Allah Tealâ'nın ilk ayette, Beytullah ile şereflendirdiği ve şerefini
arttırmak için müslümanlara kıble yaptığı Harem Belde'ye (Mekke) yemin ettiği
için, Beled suresi olarak adlandırılmıştır.
[1]
Sure iki yönden önceki sure ile bağlantılıdır.
1- Allah Tealâ önceki surede
(Fecr) dünya malına bağlanan, bu konuda günaha girmekten korkmayan ve
düşkünleri yedirmeyi teşvik etmeyeni kınadı. Bu surede de mal sahibinden
istenen köle azat etme ve açlık zamanı yemek yedirme gibi hasletleri zikretti.
2- Allah Tealâ önceki sureyi
ahirette huzura ermiş insanın durumunu beyan ederek bitirdi. Burada da, huzura
ermenin yolunu zikredip, onun aksi olan Allah'ın ayetlerini inkâr ve Rahman'ın
emirlerine muhalefete karşı uyardı.
[2]
Mekke'de inen bu surenin ana konusu, insanın saadeti ve şekaveti, iki
yoldan birini seçebileceği ile alakalıdır. İnsanların orada emin oldukları
Harem Belde Mekke'ye (Ümmü'1-Kura) yemin ederek başladı. İhramlı veya ihramsız
bulunulsun oranın değerinin büyüklüğünü, Peygamber (s.a.)'in bulunduğu yerin
kıymetini ve emin bir beldede ona eziyetin günahının büyüklüğünü vurguladı.
Ardından da üzerine yemin edilen şeyi zikretti: Dünyada insanın hali meşakket
ve yorgunluktur: "Bu beldeye yemin ederim." (1-4. ayetler).
Peşinden de insandaki kötü bir huyu haber verdi: Gücüne aldanması.
Güçlerine aldanarak hakka karşı inat eden, Allah'ın Peygamberini yalanlayan,
mallarını kötülüğe ve şerre harcayan Mekke kâfirlerini kışkırtan da odur.
Mallarına ve zenginliklerine aldananlarm durumları budur: "O, kendisine
kimsenin mutlaka güç yetiremiyeceğini mi sanıyor?" (5-7. ayetler).
Sonra insana verdiği iki gözü, dili ve iki dudağı, aklı ve iradesi ile
iki yoldan birini, hayır ve şer yolunu seçebileceğini hatırlattı: "Biz ona
vermedik mi, iki göz?" (8-10. ayetler).
Sonra insana, kıyamet günü karşılaşacağı korkulu ve zor anları, iman ve
salih amel ile bunlardan kutulusunu, ebedî saadete ereceklerden olması için
iyilik ve hayır yoluna mal harcamayı anlattı. "Fakat o, sarp yokuşa
sal-dıramadı." (11-18. ayetler)
Bunun karşılığında da facirlerin, kötülerin yolunu izah etti: Allah'ın
ayetlerini inkâr ile müminler kâfirlerden ayırt ediliyor ve iki grubun da sonu
belli oluyor: Ya cennet ya da cehennem: "Ayetlerimize küfredenler ise
solcuların ta kendileridir." (19-20. ayetler)
[3]
1- Hayır. Bu beldeye yemin ederim.
2- Sen bu beldede serbestçe yaşarken, helâl iken,
3- babaya da, doğana da (yemin
ederim),
4- ki biz insan, andolsun, meşakkat
5- O, kendisine kimsenin mutlaka
gûÇ yetiremiyeceğini mi sanıyor?
6- Der ki: 'Yığın yığın mal telef ettim."
7- O kendisini hiçbir (kimse) nin görmediğini mi sanıyor?
"Hayır. Bu beldeye yemin ederim." cümlesindeki
"hayır" manasına kullanılan "La" sözün ve yeminin tekidi
içindir.
"O, kendisine kimsenin mutlaka güç yetiremiyeceğini mi
sanıyor?" cümlesindeki soru kınama için sorulmuştur. "O kendisini
hiçbir (kimse) nin görmediğini mi sanıyor?" cümlesi de böyledir.
1-4. ayetlerin sonları ses bakımından birbiriyle uyumludur.
[4]
"Belde" Mekke'dir. "Sen bu beldede serbestçe yaşarken,
helâl iken" Allah Tealâ Peygamber orada yaşarken Harem Belde'ye yemin
etmiştir. Bir mekânın şerefinin ehlinin şerefi ile olduğunu hissettirmektedir.
Bu cümle ve ondan sonraki cümle, yemin ile yemin edilen cümle "ki biz
insanı, andolsun, meşakkat içinde yarattık." arasında ara cümledir.
"Babaya da, doğana da (yemin ederim.)" Adem, İbrahim ve
benzeri bütün babalara ve başka herhangi bir şeyden doğana yemin ederim. Allah
Tealâ Peygamber (s.a.)'in bulunduğu yer ve babası İbrahim'in haremi, babası
İsmail'in yerleştiği beldeye ve orada doğan herkese yemin etmiştir. Cümledeki
nekirelik tazim içindir. "Allah onun ne doğurduğunu daha iyi bilicidir."
(Ali İmran, 3/36) ayetinde de bu mana vardır. Yani, hangi şeyi doğurduğunu;
kadri büyük bir doğum olduğunu.
"Ki biz insanı, andolsun, meşakkat içinde yarattık." Biz
insan cinsini, meşakkatler, sıkıntı ve yorgunluklarla iç içe yarattık. İnsan,
başlangıcı rahmin karanlık ve darlığı, sonu da ölüm ve sonrası olan zorluklar
içindedir. Bu, Kureyş'ten sıkıntı çeken Rasulullah (s.a.)'a teselli ve onu
sakinleştirme, Mekke ehlinden karşılaşabileceği şeylere karşı hazırlama ve
aynı zamanda da Mekkelilerin ona düşmanlıklarına hayretin ifadesidir.
"O, kendisine kimsenin mutlaka güç yetiremiyeceğini mi sanıyor?"
Gücüne aldanıp kimsenin ondan intikam alamıyacağınımı sanıyor? Halbuki Allah,
buna kadirdir. Ebu'1-Eşed b. Kelede gibi. Ayağının altına kemik gibi olmuş bir
deri konur, on kişi ona asılırdı. Deri yırtıldığı halde ayakları kıpırdamazdı.
"Der ki: Yığın yığın mal telef ettim." Muhammed'e düşmanlık uğuruna
veya şöhret ve övünme için çok mal harcadım. O harcadığında "kendisini
hiçbir (kimse) nin görmediğini" ve miktarını bilmediğini "mi sanıyor?"
Allah biliyor ve onun malı çok sayılabilir de değildir. Yaptığı kötülüğün
karşılığını ona verecektir.
[5]
"O, kendisine kimsenin mutlaka güç yetiremiyeceğini mi
sanıyor?" ayetinin (5. ayet) Ebu'1-Eşed b. Kelede el-Cümehi hakkında
indiği rivayet edilmiştir. Gücüne kuvvetine aldanırdı. İbni Abbas dedi ki:
Ebu'1-Eşed, Muhammed'e olan düşmanlığı uğruna çok mal harcadığını söyledi. Bu
konuda da yalancı idi.
"Yığın yığın mal telef ettim." ayetinin (6. ayet) nüzul
sebebiyle ilgili olarak Mukatil, bu ayetin Haris b. Amir b. Nevfel hakkında
inmiş olduğunu söyler. Günah işlemiş Peygamber (s.a.)'den fetva sormuştu.
Peygamberimiz ona keffaret vermesini emretti. O da: Muhammed'in dinine
girdiğimden beri malım keffaretlere ve nafakalara gitti, dedi. Bu söz,
verdiğini çok görme anlamına olabilir ki sonucu tuğyandır. Ya da yaptığı
günahlara esef ettiğindendir ki, pişmanlığını gösterir.
[6]
"Hayır. Bu beldeye yemin ederim. Sen bu beldede serbestçe
yaşarken, helâl iken, babaya da, doğana da (yemin ederim)," Mekke'nin
saygınlığı ve Allah Tealâ katındaki şerefine dikkat çekmek için, Harem Belde
Mekke'ye yemin ederim. Çünkü orada müslümanlarm kıblesi Beytullah vardır. Orası,
İsmail (a.s.) ve Muhammed (s.a.) beldesidir. Hac ibadeti de oradadır. Cümlenin
başındaki "La: hayır" kasemin nefyi (yani yemin etmem, manasında)
değil, tekid içindir. Araplar şöyle derler: Hayır. Vallahi şöyle yapmadım.
Hayır. Vallahi şöyle değil. Hayır. Vallahi muhakkak şöyle yapacağım.
Bu şehre, orada mukim olanın bulunduğu durumda yemin etmiştir. O kîimse
de Muhammed (s.a.) ve oraya girendir: "Kim oraya girerse emin üur."
(Ali İmran, 3/97). Senin orada ikamet etmenle orası değerli ve şerefli sldu.
Şüphesiz, mekanlar ehli ile şeref bulurlar. Sıhhatine ittifak edilen bir
hadiste şöyle rivayet edildi: "Bu şehri Allah, gökleri ve yeri yarattığı
gün haram kıldı. O, Allah'ın haram kılması ile kıyamet gününe kadar haramdır.
Ağacı koparılmaz, buluntusu alınmaz. Ancak bana, gündüzün bir diliminde helâl
kılındı. Bu gün, dünkü gibi haramlığına tekrar dönmüştür. Şa-hid olan olmayana
bildirsin!"
Mekke'nin her durumda değeri yücedir. Hatta, kâfirlerin Peygamberimiz
için Mekke'nin eminliğini yok saydıkları zamanda bile.
Çoğalmadaki mucizenin büyüklüğüne ve bu konunun Allah'ın kudreti,
hikmeti ve ilmine delâletine dikkat çekerek, insan ve hayvandan her doğan ve
doğurana yemin etmiştir.
Ardından üzerine yemin edilen şeyi andı.
"Ki biz insanı, andolsun, meşakkat içinde yarattık." Biz
insanı yorgunluk ve meşakkatler, sıkıntılar arasında zorluklarla iç içe
yarattık. Doğumdan itibaren başlayarak, yaşama zorlukları, hastalıklar ve
acılı olaylar, daha sonra ölüm ve onu izleyecek kabir, berzah ve ahiretteki
zorluklar, sıkıntı ve korkularla sürecek bir hayat.
Burada, Rasulullah (s.a.)'ın sabitleştirilmesi ve Mekke ehlinin eziyetlerine
karşı hazırlanması, sıkıntılara, zorluklara karşı sabrı söz konusudur. Hiçbir
insan da bundan kurtulmuş değildir.
Bundan sonra ise, insanı gücüne aldandığı için uyarma geliyor.
"O, kendisine kimsenin mutlaka güç yetiremiyeceğini mi
sanıyor?" Ademoğlu, ona güç yetirilemiyeceğini ve ondan intikam
alınamıyacağını mı sanıyor? Allah, her şeye kadir olandır.
Bundan sonra da insanı, gösteriş için harcama yapmasından dolayı kınayarak
buyurdu ki:
"Der ki: "Yığın yığın mal telef ettim." Ardarda çokça
mal harcadım. Anlatılmak istenen şudur: İnsan kıyamet günü şöyle der: Cahiliye
ehlinin cömertlik olarak adlandırdığı, üstünlük ve övgü olarak gördüğü işlerde
çok mal harcadım.
Sonra da ayet, cahilliği dolayısıyla onu ayıpladı:
"O kendisini hiçbir (kimse) nin görmediğini mi sanıyor?"
Hayır yolunda harcama yaptığını iddia eden insan, Allah Tealâ'nın onu
bilmediğini ve malını nereden kazanıp nereye harcadığını sormayacağını mı
sanıyor?
[7]
Ayetler şu hususlara işaret etmektedir:
1- Allah Tealâ insanın dünya
hayatında zorluklar ve sıkıntılar içinde yaratıldığına dair Harem Belde Mekke
(Ümmü'l-Kura)'ye, Adem ve zürri-yeti gibi doğana ve doğurana, her baba ve
çocuğa, hayvanların üremesine yemin etti.
Allah mahlukâtından dilediğine onu tazim için yemin eder. Burada
maksat, Beyt-i Atik'i de içinde bulunduran Harem Belde'yi tazimdir. İsmail ve
Muhammed (s.a.)'in beldesi olması, hac ibadetinin orada yapılması, her hayır ve
bereketin kaynağı olması tazimin nedenidir.
Doğana, doğurana ve nesillerine yeminin nedeni şudur: Onlar Allah
Tealâ'nın yer yüzündeki yaratıklarının, düşünme, konuşma, tedbir bakımından en
ilgincidir. Nebiler ve Allah'a davetçiler de onlardandır.
2- Allah Tealâ bazı fikirler,
inanç ve tasavvurlardan dolayı insanı kınamıştır: Kimsenin ona gücü
yetmeyeceğini sanması, gösteriş için ya da, hayır görevlerinden kaçmak için
çokça mal harcaması, Allah'ın onu bildiğini, bütün sözlerine, hareketlerine
muttali olduğunu, malını nereden kazanıp, nereye harcadığını kendisine
soracağını bilmemesi bunlardandır.
Allah, insan olsun, hayvan, cemadat ve bitkiler olsun her şeye kadirdir.
İnsan harcama yaparken, riya ve iftihar için mi, yükselme ve cömert görünmek
için mi yoksa, Rasulullah (s.a.)'a düşmanlık için mi yaptığını, amacını bilir.
Herkesin ne yapıp ettiğini, ne kazanıp harcadığını görür.
[8]
8- Biz ona vermedik mi, iki göz.
9- Bir dil ve iki dudak.
10- Biz ona iki de yol gösterdik.
11- Fakat o, sarp yokuşa tırmanamadı.
12- Bu sarp yokuşun ne olduğunu
sana hangi şey bildirdi?
13- Köle azat etmektir,
14- Yahut bir açlık gününde yemek yedirmektir,
15- Yakınlığı olan bir yetime,
16- Yahut toprakta sürünen bir yoksula.
17- birlerine sabrı tavsiye, merhameti
tavsiy« edenlerden olmaktır.
18- İşte bunlar, amel defteri
sağından verilenlerdir.
19- Ayetlerimize küfredenler ise, amel defterleri solundan
verilenlerdir.
20- Ki, üzerlerine kapıları sımsıkı kapatılmış bir ateş içinde
olacaklardır.
"Biz ona vermedik mi, iki göz bir dil ve iki dudak."
Nimetleri hatırlatmak için sorulmuş sorulardır. Ayrıca cümle sonlarında ses
uyumu vardır.
"Bu sarp yokuşun ne olduğunu sana hangi şey bildirdi?" Soru,
irkiltme ve tazim içindir. "Sarp yokuş", bu zor iş, nefse ağır gelen
mal harcama yerine dağdaki sarp yokuş kullanılarak istiare yapılmıştır.
Dağlardaki engebeli yollar, zorlukla yapılan salih amellere istiare
edilmiştir.
"Biz ona iki de yol gösterdik." Bu cümlede iki yol anlamına
gelen "nec-deyn" kelimesi istiaredir. Hayır ve şer ya da, iyilik ve
kötülükten istiare edilmiştir." Necd" in aslı yüksek yol demektir.
"amel defteri sağından verilenler" cümlesi ile
"Ayetlerimize küfredenler ise, amel defteri solundan verilenler"
cümlesi arasında mukabele vardır.
[9]
"Biz ona vermedik mi, iki göz, bir dil ve iki dudak." Biz ona
göreceği iki göz vermedik mi? Zihnindekini, gönlündekini ifade edebileceği bir
dil? Ağzını kapatacağı, konuşma, yeme, içme ve diğer işlerde kullanacağı iki
dudak? "Biz ona iki de yol gösterdik." Hayır ve şer ya da, mutluluk
ve şaka-vet yolunu ona beyan ettik. "Fakat o, sarp yokuşa
tırmanamadı." Hızlıca ve şiddetle ona girse veya onu aşsa ya? Bununla
anlatılmak istenen hayrın yapılması ve şerrin terki için nefisle mücahededir.
"Bu sarp yokuşun ne olduğunu sana hangi şey bildirdi?" Bu
cümle, meseleyi tazim için ara cümledir. Yani, zorluğunu ve sevabını bilmedin.
O, "Köle azat etmektir," veya azadına yardım etmektir. Nesebte
"yakınlığı olan bir yetime, yahut toprakta sürünen bir yoksula."
yani, fakirliğinden dolayı eli toprağa değen. Burada kastedilen evleri olmadığı
için sokağa terkedilmiş olanlardır. Köle azadı ve yedirmenin zikredilmesi,
nefisle mücadeleden olduğu içindir.
"Sonra da..." yukarıdaki "saldırmaya" atıftır.
Buradaki "sonra", anma için bir sıralamadır, zamanlama değildir.
"Birbirlerine" taatı yerine getirmeye ve günahtan korunmaya karşı
"sabrı tavsiye," insanlara "merhameti tavsiye edenlerden
olmaktır." İşte bunlar bu vasıfları taşıyanlar "amel defteri
sağından verilenler." Kurtuluş ve mutluluk yoluna gidenlerdir, "amel
defteri sol tarafından verilenler" de kötülük ve azap yoluna gidenlerdir.
[10]
İnsan bazı kötü huylarından dolayı kınanıp zemmedildikten sonra Allah
Tealâ, kudretinin kemâline delil olarak gözleri, dün, iki dudağı ve hayır ile
şerri ayırt eden aklı, arzu ve şehvetlerine kulluktan kurtulması için insana
seçme hakkı yeteneği bağışlamıştır.
Ardından Allah Tealâ, insamn artık bu nimetlere şükretmesi, hayır ve
mutluluk yolunu seçmesi, iman ve amel-i salihe koşması gerektiğini söyledi.
Köle azat etmek, yakın yetimlerine ve muhtaç miskinlere yedirmek, insanlara
merhameti tavsiye etmek bunlardandır. Bunlar neticede insanı iki gruptan birine
dahil olmaya götürür: Saadet ehli ki, sonlan cennettir. Solcular ve kötülük
ehli ki, sonları ateştir.
[11]
"Biz ona vermedik mi, iki göz, bir dil ve iki dudak?"
Kuvvetine alda-nan ey cahil insan! Biz sana görmeni sağlayan iki göz,
konuştuğun dil, ağzını örttüğün, konuşmada ve yemek yemede kullandığın, yüz ve
ağzın için güzellik olan iki dudak bağışlamadık mı? Ben, muhakkak görme,
konuşma veya söz kudretini sana bağışladım.
"Biz ona iki de yol gösterdik." Sana, hayır ve şer yolunu
açıklayıp tanıtmadık mı? Bozulmamış fıtratına ikisini ayırt edecek bir kabiliyet
koyduk. Sana, hayrın güzelliklerini ve şerrin kötülüklerini ve ikisinin
boyutlarını idrak edecek akıl ve fikir verdik. Ayet, bu iki yolu
"necdeyn" olarak tabir etmiştir. O da: İki yüksek yol demektir. Bu
onun zorluğuna ve sarplığına, şiddetli ve süratli geçilebilmesi için nefisle
mücahedeye ihtiyaç olduğuna delâlet içindir.
Bu nedenle de, en üstün olanı tercih ve o nimetlere şükrün gerekliliğini
işaret ederek şöyle buyurdu: "Fakat o, sarp yokuşa tırmanamadı. Bu sarp
yokuşun ne olduğunu sana hangi şey bildirdi?" Hareketlenip de, nefsin
oyalaması, arzu ve şeytana uyma gibi Allah'a kulluğa mani olan şeyleri aşsa ya?
Zor yolu aşmak için nefsini yorsa ya? Sarp yokuşu aşmanın ne olduğunu sana
bildiren nedir? Bu soru, dikkat çekmek içindir.
Sonra da yokuşu aşmanın yolunu gösterdi:
"Köle azat etmektir, yahut bir açlık gününde yemek yedirmektir,
yakınlığı olan bir yetime, yahut toprakta sürünen bir yoksula" yokuşa
tırmanmak, onu aşmak, ona girmek, köleyi köleliğin zilletinden kurtarmak veya
ona yardım etmekle veya, yedirmenin zor olduğu bir açlık gününde yetim yakınına
yedirmekle olur. Yetim, babasını kaybeden küçüktür. Buradaki, yedirenin
nesebine yakın olandır. Ya da, hiçbir şeyi olmayan ve güçsüzlüğü, acizliği
yüzünden mal kazanmaya kudreti olmayan, malı olmadığı için de, elini toprağa
yapıştırmış gibi olan muhtaç zavallıyı yedirmekle olur.
Kim köle azat ederse veya yetimi, ya da muhtacı açlık zamanı doyurursa
o, Allah'a muti, kullarına yararlıdır. Onlar amel defteri sağ taraftan verilen
erdemli insanlardır. Bu, Allah Tealâ'nın nefis, heva ve şeytan ile verdiği
mücadeleye örnektir.
es-Savi ale'l-Celâleyn'de dendi ki: Ayetin, yedirmeyi açlık zamanı ile
kayıtlandırması şunun içindir: O zaman malı elden çıkarmak nefis için daha
zordur. "Toprakta sürünen bir yoksul" sözü, Şafii'nin miskin (yoksul)
fakirden daha kötü halde olandır, şeklindeki görüşü için delil sayılabilir.
Miskin, bir şeye sahip olandır manası da verilebilir. Aksi takdirde
"toprakta sürünen" sözü tekrar mevkiine düşmüş olur. Ebu Hanife, köle
azat etmenin sadakadan daha faziletli olduğunu söylemiştir. Çünkü köle azat
etmek sadakadan daha önce zikredilmektedir. Bazılarına göre de bunun aksidir.
Çünkü sadakada bir canı yok olmaktan kurtarma vardır. Gıda bedeni ayakta tutar.
Azat etme ise, genelde, zincirden kurtarma şeklindedir.
Ahmed, Ukbe b. AnuYden Rasulullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet
etti: "Kim, bir mümin köleyi azat ederse o, onun ateşten
kurtuluşudur." Yine Ahmed, Bera b. Azib'ten rivayet etti: Bir bedevi
Rasulullah (s.a.)'a geldi ve şöyle dedi: Ya Rasulallah! Bana, beni cennete
koyacak bir amel öğret. Şöyle buyurdu: "Kısa konuştun ama, meseleyi
anlattın. Can azat et, bağı çöz." İkisi de aynı değil mi, dedi.
"Hayır. Can azat etmen, tek başına yap-mandır. Bağı çözmen de azadına
yardım etmendir." buyurdu.
Ahmed, Tirmizi ve Nesai, Selman b. Amir'den rivayet etti: Rasulullah
(s.a.) şöyle buyururken işittim: "Miskine sadaka, bir sadakadır. Yakına
olursa ikidir. Sadakadır ve sıladır."
"Sonra da iman edenlerden, birbirlerine sabrı tavsiye, merhameti
tavsiye edenlerden olmaktır." Allah'a, Rasulü'ne, kitaplarına ve ahiret
gününe iman ettikten sonra sözü edilen hayır işleri yapan. Zira bu hayırlar
iman şartı ile faydalıdır. Salih işler yapan müminler zümresinden eziyete karşı
sabrı ve onlara rahmeti tavsiye edenlerdir. Peygamber (s.a.) bir hadiste şöyle
buyurdu: "Rahmet edenlere Rahman da rahmet eder. Yerdekine merhamet edin
ki, gökteki de size rahmet etsin."[12]
Başka bir hadiste de: "İnsanlara merhamet etmeyene Allah da rahmet etmez
"[13]
buyrulmaktadır.
Sabır aynı zamanda Allah'a kullukta ve günahlardan uzak kalmada,
musibet ve belâlarda da vardır. Allah'ın kullarına rahmet kalbi inceltir. Kalbi
ince olan da, yetim ve miskinle ilgilenir, sadaka ile hayır amelini çoğaltır.
Ardından Allah Tealâ bunların mükâfatlarını müjdeleyerek buyurdu ki:
"İşte bunlar amel defteri sağ taraftan verilenlerdir."
Cennetlikler onlardır. Allah Tealâ şöyle buyurdu: "Amel defterleri sağ
taraftndan verilenler ne mutlu insanlardır. Amel defterleri sağ taraftndan verilenler!
Dikensiz kiraz, meyveleri tıklım tıklım muz ağaç(lar)ı, yayılmış gölge, daima
akan su, kesilmeyen, yasak da edilmeyen birçok meyve arasında ve yükseltilmiş
döşeklerdedirler." (Vakıa, 56/27-34).
Karşılaştırma ve ibret için onların tersi olanları da zikretti:
"Ayetlerimize küfredenler ise, amel defterleri sol taraftndan
verilenler. Ki, üzerlerine kapıları sımsıkı kapatılmış bir ateş içinde
olacaklardır." İndirilen ayetleri ve evrendeki kudretimize delâlet eden
ayetleri inkâr edenler, onlar amel defterleri sol tarafından verilenlerdir.
Onları kapılan sımsıkı kapatılmış olan ateş çevrelemiştir. Allah Tealâ şöyle
buyurdu: "Amel defterleri sol taraftndan verilenler, ne bedbahttır onlar,
amel defterleri sol taraftndan verilenler. (Ateşin) sıcaklığı ve kaynar bir su
ve bir de kapkara dumandan bir gölge içindedirler. O gölge onlara ne bir
serinlik ne de bir fayda verir." (Vakıa, 56/41-44)
[14]
Ayetler şu hususlara işaret
etmektedir:
1- "Biz ona vermedik mi,
iki göz, bir dil ve iki dudak..." ayetleri, Allah Tealâ'nın insandaki
hakkı görme, onu ifade etme, hakkı batıldan ayırt etme nimetleri, sonsuz
kudretine delâlet, insanın iman ve küfürü ya da saadet ve şekaveti, hayır ve
şerri seçmesi ilkesini izah içindir. Nitekim şöyle buyurdu: "Biz ona yolu
gösterdik? İster şükredici ister nankör." (Dehr, 76/3)
2- Bu nimetler onlara şükrü,
Allah'a itaati, masiyetten kaçınma, belâ ve sıkıntılarda sabrı tavsiye, halka
merhameti (acıma ve şefkati), köle azadını, yetimleri, dulları ve düşkünleri
doyurmayı kapsayan salih amel ile ahiretteki kurutuluşa hazırlanmayı
gerektirmektedir. Kıtlık, zaruret ve
açlık durumlarında malın verilmesi nefse daha zordur, ecri de daha fazladır.
Bu nedenle de: "Açlık gününde" buyurmuştur. Nitekim diğer ayetlerde
şöyle buyuruldu: "kendi isteklerine rağmen miskini doyururlar."
(Dehr, 76/8), "Mala sevgisine rağmen verir." (Bakara, 2/177).
İman bu hayır amellerinin kabul şartıdır. Sonraya bırakılması aşağıdan
yukarı gittiği içindir. Sıralama anma sıralamasıdır, zamanlama değildir.
Bunlar cennet ehlidirler. Kitaplarını sağdan alacak olanlar onlardır.
Kemâl konusunda iki hususun zikredildiğine dikkat edilmeli: Azat etme ve yedirme ile iman. Tekmil konusunda da iki şey zikretti: Dini vazifelerde sabrı, insanlara karşı da merhameti tavsiye. Her ikisi de, Allah'ın emrini tazim ve Allah'ın mahlukâtına şefkati ihtiva etmektedir. Ancak birincide halk tarafı, ikincisinde de Hak tarafı önce anıldı.[15]
3- Allah Tealâ karşılaştırma
yapılsın ve ibret alınsın diye saadete erecek olanlardan sonra sonunda bedbaht
olanları zikretti. Birinci grup, Kufan'ı inkâr edenlerdir. Onlar kitaplarını
sollarından alacaklardır. Sonları da, kapıları aralarından kapatılacak olan
ateştir.
[16]
[1] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/506.
[2] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/506.
[3] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/506-507.
[4] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/508.
[5] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/508-509.
[6] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/509.
[7] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/509-510.
[8] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/510-511.
[9] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/512.
[10] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/513.
[11] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/513.
[12] Ahmed, Ebu Davud, Tirmizi ve
Hakim, İbni Ömer (r.a)'den rivayet etti.
[13] Buhari, Müslim ve Tirmizi,
Cerir b. Abdullah'tan rivayet etmiştir.
[14] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/513-515.
[15] Razi, XXXI/187;
Garâibul-Kur'ân, XXX/102.
[16] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/515-516.