Üff:2

Ümmet:2

Ümmet-i Kâime:3

Ümmî:3

Ümmiyyin-Ümmiyyun:3

Ümmü'l-Kitâb:3

Ümmu'l-Kurâ:3

Üşribu:4


Ücâc:

 

Ücâc, çok tuzlu. Firuzâbâdî şöyle der: Su çok tuzlu olduğunda "Ecce’l-mâe" denir. Mastarı "Ucucen" dir.[1]

 

Üff:

 

Üff, bıkkınlık ve sıkıntı ifade eden bir kelimedir.

 

Ümmet:[2]

 

Ümmet, din ve mezheb demektir.

Ümmet, "imam" kö­künden alınmış çoğul bir isimdir. Çeşitli insan guruplarına önder olan ve kendisine uyulan bir ce­maat demektir. Yani bir imamın çevresinde sağlam bir birlik oluş­turup düzenli bir şekilde faaliyet gösteren ve bazı insan gurupları üzerine hakim olan bir topluluk­tur. Ümmet, hakim bir milletin fertlerinden meydana gelen ictimaî/sosyal bir topluluktur.

 (... ümmeten ...) İnsanlar için bir yol gösterici/yol işare­ti idi. [3]

(... ümmeten ... ) Bununla ilgili iki görüş vardır:

Birinci­si, bütün iyi sıfatlardaki mükemmelliğinden dolayı o, ken­di başına ümmetlerden bir ümmetti. (Ebu Nüvas'ın) şu sö­zünde olduğu gibi “Alem'i bir kişide toplaması Allah için garib/kabul edilemez değildir.” Mücahid (şöyle demiştir): Bütün insanlar kafir iken o, tek başına mü'min idi." îkincisi, ümmetin me'mum, yani hayır edinmek için peşinden gi­dilen veya (İbrahim'in) kendisiyle kemale erilen seçkin, gü­zide, örnek kişi olması anlamındadır. [4]

(... ümmeten kaniten ...) Yani kendisine uyulan bir imam idi. (Kaniten): İtaatkardı. Amir, Mesruk'tan şöyle dediğini rivayet etti: Abdullah b. Mes’ud’un yanında Muaz b. Cebel’'den söz açılınca, Abdullah b. Mes'ud; Muaz b. Cebel “ümmeten kaniten” idi, dedi. Bir adam, “ümmet nedir?” de­yince (İbn-i Mes'ud); (o) insanlara “hayr”ı öğreten “kanıt” ise Allah'’a ve Resul’üne itaat edendir, dedi.

Konunun devamında Hz. İbrahim'in “ümmet” diye tes­miye olunmasının muhtemel sebepleri üzerinde duruluyor:

- Toparlanmaya / biraraya gelmeye vesile olması

- İyilik özelliklerinin kendisinde toplanması

- Kendisinden başka mü’min yokken tek başına iman et­miş olması vs. [5]

(.. ümmeten ...): Allah'a ibadet hususunda bir topluluğun yerini tutardı. “Falanca kendi başına bir kabiledir” şeklin­deki sözleri gibi ... [6]

(.. ümmeten ...): İnsanların kendisiyle kemale erdiği imam, önder. [7]

(... ümmeten ...): Önder. Hayırlarda kamil bir ümmet/imam (anlamına geldiği de) söylenmiştir. [8]

(...ümmeten ... )  Şüphesiz İbrahim iyi hasletleri kendi­sinde toplayan önder ve örnek bir kimseydi. Bundan dola­yı Yüce Allah onu kendisine dost seçti... [9]

"Ümmeten" kelimesi ile ilgili otoritelerin görüşlerini şöylece toparlamak mümkün:

a- İmam/önder;

b- İyi haslet­lerin kendisinde somutlaştığı kişi;

c- Seçkin/güzide/örnek;

d- Yol gösterici/işaret taşı;

e- İnsanlara hayrı öğreten kişi...

Türkçe Kur'an çevirilerinin bir kısmında “ümmet” keli­mesinin tercüme edilmeyerek muğlak bırakıldığını ve böy­lece mecazi anlamının ortaya çıkmadığını görüyoruz.

Elmalı: Muhakkak ki İbrahim başlıbaşma bir ümmet idi...

Çantay: Hakıykaten İbrahim (başlıbaşına) bir ümmetti...

D.Î.B. : İbrahim, şüphesiz... bir önderdi...

Bilmen: Muhakkak ki İbrahim -başlıca- bir ümmet idi...

Yavuz: Gerçekten İbrahim bütün hayırlı hasletleri kendi­sinde toplayan bir imamdı (önderdi) ...

Davudoğlu: Muhakkak İbrahim... bir ümmetti (önderdi).

Ateş: İbrahim... bir ümmet (her iyiliği kendinde toplayan bir önder) idi...

Bulaç: Gerçek şu ki, İbrahim (tek başına) bir ümmetti...

T.D.V: İbrahim, gerçekten... bir önder idi...

Y Öztürk: Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşma bir üm­met idi...

Atay: Doğrusu, İbrahim... bir önderdi.

A. Öztürk: Gerçekten İbrahim... bir ümmetti.

Koçyiğit: İbrahim... bir ümmetti.

Hizmetli: Doğrusu İbrahim... bir hidayet önderi idi.

Varol: Doğrusu İbrahim bir ümmetti.

Piriş: İbrahim ... hanif bir önderdir.

Elmalı, Çantay, Bilmen, Bulaç, Y. Öztürk, A. Öztürk, Koçyiğit ve Varol gibi mütercimler”ümmet” kelimesini; an­laşıldığı kadarıyla “cemaat, topluluk, kavim” vs. şeklinde algılamışlar ve doğal olarak -bunun herkes tarafından bu şekilde anlaşılacağı kanısıyla- farklı bir anlamı veya anlam­ları olabileceği ihtimaline iltifat etmeyerek olduğu gibi yaz­makla yetinmişlerdir. Kelimenin bu şekilde anlaşılmasını sağlayacak sebepler yok değildir. Hatta görüşlerini çalışma­mıza dahil ettiğimiz alimlerden bir kısmı kelimenin böyle bir anlamının da olduğunu beyan etmişlerdir. Ancak yuka­rıya naklettiğimiz görüşlerin tümü dikkatlice incelenecek olursa “ümmet” kelimesinin en azından bu ayette böyle bir anlama gelebileceği ihtimalinin zayıf olduğu ve alimlerimizin de zaten buna fazlaca itibar etmedikleri görülecektir.

D.İ.B., Yavuz, Davudoğlu, Ateş, T.D.V., Atay, Hizmetli ve Piriş'in tercümeleri ise; gerek ümmet kelimesinin meca­zi anlamının doğrudan tercümeye yansıtılması ve gerekse bunun parantez açılarak açıklanmış olması nedeniyle bizce daha kayda değer görülmektedir. Özellikle Yavuz'un tercü­mesi daha dikkate şayandır.

Kanaatimizce bu ayette “ümmet” kelimesinin; “önder, imam, örnek, seçkin, yol gösterici” anlamları daha baskındır ve üzerinde düşünülmeye layıktır.

Sonuç olarak ayetin ilgili kısmının aşağıdaki şekillerde tercüme edilebileceğine inandığımızı belirtmek istiyoruz:

- Gerçekten İbrahim... bütün hayırlı hasletleri kendisinde toplayan bir imamdı (önder). (Yavuz)

- Doğrusu İbrahim ... bir hidayet önderi idi. (Hizmetli)

- Gerçek şu ki, İbrahim insana yakışan tüm erdemleri kendinde toplamasını bilen... biriydi. (Esed)

- İbrahim başlıbaşına bir numune-i imtisal idi. (D. Cündioğlu)

- Şüphesiz İbrahim tek başına bir yol göstericiydi vs.

 

Ümmet-i Kâime:

 

Ümmet-i kâime, hak­şinas, hakkı gözeten, ayağa kal­kan ümmet, hak tanıyan, doğru, doğrulan veya Allah için kalkan müstakim, adil topluluk anlamla­rına gelir.

 

Ümmî:

 

Ümmî ismi mensu­bunda üç anlam olabilir.

1- "Umm" kıyaslamasıdır. Yani, anasından doğduğu gibi kalmış, değişmemiş anlamında.

2- Arap ümmetine mensub olan anlamında. Çünkü Araplar, hesap-kitap bilmez bir millet ola­rak tanınmakta idiler.

3- Ümmü'l-kura'ya mensub olan yani Mekkeli demektir.

Bu manaların hepsinde de ümmî, okuma yazma ile ilgisi bu­lunmayan anlamındadır. Ümmî­lik sıradan kimseler hakkında ilim eksikliğini ifade eden bir ek­siklik sıfatı iken, bîr ümmînin, okuyup yazandan daha fazla alim olması Allah tarafından verilen fıtrî bir kemale işaret eder. Rasûl'ün ümmîliği bu anlamdadır.

 

Ümmiyyin-Ümmiyyun:

 

Ümmiyyîn, Peygamber (s.a.v) ile aynı asırda yaşayan Arap­lar demektir. Okuma yazma bilmeme mânâsına gelen "ümmîlik"le şöhret buldukları için kendilerine bu isim verilmiştir.

Ümmiyyun: Ümmi kelimesinin çoğulu olup, okuma yazma bilmeyenler demek­tir. Annesine nisbetle kişiye bu vasıf verilmiştir. Zira o, annesinden doğ­duğu gibi kalmış, okuma yazma öğrenmemiştir.

 

Ümmü'l-Kitâb:

 

Ümmü'l-Kitâb, bütün kitapların kaynağı, aslı ve esası olan, hiçbir şekilde değişmeyen, mahvı ve isbatı mümkün olma­yan, değişmez ana kitap anlamın­dadır. Daha doğrusu kitap anası, yüce buyruk, kütük demektir.

Ümmü'l-Kitâb Allah'ın katındadır ki, o Levh-i Mahfuz veya ezelî ilimdir. Değişecek, değişme­yecek, giden kalan her şey onda yazılıdır.

 

Ümmu'l-Kurâ:

 

Ümmu'1-kurâ, bütün şehirlerin, kasabaların merkezi demektir. Mekke'nin isimlerinden birisidir. Öyle ki Mekke, ciha­nın/yeryüzünün merkezi ve kıble-i enam (yaratılmışların kıblesi) olarak da isimlendirilir.

Kur'ân'daki kullanımında ümmu'1-kurâ bir uyarı bağlamın­da geçmektedir. Bu kullammlardaki uyarma, şehrin kendisine de­ğil halkına olduğundan mana me­caz ve mecaz isnadı suretiyle "ehli ummu'1-kurâ" demektir. Mekke denilmeyip "Ümmu'1-kurâ" denil­mesi, Mekke'yi alemdeki bütün şehirlerin bir merkezi gibi düşün­dürmek içindir.

Bundan dolayı, "men havlehe" de, merkez ve çevresiyle bü­tün yeryüzüdür. "Ummu'l-kurâ"nın merkezîlîk anlamı olmaksı­zın yalnız "Mekke" şehri anlamında olduğu düşünülürse, "men havlehe" de Mekke civarı, en fazla da Arap Yarımadası demek olur.

Ancak bazılan bu ifadeyi, Hz. Peygamber'in "Mekke ve çevresi­ni uyarmakla görevlendirilen bir bölgesel uyarıcı olduğunu", yani yalnızca Araplara gönderilmiş bir peygamber olduğunu iddia etme­leri için bahane olarak kullanmış­lardır. Ancak bu iddia bizzat Kur'ân tarafından yalanlanmakta­dır. Bu iddiayı ortaya atanlar hem En’am: 6/92, hem de Sebe’: 34/28 gibi ayetlerin anlamını kavramadıklarını ortaya koymuşlardır.

 

Üşribu:

 

"Onlara içirildi" Üşribe, içirildi manasınadır. Yani, kalpleri onu içer duruma getirildi demektir. Arap dilinde darb-ı mesel olarak "Onun kalbine, şu şeyin sevgisi içirildi" denilmektedir. Şair Zuheyr, bu kelimeyi şöyle kullanmıştır.

Önce içimde bulunan aşk hastalığından kurtuldum.

Çünkü kalbine içirdiğin sevgi bir hastalıktır.[10]

 

 



[1] el-Kâmûsu'l-muhît, "E-ce-ce" maddesi.

[2] Nahl: 16/120

[3] Ferra, Meani, 1955, c. 2 s. 114.

[4] Zemahşeri, Keşşaf, 1997, c. 2 s. 599.

[5] Semerkandi, B. Ulum, 1996, c. 2 s. 311.

[6] İsfahani, Müfredat, tsz., s. 23.

[7] Nisaburi, Burhan, 1996, c. 1, s. 514.

[8] Mülekkin, Garib,1987, s. 214.

[9] Sabuni, Safvet,1995 c. 3 s. 353.

[10] Kurtubî, U731