Kur'aıı'da İman Ve Amel-İ Salih Ayrılmazlığı
Kur'an'daki Sırası : 103
Nüzul Sırası : 13
Ayet Sayısı : 3
İndiği Dönem : Mekke
Sûre,
insanın iman etmek ve salih amel işlemek, hakkı ve
sabrı tavsiye etmekten başka kurtuluş yolu olmadığını kesin bir şekilde vurgulamaktadır.
Sûrenin üslubu bu sûrenin de Leyi, A'lâ ve diğerleri
gibi ilk nazil olanlardan olduğu göstermektedir. Çünkü bu (Asr
Süresi] risalet (davet) in prensiplerinden genel
muhkem prensipleri içermektedir. Bazı rivayetler[1]
sürenin Medeni olduğunu belirtmiştir. Ne var ki, sürenin üslubu onun Mekki oluşunu göstermektedir ki, çoğunluk da bu görüştedir. [2]
Rahman ve Rahim
Allah'ın Adıyla
1- Asr'a[3]' andolsun ki,
2- İnsan
ziyandadır.
3- Ancak,
inanıp iyi işler yapaniar, birbirlerine hakkı tavsiye
edenler'[4] ve
birbirlerine sabrı tavsiye edenler müstesna
Sûre kısa olmasına
rağmen, insanların ancak tek Allah'a iman, amcl-i salih, hakkı ve sabrı tavsiye ile felah, başarı ve salah
bulacakları, bu yoldan sapanların da hüsrana uğrayacaklarını dile getirmekle
ilgili olarak kesin ve güçlü bir üsluba sahiptir.
Kısa olmasına karşılık
sûre, bütün insanlığa yönelik İslami çağrının
hedefini özetlemektedir. Bu sûrede tıpta A'Iâ ve
Leyi sûrelerinde olduğu gibi, genel mesajlar vardır. Bu yüzden biz sûrenin A'lâ ve Leyi sûreleri gibi, Alak,
Kalem, Müzemmil ve Müddesir
sûrelerinde inkarcıların tavırlarının anlatıldığı Kur'an
bölümlerinden önce nazil olduğu görüşünü tercih ediyoruz.
ilk Müslümanlar -
Allah onlardan razı olsun- bu sûrenin Öneminin büyüklüğünü biliyorlardı. Hatta
rivayete göre[5], Allah Rasulü'nün
ashabından iki kişi bir araya geldiklerinde ikisinden biri diğerine Asr Sûresi'ni okumadan birbirlerinden ayrılmazlardı. Safi,
-Allah Rahmet etsin- "İnsanlar bu sûreyi tefekkür edip inceleseler (tedebbür), onlara yeterli gelir' demiştir[6].
Yeri
gelmişken Asr sûresinin fazileti hakkında bazı
rivayetlerin bulunduğunu söylemek istiyoruz. Bakara sûresinde geçen (Bakara
238) "Namazları koruyun; özellikle orta namazı" âyetinde özel bir
tür olarak, bırakılmadan eda edilmesi emredilen "Salatu'l-Vustâ: Orta namazı", "İkindi (Asr)
namazı" olarak tefsir edilmiştir[7]. Bu
namaza, bu şekilde isim verilmesi onun faziletini ortaya koymaktadır. Rivayet
edildiğine göre[8] Peygamber (s) Medine'deki
mescidinde ashabı içinde oturur ve ashabı da O'nun etrafında balkalanir, O'nun öğrettiklerine ve öğütlerine kulak
verirler, insanlar problemlerinde O'na başvururlardı. Çünkü onlar bu vakitte
(ikindi), günlük meşguliyetlerinden kurtulmuş oluyorlar veya neredeyse
işlerini bitirecek noktaya geliyorlar, yaz mevsmindeki
sıcaklığın şiddeti de hafiflemiş oluyordu. Bundan dolayı bu namaza devam
etmeye (muhafaza) teşvik edilmiştir ki, bu durum açıkça görülmektedir. [9]
Taabbudî
(salt ibadet özellikli) olsun ya da olmasın "sâlihâl" kelimesi bütün hayır, iyilik ve maruf
türlerini içeren umumi-mutiak bir tabirdir. Tek olan
Allah'a ibadet, kendini O'na teslim edip O'nun dışmdakileri
(masiva) bir tarafa atmak, amel-i Salih'tir. Allah
yolunda cihad, zulüm ve zalimle mücadele, canı ve malı
bu yolda feda etmek amel-i sarihtir, hak ve adalete sarılmak, insaf etmek,
doğruluk ve eminiik amel-i salihtir,
iyilik ve takvada yardımlaşma, umumu ilgilendiren işleri yapmak amel-i salihtir, helal yoldan kazanmak, kişinin ailesine,
çocukları ve yakınlarına yönelik görevlerini yerine getirmesi amel-i salihtir. Kişinin insanlara iyi davranması amel-i salihtir vs. İşte bu şekilde sûre ve muhtevası risaletin bir amacını ortaya koymaktadır ki bu, içerisinde
hayır, merhamet, cömertlik, erdem ve Allah'a ihlas
-başka bir ifadeyle- içerisinde bütün hayırların ve iki dünya saadetinin
bulunduğu herşeyi müjdelemektir. Ne kadar yüce ve
sonsuz bir telkin ve hedef! Burada Şafii'den -Allah rahmet etsin- nakledilen
sözün kuvveti daha iyi ortaya çıkmaktadır. [10]
"Tevâsî" (tavsiyeleşmek) güçlü bir tabirdir. Çünkü
müşareket (orlakhk) özelliği taşımaktadır. İnsanın
hak ve sabra sırf kendi başına sarılması yeterli değildir. Aksine insanların
bu iki alanda dayanışma içinde olmaları, bazılarının diğerlerine bu ki hareketi
tavsiye etmeleri gerekir.
Hak ile tavsiyeleşmek
toplum fertlerinin hak ve hakkı gerçekleştirmek konusunda (hak, onların
tamamının desteklediği yürürlükteki hüküm verici olacak derecede) dayanışma
içinde olmalarını hedeflemektir.
Birbirlerine destek
olmak, sabr ile tavsiyeleşmek, -herhangi bir gevşeme,
zayıflık ve kaçma olmadan- üzücü olaylar, şiddetli zorluklarda hak ve hayırla
alakalı hareketlerinde birbirlerini desteklemek suretiyle toplum fertlerinin
yardımlaşma/dayanışma İçerisinde olmalarını hedeflemektedir.
Hak kavramının,
Allah'ın kulları üzerindeki, toplumun, fertler üzerindeki, toplumların
birbirleri üzerindeki, fertlerin diğer Teriler ve bağlı oldukları toplumları,
zayıf, güçsüz ve mahrumiyet içerisinde olanların güç, kudret ve imkan sahibi
olanlar üzerindeki haklarını kapsayan genel bir ifade olduğu incelenirse; hak
ile tavsiyeleşmenin Övülmesine ilişkin kıymetli Kur'an
telkininin;
-Bu (hak kavramının)
iman eden ve amel-i salih işleyenler için gerekli
kılınması;
-Kapsamlı anlamı
içerisine dahil olmasına rağmen salibal/salih amellerin arasında özellikle belirtilmesi,
-Umumi huzur,
toplumsal barış, öfke, kin, ayrılık, düşmanlık, haddi aşma/azgınlık, fakirlik
ve endişe/stres nedenlerinin sona ermesi yönlerinden, bu telkinin insanı ve insanlık
ailesini mükemmel bir dereceye (kemale) yükseltme amacmdaki
boyut açıklığa kavuşacaktır.
Öyle ki, toplum
içerisinde ferdiyetçilik yayılır, egoizm kuvvetlenir, ferdin, kendinden ve
hangi yoldan olursa olsun kendisine çıkar sağlamak için özel konumda olmaktan
başka bir şeye aldırmazlığı şiddetlenirse veya bir engel olmaksızın insanların
diğer bazılarının haklarını çiğnemesi ve düşmanlık göstermesi için alan
genişlerse ya da orada zayıfların haklan çiğnenir,
muhtaç olanlara yardım etme arzusu kaybolur, uyumluluk duygusu ve toplumsal
şefkat hissi zayıflar veya yok oiursa; bu (olumsuz
durumlar) toplumu temelinden yıkar.
Bu geniş anlamıyla
"hak ilkesi", İslami çağrının önemli
amaçlarından biri olacak kadar, Kur'an'ın tekrar tekrar ve birçok üslupla anlattığı değerli
prensiplerdendir. Bu ilkenin erken donemde inmiş bu sûrede, güçlü bir üslupla
yer alması, onun, risaletin önemli esaslarından biri
olduğunu göstermektedir. Şüphesiz bu durum, onun en kuvvetli göster-gelerindendir.
Sabr ve sabr ile tavsiyeleşmek hakkında da buna benzer şeyler
söylenilebilir. Zira bu şahsi-toplumsal ahlaki tavır, sağlıklı beşeri hayatın
gerekli esaslarmdandır. Kuran, feriler ve toplum
içerisinde bunun kuvetlendirilmesi ve onların
arasında kuvvetli huzur m hunun yaygınlaşmasını hedefiemektedr. İlk dönemlerde inen bu sûrede kuvvetli bir
üslupla, hak mefhumunun yer alması, bunun İslami
insan şahsiyetinin taşıması gerekli ahlaki ilkelerin en mühimlerinden kabul
edildiği fert ve toplum hayatında önemli ve zorunlu bir yer tuttuğunu
ispatlamaktadır. [11]
îmanın salih amelden önce gelmesinde, salih
amelin imandan kaynaklanmış olmasına işaret vardır. İman, sahibini hayra sevkedip onu serden uzaklaştırır, imanın amel-i salihle bİrarada gelmesi bunların
birbirinden ayrılmazlığının gerekli olduğunu, amel-i salibin imanın bir alamet
ve göstergesi olarak kabul edildiğini göstermektedir. İman ve salih amel arasındaki bu ayrılmazlık, Kur'an
âyetlerinin büyük bir kısmında görülmektedir ki, bu durum, bu ikisinin
arasındaki irtibatın ve uyumun kuvvetine ve onun iekid
edildiğine işaret edebilir. İmanın insanın derinliklerindeki dahili ve zati birsey olduğu göz Önünde tutulursa kendisini, kendisiyle
göstermesi imkansızdır. O'nu sadece salih amel
gösterebilir. Bu ayrılmazlığın kuvvelli bir hikmeti
vardır. Zira iman, sahibine iç huzuru ve sükuneti vermektedir ki bunlar o
kişinin amel ve hedeflerinin kesin bilgi, kararlılık, sebat, coşku ve sabırdan
kaynaklanmasını, bu yolda onun karşılaşacağı zorluklan ve yapması gereken
fedakarlıkları yüklenmesini sağlamakladır. Allah'a iman, Allah'a yönelmek,
O'nun gazabına uğramamak, rıza ve hoşnutluğunu kazanmak için ortada acil bir
çıkar etkeni olmadan veya en azından bu zorunlu olmaksızın, kişiyi hayır ve salih amele yönelmeye, şer, günah ve diğer kötü işlerden
uzak kalmaya sevkeder.
İmandan kaynaklanmayan
amel ise çok çeşitli tesirlerden, şahsî, çıkarcı ve şartlara bağlı
değerlendirmelerden dolayı kesintiye uğrama, tereddüt ve etki altında kalmakla
karşı karşıyadır. Çok kere kişi, eylemimde zorluk ve problemlerle
karşılaştığında veya bu iş fedakarlık gerektirdiğinde ya
da bunun arkasından çabucak elde edilecek bir iyilik ya
da engellenecek kötülük bu eyleminden vazgeçer. Başka bir açıdan imandan kaynaklanmadığı
zaman salih amelde canlılık, kesinlik, sebat ve
devamlılık olmaz ki. iman o ameli bizatihi canlı ve kuvvetli bir zorunlu iş
haline getirir.
Diğer bir
değerlendirmeyle salih amel yolunda kişinin
karşılaştığı zorluklar, ondan dolayı katlandığı fedakarlık ve sıkıntı,
harcadığı kuvvet ve çaba ne kadar olursa olsun, (iman) sahibini o işten
vazgeçmemeye sevkeder.
Hcrgangi birisi; köklü ahlaki eğitimin bir sonucu olarak,
iyilik özelliğinden dolayı hayır işleyenlerin bulunabileceğini iddia etmek
isterse, bu gruptaki insanların, bizim biraz önce ortaya koyduğumuz fikri
çürütmesi mümkün olamayacak derecede nadir kimseler olduklarını, toplumun,
sürekli olarak insanoğlunun mümkün olan en büyük kısmını etkileyecek ortak bir
yönlendiriciye muhtaç olduğunu, bu yönlendiricinin de imandan başka birşey olmadığını hatırlaması gerekir, öle yandan insan
tabiatının köklerinde yerleşmiş olan dindarlığın, bu yönlendiricinin kuvveti,
etkisi ve kuşatıeılığı için (önceden) yolu
hazırlaması bir başka husustur.
Herhangi birisi
Allah'a ve ahiret gününe iman eden mü'minlcrin büyük bir kısmının iyi iş yapmadıklarını veya
bu işleri ancak kendilerine yönelik bir karşılığını umarak işlediklerini
söylemek islerse; bunun cevabı şudur; Sözü geçen kişilerin imanları gerçek iman
olmayıp onlar "mü'min" olmaktan çok "müslüman"dirlar. (Nitekim) Kur'an
bu i-ki gurubu birbirinden ayırmış ve gerçek imanın
boyutuna ve sahibindeki etkisine dikkat çekmiştir:
"Göçebe Araplar:
"İnandık" dediler. De ki: inanmadım-, faka! "İslam olduk"
deyin. Fakal henüz iman kalplerinize girmedi. Eğer
Allah'a ve Elçisi'ne itaat ederseniz (Allah) yaptığınız güzel işlerden
hiçbirinin sevabını size eksik vermez. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.
"Müminler
onlardır ki, Allah' a ve elçisine inandılar, sonra şüphe etmediler. Allah
yolunda mallarıyla canlarıyla cihad ettiler. İste
doğru o/an/ar onlardır." (Hıtcıırat 49/14-15)
Ancak, her halükarda mü'minler arasında hayra yönelme mü'min
olmayanlardan daha kuvvetli bir biçimde devam etmektedir ki, bu her zaman
görülen, şahit olunan bir durumdur.
Ayrıca
sûrenin mutlak üslubu, onun Fatiha, A'la, Leyi, Fecr sûrelerinin özelliklerini taşıdığını göstermektedir.
Allah daha iyi bilir. [12]
[1] Bkz. Aluûsi
Tefsiri, c.30, s.227
[2] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/173.
[3][3] el-'Asr Güneşin
kırmızılaşmasına kadar günün sonudur. Buna ikindi de denilmektedir. Bazı miifessirler 'Asr'ın
"zaman" olduğunu söylemişlerdir. Bkz. Nisaburi Tefsiri.
Fakat çoğunluk birinci görüş üzerindedir.
[4] Tevâsav Onların bazısı diğerierine tavsiyede bulundu demektir.
[5] Bkz.fbn
Kesir Tefsiri.
[6] Bkz. A.g.e.
[7] Bkz. Ayetin tefsiri hakkında
Zemahşeri, Tabresi, İbn Kesir, Taberi ve Menar Tefsirleri.
[8] Maide sûresi 106. âyetin
tefsiri hakkında Zemahşeri, Tabresi
ve Menar Tefsirlerine bkz.
[9] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/174-175.
[10] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/175.
[11] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/175.
[12] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/176-178.