ASR SÛRESİ 2

Sûrenin Tanıtımı 2

Sâlihât Kavramı 2

Hak Ve Sabr İle Tavsiyeleşmek. 3

Kur'aıı'da İman Ve Amel-İ Salih Ayrılmazlığı 3


ASR SÛRESİ

 

Kur'an'daki Sırası       : 103

Nüzul Sırası                : 13

Ayet Sayısı                 : 3

İndiği Dönem             : Mekke

 

Sûrenin Tanıtımı

 

Sûre, insanın iman etmek ve salih amel işlemek, hakkı ve sabrı tavsiye etmekten başka kurtuluş yolu olmadığını kesin bir şekilde vurgulamaktadır. Sûrenin üslubu bu sûrenin de Leyi, A'lâ ve diğerleri gibi ilk nazil olanlardan olduğu göstermektedir. Çün­kü bu (Asr Süresi] risalet (davet) in prensiplerinden genel muhkem prensipleri içer­mektedir. Bazı rivayetler[1] sürenin Medeni olduğunu belirtmiştir. Ne var ki, sürenin üs­lubu onun Mekki oluşunu göstermektedir ki, çoğunluk da bu görüştedir. [2]

 

Rahman ve Rahim Allah'ın Adıyla

1- Asr'a[3]' andolsun ki,

2- İnsan ziyandadır.

3- Ancak, inanıp iyi işler yapaniar, birbirlerine hakkı tavsi­ye edenler'[4] ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler müstesna

 

Sûre kısa olmasına rağmen, insanların ancak tek Allah'a iman, amcl-i salih, hakkı ve sabrı tavsiye ile felah, başarı ve salah bulacakları, bu yoldan sapanların da hüsrana uğra­yacaklarını dile getirmekle ilgili olarak kesin ve güçlü bir üsluba sahiptir.

Kısa olmasına karşılık sûre, bütün insanlığa yönelik İslami çağrının hedefini özetle­mektedir. Bu sûrede tıpta A'Iâ ve Leyi sûrelerinde olduğu gibi, genel mesajlar vardır. Bu yüzden biz sûrenin A'lâ ve Leyi sûreleri gibi, Alak, Kalem, Müzemmil ve Müddesir sûrelerinde inkarcıların tavırlarının anlatıldığı Kur'an bölümlerinden önce nazil olduğu görüşünü tercih ediyoruz.

ilk Müslümanlar - Allah onlardan razı olsun- bu sûrenin Öneminin büyüklüğünü bili­yorlardı. Hatta rivayete göre[5], Allah Rasulü'nün ashabından iki kişi bir araya geldikle­rinde ikisinden biri diğerine Asr Sûresi'ni okumadan birbirlerinden ayrılmazlardı. Safi, -Allah Rahmet etsin- "İnsanlar bu sûreyi tefekkür edip inceleseler (tedebbür), onlara ye­terli gelir' demiştir[6].

Yeri gelmişken Asr sûresinin fazileti hakkında bazı rivayetlerin bulunduğunu söyle­mek istiyoruz. Bakara sûresinde geçen (Bakara 238) "Namazları koruyun; özellikle or­ta namazı" âyetinde özel bir tür olarak, bırakılmadan eda edilmesi emredilen "Salatu'l-Vustâ: Orta namazı", "İkindi (Asr) namazı" olarak tefsir edilmiştir[7]. Bu namaza, bu şe­kilde isim verilmesi onun faziletini ortaya koymaktadır. Rivayet edildiğine göre[8] Pey­gamber (s) Medine'deki mescidinde ashabı içinde oturur ve ashabı da O'nun etrafında balkalanir, O'nun öğrettiklerine ve öğütlerine kulak verirler, insanlar problemlerinde O'na başvururlardı. Çünkü onlar bu vakitte (ikindi), günlük meşguliyetlerinden kurtul­muş oluyorlar veya neredeyse işlerini bitirecek noktaya geliyorlar, yaz mevsmindeki sı­caklığın şiddeti de hafiflemiş oluyordu. Bundan dolayı bu namaza devam etmeye (mu­hafaza) teşvik edilmiştir ki, bu durum açıkça görülmektedir. [9]

 

Sâlihât Kavramı

 

Taabbudî (salt ibadet özellikli) olsun ya da olmasın "sâlihâl" kelimesi bütün hayır, iyilik ve maruf türlerini içeren umumi-mutiak bir tabirdir. Tek olan Allah'a ibadet, ken­dini O'na teslim edip O'nun dışmdakileri (masiva) bir tarafa atmak, amel-i Salih'tir. Al­lah yolunda cihad, zulüm ve zalimle mücadele, canı ve malı bu yolda feda etmek amel-i sarihtir, hak ve adalete sarılmak, insaf etmek, doğruluk ve eminiik amel-i salihtir, iyilik ve takvada yardımlaşma, umumu ilgilendiren işleri yapmak amel-i salihtir, helal yoldan kazanmak, kişinin ailesine, çocukları ve yakınlarına yönelik görevlerini yerine getirmesi amel-i salihtir. Kişinin insanlara iyi davranması amel-i salihtir vs. İşte bu şekilde sûre ve muhtevası risaletin bir amacını ortaya koymaktadır ki bu, içerisinde hayır, merhamet, cö­mertlik, erdem ve Allah'a ihlas -başka bir ifadeyle- içerisinde bütün hayırların ve iki dünya saadetinin bulunduğu herşeyi müjdelemektir. Ne kadar yüce ve sonsuz bir telkin ve hedef! Burada Şafii'den -Allah rahmet etsin- nakledilen sözün kuvveti daha iyi ortaya çıkmaktadır. [10]

 

Hak Ve Sabr İle Tavsiyeleşmek

 

"Tevâsî" (tavsiyeleşmek) güçlü bir tabirdir. Çünkü müşareket (orlakhk) özelliği ta­şımaktadır. İnsanın hak ve sabra sırf kendi başına sarılması yeterli değildir. Aksine in­sanların bu iki alanda dayanışma içinde olmaları, bazılarının diğerlerine bu ki hareketi tavsiye etmeleri gerekir.

Hak ile tavsiyeleşmek toplum fertlerinin hak ve hakkı gerçekleştirmek konusunda (hak, onların tamamının desteklediği yürürlükteki hüküm verici olacak derecede) daya­nışma içinde olmalarını hedeflemektir.

Birbirlerine destek olmak, sabr ile tavsiyeleşmek, -herhangi bir gevşeme, zayıflık ve kaçma olmadan- üzücü olaylar, şiddetli zorluklarda hak ve hayırla alakalı hareketlerinde birbirlerini desteklemek suretiyle toplum fertlerinin yardımlaşma/dayanışma İçerisinde olmalarını hedeflemektedir.

Hak kavramının, Allah'ın kulları üzerindeki, toplumun, fertler üzerindeki, toplumla­rın birbirleri üzerindeki, fertlerin diğer Teriler ve bağlı oldukları toplumları, zayıf, güç­süz ve mahrumiyet içerisinde olanların güç, kudret ve imkan sahibi olanlar üzerindeki haklarını kapsayan genel bir ifade olduğu incelenirse; hak ile tavsiyeleşmenin Övülmesi­ne ilişkin kıymetli Kur'an telkininin;

-Bu (hak kavramının) iman eden ve amel-i salih işleyenler için gerekli kılınması;

-Kapsamlı anlamı içerisine dahil olmasına rağmen salibal/salih amellerin arasında özellikle belirtilmesi,

-Umumi huzur, toplumsal barış, öfke, kin, ayrılık, düşmanlık, haddi aşma/azgınlık, fakirlik ve endişe/stres nedenlerinin sona ermesi yönlerinden, bu telkinin insanı ve in­sanlık ailesini mükemmel bir dereceye (kemale) yükseltme amacmdaki boyut açıklığa kavuşacaktır.

Öyle ki, toplum içerisinde ferdiyetçilik yayılır, egoizm kuvvetlenir, ferdin, kendin­den ve hangi yoldan olursa olsun kendisine çıkar sağlamak için özel konumda olmaktan başka bir şeye aldırmazlığı şiddetlenirse veya bir engel olmaksızın insanların diğer bazı­larının haklarını çiğnemesi ve düşmanlık göstermesi için alan genişlerse ya da orada za­yıfların haklan çiğnenir, muhtaç olanlara yardım etme arzusu kaybolur, uyumluluk duy­gusu ve toplumsal şefkat hissi zayıflar veya yok oiursa; bu (olumsuz durumlar) toplumu temelinden yıkar.

Bu geniş anlamıyla "hak ilkesi", İslami çağrının önemli amaçlarından biri olacak ka­dar, Kur'an'ın tekrar tekrar ve birçok üslupla anlattığı değerli prensiplerdendir. Bu ilke­nin erken donemde inmiş bu sûrede, güçlü bir üslupla yer alması, onun, risaletin önemli esaslarından biri olduğunu göstermektedir. Şüphesiz bu durum, onun en kuvvetli göster-gelerindendir.

Sabr ve sabr ile tavsiyeleşmek hakkında da buna benzer şeyler söylenilebilir. Zira bu şahsi-toplumsal ahlaki tavır, sağlıklı beşeri hayatın gerekli esaslarmdandır. Kuran, feri­ler ve toplum içerisinde bunun kuvetlendirilmesi ve onların arasında kuvvetli huzur m hunun yaygınlaşmasını hedefiemektedr. İlk dönemlerde inen bu sûrede kuvvetli bir üs­lupla, hak mefhumunun yer alması, bunun İslami insan şahsiyetinin taşıması gerekli ah­laki ilkelerin en mühimlerinden kabul edildiği fert ve toplum hayatında önemli ve zo­runlu bir yer tuttuğunu ispatlamaktadır. [11]

 

Kur'aıı'da İman Ve Amel-İ Salih Ayrılmazlığı

 

îmanın salih amelden önce gelmesinde, salih amelin imandan kaynaklanmış olmasına işaret vardır. İman, sahibini hayra sevkedip onu serden uzaklaştırır, imanın amel-i salihle bİrarada gelmesi bunların birbirinden ayrılmazlığının gerekli olduğunu, amel-i salibin imanın bir alamet ve göstergesi olarak kabul edildiğini göstermektedir. İman ve salih amel arasındaki bu ayrılmazlık, Kur'an âyetlerinin büyük bir kısmında görülmek­tedir ki, bu durum, bu ikisinin arasındaki irtibatın ve uyumun kuvvetine ve onun iekid edildiğine işaret edebilir. İmanın insanın derinliklerindeki dahili ve zati birsey olduğu göz Önünde tutulursa kendisini, kendisiyle göstermesi imkansızdır. O'nu sadece salih amel gösterebilir. Bu ayrılmazlığın kuvvelli bir hikmeti vardır. Zira iman, sahibine iç huzuru ve sükuneti vermektedir ki bunlar o kişinin amel ve hedeflerinin kesin bilgi, ka­rarlılık, sebat, coşku ve sabırdan kaynaklanmasını, bu yolda onun karşılaşacağı zorluk­lan ve yapması gereken fedakarlıkları yüklenmesini sağlamakladır. Allah'a iman, Al­lah'a yönelmek, O'nun gazabına uğramamak, rıza ve hoşnutluğunu kazanmak için orta­da acil bir çıkar etkeni olmadan veya en azından bu zorunlu olmaksızın, kişiyi hayır ve salih amele yönelmeye, şer, günah ve diğer kötü işlerden uzak kalmaya sevkeder.

İmandan kaynaklanmayan amel ise çok çeşitli tesirlerden, şahsî, çıkarcı ve şartlara bağlı değerlendirmelerden dolayı kesintiye uğrama, tereddüt ve etki altında kalmakla karşı karşıyadır. Çok kere kişi, eylemimde zorluk ve problemlerle karşılaştığında veya bu iş fedakarlık gerektirdiğinde ya da bunun arkasından çabucak elde edilecek bir iyilik ya da engellenecek kötülük bu eyleminden vazgeçer. Başka bir açıdan imandan kaynak­lanmadığı zaman salih amelde canlılık, kesinlik, sebat ve devamlılık olmaz ki. iman o ameli bizatihi canlı ve kuvvetli bir zorunlu iş haline getirir.

Diğer bir değerlendirmeyle salih amel yolunda kişinin karşılaştığı zorluklar, ondan dolayı katlandığı fedakarlık ve sıkıntı, harcadığı kuvvet ve çaba ne kadar olursa olsun, (iman) sahibini o işten vazgeçmemeye sevkeder.

Hcrgangi birisi; köklü ahlaki eğitimin bir sonucu olarak, iyilik özelliğinden dolayı hayır işleyenlerin bulunabileceğini iddia etmek isterse, bu gruptaki insanların, bizim bi­raz önce ortaya koyduğumuz fikri çürütmesi mümkün olamayacak derecede nadir kim­seler olduklarını, toplumun, sürekli olarak insanoğlunun mümkün olan en büyük kısmı­nı etkileyecek ortak bir yönlendiriciye muhtaç olduğunu, bu yönlendiricinin de imandan başka birşey olmadığını hatırlaması gerekir, öle yandan insan tabiatının köklerinde yer­leşmiş olan dindarlığın, bu yönlendiricinin kuvveti, etkisi ve kuşatıeılığı için (önceden) yolu hazırlaması bir başka husustur.

Herhangi birisi Allah'a ve ahiret gününe iman eden mü'minlcrin büyük bir kısmının iyi iş yapmadıklarını veya bu işleri ancak kendilerine yönelik bir karşılığını umarak iş­lediklerini söylemek islerse; bunun cevabı şudur; Sözü geçen kişilerin imanları gerçek iman olmayıp onlar "mü'min" olmaktan çok "müslüman"dirlar. (Nitekim) Kur'an bu i-ki gurubu birbirinden ayırmış ve gerçek imanın boyutuna ve sahibindeki etkisine dikkat çekmiştir:

"Göçebe Araplar: "İnandık" dediler. De ki: inanmadım-, faka! "İslam olduk" de­yin. Fakal henüz iman kalplerinize girmedi. Eğer Allah'a ve Elçisi'ne itaat ederseniz (Allah) yaptığınız güzel işlerden hiçbirinin sevabını size eksik vermez. Allah çok bağış­layan, çok esirgeyendir.

"Müminler onlardır ki, Allah' a ve elçisine inandılar, sonra şüphe etmediler. Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad ettiler. İste doğru o/an/ar onlardır." (Hıtcıırat 49/14-15)

Ancak, her halükarda mü'minler arasında hayra yönelme mü'min olmayanlardan da­ha kuvvetli bir biçimde devam etmektedir ki, bu her zaman görülen, şahit olunan bir du­rumdur.

Ayrıca sûrenin mutlak üslubu, onun Fatiha, A'la, Leyi, Fecr sûrelerinin özelliklerini taşıdığını göstermektedir. Allah daha iyi bilir. [12]

 



[1] Bkz. Aluûsi Tefsiri, c.30, s.227

[2] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/173.

[3][3] el-'Asr Güneşin kırmızılaşmasına kadar günün sonudur. Buna ikindi de denilmektedir. Bazı miifessirler 'Asr'ın "zaman" olduğunu söyle­mişlerdir. Bkz. Nisaburi Tefsiri.

 Fakat çoğunluk birinci görüş üzerindedir.

[4] Tevâsav Onların bazısı diğerierine tavsiyede bulundu demektir.

[5] Bkz.fbn Kesir Tefsiri.

[6] Bkz. A.g.e.

[7] Bkz. Ayetin tefsiri hakkında Zemahşeri, Tabresi, İbn Kesir, Taberi ve Menar Tefsirleri.

[8] Maide sûresi 106. âyetin tefsiri hakkında Zemahşeri, Tabresi ve Menar Tefsirlerine bkz.

[9] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/174-175.

[10] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/175.

[11] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/175.

[12] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/176-178.