FELÂK SÜRESİ 2

Meal 2

Giriş. 2

Felak Ve Nas Sureleri Kur'an'dandîr. 2

Sihir Var Mıdır?. 3

Sihrin Hangi Kısmı Haramdır?. 4

Ehli-Sünnete Göre Sihir 4

Sihirle Kerametin Farkı 5

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 5


FELÂK SÜRESİ

 

Meal

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

1- (Ey Rasûlüm!)  De ki: «Karanlığı yarıp sabahı ortaya çıkaran Rabbe sığınırım».

2- «Yarattıklarının  şerrinden».

3- «Çöküp her tarafı kapladığı zaman karanlığın şerrin­den.»

4- «Düğümlere üfleyenlerin   (sihirbaz kadınların)   şerrin­den».

5- «ve hased ettiği zaman hasetçinin şerrinden».[1]

 

Giriş                                   

 

Mekke Dönemi'nde nazil olmuştur. 5 ayettir.

Bu sure Hasan, Ata, İkrime ve Cabir'in rivayetlerine göre Mek-kî'dir. tbn Abbas, Ebu Salih, Katade ve bir cemaatin rivayetine göre & Medenî'dir. Medenî olması daha doğrudur. Çünkü bunun seK,bi nüzulü bir yahudinin sihir yapmasıdır. Nitekim bu durum daha ileride mufassalan gelecektir. Onlar Rasûl-ü Ekrem'e Medi­ne'de sihir yaptılar.-Nitekim sahih hadis kitaplarında böyle gelmiş­tir. Mekki olduğunu tashih edene iltifat edilmez. Nas Suresi'nde de hüküm böyledir Ayetleri ihtilafsız 5'tir. Kelimeleri 23, harfleri 74'tür.

Bu sure ile Nas Suresi Beyhaki'nin Delail'inde yer aldığına gö­re beraber nazil olmuşlardır. Bununla beraber ikisi «EUMuavvu zeteyn» isminde ortak olmuşlardır. İkisinin başmda da «Kul: Eu-zu» tabiri vardır.

Müslim, Tirmizi ve Nesei şu hadisi naklediyorlar: «Bu gece benim üzerime az ayetler indi. Fakat hiçbir zaman onlar gibisini görmedim. Bunlar Felak ve Nas Sureleri'nin ayetleridir».

Buhari, Ebu Davud, Nesei ve îbn Mace, Hz. Aişe'den şu ha­disi rivayet eder: «Rasûl-ü Ekrem yatağına geldiği her gece iki eli­ni bir araya getirir, sonra onlara üfler, sonra onların içine İhlas, Felak ve Nas surelerini okur. Sonra elleriyle nereye kadar yeti­şirse bedenini sıvazlardı. Bunu üç defa tekrar ederdi».

Bu iki surenin (Felak ile Nas Sureleri'nin) fazileti hakkında çok hadis varid olmuştur. Onların bir kısmını zikrettik. Bir kısmı da geniş kitaplardan elde edilebilir. [2]

 

Felak Ve Nas Sureleri Kur'an'dandîr.

 

Rivayete göre İbn Mesud, «Bu iki surenin Kutan olmadığım» iddia etmiştir. îmam Ahmed, Bezzar, Tabarani ve İbn Merduveyh, sahih bir yolla İbn Mesud'dan şöyle rivayet ediyor: İbn Mesud, Mushaf'tan Felak ile Nas Surelerini kazımış ve «Sakın Kur'an'a Kur'an'dan olmayan şeyleri karıştırmayın» demiştir. Bunların iki­si Allah'ın Kitabı'ndan değildir. Ancak Rasûlullah'a emredilmiştir ki onlarla Allah'a sığınsın, İbn Mesud onları namazlarında okumu­yordu.» Bezzar «Bu hususta bir tek sahabi dahi İbn Mesud'a ka­tılmamıştır. RasûLü Ekrem bu iki sureyi de namazda okumuştur.

Bu da bu iki sure ana mushaf olan Hz. Osman'ın devrinde mus. haflara geçmiştir» der.

îmam Ahmed, Buhari, Nesei ve îbn Mace, Zirr b. Hubeyş'ten şöyle rivayet ederler: «Medine'ye vardım. Hz. Osman'ın mushafınt derleme zamanında Mushaf Derleme Komisyonu'nun üyesi ve bü. yük bir sahabi olan Ubey bin Kâb'la karşılaştım. Ona: «Ya Eba Munzir, (Bu Hz. Ubey'in künyesidir), ben îbn Mesud'u gördüm. Mushafına Felak ile Nas Sureleri'ni yazmıyordu» dedim. Bunun üzerine Ubey bana dedi ki: «Dikkat et, Muhammed'i hak ile pey. gamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki ben bunu Rasû-lullah'a sordum ve o günden bugüne kadar senden başkası da ben­den bunu sormadı. Rasûl-ü Ekrem bana şu cevabı verdi: «Bana denildi ki, de. Ben de emri yerine getirerek «Kul euzu bi Rabbin-nas, kul euzu bi Rabbilfelak» dedim. Siz de (RasûUü Ekrem, Ubey'e söyleyerek sahabileri ve müslümanlan kastediyor). «Kul euzu bi Rabbinnas, Kul euzu bir Rabbil felak'ı okuyun.» îşte biz (bu söz Ubeyy'indir) Allah Rasûlü'nün dediği gibi deriz. Yani bu iki sureyi Kutandan kabul eder ve okuruz.»

Bazı mülhidler, dinsizler, Kur'an'ın icazına tânetmek için bu ihtilafı delil göstermişler ve demişlerdir ki: «Eğer Kur'an'ın be-lâgati icaz hududuna varsaydı, Kur'an olmayan kelâmlarla karış­tırılması mümkün olmazdı». Oysa biz Felak ve Nas surelerinin Kur'an'dan olduklarında zerre kadar ihtilâf etmeyiz. Kur'aniyetini kabul ederiz. Malûmdur ki onların Kur'an olduklarında ittifak vardır. Muavvizeteyn'in Kur'an'dan olduğuna sahabe ittifak etmiş­tir. Ve demişlerdir ki onu inkâr etmek küfürdür. Umulur ki İbn Mesud gibi bir zat da o sözünden dönüş yapmıştır.

El-Mevakif şerhinde şöyle denilmektedir: Sahabilerin bazı sureler hakkındaki ihtilafları ahadi hadisler şeklinde rivayet edi­liyor. O ancak zan ifade eder. Kur'an'ın bütünü ise kesinlik ifade eden tevatür yoluyla nakledilmiştir. Kesinlik zannı siler, süpürür!

Tevatür karşılığında artık o ahad hadislere zerre kadar iltifat edil­mez.

Eğer biz bu konudaki ihtilafları teslim etsek dahi deriz ki, on­lar bu ayetlere Peygamber'e indiğinde, belagatta icaz hududuna vardığında değil de sadece onun Kur'an'dan olduğunda şüpheleri vardı. Bu ise bizim bu konumuza zarar vermez. [3]

Kurtubi, bu hususta şunu yazmaktadır: «İbn Mesud'un iddi­asına göre Felak ve Nas sureleri duadır. Peygamber onlarla teav-vuz etmiştir ve onlar Kur'an'dan değildirler». İbn Mesud bu söz­leriyle sahabi ve ehlibeytin icmaına muhalefet etmiştir.

İbn Kuteybe der ki: «Abdullah ibn Mesud, Mushafmda Felek ve Nas surelerini yazmadı. Çünkü o, Rasûl-ü Ekrem'in zaman za­man Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin'i bu iki sure ile afsun ettiğini gör­dü ve zann etti ki bunların ikisi şu dua gibidir: «İkinizi Allah'ın tam olan kelimeleriyle koruyorum. Her şeytan ve her kınayid gözden».

İşte İbn Mesud, «Bunlar nasıl dua ise Felak ve Nas sureleri­nin de böyle dua olduğunu» zannetmiştir.

Ebu Bekir el-Enbari der ki: Bu söz İbn Kuteybe'nin yüzüne vurulan, reddedilen bir sözdür. Çünkü Felak ve Nas sureleri Rab-bul âleminin kelamındandırlar. Bütün mahlûkâtı acizde bırakan kelâmlarıdırlar. İkinizi Allah'ın tam kelimeleriyle şeytanın, hamme-nin, leim olan gözün şerrinden koruyorum, şeklindeki dua ise be­şer sözüdür. Ve böyle olduğu apaçık ortadadır. Peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed'in mucizesi ve bütün kafirlere . karşı hücceti olan Allah kelâmı ise hiçbir zaman beşer kelamıyla kanştırılamaz. Hele Abdullah bin Mesud gibi fasih, lügati bilen kelamın cins ve çeşitlerine vakıf olan bir sahabi için bu gibi hu­suslar hiç de gizli olamaz. (El-Enbarî, bu rivayetleri kabul etme­mektedir).

Bazı müfessirler, «Abdullah bin Mesud, Felak ve Nas sureleri­ni mushafında yazmadı; çünkü onları unutmayacağından emindi. Bu bakımdan onları yazmadı; fakat hıfzetti. Tıpkı Fatiha'yı da Mushaf'ında yazmadığı gibi. Çünkü onu güzelce ezberlediğine şüp­hesi yoktu» demişlerdir. Bu söz de reddedilmiştir. Buna delil ola­rak aleyhte şu ifade getirilmiştir:

Abdullah bin Mesud, Nas Suresi'ni, Kevser ve İhlas sureleri­ni yazdı. Halbuki bunların üçü de uzun olmamak noktasında ay­nen Felak ve Nas sureleri gibidir. Hatta bunları hıfzetmek daha da kolaydır. Bunları unutmamaktan da Abdullah İbn Mesud emin­di. O halde niçin onları yazmadı da ötekilerini yazdı? Bunların hep­si Fatiha Suresi hakkında bir noktada muhaliftirler. Çünkü namaz ancak Fatiha'nın okunmasıyla tamam olur. Her rekatta, Fa­tiha okunacak; mukaddime olacak, soma ondan sonra okunan zammi sure gelecektir. Durum böyle olunca Mushafı'ndan Fatiha' yi iskat etmesi sıhhatli olur. Çünkü onun hıfzında emindir, unut­mayacağından da emindir ve bu hususta da Fatiha'nın yerini tu­tacak hiçbir sure yoktur  [4]

İbn Merduveyh, Hanzale Es-Sedusi'den şöyle rivayet ediyor: «Ben İbn Abbas'ın talebesi îkrime'den sordum: Namazımı Felak ve Nas süreleriyle kılıyorum. Ne buyuruyor sun?» Dedi ki: «Oku onları. Çünkü ikisi de Kur'an'dandır». (Suyuti; Ed-Durrulmensur).

İbn Sa'd, Yusr bin Muhammed'den O da Sabit bin Kays bin Şemmas'tan şöyle rivayet ediyor: Kays'm oğlu Sabit hasta oldu.

Rasûlü, Ekrem ona geldiğinde kendisini hasta gördü. Felak ve Nas süreleriyle onu afsunladı. Onun bedenine üfledi ve şunları söyledi: «Ey insanların Rabbi Allahım! Şiddeti Sabit bin Kays bin Şemmas'tan kaldır!» Bunları söyledikten sonra vadilerinden bir avuç toprak aldı, suya attı. O suyu ona içirdi. (Suyuti, Ed-Durrul-mensur) [5]

 

Sihir Var Mıdır?

 

Sahihayn'da Hz. Aişe'nin hadisiyle sabit olduğuna göre Beni Zureyka yahudüerinden Lebid bin A'sam isimli yahudi Hz. Pey-gamber'e sihir yapmıştı. Rasûl-ü Ekrem'in hayaline yapmadığı bir şeyi yaptım diye geliyordu. Bir müddet bu şekilde durdu. Sa-hihaynın haricindeki kitaplarda «Bir sene durdu» tabiri vardır. Sonra dedi ki: «Ey Aişe, ben sezdim ki Cendb-ı Hak fetva istediğim konuda bana fetva verdi. İki melek bana geldi. Birisi başımın ucunda diğeri ayaklarımın yanında oturdu. Başımın yanında oturan, ayaklarımın yanında oturana: «Kişinin durumu ne-dir?» diye sordu. Öbürü: «Kişiye sihir edilmiştir» dedi. Baştaki: «Ona kim sihir yapmıştır?» diye sorunca ayak tarafımdaki zat: «Le­bid bin A'sam isimli kişi» dedi. Baştaki zat: «Acaba bunu nerede yapmıştır?» diye sordu. Ayaklarımın yanında oturan: «Bir tara­ma zamanında düşen tüylere ve bir erkeğin sünnet yerinin kabuğu­na yapılmış ve Erva kuyusunun içindeki taşın altına konmuştur» dedi. Bunun üzerine o kuyuya geldiler ve onu çıkardılar. Sahili'de bu kadarı vardır. (Kurtubi)

îbn Abbas'ın rivayetinde şöyle denilmektedir:

Rasûl-ü Ekrem, Hz. Aişe'ye «Ey Aişe! Allah bana hastalığımın tedavisini haber'.verdiğini sezmedin mi,» dedikten sonra Hz. Ali, Zübejjr ve Ammar bin Yasir'i gönderdi. O kuyunun bütün suyunu çektiler. Su sanki kına katılmış gibiydi. Sonra taşı kaldırdılar. O kabuğu çıkardılar. İnsanın başını taradığı zaman düşen tüyleri bir tarağın dişlerine bağlanmış vaziyette buldular. Bunun üzerinde de hepsi iğnelenmiş olarak onbir düğüm vardı. O zaman Cenab-ı Hak bu iki sureyi indirdi. İkisi onbir ayettir. O düğümler kadardır. On-larla afsun yapmayı emretti Cenab-ı Hak. Rasûl-ü Ekrem bir ayeti okuduğunda bir düğüm açtı. (Veya düğüm kendiliğinden açıldı). Sonra bütün düğümler açılınca sanki Hz. Peygamber ipteymiş de ipten bırakılmış gibi kendisini hafif hissetti. «Bende herhangi bir hastalık yoktur» dedi. Böylece Cebrail, Rasûl-ü Ekrem'i afsunladı ve Allah'ın ismiyle seni afsunluyorum. Sana eziyet veren her şe­yin şerrinden seni Allah'a sığındırıyorum. Hasetçi bir kimsenin şerrinden nazarının şerrinden seni afsunluyorum. Allah sana şi­fa versin» dedi.

Sahabe: «Ey Allah'ın Rasûlü! Biz bu Lebid denilen habisi Öl­dürelim mi?» dediler.

Hz. Peygamber: «Beni Allah şifaya kavuşturdu. Halkın üzerin­de bir şer koymak da hoşuma gitmez» buyurdu.

Kuşeyri, tefsirinde, şunları söylüyor: «Sahih hadislerde riva­yet edildiğine göre yahudi bir genç Rasûl-ü Ekrem'e hizmetkârlık ediyordu. Esasında yahudiler, onu Rasûle yaklaştırmışlardı. Bu ço­cuk fırsatı kolladı ve Rasûlullah'ın başını taradığı tarağı aldı. Dü­şen tüylerden de aldı. Onları bir yahudiye verdi. Yahudiler de ona sihir yaptılar. Bu sihiri yapanların başında Lebid bin A'sam ge­liyordu.»

Sihrin hakikatinin olup olmadığı hususunda ihtilaf vardır. Hanefilerden el-Gaznevi, «Uyun'uLMeanî» ismindeki eserinde şöyle der: «Mutezile'nin nezdinde sihir asılsız bir aldatmacadır. Şafiîler nezdinde vesvese ve hastalıktır. Hanefıler nezdinde bir tılsımdır, bazı yıldızların özelliklerinin tesiri üzerine bina edilmiştir. Tıpkı Firavun'un sihirbazlarına ait olan bastonlanndaki sihrin güneş tesiri altında olduğu gibi.»

Malikiler katında sihir haktır. Onun hakikati vardır ve sihirde kullanılması gereken nesneler kullanıldığı zaman Allah onda tesiri yaratır. Sihrin bir kısmı vardır ki Şaveze gibi el hafifliğiyle oluşur, tbn Faris el-Mücmelinde, <tŞaveze*den maksat süratle yapılan si­hirdir ve badiye ehlinin kelâmından değildir. Yani göçebelerin fa­sih kelâmından değildir» diyorlar.

Sihrin bir kısmı, ezberlenen birtakım konuşmalar, Allah'ın isimlerinden meydana gelen birtakım muskalar ve bazan da şey­tanlardan alınan tılsımlardan oluyor. [6]

 

Sihrin Hangi Kısmı Haramdır?

 

Sihirden bir kısım vardır ki onu işleyen küfre girmiş olur. Mesela insanların suretini tağyir etmek, onları hayvanlar heyetin­de ortaya çıkarmak, bir aylık mesafeyi bir gecede katetmek, ha­vada uçmak, halka hak olduğunu göstermek, (vehmettirmek) için bunları yapan bir kimse İslam ve iman dairesinden çıkar. Bunu Ebu Nasr Abdurrahman Kuşeyri söylüyor.

Ebu Amr, «Hangi sihirbaz bir canlıyı bir suretten çıkarıp di­ğer bir surette gösterir, mesela inşam -merkep, merkebi de başka bir şey yaparsa ve cesedleri nakletmek, helak etmek, tağyir etmek gücüne sahip olduğu iddiasında bulunursa, o sihirbazın Öldürül­mesi caizdir. Çünkü bu sihirbaz peygamberleri inkâr etmektedir. Ayetler ve mucizeler gibisini getirebilir iddiasındadır. Böyle bir şey meydanda oldu mu peygamberlik sıhhatinin bilgisi de suya düşmüş olur. Çünkü peygamberin getirdiğini hile ile insanlar da getirmiş olur» der.

«Sihir aldatmadır, birtakım hayallerdir» şeklinde iddiada bu­lunan bir kimseye gelince, sihirbazı öldürme cezası ona gerekli olmamıştır. Ancak kendi fiiliyle birini öldürürse o zaman kendi­sine kısas tatbik edilir. [7]

 

Ehli-Sünnete Göre Sihir

 

Ehli sünnet ve'1-cemaate göre sihir sabittir ve hakikati var­dır. Mutezile'ye ve Şafiilerden Ebu İshak'ul-İstirabadi'ye göre sih­rin hakikati yoktur. O ancak gözboyacılıktır, hayal ve birtakım vehimleri meydana getirmekten ibarettir. Nitekim Cenab-ı Hak ha­yal tabirini Firavundun sihirbazları hakkında kullanmıştır.

Rasûl-ü Ekrem'in daha önce geçtiği gibi «Allah bana şifa ver­di» sözü ancak hastalık illetinin kaldırılmasıyla mümkündür. Has­talık zail olur, şifa ondan sonra gelir. Bu sözden anlaşılıyor ki sih­rin hakikati vardır, hem ayet ve hem de hadislerle sabit olmuştur. Bir de ehli hal ve'lakd'in sihrin olduğuna dair icmaı vardır. Bu ic-ma olduktan sonra Mutezile ve onlara uyanların «yoktur» demeleri bir kıymet taşımaz.

Eski zamanlarda da sihir insanlar arasında yayılmıştı. Halk bu hususta konuşmuştur. Sihrin olmadığını hiçbir sahabi, hiçbir tabiin savunmamıştır. Süfyan bin Aver, İkrime'den O da İbn Ab-bas'tan rivayet eder: «Sihir Mısır'ın köylerinden, kasabalarından, ancak adı Ferame olan kasabada öğretilirdi. Kim onu yalanlarsa küfre girer Allah ve Rasûlü'nü yalanlamış olur. Gözle sabit olan tir ilmi inkâr etmiş olur.»

Malikiler, «Sihirbaz harikuladelikler yapabilir. Hastalık, par­çalama, aklın giderilmesi, bir azanın yamuk olması gibi normal olarak beşerin kudreti dahilinde olmayan şeyleri yapabilir. Sihir­bazın yaptıkları mustakillen yapılmış değildir. Allah bu eşyayı sih­rin var olduğu anda ihdas etmiş, yaratmıştır. Mesela yemek anın­da Cenab'i Hak doymayı, su içmek anında da kanmayı yaratır.» derler,

Süfyan bin Ammari Zehebi'den rivayet ediliyor: Velid bin Uk-be'nin yanında ip üzerinde yürüyen bir sihirbaz vardı. Bu sihirbaz merkebin duburundan girip ağzından yıkıyordu. Cundub onu bir kılıç darbesiyle öldürdü. Bu zat, Rasûü Ekrem'in, Cundup bin ,Kâb'ul-Ezd adlı sahabisidir. Buna El-Beceli de denilir, feasûl-ü Ek-jj rem onun hakkında «Benim ümmetimden bir kişi olacaktır. Ona |! Cundup denilecektir. O kılıçla bir darbe vuracak hakkı ayırt edeçektir» demiştir, tşte bu sihirbazı öldüren Cundub bu hadisi daha önce naklediyordu.

Ali bin Medeni, bu hadisi, hadiseden önce, Haris bin Muder-rib'ten, O da Cundub'tan rivayet etmiştir. [8]

 

Sihirle Kerametin Farkı

 

Müslümanlar şu hususta ittifak etmişlerdir: Sihirbazlar Allah  katında peygamberlerin mucizesi olan şeyleri yapamazlar. Sihirle  mucize arasındaki fark şudur: Sihir sihirbazdan gelir. Bazan bun- lar bir cemaat olur, onu tanırlar. Onu tek vakitte meydana getir- me imkânları olur. Mucizeye gelince, Allah onun mislini veya mu- arızını getirmeyi hiç kimseye nasib etmemiştir. Ayrıca sihirbaz  peygamberlik iddiasında bulunamaz. Ondan sadır olan sihir ise  mucizeden zaten ayrıdır; yani mucize mertebesine gelmemiştir.  Çünkü mucizenin şartı peygamberlik davası ile beraber gelmesi­ dir.

Pakihler müslüman ve zimmi sihirbazın hükmünde ihtilaf et­mişlerdir. İmam Malik'e göre, müslüman sihirbaz küfrü gerekti­ren bir kelam ile nefsinde sihir yapmışsa tevbe teklif edilmeksizin öldürülür. Tevbesi kabul edilmez. Çünkü bu zındık ve zinacı bir kişi gibi içinde sakladığı bir durumdur. Ayrıca Cenab-ı Hak «Halbuki o iki melek: Biz ancak imtihan için gönderildik. Sa­kın kâfir olma demedikçe kimseye bir şey öğretmezlerdi» (Baka­ra: 102) ayetinde sihir, küfür olarak isimlendirilmektedir. Bu, Ah-med îbn Hanbel, Ebu Sevr, îshak, Şafii, ve Ebu Hanife'nin de görüştidür.   Hz. Ömer, Hz. Osman, İbn Ömer,   Hafsa,   Ebu Musa, Kays bin Sa'd «sihirbaz Öldürülür» diye rivayet etmişlerdir.

Eivayet ediliyor ki Rasûl-ü Ekrem: «Sihirin cezası sihirbazı kılıçla vurmaktır» (Tirmizi) demiştir. Fakat Kurtubi bu hadis hak­kında «Kuvvetli değildir. Çünkü sadece İsmail bin Müslim onu ri­vayet etmiştir. O da muhaddisler katında zayıftır» diyor.

Ayrıca Uyeyne, ismail bin Müslim'den, O da Hasan'dan mür-sel olarak rivayet etmiştir! [9]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(1-5)   «(Ey Rasûtümh De ki: Karanlığı yarıp...»Bu Ayetlerin Tefsiri

«EUFelak» kelimesinin mânâsı konusunda ihtilaf edilmiştir. «EUFelak cehennemde bir hapishanedir» (İbn Abbas). «Cehennem­de bir evdir. Kapısı açıldığında bütün cehennemde yananlar onun hararetin'den bağırırlar» (Ubey bin Kab). «Cehennem isimlerinden bir isimdir» (Ebu Abdurrahman). «Cehennemde bîr vadidir» (Kel-bi). «Ateşte bir ağaçtır» (îbn Ömer). «Cehennemde bir kuyudur» (Said bin Cübeyr). «Dağlardır», «Sular tarafından aşındırılmış bü­yük taşlardır ki parçalanırlar». Bazıları da «Dağlar ile taşları bir­birinden ayırmak demektir» diyor. Çünkü bunlar Allah korkusun­dan birbirlerinden ayrılacaklardır. Bazılarına göre «o ana rahmi­dir». Bazılarına göre «sabah» demektir. Bazıları «Sevgidir», bazı­ları «hurma çekirdeğidir ve bitkilerden olan her şeye de feVak de­nilir» diyor. (Hasan)

Dahhak diyor ki: «Felak'tan maksat bütün mahlûkattır». Danhak'ın bu görüşü iştikak da desteklenmektedir. Çünkü felak ke­limesi şakoldu, (ayrıldı) parçalandı manasınadır.

«Yarattığının şerrinden» cümlesinden maksat, İblis ve zürri-yetinin veya cehennemin veya Allah tarafından yaradılmış her şer sahibinin şerrinden Allah'a sığındım de, demektir.

«Ğasık» gece demektir. Zira «ğasak» gecenin ilk karanlığıdır. Bu görüş tbn Abbas, Dahhak, Katade ve Süddi'ye aittir.

«Vekabe» îbn Abbas'a göre «karardı», Dahhak'a göre «girdi», Katade'ye göre ise «gitti» demektir. Yeman b. Rabia'ya göre de «sükûna kavuştu» anlamındadır. Bazıları «indi» mânâsında oldu­ğunu söylemişlerdir. Bu fiil bütün bu mânâlarda kullanılabilir.

Zeccac, «Geceye ğasık denilmesi gündüzden daha serin olma­sındandır. Zira ğasık serin anlamındadır» diyor. Bir de geceleyin yırtıcı hayvanlar inlerinden, haşerat da mekânlarından çıkarlar, ehli şer fesada yeltenir geceleyin. Bazılarına göre «ğasık» Süreyya yıldızıdır. Bu yıldız düşerse hastalıklar, taunlar çoğalır. Doğduğu zaman da bunlar kalkar. (Abdurrahman bin Zeyd)

Bazıları «Ğasık batan güneş demektir» der. (îbn Şihab). Ba­zıları da «ay» mânâsına geldiğini söylemiştir. El-Kurtubi, «Ay'ın sa­huruna girmesi demektir)) diyor. Sahur, ayın kılıfı gibi bir şeydir. Bu da ay tutulduğu zaman böyle olur. Her siyah şeye «Ğasak» de­nilir. Katade «vekabe'nin mânâsı gaib oldu demektir» der. Bu en sıhhatli tefsir kabul edilmiştir. Çünkü Tirmizi Aişe validemizden şöyle rivayet ediyor: Rasûl-ü Ekrem aya baktı ve «Ey Aişe, şu ayın şerrinden Allah'a sığın. Çünkü sahuruna girdiği zaman ğasıktır» dedi. Ebu îshak «Bu hxıdis hasen ve sahihtir» demiştir.

«Neffasat»   kelimesinden maksat sihirbaz kadınlardır.  Onlarip üzerinde muska yapmak istedikleri zaman her yapılan düğüme üflerler. Nesei, Ebu Hüreyre'den şöyle rivayet ediyor:

«Kim bir düğümü düğümledikten sonra onun üzerine üfürür-se sihir yapmış olur. Kim de sihir yaparsa o Allah'a ortak koşmuş olur. Kim bir şeyi üzerine takarsa (muskalardan) ve kendisine ya­rar celbeder ve zarar uzaklaştırır diye düşünürse Cenab-ı Hak o adamla o işi başbaşa bırakır». Burada cahiliyet dönemindeki mus­kalar kastedilmektedir. Mesela onlar omuzlarına hayvan pençele­rini ve boncuklan takarlardı. Kur'an'dan, Allah'ın isimlerinden ya­pılan muskalar ise bu hükmün haricindedir. (Sünen'in şerhine bak)

Afsun yapıldığı zaman üflemenin olup-olmadığmda ihtilaf edil­miştir. Bazıları «Üfleme olmaz», bazıları da «caizdir» demişlerdir. İkrime, «Afsun yapan bir kimse için üfleme uygun değildir» der. Ona göre el sürmek de uygun olmaz. Düğüm yapmak da uygun ol­maz!

İbrahim der ki: «Selef afsunda üfürmeyi kerih görürlerdi». Bazıları der ki: «Dahhak'tn huzuruna girdim. Hastaydı: «Ey Eba Muhammed! Seni afsun edeyim mi?» dedim. «Yap fakat üfleme» dedi. Ben de «Fetofc ve Nas surelerini okumak suretiyle onu afsun ettim».

îbn Cüreyc, «Ata'ya dedim ki: «Kur'an ile insan üfleyebilir mi?», «Hayır», dedi; «fakat okuyacaksın». Sonra «istersen üfleye­bilirsin» sözünü ilave etti.

Muhammed bin Sirin'den, biri, Kur'an okumak suretiyle baş­ka birini veya kendi nefsini afsunladiğında üfleyebilir mi? diye so­ruldu: «Ben bunda bir beis görmüyorum» dedi.

Alimler ihtilaf ettikleri zaman onların aralarında hükmeden sünneti seniyedir.   Hz. Aişe naklediyor:   «Rasûl-ü Ekrem afsunda bize üflüyordu». (Hadisi imamlar rivayet etmişlerdir).

«Hasedginin şerrinden hased ettiği zaman Allah'a sığındım, de». Hased, bir kişinin mülkünün zevalini temenni etmektir. Ve­lev ki hased edene bu mülkün bir benzeri verilmesin.

Münafese ise, o adamın mülkünün mislini kendisi için te­menni etmektir. Böylece anlaşılıyor ki hased serdir ve verilmiştir Münafese de mubahtır ve gıbta demektir. Rasûl-ü Ekrem «Mümin gibta, münafık hased eder» buyuruyor. Sahihayn'da «İki şeyde ha­sed vardır. Zengin ve Allah için verenden. Bir de ilim sahibinden» denildi. Yani burada gıpta kastedilmektedir.

Alimler, «Hased zarar vermez. Ancak kişi bir sözle, bir fiille hasedini izhar ederse zarar verir. Yani sahibi aleyhine dönüşür» demişlerdir.

Allah'ın Rasûlü «Hased yaptığın zaman arzulama. Hased gök­te Allah'a karşı işlenen ilk günahtır» buyurur. Yeryüzünde de Al­lah'a karşı işlenen ilk günahtır. İblis, Adem'den hased etti. Kabil de Habü'den hased etti. Hasetçi bir insan Allah tarafından buğz-lanmış, tardedilmiş ve lanetlenmiştir!

Evet, bu sure Cenab-ı Haklan her şerrin ve her hayrın yara-danı olduğuna delâlet eder. Ve Rasûlü'ne bütün serlerden Allah'a sığınmasını emretmiştir. Bunu da hasedin korkunçluğuna ve za­rarının çokluğuna işaret etmek için yapmıştır.

Hasedçi bir insan Allah nimetinin düşmanıdır. Bazıları «Ha-sedçi Cenab-ı Hak'ka karşı beş yönden harp ilan etmiştir» derler: «

1- Kendisinden başkasına verilen her nimetten buğzeder.

2- Rabbinin taksimatına razı olmaz, ondan öfkelenir.

3- Allah'ın fiilinden razı değildir. O'nun düşmanıdır. Yani «Allah fazlını di-

lediğine verir» hükmüne rast değildir.

4- Allah'ın dostlarını matu rum bırakmıştır veya mahrum bırakmak istemiştir. Onlardan ni­metin zevalini istemiştir.

5- Düşmanı olan İblis'e yardımcı ol­muştur».

Deniliyor M: «Hasedçi bir insan her mecliste pişmanlıktan başka hiçbir şey elde etmez. Melekler katında lanet ve buğzdan başka hiçbir şey elde etmez. Halvette ancak sıkıntı ve üzüntü elde eder. Ahiret'te de onun yine hüzün ve ateşte yanmaktan başka bir payı yoktur. Allah'tan gittikçe uzaklaşır.»

Rivayete göre, Rasûl-ti Ekrem şöyle buyurmuştur: «Üç sınıf vardır, onlartn duaları kabul olunmaz:

1- Haram yiyenler,

2- Çokça gıybet yapanlar,

3- Kalbinde kin ve müslümanlara karşı hased bulunan ki­şiler.» [10]

FELAK SURESİNİN SONU

 

 



[1] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 16/254. 

[2] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 16/254-255.

[3] Alusi, Ruhlıl-Meanî, cilt: 30, sh: 279

[4] Kurtubî, Ahkam'ul-Kur'an, cilt: 20, sh: 251

[5] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 16/255-259. 

[6] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 16/259-261. 

[7] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 16/261. 

[8] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 16/262-263. 

[9] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 16/263-264. 

[10] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 16/264-268.