Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konular:
İnsanın Dehşete Kapılıp Şaşırması
Yeryüzünün Haberlerini Anlatması
İnsanların Dağınık Halde Bölük Bölük Gelmesi
Herkes Dünyada İşlediğini Orada Ayan-Beyan Görecektir
Sûre Mekke'de mi,
Medine'de mi inmiştir? İlim adamlarının farklı tesbit
ve görüşleri vardır.
a) İbn Abbas R.A.), Katade ve bu ekole bağlı olanlara göre : Medine'de;
b) İbn Mes'ûd (R.A.), Atâ ve Câbir'e (R.A.) göre : Mekke'de inmiştir. [1]
Birinci âyetinde
kıyamet olayı sebebiyle yerkürenin müthiş sarsılacağı konu edilmekte ve bu
mânaya delâlet eden «zilzal» aynı zamanda sûreye isim
olmaktadır.
Allâme Zemahşerî'ye göre : Bu sûre. Nisa Sûresi'nden sonra inmiştir[2]
Âyet sayısı
: 8
.-
Kelime »
: 35
Harf » : 149[3]
1- Kıyamet
olayının müthiş safhalarından biri tasvîr ediliyor.
2- Âhiret gününde insanların gruplar halinde hesaba çekileceği
ve herkesin, dünyada işlediği ameline göre karşılık alacağı haber veriliyor.
3- Dünyada
işlenen en küçük iyilik ve kötülüğün kaybolmayacağına ve bunların âhiret gününde mutlaka karşılık göreceğine değiniliyor. [4]
1- Yerküre o
müthiş deprem ile sarsılacağı,
2- Yeryüzü
altındaki ağırlıklarını çıkaracağı,
3- Ve insan da «ne oluyor buna?» diyeceği zaman.
4-5- Yeryüzü
o gün -Rabbı ona vahyettiği
için- haberlerini anlatır da anlatır.
6- O gün insanlar -amellerinin kendilerine
gösterilmesi için- bölük bölük dağınık halde çıkıp
gelirler.
7- Artık kim zerre kadar bir iyilik yapmışsa onu
görecek.
8- Kim de
zerre kadar bir kötülük işlemişse onu görecek.
Mukatil diyor ki: «Bu sûre iki adam hakkında inmiştir: Biri,
kendi-disine bir dilenci gelince ona az hurma, biraz
ekmek kırıntısı veya azıcık ceviz içi ve benzeri bir şey vermeyi azımsar ve
şöyle derdi: «Bu verdiğim bir şey sayılmaz. Ama biz ancak sevdiğimiz şeyi
verince memnun oluruz; ecir ve sevap kazanırız.» Diğeri ise, az günaha, yalana
ve biraz harama bakmaya pek aldırış etmezdi de şöyle derdi: «Bundan dolayı aleyhime
bir günah veya azap gibi bir şeyin gerçekleşeceğini sanmıyorum. Cenâb-ı Hak ancak büyük günahlar sebebiyle Cehennem ateşi vaadet-m iştir.»
Bunun üzerine Cenâb-ı Hak onları az iyilik ve hayra teşvîk edip rağ-betlendirmek ve artırmasınlar
diye az günahtan sakınmalarını sağlamak üzere bu sûreyi indirdi[5]
İbn Ebî Hâtim'in Saîd b. Cübeyr'den yaptığı
rivayete göre : «Allah sevgisi için (veya mala olan sevgisine rağmen) fakire ve
yoksula, yetime ve esire yedirerek, «Sizi ancak Allah rızası için yediriyoruz.
Sizden ne bir karşılık, ne de bîr teşekkür bekliyoruz» derler..» mealindeki
İnsan Sûresi 8,9. âyetlerin delâleti karşısında Müslümanlardan bir kısmı az şey
verdikleri zaman me'cur olamıyacaklarını,
yani kendilerine bundan dolayı manevî ecir verilmiyeceğini
sanıyorlardı. Bir kısmı ise, az yalan, az günah, harama az bir bakış ve az bir
gıybetten dolayı kınanmıyacaklarını düşünüyor ve :
«Allah ancak büyük günahlara karşılık Cehennem ateşini vaa-detmiştir» diyorlardı. Bunun üzerine konumuzu oluşturan
sûre inmiştir.[6]
Abdullah b. Amr b. Âs (R.A.) diyor ki: «Bu sûre indiği zaman Ebû Bekir Sıddîk (R.A.) orada
oturuyordu ve sûrenin tilâvetini duyunca ağladığı görüldü. Bunun üzerine Resûlüllah (A.S.) Efendimiz ona: «Ya
Ebâ Bekir! Seni ağlatan nedir?» diye sordu. O da şu
cevabı verdi: «Bu sûre beni ağlattı.» Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz ona şöyle buyurdu: «Eğer siz hatâ ve günah işlemiyecek
olsaydınız, Cenâb-ı Hak sizden sonra hatâ ve günah
işleyen bir ümmet yaratırdı.» [7]
Enes b. Mâlik (R.A.)den yapılan rivayete göre, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: «Kim izâ zülzilet sûresi'ni okursa, bu
onun için Kur'ân'ın yarısına denktir. Kim kul huvallah sûresi'ni okursa, bu onun için Kur'ân'ın
üçte birine denktir. Kim de kul ya eyyühe'l-kâfi-rün sûresi'ni
okursa, bu onun için Kur'ân'ın dörtte birine
denktir.» [8]
Hz. Ali (R.A.)den yapılan rivayete göre, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: «Kim izâ zülzilet sûresi'ni dört
defa okursa, Kur'ân'ın
tamamını okuyan kimse gibi olur.» [9]
Hz. Adiy (R.A.)den yapılan
rivayete göre, Resûlüllah (A.S.) şöyle buyurmuştur :
«Yarım hurmayla veya
güzel bir sözle olsun Cehennem ateşinden sakının!» [10]
İyilikten yana hiçbir
şeyi küçümsemeyin; isterse (bu iyilik) kendi kovandan, su talebinde bulunanın
kabına (biraz su) akıtman olsun; isterse bu güler bir yüzle din kardeşini
karşılaman olsun..» [11]
«Ya
Aişe! günahları küçümsemekten sakın; çünkü günahları
Allah tarafından izleyip talep edenler (yazıp tesbit
edenler) vardır.» [12]
«Günahları
küçümsemekten sakının; çünkü gerçekten onlar adamın (işleyen kişinin) üzerinde
toplanır da onu helak eder.» [13]
“Yerküre o müthiş
deprem ile sarsılacağı zaman”
Kıyâmet olayında
birinci defa Sûr'a üfürülmekle kâinatta yer alan her yıldız ve sistem gibi,
yerküre de müthiş sarsılacak ve üzerinde canlı adına bir şey kalmayacak;
sadece olayın ilk dakika ve saniyelerini, yaşamakta olan insanlar büyük bir
şaşkınlıkla ve tarifi zor heyecanla: «Buna ne oluyor?» diyecekler. İşte bu
olaydan sonra ikinci hayatla ilgili düzen ve denge kurulacak ve Sûr'a ikinci defa üfürülecek.
Derken ölüler diriltilecek.
Yeryüzünün altındaki
ağırlıklarını çıkartması bu olayla yakından ilgilidir. Nitekim İbn Abbas (R.A.) ile Mücahid de bu yorumu benimsemiştir. Delilleri ise, Nâziât Sûresi 6. âyettir: «O gün (yeri) sarsan sarsacak;
ardı sıra bir diğeri izleyecek.» Ancak birinci üfürmeyle ikinci üfürme arasındaki
süre ile, birinci düzenin bozulmasıyla ikinci düzenin kurulması arasındaki
sürenin ne kadar olduğunu bilmiyoruz. Bu hususta bazı rivayetler varsa da çoğu
sahîh değildir ve delil gösterilmeye uygun görülmemiştir,
«Eskal»,
«sekal» veya «sıkahun çoğuludur.
Ağırlık manasına delâlet ederse de âyette daha çok şu iki şeyden birinin irâde
edildiği söylenebilir:
a) Toprak
altındaki ölüler,
b) Yerin
çekirdeğine yakın oian madenler.
Birinci manâyı tercîh
edenler, insan ve cinne «sakaleyn»
denildiğini delil gösterirler. İkinei manâyı tercih
edenler ise, yerin çekirdeğine doğru eriyik halde bulunan madenlerin
bulunduğunu dikkate alırlar.
Bunlar bizim yorumumuz.. Daha iyisini Allah bilir.[14]
“Ve insan da «ne oluyor buna?!» diyeceği
zaman..”
Kıyamet olayı çok kısa
bir süre içinde gerçekleşir. Hadîslerden anladığımıza göre, olay ani olarak
başlayacak ve o anlarda elindeki lokmayı ağzına götürmekte olan kişinin eli
ağzına ulaşamıyacaktır. Birkaç dakika içinde kâinatın
düzeni bozulurken yerkürede müthiş sarsıntı meydana gelecek ve böylece Dünya
yörüngesinden çıkacak.
İşte bu korkunç
manzaraya şahit olacak kimseler birkaç dakika veya saniye yaşama şansına sahip
olup bu süre içinde şaşkına dönecek.
Yâsîn Sûresi 49,50.
âyetlerle bu olay şöyle tasvir edilmektedir: «Onlar çekişip tartışırken
ansızın kendilerini yakalayıverecek bir haykırış beklerler. Artık (bu durumda)
ne bir tavsiyede bulunmaya güç getirebilirler, ne de ailelerine dönebilirler.»
Diğer bir yoruma göre:
Birinci nefha ile kâinatın düzeni bozulup, Allah'ın
dilediği müstesna, bütün canlılar ölecek ve ikinci hayat düzeni kurulduktan
sonra ikinci nefhayla canlılar dirilecek ve dirilip
gözlerini açanlar uykudan uyanır gibi olacaklar; önce büyük bir şaşkınlık
geçirerek «Buna ne oluyor?» diyecekler ve çok geçmeden
âhiret hayatının başladığını anlayacaklar. Nitekim
Yâsîn Sûresi 51,52. âyetlerle bu olay şöyle açıklanmaktadır : «Sûr'a
üfürülünce bir de ne bakarsın, kabirlerinden çıkıp Rablarına
doğru akın akın koşarlar. «Eyvah bize! Kim bizi
uyuduğumuz yerden kaldırdı?» derler. (Onlara): «Bu, Rahman (olan Allah)ın vaadet-tiği
ve peygamberlerin doğru söylediği (gündür) denilir.» [15]
“Yeryüzü o gün –Rabbı ona vahyettiği için
–haberlerini anlattıkça anlatır.”
Bu âyeti rivayet
yoluyla tefsîr edenler, Ebû Hüreyre'nin
(R.A.) rivayet ettiği şu hadîsi delil olarak gösterirler:
«Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz bu âyeti okuyunca, ashabına sordu:
- Yeryüzünün
haberlerinin ne olduğunu bilir misiniz? Onlar da:
- Allah ve Resulü daha
iyi bilir, dediler. Bunun üzerine Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz şöyle buyurdu:
- Yeryüzünün haber
vermesi, her erkek ve kadının neler işlediğini haber verip şahitlik etmesidir;
şu ve şu günlerde şunu şunu işlediniz, de-mesidir.» [16]
Diğer bir hadîste ise,
Efendimiz (A.S.) şöyle buyurmuştur?
«Yeryüzünden korunmaya
çalışın. Çünkü gerçekten o sizin ananızdır; onun üzerinde kim hayır ve serden
ne işlerse, o mutlaka bunu haber verecektir..»[17]
«Yeryüzü o gün -Rabbı ona vahyettiği için-
haberlerini anlatır da anlatır.»
İlâhî kudretin «Kelâm
Sıfatı»yla tecelli etmesi sonucu Allah'ın dilediği
her şey konuşmaya başlar. Ancak böyle bir tecelli doğrudan-yeryüzünü mü
konuşturmakla mı, yoksa insan ağzından çıkan her sesin olduğu gibi korunması
ve günü, saati gelince korunmakta olan ses dalgalarının ortaya çıkarılmasıyla
mı gerçekleşecektir? Her ikisi de mümkündür. Zira insanoğlunun günümüzde
geliştirdiği teknik imkânlarla sesler, renkler ve şekiller aynen tesbit edilmekte ve istenildiğinde yansıtılmaktadır. Beşer
gücünün ve irâdesinin bu noktaya geldiğine bakınca, ilâhî irâdenin nelere
muktedir olduğunu söylemeğe gerek var mıdır?
Kur'ân-ı Kerîm'deki bu çarpıcı anlatım insanlara nasıl bir
mesaj vermektedir? Âyetler üzerinde dikkatle durduğumuzda üc
yönlü bir mesaim verildiğini anlamakta gecikmeyiz :
1- Mevcut
düzeni kurup «Dünya» denilen küreyi insanların ve insanlardan yana yaratılan
diğer canlıların yaşamasına elverişli duruma getiren Cenâb-ı
Hak, ezelî plân ve programı, tesbit ve takdiri gereği
bu düzeni bozacak ve ikinci bir düzeni kalıcı olarak kurup insanların ikinoi hayatına uygun şartlarla hazırlayacaktır. O halde
ölüm olayı, büsbütün silinmek, yokluğa karışmak değil, daha kalıcı bir hayata
açılan kapıdan içeri girmektir. Zira bu ikinci hayatın şartları çok değişik
olduğundan, insana ona göre bir beden yapısı verilecek ve ebediyen ölmemesiye bir hüviyete kavuşturulacaktır.
Gerçek bu olunca
insanoğlu şu ölümlü hayatta, ölümsüz hayat için gereken hazırlığı yapmak
zorundadır. Zira ezeli takdir ve programı değiştirme kudret ve yetkisi bize
verilmediğine göre, ister istemez ona uymanın lüzumu kendiliğinden ortaya
çıkmakta ve akıl, irfan ve düşüncemize seslenilmektedir.
2- Yerkürenin
ağırlığının dışarıya atılması, ölülerin dirilip
kalkmasıyla gerçekleşir. Bu, ölümden sonra dirilmenin mutlak anlamda
tahakkuk edeoeği mesajını vermekte ve ona göre, Kitabullah'ta belirlenip programlandığı şekilde hayatı
düzene sokmayı ihtar etmektedir.
3- İnsanoğlunun
nerede ne işlediği, neler konuştuğu ve nasıl bir görüntü verdiği
melekler tarafından tesbit edilmekte ve en küçük bir
yanlışlığa meydan verilmeksizin korunmaktadır. Âhiret
gününde bunlar şahit
olarak getirilecek ve
her kişi neler İşlediğini, nasıl bir hayat sürdüğünü, ömrünü ne gibi konularda
harcadığını bir bir gözleriyle görüp kulaklarıyla
işitecektir. Bu, inanan her mü'minin günlük hayatını
çok dikkatlice değerlendirmesini ilham etmekte ve ilâhi muradın bu doğrultuda
olduğu mesajını vermektedir.
Nitekim yaşlı bir adam
Peygamber (A.S.) Efendimiz'e gelerek dedi ki:
- Ya
Resûlellah! Birçok konuları kendinde toplayıp taşıyan
kısa bîr sûreyi bana okuyunuz?
Bunun üzerine Resûlüllah (A.S.) ona izâ zülzilet sûresini okudu. Sûreyi bitirince adam şöyle dedi:
- Seni hak peygamber
olarak gönderen zata yemin ederim ki, bu sûrenin üzerine bir şey ilâve etmiyeceğim, (yani sık sık bu
sûreyi okuyup düşüneceğim). Sonra da arkasını dönüp ayrıldı. Resûlüllah (A.S.) şöyle buyurdu:
- «Adamcağız felah
buldu, adamcağız felah buldu!» Sonra da şunları ilâve etti: «Onu bana
getirin!» Adamı alıp getirdiklerinde aralarında şu konuşma geçti:
- «Kurban Bayramı günü
(kurban kesmekle) emrolundum, Cenâb-ı
Hak o günü bu ümmete bayram kılmıştır.»
Adam:
- Ben sadece bana bağışlanan bir dişi hayvandan
başka bir şey bulamıyorum. Onu Kurban edeyim mi? diye sordu.
Resûlüllah (A.S.) ona şu cevabı verdi:
- «Hayır, onu kurban
olarak kesme. Ama sen saç ve sakalını tıraş eder, tırnaklarını keser, bıyığını
kırpıp düzeltir, koltuk altının kıllarını gi-derirsen, bu senin için Allah yanında tastamam kurban
sayılır.» [18]
Böylece yaşlı adam bu
kısa sûredeki ilâhî mesajı bir anda kavramış ve ona göre yaşamasının gereğini
anlamıştı. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz de onu bu
idrâk ve imanından dolayı felah ile müjdelemiştir. [19]
«O gün insanlar
-amellerinin kendilerine gösterilmesi için- bölük bölük
dağınık halde çıkıp gelirler.»
Kabirlerin deşilmesi
ve ölülerin ikinci hayata diriltilip kaldırılması çok büyük bir olaydır. Ancak
o gün aile ve soy bağları kopuk olacağından kimse kimseye sahip çıkmayacak,
sadece şefaat için Allah'ın izin verdikleri bu genellemenin dışında kalacaktır.
Zira «aile» ve «soy» kavramı daha çok insan neslini devam ettirmeğe ve aile
yuvasını sağlam temel üzerine oturtmaya yöneliktir. Âhiret
gününde ise, ne nesli idâme, ne de aileyi koruma söz konusudur. [20] Orada
üreme olmayacağı gibi, her mü'minin Cennet'te
kendisine ayrılan nîmetten son derece memnun olacağı, tatminsizlik diye bir
duygunun kalmayacağı; başkasına verilen nîmete göz konulmayacağı ve kıskançlık
duymayacağı da kesindir. Aynı zamanda aç kalma, fakir düşme, hastalanma ve
yaşlanma, gıda maddesi bulamama endişesi de olmayacaktır.
O halde kabirlerden
kaldırılıp mahşer alanına bölük bölük sevkedilen insanlar, ailelerinin veya aşiretlerinin
oluşturacağı gruplar halinde değil; amel ve inançları daha çok birbirine
benzerlik arzedenlerin oluşturacağı topluluklar
halinde hesap alanına getirileceklerdir. Diğer bir yorumla, meleklerin kendi
ölçülerine göre, insanları gruplar halinde sevkedece-ğine işaret olabilir.
Kurtubî'nin bu konuda değişik bir yorum ortaya koyduğunu
görüyoruz. Ona göre, bir bölük sağ taraftan Cennet'in yoluna girerken, bir
başka bölük de sol taraftan Cehennem yoluna girer.
Bu yorum âyetin siyak
ve sibakına pek uymamaktadır. Zira insanların bölükler halinde gelmesi, amellerini
ve dolayısıyla o amellerin karşılığını görmelerine yönelik bir düzenlemedir.*
Cennet'e veya Cehennem'e sevkedilme ise, bu fasıldan
sonra başlar. Nitekim birinci yorumun ilk müfes-sir Ibn Abbas
(R.A.) tarafından da benimsendiğini görüyoruz. Adı geçen bu konuda şöyle
demiştir: «İnsanlar amellerine göre bölük bölük olup
hesap alanına getirilirler: İman ehli ayrı gruplar, küfür ehli de ayrı gruplar
halinde sevkedilirler.» [21]
«Artık kim zerre kadar bir
iyilik yapmışsa onu görecek; kim de zerre
kadar bir kötülük işlemişse onu görecek.»
Bu iki âyette birkaç
yorumu gerektiren bir anlatım tarzı hâkimdir. Şöyle ki: Herkes işlediği iyilik
ve kötülükleri mi, yoksa o iyilik ve kötülüğün karşılığını mı görecek? Konuyu Kur'ân-ı Kerîm'in bütünlüğü doğrultusunda
değerlendirdiğimizde o gün herkese dünyada işlediği büyük-küçük ne kadar iyilik
ve kötülükleri varsa mutlaka gösterilecek ve böylece kişi kendi hür iradesiyle
kendine nasıl bir gelecek hazırladığını anlayacak ve Ce-nâb-ı Hakk'ın kudretinden ve
ilminden hiçbir şeyin gaip olmadığmı, ola-mıyacağını müşahede edecektir.
Amellerin karşılığına
gelince : İşlenen günahlar tevbe ve istiğfarla, ciddi
pişmanlık duymakla bağışlanmışsa, artık kıyamet gününde onlara karşı ceza
takdîr edilmiyecektir. Sadece sahibine onları
işlediği gösterilecek ve bundan dolayı yaptığı tevbe
ve istiğfarın kabul olunduğu bildirilecektir.
İbn Abbas (R.A.) âyeti şöyle
yorumlamıştır:
«Kâfirlerden kim
dünyada zerre kadar bir kötülük işlemişse, âhirette
mutlaka şirkin azabıyla birlikte onunla cezalandırılacaktır. Onlardan kim
dünyada zerre kadar bir iyilik yapmışsa, dünyada onun karşılığını görür. Mü'minlerden kim dünyada zerre kadar şer işlerse, onun
karşılığını yine dünyada görür. Onlardan kim zerre kadar iyilik işlerse,
kendisinden kabul edilir ve âhiret gününde kat kat karşılığı verUir.»
Ünlü Müfessir Muhammed
b. Kâb el-Kurezî de bu
yorumu benimsemiştir[22]Birinci
yorumu destekleyenler daha çok şu âyeti delil göstermişlerdir:
«Herkesin iyilik ve
kötülükten ne işlemişse onu önünde hazır bulacağı günü bir düşünün ki, (o gün)
o, kendisiyle kötülükleri arasında uzak bir mesafenin bulunmasını ister. Allah
sizi kendisinden korkmanızla uyarır. Allah kullarına pek merhametli ve
şefkatlidir.» [23]
Böylece birçok
konuları, insan haklarını ve onlarla ilgili sorumluluk-
lan içeren bu âyetler, dosdoğru inanan kişileri
yönlendirici, kalplerinde koı ku
ve ümit duygusunu geliştirici ve hayatı düzende tutmalarını sağlayıc
bir muhtevadadır.
Rivayete göre ünlü
şâir Firezdak'ın dedesi Sa'saa,
Resûlüllah'a (A.S. gelip Ondan âyetini dinleyince,
hayli etkilenmiş ve şöyle demiştir: «Artık bu âyetten başka Kur'ân'daı
birşey dinlemiyecek bile
olsam pek üzülmem. Bu bana yeter; çünkü bı âyetler
öğüt ve yönlendirmenin doruğunda bulunuyor.» [24]
Zeyd b. Eslem'den yapılan
rivayete göre : Bir adam Peygamber (A.S.; Efendimize gelerek şöyle istekte
bulundu: «Allah'ın sana öğrettiğini banc öğret!»
Bunun üzerine Peygamber (A.S.) ona bir şeyler öğretmesi için bit adamı
görevlendirdi. O da ona izâ zülzilet
sûresini okuyup öğretti.âyetlerine gelince,
adam:«Bu bana yeter» diyerek arzu ettiğini öğrendiğini belirtmek istedi.
Durum Resûlüllah'a (A.S.) arzediiince,
şöyle buyurdu : «Onu kendi haline bırakı-verin. Çünkü gerçekten o dinde
anlayışlı ve bilgisi olma seviyesine gelmiş bulunuyor.» [25]
Zilzâl Süresiyle Âdiyât Sûresi
arasındaki münasebet:
Zilzâl Süresiyle, kıyametin korkunç ve müthiş safhalarından
biri haber verildi ve işlenen hiçbir amelin kaybolmayacağı; iyilik ve
kötülüğün mutlaka karşılık göreceği bildirildi.
Âdiyat Süresiyle, iyi-yararlı amellerin başında gelen Allah
yolundaki cihada ve bu maksatla kullanılan at ve benzeri araçlara dikkat
çekiliyor. Sonra da bu güzel ve kalıcı ameller dururken, ömrü boş şeyler
uğrunda harcayan nankörler uyarılıyor. [26]
[1] el-Câmi'u li-Ahkâmi'1-Kur'ân : 20/146
[2] Tefslrü'l-Keşşaf : 4/783
[3] Lübabu't-te'vll
: 4/400
Celal Yıldırım, İlmin
Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları:
13/6939.
[4] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6939
[5] Nisâbûrî/Esbabu'n-Nüzûl: 304
[6] Süyûtî/Esbabu Nüzûli'l-Kur'ân : 126
Celal Yıldırım, İlmin
Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları:
13/6941.
[7] Tirmizi, Hadisün
hasenün garibun. İbn Cerir Taberi,
Camiu’l-Beyan fi Tefsiri’l-Kur’an: 30/175.
[8] Tirmîzî/sevâbti'l-Kur'ân : 10
[9] Tefsîr-i Kurtubî: 20/146
[10] Buharî/edeb
: 34, zekât: 10, rikak
: 51, tevhîd :
36- Müslim/zekât: 66, 67, 68, 70- Tirmizî/kıyâmet:1,
zühd : 37
[11] Müslim/birr : 144- Dâremî/rikak : 24- Tirmizî/et'ime : 30 Ahmed :
3/483-5/63, 64, 173
[12] İbn Mace/zühd: 29- daremi/rikak: 17- Ahmed.1/402-
5/331-6/151
Celal Yıldırım, İlmin
Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları:
13/6941-6942.
[13] Ahmed : 6/70, 151
[14] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6942-6943..
[15] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6943-6944..
[16] Tirmizî/kıyâmet: 7 (Hadîsün hasenün'sahihtin).
[17] Mu'cemu't-Taberânî- İbn Kesîr : 4/539
Celal Yıldırım, İlmin
Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları:
13/6944..
[18] Ebû Dâvud/ramazan
: 9- Ahmed :
2/169
[19] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6945-6946..
[20] Bilgi için bak: Mü'minûn
Sûresi: 101. âyetin tefsiri
[21] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6947..
[22] Bilgi için bak : el-Câml'u Li-Ahkâmi'1-Kur'ân : 20/150, 151
[23] Âl-i Imrân Sûresi: 30
[24] İbn Hacer
el-Askalânl/el-lsabe Fi Temyizi's-Sahabe : «Sa'saa» ismi
[25] Tefsîr-i Kurtubî: 20/153
[26] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6948-6949..