Mekke'de inmiştir, 19
âyettir,
Alak sûresi, ki buna İkra'
sûresi de denir, Mekke'de inmiş olup şu meseleleri ele almaktadır:
1. Peygamberlerin
sonuncusu olan Hz. Muhammed (a.s.)'e ilk vahyin
inişi,
2. İnsanın,
mal sebebiyle taşkınlık yapması ve Allah'ın emirlerine karşı çıkması,
3. Bedbaht Ebû Cehil'in kıssası ve onun, Hz.
Peygamber (s.a.v)'i namazdan alıkoyması
Bu mübarek sûre, Yüce
Allah'ın, ebedî mucize olan bu Kur'ân'ı değerli
Peygamberine indirmek suretiyle ona lütufta bulunduğunu açıklayarak ve ona ilk
nimeti hatırlatarak başlar, ki bu sırada Hz.
Peygamber (a.s.), Kur'ân âyetleri ile vahyin
kendisine indiği yer olan Hira Mağarası'nda Rabbine
ibadet etmekteydi. "Yaratan Rabbinin adıyla oku... O, insana, bilmediklerini
öğretti"
Daha sonra sûre,
kuvvet ve servetine güvenerek bu hayatta insanın, taşkınlık yaptığından ve
zenginlik nimeti sebebiyle Allah'ın emirlerine isyan ettiğinden bahseder. Oysa
insanın yapması gereken, nimetlere nankörlük etmek değil, lütfuna
karşı Rabbine şükretmektir. Sûre, insanın, yaptıklarının karşılığını almak için
Rabbine döneceğini hatırlatır: "Gerçek şu ki, insan kendisini zengin
gördüğü için azar. Kuşkusuz dönüş yalnız Rab-binedir."
Bundan sonra sûre, bu
ümmetin Firavunu olan Ebû Cehil kıssasını ele alır. Ebû Cehil putlara yardım etmek için Hz.
Peygamber (a.s.)'i tehdit eder ve onu namazdan alıkoymaya çalışırdı:
"Namaz kıldığında bir kulu men edeni görmedin mi?"
Bu mübarek sûre o
bedbaht kâfirin, sapıklık ve taşkınlığına devam ettiği takdirde en şiddetli azapla
tehdit ederek sona erer. Aynı zamanda o Yüce Peygamber (a.s)'e, bu günahkâr
suçlunun tehditlerine kulak asmamasını emreder: "Hayır, hayır! Eğer
vazgeçmezse derhal alnından yakalarız... Hayır, ona uyma, Allah'a secde et ve
ona yaklaş"
Sûre, okuma ve öğrenmeye
davet ile başlayıp namaz ve ibadetle sona erer ki, ilim ile amel beraber olsun
ve sûrenin başı ile sonu arasında uyum bulunsun. [1]
Bismillâhirrahmânirrahîm
1, 2. Yaratan
Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir embriyondan yarattı.
3, 4, 5. Oku
(ve öğren!) İnsana bilmediklerini öğreten ve kalemle yazdıran Rabbin bolca
ikram edendir.
6, 7, 8.
Gerçek şu ki, insan, kendini zengin görerek azar. Kuşkusuz dönüş Rabbinedir.
9, 10. Namaz
kıldığında bir kulu (Peygamber'i namazdan) men' edene ne dersin?
11, 12. Ne
dersin, ya o, doğru yolda idiyse yahut i-yiliği ve kötülükten sakınmayı emretti ise!
13, 14. Ne
dersin! yalanlar ve yüz çevirirse.Yoksa o, (olanları) Allah'ın görmekte
olduğunu bilmedi mi!
15, 16, 17, 18, 19. Hayır! hayır! Eğer vazgeçmezse derhal alnından yakalar cehenneme
atarız. O, hemen gidip meclisini çağırsın. Biz de zebanileri çağıracağız.
Hayır! Ona uyma! Allah'a secde et ve (yalnızca O'na) yaklaş!
Alak, donmuş kan mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur.
Rahme yapışıp asıldığı için ona bu isim verilmiştir.
Mutlaka yakalarız.
şiddetli ve kuvvetli bir şekilde çekmek demektir. Dilciler şöyle der: Bir kimse
bir şeyi yakalayıp şiddetli bir şekilde çektiğinde der. "Atının yelesinden tutup çekti"
mânâsına denir. Şâir şöyle der:
Onlar öyle bir kavim
ki, feryat çoğaldığında, onların bir kısmını atlarını dizginleyenler, bir
kısmını da atların yelelerinden çekenler olarak görürsün.[2]
Nâsiye, başın ön tarafında bulunan saç, yani perçem.
Zebaniye, itmek
mânâsına gelen kelimesinden alınmış olup
"zebaniler" demektir. Burada onlardan maksat sert ve acımasız olan
azap melekleridir. Araplar, şiddetle yakalayan kimselere bu ismi verirler. Şâir
der ki:
Hazar da çok yediren,
savaşta iyice yaralayanlar, kalın ve uzun boyunlu, iri cüsseli zebaniler.[3]
Rivayete göre mel'ûn Ebû Cehil bir gün
arkadaşlarına: "Muhammed aranızda yüzünü toprağa sürüyor mu? Yani,
önünüzde namaz kılıp secde ediyor mu?" dedi. Arkadaşları, "evet"
dediler. Bunun üzerine Ebû Cehil: "Lât ve Uzzâ'ya yemin olsun, onu
böyle namaz kılarken görürsem, mutlaka ensesine binecek ve yüzünü toprağa
sürteceğim" dedi. Bir gün geldi ve Ra-sulullah (s.a.v)'i namaz kılarken gördü. Boynuna basmak maksadıyle geldi. Arkadaşları onun hemen geri döndüğünü ve
elleriyle korunduğunu gördüler. Ona, "Sana ne oldu?" diye soruldu.
Dedi ki: "Benimle onun arasında ateşten bir hendek, korkunç bir varlık ve
kanatlar meydana geldi. Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle
buyurdu: "Eğer bana yaklaşsaydı, melekler onu kapıp parça parça edeceklerdi" Bunun üzerine Yüce Allah,
"Namaz kıldığında bir kulu men edeni görmedin mi?" âyetlerini
indirdi.[4]
1. Bu, Hz. Peygamber (a.s.)'e yöneltilmiş ilk ilâhî hitaptır. Bu
hitapta okuma, yazma ve ilme, çağrı vardır. Çünkü ilim, İslam dininin simgesi
ve sembolüdür. Yani Ey Peygamber! Bütün mahlûkâtı yaratan ve bütün âlemleri
meydana getiren Yüce Rabbinin adıyla başlıyarak ve
ondan yardım dileyerek Kur'ân'ı oku.
Bundan sonra Yüce
Allah, insanın şanının yüce olduğunu göstermek için bu yaratma olayım şöyle
buyurarak açıkladı: [5]
2. Allah,
Mahrukatın en şereflisi ve güzel şekilli bu insanı alakadan yarattı. Alaka,
küçük kurt (embriyon) demektir. Modern tıp isbat
etmiştir ki, insanın yaratılmış olduğu meni, gözle görülmeyen, ancak
mikroskopla görülebilen, başı ve kuyruğu olan küçücük spermleri ihtiva etmektedir.
En güzel yaratıcı olan Allah yücedir.[6] Kurtubî şöyle der: Yüce Allah, insanın şerefini göstermek
için burada özellikle onu zikretti. Alaka, sıvı kan parçasıdır. Rutubetli
olduğu için, üzerinden geçtiği şeye yapıştığından
dolayı ona bu isim verilmiştir.[7]
3. Ey
Peygamber! Oku, Rabbin yüce ve kerem sahibidir. Hiçbir kerem sahibi O'na denk
olamaz ve denklikte O'na yaklaşamaz. Kullara, bilmedikleri şeyleri öğretmesi,
O'nun kereminin sonsuzluğunu gösterir. [8]
4, 5. O,
kalemle yazıp çizmeyi öğretendir. İnsanlara, bilmedikleri ilim ve bilgileri O
öğretmiştir. Onları cehalet karanlıklarından ilim aydınlığına çıkaran O'dur.
Yüce Allah kalemle yani bir vasıtayla öğrettiği gibi, her ne kadar okuma-yazma
bilmeyen bir ümmî olsan da, vasıtasız olarak da sana öğretecektir. Kurtubî şöyle der: Yüce Allah, yazmayı öğrenmenin fayda ve
faziletine dikkat çekti. Çünkü onda, insanın kavrayamayacağı kadar büyük
faydalar vardır. Yazmakla ancak ilimler tedvin edilmiş, hikmetler kayda geçirilmiş,
öncekilerle ilgili haberler ve onların sözleri zaptedilmiş
ve Allah tarafından indirilmiş olan kitaplar yazılmıştır. Yazı olmasaydı ne
dünya ne de din işleri düzelirdi.[9]
Bu beş âyet, Kur'ân'ın ilk inen âyetleridir. Nitekim sahih hadislerde
geldiğine göre, Hz. Peygamber (a.s) Hira Dağı'nda ibadet ederken melek ona gelmiş ve
"Oku" demiştir.[10] Rasulullah (s.a.v)'da:, "Ben okuyamam" demiştir. Ibn Kesîr şöyle der: Kur'ân'dan
ilk inenler, bu mübarek âyetlerdir. Bunlar, Allah'ın, kullarına karşı ilk rahmeti
ve onlara ihsan ettiği ilk nimetidir. Bu âyetlerde, insanın alakadan
yaratılmaya başlandığına, insana bilmediği şeyleri öğretmiş olmasının Yüce
Allah'ın kereminden olduğuna dikkat çekilmiştir. Yüce Allah ilimle insanı
şereflendirmiş ve değerlendirmiştir. İlim Öyle bir güç ve değerdir ki, Âdem
(a.s.) onun sayesinde meleklere üstün olmuştur.[11]
Bundan sonra Yüce
Allah insanın şımarıklık ve taşkınlığının sebebini bildirmek üzere şöyle
buyurdu: [12]
6. Gerçek şu
ki insan, mutlaka taşkınlık yapıp nefsin arzusuna uyarak haddi aşar. Yüce
Rabbine karşı kibirlenip büyüklük taslar. [13]
7. Zira mal
ve servet sahibi olup kendini zengin görmüş ve şımarmıştır.
Bundan sonra Yüce
Allah onu tehdit edip korkutmak üzere şöyle buyurdu: [14]
8. Ey İnsan!
Kuşkusuz dönüş, sadece Rabbine olacaktır. O sana amellerinin karşılığım
verecektir. Bu âyette, bu gibi insanları, taşkınlıklarının akibetinden
sakındırma ve tehdit vardır. Sonra bu
âyet umûmî olup her kibirli ve taşkın kimseyi kapsamaktadır. Tefsirciler şöyle
der: Bu âyetten, sûrenin sonuna kadar olan bölüm, Ebû
Cehil hakkındadır. Sûrenin ilk âyetlerinin inişinden uzun bir müddet sonra
inmiştir. Ebû Cehil malının çokluğuyla taşkınlık
gösterir ve Hz. Peygamber (as.)'e aşırı düşmanlık
yapardı. Fakat burada, sebebin hususiliğine değil, lafzın umumîliğine itibar
olunur.[15]
9, 10. Bu
âyet, bedbaht kâfirin durumuna hayret edileceğini ifade eder. Yani Ey
Peygamber! Allah'ın kullarından bir kulu, namazdan alıkoymaya çalışan o
günahkâr suçlunun haline ne dersin? Aklı ne az, yaptığı iş ne çirkin!! Ebussuûd der ki: Bu âyet, o taşkının durumunun çirkin ve
âdi olduğunu ve bunun şaşılacak bir iş olduğunu ifade eder ve onun durumunun,
hayret edilecek derecede âdi ve garip olduğunu bildirir.[16]
Tefsirciler, namaz kılan bu kulun Hz. Peygamber
(a.s.); onu engellemeye çalışanın da mel'ûn Ebû Cehil olduğunda görüş birliğine varmışlardır. Çünkü Ebû Cehil şöyle demiştir: "Muhammed'in namaz kıldığını
görürsem, mutlaka onun boynunu çiğneyeceğim."[17]
11. O
namazdan alıkoymaya çalıştığın, namaz kılan o kul yani Muhammed (s.a.v), salih ve söz ve fiilinde dosdoğru yolu bulmuş birisi ise,
ne dersin?! [18]
12. Yahut,
hidayete ve doğru yola çağırarak ihlas ve Allah'ı
birlemeyi emreden birisi ise!? Onu nasıl engeller ve akkorsun?[19] Ey geri
zekâlı! Ne kadar aptalsın ki, şu vasıfları taşıyan kişiyi namazdan alıkoymaya
çalışıyorsun. O Allah'ın kulu, itaatkâr, doğru yolu bulmuş Allah'a boyun eğmiş,
hidayete ve doğru yola çağıran birisidir. Bu, ne kadar şaşılacak bir şey!
Bundan sonra Yüce
Allah, Hz. Peygamber (a.s.)'e hitaba döndü ve şöyle
buyurdu: [20]
13. Ev
Peygamber! O, Kur'ân'ı yalanlar ve imandan yüz
çevirirse ne dersin? [21]
14. O
bedbaht bilmiyor mu ki Allah, onun bütün hallerinden haberdardır. Yaptıklarını
gözetlemektedir. Yaptıklarının karşılığını verecektir. Yazıklar olsun ona! Ne
kadar cahil ve aptaldır!
Bundan sonra Yüce
Allah, onu menetmek için şöyle buyurdu: [22]
15. O
günahkâr Ebû Cehil, bu sapıklık ve taşkınlığını
bıraksın. Allah'a yemin olsun, eğer Peygamber (a.s.)'e eziyeti bırakmaz, içinde
bulunduğu inkâr ve sapıklıktan vaz geçmezse, onu kesinlikle perçeminden yakalıyacağız.
Onu şiddetle cehenneme sürükleyip oraya atacağız. [23]
16. Bu
perçemin sahibi yalancı ve günahkâr olup suçu çoktur. İbn
Cüzey şöyle der: Perçemin, yalancılık ve günahkârlık
sıfatı ile nitelenmesi mecazdır. Gerçekte yalancı olan ve günah işleyen, onun
sahibidir. Hâti, kasten günah işleyen; muhti ise kasıtsız günah işleyen demektir.[24]
17. Kendi
meclisinde bulunanları çağırsın ve onlardan yardım istesin. [25]
18. Biz de,
cehennem bekçileri yani sert ve acımasız melekleri çağıracağız. Rivayete göre,
Hz. Peygamber (s.a.v) İbrahim'in (a.s.) makamında
namaz kılarken, yanına Ebû Cehil geldi ve şöyle dedi:
Ey Muhammedi Ben sana namaz kılma demedim mi? Bunu duyan Hz.
Peygamber (s.a.v.) ona sert konuştu. Bunun üzerine Ebû
Cehil: "Ey Muhammedi Beni ne ile tehdit ediyorsun. Vallahi, ben bu vadide
en çok taraftarı olan kimseyim" dedi. Bu olaydan sonra Yüce Allah,
âyetlerini indirdi. İbn Abbâs
şöyle der: Eğer taraftarlarını çağırsaydı, azap melekleri o anda onu hemen yakalayacaktı.[26]
19. Hayır! O
günahkâr bundan vazgeçsin! Ey Peygamber! Sen de, onun "namazı terket" çağrısına uyma. Secde ve namazlarına devam et
ve böyle yaparak Rabbine yaklaş. Hadiste şöyle buyrulmuştur:
"Kulun, Rabbine en yakın olduğu durum, secdedeki durumudur."[27]
Bu mübarek sûre birçok
edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. "Rabbinin
adıyla oku" âyetinden sonra "Oku, rabbin kerem sahibidir"
âyetinde fiilin tekrarıyla itnâp yapılmıştır. Bu,
okuma ve ilmin şanına daha fazla önem verildiği içindir.
2. kelimeleri arasında cinâs-ı nakıs vardır.
3. "İnsana
bilmediğini öğretti" âyetinde tıbâk-ı selb vardır.
4. "Bir
kulu (Peygamberi) engellemeye çalışana ne dersin?" âyetinde kinaye vardır.
Yüce Allah Hz.
Peygamberin şanını yüceltmek ve
değerini yükseltmek için "seni engelleyen" demeyip "kul"
kelimesini zikretmiştir.
5. "Engellemeye
çalışana ne dersin?" âyeti ile "Eğer o, doğru yolda ise ne
dersin?" âyetindeki soru, yasaklamaya
çalışanın durumunun hayret verici olduğunu ifade etmek içindir.
6. "O
yalancı, günahkâr perçem" âyetinde mecâz-ı aklî vardır. Sahibi yalancı ve
günahkâr olan perçem, demektir. Dolayısıyle yalan,
perçeme mecaz olarak isnad edilmiştir.
7. gibi âyet
sonlarında seci' murassa vardır.
Yüce Allah'ın yardımı
ile "Alak Sûresi"nin tefsiri bitti. [28]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/363.
[2] Bahr, 8/491
[3] Rûhu'l-meânî,
30/188
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/365.
[4] Müslim, Münafikin, 38
Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/658, Hâzin, 4/270
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/365.
[5] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/365-366.
[6] Bkz, et-Tıb
Mihrâbu'1-îman, 2/53
[7] Kurtubî, 19/119
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/366.
[8] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/366.
[9] Kurtubî, 19/120
[10] Buhârî ve Müslim, Hz. Âişe'nin (r.anhâ) şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: "Rasullullah (s.a.v)'a ilk vahiy başlangıcı, sadık rüya
şeklinde olmuştur. O hiçbir rüya görmezdi ki, sabah aydınlığı gibi açık
gelmesin. Sonra ona yalnızlık sevgisi verildi. Artık Hirâ
Dağı'na gelir, orada günlerce İbadet ederdi... (Buhârî,
Bcd'ül-vahy, 3; Müslim, îman, 252.
[11] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/656
[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/366-367.
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/367.
[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/367.
[15] Sâvî Haşiyesi, 4/336; Kurtubî, 19/123
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/367.
[16] Ebussuûd, 5/274
[17] Daha önce geçen Nüzul sebebine bak.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/367.
[18] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/367.
[19] Açık olan şudur ki, hidayet üzere olan veya takvayı
emreden Muhammed (s.a.v)'dir. Bu İbn
Atıyye ve cumhurun tercihidir. Zemahşerî,
bu âyetlerin, namazdan alıkoymaya çalışan kimse hakkında olduğu kanaatmdadır. Bu zayıf bir görüştür.
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/367-368.
[21] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/368.
[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/368.
[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/368.
[24] Teshîl, 4/209
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/368.
[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/368.
[26] Kurtııbî, 19/127
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/368.
[27] Müslim, Salat, 215
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/368.
[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/369.