SURE-İ SECDE.. 2


SURE-İ SECDE

 

Mekke-i Mükerreme'de nazil olan sûrelerdendir. Yirmi dokuz veyahut otuz âyettir.

[Şu sûre ve Kur'an kendisinde asla şüphe olmadık bir kitap ki âlemlerin Rabbisi tarafından münzeldir.]

Yani; şu sûre bir kitabın tenzilidir ki o kitapta hiçbir veçhile şüphe yoktur. Zira o kitap; âlemleri kemâline îsâl etmekle terbiye eden Rabbi Tealâ Hazretleri tarafından kullarım ıslah için inzal olunmuştur.

Nisâbûrî'nin beyanı veçhile kitabın şanına ihtimam ve kulla­rım mütalâsma teşvik için Vacip Tealâ kitabı iki cihetle tavsif et­miştir. Birincisi: Kitabın hak olduğunda asla şek olma­mak, ikincisi: Âlemlerin Rabbisi tarafından münzel ol­maktır. Çünkü; ahkâmında şüphe olmamasıyla beraber âlemlerin Rabbisi tarafından münzel olması âlemlerin acayibini cami olup mütalâya şayan olduğuna işaret olduğundan nüfus-u tahire sahip­leri mütalâasına rağbet edip dekayıkma vakıf olmayı arzu edecek­leri şüphesizdir. Zira âlemlerin Rabbisi tarafından nazil olduğunu beyan; cümle âlemin terbiye-i esasiyesine, dünya ve âhiret menâfi ve mesalihine müteallik mesailin bu kitapta beyan olduğunu iş'âr etmektir. Binaenaleyh dikkatle düşünen esrarına muttali olmak .arzu eder.[1]

 

Vacip Tealâ Kur'an'm taraf-ı İlâhiden münzel ve şüpheden ârî bir kitap olduğunu beyandan sonra müşriklerin Kur'an'ı inkâr etmelerini alâtarikılinkâr vettaaccüp beyan etmek üzere buyuruyor.                                        

[Onlar Kur'an'm taraf-ı ilâhiden münzel olduğunu inkâr eder­ler. Belki onlar «Muhammed (S.A.) Kur'an'ı kendi tarafından ica-deyledi ve lâkin kelâmını terviç için Allah'a isnadederek iftira et­ti» derler.]

Yani; Kur'an'm tavk-ı beşerden hariç mu'ciz bir belagatı mu-tazammm olduğunu bildikleri halde «Muhammed (S.A.) Kur'an'ı kendi icat ve terviç için Allah'a isnatla iftira etti» demeleri taac­cübe şayan bir haldir ki bu sözleri bilerek Resulümüze bir iftira­dır. Çünkü; müşrikler fesahata malik erbab-ı lisandan oldukları halde Kur'an'ı red ve inkâr etmeleri mücerret inat ve istikbardan ibarettir. Zira; onlar lisan-ı Arabın belagat ve mezayasına vakıf olduklarından Kur'an'm tavk-ı beşerden hariç belagat üzerine müş-temil olduğunu bildikleri halde kendilerini Kur'an'a imandan.hâlî addettikleri taaccüp olunacak bir hamakattır.[2]

 

Vacip Tealâ müşriklerin Kur'an'ı inkârlarını beyanda Kur'an'm hak olduğunu ispat etmek üzere buyuruyor.

[Belki habibim! Kur'an Rabbin tarafından münzel haktır!1

Yani; yâ Ekrem-er Rusül! Kur'an müşriklerin dedikleri gibi senin icadettiğin bir iftira değildir, belki seni envâ'-ı nimetiyle terbiye eden Rabbin Tealâ tarafından gönderilmiş bir kitab-ı haktır. Binaenaleyh; ahkâmı sabit ve tagayyürden salimdir. Zira; ilâ-yevmilkıyam bakî ve inhiraftan ârîdir. İnsanların mucibiyîe amel etmemelerinden kitabın hükmüne bir noksan târî olmaz.

Cenab-ı Hak kâfirlerin inkârlarını iki cihetle reddetmiştir. Çünkü; kâfirlerin «İftiradır» demelerini; şüphe olmadığını beyanla reddettiği gibi Kur'an'm hak olduğunu bevanîa dahî reddetmiştir.[3]

 

Vacip Tealâ Kur'an'm hak olduğunu beyandan sonra Kur'an'ı inzalin Hikmetini beyan etmek üzere buyuruyor.

[Habibim! Bir kavmi senin inzar etmen için biz Kur'an'ı in-zâl ettik ki o kavme senden evvel inzar eder bir nebi gelmedi. Memûl ki o kavim senin inzann sebebiyle tarik-ı batılı terk ve tarik-ı hakka ihtida ederler.]

Beyzâvî ve Hâzin'in beyanları veçhile bu âyette kendine resul gelmeyen kavimle murad; kavm-i Arap'tır. Çrnıkü; bizim peygam­berimizden evvel onları irşadedecek bir resul gelmediğinden onlar ümmî bir kavimdiler. Binaenaleyh; son derece irşada muhtaç ol­dukları bir zamanda Hz. Muhammed (S.A.) ba'solundu. Tefsir-i Hâzin'de (İbn-i Abbas) Hazretlerinden rivayet olunduğu veçhile kavm-i Araba nebinin gelmediği zamanla murad; Hz. İsa ile bizim nebimiz arasında geçmiş olan zaman-ı fet­rettir. Yoksa kavm-i Arap Hz. İsmail'e mensup oldukları cihetle şeriat-ı İsmail ve İbrahim (A.S.) ile âmillerdi. Binaenaleyh «Bu âyette onlara nebi gelmedi» demek ((Zaman-ı fetrette gelmedi» de­mektir. Yoksa devr-i Adem'den beri onlara nebi gelmedi manâsına

değildir. Ebussuud Efendi'nin beyanı veçhile kelimesin­den müstefad olan rica Resulullah'a aittir. Yani. «Kur'an'm inza-lindeki hikmet; habibim! Senin kendilerine bir nebi gelmeyen kavmin hidayetlerini rica ve ümid eder olduğun halde onları inzar et-meküğindir» demektir.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile bu âyette Resulullah'm kavm-i Arabi inzara tahsis olunması kavm-i Arabıh şirkle me'lûf olup her türlü fenalığın onlarda revaç bulduğundan inzara ihtiyaçlarının ziyade olmasına mebnidir. Binaenaleyh; diğer akvamı inzara me'-mur olmaması lâzım gelmez. Çünkü; bir kavmi zikretmek o kavim­den başkasını nefyetmeyi icabetmez. Bilhassa bizim nebimizin ins ü cinne meb'us olduğuna dair Kur'an'da birçok âyât-ı beyyinat mev­cuttur.

Bu âyette resulün gelmediği zamanla murad; zaman-ı fetret olunca, chl-i kitap da dahildir. Çünkü; Hz. İsa'dan sonra ehl-i ki­tap dalâleti irtikâb ettiler. Bizim nebimizden başka nebi de gel­medi. Binaenaleyh; «kendilerini inzar edecek bir nebi gelmedi» demek; onlar hakkında dahî sahih olur. Şu halde ehl-i kitap da bu- âyetin mealinde dahillerdir ve Resulullah'm onlara da meb'us olduğu bu âyetle sabittir.[4]

 

Vacip Tealâ JCur'an'm inzalindeki hikmetin Resulünün irşat ve inzara muhtaç olan kavmi inzar etmesi olduğunu beyandan sonra vahdaniyetine müteallik olan delâili beyan etmek üzere buyuruyor.

[Allahü Tealâ şol zat-ı eceli ü a'lâdır ki semâvât ve arzı onla rın mabeyninde oîah mahlûkatı altı gün miktarı bir müddette, ica-detti.]                                                                          

[Allahü Tealâ âlem-i mükevvenatı icadmdan sonra,ars-ı üzerine istilâ yani kalır u galebe etti.]

[Sizin için Allah'ın gayrı bir|dost ve şefaat edecek bir şefiiniz yoktur.]                                 

[Şirki irtikâbeder de hiç düşünmez misiniz?]

Yani; ey âsî insanlar! İbadetinizi Allah'a hasredin. Zira; Al-.lahil Tealâ yeri, gökleri ve onların arasında olan. mevcudatı altı gün miktarı bir müddette icadetti, bu kadar cesametiyle bu âlemi icada kaadir olan zat elbette ibadete müstehaktır, Allahü Tealâ bu âlemi icattan sonra âlemin cesamette en büyüğü olan arş-ı â'lâ'y1 taht-ı kahrına .aldı, kudret-i kahiresi onda nafiz ve carî oldu. Arş-ı â'îâ kudret-i kahiresi altında olunca onun madununda olan mah-lûkatın kahrı altında olacağı evleviyetle sabittir. Şu halde sizin için Allah'tan başka umurunuzda tasarruf edecek ve tedbiri sizde nafiz olacak bir dostunuz olmadığı gibi Allah'ın azabından sizi kur­taracak bir şefaatçiniz da yoktur. Binaenaleyh; her umurunuzda mütevelli Allahü Tealâ olduğu gibi gazabından sizi kurtaracak da odur. Hal böyleyken siz hâlâ Allah'ın gayrı birtakım âciz mahlû-kati ma'bud ittihaz edersiniz. Siz birtakım günahları irtikâbeder de başınıza geleceği hiç düşünmez misiniz?

Bu âyette (Sure-i A'raf) ta beyan olunduğu veçhile kelimesinin asıl manâsı; istikrar ve bir mahalde karar olup bu ma­nâ ise Allahü Tealâ hakkında muhal olduğundan kahru galebe manâsına te'vil olunmak vacip olduğu cihetle burada: kahr. u galebe manâsına olduğu beyan olunmuştur.[5]

 

Vacip Tealâ mevcudatı icatla onlar üzerine kahr u galebesini beyandan sonra emr-i İlâhinin semadan yeryüzüne vücudunu be­yan etmek üzere buyuruyor.

[Allahü Tealâ emr-i dünyayı gökten yere indirir, sonra o emir­ler sizin saydığınız günlerden bin sene miktarı bir gün olan yevm-i kıyamette Allahü Tealâ'ya rücû eder ve herbirinin hükmünü verir.]

Yani; Allahü Tealâ elbette kullarının ibadetlerine müstehak­tır. Nasıl müstehak olmasın, Allahü Tealâ bu dünyada âlem-i es­bap olan semadan âlem-i müsebbep olan arza melekler vasıtasıyla veya vasıtasız emr-i dünyayı tedbir ve kaza ve kaderin icabatmı in­zal eder, kullarının maişetlerine ve sair hususatlarına müteallik emirlerini tedbir ve ahkâmını inzal ve ibadet etmelerini emreder ve zaman be zaman ve ânen feânen tedbir-i İlâhinin eserleri görü­lür, tedbir-i İlâhi yerini bulduktan sonra o emrTi İlâhi üzere kul­larının amelleri sizin ta'dad ettiğiniz senelerden bin sene miktarı olan yevrn-i kıyamette Allah'a rücû' eder ve herkesin ameline göre Allahü Tealâ hüküm verir.

Hâzin'de ve Medarik'te beyan olunduğu veçhile bu âyette miktarı bin sene olan günle murad; yevm-i kıya­mettir. Çünkü; Vacip Tealâ dünyada kullarının emrini tedbir eder ve kullar da yeryüzünde amel ederler. Yahut kullar emrin hilâfına hareket ederler ve bu a'mâlin eseri Vacip Tealâ'ya miktarı bin se­ne olan yevm-i kıyamette arzolunur. Çünkü; herkesin muhakemesi ve ameline göre cezasının tertibi o günde vuku bulacağından emr-i ilâhinin eseri o günde huzur-u ilâhiye arzolunacağı beyan olun­muştur.

Allah'ın kullarını ıslah için gönderdiği kitapları ve ahkâm-ı sairesi melekler vasıtasıyla sema canibinden geldiğinden semadan arza inzal ve tedbir ettiği ve o emirlerin eseri, amel olunup olun­madığı yevm-i kıyamette zahir olacağına binaen miktarı bin sene olan günde huzur-u İlâhiye uruc edeceği beyan olunmuştur. Bazı kimseler hakkında yevm-i kıyamet bin sene miktarı olup diğer bazı âsiler hakkında elli bin sene miktarı olacağına binaen bu âyette bin sene miktarı olacağı ve diğer âyette elli bin sene miktarı ola­cağı beyan olunmuştur. Şu halde miktarın azlığı va çokluğu eşhasa nispetle olduğundan âyetler arasında taâruz ve tenakuz yoktur. Çünkü yevm-i kıyamet; bazı eşhas hakkında bin sene miktarı ve bazı eşhas hakkında elli bin sene miktarıdır, ehl-i salâh hakkında ise az bir saat miktarı olduğu hadis-i nebevi ile sabittir.

[İşte bu âlem-i ulvî ve âlem-i süflî olan yerleri ve gökleri hal-keden, arş-ı â'lâyı istilâ eden, kullarına yardım ve umurlarında ta-sarruf kendine münhasır olan ve kâinatı tedbir eden Allahü Tealâ gaibi ve hazırı bilir. Binaenaleyh; düşmanlarından intikamını alır, dostlarına merhamet eder.]

Yani; Allahü Tealâ bu âlemleri icadetti. Zira; âlemde gaip ve aşikâr her ne varsa cümlesini ilmi ihata ettiğinden herbirinde olan esrar ve hafâyâyı bilir ve herbirine akıllar hayran olacak hikmetler vaz'eder. Binaenaleyh; düşmanlarının umumuna galip ve dostları­nın kaffesine merhameti şamildir.

Ebussuud Efendi'nin beyanı veçhile şu sûrenin evvelinden be­ri zikrolunan evsaf-ı İlâhiyenin kemâl-î azametine işaret için bu'd-u meratibe mevzu olan lâfzı varid olmuştur.[6]

 

Vacip Tealâ vahdaniyetine delâlet eden delâil-i âfâkiyeyi be­yandan sonra vücud-u insanîde kudret-i Saniaya delâlet eden de­lilleri beyan etmek üzere buyuruyor.

[Âlemin umurunu tedbir eden Allahü Tealâ şol zat-ı eceliü â'lâdır ki halkettiği herşeyin hilkatini güzel kıldı ve insanı çamur­dan icatla başladı.]

Yani; Allahü Teaîâ herşeyin icadını güzel kıldı. Çünkü; eşya­dan herhangi şeyi halketmişse hikmete ve maslahata muvafık ola­rak halketmekle herkesin istidadına ve liyakatına göre yarattı. Ez­cümle hayvanattan herbirini bir suret ve şekil üzere halketti ki her hayvanın şekli haline ve istimaline muvafık ve azaları maişet­lerine elverişli bir miktar-ı muayyen üzerinedir. Hatta her hayva­nın âiet-i müdafaasını ve rızkını celb için kuvve-i calibe ve cazibe­sini kendiyle beraber halkettiğinden herkes kendi rızkını celbet-mekte müşkülât çekmediği gibi hasmına bir kuvve-i musellaha gibi karşı durur, insanın hilkatına çamurdan iptida etti ki Hz. Adem'i topraktan halketti ve sair mahlukatm hilkatini insanın menafiine muvafık kıldı ve hayvanlara maişet olmak için arzı ot bitirmeye muvafık ve insanın nefesine havayı cereyan eder kıldı.

[Adem'i topraktan halkettikten soma Âdem'in neslini hakir bir sudan halketti.] Hatta o nutfe necaset mevkiinden çıkar. Bina­enaleyh; herkesin istikrah ettiği bir sudan böyle şerif ve zarif bir insanı halketmek kudretullaha delâlet-i vazihayla delâlet eder. İn­sanın zürriyeti insandan infisal ettiğinden infisal manâsını müfid olan nesil denmiştir. Sülâle dahî nesilden me'huzdur.

[Allahü Tealâ insanın neslini nutfeden halkettikten sonra aza­larını tam kıldı ve kendi halkettiği ruhundan insana nefh ve sizin için kulaklar, gözler ve kalpler halketti ki kulağınızla hakkı işit­mek, gözünüzle hakkı görüp iltibâ' etmek ve kalplerinizle delâili tetkik edip düşünmek üzere bu nimetleri size ihsan olarak halketti. Binaenaleyh; cümle nimetlere şükretmek lâzımken siz gayet az şükredersiniz.] Halbuki her nimetin şükrünü tamamıyla ifa etmek lâzımdır.

Hâzin'in beyanı veçhile insan evvelâ hakkı işitmek, ba'dehu işittiğini gözüyle görmek ve gördüğü şeyleri kalbiyle tefekkür et­mek lâzım olduğuna işaret için kulağı, gözleri ve kalbi Cenab-ı Hak tertip üzere zikretti. İnsan sadayı her taraftan işittiğine binaen sevıi' müfret olarak zikrolunmuştur.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile bu âyette ruh lâfzı ta'zîm ve teşrif için Vacip Tealâ'ya râci zamire izafetle varid olmuş­tur. Ruhun Cenab-ı Hakka izafeti ruhun bir mahlûk-u acib olup Rabbi Tealâ'nm huzuruna münasebeti olduğuna işaret içindir. Çünkü; insan hayvanat-ı saire gibi Vacip Tealâ'ya ecnebi olmayıp ma'rifet ve ibadet cihetinden melekûtiyete münasebeti meydanda­dır. Vacip Tealâ insanın bidaye-i halinde kabil-i hitap olmadığına işaret için bidaye-i ahvalini gaib suretiyle beyan buyurmuştu. Azası tekemmül ettiğinde kabil-i hitap olup şükretmeye liyakati olduğu zamanki ahvalini beyan, hitap suretiyle varid olmuştur.[7]

 

Vacip Teaîâ insanların bidaye-i hilkatlarmda sebkeden niam-ı İlâhiyeye şükürlerinin gayet az olduğunu beyandan sonra küfran-ı nimet ettiklerini beyan etmek üzere buyuruyor.

[Kâfirler    "Toprağa karışıp kaybolduktan sonra mı yeniden meydana gelip adam olacağız?» dediler.]

[Belki Rablcrine mülakatı inkâr ederler.]

Yani; Resulullah'ın kıyameti, kıyamette insanların yeniden hayat bulacaklarını ve mahşerde cem'olunacaklarmı beyan edince müşriklerle hasrı inkâr eden münafıklar dediler ki «Biz vefat ede­rek toprağa karışıp kaybolduğumuzda mı yeniden hayat bulup eski halimiz gibi bir adam olacağız, böyle şey olur mu? Bizim vücudu­muz çürüyüp toprağa karıştığımızda yeniden meydana gelmek na­sıl mümkün olur?» Kâfirler böyle demekle âhirette hayatı inkâr edenler ve yalnız hayatı inkârla iktifa etmezler, belki ahval-i âhi-retin, bilhassa sevap veya ikabla Cenab-ı Hakka mülakat edecek­lerini dahi inkâr ederler.

Medarik'te beyan olunduğu veçhile    dalâlet   bu âyette gaybubet manasınadır. Binaenaleyh; demek yani «Biz helak olup toprağa karışarak toprak içinde yok ve kay­bolduğumuzda mı hayat bulacağız?» demektir.          

Ebussuud Efendi'nin beyanı veçhile bu âyette keli­mesi terakki içindir. Yani kâfirlerin âhirette hayat bulacaklarını inkârları hasebiyle dahî âhirette ziyade duçar olacakları şedaid, küfürlerine intikâl etmekle küfürlerinin şiddetine işaret olunmuş­tur.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile bu âyet (Übeyy b. Half) hakkın­da nazil olmuştur. Çünkü; bu gibi şeyleri ileri sürmekte (Übeyy b, Half) müşriklerin hepsinden cesurdu, söyleyen (Übeyy) ise de diğer müşrikler de bu söze razı olup itikatta müşterek oldukların­dan bu söz cümlesine birden isnadolunmuş ve cemi' suretiyle varid olmuştur.[8]

 

Vacip Tealâ müşriklerin hasrı inkârlarını beyandan sonra ların mezheplerini    redle cevap vermesini    Resulüne emretmek üzere :

[Habibim! Hasrı inkâr edenlere cevap olarak sen de kî, «Ey müşrikler! Sizin ruhlarınızı kabza taraf-i İlâhiden tevkil olunan melekülmevt sizin eceliniz geldiğinde sizi öldürür, bunu inkâra mecaliniz yoktur. Çünkü; her zaman vukuunu görüyorsunuz. Me­lekülmevt sizin ruhunuzu aldıktan sonra Rabbinizin huzur-u ma­nevîsine irca' olunursunuz.] Şu halde sizin için ölüm muhakkak olduğu gibi öldükten sonra hayat ve hesap için huzur-u İlâhiye rü­cû' da muhakkaktır. Binaenaleyh; inkârda faydanız yuklur. Belki sizin için fayda; iman etmek ve iman sebebiyle azaptan kurtulmak­tır, yoksa küt'rüzere ısrar edip de azab-ı ebediye duçar olmak de­lildir.

İnsanların ruhlarını almaya müvekkei olan meleğin insanların ecellerinden asla gaflet etmediğine işaret için melekülmevlin er­vahı kabza tevkil olunduğu beyan olunmuştur. Çünkü; Taberî ve Tefsir-i Hâzin'dc beyan olunduğuna nazaran bütün dünya onun nazarında bir avuç ortası gibi yahut bir kâse gibi olduğundan her­kesin eceline müteallik sahifesini bilir ve dakika fevtetmeden eceli gelen kimsenin ruhunu derhal kabzeder ve kabzolunan ruh said ise rahmet meleklerine, eğer şaki ise azap meleklerine teslim eder. Şu halde dünyanın her tarafı melekülmevte nispetle müsavidir. Onun için uzak yakın yoktur. Binaenaleyh; yır/binlerce nüfusun ervahını dakikasında kabza muktedir olduğundan «An-ı vâhidde vefat eden birçok kimselerin ervahını kabza nasıl yetişebilir?» su­âli varid olmaz.

İnsanların ervahını almaya tevkil olunmuş bir melek olduğu ve o melek herkesin vefat edeceği günü, saati, dakikayı bildiği ve herkesin .ecel-i muayyeninden takaddüm ve taahhur caiz olmadığı muhakkaktır. O meleğin ismi (Azrail) ise de bu âyette umum ma­nâsını müfid olarak melekülmevt unvanıyla zikrolunmuştur. Erva­hı kabzettiği yani "Herkesin canını aldığı kat'idir, bunu inkâra mecal yoktur. Fakat ervahı kabzın keyfiyeti" yani «Nasıl kabzeder, hepsini kabzedcn yalnız Azrail midir veyahut Azrail'in emrine mü­heyya yanında birtakım hizmetçi melekler var da onlar vasıtasıyla mı alır?» Bu cihetler ahval-i âhirotten olduğu cihetle bu dünyada bizim için bunu görmek ve anlamak mümkün değildir. Esasen bu cihete hüküm de taallûk etmez. Yalnız bizim için lâzım olan insanların ruhlarım almaya müvekKel bir melek vardır,, ervahı kabza mo'murdur. kabzediyor, bunda tereddüt yoktur. Amma nasıl kab­zeder? Bu cihetin itikada taallûku yoktur. Binaenaleyh; bilmekte bir fayda olmadığı gibi bilmemekte de bir zarar yoktur.[9]

 

Vacip Tealâ hasrı inkâr edenlerin huzur-u İlâhiye rücû' ede­ceklerini beyandan sonra huzur-u İlâhiye rücû ettikleri zamancjhki hal-i perişanîlerini beyan etmek üzere buyuruyor.

[Yâ Ekrem-er Rusül! Eğer sen sol zamanı görmüş olsan ki o zamanda hasrı inkâr eden mücrimler Rablcrinin huzurunda kemâl-i hacalctlcrindcn başlarını eğer ve hiç kimsenin yüzüne bakamazlar. İste o zamanı görsen pek acîp ve garip bir emir görürsün ki onla­rın o zamanda olacak hal-i perişanîleri bu dünyada tasavvur olu­nur şeylerden değildir.]

[işte o vakitte onlar nedametlerini izhar ederek derler ki «Ya Rabbi! Biz inkâr ettiğimiz şeyleri gözümüzle gördük, kulağımızla duyduk. Döndür bizi dünyaya, biz güzel amel işleyelim. Zira; bizim şek ve şüphemiz kalmadı, aîâtarikılyakin iman ettik.] Çünkü; ru-sül-ü kiram her ne dediler ve kitaplar her ne yazdılarsa onların cümlesini yakından müşahede eyledik. Şu halde ey bizim Rabbi-miz! Eğer bizi dünyaya döndürürsen biz güzel ameller işleriz» de­mekle tazarru' ederler. Günahkârların o ahval-i şedideyi görünce imana kemâl-i ciddiyetlerine ve devam edeceklerine, dünyaya dön­meye kemâl-i rağbetlerine ve dualarının kabulünü kemâl-i arzula­rına işaret için devam ve sebata delâlet eden cümle-i ismiye sure­tiyle diyecekleri Ebussuud Efendi'nin cümle-i be-yanatındandır. Lâkin imanın mahalli dar-ı teklif olan dünya olduğu cihetle âhirette imân makbul değildir. Zira âhiret; dar-ı teklif değil ki imanları kabul olunsun. İmanda muteber olan; gaybdır, ayn değildir. Binaenaleyh; âhirette azabı müşahede ettikten sonra iman muteber olmaz.[10]

 

Vacip Tealâ âhirette   mücrimlerden vâki olacak    tazarruları üzerine taraf-ı İlâhiden varid olacak cevabı beyan etmek üzere buyuruyor.

[«Eğer nasın cemiisinin hidayetlerini biz dilemiş olsaydık her nefse hidayeti tevfik ederdik, lâkin insle cinnin cemisinden elbet­te Cehennem'i dolduracağıma dair benden hüküm vâki oldu ve o hüküm sabittir. Binaenaleyh; hükm-ü İlâhi tağyir kabul etmediğin­den elbette Cehennem ins ü cinnin âsîlerinden dolacaktır» demekle Cenab-ı Hak dünyaya dönmek isteyen âsîlerin sözlerini reddeder.]

Yani; bizi dünyaya döndür diyenlere cevap olarak Cenab-ı Hak buyuruyor ki «Eğer ben sizi dünyaya döndürecek olaydım dünyada siz iradenizi hidayete sarfederdiniz, ben de sizin hidaye­tinizi halkederdim, lâkin siz iradenizi küfre sarfettniz, ben de ira­deniz veçhile küfrünüzü halkettim, Cehennem'e girmenize hük­müm sabit ve lâhik oldu. Binaenaleyh; sizin için dünyaya ric'at mümkün değildir. Zira; iradesini küfre sarf eden insle cinden elbet­te ben Cehennem'i dolduracağım» demekle benden hüküm sadır oldu. Şu halde benim hükmüm' tağyir kabul etmez ve dünyaya dön­mek için tazarru fayda etmez. Çünkü; noksanı tedarik zamanı geç­miştir. Cehennem ins ü cinnin mecmuundan dolup yalnız insan ya­hut yalnız cinne mahsus olmadığını beyan etmek için lafzıyla te'kid olunmuştur.[11]

 

Vacip Tealâ âsîlerin dünyaya ric'atlatını reddettikten sonra zuhur edecek hitabı beyan etmek üzere buyuruyor.

[Şu mülakat gününüzü unutmanız sebebiyle tadın Cehennem azabını. Zira; siz nasıl bugününüzü unuttunuzsa muhakkak biz de size nisyan muamelesi yaparak sizi terkederiz. Binaenaleyh; «Amel ettiğiniz küfrünüz sebebiyle ebedî azabı tadım» demekle cezalarını tertibederiz.] Zira ceza; amel cinsinden olacağı cihetle onların yevm-i mülakatlarını unutmalarına mukabil Cenab-ı Hak da on­ları unutulmuş birşey gibi Cehennem'de terkolunacaklarmı beyan etmiştir. Çünkü; nisyan Vacip Tealâ hakkında muhal olduğundan bu makamda   nisyan;   terketmek manasınadır, Zira unutulan şey; daima metruk olur. Şu halde nisyana terketmek demek lâzım olduğundan nisyanı zikredip terki murad etmek melzum olan nis-yanı zikir ve lâzım olan terki irade kabilindendir.   Buna nazaran demek «Biz sizi unutulmuş bir şey gibi bilkülliye azap içinde terkettik» demektir.

Fahri Râzi'nin ve Ebussuud Efendinin beyanları veçhile azabı tatmalarıyla müşriklere hitap; yevm-i mülakatlarını nisyanlarma su-u amelleri sebep olduğuna işaret için nisyanları ve su-u" amel­leri hitaba sebep olarak beyan olunmuş ve ehl-i Cehennem'in ke-mâl-i hakaretlerine işaret için azabı tatmakla emiı tekrar zikre­dilmiş ve azab-ı huld ki ebedî azaba sebep kendi amelleri olduğu sarahaten beyan olunmuş ve onların Cehennem ateşi içinde unu­tulmuş bir şey gibi asla iltifat olunmayacağına işaret için cümlesi edat-ı te'kitle varid olmuştur. Gerçi   nis­yan;  evvelâ olup sonra unutulan yerde istimal olunursa da kı­yametin delâili kemâl-i vuzuhla zahir olduğu cihetle evvelâ delil­lerle hakikat ma'lûm olmuşken o delillere nazarı terketmeleri unutmak menziline tenzil olunarak onların kıyameti unuttukları beyan olunmuştur.[12]

 

Vacip Tealâ ehl-i küfrün halini beyandan sonra ehl-i imanın hallerini beyan etmek üzere buyuruyor?

[Bizim âyetlerimize ancak sol kimseler iman ederler ki onlar âyetler kendilerine zikrolunup vaaz olunduklarında derhal bütün azalarıyla secdeye kapanırlar ve Rablerinin hamd ü senasına mülâ-bis oldukları halde nekaisten tenzih ederler. Halbuki onlar gerek secde ve gerek teşbihlerinde kendilerini büyük addedip kibret-mezler.] Zira; onlar bizim âyetlerimizin inzarat ve tebşiratıyla na­sihat olunduklarında azab-ı İlâhiden korkularına binaen kemâî-i tevazula yüzleri üzerine secdeye kapanır, en âlî ve aziz olan yüz­lerini türab-ı mezellete sürer, nail oldukları nimetlerin şükrünü eda ederler ve bu secdeleriyle âyetleri kabul, muktezasıyla amel ve âyetlerin emr ü nehyine inkiyadettiklerini izhar ederler ve yal­nız secdeyle iktifa etmezler. Belki kendilerini nimetleriyle terbiye eden Rablerinin nimetlerini sayar ve sena eder oldukları halde teşbih ederler.

Buhârî ve Müslim'in ittifakları veçhile beyan olunduğuna na­zaran İbn-i Ömer Hazretleri «Resûlullah secde olan sûre'yi kıraat ettiğinde secde eder ve hazır bulunan cemaat da secde ederlerdi" buyurmuştur. Secdenin faziletine gelince : Resûlullah «Ademoğlu secde âyetini tilâvet edip de secde ettiğinde şeytan ağlar, geri ka­çar ve der ki (Helak bana olsun ki âdemoğlu emrolunduğu veçhile secdeyi eda etmekle Cennet'e girdi. Ben emrolunduğum secdeden imtina' etmekle Cehennem'e dahil oldum) dediğini" beyan etmiştir.

Cenab-ı Hak bu âyette ehl-i imanı üç şeyle sena buyurmuştur :

Birincisi: Taraf-t şeriattan varid olan nasihatla mütenas-sıh olarak derhal taallül ve tereddüd etmeden secdeye kapavmn-ları, ikincisi: Hidayet ve iman gibi manevi nimetleri ve Allah'ı zikretmek için lisan ve hakkı duymak için kulak gibi mad­di nimetleri mülâhaza ederek Cenab-ı Hakkı nekaaisten tenzihle hamd ü sena etmeleri, üçün cilsil : Bu misilli ibadetten is­tihbar etmeyip kemâl-i huzu üzere edaya nıüsaraat etmeleridir.[13]

 

Vacip Tealâ ehl-i "imanın bazı evsafını beyandan aharı beyan etmek üzere buyuruyor.

[Secde ve teşbih eden mümhı-i kâmillerin yanları yatakların^* dan uzak olur. Halbuki onlar Allah'ın azabından korktuklarına ve rahmet-i İlâlıiycyi ümid ettiklerine binaen Rablcrinc tazarru ve niyaz ederek ibadet ederler ve onlar bizim verdiğimiz rızikların-dan muhtaç olanlara infak ederler.]

Yani; iman-ı kâmil sahibi şol kimseler ki onlar salât-ı leyle yani teheccüd namazına devam ettiklerinden onların yanları yata­cak döşeklerinden uzak olur. Zira; yatakta yatmazlar ki yanlan döşeklerine yakın olsun. Onların halleri; Rablerinin gazabından korktukları, rahmet ve mağfiretini ümid ettikleri için duâ ile be­raber ibadet etmektir. Binaenaleyh; bir taraftan korku bir taraf­tan tama'la duâ ederler, yalnız duâ ve namaz gibi ibadet-i bedeni-yeyle iktifa etmezler, belki bizim onlara verdiğimiz rızk-ı sûrî ve manevîden muhtaç olanlara infak eder ve mallarından birer mik­tarını sarfederler.

Hâzin ve Beyzâvî'nin beyanlarına nazaran bu âyetten maksat; gece kılınan namaz ve bilhassa teheccüt namazıdır. Çünkü; yatak zamanı gece olup yanları yatağa uzak olması ibadetten kinaye olun­ca ibadetin efdali de namaz olduğundan gece namazıyla tefsir olun­muştur. (Muaz b. Cebel) Hazretlerinin Rasulullah'ın bu âyeti gece namazıyla tefsir ettiği rivayeti de bu manâyı te'yid eder. (Muaz b. Cebel) «Ben Resûluilah'tan Cennet'e girmeye sebep olacak bir amelden suâl ettiğimde Resulullah «Yâ Muaz! Büyük birşeyi suâl ettin» dedikten sonra «İhlâs üzere Allah'a ibadet etmek, şirket-ınemek, namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek ve hacce gitmek Cennet'e duhule sebeptir» buyurdu. Bundan sonra «Yâ Muaz! Ben sana ebvab-ı hayra delâlet edeyim mi? Oruç Cehennem ateşine kalkandır, sadaka ve gecede namaz kılmak günahlara kefaret­tir, d buyurdu ve bu âyeti okudu dediği Tefsir-i Hâzin'de mezkûr­dur. Diğer bir hadiste Resulullah «Gece namazına devam sizin üze­rinize lâzımdır. Zira gece namazı; sizden evvel geçen sulehanın âdetleridir» buyurduğu mervidir.

Geceyle uykuyu, sıcak ve rahat yatağı terkederek tenha ma­halde riyadan ârî gecenin içinde eda olunan namazın Allah'a kur-biyet, günahlara kefaret ve yedinde olan dertlerin tardına sebep olacağına dair birçok ahadis-i celile mervî olduğu gibi gece nama­zına devam edenleri medih hakkında bu âyet kâfi olup âyet-i sa­bıkada beyan olunan ehl-i imanın mahasinlerinden bakiyesini be­yan olduğu Fahri Râzi'nin cümle-i beyanatındandır. Hz. Enes' «Bu âyet ensardan bir cemaat hakkında nazil olmuştur. Zira; biz ensar-dan bir cemaat akşam namazını Resulullah'la mescidde eda ettik­ten sonra hanelerimize gitmezdik ve yatsı namazına kadar mes­cidde namazla meşgul olurduk. Binaenaleyh; o cemaatı sena hak­kında bu âyet nazil oldu» buyurmuştur.

Vacip Tealâ bu âyette bundan evvelki âyet gibi ehl-i imanı üç şeyle dahi sena buyurmuştur : Birincisi: Geceyle na­maz, ikincisi: Cenab-ı Hakkın gazabından korku ve rah­metinden ümitvar olarak duaya devam, üçüncüsü: Allah'ın verdiği nzıktan ehl-i ihtiyacın ihtiyacını defetmeleridir.

Hulâsa; rıza-yı Bari için secdeye kapanmak, Cenab-ı Hakkı ne-kaisten tenzih, kibretmemek, geceyle namaza devam, beynelhavf verrica duaya dikkat ve Allah'ın verdiği nzıktan fukaraya infak etmek ehl-i imanın haslet-i hamidelerinden olup bunlara devam eden müminlerin meth-i İlâhide dahil oldukları bu iki âyetten müs-tefad olan fevaid cümlesindendir.[14]

 

Vacip Tealâ ehl-i imanın a'mâl-i saliha ve haslet-i hamidele-rini beyandan sonra bu a'mâlîerine mükâfat olarak verilecek dere­celerin bu dünyada insanlar için bilinmesi mümkün olmadığını be-van etmek üzere buyuruyor.

[Hiçbir nefis ameline ceza olarak gözlerinin dinleneceği ve mesrur olacağı ne gibi nimetler kendisi için hazırlandığını ve dün­yada kendinden gizlendiğini bilmez.] Halbuki teheccüd namazı ve sair a'mâl-i salmalarına mükâfat olarak gözlerin bakmakla doya-mayacağı, gayra iltifata mahal kalmayacağı ve gözlerin baktıkça lezzet alacağı gizlenmiş ne kadar nimetler var ki onları ancak Al-lahü Tealâ bilir. Binaenaleyh; bu dünyada o nimetleri hiç kimse bilemez. Çünkü mümin-i kâmilin ekser-i a'mali; teheccüt namazı misilli gizli olduğu gibi onun için hazırlanan nimetler ve ikram­lar da gizli ve indallah mahfuzdur. O nimetleri dünyada beşerin bilmemesi nimetlerin azamet-i şanlarına işarettir ki o nimetlerin emsali dünyada olmadığı gibi beşer için tasavvuru da mümkün de­ğil demektir.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile  deki  lâfzı manâsına mevsıddür. Buna nazaran manâ-yı nazım:

[Hiçbir nefis kendi için âhirette hazırlanıp gizlenen şeyleri bilmez. Yani hiç bir nefis sol şeyi bilmez ki o şey kendileri için hazırlandı ve gizlendi] demektir. Yahut lâfz-ı istif hamiyedir. Buna na­zaran manâ-yı nazım ; [Hiçbir nefis amelleri mukabilinde kendileri için   hangi   şey   hazırlandı ve gizlendi,   onu   bilmez]    demektir.

gözlerin dinleneceği ve rahat edeceği nimet demek­tir. Çünkü; insanın süruru gözünde her azadan ziyade zahir oldu­ğundan bütün vücudun mesrur olacağı nimetlerden gözün rahat edeceği ve mesrur olacağı beyan olunmuştur,[15]

 

Vacip Teaîâ müminin ve kâfirin hallerini beyandan sonra mü­minle kâfirin müsavi olamayacağını ve müsavat itikad edenlerin itikatlarının batıl olduğunu beyan etmek üzere buyuruyor. ;

[Siz küfrü itikad eder de mümin olan bir kimse fasık olan kimse gibi mi olur zannedersiniz? İkisi müsavi olamazlar.] Zira müminin akıbeti; fevz ü felahtır, kâfirin akıbeti ise azap ve helak­tir. Binaenaleyh; cins-i mümin, cins-i kâfire müsavi olamaz. Çün­kü; birisi ehî-i Cennet ve ikramdır. Diğeri ehl-i Cehennem ve iha­nettir. Şu halde ikisini bir yerde cem'etmek mümkün değildir. Tefsir-i Hâzin ve Nisâbûri'de beyan olunduğuna nazaran bu âyet Hz. AH ile (Veîid b. Ukbe) haklarında nazil olmuştur. Çünkü; bir mesele hakkında beyinlerinde vuku bulan niza'da (Veîid) Hz. Ali'ye «Sen sükût et. Zira; sen sabisin. Benim lisanını senden uzun, süngüm senden keskin, kalbim senden şeci ve eibâ'ım senden çok­tur» deyince Hz. Ali'nin «Yâ Velid! Sen sükût et. Zira; fasıksınn demesi üzerine bu âyetin nazil olduğu mervidir.

Bu âyette hemze; iki fırkanın müsavi olmalarını red ve inkâr için isüfham-ı inkârîdir. Müsavi olmaları evvelâ inkâr olunduktan sonra müsavi olmadıkları sarahaten beyan olundu ki bundan sonra gelecek tafsilâta esas olsun.[16]

 

Vacip Teaîâ müminle fasıkin müsavi olamadıklarını- icmal en beyandan sonra tafsilen beyan etmek üzere :

[Amma sol kimseler ki onlar Allah'a ve Resulüne iman ettiler ve rıza-yı İlâhiye muvafık amel de işlediler. Onlar için amelleri sebebiyle hazırlanmış konaklar ve istirahat mahalli Cennetler var­dır.]

Yani; şol kimseler ki onlar Allah'a, resullerine, kitaplarına ve âhirete iman, tarik-ı tevhide bezl-i makderet edip imanlarını a'mâl-i saliha işlemekle tezyin ettiler. Onlar için amelleri sebebiyle rahat mahalli olarak Cennetler ve misafir için hazırlanmış konaklar var­dır. Çünkü; onlar imanlarıyla itikad-ı batılı red ve a'mâl-i saliha-larıyîa ahlâk-ı seyyieleri tardettikleri için Cenab-ı Hakkın ikramı­na nail olmaya istihkak kesbettiklerinden itlifat-ı İlâhiye ve ik-ram-ı sübhaniye nail olacaklardır.

( ı£j u ); istirahat için herkesin kasdedip varacağı methaldir. Binaenaleyh; ehl-i Cennet dünyadan rihletle Cennet-i alayı kas­dedip vardıkları için Cennet'e me'vâ denilmiştir. Dünyada evlerin sûrî me'vâ olup Cennet-i â'lâ'nm hakîkî me'vâ olduğuna işaret için Cennet lâfzının me'vava muzaf kılındığı Ebussuud Efendi'nin cüm-Ic-i beyanatmdandır.

( >j ) misafir için hazırlanan nimetlere ve konak mahal­line denir. Binaenaleyh; ehl-i Cennet Cenab-ı Hakkın misafirleri olduklarından onlar için hazırlanan nimetlere ve konaklara Cenab-ı Hak bu âyette nüzul buyurmuştur ki nimetlerin hazır olduğuna işarettir. Bu nimetlere nail olmanın sebebi; amel-i salih olduğu ayette sarahaten beyan olunmuştur. Çünkü; âyette imanla amel şart olarak varid olduğu gibi Cennet ve nüzul de ceza olarak varid olmuştur. Şu halde şart olan imanla amel bulunmayınca ceza olan Cennet ve nüzul de bulunmayacağından imanla ameli olmayan kimselerin bu nimetlerden mahrum olacaklarına âyette sarahat vardır.[17]

 

Vacip Tealâ müminlerin varacakları mahallin Cennet |blâca-gını beyandan sonra kâfirlerin varacakları mahallin Cehennem olacağını beyan etmek üzere buyuruyor.

[Amma sol kimseler ki onlar küfrettiler. Onların varacakları mahalleri ateştir.]

[Ve onlar her ne zaman ateşten çıkmak murad ederlerse tek­rar ateşe sade olunurlar.]

[Ve taraf-i ilâhiden onlara «Dünyada tekzib ettiğiniz Cehen­nem azabını tadınız» denir.]

Yani; şol kimseler ki onlar imanı terkle kütüb-ü îlâhiyede varid olan evamir ve nevâhinin muktazasından çıktılar. Onların âhirette mercileri Cehennem ateşidir ki müebbed olarak onlar o ateş içinde kalırlar. Hatta her ne zaman ki onlar Cehennem'in ke­narına yaklaşıp çıkmak isterlerse derhal kemâl-i hakaretle Cehen-nem'c iade olunurlar. Allah'ın emriyle zebaniler tarafından onla­ra «Dünyada rusül-ü kiram tarafından size haber verildiğinde tek-zibettiğiniz Cehennem'in azabım tadın» denilir. Bu söz onların azaplarını teşdit ve hasretlerini tezyit için söylenir ki yaraları üze­rine tuz ekmek kabilinden hakaret için söylenecek bir sözdür.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile ehl-i narın tekzipleri; ikidir. Birincisi: Dünyada asıl azabı tekzib etmeleridir. Bunun mukabilinde Cehennem azabının esasını tadarlar. İkincisi: Cehennevı azabım görünce onun jevkında azap olunmasını inkâr ederler. Bunun mukabilinde her ne zaman tattıkları azabm fevkm-da azap yok derlerse onun fevkmda ve daha şiddetli bir azap ta­darlar.

Ebussuüd Efendi'nin beyanı veçhile her ne zaman çıkmak mu­rad ederlerse tekrar iade olunacaklarım beyan etmek;  onlar için Cehennem'in me'vâ olacağının keyfiyetini beyan etmektir. Çünkü; onları Cehennem'in alevi üst tabakaya çıkarır. Bu fırsattan bilis­tifade onlar Cehennem'den çıkmak murad edince tekrar onlar Ce­hennem'in alt tabakasına iade olunurlar.[18]

 

Vacip Tealâ ehl-i Cehennem'in azaplarının şiddetini beyandan sonra âsîlere dünyada vâki olacak azabı- beyan etmek üzere buyuruyor.

[Zat-ı ulûhiyetime yemin ederim ki elbette biz büyük azap olan âhiret azabının aşağısı olan dünya azabını onlara tattırırız. Me'mûl ki onlar günahlarından rücû' ederler.]

Yani; ehl-i Cehennem olan âsîlere elbette biz bu dünyada kaht u gala, kati ü esaret ve beldelerini düşmanlarına teslim gibi kolay ve âhiret azabı olan büyük azaba nispetle küçük ve edna olan dünya azabım tattırır ve onlar isyanlarından rücû' etsinler için zel­zele, âfât-ı saire ve envâ'-ı belâya ile müptelâ kılarız. Dünya aza­bının müddeti kısa ve şiddeti az olmasına binaen azab-ı ednâ den­miştir. Çünkü; âhiret azabına nispetle dünya azabı hem yakın hem hafiftir. Âhiret azabı ise hem şedit hem de medittir. Binaenaleyh; d/üret azabı şiddetli ve ebedî olduğundan azab-ı ekber denmiştir. Âhiret azabı dünya azabına kafiyen kıyas olunamaz. Zira; dünya­da bir kimse tahammülünün fevkmda bir azaba müptelâ olursa vefat eder kurtulur. Eğer tahammül edeceği derecede olursa hafif demektir. Amma âhiret azabı tahammülün fevkmda şiddetli oldu­ğu gibi müddeti de uzundur, ölüm v.s. gibi bir sebeple kurtuluş da yoktur.

İşte Cenab-ı Hak kullarını insafa davet etmek ve nıa'siyetten dönmeleri için dünyada bazı belâya ile müptelâ kıldığını bu âyetle beyan etmiştir. Gerçi dünya azabı her ne kadar hafifse de insanlar re'yelayn müşahede ettiklerinden günahtan vazgeçmek hususunda te'siri ziyade olduğu şüphesizdir. Bu davaya hastaların halleri şa-hid-i âdildir.

Nisâbûrî ve Fahri Râzi'nin beyanları veçhile kelime­sinin delâlet ettiği rica manâsı kullara aittir. Zira; Cenab-ı Hak ricadan münezzehtir. Şu halde dünyada kullara azap; ma'siyetten tevbe etmeleri içindir.

Çünkü; insanların belâyadan mütenebbih olmaları me'mûîdür. Amma mütemerrid olanlarda asla ibret olmaz. Mesaibden müte­nebbih olarak ma'siyetten dönmek; âkil şanıdır ve tevfik-i İlâhi­dir. Binaenaleyh; ma'siyetten tâib ve müstağfir olmak insanlar için tevfik-i İlâhi ve bir meziyet-i âliyedir, fakat herkese müyesser ol­maz.[19]

 

Vacip Tealâ günahtan rücû' etmek için kullarına bazı dünya azabını tattırdığını beyandan sonra mücrimlerden elbette intika­mım alacağını beyan etmek üzere buyuruyor.

[Rabbisinin vahdaniyetine ve kudretine delâlet eden âyetler zikroiunup vaaz olunduktan sonra o âyetlerden i'raz eden kimse­den daha ziyade zalim kim olabilir? Elbette ondan daha zalim kim­se olamaz. Biz muhakkak bu gibi zalim mücrimlerden intikamı­mızı ahrız.] Çünkü azab-ı İlâhiyi tadıp, mevaizini dinleyip ibret almayacak âyetleri terkle zulmettiğinden intikam-ı İlâhiye müste-haktır. Zira; âyetleri düşünmek, manâ ve maksadı anlamak lâzım­ken düşünmeksizin eski inadına binaen kabulünden istinkâf etme­leri azabı mucip olan zulümdür. Şu halde Cenab-ı Hak, onlar azab-ı ednâdan ibret almayınca azab-ı ekberle intikamını alacağına işa­ret etmiştir.[20]

 

Vacip Tealâ mücrimlerden intikamını alacağını beyandan sonra geçmiş milletlerden intikamını' aldığını beyanla vaîdini te'kid etmek üzere buyuruyor.

[Zat-ı ulûhiyetime yemin ederim ki biz muhakkak Mûsâ (A.S.) a kitap verdik. Şu halde habibim! Sen bizim va'dimize mü­lakatında şüphe etme.]                                                            

[Biz o kitabı Beni İsrail'e doğru yolu gösterir hidayet kıldık.]

[Ve bizim emrimizle naşı hidayette kılar Beniİsrail'denmuk-tedabih imamlar halkettik.]

Yani; yâ Ekrem-er Rusül! Sen bizim vaadimizi incaz edeceği­mizi kaviyyen ümid et. Zira; senin kitabında ehl-i fısk ve ehl-i da­lâletten intikamımızı alacağımıza dair her ne va'dedersek vaadi­mizi incaz edeceğiz. Çünkü senden evvel geçen enbiyayı kiramın kitaplarında va'dimizin cümlesini incaz ettiğimiz gibi sana va'di-mizin cümlesini dahi incaz edeceğimizde şüphe yoktur, tşte va'di-mizi incaz cümlesinden biz muhakkak Mûsâ (A.S.) a Tevrat ismin­de olan kitab-i kâmili verdik ve onda her ne va'dettikse va'dimiz yerini buldu. Hâl böyle olunca habibim! Kur'an'da sana va'detti-ğimiz şeylere mülâki olacağına şüphe etme, Mûsâ (A.S.) da Tev­rat'ın va'dinde şekketmedi. Zira; her ne vaad ettikse aynen vuku buldu, Tevrat'ı biz Beni İsrail'e maâlîm-i dünyeviyelerine îsâl eder, doğru yolu gösterir hidayet kıldık, Beni İsrail'den birçok imamlar halkettik ki onlar Tevrat'ın ahkâmına yapışmakla doğru yolu tuttular ve başkalarını bizim emrimiz veçhile doğru yola sevkederler-di. herkes onlara emin olduklarından iklida ettikleri cihetle avam-ı nasa imanı oldular. Habibim! Senin ümmetinin imamları da asha­bındır. Bu manâyı RcsulullaİTm "Benim ashabım yıldızlar gibidir. Herhangisine iktida ederseniz doğru yola vasıl olursunuz» buyur­duğu hadisi te'yid eder.

Beyzâvî ve Hâzin'in beyanları veçhile zamiri kitaba râci' olduğuna nazaran manâ-yı nazım: |Habibim! Mûsâ (A.S.) a verdiğimiz kitaba mülakatında şckketme. | Veyahut | Ona verdiğimiz kitaba mülâki olduğu gibi sen de kitabın olan Kur'an'a mülakatından şüphe etmej demektir. Eğer zamir Hz. Musa'ya râ­ci olursa manâ-yı nazım: |Habibim! Sen lcyle-i Mi'raç'ta Mûsâ. (A.S.) a mülakatında şekkctmej demektir. Resûlullah'ın leyle-i Mi'raç'ta Hz. Musa'ya mülâki olduğu Mi'raç hadisinde mezkûrdur.

[Onlar dinlerinde sabır ve sebat edip düşmanlarından vâki olan ezaya metanetle mukabele ettiklerinde balkı doğru yola sev-kedetier, onîar bizim âyetlerimize iman ettiler. Çünkü; âyetlerin Cenab-ı Hak tarafından vahy-i münzel olduğunu yakîneıı bildiler. Binaenaleyh; imanda asla tereddüd  etmediler.]

Bu âyet-i celileyie Cenab-ı Hak Beni İsrail'e muktedabih olan. zevatı meth ü sena etmekle ümmet-i Muhammed'e de -(Sabredin ve Allah'ın va'di hak olduğunda şüphe etmeyin ve Allah'ın âyet­lerine alâtarikılyakîn iman edin» demekle sabrı ve imanı tavsiye ve Allah'ın va'dinin vukuuna intizar etmelerini tenbih etmiştir. Bu âyette ve emsalinde Resulullalri mülakata sekten nehiy; üm­metini nehiydir. Yoksa Resulullah'tan şek ihtimali yoktur. Zira; Resûlullah'ın Rabbisinin va'dine yakîni muhakkaktır.[21]

 

Vacip Tealâ Beni İsrail çimmesini belâya sabır ve âyetlere iman etmekle sena ettikten sonra ümmetler arasında olan ihtilâfın yevm-i kıyamette hail ü faslolunacağmı beyan etmek üzere buyuruyor.

[Yâ Ekrem-cr Rusül! Senin Rabbin ümmetlerin aralarında ce­reyan etmiş olan mesaili yevm-i kıyamette haîl ü fasleder. Çünkü; ümmetler resullerine itirazla umur-u dinde ihtilâfa düşer ve beyin­lerinde birçok meseleler ihdas eder, mezhepler meydana getirir­ler.] İşte bu ihtilâfın küllisini yani gerek nebiyle ümmeti arala­rında ve gerek ümmetin fırkaları aralarında ihtilâfları kıyamette hükm-ü kafiyle fasleder. Binaenaleyh; hakkı batıldan ve muhıkkı mubtilden tefrik eder. Zira kıyamet; iyiyi kötüden ve a'rriâlin salih olanını seyyi' olanından seçmek ve ahkâm-ı kafiye ve âdile icra etmek için hazırlanmış bir gündür. Şu halde mazlumun hakkı za­limden o günde alınacağı cihetle Beni İsrail eimmesinin kendile­rine vaki olan taarruzlara sabırla mukabele ve akıbete intizar et­tikleri gibi bu ümmetin de muktedabihlerinin akıbete intizarla sabretmeleri lâzım olduğuna âyet delâlet eder. Lâkin bu gibi ahkâ­mın te'siri ve mucibiyle amel diyanete mu'tekid olup hakkı arayan­lar içindir, amma hiçbir dinle alâkası bulunmayan ve diyanetin esasına kail olmayan serserilere asla te'siri olmaz. Çünkü; esasını itikad etmediğinden onlara kitabın âyetlerini dinletmek müşkül­dür. Bu gibi dinle ülfeti olmayanlar müşriklerden daha fenadırlar. Çünkü; hemen havayı nefsanîlerine ittibâ'dan başka birşey düşün-meyip hakkı da kabul etmediklerinden onlara hak sözü. duyurmak ve ahkâm-ı şeriatı dinletmek müşküldür.[22]

 

Vacip Tealâ yevm-i kıyamette hakla batıl beynini tefrik ede­ceğini beyandan sonra Resulünün kavmi olan Kureyş kavmini tev-bih etmek üzere buyuruyor.

[Onlar gaflet ettiler de kendilerinden evvel geçen birçok mil­letleri ihlâk ettiğimiz onları hidayette kılmadı mı? Halbuki helak olan ümmetlerin meskenlerinde yürürler, onların harabelerini gö­rürler. Zira; şu helak olan ümmetlerin harabelerinde hidayete bir çok alâmetler ve deliller vardır.] Çünkü; Kureyş'ten evvel geçen kabileleri ihlâkîmizde ibrete şayan eserler olduğu halde onların harabelerini seyrü seferlerinde görmeleri hidayetlerine yani doğru yol aramalarına kâfi değil mi?

[Halâ gaflette    devam ederler de hak sözü    işitmezler mi?]

Halbuki, işitmeleri lâzımdır. Çünkü; bunlar gibi mallarına mağrur ve servet ü samanlarına müftehir Âd, Semud ve Lût kavimleri gibi kibir ve gururlarına aklananları ihlâkimiz onları gafletten ikaz et­medi mi, doğru bir yol tutmak lâzım olduğunu onlara anlatmadı mı, bunlardan her cihetle daha kuvvetli olan kurun-u maziyeyi ih­lâkimiz bunlara ders-i ibret olmadı mı ve bu gibi vukuattan ibret almak ehem ve elzem değil mi, helak olan milletlerin harabeleri bizim kudretimize, kahr u gazabımıza, düşmanlarımızdan intikam alacağımıza alâmet değil mi, hakka delâlet eden delilleri tetkik etmemek büyük bir cinayet değil mi, cehalet ve gafletten kurtul­mak çarelerini düşünmek insanlar için bir vazife-i mühimme değil mi? Halbuki âkil olan kimseye lâyık olan gafleti terketmektir, yoksa dalâlette devamla helak olup gitmek değildir.

Nisâbûrî'nin işareti veçhile Kureyş kabilesinin akıllarını hüsn-ü istimal etmediklerine ve binefsihi akıllanyla idrake kud­retleri olmadığına ve bu cihetten behaim menzilinde olduklarına işaret için Vacip Tealâ bu âyette makam-ı tevbihte «İşitmezler mi?» buyurmuştur. Yani «Akıllanyla idrak şanlarından değil lâ­kin kulaklarıyla işitmek de mi şanlarından değil?m demektir. Bi­naenaleyh; bu âyet Kureyş kabilesini ve onların hallerinde olan insanları idraksizlik ve düşüncesizlikle zem ve takbih etmiştir.

Hulâsa; insanlara lâzım olan evvel geçen milletlerin helakin­den ibret almak, onların sebeb-i helak ve felâketlerini düşünmek lâzım olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.[23]

 

Vacip Tealâ geçmiş milletlerden ma'siyetleri sebebiyle birçok­larını ihlâk ettiğini beyandan sonra yağmur sularıyla arzı ihya et­tiğini ve menfaat ve mazarrat cümlesi yed-i kudretinde olduğunu beyan etmek üzere buyuruyor.

[Onlar gaflet ettiler de görmediler mi? Kurumuş, ottan kesil­miş arza yağmur sularını sevkeder, onunla yerden otları çıkarırız ki o otlardan onların hayvanları ve kendileri yerler.]

[Onlar yeryüzünde gezerler de biten otları, ekinleri veleri görmezler mi?]

Yani; kudretimizi inkâr eden müşrikler gaflet ederler de Dizim semada bulutları halkedip o bulutlar vasıtasıyla gayet kuruluktan otu kesilmiş kuru topraklara yağmur sularını kifaye miktarı sev-kedip o sular sebebiyle otları ve ekinleri bitirdiğimizi görmediler mi ki o otlar ve ekinlerden onların hayvanları ve kendileri yer, ida-nıe-i hayat ederler, bunları görmezler mi? Bu gibi acîp san'atları­mızı görüp bildikleri halde kudret-i kahirenıizi nasıl inkâr ederler ve bu delillerden tarik-ı tevhide niçin istidlal etmezler?

Bu âyette Cenab-ı Hak hayvanı insan üzerine takdim etmiştir. Çünkü; otlar insanın yemesinden evvel hayvanatın ekline salih olup hayvanatın ekli otlara münhasır olduğu cihetle hayvanat tak­dime şayandır. Zira; insanın gıdası nebatata münhasır değildir. Çünkü hayvanın sütü, eti ve meyvelerle idame-i hayat edebildiğin­den insanın taayyüşü nebatata mevkuf değildir. Binaenaleyh; ha­yatını idame otlara münhasır olan hayvanı insan üzerine takdim etmiştir : Bu âyette beyan olunan şeyler gözle görülen alâmetler olmasına binaen Cenab-ı Hak görmediklerini beyanla tevbih et­miştir. susuzluktan veyahut hayvanlar yediğin­den otu kesilmiş olan arza denildiği Kazi, Taberî ve Medarik'in cümle-i beyanatmdandır. Yoksa ot bitmeyen arz demek değildir, belki bitmiş ve lâkin tükenmiş demektir.

Hulâsa; Allahü Tealâ'nın otu tükenmiş arazî üzerine yağmur sularını sevkedip o sular sebebiyle yerden otları çıkardığı, insan­ların ve hayvanların o otlarla taayyüş ettikleri ve bu gibi sanâyi-i İlâhiyeye insanların nazar edip görmeleri ve bunlardan ibret alma­ları lâzım olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.[24]

 

Vacip Tealâ yevm-i kıyamette nebilerle ümmetleri ve ümmet­lerin kendi aralarında vâki olan ihtilâfı hail ü fasledip muhıkla mubtil olanları tefrik edeceğini beyan edince âhireti inkâr eden müşrikler tarafından söylenen sözü beyan etmek üzere buyuruyor

[«Eğer sözünüz doğruysa bu-fetih ve ihtilâfı halletmek ne za­man olacaktır?» derler.]

Yani; habibim! Sen müşriklere yevm-i kıyamette muhikla mubtil beyni faslolunacak dediğinde onlar «Eğer va'diniz doğru ve haberinizde sadıksamz şu söylediğiniz fasl-ı hukuk ne zaman olacak, vaktini bize haber verin de biz de bilelim ve o vakit için hazırlanalım, sizin iman ettiğiniz gibi biz de imân edelim» de­mekle istihza ederler.

Tefsir-i Hâzin'de beyan olunduğuna nazaran yevmi fetihle murad; yevm-i kıyaviettir. Çünkü; Resulullah yevm-i kıyamette olacak fasl-ı hukuktan haber verince ashab-ı kiram müş­riklere ((Bizim için bir gün vardır. O günde sizinle bizim beynimiz faslolunacak. Biz mütena'im ve müsterih olacağız» demişlerdi. Bu söz üzerine müşrikler istihza tarikıvla "Şu söylediğiniz fetih ne zaman olacaktır?» dediler. Yevmi fetihî murad; jeth-i Mekke olmak ihtimalini de söyleyenler varsa da âyetin sabıkı ve lâhiki yevm-i fetih, le murad; kıyamet günü olmasını te1-yid etmektedir.[25]

 

Vacip Tealâ müşriklerin sözlerini hikâyeden sonra o günde imanın makbul olmadığını ve menfaat vermeyeceğini emretmek üzere buyuruyor.                                                         

[Yâ Ekrem-er Rusül! Sen onlara de ki «Yevm-i fetih olan kıyamette sol kimselerin imanları menfaat vermez ki onlar kâfir oldular ve onlara mühlet de verilmez.»]

Yani; habibim! Yevm-i kıyameti istihza edenlere sen de ki «Yevm-i faslolan kıyamette dünyada ömürlerini küfürle geçirmiş olan kâfirlere o günde iman etmeleri menfaat vermez ve onlara geçirmiş oldukları amellerim tedarik ve kaza etmek için müsaade dahi olunmaz. Evet! Eğer müsaade olunsa derhal iman eder ve şe-air-i İslâmiyeyi tasdik ve kabul ederler, lâkin o günde iman mak­bul olmadığından müsaade de olmaz. Çünkü; imanın mahallinin gayrıdır, zamanı fevtolan şeyi tedarik de mümkün olamaz.[26]

 

Vacip Tealâ kâfirlere gösterilen doğru yolu kabul etmeyip inat ve ısrarlarında devam ettiklerine binaen Resulüne hitabederek: buyuruyor.

[Habibimî Müşrikler şirklerinde ısrar edince sen onlardan i'raz et ve sana lâyık olmadık sözlerine iltifat etme ve onların ısrarlarını hidayete muvaffak olamayacaklarına delil addederek sana vaad ettiğimiz nusretimize ve düşmanlarına galebeye intizar et. Zira; onlar da sana galebe edeceklerine intizar etmektedirler.]

Hâzin ve Medarik'te beyan olunduğuna nazaran Resulullah'm bu sûre'yle (Tebareke) sûre'sini kıraat etmeksizin uykuya yatma­dığı Cabir Hazretlerinden mervidir ve bu sûre kıraat olunan ha­neden şeytan'ın firar ettiği dahi rivayet edilir.

Resulullah'm müşriklerden i'razı kıtal âyeti nazil olmazdan evvele ma'tuftur. Kıtal âyeti nazil olduktan sonra müşrikleri ima­na davet etmiş ve kabul etmedikleri surette kılıcıyla muharebeye me'mur olmuştur.[27]

 



[1] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal Neşriyat: 11/4346

[2] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal Neşriyat: 11/4347

[3] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal Neşriyat: 11/4347-4348

[4] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal Neşriyat: 11/4348-4349

[5] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal Neşriyat: 11/4349-4350

[6] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal Neşriyat: 11/4350-4352

[7] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal Neşriyat: 11/4352-4354

[8] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal Neşriyat: 11/4354-4355

[9] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal Neşriyat: 11/4355-4357

[10] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal Neşriyat: 11/4357-4358

[11] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal Neşriyat: 11/4358

[12] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal Neşriyat: 11/4359-4360

[13] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal Neşriyat: 11/4360-4361

[14] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal Neşriyat: 11/4361-4362

[15] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal Neşriyat: 11/4362-4363

[16] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal Neşriyat: 11/4364

[17] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal Neşriyat: 11/4364-4365

[18] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal Neşriyat: 11/4365-4367

[19] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal Neşriyat: 11/4367-4368

[20] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal Neşriyat: 11/4368

[21] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal Neşriyat: 11/4368-4370

[22] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal Neşriyat: 11/4370-4371

[23] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal Neşriyat: 11/4371-4372

[24] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal Neşriyat: 11/4372-4374

[25] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal Neşriyat: 11/4374-4375

[26] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal Neşriyat: 11/4375

[27] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal Neşriyat: 11/4375-4376