Mekke'de inmiştir, 20
âyettir.
Bu mübarek sûre
Mekke'de inmiştir. Mekke'de inen sûrelerle aynı hedefleri taşır. Bu hedefler,
iman ve inancı yerleştirmek, hesap ve ceza gününe inanmayı kuvvetlendirmek,
itaatkârlarla isyankârları birbirinden ayırmaktır.
Bu mübarek sûre, Hz. Peygamber (a.s.)'in yaşadığı Haram Belde'ye yeminle
başlar. Bu yemin, o beldenin şanının yüceliğini göstermek, Rabbi’nin katındaki
yüce makamına değer vermek ve bu emin beldede Peygamber (a.s.)'e eziyet
etmenin, Allah katında en büyük günahlardan olduğuna kâfirlerin dikkatini
çekmek içindir. Daha sonra sûre, bazı Mekke kâfirlerinden bahseder. Bunlar
kuvvetlerine aldanan, hakka karşı inat eden ve Allah'ın Rasûlünü
(a.s) yalanlayan kimselerdir. Mallarım harcamanın, kendilerini Allah'ın
azabından kurtaracağını sandıklan için, mallarını övünüp böbürlenerek
harcıyorlardı. Âyet-i kerimeler kesin ve açık delillerle onların bu zanlarım
reddetmiştir.
Sonra sûre kıyametin
korkunç ve dehşetli hallerinden söz eder. Âhi-rette insanın önüne çıkacak olan
güçlük, zorluk ve engellerden bahseder. İnsan bu engelleri ancak îman ve sâlih amelle aşıp geçebilir.
Bu mübarek sûre, o zor günde,
mü'minlerle kâfirlerin birbirinden ayrılacağını
anlatarak ve amellerin karşılığını alma yurdunda mutlu ve mutsuz kişilerin
akıbetlerinin ne olacağını açıklayarak sona erer. [1]
Bismillâhirrahmânirrahîm
1, 2, 3, 4.
Bu beldeye, ki sen bu beldede ikamet etmektesin, babaya ve ondan gelen çocuğa
yemin ederim ki biz, insanı sıkıntılar içinde yarattık.
5. O hiç
kimsenin kendisine güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?
6. "Pek
çok mal telef ettim" diyor.
7. Kimse
kendisini görmedi mi sanıyor?
8, 9, 10. Biz ona iki göz, bir dil ve iki dudak vermedik mi?
Ona iki yolu göstermedik mi?
11, 12, 13, 14, 15, 16. Fakat o, sarp yokuşa vuramadı. O sarp yokuş nedir sana
söylendi mi? Köle azat etmek veya açlık duyulan bir günde yakınlığı olan bir
yetimi, veya yerde sürünen bir yoksulu doyurmaktır.
17, 18.
Sonra îman edenlerden olmak, birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden ve
birbirlerine acımayı öğütleyenlerden olmaktır. İşte bunlar, defterlerini sağlarından
alanlardır.
19, 20.
Âyetlerimizi inkâr edenler ise işte onlar defterlerini sol yanlarından
alanlardır. (Onların cezası) üzerlerine kapatılmış bir ateştir.
Kebed, güçlük ve sıkıntı demektir. Bu kelime aslında, ciğer
ağrısı çeken kimse için sözlenen sözünden alınmıştır. Sonraları, her türlü
meşakkat ve yorgunluğu ifade etmekte kullanılmıştır. "Sıkıntılara
katlanmak" mânâsına gelen »jul£il de bu köktendir.
Hızla girdi demektir. İktihâm, hızlı ve sert bir şekilde girmek demektir. Bir
kimse düşünmeden kendini bir şeyin içine attığında veya kalenin içine attığında da denir.
Akabe, dağdaki sarp
yol demektir.
Fekk, bir şeyi başka bir şeyden kurtarmak manasınadır.
"İpi çözdüm" mânâsına "esiri esirlikten kurtardım" mânâsına
da denir.
Mesğabe, açlık demektir. Bir kimse acıktığında denir. Râğıb, "Mesğabe, yorgunlukla
birlikte açlık demektir." der.[2]
Metrebe, fakir düşmek demektir. Bir kimse fakir düşüp toprağa
yapıştığında denir. Zengin olup başkasına ihtiyaç hissetmediği zaman da denir.
kelimesi de böyledir.[3]
Mü'sade, kapatılmış demektir. Bir kimse kapıyı kapattığında
söylenen sözünden alınmıştır. [4]
1. Bu bir
yemindir. Yüce Allah, Haram Belde'ye yani Mekke'ye yemin etti. Allah burayı,
doğuluların ve batılıların kıblesi olan Beyt-i
Atik'le şereflendirmiş ve rahmetlerin indiği yer kılmıştır. Her şeyin meyveleri
toplanıp oraya götürülür. Allah orayı haram ve emin kılmıştır. Yüce Allah,
gökler ve yerler yaratıldığı andan itibaren orayı haram belde kılmıştır.[5] Bu
meziyet ve faziletler Mekke'de toplandığı için, Yüce Allah oraya yemin etti. İbn Cüzeyy şöyle der: Yüce
Allah'ın, kelimesi ile Mekke'yi kastettiği ittifakla kabul edilmiştir. Orayı
şereflendirmek için onunla yemin etti.[6]
2. Ey
Peygamber! Sen, Allah'ın emin beldesi olan Mekke'de yaşıyor ve oturuyorsun. Beyzâvî şöyle der: Yüce Allah, Haram Belde ile yemin etti
ve Hz. Peygamber (a.s.)'in orada ikamet ettiği
kaydını koydu ki, oranın üstünlüğünün çokluğunu göstersin ve bir yerin
şerefinin, orada oturanların şerefiyle orantılı olduğunu bildirsin.[7]
3. Âdem'e ve
onun soyundan gelen salih kişilere yemin ederim. Mücâhid şöyle der: Adem (a.s.), ise, onun soyundan gelen
bütün insanlardır. İbn Kesîr de şöyle der: Mücâhid ve onunla beraber olanların görüşü güzel ve
kuvvetlidir. Çünkü Yüce Allah yerleşme yerlerinin anası olan Mekke'ye yemin
ettikten sonra, "yerleşen"e yemin etti ki,
o da insanlığın babası olan Âdem (a.s) ve onun soyudur.[8] Hâzin
de şöyle der: Yüce Allah şeref ve hürmetinden dolayı Mekke'ye ve Âdem (a.s.)
ile onun soyundan gelen peygamberlere ve salih
kişilere yemin etti. Çünkü, her ne kadar onun soyundan olsa da, kâfirin hürmeti
yoktur ki, ona yemin etsin.[9]
4. Bu,
hakkında yemin edilen konudur. Yani, insanı gerçekten, yorgunluk ve meşakkat
içinde olacak şekilde yarattık. Kuşkusuz insan, kendisine ruh üflendiği
zamandan ölünceye kadar, sürekli olarak çeşitli sıkıntılara göğüs gerer. İbn Abbâs şöyle der: "den
maksat, "İnsanı ana karnında taşınması, doğması, süt emmesi, sütten
kesilmesi, geçimini temin etmesi, hayatî ve ölümü gibi birçok meşakkat ve
sıkıntı içinde olacak şekilde yarattık" demektir.[10] Kebed, aslında,
sıkıntı mânâsına gelir. Bazıları şöyle demiştir: Allah, Âdemoğlunun çektiği
sıkıntıyı çekebilecek hiçbir mahluk yaratmamıştır. Buna rağmen o, en zayıf
mahluktur.[11] Ebussuûd
şöyle der: Bu âyet, Mekke kâfirlerinden çektiği sıkıntıya karşılık Rasulullah (s.a.v)'ı teselli etmektedir.[12]
Bundan sonra Yüce
Allah, gücünü inkâr eden, öldükten sonra dirilmeyi ve haşri
yalanlayan insanın tabiatını haber vermek üzere şöyle buyurdu: [13]
5. Gücüne
aldanan o bedbaht inkarcı, güçlü ve
kuvvetli olduğu için,
Allah'ın kendisine güç yetiremeyeceğini mi sanıyor? Tefsirciler şöyle der: Bu âyet,
Ebu'1-Esed b. Kelede hakkında inmiştir. O gücüne
mağrur olan kuvvetli^iriydi. Ayakları altına deri yayıhp
konur, o ise şöyle derdi: "Bunu ayağımın altından çekene şu kadar mükâfaat var". Deriyi on kişi çekmeye çalışır, deri
parça parça olur, fakat ayakları yerinden oynamazdı.
Âyetin mânâsı şöyledir: Mü'minleri zayıf gören o
azgın ve kuvvetli şahıs zannediyor mu ki, hiç kimse kendisinden intikam alamıyacak? [14]
6. O kâfir:
"Muhammed'e düşmanlık uğrunda çok mal harcadım" diyor. Âlûsî şöyle der: Yani, Mü'minlere
karşı böbürlenip öğünmek maksadıyle, "çok mal
harcadım" der. Bununla, görsünler ve işitsinler diye harcadığı malı
kasteder. "Harcama" yerine "yok etme" kelimesini kullandı
ki, buna aldırış
etmediğini ve bunu
fayda beklemeden yaptığını
göstersin. Sanki o, birçok malı zayi saydı. Bazılarına göre, Hz. Peygamber (a.s.)'e şiddetli düşmanlığım göstermek için
böyle söyler.[15]
7. O, harcama yaparken, Allah'ın,
kendisini görmediğini mi sanıyor? Yaptıklarının, kulların Rabbine gizli
kalacağını mı düşünüyor? İş, onun sandığı ve düşündüğü gibi değildir. Aksine
Yüce Allah ondan haberdar ve onu gözetlemektedir. Kıyamet gününde bunu ona
soracak ve yaptıklarının cezasını verecektir.
Bundan sonra Yüce
Allah, öğüt ve ibret alması için, verdiği nimetleri ona hatırlattı: [16]
8. Ona,
göreceği iki göz vermedik mi? [17]
9. Ona
konuşup içinden geçenleri anlatacağı bir dil ve ağzını kapatacağı, yeme, içme,
üfleme ve diğer işleri yaparken faydalanacağı iki dudak vermedik mi? Hâzin
şöyle der: Yüce Allah demek istiyor ki, Allah'ın nimetleri kulu üzerinde açıkça
görülmektedir. Şükretsin diye bu nimetleri ona anlatıyor.[18]
10. Ona
hayır ve şerr, hidayet ve sapıklık yollarını
açıkladık ki, mutluluğa götüren yola girsin, bedbahtlık yoluna girmekten sakınsın.
İbn Mes'ûd şöyle der: hayır ve şerr
demektir. Nitekim Yüce Allah meâlen, "Kuşkusuz
biz ona doğru yolu gösterdik. İster şükredici olsun, ister nankör"[19] buyurmuştur.[20]
11. Malını
Muhammed'e düşmanlık uğrunda harcayacağına, sarp yokuşu aşma uğrunda
harcasaydı ya! Ebû Hayyân şöyle der: Akabe, içinde mal harcama bulunduğu için,
nefse zor gelen iş yerinde müstear olarak kullanılmıştır. Nefse zor gelen işi,
dağdaki sarp yola, yani yukarı çıkarken zorlanılan yola benzetmek için böyle
söylenilmiştir. Çünkü kişi, bu yola girince güçlükle karşılaşır. "ona
hızlı ve sert bir şekilde girdi" demektir.[21] Bu, Yüce Allah'ın nefse, arzulara ve şeytana
karşı cihat edip onun rızasını kazanma hususunda getirmiş olduğu bir meseldir. [22]
12, 13. Sen
bilir misin? O sarp yokuşu aşmak nedir? Bu soru, sarp yokuşun sanının
yüceliğini ve korkutucu olduğunu ifade eder. Yüce Allah bunu şöyle açıkladı: O,
Allah yolunda köle azat etmek ve onu esirlik ve kölelikten kurtarmaktır. Kim
bir köle azat ederse, bu onun için ateşe karşı bir fidye olur. [23]
14. Veya o,
çetin açlık gününde fakire yemek vermektir. Sâvî
şöyle der: Açlık salgını olan günde malı harcamak nefse daha zor geldiği için
Yüce Allah "yemek verme"yi, "açlık
günü" ile kayıtladı.[24]
15.
Aralarında akrabalık bulunan yetime yemek vermek, [25]
16. Veya
fakirlik ve yoksulluktan dolayı yere serilmiş olan aşırı fakire yemek
vermektir. Bu ifade, şiddetli fakirlik ve yoksulluktan kinayedir. İbn Abbâs şöyle der: den maksat,
yol üzerine atılmış ve kendisini topraktan koruyacak hiçbir şeyi olmayan
kimsedir. [26]
17. Sonra bu
şahıs bu işleri Allah rızası için yapacak, bununla birlikte samimiyetle iman
eden bir mü'min olacaktır. Tefsir-ciler
şöyle der: Bu âyette, yapılan amel ve ibadetlerin, ancak imanla birlikte
yapıldığı takdirde fayda vereceğine
işaret vardır. O mü'minler birbirlerine, iman ve
Allah'a itaat uğrunda sabrı ve yoksul ve zayıf kimselere de şefkatli ve
merhametli olmayı tavsiye ederler. [27]
18. Bu yüce
sıfatları taşıyan o kimseler cennetliklerdir. Bunlar amel defterlerini sağ
taraflarından alırlar ve Naîm cennetlerine girmek
suretiyle mutlu olurlar. [28]
19. Âyetlerimizi
inkâr edenler ise, işte onlar, amel defterleri sol taraflarından verilenlerdir.
Yüce Allah cennet ehli ile cehennem ehli, bahtiyarlarla bedbahtlar arasındaki
korkunç farkı açıklamak için, Kur'ân'm, teşvik ve
korkutma hususundaki üslubu ile, itaatkârlar ile isyankârların durumunu
birlikte açıkladı Yani, Muhammed (a.s.)'in peygamberliğini inkâr eden ve Kur'ân'ı yalanlayanlar var ya,
işte onlar cehennem ehlidir. Çünkü, amel defterlerini sol taraflarından alacaklardır.
Yüce huzurundan ve O'na yakın olma şerefinden uzak olduklarına işaret etmek
için, Yüce Allah, kâfirleri üçüncü şahıs zamiri ile ifade etti. [29]
20. Üzerlerine
kapatılmış bir ateş vardır. Oraya ne rahatlık girer, ne de güzel rızık. Oradan ebediyyen
çıkamazlar.[30]
Ey Allah'ım! Bizi gazabınla
öldürme! Bizi azabınla yok etme! Bizi bunlardan koru, ey Âlemlerin Rabbi! [31]
Bu mübarek sûre birçok
edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz;
1. "Bu
beldeye yemin ederim" âyetinde,
mânâyı pekiştirmek için edatı fazladan gelmiştir. Bu, Arap dilinde çok
kullanılır. Bunun faydası yemini pekiştirmektir. Nitekim " Vallahi, bu
senin dediğin gibi değildir" dersin. İmru'l Kays şöyle demiştir: Babana yemin olsun ki, ey Âmiri'nin kızı!
2.
"baba" ile "babadan meydana gelen çocuk" arasında cinâs-ı
iştikak vardır. Bunların her biri kelimesinden türemiştir.
3. "Kimsenin
kendisine güç yetiremiyeceğini mi zannediyor?"
âyeti ile "kimsenin kendisini görmediğini mi zannediyor?"
âyetlerindeki soru kınama ifade eder.
4. "Ona
iki göz, bir dil ve iki dudak vermedik mi?" âyetlerindeki istifham-ı
takriri, nimetleri hatırlatmak içindir.
5. "Sarp
engelin ne olduğunu bilir misin?" sorusu, engelin büyüklüğünü ve onu
aşmanın güçlüğünü ifade eder. Maksat, o engelin büyüklüğünü vurgulamaktır.
6. "Ona
iki yolu gösterdik" âyetinde istiâre-i latife vardır. "Hayır ve şerr yollarını gösterdik" demektir. Necd, aslında, yüksek yol manasınadır. Her iki yol,
mutluluk ve bedbahtlık yoluna girmek için müste-ar
olarak kullanılmıştır.
7. "O
sarp yokuşu geçseydi ya!"
âyetinde de aynı şekilde istiare vardır. Zira akabe,
aslında, dağdaki sarp yol mânâsına gelir. Burada, iyi ameller için müsteâr
olarak kullanılmıştır. Çünkü bu ameller, nefislere zor gelir. Burada istiâre-i tebeiyye vardır.
8. arasında,
bazı harflerin değişmesinden dolayı cinâs-ı nakıs vardır.
9. "Onlar
amel defterlerini sağlarından alanlardır" ile "Onlar amel
defterlerini sollarından alanlardır" arasında güzel bir mukabele vardır.
10. ve gibi
âyet sonları ile, ve gibi âyet sonlarında, uygunluğa riayet edilmiştir. Bu,
güzelleştirici edebî sanatlardandır.
Yüce Allah'ın yardıma
ile "Beled Sûresi"nin tefsiri bitti. [32]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/313.
[2] Rûhul-meânî,
30/138
[3] Banr, 8/473
[4] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/315.
[5] Hadiste şöyle buyrulmuştur:
Yüce Allah gökleri ve yeri yarattığı gün Mekke'yi haram kıldı. Kıyamet kopana
kadar orası haramdır. Benden önce kimseye helal kılınmadı. Benden sonra da hiç
kimseye helal kılınmayacak. Benim için de, sadece gündüzden bir saat kadar
helal kılındı... Buhârî, Sayd,.
9.....
[6] Teshil, 4/199
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/315-316.
[7] Beyzâvî, 3/660
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/316.
[8] Muhtasar-i İbn Kesîr, 3/640
[9] Hâzin, 4/248
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/316.
[10] Hâzin, 4/248
[11] Aynı kaynak, gös.yer.
[12] Ebussuûd, 5/265
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/316.
[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/316-317.
[15] Âlûsî, 30/136
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/317.
[16] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/317.
[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/317.
[18] Hâzin, 4/249
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/317.
[19] İnsan sûresi, 76/3
[20] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/641
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/317.
[21] Bahr, S/476
[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/317-318.
[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/318.
[24] Sâvî Haşiyesi, 4/322
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/318
[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/318.
[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/318.
[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/318.
[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/318.
[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/318.
[30] Bu açıklamayı Taberî, Kurtubî, Bahru'I-Muhît, İbn Kesir ve diğer büyük tefsirlerden aldık.
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/318-319.
[32] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/319.