşiyesi, 4/322

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/318

[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/318.

[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/318.

[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/318.

[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/318.

[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/318.

[30] Bu açıklamayı Taberî, Kurtubî, Bahru'I-Muhît, İbn Kesir ve diğer büyük tefsirlerden aldık.

[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/318-319.

[32] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/319.