1- Dini Yalanlayıp, Yetime Kötü Davrananlar:
3- Namaza Gereken Dikkati Göstermek;
5- Farz Olan Salih Amellerin Açığa Vurulmasıyla
Riyakârlık Sözkonusu Olmaz:
6 Yardımlaşmaya Engel Olanlar:
Rahman
ve Rahim Allah'ın Adı île
Atâ ve Câbir'in
görüşüne göre Mekke'de inmiştir.
İbn Abbas'ın iki
görüşünden birisine göre Mekke'de, diğer görüşüne güre ise Medine'de inmiştir.
Katade ve diğerlerinin görüşü de budur.
Yedi âyettir.
[1]
1. Dini
yalanlayanı gördün mü?
2. İşte o,
yetimi şiddet ve sitemle itendir.
3. Yoksulu
doyurmaya teşvik etmeyendir.
4. İşte
(böyle) namaz kılanların vay haline ki,
5- Onlar
namazlarından gaflet içindedirler.
6. Onlar hem
riyakârlık yapanların ta kendileridir.
7. Hem mâûnu
da engellerler.
Bu buyruklara dair
açıklamalarımızı altı başlık halinde sunacağız:
"Dini" yani
amellerin karşılığının görülmesini ve âhirette hesaba çekilmeyi
"yalanlayanı gördün mü?" Buna dair açıklamalar daha önceden
el-Fati-ha Sûresi'nde geçmiş bulunmaktadır.
''Gördün mü?"
hıfzında ikinci hemze sabittir. Zira bunun yerine; denilemez. Fakat soru hemzesi teshil
[2]ile
okunmuştur. Bunu ez-Zeo câc zikretmektedir.
' İfadede hazfedilmiş lafızlar vardır, anlam
şöyledir: Dini yalanlayanı gördün mü? O
(böyle yapmakla) isabet mi ediyor, yoksa hata mı ediyor?
Bu buyruğun kimin
hakkında indiği hususunda görüş ayrılığı vardır. Ebu Salih'in, İbn Abbas'tan
naklettiğine göre o şöyle demiştir: Sûre el-A.s b. Vâ-il es-Sehmî hakkında
inmiştir, el-Kelbi ve Mukatil de böyle demiştir.
ed-Dahhak'ın
rivayetine göre (İbn Abbas) şöyle demiştir: Sûre münafıklardan fiîr kişi
hakkında inmiştir.
cs-Süddi dedi ki:
el-Velid b. d-Muğire hakkında inmiştir. Ebu Cehil hakkında indiği de
söylenmiştir.
ed-Dahhâk: Amr b. Aİ2
hakkında inmiştir, demiştir.
İbn Cüreyc: Ebu Süfyan
hakkında inmiştir. O her hafta bir deve boğazlardı. Bir yetim ondan bir şeyler
istedi, asasıyla ona vurdu. Bunun üzerine yüce Allah bu sûreyi indirdi.
" Şiddet ve
sitemle İten"; ilen ve kakan demektir. Nitekim yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: "Cehennem ateşine doğru şiddetle sürülecekleri gün"
(el-Tur, 52/13) Bu lafza dair açıklamalar daha önceden (el-Tur, 52/13.
tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
ed-Dahhâk, İbn
Abbas'tan şöyle dediğini nakletmektedir: "İşte o, yetimi şiddet ve sitemle
itendir." Yani hakettiğini ona vermeyerek itendir. Katade: Ona kahredip,
zulmedendir, diye açıklamıştır. Anlamlar birbirine yakındır. Daha önce en-Nisa
Sûresi'nde (4/7, âyet, 1. başlıkta) Arapların (İslâm'dan önce) kadınlara ve
küçük çocuklara miras hakkı tanımadıklarını ve malın ancak ok ve mızrak
kullanan, kılıç sallayan kimselere verilebileceğini söyledikleri geçmiş
bulunmaktadır. Peygamber (sav)'dan şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Her kim ihtiyaçtan kurtuluncaya kadar müslümanlarctan bir yetimi
(baktığı çocuklarının arasına) katarsa, o
kimseye cennet vacib okır.'[3]' Bu
anlamdaki açıklamalar daha önceden bir kaç, yerde (mesela, el-Bakara, 2/3
âyet, 5. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır,
[4]
"Yoksulu
doyurmaya teşvik etmeyendir." Yani cimriliğinden, amellerin karşılığının
görülmesini (cezayı) yalanladığından ötürü bu işi emretmez. Byı el-Hâkka
Sûresinde yer alan yüce Allah'ın: "Yoksulu yedirmeye de teşvik etmezdi. "(el-Hâkka,
69/34) buyruğunu andırmaktadır. Buna dair açıklamalar da daha önceden (sözü
gecen âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
Bu husustaki yergi,
gücü yetişemediği için bunu terkeden kimseleri de kapsayacak şekilde umumi
değildir. Ancak onlar bir taraftan cimrilik ediyorlar, diğer taraftan kendileri
için mazeret bulmaya kalkışıyor ve: "Allah dilese idi kendilerini
yedirebileceği kimseleri mi yedirelim?" (Yasin, iti/Al) diyorlardı. İşte
bunun üzerine bu âyet-i kerime, boyleleri hakkında nazil oldu ve onlar bu
tutumları dolayısıyla yerildiler. Buna göre ifadenin anlamı şöyle olur: Onlar
güç yetirdikleri vakit, bu işi (yoksulu yedirme işini) yapmazlar, güçleri
yetmeyecek otursa da bu işi teşvik etmezler.
[5]
"İşte (böyle)
namaz kılanların vay haline!" Yani onlar için bir azab vardır. Buna
("veyl; vay haline" lafzına) dair açıklamalar daha önce birkaç yerde
(mesela, ei-Bakara, 2/79. âyet, 1. başlıkla) geçmiş bulunmaktadır.
"Onlar
namazlarından gaflet İçindedirler." ed-Dahhâk, İbn Abbas'tan şöyle
dediğini rivayet etmektedir: Bu namaz kıldığı vakit sevab alacağını ümit
etmeyen, terketmesi halinde de bundan ötürü cezalandırılmaktan korkmayan
kimsedir. Yine ondan gelen rivayete göre bunlar, namazları vakitlerinden
sonraya bırakıp geciktirenlerdir. el-Muğire de İbrahim'den böylece rivayet
etmiştir, ü şöyle demiştir: Onlar (namaz) vakti(ni kaçırarak) kaybetmek
suretiyle gaflet içerisinde olanlardır.
Ebu'l-Aliye'den şöyle
dediği rivayet edilmiştir: Namazı kendine mahsus vakitlerinde kılmazlar. Rükû'
ve sücudlarım tam yapmazlar.
Derim ki: Buna daha
önce Meryem (selam ona) Sûresi'nde (19/59-63- âyetler, 1 ve 2. başlıkta)
geçtiği üzere yüce Allah'ın: "Bunlardan sonra ise nail mazı terkeden,
arzularına uyan bir kavim geldi." (Meryem, 19/59) buyruğu da buna
delildir.
Yine İbrahim'den şöyle
dediği rivayet edilmiştir: Burada sözü edilen kişi, secde ettiği vakit sağına
soluna bakacak şekilde başını kaldıran kimsedir.
Kutrub dedi ki: Bu,
namazında Kur'ân okumayan, Allah'ı zikretmeyen kişidir.
Abdullah (b. Mesud)'un
kıraatinde: " Onlar na-' mazlarında (gaflet'içinde) oyalanırlar"
şeklindedir.
Sa'd b. Ebi Vakkas
dedi ki: Peygamber (sav) yüce Allah'ın: "İşte (böyle) namaz kılanların vay
haline ki! Onlar namazlarından gaflet İçindedirler."buyruğu hakkında şöyle
buyurdu; "Bunlar namazı -ona gerektiği gibi önem vermeyip ve ona aldırış
etmediklerinden ötürü- vaktinden sonraya tehir edenlerdir.
[6]
Yine İbn Abbas'tan
şöyie dediği rivayet edilmiştir: Bunlar gizli hallerde namazı terkeden fakat
aleni olarak namazı kıldıkları görülen kimselerdir: "Namaza kalktıkları
vakit de tembelce kalkarlar..." (en-Nisa, 4/142)
Bu buyruğun münafıklar
hakkında indiğine delil yüce Allah'ın: "Onlar hem riyakarlık yapanların ta
kendileridir" buyruğudur. İbn Vehb de Malik'ten böyle dediğini rivayet
etmiştir.
İbn Abbas dedi ki:
Şayet: "Namazlarında gaflet içindedirler" elemiş olsaydı o vakit bu
buyruk, mü'minler hakkında olurdu.
Ata dedi ki: "Namazlarından"
diye buyurup; "Namazlarında" diye buyurmayan Aliah'a hamdolsun.
ez-Zemahşerî dedi ki:
Şayet: "Namazlarından" buyruğu ile "namazlarında" ifadesi
arasında nasıl bir fark vardır, diye soracak olursanız cevabımız şudur:
"...dan" ifadesi onların namazı terkedecek ve ona çok az aldıracak şekilde
namazdan gaflet içerisinde olduklarını aniatır. Bu ise münafıkların işidir.
Yahutta müslümanlar arasından fasık ve murdar kimselerin işidir,
"...da" ise;
onlar namaz kılarken şeytan vesvesesi yahut içlerinden geçirdikleri bir
düşünce sebebi ile bazan namazlarında gaflete düşerler, demektir. Bundan ise
kurtulabilen bir müslüman hemen hemen yok gibidir, Rasû-lullah (sav)'ın da
-başkası şöyle dursun- namazda yanıldığı olurdu. Bundan dolayı fukaha
yazdıkları eserlerinde "sehv secdesi" bahsini de yazmışlardır.
İbnu'l-Arabi dedi ki:
Çünkü (namazda) yanılmaktan kurtulmak imkansızdır. Rasûlullah (sav) da,
ashab-i kiram da namazlarında yanılmışlardır. Namazında yanılmayan herkes,
aslında namazı üzerinde iyice düşünmeyen, namazında okuduklarını akledip
kavramayan, bütün derdi namazlardaki sayılan tesbit elmek olan bir kimsedir.
Böyle bir kimse ise, kabukları yiyip, 02ü atan bir adama benzer. Peygamber
(sav)'ın namazında yanılmasının tek sebebi ise, namazdan daha büyük hususlar
hakkında düşünmesidir. Ancak, şeytanın kendisine hatırına hiç gelmeyecek
şeyleri getirmesi şunları şunları hatırla demesi sonucunda vesveseleri etkisi
altında kalan bir kimse, namazında yanılabilir ve sonunda kaç rekat kıldığını
şaşırabilir.
[7]
"Onlar hem
riyakârlık yapanların ta kendileridir." Yani böyle bir kimse takiyye
(namaz kılmamaktan ötürü karşı karşıya kalacağı zorluklardan kurtulmak) îçin
namaz kıldığı halde, Allah'a ilaat olsun diye namaz kıldığını gösterir. Fasık
gibi. Bu kimse aslında namaz kılan birisidir, denilsin diye namaz kılmakla
birlikte, İbadet olmak üzere namaz kıldığı izlenimini vermeye çalışır.
Riyakârlığın gerçek
mahiyeti, ibadet yolu ile dünyalık elde etmek isteğidir. Bunun kökü de
insanların kalblerinde yer edinmek arzusudur. Bunun ilk basamağı, kişinin din
ve dünyada maksat ve gidişini güzelleştirmeye çalışmaktır. Aslında bu
peygamberliğin cüzlerinden olmakla birlikte, riyakârca bu işi yapan kişi, böyie
davranmakla mevki elde etmek ve öğünmek istemektedir.
İkincisi, dünyada
zâhidlik görüntüsü kazanmak maksadı ile kısa ve kaba eİbtsder giyinerek
riyakarlık etmektir.
Üçüncüsü, dünya ehline
kızdığını, işleyemediği hayır ve itaatler dolayısıyla üzüntülerini ve öğüt
verme halini izhar etmek suretiyle sözlü riyakârlıkta bulunmaktır.
Dördüncüsü, namaz
kılıp sadaka verdiğini göstermek yahutta insanlar görsün diye namazı
güzelleştirmeye çalışmak suretiyle riyakârlık yapmaktır.
Buna dair açıklamalar
uzun sürer. Bu (hususlar) onun (riyakârlığın) göstergesidir. Bu açıklamayı
İbnu'l-Arabi yapmıştır.
Derim ki: Riya,
hükümleri ve gerçek mahiyeti hakkında yeterli açıklamalar, bundan Önce en-Nisâ
(4/36. âyet, 1. başlıkta), Hûd (11/15. âyet, 1. başlıkla) ve el-Kehf Sûresi
(18/110. âyet) sonlarında geçmiş bulunmaktadır.
[8]
Farz olması halinde,
salih ameli açığa vurmakla kişi riyakarlık yapmış olmaz. Çünkü açıkça
yapılmaları ve gizli saklı işlenmemeleri, farz amellerin haklarındandır. Çünkü
Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Allah'ın farz kıldığı hususlarda
gizlilik saklılık olmaz."[9]
Çünkü bunlar İslimin
alametleri ve dinin şiarlarıdır. Diğer taraftan bunları, terkeden bir
kimse.yerilmeyi ve gazaba uğramayı hak eder. O halde bunları açıkça işlemekle
zan altında kalmaktan uzak durmak icab eder. Eğer işlenen amel nafile ise, o
vakit bunun gizlenmesi gerekir. Zira bir kimse nafile ameli terkettiğinden
dolayı kınanmaz, bundan dolayı da zan altında tutulmaz. Eğer kendisine uyulsun
maksadı İle bu nafile ameli açıkça işieyecek olursa, bu güzel bir iş olur.
Çünkü riyakarlık ancak amelini açıktan işlemekle, başkalarının görmesi ve
böylelikle salih bir kimse olmakla ondan Övgüyle süzedilmek maksadının
güdülmesi halinde sözkonusudur.
Birilerinden rivayet
edildiğine göre; o mescidde şükür secdesine kapanıp o secdeyi uzatan bir kimse
görmüş. Ona: Eğer sen bu işi evinde yapmış olsaydın, bu ne kadar güzel olurdu!
Bu sözü ona söylemesinin sebebi, o kimsenin bu davranışıyla riyakârlık
yaptığını ve başkalarının bunu görmesini istediğini sezmesinden dolayıdır. Bu
anlamdaki açıklamalar, daha önce el-Ba-kara Sûresi'nde yüce Allah'ın:
"Sadakalarınızı açıkça verirseniz o ne güzeldir!" (el-Bukara, 2/271)
buyruğu açıklanırken ve başka yerlerde geçmiş bulunmaktadır. Bundan dolayı da
Allah'a hamdolsıın.
[10]
"Hem mâünu da
engellerler." buyruğuCnda geçen mâûn hakkOnda oni-ki görüş vardır:
1- Maksat,
mal Sarının zekâtıdır. ed-Dahhâk, İbn Abbas'tan böyle rivayet etmiştir. Ali
(r.a)'dan da bunun gibi bir
görüş rivayet edilmiştir.
Malik de böy-ie demiştir.
Bundan maksat ise,
münafıkın zekâtı engellediğidir. Ebu Bekr b. Abdu'l-Aziz, Malikten şöyle
dediğini rivayet etmiştir, Bana yüce Ailahın: "İşte (böyle) namaz
kılanların vay haline kî! Onlar namazlarından gaflet içindedirler. Onlar hem
riyakarlık yapanların ta kendileridir. Hem mâûnu da engellerler" buyruğu
hakkında şu açıklamalar ulaşmıştır: Münafık namaz kıldığı vakit riyakârlık
olsun diye namaz kılar. Namazını geçirirse bundan dolayı pişmanlık duymaz.
"Hem nıâûnu" Aüah'ın kendilerine farz kıldığı zekâtı "da
engellerler" demektir.
Zeyd b. Eşlem dedi ki:
Eğer zekâtı gizli saklı verebilme imkanı olduğa gibi, namazı-da gizli saklı
eda etme imkanı bulunsaydı hiçbir şekilde namaz kılmazlardı.
2-
"Mâûn", Kureyş^lehçesinde mal demektir. Bu açıklamayı İbn Şihâb ve
Said b. el-Müseyyeb yapmıştır.
3- Bu;
balta, çömlek, ateş ve buna benzer evde kullanılan, birtakım ihtiyaç duyulan
eşyanın hepsi hakkında kullanılan genel bir isimdir. Bu açıklamayı İbn Mesud
yapmıştır. İlin Abbas'tan da bu görüş rivayet edilmiştir, el-A'şâ dedi ki:
"Onların semaları
bulutlanmayacak olursa,
Mâûnıı (suyu ve
yağmuru) ile (Fırat'ın suları) ondan daha cömert değildir."
4-
ez-Zeccac, Ebu Ubeyd ve eJ-Müberred'in naklettiklerine göre mâûn, ca-hiliye
döneminde faydalı olan her şeydir. Balta, tencere, kova, çakmaktaşı ve az çok
faydalı olan herbir şey demektir. Bunlar ayrıca el-A'şa'nın (yukarıdaki) beyi
tini zikretmişler ve şöyle demişlerdir: İslâm döneminde İse mâûn itaat ve
zekâttır. Buna delil olarak da er-Râî'nin şu beyitlerini zikretmişlerdir:
"Ey Rahman'ın
halifesi! Biz öyle bir topluluğuz ki
HanifLeriz, sabah
akçam secde ederiz,
Öyle Araplarız ki,
yüce Allah'ın bizim mallarımızda
Zekât hakkının
bulunduğunu indirilmiş bir hüküm olarak biliriz
Biz hala İslâm
üzereyiz, hiçbir zaman maunumuzu
Engellemediğimiz gibi,
tehlili (la ilahe illallah demeyi) de zayi etmedik."
Bununla zekân
kastetmektedir.
5- Mâûn, iğreti olarak verilen şeyler demektir.
Bu açıklama da İbn Ab-bas'tan rivayet edilmiştir.
6- Maun, insanların
kendi aralarında karşılıklı olarak yaptıkları hertürlü maruf (iyilik)
demektir. Bu açıklamayı Muhammed b. Ka'b ve el-Kelbi yapmıştır.
7- Su ve
ottur,
8 -Sadece
sudur.
el-Ferra dedi ki: Ben
Araplardan birisini: Mâûn; su demektir, dediğini duydum ve bana bu hususta şu
mısraı okudu:
"Onun bulutu
mâûnu (suyu) alabildiğince döker."
9- Maun:
Hakkı engellemek demektir. Bu açıklamayı Abdullah b. Ömer yapmıştır.
10-
Mallardan sağlanan faydaların kullanılmasıdır. Bu da az demek olan
"el-ma'n"den alınmıştır. Bu açıklamayı et-Taberî ve İbn Abbas
yapmıştır. Kut-rub dedi ki: "Mâûn"un asıl anlamı azlıktır.
"Ma'n" az şey demektir. Araplar: " Onun az olsun, çok olsun
hiçbir şeyi yoktur" derler.
Yüce Allah'ın zekât,
sadaka ve bunlara benzer iyilikleri "mâûn" diye adlandırması
bunların çok arasından veriien az şeyler oluşundan dolayıdır.
Kimileri de şöyle
demiştir: "Mâûn"un aslı (yardımlaşmak anlamındaki): "Mâûnef'den
gelmektedir. (Mim1 den sonraki) "elif" (mâûnetin sonundaki)
"he" (yuvarlak te)'den bedeldir. Bu açıklamayı el-Cevherî
nakletmiştır.
İbnu'l-Arabi dedi ki: "Mâûn"
kelimesi: " Yardım etti, eder" fiilinden ism-i mef uldür.
"Avn" ise güç, araçlar ve işi kolaylaştırıcı yollarla yardımcı olmak
demektir.
11- Mâûn, itaat ve boyun eğmek demektir. el-Ahfeş
fasih bedevi bir Araptan şöyle dediğini nakletmişüi: "Biz eğer
konaklayacak olursak senin devene, sana "mâûnu" verecek bir iş
yapacağım." Bundan kasıt ise, sana boyun eğip, itaat edecek (bir iş
yapacağım)dir. Recez vezninde şair şöyle demiştir:
"Sen onların
burunlarına halka takıldığını görecek olursan;
Onlar (sana) boyun
eğer yahut sana mâûnu verirler (itaat ederler)."
12- Mâûn'un;
su, tuz ve ateş gibi engellenmesi helal olmayan şeyler ol-tluğu da
söylenmiştir,. Çünkü Âişe (r.anha) şöyle demiştir: Ey Allah'ın Rasû-lü dedim.
Engellenmesi helal olmayan şey nedir? Şöyle buyurdu: "Su, ateş ve
tuz." Ben: Ey Allah'ın Rasûlü, suyu anladım, ateş ve tuz da ne oluyor?
dedim. Şöyle buyurdu: "Ey Aişe! Ateş veren kimse sanki bu ateş ile
pişirilen her şeyi sadaka olarak vermiş gibidir. Tuz veren bir kimse de sanki
bu tuz ile lezzeti yerine geien pişirilmiş bütün yemeği tasadduk etmiş
gibidir. Her kim de suyun bulunduğu bir yerde bir yudum su içirecek olursa,
altmış canı hürriyetine kavuşturmuş gibidir ve her kim suyun bulunmadığı bir
yerde bir yudum su İçirecek olursa, bir kişiye hayat vermiş gibidir. Bir
kimseye hayat veren bir kimse ise, bütün insanları hayata kavuşturmuş gibidir,
"[11]
Bunu es-Sa'lebi
Tefsirinde zikrettiği gibi, İbn Mace de Sünen'inde rivayet etmiştir. Senedinde
bir parça gevşeklik vardır. Bu da bu husustaki oni-kinci görüştür.
el Maverdi dedi ki:
Bunun işlemesi kolay fakat Allah'ın ağırlaştırdığı şeylerle mâûnet (yardımcı
olmak) anlamına gelme ihtimali de vardır.[12]Doğrusunu
en iyi bilen Allah'tır.
İbn Abbas'ın azadlısı
İkrime'ye: Herhangi bir eşyayı vermeyen kimseye veyl sözkonusu olur mu? diye
soruldu. O: Hayır fakat bu üçünü bir arada yapana veyl olsun! Yani namazı
terkedip, riyakarlık yapan ve mâûnu vermeyerek cimrilik gösteren.
Derim ki: Sûrenin
münafıklar hakkında olması daha uygun ve onlara daha yakışır. Çünkü bu üç
niteliği kendilerinde toplamışlardır; Namazı terket-mek, riyakârlık yapmak ve
malda cimrilik göstermek. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Namaza
kalktıkları vakit de tembelce kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve
Allah'ı ancak pek az anarlar." (en-Nisa, 4/142) Yine bir başka yerde şöyle
buyurmaktadır: "Namaza ancak üşene üşene gelirler. İnfak-tarım da mutlaka
isteksiz yaparlar." (et-Tevbe, 9/54)
İşte bunlar, onların
(münafıkların) halleridir. Bunların gerçek bir müslü-manda bulunması uzak bir
ihtimaldir. Eğer bir müslumanda bazıları bulunacak olursa, ona da azarın bir
parçası ulaşmış olur. Bu da muayyen olarak Les-bit edilebilirse mâûnu men etmek
halinde sözkonıısudur, namazı terketme halinde sözkonusu olduğu gibi. Doğrusunu
en iyi bilen Allah'tır.
Zaruret hali dışında
mâûnu engellemek, mürüvvet açısından çirkin bir iştir. Doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır,
[13]
(MâCın Sûresi burada
sona ermektedir. Allah'a hamd olsun).
[1] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 19/387.
[2] Teshil: Hemze'yi kendisi ile yine kendi harekesinden
olan harfin mahreci arasına koymaktır. fYr<l. Doc\ Dr Nihar Temel, Kıraat
ve TecuidIstılahları, İstanbul 1997, s. 133)
[3] Müsned, IV, 344; Tayalisi. Müsned, I, 187; Taberânî,
Kebir, XIX, 300; Miiıızîri, Terğ'ıb,
[4] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 19/388-389.
[5] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 19/389.
[6]
İki (-) arasınadaki ara cümlesine tekabül eden kısmı dijincla: Ebu Yala,
Müsned, II, 140; Heyhakî, es-Sünenu'l-Kübrâ, II, 214; Münziıî, Terğib, I,
217-219; Heysemî, Mecma', I, 325.
[7] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 19/389-391.
[8] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 19/391.
[9]
İbmıl-Esir, en-Nihâye, III, 388.
[10] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 19/392.
[11] Son cümle eksiğiyle: İbn Mace, II, «26; Taberanî,
Evsat, VI, 349; Deylemî, Firdevs, V, 430; hadisin sıhhat durumuna dair
açıklamalar için bk.: Heysetnî, Mecma', III, 133; Ze-hebî, Mizanu'l-İ'üdal, V,
İHI; el-Mizzî, Tehzibu'l-Kemal, IX, 419-
[12] el-Maverdî, en-Nüket, VI, 353"teki ifade
şöyledir: "Yapılması ağır gelmeyen, ağırlığı da az olan hususlarda
yardımcı olmak anlamına gelme ihtimali de vardır."
[13] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 19/392-396.