Mekke-i Mükerreme'de
nazil olan sûrelerdendir. Altmış âyeti lîdir.
Bu misilli surelerin
evvellerinde bulunan harflere müteallik mebahis defaatle beyan olunduğu cihetle
burada tekrarına lüzum görülmemiştir.
[Rûm kavmi arz-ı Araba
en yakın bir mahalde mağlûp kılındılar. Halbuki Rûm ahalisi mağlûp olduktan
sonra beş on sene içinde elbette gaalip olurlar.]
Yani; ey ibadete
müdavim ve nübüvvete lâyık olan insan-ı kâmil! Rûm askeri kendi arazilerinin
yakın mahalli olan Şam civarlarında Fars askeri tarafından mağlûp kılındılar,
ey müminler! Siz Rûm askerînin mağlûp olmasına me'yus olmayın. Zira; onlar
mağlûp olduktan sonra üçle dokuz sene arasında yani pek yakın bir müddette Rûm
askeri Fars askeri üzerine gaalip olurlar. Binaenaleyh; siz şimdi' mağlûp
olduklarına me'yus olmayın.
Beyzâvî, Hâzin,
Medarik ve Taberi'nin beyanları veçhile bu âyetin sebeb-i nüzulü; Fars
askerinin Rûm askerine galebesi üzerine Mekke müşriklerinin ehl-i imana karşı
izhar-ı şadümanî etmeleridir. Çünkü; Kisrâ ile Kayser arasmda muharebe açılır.
O vakitte iki memleket arasında hudut olan Şam ve Filistin civarlarında ki,
arz-i Araba en yakın mahalde Acem ordusuyla Rûm ordusu muharebe ederler.. Rûm
ordusunun mağlûp olduğu Mekke'de şayi olunca müşrikler ehl-i imana «Rumlar
sizin gibi kitabî, ehl-i Faris bizim gibi kitap tanımaz ümmidirler. Şu halde
bizim gibi ümmî olan ehl-i Fürs sizin gibi kitabî olan ehl-i Rûm'a nasıl galebe
ettilerse bizimle muharebe ederseniz biz de size galebe ederiz» demekle
müminlere şamata edince müminlerin mahzun ve me'yus olmaları üzerine ehl-i
imanı mesrur etmek üzere bu âyetin nazil olduğu mervidir.
Bu âyetin nazil olması
üzerine Ebubekir Hazretleri Kureyş'in meclisine gider ve der ki «Siz ehl-i
Fürsün galebesine memnun olduz .ve lâkin bu ferahınızın müddeti gaayet azdır.
Zira; yakında ehi-ı Rûm'un Fürs üzerine galebe edeceğine dair âyet nazil oldu.»
Hz. Sıddıyk'm bu sözü üzerine (Übeyy b. Half) «Yalan söyledin» der. Ebubekir
Hazretleri «Sensin yalancı, beynimizde mübahase edelim» demesi üzerine üç sene
zarfında Rûm askeri Fürs üzerine galebe ederse (Übeyy b. Half) Ebubekir
Hazretlerine on deve ve eğer Rûm galebe etmezse Ebubekir Hazretleri (Übeyy b.
Half) e on deve vermek üzere beyinlerinde bir mukaaveleye girişirler. Bu
mukaaveleyi Ebubekir Hazretleri
Resûlullah'a haber verince Resûlullah « üçle dokuz arasına delâlet eder. Sen
git müddeti uzat, deveyi çoğalt» buyurur. Ebubekir Hazretleri gider, müddeti
dokuz seneye ve deveyi de yüze iblâğ eder ve o minval üzere mukaaveleyi imza ve
yekdiğerinden kefil almak suretiyle kararlaştırırlar. Bu mukaveleden yedi sene
sonra vuku bulan muharebede Rumlar ehl-i Fâris üzerine galebe eder. Hatta
Rumlar ehl-i Fâris'in payitahtına kadar giderler, Binanealeyh; müminler
ferahnak ve müşrikler de me'yus olurlar, Ebubekir Hazretleri mu-kaavele mucibi
(Übeyy b. Half) in veresesinden yüz deveyi alır, huzur-u Risalete gelir ve «Yâ
Resulallah! Al bunu sadaka et» demesi üzerine Resulullah bu yüz deveyi
fukaraya tasadduk eder. Gerçi bu mukaavele kumar ise de şu vak'a kumarın haram
olduğunu beyan eden âyet nazil olmazdan evvel olduğu cihetle Resulullah
müsaade etmişti. Ehl-i Fürs'ün mağlûp olduğu zaman (Übeyy
b. Haîf) Uhud vak'asında Resûlullah'tan
aldığı bir yaradan müte-essiren Mekke'de vefat edip cam Cehennem'e gittiğinden
Ebubekir Hazretleri mukaavelenin muktezası olan develeri vereseye intikaal eden
terekesinden almış ve verese de bilâtereddüt vermişlerdir. Rumların ehl-i Fürse
galebesinin sebebi; Acem askerinin kumandam (Şehriman) isminde bir kimsenin
bazı esbaba mebni firar ederek Rûm askerine karışıp ehl-i Fâris'in plânlarını
haber vermesi ve (Şehriman) m Rûm ordusuna fırka kumandam olması olduğu
mervidir. Rumların ehl-i Fürse galebeleri hicretin yedinci senesi (Hudeybiye)
de Resulullah'a vasıl olmuştur. Şu halde bu âyet; Resûlullah'ın nübüvvetine
delâlet eden mucizât-ı nebeviye kabilindendir. Zira; âyet; ileride olacak bir
vak'ayı haber verdiği cihetle gaipten haber olduğu gibi haber verdiği veçhile
vak'amn zuhuru mucizeden başka birşey değildir.
Bu âyette
Ebubekir Hazretlerinin mukaavelesiyle
İmam-ı A'zam Hazretleri dar-ı harpte riba v.s. gibi ukuud-u fasidenin cevazım
istidlal etmişlerse de sair eimme bu vak'anm, kumarın haram kılınmasından evvel olmasıyla cevap vermişler ve ukuud-ü fasidenin her yerde
fasit olduğuna hükmetmişlerdir.[1]
Vacip Tealâ ehl-i
Fürsün- galebesinden sonra Rumların galebe edeceklerini ba'delbeyan evvel ve
âhir hüküm kendinin olduğunu beyan etmek üzere buyuruyor.
[Ezelen ve ebeden
hüküm; Allah'ındır.]
Yani; Rûm'un Fürs
üzerine galebesinden, evvel ve sonra hükmün cümlesi Allah'ındır. Zira; gaalip
olduklarında onları gaalip kılan ve mağlûp olduklarında onları mağlûb eden
Allahü Tealâ'-dır. Çünkü; cümlesi irade-i İlâhiye neticesi olduğu cihetle
Allah'ın gayrının hiç te'siri yoktur ve herşeyde te'sir Allah'a münhasırdır.
Binaenaleyh; insanlar vazifeleri olan
esbab-ı âdiyeye teşebbüsle beraber
esbabın te'sirini Cenab-ı Hak'tan beklemek lâzım ve kafi olduğuna bu âyet
delâlet eder. Buna her şahıs kendi nefsinde yüzlerce şahit ve misal bulur.
Çünkü; çok defa insanlar bir işin esbabında hiç noksan bırakmaksızın hazırlar
ve lâkin Allahü Tealâ halketmeyince müsebbep olan şey husul bulmaz. Eğer esbapta
te'sir olmuş olsaydı esbap hazırlanınca müsebbep derhal hasıl olurdu. Halbuki
bazı zamanda emir bilâkis olur. Meselâ çiftçi nadas yapar, tohumu atar, fakat
ekin bitmez. Şu halde te'sir; Allah'ın olduğuna şüphe yoktur.[2]
Vacip Tealâ ehl-i
kitap olan Rumların müşrik olan ehl-i Fürs üzerine galebesinde müminlerin
ferahlarım boyan etmek üzere buyuruyor.
[Ehl-i Rûm'un Fürs'c
galebe ettiği günde Allah'ın Rûn nusretine müminler ferah ederler.]
[Allahü Tealâ dilediği
kimseye yardım eder.]
[Zira; Allahü Tealâ
düşmanlarına ve dostlarına m cihanı hihidir.]
Yani; Rumların
galebe" ettikleri günde kendileri gibi kitâtî ve peygamberleri tanıyan
Rumlara Allah'ın nusret etmesine müminler ferah ederler. Zira; kitabî olan
Rumların müşrik olan ehl-i Fürs üzerine galebesinden kendilerinin de Mekke
müşriklerine galebe edeceklerine tefe'ül ettikleri gibi âyette haber verildiği
veçhile vukuuâtın zuhur etmesi müminlerin sıdkma ve imanlarının kuvvetine
delâlet ettiği cihetle dahî ferahlarını mucip olmuş ve ehl-i şirk aynı derecede
keder etmişlerdir. Müminlerin ferahı
er»
bab-ı dinin kuvvet
bulmasın a dır, yoksa müşriklerin ferahları gibi gayret-i cahiliye iktizası
değildir, Allahü Tealâ dilediği kuluna nusret eder. Zira; cümleye gaalip ve
merhameti âmmeye şâmildir. Fahri Râzi'nin beyanı veçhile bu âyette beyan olunan
müminlerin ferahları; kitabî olan Rumların galebesine ferah ettikleri gibi
(Hudeybiye) de yapılan ahidname icâbı bilkuvve Mekke müşriklerine kendilerinin
galebelerine ferahlarına dahi şâmildir.
Beyzâvî'nin işareti
veçhile Cenab-ı Hakkın baz] zamanda dostları üzerine düşmanlarını musallat
kılmakla dostlarını intibaha davet edip herkese gaalip olduğuna ve bir kimseye
ihtiyacı olmadığına işaret için nusretini beyan akibinde Aziz ism-i şerifi ve
diğer zamanda dostlarını, düşmanları üzerine musallat kılmakla dostlarına
merhamet ettiğine işaret için Rahim ism-i lâtifi varid olmuştur.
[Rûm'un Fürs üzerine
galebesi Allah'ın vaadidir ve bu vaadin vukuu muhakkaktır. Zira; AHahü Tealâ
vaadinde hulf etmez. Çünkü; Allah'ın yalan olarak haber vermesi muhaldir,
velâkin nâsın çokları Allah'ın vaadinde hulfetmeyeceğim bilmezler.] Binaenaleyh;
müşrikler gibi vaad-i İlâhiye iman etmezler. Zira; gaflet ve cehaletleriyle
beraber inatları her taraflarım ihata ettiğinden vaadin mezâyâsmı ve kimin
vaadi olduğunu düşünmeksizin tekzib ederler. Halbuki vaad, Allah'ın vaadi
olduğunu ve Allah'ın vaadinde hulfetmeyeceğini tefekkür etmiş olsalar tekzib
etmezler. Şu halde Allah'ın vaadinde hulfolmadığı ve binaenaleyh; vaad-i İlâhiye
itimat lâzım olduğu ve lâkin nâsın ekserisi bu ciheti teemmül edip
bilemedikleri bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.[3]
Vacip Tealâ kâfirlerin
vaad-i İlâhiyi bilmediklerini beyandan sonra ilimlerinin hemen dünya umuruna
münhasır olduğunu ve insana elzem olan umur-u âhiretten gaafil bulunduklarını
beyan etmek üzere buyuruyor.
[Kâfirler hayat-ı
dünyadan bazı umur-u zahireyi bilirler. Halbuki onlar umur-u âhiretten
gaafillerdir.]
Yani; kâfirlerin ilmi
umur-u dünyaya ve emr-i maişetlerine münhasırdır. Binaenaleyh; kesb-i ticaret
ve bey' ü şıraya dair mu-âmele-i dünyayı ve ekinin ne zaman ekileceğini,
biçileceğim ve saire gibi şeyleri bilirler, bunları bilmekle beraber bunların
vesile olacağı umur-u âhiretten gaafillerdir.
Beyzâvî ve Medarik'in
beyanları veçhile vaad-i İlâhiyi tekzi-beden kâfirlerin dünyayı dahi lâyıkıyla
bilemediklerine işaret için varid
olmuştur. Çünkü; dünyanın zahiri; nimetleriyle telezzüz etmek, oyunlarıyla
oynamak ve meydanda olan menâfiiyle intifa' etmektir. Dünyanın bâtını ysa dünya
âhiretin mezraası olduğu cihetle dünyayı âhirete vesile ittihaz etmek, ibadet,
taat ve a'mâl-i salihayla iştigal etmektir. Kâfirlerin zâhir-i dünya ile iktifa
ettiklerini beyan etmek onları zemmetmektir. Çünkü; dünyanın zahiriyle iktifa
edenlerin behaimden farkları yoktur. Zira; huzuzat-ı nefsaniyesine müteallik
dünya menfaatini behaim de bilir, onu arar, bulur ve intifa' eder.
Dünyanın
mazarratlarını bilerek ondan ihtiraz etmek, fânî olduğunu anlamak ve dünyada
âhirete azık kazanmak dünyanın bâtını ciheti olduğu Beyzâvî'nin cümle-i
beyanatmdandır.
Kâfirlerin dünyada
bildikleri gaayet az olduğuna işaret için lâfzı
tahkire ve taklile delâlet eden tenvinle varid olmuştur. Âhiretten gaflet
müşriklere münhasır olduğuna işaret için hasra delâlet eden,zamir-i fasılla
varid olmuştur. Yani; «Onlar ancak âhiretten gaaf iller» demektir ki, «Gaflet;
âhireti münkir olanlara münhasır» demektir. Gerçi âhiret için lâyıkıyla azık
hazırlamadıklarından gaaf illerse de âhirete iman ettikleri için müminlerin
gafletleri hakîkî bir gaflet değildir. Binaenaleyh; âhiretten hakîkî gaflet
âhireti inkâr edenlere mahsustur. Zira; onlar âhiret için asla tedarikâtta
bulunmazlar.[4]
Vacip Tealâ
müşriklerin âhireti inkâr etmelerinin'
tefekkür etmediklerinden ileri geldiğini beyan etmek üzere buyuruyor.
[O kâfirler âhireti
inkâr ederler de tefekkür edip düşünmediler mi? Ve kendilerine herşeyden yakın
olan nefislerini ayna mesabesinde tutsalar da düsünselerdi görülmesi mümkün
olan herşeyi görürler ve bilirlerdi ki, Allahü Tealâ semâvâtı ve arzı ve
onların arasında olan mahlûkaatı halketmedi, ancak hakka mukaarin ve bir vakt-i
muayyene mülâbis olarak halketti.]
[Halbuki nâstan
çokları Kaillerinin cezasına tesadüf edeceklerini elbette inkâr ederler.]
Yani; kâfirler kendi
nefislerinde tefekkür edip düşünmediler mi? Halbuki kendi nefisleri mir'ât-ı
âlem olduğu cihetle dünyaya ve âhifete müteallik deliller onda mevcut
olduğundan tetkik etselerdi Cenab-ı Hakkın iptidaen icada kaadir olduğu gibi
öldükten sonra da iadeye kaadir olduğunu, haşr ü neşri ve amellerinin cezasını
göreceklerini nefislerinden istidlal ederlerdi. Çünkü; nefislerinde Rablerinin
kudret-i kâmile sahibi olduğuna delâlet eder birçok deliller vardır. Meselâ
Cenab-ı Hak insanın hayatına hadim olan gıdayı yemek için ağzını, ağzından
mideye gidecek yollarını, midede o taamı hazmedecek kuvâlarmı, taamın işe
yarayanını bedene sarfedecek vo işe yaramayan tortusunu, taşraya atmak için
âletleri ve yolları haikctüğini vo işe yarayanları kana. suya ve nut-feye
tefrika memur aletleri düsünselerdi âhireti inkâra cesaret etmezlerdi ve şunu
da bilirlerdi ki. Allahü Tealâ şu görülen gökleri ve yerleri batıl olarak
halketmedi, ancak hak olarak halketti ve bir vakt-ı muayyene kadar devam edip o
vaktinde nihayet bulmak üzere icadettiğini bilirler ve herkesin ameline göre
ceza verileceğine iman ederlerdi. Çünkü; ölüme numune olan uyku ve haş-re
numune olan uyanmayı hergün nefsinde müşahade eden bir kimsenin hasrı inkâr
etmesi ancak düşünmediğinden ileri geldiğinde şüphe yoktur. Binaenaleyh;
nâstan çokları kendilerine en yakın olan nefislerinde mevcut olan delâili
tetkik etmediklerinden yevm-i kıyameti ve o kıyamette Rablerinin cezasına
mülakatlarını inkâr ederek "Dünya baki âhiret yoktur'» derler.
Vacip Tealâ insanın
nefsinin, yerlerin, göklerin ve onların arasında mevcut oîan mahlûkaatm
bihakkın vahdaniyete ve kıyamete delâlet ettiğine işaret için bunların
halkolunması hak üzere olduğunu beyan buyurmuştur. Çünkü; hakka mukaarin
olunca fesat olmaz ve fesat olmayınca maksada lâyıkıyla delâlet eder ve lâkin
bunları yoluyla tetkik edebilmek lâzımdır. Binaenaleyh; bu delâil-den lâyıkıyla
istidlal edemeyenler Halikı ve âhireti inkâra cür'et etmişlerdir.[5]
Vacip Tealâ insanın
nefsinde ve etraf-ı âlemde mevcut delilleri tefekkür etmeyenleri tevbihten
sonra geçmiş milletlerden ibret almayanların hallerini takbih etmek üzere
buyuruyor.
[Hasrı inkâr edip
«Dünya bakîdir» diyenler yeryüzünde seyr ü sefer ederek kendilerinden evvel
geçen Âd, Semûd ve Firavun gibi birtakım
milletlerin akıbetlerinin neye müncer olduğuna nazarı ibretle bakmadılar mı,
onların haberlerini görmediler mi? Maaha-za evvel geçen milletlerin kuvvetleri
bunlardan daha ziyade ve şiddetliydi. Binaenaleyh; onlar madenler ve pınarlar
çıkarmak, ekin ekmek ve sair suretlerle intifa' etmek için toprağın altını üstüne
çevirdiler ve yeryüzünü onlar Mekke ahalisinden daha ziyade imar ettiler. Zira;
bağlar, bahçeler, saraylar ve köşkler yaptılar.]
[Ve evvel geçen
milletlere resulleri mucizelerle geldiler, hak4
ettiler ve onlar imandan i'raz ettiler.]
[Binaenaleyh; onları
ihlâk etmekle Allahü Tealâ onlara zu!4; ıedi ve lâkin iman etmemekle onlar
kendi nefislerine zulmet-
(Yani; insanlara lâzım
olan vezaiften birisi emsalinden ibret almaktır. Mekke müşrikleri gibi
emsallerinden ve onların harabelerini daima gördükleri halde o harabelerden
ibret almayanları tevbih etmek suretiyle Cenab-ı Hak buyuruyor ki: Onlar yeryüzünde
seyrüsefer edip de kendilerinden evvel geçenlerin akıbetleri helake müncer
olduğunu görmediler mi? Halbuki onların âsâr-ı İnkırazlarını gördüler, bildiler
ve lâkin nazar-ı ibretle nazar etmediklerinden behâim gibi ibretten mahrum
oldular. Maahaza onların harabelerini gördükleri milletlerin Mekke ahalisinden
kuvvetleri daha şiddetli ve servetleri daha çoktu. Binaenaleyh; cnlar yeryüzünü
deldiler, madenler çıkardılar, nehirler yardılar,, arazileri suladılar, bağlar,
bahçeler meydana getirdiler ve arzdan her nevi mümkün olan menfaatlarla intifa'
ettiler. Mekkelilerde ise bu kuvvetlerden-hiç birisi yoktur. Onlar yeryüzünü
bunlardan daha çok imar ettikleri halde helak olup gidince bunların helak
olacakları evleviyetle sabittir. Şu halde müşriklerin ve bilhassa âhireti inkâr
eden bilûmum insanların evvel geçenlerden ibret almaları lâzımdır. Zira; evvel
geçenler sû-u akideleri ve zulm ü tuğyanları sebebiyle gazab-ı İlâhiye mazhar
oldukları gibi bunların da mazhar olacakları şüphesizdir. Halbuki onları ıslah
ve tarik-ı hakka irşad için onlara mucizelerle resulleri geldi. Onlar
resullerinin davetlerine icabet etmediklerinden azab-ı dünya ile muâhaze
olundular ve beldelerinin altı üstüne çevrildi, onları ihlâk ve beldelerini
tan-rib etmekle Allahü Tealâ onlara zulmeder olmadı ve lâkin onlar envâ'-ı
fesadı irtikâp ve zuafaya zulm ü taaddiyi reva görmekle nefislerine zulmeder
olduklarından helake müstehak olmuşlardı. Binaenaleyh; haklarında intikaam-ı
İlâhi zuhur etmiştir.
Bu âyet-i
celilede insanın istinad edeceği şeylerin cümlesi ümem-i salifede
mevcut olduğuna delâlet vardır. Çünkü Fahri Râ-zi'nin beyanı veçhile insan; üç
şeye iümad eder : Birincisi, insanın kendinde ve etbâ' u a'vanında olan kuvve-i
ci&miyedir. Zira; insanın herşeye
mübaşereti kuvve-i cismiyeyle
hasıl olur. Ümem-i salifenin
kuvve-i cismiyeleri mükemmel olduğu nazm-ı celiliyle beyan buyurulmuştur, İkincisi;
kuvve-i maliyedir. Çünkü; kuvve-i maliye bütün teşeb-büsatı teshil eder ve
ümem-i salifenin kuvve-i maliyeleri tamam olduğu cümle-i lâtifesiyle beyan
olunmuştur. Üçüncüsü; kuvve-i
zahriye ki, cesîm kaleler ve büyük eb-niyelerdir. Ümem-i salifede bu gibi
kuvvetüzzahrm mükemmel olduğuna lâfz-ı şerifiyle işaret olunmuştur. Şu halde
bu kadar kuvvet ve kudret ümem-i salifenin helaklerine mani olamayınca Mekke ahalisinin helakine mani olacak
birşey yoktur. Ancak resullerinin davetlerine icabetle tâib ü rnüstağfir
olurlarsa gazab-ı İlâhiden kurtulabilirler.
Bu âyette Beyzâvî'nin
beyanı veçhile Mekke ahalisini tehek-küm vardır. Zira; Mekke ahalisinin
nimetlerinin azlığıyla beraber emr-i taayyüşleri daima taşraya ihtiyaçla hasıl
olduğu halde servetlerine mağrur olmaları gülünç birşey olup iftihar
etmelerine değmez. Çünkü; Mekke-i Mükerreme vadisi dünyaca ziraat ve fe-lâhat
gibi esbab-ı servet ve imarete elverişli olmadığından hava-yic-i beşeriyeyi o
vadi-i mübarekten istihraç mümkün olmadığı ve beşerin muhtaç olduğu herşey-daima taşradan geldiği
cihetle Ku-reyş'in iftihar edecek dünya nıelâ'ına müteallik birşeyleri bulunmadığı
halde hariçten gelen nimetlere mağrur olmaları hamakattan başka birşcy
değildir. Amma Mekke'nin indallah muhterem bir mahal ve mukaddes bir toprak
olması umur-u diyanetten olup Mekke ahalisi onu mu'tekid olmadıklarından o
arz-ı mukaddesin maneviyatından da hiç müstefid olmadıkları cihetle müşrikler
için Mekke vadisi menfaat-ı dünyadan ,hâli bir kuru dej-& denilmeye
sezadır.[6]
Vacip Tealâ geçmiş
milletlerden ibret almayanları tevbih ettikten sonra onların âkibet-i
hallerini beyan zımnında buyuruyor.
[Müşrikler gafletle,
Rablerine ma'siyette, resullerim tekzipte ye Allah'ın halis kullarına zulm ü
taadrii ve envâ-ı ezayı reva görmekte ısrar ettikten sonra Allah'a,
resullerine ve iman eden mümin kullarına kötülük edenlerin akıbetleri ebedî
azaptır, bu azabın sebebi Allah'ın âyetlerini tekzip ve o âyetleri istihza
etmeleridir.]
Çünkü; kötülüğü
kendilerine âdet edenlerin akıbetleri kötülüktür. Zira; seyyienin cezası
seyyicdir.
lâjzımn cem'idir.
lâfzı; ziyade çirkin manasınadır. Ziyade çirkin olan şey do Cehennemedir. Buna
nazaran manâ-yı nazım : | Allah'a küfrü ve resulüne tekzibi ve müminlere zulm
ü tuğyanı âdet ettikten sonra sol kimseler ki, onlar bu gibi kötülükleri
irtikâb ettiler. Onların akıbetleri en ziyade çirkin olan Cehennem'dir,
Cehennem'e girmelerine sebep de onlar Allah'ın âyetlerini tekziple beraber o
âyetleri istihza etmeleri) demektir.
Hulâsa; âlemde mevcut
mahiûkaata nazar-ı ibretle bakmayanların mezmum oldukları ve geçmişlerden ibret
almayanların âki-betleri helak olduğu ve bu helak taraf-ı İlâhiden onlara zulüm
olmayıp belki onların kendi nefislerine zulümleri sebebiyle helake müstehak
oldukları, ma'siyet gibi kötülükleri irtikâb edenlerin akıbetleri en çirkin
olan Cehennem olduğu ve Cehennem'e girmelerine sebep; sair günahlarıyla
beraber Allah'ın âyetlerini tekzip ve istihza etmeleri olduğu bu âyetlerden
müstefad olan fevaid cüm-lesindendir.[7]
Vacip Tealâ Cehennem'e
girmek, kabirden kalkıp düny âhirete
gitmekle olacağına binaen hasrı beyan etmek üzere buyuruyor.
[Allahü Tealâ iptidaen
mahlûkaatı icadeder. Dünyanın inkırazından sonra insanlara hayat vermekle iade
eder ve hal-î aslileri üzere avdet ederler, iade olup suâl, hesap gördükten
sonra ancak Allah'ın huzur-u manevisine irca' olunursunuz.] Binaenaleyh; halinizi
ve amelinizi ıslaha çalışmalısınız ki her ayıptan salim olarak huzur-u Bârî'ye
gelesiniz.[8]
Vacip Tealâ insanların
ba'delvefat iade olunacaklarım b dan sonra günahkâr kulların hallerini beyan
etmek üzere
buyuruyor.
[Kıyamet kaaim olduğu
günde günahkâr olanlar rahmet-i Ilâ-hiyeden ümitlerini keserler, mütehayyir ve
me'yus olarak sükûta mülâzim olurlar.]
[Halbuki onların
Cenab-ı Hak şerik olduklarını itikaad ettikleri ma'budlarından hiçbirisi
onlara şefaat eder olmadı.]
[Ve o günde şefaat
edecek itikaadında bulundukları şerikleri şefaat etmeyince o şeriklere onlar
küfrederler.] Zira; bekledikleri
faydayı göremeyince o
putlara söğmek ve küfretmekle teşeffi-i sadretmek isterler. Çünkü; dünyada
onlar sebebiyle dalâleti irti-kâb edip onların kulu kurbanı oldukları putlar
âhirette şefaat edecekleri ümidine mebni olduğundan şefaat edemediklerini
görünce onları red ve inkâr etmekten başka çareleri olmaz.
Hulâsa; kıyamet kaaim
olduğu günde günahkârların rahmet-i İlâhiyeden naümid olacakları ve dünyada
ibadet ettikleri şeriklerinden asla şefaat eden olmayacağı ve onların
şeriklerine küfredecekleri bu âyetten müstefad olan fevaid cürnlesindendir.[9]
Vacip Tealâ yevm-i
kıyamette mücrimlerin azabı görünce rahmetten kat'-ı ümid edeceklerini
beyandan sonra kıyamet kaaim olunca insanların birbirlerinden ayrılacaklarım
beyan etmek üzere buyuruyor
[Kıyamet kaaim olduğu
günde mümin, kâfir birbirlerinden ayrılırlar.] Zira; müminin mercii Cennet,
kâfirin mercii Cehennemdir. Binaenaleyh; muhasebeleri icra olunca insanlar
cemaat cemaat ayrılır. Herkes kendi emsaliyle bir fırka diğeri ayrı bir fırka
olur, herkes fevc fevc makamlarına giderler. Çünkü; herkes
kendi ameline göre ceza göreceğinden bir
amelde iştirak edenlerin cümlesi bir fırka, diğer amelde iştirak edenler diğer
bir fırka olarak her fırka makamlarına giderler.
Kıyamet gününün
şiddetine işaret için lâfzı bu âyette tekrar zikrolunmuştur. Çünkü; tehditte
şiddete ihtiyacı olan şeyi tekrar zikretmek âdettir. Yani «Kıyamet kaaim
olduğu gün ki, işte o günde nâs fırka fırka ayrılır» demektir.[10]
Vacip Tealâ kıyamette
insanların fırka fırka ayrılacaklarını beyandan sonra fırkaların yekdiğerinden
ne yolda tefrik olunacaklarını beyan etmek üzere buyuruyor.
[Amma sol kimseler ki,
onlar iman ettiler ve amel-i salih işlediler. Binaenaleyh; onlar Cennet'tc
bahçe içinde ikram olunurlar.]
Yani; dünyada amel-i
saliha muvaffak olan müminler Cen-net'te gaayet meserreti! bahçe içinde mesrur
kılınırlar.
Ehl-i Cennet'in ikram
olunacakları bahçeler gaayet ferahfeza
ve meserreti icabeder
herşey mevcut olduğuna işaret için lâfzı ta'zîme ve teksire delâlet eden
tenvinle varid olmuştur.
manasınadır. Yani
«İkram olunurlar» demektir. Çünkü; Taberî'de beyan olunduğu veçhile ahbere;
sürür ve gıptadır. Yani «Ehl-i Cennet bahçelerde bir ikramla ikram olunurlar
ki, o ikram onların sürurlarmı ve başkalarının gıptalarını mucip olur. Çünkü;
envâ'-ı nimetlerle mütena'-imler ve güzel manzaralara nazar ederler» demektir.
Hâzin'de beyan
olunduğuna nazaran bazıları bu âyette ehl-i Cennet'in ikramlarını sima' ile tefsir etmişlerdir.
Çünkü Cennet'te herkesin telezzüz edeceği neğamât ve sadalar mevcuttur ve herkes
istediği veçhile telezzüz eder. Hatta bazı ağaçların dallarını ve yapraklarını
rüzgâr tahrik ettikçe herbiri bir gûnâ avaz ve şada verip ehl-i Cennet'in
onunla telezzüz edecekleri (Ebu Hüreyre) Hazretlerinden mervidir.
[Amma sol kimseler ki,
onlar Allah'a ve Resulüne küfrettiler, bizim âyetlerimizi ve âhirete
mülakatlarını tekzibettiler. İşte on-iar azab-i Cehennem'de daima hazır
bulunurlar.] Zira; küfürlerinin cezası ancak Cehennem'dir. Binaenaleyh;
onlardan azap ebeden kaybolmaz.
Bu âyette kâfirin
yalnız küfrü Cehennem'de azabına kâfi olduğuna işaret için küfrünü zikirle
iktifa olunmuş, diğer seyyiatını zikre hacet görülmemiştir. Ayetleri tekzip ve
âhireti inkâr küfürde dahilse de tekzip cinayetlerin pek büyüğü olduğundan
şanına ihtimam için ayrıca zikrolunmuştur.
Hulâsa; imanla amel-i
saliha muvaffak olanların Cennet'te ikram olunacakları ve kâfirlerin
Cehennem'de azab-ı daimle muazzep olacakları ve bu vesileyle müminlerin
kâfirlerden ayrılacakları b(u âyetlerden ,müstefad olan fevaid cürnlesindendir.[11]
Vacip Tealâ âlemin
icadını beyanla; kudret-i kâmilesini ve yevm-i kıyameti beyanla; intihâ-yı
emirde kuvvet-i kaahiresini beyandan sonra cemi-i nekaaisten münezzeh olduğunu
beyan etmek üzere buyuruyor.
[Akşama ve sabaha
dahil olduğunuzda Allahü Tealâ'yı cemi-i nekaaisten tenzih edin.]
[Yerde ve göklerde
hamd ü sena ancak Coııab-ı Hakka mahsustur. Allah'ın gayrı bihakkın hamde
müstehak bir kimse yoktur.]
[İkindi ve öğle
vakitlerinde teşbih edin, namaz kılın.
Va nizi boşa geçirmeyin.]
Yani; Allah'ın
kudretini ve azametini bilince akşama dahi! olduğunuzda akşam namazını ve
sabaha dahil olduğunuzda sabah namazını eda ve teşbih etmekle Vacip Tealâ'yı
nekaaisten tenzih edin. Çünkü; semâvat ve arzda ehl-i sema ve ehl-i arzın
ibadet ve taat-ları ve hamd ü senaları Aliahü Tealâ'ya mahsustur. Somâvât ve
arzda Allah'ın gayrı hamde müstehak hiçbir kimse yoktur ve ikindi vaktinde
ikindi, öğle vaktine dahil olduğunuzda öğle namazını eda ile nekaaisten tenzih
ve Rabbinize hamd ü sena edin ki, Allah'ın verdiği nimetlerin şükrünü eda etmiş
olasınız.
Beyzâvî'nin beyanı
veçhile bu âyet zahirde ihbar ise de haki-katta emirdir. Binaenaleyh; «Sabah ve
akşam vakitlerinde Cenab-i Hakkı nekaaisten tenzih edin" demektir. Sabah
ve akşam vakitlerinde kudret-i İlâhiye ve azamet--i sübhaniyenin sair
vakitlerden daha ziyade zuhur ettiği cihetle teşbihle emr-i İlâhi bu vakitlere
tahsis olunmuştur, ikindiyle öğle vakitlerinde nimet-i İlâhiyenin teceddüdü çok
olduğundan hamdetmek yani nimete şükreylemek hususunda bu iki vakit
zikrolunmuştur.
Taberî, Beyzâvî ve
Hâzin'in beyanlarına nazaran (İbn-i Abbas)
Hazretlerinin «Kur'an'da beş vakit namazı bulur musun?»
denildiğinde bu âyeti okuyup «akşam, vz
yatsı na-mazları, sabah namazı, ikindi, öğle na7nazıdır» demekle cevap verdiği
mervidir. Hâzin'de beyan olunduğu veçhile teşbihin şu beş vakte tahsis
olunması Allah'ın kullarına lutf u
ihsanıdır. Zira; amelin efdali devamlı olanıdır. İnsan ise cemi-i evkaatını
teşbihe sarfa muktedir değildir. Çünkü; insan taayyüş edeceği me'kûlât ve
meşrubatını ve sair ihtiyacını kisbe mecbur olup bunları kisb ise vakte muhtaç
olduğundan bir insanın cemi-i evkaatını ibadete sarfetmesi mümkün
olamayacağına binaen ibadete evkatın bazısı tahsis edilmiş ve binaenaleyh; beş
vakti eda eden kimsenin cemi-i evkaatmı ibadetle geçirmiş gibi olacağına dahi
işaret olunmuştur. Zira; yirmi dört saatte farz olan namaz on yedi rekâttır.
Her rekâtı bir saat
teşbih makaammda olduğu cihetle teşbihten hâli yedi saat kalır. O yedi saat da
uykuya-mahsup olup uykuda olan kimse hakkında kalem sâkit olduğundan keenne
her saat teşbih etmiş gibidir.
Hulâsa; Cenab-ı Hakkın
evvelâ icada, saniyen iadeye ve kullarını muhasebeye kaadir olduğunu bilince
sabah, akşam, yatsı, öğle, ikindi vakitleri insanın teşbih etmesi vacip ve beş
vakit namazın farz olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.[12]
Vacip Tealâ teşbihin
lüzumunu beyandan sonra teşbihe istih-kaakını beyan etmek üzere buyuruyor.
[Allabü Tealâ diriyi
ölüden ve ölüyü diriden çıkarır ve ölüye müşabih bir surette koruduktan sonra
arzı ihya eder, yeşertir ve ölüden diriyi çıkardığı gibi sizi kabrinizden ihya
eder. Şu halde kurumuş otların topraktan çıktığı gibi sizler de kabrinizden
çıkarsınız.]
Yani; Cenab-ı Hak diri
olan insanı ölü olan nutfeden ve ölü olan nutfeyi diri olan insandan çıkarır ve
yeryüzünü koruyup ölmüş ceset menzilinde olduktan sonra bahar günlerinde
yağmurlarla otlar ve ekinler bitirmekle ihya eder ve nasıl ki, bu dünyada
ölmüşlerden dirileri ihya ederse yevm-i
kıyamette sizi de kabrinizden ihya eder ve siz de otların topraktan ihraç
olunduğu gibi ihraç olunursunuz. Şu halde öldükten sonra tekrar dirileceğinizde
şüphe etmemeniz lâzımdır. Binaenaleyh; Cenab-ı Hak beş vakitte teşbihe
müstehaktır.
Fahri Râzi ve Hâzin'in
beyanları veçhile hayy ile murad; mümin ve meyyitle murad; kâfir olmak
muhtemeldir. Buna nazaran manâ-yı âyet: jAllahü Tealâ kâfirden mümini ve müminden
kâfiri ihraç eder], demektir. Yani; «Pederi kâfir, oğlu mümin ve oğlu kâfir,
pederi mümin olur". Buna misal olarak hariçte binlerce kimseler
görülmektedir. Şu zamanda birçok sulehadan nice dinsizler doğmaktadır. Bu âyet;
Vacip Tealâ'mn teşbihe istihkaa-kma delildir ve takriri şöyledir : «Allahü
Tealâ beş vakitte teşbihe müstehaktır. Zira; Allahü Tealâ diriyi ölüden
çıkarır. Her kimse ki, diriyi ölüden çıkara, teşbihe müstehaktır. Allahü Tealâ
teşbihe müstehaktır». Kezalik ölüyü diriden çıkarmakta ve öldükten sonra arzı
ihyada takrir bu minval üzeredir. Çünkü; onlar da ayrı ayrı delillerdir.[13]
Vacip Tealâ ölüden
diriyi ve diriden ölüyü ihraç ettiğini beyanla teşbihe istihkaakmı ve hamdin
kendine mahsus olduğunu beyandan sonra kudret-i kaahiresine delâlet eden bazı
delillerini beyan etmek üzere buyuruyor.
[Allahü Tealâ'mn
vahdaniyetine ve kudret-i kaahiresine delâlet eden alâmat cümlesindendir. Sizi
topraktan halkcdip sonra sizin derhal insan olarak yeryüzüne dağılmanız.]
Yani; Allahü Tealâ'mn
sizin vefatınızdan sonra ihya etmeye kaadir olduğuna delâlet eden,delâil ve
alâmât cümlesindendir. Sizin aslınız olan Âdem'i topraktan halke.tmesi yalnız
Âdem'le iktifa etmeyip Adem'i ve haremi Havva'yı halkettikten sonra nagehânî
onun züfriyctindcn siz bir halden hal-i
uhraya nakilleı beşer olarak çokaldınız vo yeryüzüne dahildiniz, sizin
suretlerinizi: güzel olarak icadetti ve sizi bu minvai üzere halkedip yeryüzüne
dağıtan ye şu suret üzere halketmeyo kaadir olan Allahü Tealâ öldükten sonra
sizi ihya etmeye dahi kaadirdir. Çünkü Fahri Râzi'nin beyanı veçhile insanı
topraktan ahsen-i suret üzere halketmesi; Allah'ın kudretine delâlet eden delillerin
pek büyüğüdür. Zira; toprağın şanı kuru, karanlık, soğuk ve ağır olmaktır.
İnsan ise bunun tamamen zıddına rutubetli, nurlu, hararetli ve hafiftir. Şu
halde kurudan yaşı, karanlıktan nuru, soğuktan sıcağı ve sıkletten hafifi
halket-mek elbette kudret-i kâmileye açıktan delâlet eder. Kezalik hareket
eden insanı sükûnet üzere olan topraktan halketmek kudret-i kaahireye delâlet
eden delâil cümlesindendir.
Fahri Râzi ve
Nisâbûn'nin beyanları veçhile insanın esası suyla topraktan halkolunduğu
cihetle bazı âyette sudan ve diğerinde topraktan halkettiğini zikretmek
ec?.a-yı mühimmini zikretmektir, âyetler beyninde de münafat yoktur.
Binaenaleyh; bu iki cüz'-ü mühimmini zikretmek başka eezası olmamasını
icabetmez ki, hu-kemanın insan unasır-ı erbaadan yani su, toprak, ateş ve
havadan mürekkeptir dedikleri sözleri âyete muhalif olsun. İnsanın esası suyla
topraktır. Havayla ateş bu iki cüzü pişirmek ve yekdiğerine imtizaç ettirmek
için sonradan arız olduğu cihetle Kur'an'da insanın havayla ateşten' halkolunduğu
zikrolumnamış ve eczâ-yi asliye olan toprakla suyu zikirle iktifa olunmuştur.
İnsanın anasır-ı erbaadan halkolunmasında kudretin eseri daha ziyade görülür.
Çünkü yekdiğerine zıd olan dört şeyden bir vücut meydana" getirip on-lann
tabiatları başka başka olduğu halde cümlesini bir mizaca tâbi kılmak ve hatta
su ile ateşi birbirine raptetmek Allah'ın kudretinin kemâline pek büyük delil
olduğunda kimsenin şüphe etmemesi lâzım
gelir.[14]
Vâcıp Teala kudretine1
delalet eden insanın topraktan halko-lunmasını beyandan sonra nev'-i insanın
bekaasına hadim olan izdivacın faydasını ve kudretine delâlet eden delâil cümlesinden
olduğunu bevan etmek üzere buyuruyor.
[Allahü Tealâ'ııın
kudretine delâlet eden delâil cümlesini dir sizin için kendi emsinizden zevceler
halketmesi. Zira; siz o zevcelerle ülfet ve ünsiyet edesiniz ve kalbinizin
onlara meyletmc-siyle sükûnet bulaşınız, erkek ve kadın sizin beyninizde muhabbet
ve yekdiğerinize şefkat ve merhamet halketmesi de kudretul-laha delâlet eder
delâil cümlesindendir.]
[İste şu "kendi
cinsinizden zevceler ve o zevcelerle bey ülfet halkctmcsindc tefekkür edip
düşünen kavim için vahd ve kudret-i kâmileye delâlet eder deliller vardır.]
Yani; ey insanlar!
Sizin ülfet ve ünsiyet ederek aranızda çocuk mevdana getirmekle nev'inizin üâvevmilkıvam bekaasını te min
ve âlemin i'marını ikmâl ve maişetinizi
tanzim için sizin kendi cinsinizden menfaatmıza hizmet eder zevceler
halketmesi: Cenab-ı Hakkın kudret-i kâmilesine delâlet eder alâmât
cümlesindendir. Çünkü kendi cinsinizden zevcelerle, ülfet yekdiğerinize rapta
ve birbirinize meyi ü muhabbete sebep olduğu gibi Allahü Teala zevçle zevce
arasında şefkat ve merhamet halketti ki, aile teşkilâtı kolay olsun ve
birbirlerini âfât ve beliyâttan esirgesinler, emr-i taayyüşte birbirine
muavenetle maişet hususunda müzayaka, çekmesinler. İnsanların zevceleri kendi
cinslerinden olması lutf-u ilâhidir. Zira; kendi cinsinden olmak; muhabbete
vesiledir. Eğer cinsinin başkasından olmuş olsaydı ülfet ve muhabbet şöyle
dursun beyinlerinde nefret ve mübayenet olur ve âlemde intizam olmazdı. Amma
kendi cinsinden olunca aralarında evvelden bir karabet ve ülfet olmadığı halde
az bir zaman mülakatla Allahü Tealâ.'mn zevçle zevce arasında halketmiş olduğu
muhabbet sayesinde birbirlerine annelerinden, babalarından ve kardeşlerinden
daha kıymetli olurlar: İşte az bir müddet zarfında izdivaç sebebiyle bu kadar
muhabbeti halketmek; Allah'ın azametine ve kudretine pek büyük bir delildir.
Bunların cümlesinde erbab-ı tefekkür için kud-retullah'a delâlet eden deliller
vardır. Zira; dünyanın kıvamı nev'-i insanın bekaâsıyla. nev'-i insanın bekaası
nesil meydana getirmekle, neslin meydana gelmesi tezevvüçle, tezevvüç ise
muhabbetle olduğu gibi tezevvücün bekaası da zevçle zevce beyninde atufet, merhamet
ve hüsn-ü imtizaca bağlıdır. Şu halde kıvam-ı âlem; zevçle zevce beyninde Vacip
Tealâ'nm halkettiği muhabbete merbut olduğundan âlemin ma'mur olup vakt-i
merhununa kadar devamı, nev'-i insanın bekaası, âlemin intizamının üssülesasi
ve mih-ver-i lâyıkmda cereyanı zevçle zevce beyninde olan muhabbet ve hüsn-ü
imtizaçtır. Yoksa insanların hayvanat-ı saire gibi irtibatsız şurada burada
buluşmasıyla âlemde intizam ve rahat olmayacağı gibi nev'-i insanda bekaa da
olmaz. Çünkü; meydana gelen çocuğun babası kimdir ve onun meşakkatim kim
tekeffül edecek? Zira; erkekle kadın arasında irtibat olmayınca çocuğun babası
ma'-lûm olmaz ki, meşakkatini tekeffül eden bulunsun. İnsan ise hay-vanat-ı
saire gibi keyfemettefak yetişir bir mahlûk olmadığından birçok terbiye ve
meşakkata muhtaçtır. Binaenaleyh; insanları hayvanat-ı saireye kıyasla aradaki
irtibatı kaldırmaya çalışanlar hiss-i insanîden tecerrüd etmiş ve hikmet-i
İlâhiye hilâfına birtakım vahsiyane hareketle kendilerini yormaktan ve akibet
hâib ü hâsir olmaktan başka birşey kazanmazlar. Evet! Az bir zaman için kendi
fikirlerinde bazı kimseler de bulabilirlerse de buz üzerine temel koymak
kabilinden seriüzzevaldir.
Taife-i nisvamn
erkeklerin menfaati için halkolunduğuna işaret için Vacip Teaîâ menfaata delâlet
eden lafzıyla buyurmuştur, İnsanın kendi cinsiyle ülfet sükûnete sebep olup
iz-tırab-ı kalpten vareste olduğu cihetle Cenab-ı Hak. makaammda buyurmuştur.
Yani «Allahü Tealâ zevcelerinizi kendi cinsinizden halketti ki, kalbiniz rahat
olmakla sükûnet bulup ıztırab-ı kalpten kurtulasımz» demektir.
Zevçle zevce beyninde
olan muhabbet ve irtibatta kudretullaha delâlet eder birçok delil olduğuna
işaret.için zindaki âyât cemi7 suretiyle
varid olduğu Ebusî cümle-i
beyanatındandır.[15]
Vacip Tealâ kudret-i
İlâhiyeye delâlet eder dclâil-i enfüsiyeyi beyandan sonra insanın nefsinden
hariç olan delillerden bazılarını beyan etmek üzere buyuruyor.
[Allahü Tealâ'nin
kudretine delâlet eden alâmetler cümlcsin dendir gökleri ve yeri halketmesi. Ve
sizin lisanlarınızın ve renk lerinizin muhtelif olması.]
[İşte şu hilkatta ve
ihtilâfta erbab-ı ilim için kudretullaha delâlet eder alâmetler vardır.]
Yani; gökleri ve
göklerde olan yıldızların birbirine ziyalarının muhalefetiyle beraber Allah'ın
halketmesinde ve arzı bu kadar cesametiyle, dağlan, dereleri, büyük nehirleri,
denizleri, meyveli ve meyvesiz envâ'-ı eşcarı, maâdini, hayvanatı ve bilhassa
mir'ât-ı âlem olan insanı hâvî olarak halketmesinde, lisan ve renklerinizin
ihtilâfında kudretulîaha delâlet eder alâmetler vardır. Çünkü; bir kavmin
lisanı diğerine muhalif olduğu gibi bir şahsın sadast dahi diğerine muhalif
olmakta ve insanların herbirinin rengi diğerine muhalif olmakta kudret-i
kâmileye delâlet eder binlerce deliller vardır. Zira; şu görülen âlem-i ulvînin
intizamı, âlem-i süflî olan arzın bedayi üzerine müştemil olmasıyla beraber
insanların lisan ve renklerinin birbirine muhalif olmasında dünyayı ve âhireti
düşünen ve hidayete muvaffak olan erbab-ı dirayet, fetanet ve ilm ü irfan
sahipleri için kudret-i İlâhiyeye delâlet eden alâmetler vardır.
Lulâsa; semâvât ve
arzın birtakım acaip üzere halkolunma-smda ve insanların lisanlarının ve
renklerinin muhtelif surette zuhurunda Ccnab-ı Hakkın i'âil-i muhtar ve
vâhid-i hakîki olduğunda erbab-ı ilim için delâlet eder deliller bulunduğu bu
âyetten müslefad olan fevaid cümlesindendir.[16]
Vacip Teaiâ insanın
Icvazımatından olan lisanlarının ve renklerinin muhtelif olması kudret-i
kaahireye delâlet ettiğini beyandan sonra insanın lâzım-ı gayr-ı müfarikından
olan uykuyla erzakı kisbin kudrctullaha delâletini beyan zımnında buyuruyor.
[Gecede, gündüzde
sizin uykunuz ve bu iki zamanda sizin fazl-i İlâhiden rızkınızı istemeniz
Allah'ın kudretine delâlet eder alâmât cümlesindendir. Zira; gerek uykuda ve
gerek maişeti talepte işitmek şanından olan kavmiçin birçok alâmetler vardır.]
Yani; Vacip Tealâ'nm
emvatı ihyaya kaadir olduğuna delâlet eder alâmetler cümlesindendir ki: gece ve
gündüzde bedeninizin rahatı için uyku uyumanız. Zira; kuvâ-yı tabiiye ve
nefsaniyenin istirahatı uykuyla olduğu cihetle umur-u dünya ve umur-u âhiret
cümlesini tanzim, uykunun muâvenetiylcdir. Binaenaleyh; insan için uyku kudrete
delâlet eden lutf-u İlâhi cümlesindendir. Zira; uyku olmasa beden rahat
edemeyeceği cihetle bütün işler de muattal kalacağından uyku dünyanın imarına
hadim bir ihsan-i ilâhidir. Kezaiik gecede ve gündüzde insanın maişetini
talcbetmesin-de keınâl-i inkiyadla eınr-i İlâhiyi işiten ve dinleyenler için
kudre-tullaha deiâlet eden alâmetler vardır.
Beyzâvî'nin beyanı
veçhile uykuyu ve rızkı talep; geceyle gündüzün hor ikisinde olmak muhtemel
olduğu gibi âyette uyku geceye
ve maişeti talep de gündüze masruf olmak ihtimali de vardır. Lâkin leyi ü
neharın her ikisi de bir arada zikrolundu ki her iki zamanın, iktizasına göre
hem uykuya hem de kesb-i maişete salâhiyetlerine işaret olunmuştur. Çünkü;
ekseriyet itibarıyla uyku geceye ve kesb-i maişet gündüze tahsis olunmuşsa da
aksini iltizamda imtina' da yoktur. Zira; bazı kere icab-ı maslahat uykuyu
gündüze kesb-i maişeti geceye tahsis edenler de ol\u. Çünkü; insanların
maişetlerinde esbap muhteliftir.
Fahri Râzi'nin beyanı
veçhile insanın bedeninin istirahatını aramak taleb-i maişet üzerine mukaddem
olduğuna işaret için bu âyette uyku maişet talebi üzerine takdim olunmuştur.
Zira kesb-i maişet; bedenin kıvamına mevkuftur. Çünkü; beden kıvamını bulmayınca
kisible meşgul olmak mümkün olmadığından kıvam-ı bedene hadim olan uykuya
ihtimam olunmak lâzımdır.
İnsan rızkını kendi
kisbinden bilmeyip Allah'ın fazlından bilmesi lâzım "olduğuna işaret için
rızkını talep, fazl-ı İlâhiden tale-betmesiyle takyid olunmuştur. Çünkü; abdin
rızkı behemehal lutf-u İlâhidir, yoksa abdin akıl ve zekâsının rızkının
husulünde tesiri yoktur. Zira; çok âkil ve zeki olan kimselerin hüsn-ü tedbire
tevessül ettikleri halde karınlarının aç ve çok ahmak ve gabi kimselerin servet
ü saman sahibi olduğu her yerde müşahede olunan şeylerdendir.[17]
Vacip Tealâ insanın
araz-ı lâzımından ve araz-ı müfarikından kudretine delâlet edenlerden
bazılarını beyandan sonra semâvât ve arzın arazlarından bazılarını beyan etmek
üzere buyuruyor.
[Allah'ın kudretine
delâlet eden alâmetler cümlesindendir
Sizi minvechin korkutmak ve minvechin ümit vermek itin semadan size şimşek
göstermesi ve semadan yağmur kurumuş arzı ihya etmesi.]
[Zira; şu şimşekte ve
kuruduktan sonra yağmur suyuyla ölmüş ceset menzilinde olan arzı ihya
etmesinde aklı olan kavmiçin Vacip Tealâ'nm vücuduna, vahdaniyetine ve kudret-i
kaahire sahibi olduğuna delâlet eder alâmetler vardır.]
Yani; Cenab-ı Hakkın
kudretine delâlet eden alâmetlerden birisi de size gökyüzünde havanın
gürültüsüyle beraber şimşek parıltısını göstermesidir. Bu şimşekten sizin için
saika isabetinden korku olduğu gibi hayırlı yağmur yağıp hasılatın istifade
edeceğine dahi ümit vardır. Semadan nazil olan yağmur sularıyla kurumuş ve
ölmüş ceset menzilinde olan yeryüzünü ihya etmesi dahi kud-retullaha delâlet
eden alâmetler cüfnlesindendir. Zira; bunların cümlesinde aklı olup idrak
şanından olan kavmiçin kudrete delâlet eder deliller vardır. Çünkü; Fahri
Râzi'nin beyanı veçhile bulutlar rahmet suyunu hamil olduğu halde onlardan
ateşin çıkması ve şada vermek şanından olmayan yumuşak pamuğa benzeyen bulutlardan
sadanın çıkması, dehşetli gürültülerin zuhur etmesi elbette fâil-i muhtarın
vücuduna delâlet eden delâil cümlesindendir. Zira; suyla ateş yekdiğerine zıt
iki unsur olduğu halde cism-i vâhid olan bulutta iki zıddı cemetmek elbette
kudret-i kaahireye delâ-let-i vazıhayla delâlet eder. Çünkü; gerek şimşek,
gerek göğün gürültüsü ve gerek saika muttariden her zaman vâki olur şeylerden
değildir. Zira; bazan havanın kesif bulutlarla örtülü ve yağmur da yağdığı
halde bunlardan hiçbirisi olmaz ve bazan da hepsi mevcut olur ve kezalik bazı
beldede olur} diğerinde olmaz. Şu halde bunların cümlesi fâil-i muhtarın
ihtiyarıyladır, tabiatın iktizası değildir. Zira; tabiatın iktizası olsa her
zaman olurdu veyahut olmazdı.[18]
Vacip Tealâ semâvât ve
arzın levazımatmdan kudretine delâlet eden asarından bazılarını beyandan sonra
bazı aharı beyan etmek üzere buyuruyor
[Allah'ın kudretine
delâlet eden alâmât cümlesindendir : Semânın direksiz ve arzın çivisiz emr-i
İlâhi ve hikem-i sübhânî ile kaaim olup mevzi-i muayyeninde durmaları.]
[Siz bu gibi âsâr-ı
İlâhiyede kudretinin kemâl-i nüfuzunu tefekkür edip vefatınızdan sonra sizin
arzdan kalkmanızı icabeder bir davetle Allahü Tealâ sizi davet ettiğinde vakit
fevtetmeksizin bir de görülür ki kabrinizden çıkarsınız.]
Yani; semâvât ve arzın
istinatsız, errir-i İlâhiyle kaaim olmaları ve herbiri mevzi-i muayyeninde
tebeddül ve tahavvül etmeksizin devam etmeleri fâil-i muhtarın vücuduna
delâlet eden delâil cümlesindendir. Çünkü; semâ ile arzın bulundukları mekânın
gayrı bir mekânda bulunmaları mümkün olduğu halde ancak o mekânda bulunup ahar
mahalle tecavüz etmemeleri yalnız fâil-i muhtarın onların o mekânda
bulunmalarını emretmesiyle ve o noktada sebat etmelerini irade buyurmasıyla
olduğuna delâlet eder. Çünkü; tabiatın iktizasıyla olamaz. Zira; onların
bulundukları mekânla diğer mekân beyninde fark olmadığından birinde bulunup
diğerinde bulunmaması tercih bilâmüreccahtır. Tercih bilâmüreccah ise batıl
olduğundan tabiatın iktizası olarak da batıldır. Zira; batılı müstel-zim olan
elbette batıl olur. Amma o mekânda bulunmaları fâil-i muhtarın iradesiyle
olduğundan tercih bilâmüreccah lâzım gelmez. İşte semavat ve arz vakt-i
muayyenine kadar kaaim olup vakt-i muayyenini ikmalden sonra davet-i Ilâhiyenin
zuhuruyla herkesin vakit fevtetmeksizin kabrinden kalkacağı beyan olunmuştur.
Çünkü; davet-i îlâhiyeye icabet etmemek o günde mümkün olmadığından elbette
icabet olunur.[19]
Vacip Tealâ
vahdaniyetine delâlet eden delillerin hulâsasını beyan etmek üzere
buyuruyor.
[Göklerde ve yerde
olan cümle zîruh Allah'ındır, onun mahlûku kullarıdır. Binaenaleyh; onlardan
herbirerleri Alîahü Tea-lâ'ya muti'lerdir.] Zira; Allah'ın emrini kemâl-i
tevazu'la işitir, dinler ve inkıyat da ederler. Çünkü hepsinde Allah'ın
tasarrufu müstakildir, şeriki olmayıp herkesin mercii olduğu cihetle cümlesi
itaata mecburdur. Binaenaleyh; vazifeleri Allah'ın emrine inkıyad etmektir. Şu
halde vazifesini bilip itaat edenler mükâfatını görür, vazifesine devam etmeyip
itaattan imtina' edenlerin de su-u ceza görecekleri şüphesizdir.
[Semâvât ve arz
kendinin mahlûku olan Allahü Tealâ şol zat-i eceli ü a'lâdır ki iptidaen halkı
icad ve sonra iade eder ve onun üzerine halkı iade etmek iptidaen icattan daha
kolaydır.]
Yani; Allahü Tealâ şol
kaadir ü kayyum- ki evvelâ mahlûkatı kudretiyle icad ettikten sonra muktezâ-yı
kahrı halkı ifna, ba'dehu adaletini icra ve itaat edenleri âsîlerden tefrik
etmek için kabirlerinden kaldırmakla iade eder ve onun üzerine iade, ukul-ü
beşere nispetle iptidaen icadetmekten daha kolaydır. Çünkü; iade yalnız
İsrafil'in bir sadasıyla olduğu cihetle insanların aklı onun daha kolay
olduğunu idrak eder.
Beyzâvî'nin beyanı
veçhile Cenab-ı Hak üzerine icat ve iade ikisi müsavi olup hiçbirinde güçlük
yoktur. Binaenaleyh; bu âyette «İade icattan daha kolay» demek «İnsanların
kudretine ve usul-ü cariyelerine nispetle» demektir. Çünkü; iptidaen icat
nutfeden mudgaya, mudgadan cenine, ceninden tufuliyete ve sair birtakım
tebeddülatla bir halden hal-i uhrâya
nakletmek suretiyle birçok mertebelerden
sonra tâmmülaza bir insan olarak zuhur eder. Amma iade «Çıkın kabrinizden,
kalkın ayak üzerine; gelin mahşere» demekten ibaret olan bir sayhayla husul
bulduğundan insanlara nispetle iade daha kolay olduğu cihetle bu âyette
iadenin kolay olduğu beyan olunmuştur. Zira; zorluk ve kolaylık beşere
nispetledir, yoksa Vacip Tealâ'ya nispetle zor ve kolay olmaz. Binaenaleyh
âvette «Ehven» demek; «Beşerin idrakine nazaran» demektir.[20]
Vacip Tealâ icat ve
iadeye kaadir olduğunu beyandan sonra
kudret-i kâmilesini ispat makamında :buyuruyor.
[Allahü Tealâ'ya cümle
mahlûka! muti' ve münkaddir. Zira; Allahü Tealâ için kudret-i âmme ve hikmct-i
tâmme gibi acibüşşan sıfat vardır ve eseri semâvat ve arzda zuhur etmektedir,
Allahü Tealâ cümleye gaalip ve bilûmum ef'âli hikmeti mutazammındır.]
Binaenaleyh; cümle
mahlûkat kudret-i kaahire altında makhur-dur, bilûmum zerrât-ı kâinatı ilmi
ihata etmiştir, onlar hakkında ef'âli hikmetten hâli değildir, insanların
toprağa karışmış olan eczalarını ve mekânlarını bildiğinden onları cem'ü
telife kaadirdir. Binaenaleyh; kıyamette insanların eczalarını cemetmek veyahut
ma'dum olanları iade eylemek suretiyle ihya eder ki herkes amelinin cezasını
görsün.
Fahri Râzi ve Hâzin'in
beyanları veçhile bu âyette Vacip Te-alâ'nın meseI-i a'Iâ sıyla murad; kelime-i
îevhid olduğu İbn-i Abbas Hazretlerinden mervidir. Buna nazaran Beyzâvî'nin
beyanı veçhile mesel-i a'îâ; vahdaniyet sıfatıdır. Şu halde manâ-yı nazım : \
Allahü Tealâ ehl-i sema ve ehl-i arz taraflarından semada ve arzda tevhid
sıfatıyla tavsif olunmaktadır j demek olur. Çünkü ehl-i sema ve ehl-i arzın
lisanında kelime-i tevhid zikrolun-maktan hâlî değildir.[21]
Vacip Tcalâ semâvât ve
arzda sıfat-ı ulyâsı zikrolunmakla insanları ihya ve iadeye kaadir olduğunu
beyandan sonra bir misâl-i aharla dahî kudretini ispat etmek üzere buyuruyor.
[Aîlahü Tcalâ
vahdaniyetini sizin kendi nefsinizden bir misalle size beyan eder. Şöyle ki :
Sizin mülk-ü yeminle malik olduğunuz köle ve cariyelerinizden bizim size
verdiğimiz rızikta size şerik olan var mı ki siz o rızıkta onlarla müşterek ve
müsavi olasınız?]
[Siz kendi nefsinizden
ve hür olan emsalinizden korktuğunuz gibi onlardan da korkasımz.] Böyle şey
olur mu? Yani memlûk malike müsavi olur mu ve sizinle rızıkta müşterek olsalar
razı olur musunuz? Elbette kölelerinizin sizinle müşterek olmalarına razı
olmazsınız. Şu halde Allahü Tealâ'mn kullarının ve edna mahlûk olan eşya-yı
hasiseden ibaret putların ma'bud olmakta zat-ı ulûhi-yete müşterek olmalarına
nasıl razı olur ve itikad edersiniz?
[İşte böylece akıl
sahibi olan kavmiçin biz
vahdaniyetimize delâlet eden delilleri tafsil ederiz.]
Yani; Allahü Tealâ
lütuf olarak vahdaniyetini ve şirket kabul etmediğini size bir misalle izah
eder ve der ki «Ey insanlar! Siz âciz ve her zaman zat-ı ulûhiyetime muhtaç
olduğunuz halde mülk kuvvetiyle malik olduğunuz köle ve cariyelerinizden bizim
size verdiğimiz rızıkta size hiçbir şerik olan var mı ve onların size şerik
olmalarına razı olur musunuz ve onlarla kendinizi müsavi addeder misiniz? Ve
sizinle ortak olan şerik ve kardeşinizin rızkınızı taksimlerinden korktuğunuz
gibi memlûklerinizin şerik olmasından korkar mısınız? Elbette korkmazsınız.
Zira memlûk; efendiye emvalinin hukukunda müsavi olamaz. Binaenaleyh hür olan
bir kimse kardeşi veya ortağı gibi diğer hür'ün iştirakinden korktuğu gibi bir
efendi kölesinin kendine iştirakinden korkmaz. Şu halde ey müşrikler! Kendiniz
abd-i âciz olduğunuz halde memlûkünüzün iştirakine razı olmuyorsunuz da
semâvâtı ve arzı halik olan Allahü Tealâ'ya mahlûku olan birtakım âcizlerin
nasıl müsavi ve şerik, olduklarını itikad edersiniz? Sizin köleleriniz de
sizin gibi beşer oldukları halde beşerin beşere müsavatma razı olmazsınız da
mahlûkun da halika müsavatına nasıl razı olur ve ibadete nasıl müstehak
görürsünüz?» İşte şu misaliyle tafsil ettiğimiz gibi kudretimize ve
vahdaniyetimize delâlet eden delilleri kullarımıza ve bilhassa akıl sahiplerine
tafsil ederiz.
Fahri Râzi'nin beyanı
veçhile bu temsilde birkaç cihetten te'-kid olduğu gibi ehl-i şirki tekdir de
vardır. Çünkü; zat-ı ulûhiye-tinde şirketin caiz olmadığım, aczi meydanda olan
beşerde şirketin caiz olmadığını beyan eder bir misalle temsil buyurmuştur ki
«Müşrikler kemâl-i aciz ve noksanıyla beraber nefsinde memlûkünün şerik ve
müsavi olmasına razı olmayınca Allah'ın kullarının Allah'a şerik ve müsavi
olmasına nasıl razı oluyorlar ve münasip görüyorlar ve birtakım âciz putları
Allah'a nasıl müsavi addederler?» demektir ki bu da şiddetle tevbihi
mutazammındır.[22]
Vacip Tealâ memlûkün
malike müsavi olamayacağını bir misalle beyandan sonra mahlûk olan putları
halika ibadette müşterek kılanların itikad-ı batıllarının sebebini beyan etmek
üzere buyuruyor
[Malik memlûke müsavi olmaz, belki şirkle
nefsine zulmedenler ilim ve idraksiz hava ve heveslerine ve nefislerinin
arzusuna ittibâ' ettiler.]
Nefsine ittibâ' ve
zulmü irtikâpla Allah'ın idlâl ettiği kimseyi dayette kılabilir?]
Ve dalâlette olan
kimselerin yardımcıları da yoktur,]
/ani; mahlûk halika
müsavi olamaz ve lâkin şirkle nefsine Linuden zalimler delilsiz ve ilimsiz
arzu-yu batıllarına ittibâ' ederek yanlış yola gittiler ve hudud-u İlâhiyeden
çıktılar. Binaenaleyh; mahlûkun halika şerik olduğunu itikat ve iradelerini
dalâlete sarfla Allahü Tealâ onları idlâl etti. Şu halde onlar doğru yola
vasıl olamazlar. Zira; Allah'ın idlâl ettiği kimseyi kim hidayette kılabilir?
Elbette o zalimleri kimse hidayette kılamaz. Çünkü; iradelerini dalâle sarfla
dalâletlerini Allahü Tealâ halkettiğinden doğru yola vusul onlara müyesser
olmaz. Halbuki dalâletleri sebebiyle onları müstehak oldukları azaptan
kurtaracak yardımcıları da yoktur. Çünkü; onlar Allah'a ibadeti terkedince
Allah da onlardan muavenetini kesmiştir.
Hulâsa; müşriklerin
şirki bir delile ve ilme müstenit olmayıp ancak hava ve heveslerine ittibâ'dan
ibaret olduğu ve iradesini dalâlete sarfettiği cihetle Allah'ın idlâl ettiği
kimseyi hidayette kılacak bir kimsenin bulunmadığı ve bu gibi zalimleri azaptan
kurtaracak bir yardımcıları dahî olmadığı bu âyetten müstefad olan fevaid
cıımlcsindondir.[23]
Vacip Tealâ vahdaniyetinin
delillerini tamamıyla izah ve temsil edip cadde-i tevhitten sapanların doğru
yoldan sapmalarının sebebi havalarına ittibâ' olduğunu beyandan sonra vâhid-i
hakîkî olan Allahü Tealâ'nın
dinine teveccüh lâzım olduğunu beyan etmek üzere buyuruyor.
[Ma'budünbilhak ferd-i
vâhid olunca Habibim! Cemi-i edyan-ı batilayı terkedip din-i hakka meyleder
olduğun halde yüzünü din-i İslama tevcih ve ikame et ve istikamet üzere adaleti
icra et.]
[Siz Allah'ın
hilkatına dikkat ve devam edin ki o hilkat Allah'ın naşı kendi üzerine
halkettiği din-i hak ve din-i İslâm'dır.]
[Zira; Allah'ın halkı
için tebdil ve tağyir yoktur.]
[İşte teveccüh lâzım
olan din, Rabbin Tealâ'nın sana inzal ettiği din-i mübin; tarik-i tevhide îsâl
eder sağlam ve doğru bir dindir. Binaenaleyh; bu dine teveccühle
"devamınız lâzımdır.]
[Ve lâkin nasın
ekserisi bu dinin hak olduğunu
bilmezler.]
Ve bilmedikleri
cihetle bu dine temessük
etmediklerinden akıbet helak olurlar.
Allah'ın dini
demektir. Allahü Tealâ insanı bidayeten din-i hak üzere halkettiğinden insanın
fıtrat-ı asliyesi din-i hak ve din-i İslâmdır. Çünkü; aklı kendi başına
bırakmış olsan ancak o dini kabul eder. Fakat bir takım mevani' ve şehevat-ı
nefsaniye araya girince tarik-ı haktan batıla meyleder ve lâkin bu meyil fıtrat-ı
asliye değil belki fıtrat-ı asliye üzerine arızîdir.
Hâzin'in beyanına
nazaran Buharı ve Müslim'in ittifakıyla (Ebu Hüreyre) Hazretleri Resulullah'm
«Dünyaya hiçbir çocuk doğmaz, ancak fıtrat-ı asliye üzerine doğar» buyurup bu
âyeti kı-raatla emrettiğini rivayet etmiştir. FıtraIla murad; ezelde Hz.
Âdem'in zahnndan zerre misali zürriyetini çıkarıp herbirerle-rinden iman
edeceklerine dair almtş olduğu ahiddir. Zira; dünyaya gelen .her sabi o
ahdüzere gelir ve o ahid de din-i haktır lâkin bu iman-ı fıtrîye itibar yoktur.
Ancak muteber olan iman; taraf-ı şer'den emrolunan iman ki abdin kisbiyle hasıl
olan imandır. Çünkü indallah makbul olan iman; abdin fiili ve ihtiyarıyla
meydana gelen imandır. Binaenaleyh; hiçbir kimse hilkat-ı asliyesiyle me'-cur
olmaz. Şu halde her insana lâzım olan; fıtrat-ı asliyesi olan imanı takviye
etmektir, yoksa onu tebdil ve tağyiı etmek değildir.
Binaenaleyh; demek
«Allah'ın hilkat-ı asliyesini tebdil sahih ve caiz olmaz» demektir ki «O
hilkati tebdil etmek insan için lâyık olmaz» demek olur. Yahut Tefsir-i
Hâzin'de beyan olunduğu
veçhile her ne kadar cümlesi lâfızda ihbar
ise de manâsı inşa ve nehiydir. Binaenaleyh; manâ-yı nazım :
Yani | Allah'ın fıtratı olan iman-ı ezelîye
mülâzimetlo imanınızı takviye edin,
fıtrat-ı asliye olan tevhidi şirke ve ibadeti ma'siyete tebdil etmeyin |
demektir. Zira fıtrat-ı asliye olan din;.din-i müstakimdir. Binaenaleyh; «Onu
gayr-ı müstakim olan bir dine tebdil caiz değil» demek olur. Yahut Fahri
Râzi'nin beyanı veçhile demek «Allah'ın mahlûku, Allah'ın kullarıdır. Allah'ın
kullarını Allah'ın gayrıya kul olmaya tebdil etmek caiz değil» demektir.
Binaenaleyh kulların ma'budu; ancak Allah'tır, Allah'ın gayrı ma'bud yoktur. Şu
halde herkesin ibadetini Allah'a has kılması h'rzım olup bunun tebdili caiz
olamaz.[24]
Vacip Tealâ edyan-ı
batılayı terk ve din-i fıtrîye teveccühü emirden
sonra o dinle ancak rıza-yı Bari'yi kasdetmek lâzım olduğunu beyan etmek üzere
buyuruyor.
[Siz Allah'a rücû'
eder olduğunuz halde dini ikame ve fıtrat-ı İlâhiyeye mülâzemet etmekle beraber
Allah'tan korkun ve muayyen olan vakitlerde namazı ikame ve eda edin ve
müşriklerden olmayın, o müşrikler sol kimseler ki onlar usuî-ü îtikadda
dinlerini tefrik ettiler ve onlar ayrı mezhepler ihdasiyla fırka fırka
oldular.]
[Her fırka ve cemaat
kendi mezhebini doğru zannıyla sülük etmiş olduğu meslekiyle felâhlanırlar.]
Yani; siz veçhe-i
azimetinizi dini ikameye tevcih edin, fakat bu tevcihiniz kusurlarınıza tevbe
ve Cenab-ı Hakka tazarrula dergâhına rücû' eder olduğunuz halde olsun ki
ibadetinizde Rabbini-zin rızasına teveccüh-ü tamla teveccüh etmiş olasınız ve
bu teveccühle beraber bilûmum günahlardan kaçınmakla Allah'tan korkun ve
nefsinizi azaptan vikaye ve kalbinizde olan teveccühü ve Allah'ın azabından
korkunuzu takviye için zahir azanızla şeraitine riayet ederek beş vakitte farz
olan namazı edaya müsarat ve müda-vemet edin, din ve mezheplerini tefrik eden
müşriklerden olmayın ki onlardan bazıları putlara, bazıları yıldızlara,
bazıları da hayvanattan bazılarına ibadetle fırka ve cemaatlar teşkil ettiler,
mezhepler ihdas etmekle ayrı ayrı kabileler oldular. Hatta her fırka kendi
itikadını doğru zannıyla iftihar eder, ferahlanır.[25]
Vacip Tealâ tevhidini
ispat ettikten sonra tevhidi ini müşriklerin
bazı halette tevhidi ikrar ettiklerini beyan etmek üzere buyuruyor.
[Nasa bir zarar isabet
ettiğinde Rablerine rücû' ve iltica ederek dua eder ve ancak üzerlerinden
zararı kaldıracak Rableri olup ondan başka zararı kaldıracak bir kimse
olmadığını ikrar ederler.]
[Zararın isabetinden
sonra Rableri onlara kendi tarafından lutf ü ihsanını zarardan kurtarmakla
tattırdığında bir de görülür ki onlardan bir fırka Rablerine ibadette
şirkederler.]
Yani; nasa hastalık,
kıtlık ve saire gibi bir âfet dokunduğunda Cenab-ı Hakkın birliğini ikrarla
dergâh'ma iltica ederek hu-zur-u kalple Rablerine dua ederler. Çünkü; şiddet
zamanı herkesten ümitlerini keserek o zararın defini ancak Cenab-ı Hak'tan istirham
etmek üzere elini dergâhına açarlar ve o belânın üzerlerinden kaldırılması
için yalvarırlar. Zira; musibetin izalesine çaresaz olacak imdad-ı İlâhi
olduğunu bilirler, ondan, gayrı ma'bud olmadığını ikrar ederler. Şiddet zamanı
tazarrudan sonra Allahü Teaîâ onlara kendi tarafından lütuf olarak şiddeti
kaldırmakla rahmetini tattırınca nagehânî onlardan bir fırkanın hemen Rablerine
şirket-tikleri görülür.
İşte bu hal ekseri
insanlarda mevcuttur. Çünkü; insanlar bazı musibetin zevalini başka sebeplerde
arar. Fakat hiçbirinden te'sir göremeyince son çaresini Rabbinden arar ve her
yerden ümidini keser, fakat Rabbinden ümidini kesmez ve itikad-ı hakka sarılır.
Lâkin o şiddet zail olunca bu hallerin cümlesini unutur. Şu kadar ki ehl-i iman
Cenab-ı Hakka iltica edip şiddet zail olduktan sonra gerçi halini değiştirir,
isyan ve tuğyan ederse de tevhidi şirke tebdil etmez ve Rabbini unutmaz,
azaptan korku ve endişe kalbinden çıkmaz. Amma müşriklerin hali bunun
aksinedir.
Hulâsa; insanların
ahvalinde sebat olmayıp şiddet zamanı Rablerine tazarru etmişken o şiddet zail
olunca derhal duayı terkle bazıları sirk ve bazıları isyan ettikleri ve bu
minval üzere halleri daima tebeddülata maruz olup bir karar üzere olmadığı bu
âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.
[Onlar bizim
verdiğimiz nimetlere küfretmek için musibetten halâs olunca şirkederler.
Haliniz böyle olunca ey müşrikler! Verdiğimiz nimetlerle intifa' edin,
akıbetinizin ne olacağını siz yakında bilirsiniz.]
Yani; sirkeden fırka
bizim lûtfumuzdan verdiğimiz nimetleri inkârla küfretmek için şirkeder. Onlar
küfretmek için şirkedince Habibim! Sen bizim tarafımızdan onlara de ki «Ey
münkir-i nimet olan kâfirler! Nail olduğunuz nimetlerle intifa' edin, yaşayın
ve onlarla telezzüz edin. Siz yakında nimeti inkârla şirkinizin akıbetini ve
başınıza gelecek vehameti bilir ve azabı görünce kusurunuzu ikrara
mecbur olursunuz,
fakat fayda etmez».
Şu manâ
da bulunan bundan evvelki âyetteki
lâfzına taallûk ettiğine nazarandır. Amma Beyzâvî ve Medarik'te beyan olunduğu
veçhile daki tehdid için lâm-ı emir olduğuna nazaran manâ-yı nazım şöyledir :
Biz kâfirlere verdiğimiz nimetlere onlar küfretsinler ve nimetlerimizle
intifa' ey-lesinler. Yakında küfürlerinin zararını elbette bilirler ve akıbet
azabını görürler] demektir.
[Yoksa biz onlara bir
hüccet veya bir kitap mı inzal ettik de o hüccet veya kitap onların
şirkettikleri şeyi târîf ye şirketmeleri-ni onlara emreder, söyler mi?] Böyle
ellerinde ihticaca ve itizara salih bir hüccetleri veyahut onlara şirkle
emreder bir kitapları var mı? Varsa bunlardan birini meydana koysunlar. Halbuki
bunlardan hiçbirisi de yoktur. Binaenaleyh; şirkleri bir delile müstenit
değildir. Âyette kelimesi manâsına ve takdirinde melik manâsına olduğuna
nazaran manâ-yı nazım: [Belki biz onlar üzerine saltanat sahibi bir melik inzal
ettik ki o melik gerek kendi ve gerek yazdığı kitap onların şirket-tiklerini
ve sair isyanlarını söyler ve bize haber verir ki onların amellerinden bir
zerresi cezasız kalmaz. Her cümlesine ceza veririz] demektir.[26]
Vacip Tealâ nasm
nimetleri inkârla küfrettiklerini ve küfürlerinin vehametini yakında
bileceklerini, onların küfrünü emreder bir hüccet olmadığını yahut onlar
üzerine bir melik nazil olup onların şirklerini haber verdiğini beyandan sonra
nasın diğer cihetten sebatsızlıklarını beyan etmek üzere buyuruyor.
[Biz nasa rahmetimizi
tattırdığımızda onlar o nimete ferah eder, mesrur olurlar ve eğer nasa kendi
kisbiyetleri sebebiyle kıtlık, hastalık ve sair belâya gibi bir kötülük isabet
ederse bir de görülür ki onlar derhal herşeyden kat'-i ümid ederler.]
Bu âyette rahmetle
murad; ucuzluk, bolluk, sıhhat-ı beden, afiyet ve sair bilcümle nimetlerdir.
Seyyieyle murad; kıtlık, darlık, hastalık ve sair bilcümle belâyadır. Şu halde
manâ-yı âyet: [Biz nasa ucuzluk, bolluk, sıhhat-ı beden ve envâ-ı nimetlerden
ibaret olan rahmetimizi tattırdığımızda onlar o nimetlere ferah ederler. Hatta
o nimetlerin husulüne sebep olan vesaile tevessüllerine iftihar ederler, eğer
onlara kesbettikleri günahları sebebiyle belâya isabet ederse onların derhal
herşeyden ümitlerini kestikleri görülür] demektir. Ekseri insanların hali
böyledir. Binaenaleyh; âyetin sırrı her zaman zuhur etmektedir. Çünkü
insanların pek çoklarına bir nimet geldiğinde ferahından ne yapacağını şaşırır
ve kemâl-i sürurla mesrur ve musibet geldiğinde hiddetlenir, me'yus oiuf,
belki ibadetini bile terkeder. Halbuki insana lâyık olan nimet ve nikmet
zamanlarında ubudiyet noktasında sebat etmek ve ibadetinde ancak rıza-yı
Bâri'yi aramak ve rızadan başka birşey murad etmemektir. Maatteessüf
ekseriyetle insanların ahlâkı bunun aksinedir. Binaenaleyh; âyette beyan
olunduğu veçhile bu gibi sıfatlarla muttasıf olanlar mezmumlardır. Şu halde
insana lâyık olan nimete nail olduğunda Rabbısına şükretmek ve belayâya müptelâ
olduğunda sabreylemek ve Rabbısının rahmetini beklemektir.[27]
Vacip Tealâ insanın
nimete mesrur ve musibete me'yus olduğunu beyandan sonra iyilik ve kötülüğün
cümlesi Allah'ın halkıyla olduğunu beyanla belayâya müptelâ olanların nimet-i
İlâhiy den kat'-ı ümid etmemelerini tavsiye etmek üzere buyuruyor.
[O kâfirler bizim
kudretimizi inkâr ederler de Allahü Tealâ'-nm dilediği kuluna rızkı bol ve
dilediği kuluna dar verdiğini görmediler ve bilmediler mi? Hem gördüler, hem
de bildiler. İşte şu bazı kimsenin rızkını bol ve bazı kimsenin rızkını dar
kılmakta mümin-i kâmiller için Allah'ın kudretine ve vahdaniyyetine delâlet
eder alâmetler vardır.] Çünkü mümin olan kimse Allah'ın bazı kulunun rızkını
bol ve bazı kulunun rızkını dar verdiğini görünce Cenab-ı Hakkın her zaman
istediği kulunun rızkını ve nimetini tevsi' edeceğine kalbi mutmain olur ve
ıztıraptan kurtulur. Binaenaleyh; onun indinde nimet ve nikmet, hepsinin
halikı Allahü Tealâ olduğunu bildiği cihetle müsavi olur. Çünkü; nimet ve
nikmet elbette hepsi bir hikmete müpteni olduğunu itikad ettiğinden varlığa
çok mesrur ve yokluğa çok me'yus olmaz. Zira mümin-i kâmilin
şanı; her halinde Allah'a rapt-ı kalp
etmektir. Allah'a rapt-ı kalp etmek; her türlü istirahatı muciptir.[28]
Vacip Tealâ dilediği
kuluna rızkı bol vKliğini beyandan son ra o rızkın mesarifini beyan etmek üzere
buyuruyor.
[Rabbin Tealâ
istediğine rızkı bol verince Habibim! Bizim sana verdiğimiz rızıktan akrabanın
hakkını ve lâyık olduğu miktarı ver ki hukuk-u karabeti eda etmiş olasın.]
Zira; onlara riayet; eca-riibe riayetten daha evlâdır. Binaenaleyh; sana
verdiğimiz rızıktan onların hukukuna riayet etmek ve ihtiyaçlarını defedecek
miktarı onlara vermekle mesrur et. [Ve akrabaya riayetten sonra fakr ü fakaya
müptelâ olan miskine ihsan et. j Zira; akrabadan sonra riayete şayan olan
fukaradır. [Ve fukaradan sonra riayete şayan olan yolculardır.] Binaenaleyh;
onlara riayet et ki vatanından evlâd ü lyalinden ve yaran ü ahbabından uzak
düştükleri için hürmete lâyıktırlar. Şu halde «Akrabaya ve bulunduğu beldenin
fukarasına riayetten sonra merhamete lâyık olan misafirler» demektir. Lâkin
misafirlerin misaferetleri suret-i meşruada olmak şarttır. Zira; hi-lâf-ı
seri', fısk u fücur, yol kesmek ve adam soymak gibi bir maksada mebni
misaferet edenlere riayet etmek değil, belki mümkün olursa ihanet etmek ve
mefsedetlerine mani olmak lâzımdır.
[İşte şu beyan olunan
akraba, fukara ve misafirlere rıza-yi Bâ-rî'yi kasdederek malım sarfedenler
için bu suretle sarfetmek dünyada ve âhirette hayırdır.] Çünkü bu minval üzere
sarfetmek; nail olduğu nimetin şükrünü eda olduğu cihetle dünyaca nimetinin
te-zayüdüne sebep olduğu gibi âhiretçe dahî ecr ü mesûbâta nail olacağı
cihetle âhirette de hayır olur.
[İştt_ şer'in
emrettiği veçhüzere emvalini sarfeden kimseler ancak felaha dahil olarak
korktuğundan kurtulup umduğuna nail olanlardır.]
Bu âyette beyan olunan
üç sınıfa riayetin vacip olması; zekâta malik olacak kadar gına lâzım değildir.
Belki azıcık bir inala malik olmak kâfidir. Çünkü; bunların hukukuna riayet
sairler üzerine mukaddem olduğuna işaret için âyette bunlar sarahaten zikrolun-muş
ve riayet olunacak malın miktarı zikrolunmamıştır.
İbadette itibar; abdin
niyetine olduğuna ve nefs-i fiile olma-;'ğma işaret için şu sadakanın Allah'ın
rızasını niyet edenler için hayırlı olduğu beyan olunmuştur. Çünkü; Fahri
Râzi'nin beyanı ve^ ile riya ile cemi-i malını infak eden kimse rıza-yı Bârı
için bir Çi. 'ek sadaka edenin sevabına nail olamaz. Binaenaleyh; mümin için
ibadetinin cümlesinde niyetini tashih etmesi lâzımdır. Zira amelin hükmü; abdin
niyetine bağlıdır. Niyet sahih olursa amel de sahih, niyet fasit olursa amel de
fasit olur.
Vacip Tealâ bu âyette
ahlâk-ı hamideden üçünü beyan buyurmuştur : Bunlardan akrabaya riâyet; cümle
milletlerin kabul ettiği haslet-i hamidedir. Fukaraya ve yolcu misafire riayet;
gerçi diğer milletlerde dahi bulunabilirse de millet-i İslâmiyede bunlara riâyet
cümle milletlerden ziyade ve hemen İslâmiyet'in rükn-ü a'zamı gibi bir
meziyet-i âliyedir. Zira; İslâmiyet'in ulüvv-ü cenabından olmak üzere buhlün en
ziyade mezmum bir haslet-i deniyye olduğunu ve hatta buhlün sahibini
Cehennem'e kadar alıp götüreceğini beyan eden âyât-ı beyyinâta ve ahadis-i
nebeviyata iman eden mümin elbette fukaraya hürmet ve yolculara riâyet eder, bu
fiilinden bu ve bunun emsali âyetler icabı sevap ister ve ibadet niyetiyle
riâyet eder. Çünkü; ahkâm-ı İslâmiye bunların ibadet olduğunu ve bunlarla
rızâ-yı Bârî'yi aramak lâzım geldiğini beyan etmiştir. Binaenaleyh; hangi İslâm
memleketinde hangi mümine misafir olunsa mümkün olduğu kadar misafir olan kimse
bir hürmete nail olur. Birçok beldelerde az çok bir servete malik olan
kimselerin misafirhaneleri bulunur ve gelen
misafiri reddetmez, kabul
eder, yedirir, içirir, rahat ettirir, bedelinde para almaya tenezzül de etmez
ve ancak rıza-yı Bârî'yi ümid eder, ücretini Allah'tan ister, dünyada ve
âhirette Cenab-ı Hak da ecrini verir. Amma avrupa âdetini tahsin edenler ve
ahkâm-ı şer'iyeden gaafil olanlar bu gibi âdâto İslâmiyeyi takbih ve insanları
buhul gibi bir denaete tergib etmekten çekinmezler, lâkin ahkâm-ı İslâmiyeye
iman eden mümine onların sözü asla te'sir etmediğinden dünyada emekleri zayi
olduğu gibi âhirette dahî vizr ü vebalden hâlî kalmazlar. Şu halde bu misilli
kimseler âdât-ı İslâmiyeden tecerrüd ettikleri gibi hiss-i insanîden dahî
tecerrüd etmişlerdir. Zira; insanlarda, hürmeti ve kendine riâyeti sevmek
cibillî bir şeydir. Bunu sevmeyen elbette hiss-i insanîden mücerrettir.
Bu âyette hitap;
Resulullah'a ise de Resulullah'a hitap ümmetine dahî hitap olduğu cihetle
akrabaya, fukaraya ve misafirlere riayet etmekle hitap; umuma şamildir. Şu
beyan olunan üç sınıf insanlara riâyet felaha sebeptir, bunların felaha sebep
olduğunu beyan, başka amellerin felaha sebep olmasına mani değildir.[29]
Vacip Tealâ akraba,
fukara ve misafire riâyetle emrettikten sonra az verip mukabilinde çok gözetmek
caiz olmadığını beyan etmek üzere buyuruyor.
[Emval-i nastan ziyade
almak için vermiş olduğunuz atiye indallah ziyade olmaz.]
[Amma Allah'ın
rızasını murad ederek vermiş olduğunuz zekât indallah ziyade olur.
Binaenaleyh; rıza-yı Bâıî için atiye verenler atîyelerinin ecirlerini âhirette
ez'âf-ı muzâaf alırlar ve dünyada malları bereketten ve teleften mahfuz
kalır.]
Yani; nasm emvalini
celbetmek için az verip çok alanların indallah ecri olmadığı gibi dünyada
malının bereketi dahi olmaz. Çünkü az verip çok almak; riba olup riba da haram
olduğundan hiçbir zaman ribanın karıştığı malda yümn ü bereket olmaz, belki
asıl malın telef olmasına sebep olacağına birçok âyetler ve ahadis-i nebeviye
delâlet eder. Amma Allahü Tealâ'nın rızasını tahsil için malını sarfedenler ve
bilhassa farz olan zekâtı rıza-yı ilâhiyi murad ederek verenler ve işte bu
niyetle malım masrafına sarfedenler ecirlerini kat kat alırlar. Binaenaleyh;
âhirette sadakalarının ecrini fazlasıyla aldıkları gibi dünyada dahî o sadaka
mallarının neşv ü nemasına ve âfetten mahfuz kalmasına sebeptir.
Taberî'de ve Hâzin'de
beyan olunduğu veçhile âyetten maksat; ziyade ivaz gözetmek için hediye vermek
manâsına olmak muhtemeldir. Buna nazaran manâ-yı âyet: | Sizin emval-i nastan
ziyade almak kasdıyla verdiğiniz hediyenin indallah ecri olmaz. Çünkü; Allahü
Tealâ'nın rızası için vermeyip mukabilinde ziyade birşey almak için
verildiğinden emeli dünyaya münhasır olduğu cihetle dünyaca aldığı kârıdır.
Âhirette eline birşey geçmez. Amma zekâttan Allah'ın rızası için verilen şeyin
ecrini ez'âf-ı muzâaf alır] demektir. Nisâbûrî'nin beyanına nazaran âyet; hibe
veyahut ziyade ivaz almak kasdıyla hediye hakkında nazil olmuş ve ziyade ivaz
almak kasdıyla hediye vermek mubah olsa bile âhirette ecri olmayacağını
Cenab-ı Hak bu âyetle beyan buyurmuştur.
Hulâsa; rızâyı Bârî'yi
kasdetmeksizin dünya ümniyesiyle verilen şey gerek sadaka, gerek hediye olsun
âhirette ecir olmayacağı ve eğer riya olursa âhirette ecir olmamakla beraber
azap da^ olacağı ve liveçhillâh verilen sadakanın dünyada ve âhirette ecri kat
kat fazla olacağı bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesin-dendir.[30]
Vacip Tcalâ insanların
ameli hüsnüniyete nıakrun olması lâzım olduğunu beyandan sonra insanları
öldükten sonra ihya edeceğini beyanla hüsnüniyete ve ihlâsa tergibetmek üzere
buyuruvor.
[Allahü Tealâ sol
Vâcibüî vücuttur ki iptidaen sizi ^adetliktin sonra rızkınızı verdi. Sonra
sizi öldürdükten sonra ihya eder.]
[Ey müşrikler! Sizin
şeriklerinizden ve Allah'la şeriktir diyerek ibadet ettiğiniz ma'budlarımzdan
şu beyan olunan şeylerden hiçbirini icad etmek, rızik vermek, öldürmek ve
diriltmekten birini işleyen ve yapabilen var mıdır? Bunlardan hangisini
yapmaya iktidarları var ki ibadet edersiniz?]
[Allahü Tealâ
müşriklerin şirklerinden tenezzüh etti ve onların isnad ettikleri şeylerin
cümlesinden âlî ve beri oldu.]
Yani; Allahü Tealâ
sizi icada, rızkınızı vermeye ve öldürüp sonra ihya etmeye kaadirdir. Sizin
şirkettiğiniz şeylerin bunlardan hiçbirine kaadir olanı var mıdır? Elbette yoktur.
Şu halde Cenab-ı Hak sizin isnadatimzm cümlesinden münezzeh ve âlîdir.[31]
Vâcip Tealâ zat-ı
ulûhiyetinin şerikten münezzeh olduğunu beyandan sonra şirkin ve sair
günahların âlemin fesadına sebep olacağını beyanla insanları günahlardan tehdit
etmek üzere buyuruyor
[Nas kendi elleriyle
kesbettikleri amellerinin bazı cezasını tadıp
da fena amellerinden rücû' etmeleri için kesbettikleri günahları sebebiyle
denizde ve karada fesat zuhur etti.]
Yani; nasın kendi
elleriyle kesbettikleri günahları sebebiyle! deryada ve karada kaht u gala ve
berr ü beyabanda otların ve ekin-1 lerin bitmemesi, meyvelerin âfâta uğraması,
hayvanların telef vej insanların hastalığa müptelâ olması gibi bir takım fesat
zuhur etti| ki nas bazı amellerinin cezasını görsünler. Me'mûl ki işledikleri
günahlardan rücû' ederler de gördükleri ceza; hallerim ıslâha sebep olur.
Beyzâvî'nin
beyanı veçhile cezanın tamamı ve mükemmel âhirette olacağına ve
dünyada insan ne kadar günahının cezasmij görse de cezasının bazısını görmüş
olacağına işaret için Vacip Tel alâ bu âyette nasın günahları mukabilinde
görecekleri ceza ne kal dar büyük olsa âhirete nispetle ba'z olduğunu beyan
buyurmuştur. Fesatla murad; kaht u gala, yağmurun azlığı, yangının ve sair
âfâtın çokluğu, bereketin yokluğu, zulüm ve taaddînin tezayüdü ve dalâletin
tekessürüdür. Binaenaleyh; zamanımızda
bu âyetin sırrı tamamıyla zuhur ettiği
cümlenin ma'lûmu bir hakikattir.
Çünkü; nasın diyanet cihetinden ahvali tebeddül ettiği, envâ'-ı fesadın meydan
aldığı, galanın bütün bilâdı istilâ ettiği ve nimetlerin küllisinde bereketin
zail olduğu, birçok sebeplerle hayvanatın ve nüfus-u beşeriyenin telef olduğu
inkârı gayr-ı kabil bir hakikattir ve bunların cümlesine insanların
işledikleri günahları sebep olduğunu Cenab-ı Hak bu âyette. beyanla kullarını ma'siyetten tenfir etmiştir.[32]
Vacip Tealâ insanların
günahları sebebiyle fesadın zuhurunu beyandan sonra günahkârlara emsallerinin
helak olduklarını beyanla günahta ısrar ettikleri surette onlar gibi bunların
da helak olacaklarını beyan etmek üzere buyuruyor.
[Habibim! Sen
müşriklere de ki «Yeryüzünde seyredin, bakın harabelerine, görün ki sizden
evvel geçenlerin akıbetleri nasıl oldu.»]
[«Evvel geçenlerin
ekserisi sizin gibi müşrik olmuşlardı.»]
Yani; Habibim! Şirk
üzere ısrar eden kâfirlere kendileri gibi müşriklerin hallerini beyanla irşad
için sen de ki «-Siz yer yüzünde seyrüsefer edin, nazar edin, görün ki sizden
evvel geçen müşriklerin helaki nasıl oldu ve onların harabelerinden ibret
alın. Çünkü; şirkleri ve günahları sebebiyle onlar nasıl helak oldularsa sizin
de onlar gibi helak olacağınızda şüphe etmeyin».
Fahri Râzi'nin beyanı
veçhile şirkin helake sebep olduğu gibi sair günahların dahî helake sebep
olduğuna işaret için bu âyette Vacip Tealâ helak olan ümmetlerin ekserisi
müşrik olduğunu beyan etti ki müşrik olmayanların dahî sair fısk u fücur
sebebiyle helak olduklarına işarettir. Meselâ Yehûd'dan ashab-ı sebit müşrik
olmadıkları halde yevm-i sebte riayet hakkında emr-i İlâhiye muhalefetlerinden
dolayı helak olmuşlardır. Şu halde helake sebep yalnız şirk olmayıp şirkten
maada günahların dahî helake sebep olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid
cümlesindendir.[33]
Vacip Tealâ küfrün
helake sebep olduğunu beyanla küfürden tenfir ettikten sonra mümini imanında
sebata ve devama teşvik etmek üzere buyuruyor.
[Allahü Tcalâ'nin
reddetmeyeceği ve elbette irade-i
İlâhiye taallûk ettiği cihetle vukuu muhakkak olan kıyamet günü gelmeden evvel
din-i İslâm'ı ikameye ve yüzünü o tarik-ı istikamet olan dine tevcihe devam et
ki o gün geldiğinde nas fuka fırka olacaklar.]
[Zira; küfredenlerin
küfrü kendi mazarratlarınadır ve imanla amel-i salih işleyenlerin amelleri
kendi menfaatları için istirahat edecek mahal hazırlar.]
Yani; Habibim! Tarik-ı
tevhidden çıkan efkâr-ı faside erbabının akıbetleri vahim olunca bizim
tarafımızdan adaleti ikaame etmek üzere nazil olan din-i mübîne yüzünü tevcihe
ve adalet üzere o dinin ahkâmını ikaameye devam et. Şol gün gelmeden evvel ki '
o gün elbette taraf-ı İlâhiden
gelecektir ve asla reddi mümkün değildir. Zira; gelmesine irade-i ilâhiye
taallûk ettiğinden elbette . vuku bulacaktır, o günde nas amellerinin muktezası
olarak fırkalara dağılacaklardır. Binaenaleyh; eğer bir kimse 'küfrederse küfrünün
zararı kendi aleyhinedir ve onun küfründen hasıl olacak vebal gayra tecavüz
etmez. Şu halde ehl-i küfür ayrı bir fırka olur ve eğer bir kimse amel-i salih
işlerse amelinin sevabı kendine ait olduğundan onun sevabından diğeri müstefid
olmaz. Binaenaleyh; müminler de ayrı bir fırka olur ve mümin olan fırka imanla
beraber amel-i salihleri sebebiyle nefislerinin rahatı için kabirlerinde ve
Cennet'te yatacak mahal hazırlarlar ve amelleriyle o mahalli tesviye ederler.
Beyzâvî'nin beyanı
veçhile küfrün zararı ancak kâfire ve ima-nın menfaati ancak mümine olup
mazarrat ve menfaatin gayra taallûk etmeyeceğine işaret için âyette gerek
kâfire ve gerek mümine müteallik olan fırkada zarflan takdimle kâfir hakkında
yani «Küfrü ancak kendinedir»' ve müminler hakkında da yani «Ancak kendi
nefisleri için yer hazırlarlar» denilmiştir.
Reddi m il vık ün
olmayan g ünle murad; yevm-i kıyamettir. Çünkü; kıyamete irade-i İlâhiye
taallûk ettiğinden elbette vâki olacaktır. Binaenaleyh; hiçbir kimse
tarafından reddo-lunup geri konamaz. Ve o günde iman fayda etmediğine işaret
için Vacip Tealâ o gün gelmezden evvel dini ikameyle emretmiştir. Zira dar-ı
âhiret; dar-ı ceza olduğundan o günde tekâlif-i İlâhiye sakıttır ki iman ve
amel makbul değildir. Resuluîlah'a hitap ümmetine hitap olduğu cihetle âyette
hitap; ümmetin her ferdine şamildir.[34]
Vacip Tealâ kıyametin
elbette kaim olacağını beyandan sonra kıyametin kaim olmasındaki hikmet ve
esrarı beyan zımnında buyuruyor.
[îman eden ve amel-i
salih işleyen kimseleri fazl u kereminden güzel cezayla cezalandırmak ve
kâfirleri küfürleri sebebiyle fena cezayla cezalandırmak için yevm-i kıyamet
kaim olacaktır. Zira; Ailahü Tealâ kâfirlere muhabbet etmez.]
Yani; kıyamet elbette
vâki olur, reddolunmaz ki Ailahü Tealâ imanla amel-i salihe muvaffak olan
kullarını fazl u kereminden güzel ceza ile ve kâfirleri küfürlerinin icabettiği
ceza ile cezalandırsın. Çünkü; Aîlahü Tealâ kâfirleri sevmez. Zira; onları
irşad edecek resul ve kitap geldiği halde iman etmediler. Cezadan maksat;
hüsn-ü ceza olduğuna işaret için fazlından müminleri cezalandıracağını zikirle
kâfirlerin cezasını zikirden iktifa ve kâfirleri sevmediğini dahî ilâveyle su-u
cezanın maksad-ı asli olmadığına işaret etti. Allah'ın sevmediğini beyan; buğz
ve gazabın nihayesi-dir. Ahdin ameline sevap; istihkakının kat kat fevkmda
olduğuna işaret için ecr ü mesûbat, fazl-ı İlâhi olduğunu beyan etmiştir.
Çünkü; abid her ne kadar âbid ve zahid olsa da yine inayet-i İlâ-jhiyeye
muhtaçtır.[35]
Vacip Tealâ fesat ve
helakin ma'siyet sebebiyle olduğunu beyandan sonra salâhın zuhurunu beyan etmek
üzere buyuruyor.
[Ailahü Tealâ'nın
kullarına rahmet ve rc'feti cümlesindendir: Envâ'-ı rahmetini müjdeci oldukları
halde rüzgârları göndermesi. Size bazı rahmetini tattırmak ve emr-i İlâhisi
veçhüzere deryada gemilerin yürümesi, fazl-ı ilâhiden rızkınızı talebetmek için
size müjdeci rüzgârları gönderdi ki lûtf-u ilâhiden müstefid olasınız ve
bunların cümlesini şükretmeniz için size ihsan etti.]
Yani; Allah'ın
kudretine delâlet eden alâmâtı cümlesindendir: Menafimize hizmet edecek
rüzgârları size göndermesi. Çünkü; Ailahü Teala'nın rahmetinin nüzulü, fazl u
ihsanının vusulü yağmurlar sebebiyle, bolluk ve ucuzluk'olacağım size müjde
eden sabah, şimal ve kıble rüzgârlarını size müjdeci olarak gönderir ki o rüzgârlar
sizin envâ'-ı rahat ve nimetinizi mübeşşir ve sizin için em-mare-i salâhtır ki
onlar sebebiyle Cenab-ı Hak size bazı rahmetini tattırsın ve kendi emri
veçhüzere deryada gemiler cereyan etsin ve siz o gemiler vasıtasıyla fazl-ı
İlâhiden rızkınızı arayın ve nail olduğunuz nimetlerin şükrünü eda edin.
Rüzgârların insanlar
hakkında ayn-ı nimet olduğunu Cenab-ı Hak bu âyette beyan etmiştir. Çünkü;
Fahri Râzi'nin beyanı veçhile eğer rüzgâr esmemiş olsa taaffünatm zuhuruyla
hastalık peyda olur ve. çoğalır ve hastalığın kesretiyle de insanların
yaşayamayacağı aşikârdır. Binaenaleyh; rîh-i saba, poyraz ve öğle rüzgârları
insanların menfaatlarma hadim ve âlemin salâhına bâdı olan el-taf-ı İlâhiye
cümlesindendir. Şu halde sizi bir çok fenalıklardan muhafaza etmek ve taraf-ı
İlâhiden 'feyezan eden rahmetinden size tattırmak ve muktezâ-yı emri üzere
gemilerin cereyanı ve sizin su-ret-i meşruada rızkınızı aramamanız için beyan
olunan rüzgârları size gönderdi ki şu nimetlere şükredesiniz.
Kür'e-i arzda herkesin
bulunduğu mevkie nispetle dört cihet vardır ki onlar da şark, garp, şimal ve
cenuptur. Bunlardan herbi-ri bir rüzgârın mahallidir. Binaenaleyh; rîh-i
sabanın mevkii ve mecrası sarktır, vücud-u insana gayet nafi'dir. Kıble
rüzgârının mevkii bizlere nispetle cenuptur ve ekseri kıble rüzgârı yağmura
mukaddime olur. Poyraz denilen rüzgârın mevkii ve mecrası şimaldir ve fevaid-i
azîmesi vardır. Hasılata gayet nafi' ve vücud-u insana da zindelik verir ve
rih-i debur ki mağripten eser. Bu rüzgâr herşcye muzırdır. Hasılatı kurutur ve
insanların asabını gevşetir, azap rüzgârıdır. Binaenaleyh; gazab-ı İlâhi ile
helak olan milletlerin ekserisi bu rüzgârla helak olmuştur. Şu halde bu âyette
mübeşşir olduğu beyan olunan rüzgârla murad; garp rüzgârının başkası olduğu
müfessirînin cümle-i bcyanatlarmdandır.
Hulâsa; rüzgârların
kudret-i İlâhiyeye ve vahdaniyet-i sübha-niyeye delâlet eder alâmet cümlesinden
olduğu, rüzgâr sebebiyle hasıl olan nimetlerden insanların tatması, deryada
gemilerin cereyanı, bu sebeple hasıl olan fazl-ı İlâhiden insanların rızkını
araması hikmetine mebni Cenab-ı Hakkın rüzgârları mübeşşir olarak göndermesi
şükre şayan nimet-i İlâhiyeden olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid
cümlesindendir.[36]
Vacip Tealâ
vahdaniyetine delâlet eden bazı delilleri beyandan sonra nübüvvete müteallik bazı
mesaili ve enbiya-yı sabıkanın ümmetleriyle vuku bulan mebahisinden bazısını
beyanla Resulünü tesliye etmek üzere buyuruyor.
[Zat-ı ulûhiyetime
yemin ederim ki habibim! Senden evvel
biz kendi kavimlerine birtakım resuller gönderdik.]
[Biz resulleri
gö'nderince o resuller ümmetlerine
mucizele-riyle geldiler.]
[Resuller mucizelerini
izhar edip ümmetlerini din-i hakka davet edince sol kimselerden biz intikam
aldık ki onlar resullerini tekziple cürüm ve cinayet irtikâb ettiler.]
[Halbuki müminlere
yardım etmek bizim üzerimize hak ve sabit oldu.] Binaenaleyh; müminlerin
düşmanlarından intikam alıp helak etmekle biz onlara yardim ettik. Zira; ehl-i
imana yardım etmeyi biz vaad ettik ve irademiz taallûk ettiğinden onlara yardım
lâzım oldu.
Tefsir-i Hâzin'de
beyan olunduğu veçhile bu âyette Resûlul-lah'ın akıbet düşmanları üzerine
galebe edip zaferyab olacağına işaretle Cenab-ı Hak resulünü tesliye
buyurmuştur. Çünkü müminlere nusret; Resulünü nusretle tebşir etmektir.
Cenab-ı Hak müminlere yardım edeceğini beyanla müminlerin birbirlerine dahî
yardım etmeleri lâzım olduğuna işaret etmiştir. Beyzâvî ve Hâ-zin'in
beyanlarına nazaran (Ebudderdâ') Hazretlerinin Resûlul-lah'tan rivayet ettiği bir
hadis-i şerif de bu manâyı te'yid eder. Zira; Resulullah «Bir Müslim diğer
Müslim biraderinin ırz ve namusuna dokunacak sözü reddetmekle muavenet ederse
Cehennem azabını o kimseden reddetmek Allahü Tealâ üzerine hak olur» buyurduktan
sonra bu âyeti tilâvet ettiği mervidir.
Hulâsa; Cenab-ı Hakkın
Resûlullah'tan evvel kendi kavimlerine birçok resuller gönderdiği ve o
resullerin kendi kavimlerine açık mucizelerle geldikleri ve resullerini
tekziple cürüm irtikâb edenlerden Cenab-ı Hakkın intikam aldığı ve müminlere
yardım etmek Vacip Tealâ üzerine hak olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid
cümlesindendir.[37]
Vacip Tealâ rüzgârın
kudret-i îlâhiyeye delâlet eden alâmât cümlesinden olduğunu beyandan sonra
rüzgârların kudret-i İlâhi-yeye delâlet ettiği cihetleri tafsil etmek üzere
buyuruyor.
[Allahü Tealâ sol
kaadiri muhtardır ki kendi lûtfundan rüzgârları gönderir, o rüzgârlar buhar ve
dumanları tahrik ederek bazılarını bazılarıyla imtizacettirir. Hatta onlar
sıkışır, bulut halini kesbederler, rüzgârlar o bulutları tahrikle Cenab-ı Hak
dilediği veçh-i semanın üzerine döşer.]
[Ve Allahü Tealâ o
bulutları ince, nın yüzünde parça parça kılar.]
[Bulutları döşeyip
cevv-i semayı ihata ettikten sonra sen görürsün ki yağmur taneleri, o bulutun aralarından
çıkar.] İşte gerek semanın yüzünde acîp şekilde bulutun görülmesinde olsun ve
gerek bulutun arasından rahmet tanelerinin dökülmesinde olsun Cenab-ı Hakkın
fail-i muhtar olmasına delâîet-i vazıha vardır.
[Ve o yağmur
sularından Cenab-ı Hakkın dilediği kullarına isabet ettiğinde bir de görülür ki
onlar mesrur otolar. Çünkü; yağmurun yağmasını ucuzluk ve bolluğa alâmet
addettiklerinden rahmetin yağmasını beşaret sayarlar.]
[Halbuki onlar kendi
mer'a ve mezraaları üzerine yağmur nazil olmadan ümitlerini kesmişlerdi.]
Çünkü; bir müddet rahmetin inkıtâ'mdan ye'se düşmek ve telâşı arttırmak
insanlarda âdettir. Binaenaleyh bu âyetin mazmununa masadak olmak; ekseri insanlarda
ve bilhassa yağmura ihtiyaç fazla olan beldeler ahalisinde görülmektedir. Zira;
rahmetin nüzulü biraz zaman kesilince ümitsizliğe düşmek insanlarda tabiat-ı
saniye gibi olmuştur.
Taberî'nin beyanı
veçhile manasınadır. Yani «Semanın yüzünde Cenab-ı Hak bulutlan kıt'a kıt'a
kılar ki ufak ve büyük dağlar gibi görülür» demektir. Vedik ; yağmur
taneleridir ki bulutun aralarından
dökülür. ümitsiz olurlar demektir. Çünkü
muhlis; birşeyden ümidini
kepmektir.[38]
Vacip Tealâ rahmetin
inzalinin keyfiyetini beyandan sonra rahmetin nüzulünün hasrı ispata mukaddime
olduğunu beyan etmek üzere buyuruyor.
[Allahü Tealâ'nın
kulları üzerine her zaman vuku bulmakta olan inayetini görünce ey mükellef olan
insan! Sen rahmet-i İlâ-hiyenin eserlerine nazar et, bak ki yeryüzü kuruyup
ölmüş ceset menzilinde olduktan sonra nasıl ihya eder, otları ve ekinleri bitirmekle
nasıl yaşatır, yeryüzü güzelliğini nasıl takınır. İşte şu arzı ihya eden Allahü
Tealâ âhirette mevtayı da ihya eder. Ve Allahü Tealâ herşeye kaadirdir.]
Yani; kurumuş ruhsuz
ceset menzilinde olan arzı rahmetiyle dolu otlar ve çiçeklerle tezyin etmeye
kaadir olan Cenab-ı Hakkın öldükten sonra insanları ihya etmeye de kaadir
olduğu evleviyetle sabittir. Zira; arzda hayatı halkeden Cenab-ı Hak eczâ-yj. İnsanda
dahî hayatı halkeder. Çünkü; kudret-i
İlâhiyenin te'siri cümle mümkünatta müsavidir. Birinde icra ettiği aynı te'siri
diğerinde dahî icra eder.[39]
Vacip Tealâ insanın sebatsızlığını
beyan etmek üzere buyuruyor.
[Zat-ı ulûhiyetime
yemin ederim ki eğer biz mazarrattı rüzgâr gönderir de onlar da otlarını ve
ekinlerini sararmış görürlerse ekinleri sarardıktan sonra küfreder ve evvelce
verdiğimiz nimetlerin cümlesini derhal inkâr ederler.] Çünkü; hallerinde sebat
ve kalplerinde itmi'nan yoktur.
[Zira habibim! Sen
ölmüş olan kimselere söz işittiremezsin. Çünkü; onların hakkı işitmekten bütün
hissiyatları kapalı ölmüş mevta menzilindelerdir. Binaenaleyh; onlara söz
duyurmak ihtimali yoktur ve sen, sağırlar arkalarını dönüp gittikleri zaman o
sağırlara çağırmayı işittiremezsin ve ne kadar çağırıp, bağırsan onlar
duymadıkları gibi kâfirler de hak sözü duymazlar.]
[Halbuki yâ Ekrem-er
Rusül! Sen körleri dalâletlerinden kur-ı olmadın. ]
Yani; kâfirler hayırlı
rüzgâr esip yağmurlar yağdığında mesrur ve yağmur kesilince derhal me'yus
olurlar. Çünkü; hallerinde sebat yoktur. Binaenaleyh; zat-ı ulûhiyetime yemin
ederim ki biz onların hasılatlarına zarar verecek rüzgâr gönderip de hasılatlarını
yanmış ve sararmış görünce onlar derhal küfreder ve evvelce
verdiğimiz nimetleri bilkülliye inkâr
ederler. Çünkü; Allah'a itimatları yoktur. Zira; 'onlar bütün idraktan ârî
nıevtâ menzilinde olduklarından habibim! Sen ölmüşlere söz duyuramazsin, söz
söyleyecek kimseye arkalarını dönerek giden sağırlar sözü ve çağırıp bağırmayı
işitmezler ki sen kâfirlere sözünü işittiresin. Halbuki ey Resul-ü Zişan!
Yoldan çıkmış olan körleri sen doğru yola koyamazsın.
muzır olan rüzgâra ve;
nâfi' olan rüzgârlara ıtlak olunduğundan âyette muzır olan rüzgârı
gönderdiğimizde onlar küfrederler demektir. Resûlullah'ın kavl-i
şerifi de riyah; menafii mutazammm olan rüzgârlara ve rîh; mazarratı mutazammm
olan rüzgâra denildiğine delâlet eder. ' Zira; hadisin manâsı «Yâ Rabbi!
Rüzgârları bizim için menâfii mutazammm riyah kıl da mazarratı mutazammm olan
rîh kılma» demektir. Çünkü; Fahri Râzi'nin beyanı veçhile menfaatiz olan rüzgârın
envâh çok olduğundan cemi' lafzıyla riyah varid olur. Amma mazarratı mutazammın
olan rüzgâr gayet az olduğundan müfret lafzıyla rîh varid olur. Zira,
men-faatlı olan; her beldede ve her zaman olur. Hatta az bir müddet
kesildiğinde derhal bir sıkıntının arız olduğu da meydanda bir hakikattir.
Amma mazarrattı olan; bazı beldede ve bazı zamanda olur. Ayet-i celilede hakkı
duymayan kimseleri son derece zem vardır. Zira; işitmek şanından olmayan
mevtaya ve işitmek hissinden mahrum olan sağırlara teşbih olunmuşlardır.
Filhakika hakkı kabul etmeyen muannitlere söz duyurmak ve dinletmek imkânı olmaz.
Hatta sağırlara duyurulabilir ve lâkin muannitlere duyuru-lamaz. Çünkü; batılı
hak itikad ettiğinden her ne söylersen fayda etmez.[40]
Vacip Tealâ ehl-i
şirkin hakkı işitmediklerini beyandan sonra, hakkı işitenlerin ancak ehl-i iman
olduğunu beyan etmek üzere buyuruyor.
[Hakkı işitmez, ancak
bizim âyetlerimize iman eden kimseler işitirler. Zira; onlar muti'
müslümanlardır.]
Yani; hakkı işitenler
ancak müminlerdir. Çünkü onların imanları; işittikleri sözün manâsını
düşünmeye ve hak olduğu surette kabule sevkeder. Binaenaleyh; onlar söylenen
sözü dinler ve mu-cibiyle amel ederler. Zira; kalplerinde olan itikaad-ı hak ve
tevek-kül-ü tam onları daima hakka sevkeder. Binaenaleyh; onların kalplerinde
olan itikad-ı hak meyve veren ağaç gibi daima efâl-i hase-ne ve a'mâl-i
salihaya sebep olur ki itikadı olmayandan asla hayır sadır olmaz. Çünkü; kalpte
her türlü hayratın kökü mesabesinde olan itikat yoktur ki meyve versin. Şu
halde itikad-ı haktan mahrum olanın a'mâl-i salihadan da mahrum olduğunda
şüphe yoktur.[41]
Vacip Tealâ hakkı
kabul etmeyenleri mevtaya teşbihten sonra ezminenin gelip, geçmesiyle insanda
halketmiş olduğu ahvalden bazılarını beyanla iptidaen icada kaadir olduğu gibi
kıyamette muhasebe için kullarını ihyaya dahî kaadir olduğunu beyan etmek
üzere buyuruyor.
[Allahü Tealâ sol
kaadir ü kayyum ki sizi zayıf olan nutfe-i hakireden halketti. Sonra o zaaf-ı
bedende sizin için kuvvet halket-ti ki o kuvvet gün be gün arttı. Hatta neşv ü
nemanız kemâline geldi, baliğ oldunuz, delikanlılığınız müddet-i medide devam
etti ve o kuvvetten istifade ettikten sonra tekrar za'fiyet halketti ki
sinniniz kırkı geçti, inhitata yüz tuttunuz ve kocalığınızı halketti ki bilûmum
kuvâ ve âletlerinize zaaf arız oldu.]
[Zira; Allahü Tealâ
kullarında dilediği halatı halkcdcr fâil-i muhtardır.]
[Halbuki Allahü Tealâ
kullarının her halini bilir ve kullarının asıl mayalarını halkettiği gibi
onların kuvâlarında gûnâgûn ahvali dahî halketmeyc kaadirdir ve bu haller
meşiyet-i Ilâhiycyc bağlıdır.] Yoksa insanlarda tabiî bir hal değildir.
Binaenaleyh; bunların cümlesini sizde halketmeye kaadir olan Allahü Tealâ sizi,
öldükten sonra da ihyaya kaadirdir. Şu halde bu gibi halleri nefsinizde
müşahede edip dururken nasıl oluyor ki âhirette ihya olunacağınıza iman
etmezsiniz. Halbuki şu ahvalinize lâyıkıyla dikkat etseniz öldükten sonra hayat
bulacağınızda asla şokketmez-siniz.[42]
Vacip Tealâ insanları
öldükten sonra ihya edeceğini beyandan sonra mücrimlerin kıyamette olacak
hallerini beyan etmek üzere buyuruyor.
[Emvatı ihya edip
mahşere ccmcimck için mev'ûd olan yevm-i kıyamet kaaim olduğunda mücrimler
dünyada bir saatten ziyade meksetmediklerine yemin ederler. İşte böylece âhirette
yalan yere yemine cür'et edecekleri gibi dünyada dahi âhireti inkâr eder, yalan
söyler ve ifk ü iftiraya cür'et ederler.]
Yani; ey Resul-ü
Ekrem! Zikret kıyametin kaim olacağı günü ki o günde vuku bulacak azabın
şiddetinden mücrimler şaşırır ve birbirlerine yemin ederler ve derler ki
«Dünyada biz bir saatten ziyade durmadık.» Halbuki onların bu yeminleri
yalandır. Çünkü; onlar dünyada çok muammer oldular, evlâd ü ahfat
yetiştirdiler. Fakat âhirette gördükleri azaba nispetle dünyadaki ömürlerini
bir saat addederler.
Hulâsa; Cenab-ı
Hakkın, insanların kuvvetten zaafa ve zaaftan kuvvete nakletmek suretiyle
ömürlerini imrar eylediği ve dilediğini haîketmeye kaadir ve her şeye ilmi
lâhik olduğu ve kıyamet kaim olduğunda o günün şiddetinden mücrimlerin şaşırıp
dünyada bir saatten ziyade durmadıklarına yemin edecekleri ve onların yalan
yere yemin etmek her zaman âdetleri olduğu bu âyetlerden müstefad olan fevaid
cümlesindendir.[43]
Vacip Tealâ
mücrimlerin şu yeminlerine karşı erbab-ı ilm ü iman tarafından verilecek cevabı
beyan etmek üzere
buyuruyor.
[İns ü cinden ve
melâikeden kendilerine ilm ü iman verilen o kimseler derler ki «Biz Allah'a
yemin ederiz ki siz ilm-i İlâhide ve Levh-i Mahfuz'da yevm-i ba'solan kıyamete
kadar dünyada ve kabrinizde durdunuz.»]
[«İşte şu içinde
bulunduğunuz gün sizin dünyada inkâr ettiğiniz ba's günüdür.»]
[«Ve lâkin siz bu
günün hak olduğunu bilmediniz.»]
Yani; ehl-i azabın
dünyada kalışlarını gayet kısa addedip yalan yere yemin ettiklerini işiten
ehl-i iman onların yeminlerini redle derler ki «Siz dünyada kitabullah olan
Levh-i Mahfuz'da sabit ve ilm-i İlâhide muhakkak olarak çok zaman durdunuz.
Hatta dünyada ve kabrinizde yevm-i haşre kadar meksettiğiniz Levh-i Mahfuz'da
sabittir. Binaenaleyh; her ne kadar inkâr etseniz de inkârınızın.faydası
yoktur» demekle yalan yere yemin ettiklerini yüzlerine vururlar ve «İşte şu gün
sizin dünyada inkâr ettiğiniz gün ki Cenab-ı Hak resulleri vasıtasıyla size
vaad etmişti. Siz ise iman etmediğiniz gibi haber veren resulleri de tekzib
etmiştiniz» demekle iskât ederler. Kâfirlerin dünyada gaayet az kaldıkları
yeminlerinin sebebi biraz daha müddet istemek ve Cehennem'e sonra girmek ve
mümkün olduğu kadar azabın te'hirini ümid etmekten ibarettir.[44]
Vâcip Tealâ ehl-i
Cehennem'in sözlerini ehl-i imanın reddedeceklerini beyandan sonra yevm-i
kıyamette kâfirlerin tevbeleri-nin kabul olunmayacağını beyan etmek üzere
buyuruyor.
[Yevm-i kıyamette şol
kimselerin mazeretleri menfaat vermez ki onlar zulmettiler ve onlardan razı
olunacak birşey istenmez. Binaenaleyh; rızayı mucip olan ibadet ve tevbe gibi
şeyleri işleyecek olsalar bile makbul olmaz. Zira âhiret; dar-ı teklif
olmadığından zamanının gayrıdır.]
Yani; yevm-i kıyamette
zalimler çok i'tizarda bulunurlarsa da mazeretleri menfaat vermez ve onlardan
Cenab-ı Hakkın razı olacağı ve onlardan azabı kaldıracağı tevbe ve taat gibi
şeyler istenmez. Çünkü; tevbenîn ve ibadetin zamanı geçmiştir. Zira; bunların
zamanı ve mekânı dünya idi. Binaenaleyh; dünyada enbiya ve kitaplar
vasıtasıyla onlardan talep olunmuş fakat kabul etmemişlerdi. Âhirette ise bu
gibi teklifler olmadığından taraf-ı İlâhiden onlara «Tevbe edin de kusurunuzu
affedelim» denmez. onlara Rahbinizi tevbeyle ve taatla İrza edin denmez demektir.
Çünkü; atep ; rıza manâsına olup deki de talep manâsına
olduğundan »Rızayı icabeder. birşey onlardan talep olunmaz» demektir.
Hulâsa; âhirette
zalimlerin i'tizarları menfaat vermeyeceği ve taraf-ı İlâhiden onlara «Tevbe
edin veyahut ibadet edin» diye bir teklif vuku bulmayacağı bu âyetten müstejfad
olan fevaid cümle-sin'dcndir.[45]
Vacip Tealâ ehl-i
Cehennem'in mazeretlerinin kabul olunmayacağının sebebi dünyada onlara rusül-ü
kiranı tarafından herşeyin bildirili}) noksan kalmaması olduğunu beyan etmek
üzere buyuruyor.
[Zat-ı ulûhiyetime
yemin ederim ki şu Kur'an'da biz nasa her türlü darbımeseli beyan ettik, hiçbir
meselede noksan kalmadı.]
Binaenaleyh; dünyada
bunları kabul etmeyenlerin âhirette İ'ti-zarları kabul olunamaz.
[Allahü Tealâ hakkı
için habibim! Sen onlara bir âyet getirmiş olsan sol kimseler "Elbette
siz olmadınız, illâ mubtil oldunuz» derler ki onlar kâfirlerdir.]
Yani; kâfirler için
yevm-i kıyamette asla i'tizara mecal yoktur. Zira; zat-ı ulûhiyetime yemin
ederim ki biz nasa Kur'an'da durub-u emsalin her nev'ini beyan ettik. Meselâ
yevm-i kıyamette ba'solunacağmı, ba'solunanlann amellerinin cezasını
göreceklerini, aınel-i salih sahiplerinin nail olacakları dereceleri,
mücrimlerin müstehak oldukları azabı, beyinlerinde cereyan edecek muhaverelerini
ve mazeretlerinin kabul olunmayacağını beyan ettiğimiz gibi tevhidin ve.
kıyametin hak olduğunu dahî beyan ettik. Şu halde onlar için «Biz bunu
duymadık» diyecek bir mesele kalmadı ki i'tizara mecalleri olsun. Hatta
habibim! Sen ehl-i küfre bütün peygamberlerin getirdikleri mucizeleri getirsen onlar «Ey resuller! Siz olmadınız, illâ mubtil oldunuz. Doğru ve hak
olarak birşey getirmediniz)) derler.
İşte din
taşımayanların halleri böyledir ki bütün enbiyanın getirdikleri dinlere
ta'nederler ve hepsine mubtil nazarıyla bakarlar. Çünkü; diyanetten nasiplen
yoktur. Binaenaleyh; herşeyi söylemekten
çekinmezler.
[İşte böylece hak
talebinde bulunmayan cahillerin kalplerini Allahü Tealâ mühürler ki hakkı
duymaya asla meyletmezler. Çünkü; onlar iradelerini dalâlete sarfedip doğru
yol aramadıklarından Allahü Tealâ onların iradelerine göre kalplerini kapatır.]
Binaenaleyh; hakkı duymaz ve aramazlar. Çünkü bilmez ve bilmediklerini dahî
bilmez cehl-i mürekkep içinde olduklarından ilmi hiç kimseye vermek istemezler.
Cehl-i mürekkep ise cemi-i zamanda hakkı idrake manidir.[46]
Vacip Tealâ kâfirlerin
hallerini beyandan -soi liye etmek üzere buyuruyor.
[Habibim! Sen sabret.
Zira; Allah'ın vaadi haktır ve iman etmeyenler seni hiffete hamletmesinler.]
Yani; yâ Ekrem-er
Rusül! Müşriklerden vâki olan ezaya sen sabret. Zira; Allah'ın sana nusret
edeceğine ve dinini cemi'-i edyan üzerine âlî kılacağına ve düşmanlarını kahr ü
tedmir edeceğine dair vaadi haktır. Binaenaleyh; bu vaad-i İlâhi elbette vâki
olacaktır ve âhirete iman etmeyenler seni cehle ve hiffete hamletmesinler.
Erbab-ı dalâletin
âdetleri ekseriya erbab-ı ilim ve hidayeti istihfaf etmek olduğundan Cenab-ı
Hak istihfaftan nehyettiği gibi istihfaf edenlerin erbab-ı imandan
olmadıklarını dahi beyan buyurmuştur. Çünkü; erbab-ı din, ilmi olan erbab-ı
ilmi ve imanı olan, erbab-ı imam istihfaf şöyle dursun herhalde ta'zîm ve
tev-kirle karşılar. Zira; imanın şanı budur.[47]
[1] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4244-4246
[2] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4246-4247
[3] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4247-4248
[4] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4248-4250
[5] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal Neşriyat:
11/4250-4251
[6] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4251-4254
[7] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4254-4255
[8] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4255
[9] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4255-4256
[10] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4256-4257
[11] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4257-4258
[12] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4258-4260
[13] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4260-4261
[14] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4261-4262
[15] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4262-4265
[16] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4265-4266
[17] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4266-4267
[18] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4267-4268
[19] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4268-4269
[20] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4269-4271
[21] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4271
[22] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4272-4273
[23] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4273-4274
[24] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4274-4276
[25] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4276-4277
[26] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4277-4280
[27] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4280-4281
[28] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4281-4282
[29] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal Neşriyat:
11/4282-4284
[30] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4284-4285
[31] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4285-4286
[32] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4286-4287
[33] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4287-4288
[34] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4288-4290
[35] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4290
[36] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4290-4292
[37] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4292-4293
[38] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4294-4295
[39] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4295-4296
[40] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4296-4297
[41] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4297-4298
[42] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4298-4299
[43] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4299-4300
[44] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4300-4301
[45] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4301-4302
[46] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4302-4303
[47] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 11/4303-4304