Gait:2

Garânîk:2

Gark:2

Gasık:2

Gâşiye:2

Gayb:2

Gayy:3

Gıslîn:3

Gıybet:3

Guluvv:3

Gurur:3

Gusâ:3

Ğarâbîb:3

Ğayz:4

Ğul/Ğulûl:4

Ğulf:4

Ğunm/Ğanîmet:4

Ğurfe:4

Ğusl:4


Gabera:

 

Gabera; toz ve duman demektir.

 

Gadak:

 

Gadak; çok ve bol demektir.

 

Ğâfir,

 

Ğâfir, bağışlayan demektir, "Ğafr" örtmek ve silmek manasınadır.

 

Gait:

 

Gâit, derin çukur de­mektir. Tuvalete işarettir. Günlük dilde daha çok tuvaletle ilgili ola­rak kullanılır. "Gâitten gelme" de abdest bozmaktan kinayedir.

 

Gamam:

 

Gamam, "ğammetun" kelimesinin çoğuludur. Vezin ve mânâ yönünden sehâbe’nin çoğulu olan sehâb gibidir. Bulut semayı örttüğü için ona bu isim verilmiştir. Her örtülü şeye de "mağmum" denilir. Bulut ayı kapatıp ta, ay görünmez hale geldiğinde "Gamme’l-hilâl" denilir.

 

Ğamra:

 

Ğamra, bir şeyi örten ve kapatan manasınadır. "Derin nehir" için "nehrun ğamrun" denmesi de bundandır.

 

Garâbîb:

 

Garâbîb, çok siyah anlamına gelen "Ğarbîb" kelimesinin çoğuludur. Çok siyah şeye "Esvedun garbîbun: simsiyah, kapkara" denir. 

 

Garânîk:

 

Garânîk'in tekili "gurnuk", "gurneyk" kuğu kuşu denilen be­yaz iri su kuşudur. Kazdan bü­yük, uzun boylu, güzel, endamlı bir kuştur.

Gümüş tenli, beyaz, güzel, dolgun bedenli taze dilbere de "gurneyk" denilir. Rüzgar estikçe kıpraşıp oynayan saçlara da "garanika" veya "garanikiyye" deni­lir.

 

Gark:

 

Gark, "iğrak" mânâsı­na ism-i masdardır. Suya daldırıp boğmak, bir kabı doldurmak, okun yayını şiddetle ve doldura doldura çekmek, ifrat etmek, uzağa gitmek manalarında kullanılır.

 

Ğarrake:

 

Seni aldattı.

 

Garûr:

 

Garûr; şeytan ve başkasını aldatan her şey. Bunun ism-i faili vezninde gelir.

 

Gasık:

 

Gâsik, zifiri karanlık gece demektir. "Ğask" Gece karanlığının ilk vakitleridir. Gece karardığında "Ğasaqa’lleyl" denir. Şâir şöyle der:

Bu gece, iyice karardı. Üzüntü ve uykusuzluktan rahatsız oldum.[1]

Gâsık kelimesinin masdarı olan "gassâk" veya "gusûk" veyahut "gaseken", şiddetli karanlık, dolgunluk, akmak, dö­külmek, soğukluk ve kokarlık manalarıyla ilişkilidir. Hepsinin ortak noktası, dolmak, akmak, dökülmek manalarından birisidir. Gecenin karanlığının hücum edip dolarak pek karanlık olmasına masdar olarak "gasak", "gusuk", "gasakan" denildiği gibi koyu ka­ranlığa da "gasak" denilir.

Bu itibarla "gasak" "felak"a yakınlaştırılır ve "mînel ğasakı ilel felak", "gasaktan felaka ka­dar" denilir ki, gecenin kararma­sından sabahın aydınlığına kadar demektir. Buğday içindeki taracaya da "gasak" denir. Gözün dumanlanıp seçememesine veya yaşarıp sulanmasına, göz kararma­sına gasakan veya gusuk denilir. Aynı şekilde, yaradan sarı su ak­masına, buluttan yağmur çisele­mesine, memeden süt dökülme­sine veya herhangi bir şeyin mut­laka insibab/dökülme/akma su­retiyle dökülmesine de "gasakan" denilir. İçilemeyecek derecede soğuk ve kötü kokulu olan içki veya suya da "gasak" veya "gassâk" denilir.

Gâsık ise, asıl iştikakına rağ­men, gasak yapan, gasaken eden yahut gasaklı manasına ism-i fail olup, dolan, kararan, karanlık eden, akan, dökülen, domlu, posarık, soğuk olan manalarına ge­lir. Gassâk: Yaradan akan sarı su, irin, cerahat akıntısı yahut şarap gibi kaynak olan içeceğin zıddı, içilmez derecede soğuk ve çirkin kokulu içki demektir. Keşşaf’a gö­re kara yılan sokmasına ğâsık de­nir.

 

Gassâk:

 

Gassâk, kâfirlerin etlerinden çıkan irin ve pis kokudur.

 

Gâşiye:

 

Gâşiye, "gaşiy"den ism-i fail olarak, bir şeyi her tara­fından sarıp bürüyen, salgın, sar­gın şey demektir. At eğerinin ör­tüsüne, kalp zarına, insanı veya hayvanı içinden saran derde, kâ­bus gibi her taraftan saran salgın korkunç, bulaşıcı belaya da denir.

Aynı zamanda ğâşiye kıya­metin isimlerindendir. Çünkü bir­denbire şiddetiyle halkı sarıp bürüyecektir. Gâşiye, dehşet verici halleri ile insanları bürüyen kıyamet de­mektir.

 

Gavr:

 

Gavr, "yere batan" manasınadır.

 

Gayb:

 

Gayb, insanın yanında olmayan ve duyu organlarının hissetme­diği, duyu organlarının idrakinin dışında kalan şey demektir. Şair şöyle der:

Biz gayba inandık. Oysa ki, Muhammed'den önce kavmimiz, putlara tapardı.

Gizli ve saklı olan herşeye gayb denir. Cennet, cehennem, haşr ve neşir bu kabildendir. Râgıb el-İsfehani gaybı: "duyu organlarının algılayamayacağı şeydir"[2] diye tarif eder.

Gayb, his ve ilimde veya vücudda hazır olmayan de­mektir. Bir çok şey görünür alem­de hazır olduğu ve bilindiği halde birbirine nazaran gayb olabilirler. Bir defa birine göre mevcud, mah­sus, hazır veya bilinen, diğerine göre meçhul/bilinmez ve gayb olablir. Taberî, insanların henüz bilmedikleri, ancak olması müm­kün olan şeyleri de gayb olarak değerlendirmiş, bunların hiç ya­ratılmamış olması veya yaratılmış olsa bile insanların bunu bilme­mesinin gayb özelliğini ortadan kaldırmayacağını söylemiştir.

Örneğin bir kişinin kalbinde­ki şey kendisi için malum/bilinen ve hazır bir şey ise, bir başkası için bilinmez/meçhul ve gayb olabilir. Bu nedenle, "yu'minu bi'1-ğayb" ifadesi, bir manaca "bi'1-kalb" ifadesi ile tefsir edil­miştir. Bu nedenle gayb, ğayb-i mutlak ve ğayb-i izafî diye ayrı ayrı ele alınır ve kendi konumuna göre değerlendirilir.

Mutlak gayb, hiçbir varlığın ne duyumlarının ne de bilgisinin ulaşamadığı gaybdır. Allah ve ahiret konuları mutlak içerisine girer. İzafî gayb ise, bazı yaratık­lar için bilinmesi mümkün olma­yan gaybtır ki, bu onlara göre gaybtır. İzafî gayb, kişinin müşa­hede alanına, bilgi ve tecrübesine göre değişir. Gaybın zıddı "şehâde"dir. Bilinen görünen demektir. Gaybın sınırlarını bu "şehâde" belirler. [3]

"Gabe" fiilinin mastarı olup, gözden ve diğer duygu­lardan ve insan ilminden gizli olan anlamındadır. "Ğâbe anni: Benden gizlendi" demektir. Genel olarak duygulardan ve insan ilminden gizli olan her şey için kullanılagelmiştir.

Bu kelime lügat manasıyla İslâm öncesi devirde de biliniyordu. Hatta meşhur Antara bir şiirinde "Âlemü'1-Ğayb" tabirini, "görülmez âlem" manasında kullanmıştır. O şöyle der:

"Yarın için size ne takdir edildiği hakkında üzülmeyin. Zira bize gayb âleminden bir haberci gelmedi."[4]

Hüzeyl kabilesine mensup Ebu Zueyb el- Huzelî, avcı tarafından takip edilen vahşi bir boğayı tasvir ederken, avcının, avını gözüyle değil kulağıyla takip ettiğini söyler.

"Göz kapağı yumuk olarak, gözlerini gizliliklere (görmediği bir yerde saklanana) dikiyor, görüşü işittiğini doğruluyor."[5]

Netice olarak diyebiliriz ki, bu kelime, câhiliye döneminde daha çok insanın idrak gücü dışında kalan maddi anlamdaki şeyleri ifade ederdi. Bunun, putperest döneminde dini anlamda kullanıldığına dair bir kanıt bulamadık. İşte Kur'ân bu kelimeye "görünmeyen varlıklara iman" manasını kazandırmıştır, diyebiliriz.[6]

 

Gays:

 

Gays, yağmur demektir. Mahlûkâta yardım ettiği için, yağmu­ra "gays" ismi verilmiştir.

 

Gayy:

 

Gayy, "rüşd"ün zıddıdır. Aklın istikametini ve yolun doğrusunu kaybetmiş demektir.

 

Gıll:

 

Gıll, kin manasınadır.

 

Gıslîn:

 

Gıslîn, "gasl" madde­sinden türemiştir. Yıkantı / akıntı demek olan "gusale"yi andırır. Dilcilerin bazısına göre, yaradan, yağırdan akan cerahatin yıkantısı/akıntısı demektir. Türkçe'de karşılığı "irin"dir.

Bir rivayete göre Cehennem ehlinden akan irindir, bir rivaye­te göre ise yiyeceklerin en şerlisi, en kötüsü, en yutulmazıdır.

Gıslîn, cehennem ehlinin irinidir. Kelbî şöyle der: Gıslîn, cehennem ehline azap edilirken onlardan akan kan ve irindir. Ğıslîn,"Ğısl" kökünden "Fi’leyn" vezninde bir kelimedir.[7]

 

Gışâvet:

 

Gışâvet, örtü, perde demektir. Bir kimse bir şeyi örttüğünde "Ğaşâ’ş-şey’e" denir. Araplar, bir kimse bir şeyin üzerine perde çektiğinde "ğaşşâhu" derler. Kıyamet manasına gelen gâşiye de bu köktendir. O da verdiği korkularla insanları sarar.

 

Gıybet:

 

Gıybet[8], bir kimsenin arkasından hoşlanmayacağı bir şey söylemektir. Gıybeti Rasûlullah; "kardeşini hoşlanmayacağı bir şey ile anmandır" diye açıkla­mıştır. Birgivî, "gıybet" dünya ve ahiret ayıplarının söylenmesini de içine alır" demiştir.

Gıybetin oluşması için, kişi­nin tanınması ve kötüleme amaçlı olması gerekir. Bir kişinin kötü­lükleri, üzülerek söylenirse gıybet sayılmaz. [9]

 

Guluvv:

 

Guluvv[10], oku ileriye at­maktır. Bundan herhangi bir şe­yin gücünün ötesine geçmek, haddini aşıp tecavüz etmek, ileri­ye gitmek manasına "terfi" ve "tevsi" olunmuştur. Guluvv keli­mesi geniş bir anlam alanına sa­hiptir. [11]

 

Guref:

 

Guref, cennetteki yüksek mevkiler demektir. "Ğurfetun" Yüce ma­kam ve mevkidir. "İşte onlar sabretmelerine karşılık, cennetin en yüksek makamlarıyla mükafatlandırılacaklar"[12] ayetinde de bu mânâdadır.

 

Gurur:

 

Gurur[13], insanın pek hoş bir şey buldum zannı ile keyiflenip sonra onun pek fena bir şey olduğunu anlayarak üzülmesidir. Önceden sevinip sonradan cidden yerinmesi, yani aldanmasıdır.

Şeytan'ın bütün va'dleri ve ümitleri hep böyle bir gururdan başka bir şey değildir. [14]

 

Gusâ:

 

Gusâ'[15], sel sularının meralardaki otlakları, otları, çöp­leri birbirine katarak sürükleyip getirdiği, derelerin etrafına fırlat­tığı ot, çöp, yaprak ve köpük yı­ğınlarına denir. Buna sel kusmu­ğu da denilir.

Alusfye göre, farklı kabileler­den meydana gelmiş kalabalığa, topluluğa da "gusâ" denilir. [16]

 

Ğarâbîb:

 

Ğarâbîb[17], "ğayın" har­finin kesre ile harekelenmesiyle "ğarbib"in çoğuludur. "Ğirbib" siyahın şiddetlisi demektir. Ge­nellikle mübalağa için pekiştirme amacıyla kullanılır. [18]

 

Gavl:

 

Gavl, aklı bozan her şey demektir. Ebu Ubeyde şöyle der: Gavl, aklı bozan ve gideren şey demektir. Ebu Ubeyde, İbn İlyâs'ın şu beyti­ni okudu:

İçki hepimizin aklını devamlı olarak bozuyor. Birinciden başlıyarak birer birer hepimizi helak ediyor.[19]

 

Ğayz:

 

Ğayz[20], hoşlanmadık bir şeye ani öfkelenmedir. Gadabın aslıdır ve ondan farkı yoktur. Gadab mutlaka açığa çıkar, ğayz ise kalpte gizli kalabilir.

Allah'a gazab isnad edildiği halde ğayz isnad edilmez. [21]

 

Ğul/Ğulûl:

 

Ğul veya ğulûl[22], gani­metten gizli bir şey aşırmak, ema­nete hiyanet etmek anlamındadır. Genellikle devlet işleri ve malla­rındaki suistimaller, aşırıp çalma­lar bu çeşittendir. Rasûlullah, "gulûl"u büyük günahlardan saymış­tır. [23]

 

Gulb:

 

Gulb, ağaçları çok ve dalları birbirine girmiş mânâsına gelen "Ğalbâu" kelimesinin çoğuludur.

 

Ğulf:

 

Gulf, “Eğlefe”kelimesinin çoğulu olup "perdeli" mânâsına gelir. Bu kökten gelen gılâf kelimesi perde demektir.   Kınında olan kılıç için “Seyfun eğlef” anlayışsız ve temyiz gücüne sahip olmayan kalbe de “Qalbun eğlef” denilir. Bu   tabir, "Sünnet edilmemiş, kabuklu" mânâsına gelen ağlef kelimesinden müsteardır.[24]

Ğulf, "ağlef'in çoğulu­dur. "Ağlef" "ğulfe" veya "ğilaf'dan kabuklu yani sünnetsiz ya da kılıflı demektir. Bu kelime, "kaşarlı", "kaşarlanmış, "yosun tutmuş, duyarlılığını yitirmiş" an­lamlarında da kullanılır.

 

Ğunm/Ğanîmet:

 

Ğunm[25], bir şeye meşakkatsiz bir şekilde ulaşmak veya düşmandan doyumluk al­mak manalarına gelir. Bu doyum­luğa isim olarak verilir. "Gani­met" her iki manayı da içerir. Şeriat'te ise ganimet, düşmandan savaş yoluyla alınan maldır. [26]

 

Ğurfe:

 

Ğurfe[27], büyük bina ve konakların şehnişini, kulesi gibi en yüksek yeri, noktası demektir. Göğün burçlarına göre yükseklik de demektir. [28]

 

Ğusa:

 

Ğusa, selin vadi kenarına attığı çerçöp, kağıt ve bitki gibi şey­lerdir.

 

Ğusl:

 

Ğusl, suyu, vücudun veya azalarının üzerinden tama­men akıtmaktır. Oğmak şart de­ğildir. Bundan dolayı su damlamadıkça ğusl denmez. Bu şekilde yapılmakla abdest gerçekleşmiş olur. Çünkü abdest hadesten ta­harettir. Önemli olan suyun ak­masıdır. Necasetten taharet için olan ğasl ile karıştırmamak gere­kir. Burada amaç maddî yani gö­rünen pislikten temizlenmedir.                   



[1] Tefsir-i kebir, 30/194

[2] er-Rağıp el-İsfehani, el-müfredat, s. 367, Beyrut, ty

[3] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 128-129. (5414, 3943,4869)

[4] Antara, a.g.e., s. 147.

[5] el-Huzelî,a.g.e., I, 11.

[6] Yrd. Doç. Dr. Ahmet Çelik, Kur’an Semantiği Üzerine, Ekev Yayınevi: 26-27.

[7] Tefsîr-i kebîr, 30/116

[8] Hucurat: 49/12.

[9] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 129. (4474)

[10] Maide: 5/77.

[11] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 129. (1785)

[12] Furkân: 25/72

[13] Nisa: 4/120.

[14] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 129-130. (1474)

[15] Müzzemmil: 73/13.

[16] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 130. (5748)

[17] Fatır: 35/27.

[18] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 130. (3991)

[19] el-Bahr, 7/350

[20] Al-i İmran: 3/134.

[21] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 130. (1176-1177)

[22] Al-i İmran: 3/161.

[23] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 130. (1218)

[24] Keşşaf, 1/122

[25] Enfal: 8/41, Nisa: 4/94.

[26] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 131. (1785)

[27] Zümer: 39/20.

[28] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 131. (3615)