Medine-i Münevvere'de nazil olan sûrelerdendir. On sekiz âyeti havidir.
[Fy Allah'ın vahdaniyyetine iman ve Resulünün risaletini tasdik eden müminler! Gerek umur-u harpte, gerek umur-u dinde Al-lahü Tealâ ve Resulü hükmetmezden evvel re'yinizi takdimle acele etmeyin.] Zira; onlardan hüküm sadır olmaksızın sizden hüküm sadır olmak lâyık olmaz. Binaenaleyh; Allah'ın ve Resulünün emir ve nehiylerine tabi olunuz. Onların re'yleri üzerine re'yinizi takdim ederek emirlerinin hilâfına bir işe mübaşeret etmeyin ki Allah'ın ve Resulünün haklarını zayi etmeyesiniz. (Allahü Tealâ'nın huzur-u manevîsinde ve Resulünün huzur-u şifahîsinde re'yinizi takdim hususunda Allah'dan korkun. Zira; Allahü Tealâ söylediğinizi işidici ve işlediğinizi bilicidir.)
Yani; ey müminler! İmanın muktezasi, Allahü Tealâ'nın ve Resulünün huzurunda âdaba riayet etmektir. Binaenaleyh; hiç bir umurda hatta sözünüzde ve işinizde Resulüllah'm emrinin hilâfına harekette bulunmayın, cümle umurunuzu Allah'ın kitabına ve Resulünün sünnetine tatbik etmeksizin o işe mübaşeret etmeyin şu halde bir işe mübaşeretinizde Resulüllah (S.A.) Tealâ Aleyhi ve Sellem mevcut ise zat-ı risâletpenâhîleriyle istişare ve Resulullah'ın huzur-u nebevilerinden gaybubetinizde o işin cevaz ve adem-i cevazını Kitabullah'a ve Sünnet-i Resulüllah'a arzetmeniz lâzımdır.
lâsa; Resulullah'ın hal-i hayatında ve bulunduğu mahalderey-i nebevilerine ve hal-i irtihalinde veya hal-i hayatında fakat bulunmadığı mahalde şeriatına arz-ı keyfiyet etmeksizin kendi kendine hüküm vermekten bu âyetle her mümin nehyolunmuştur. Binaenaleyh; ehl-i iman ahvalini şer'a tevfikle hareket ederse Cenab-ı Hak'tan hüsn-ü ceza ve aksi surette su-u ceza göreceği bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.
Çünkü; Allah'ın ve Resulünün emri üzerine re'yini takdimle amel etmek bu âyetle taraf-ı İlâhîden nehyolunduğu cihetle menhî olan bir şeyi irtikâbeden kimsenin dünya ve âhirette su-u ceza ile mücazaat olunacağı nusus-u saireyle de sabittir. Binaenaleyh; Allah'ın ve Resulünün emrine karşı kendi re'yini takdim ve tasvib etmekten ihtiraz ile nefsini gazab-ı İlâhîden vikaye etmek her mümin için lâzım olduğu bu âyette varid olan emr-i celil-i İlâhîsiyle sabittir.
Beyzâvî'nin beyanı veçhile bu âyette Allahü Tealâ'nın ismini zikir Resulullah'ın celâlet-i şanına işaret ve ind-i ülûhiyette kadr-i nebevilerinin rif atini beyan içindir. Yani kendi zat-ı ülûhiyyeti huzurunda adaba riayet ve emrine imtisale i'tina nasıl lazımsa Resulünün huzurunda da âdaba riayet ve emrine imtisale itinanın öylece lâzım olduğuna işaret için ism-i İlâhî varid olmuştur.
Ebussuud Efendi'nin beyanına nazaran bu âyette beyan olunan mes'elenin şanına fevkalâde dikkat ve itina lâzım olduğuna tenbih ve. tavsiye olmak için âyetin evvelinde harf-i nida varid olmuştur. Hukuk-u Resulüllah'ı muhafazaya ehl-i imanı da'vet ve hüsn-ü âdaba riayet iktiza eden imanla tavsif ederek hitab buyurdu ki huzur-u risaletpenâhîde adabı ihlâl edecek sohbette bulunmasınlar. Çünkü imanın muktezası âdaba riayet etmektir.
Tefsir-i Hâzin'de beyan olunduğu veçhile Hz. Cabir (R.A.) den bu âyetin Resulüllah'dan evvel kurban kesenler hakkında nazil olduğu mervîdir. Çünkü bir sene kurban bayramında nâs kurbanlarını Resulüllah'dan evvel kesmeleri üzerine bu âyetle kurbanlarının iadesiyle Resulüllah'dan evvel kesmekten nehyolundular. Zira bir şeyi zamanından evvel isti'câl; o şeyden mahrumiyyeti icabe-der. Buna nazaran mtmâ-yı âyet: [Ey mü'minler! Kurbanınızı Resulullah'ın kurbanı üzerine takdim etmeyin. Çünkü Resulullah'ın kurbanı kesilmeksizin kurbanlar dergâh-ı ülûhiyette kabul olunmaz. Binaenaleyh; acele etmekte nefsinizi zarardan vikaye edin. Zira; Allahü Tealâ sizin sözünüzü işitir, ef alinizin emr-i Resulül-lah'a muvafık olanını ve olmayanını bilir] demektir.
Hz. Aişe (R.A.) den bu âyetin henüz ramazan olup olmadığı teayyün etmeden yevm-i savm-ı Ramazana niyyetin nehyi hakkında nazil olduğu mervidir. Buna nazaran manâ-yı âyet: [Ey müminler! Ramazan teayyün edip Resulümüz tarafından savm-ı, ramazana niyyet edin emri varid olmaksızın savm-ı ramazana niyyetiniz; Resulüllah'm niyyeti üzerine takdim etmeyin] demektir. Kütüb-ü fıkhiyyemizde de bu babta beyan olunan mesele Ramazaniyyeti tahakkuk etmedikçe yevm-i sekte Savm-ı Ramazan'a niyyetin caiz olmamasıdır.
Bazı rivayette bu âyet eshabtan bazı kimseler hakkında nazil olmuştur ki onlar hikmetini bilmedikleri hususatta «şöyle olsa daha iyi olur, böyle olsa o kadar münasib olmaz» gibi sözlerle bir takım mesail hakkında âyet nazil olup emr-i İlâhî ve nehy-i sübhanî varid olmasını temenni etmeleri üzerine bu misilli temenniyâttan nehyolmak üzere bu âyet nazil olmuştur. Buna nazaran manâ-yı âyet: [Ey müminler! Siz Allah'ın ve Resulünün emirleri hilâfında kendi re'yinizle arzunuza muvafık olan şeyleri taleb etmeyin.] demektir.
Şu beyan olunan rivayât-ı muhtelife üzerine esbab-ı nüzulden hangisi nazar-ı itibare alınsa itibar lâfzın umumunadır, sebebin hususuna değildir. Binaenaleyh âyetin manâ-yı ınünîfi : [Umur-u dinde, kavlinizde, fiilinizde re'yinizi Allah'ın ve Resulünün emri üzerine takdim etmeyin. Resulüllah'm hal-i hayatında huzur-u lâmiun nurunda ve şeriatı karşısında, hal-i. irtihalinde şeriatı huzurunda kemal-i itaat üzere bulunun ve emr-i şeriatın hilâfına -hareketten nefsinizi vikaye edin. Zira; Allahü Tealâ şeriat hilâfında re'yinizi işitici ve harekât ü sekenâtınızı bilicidir] demek olur.[1]
Vacip Tealâ ef'âl ü akvâl ve bir hâdise hakkında re'y beyanı hususlarında Resulünün ve şeriatının huzurunda âdaba riayet lâzım olduğuna beyandan sonra bilhassa huzur-u risâletpenâhîde mü-f kaleme esnasında âdaba riayetin vücubunu beyan etmek üzere buyuruyor.
[Ey müminler! Sesinizi nebinizin sesinin fevkine kaldırmayın Resulüllah'a söz söylediğinizde bazınız bazınıza söyler gibi se söylemeyin ki amelleriniz batıl olmasın. Sert söyleyince amelini: batıl olur. Halbuki siz butlanını bilmezsiniz.]
Yani; ey; müminler! Huzur-u risâletpenâhîde sözünüze dikka edin. Esna-i mükâlemenizde sadânızı yüksek kaldırmayın. Zira huzur-ı nebîde yüksek söylemek hürmete münafi olduğundan b suretle hareket adâb-ı sohbeti ihlâl eder. Binaenaleyh; huzur-ı nebîde söze başladığınızda sadânızı Resulüllah'm size ahkârn-ı dini tebliğinde i'râd ettiği nutk-ı beliğlerindeki sadasınm fevkinde bir sadâ ile söylemeye cür'et etmeyin ki kelâm-ı nebevileri daima sizin kelâmınızın fevkinde olsun ve meziyyet-i nebeviyyeleri her zaman sizin üzerinizde lemeân etmekle adâb-ı sohbete riayet olunsun ve bilmediğiniz halde amelinizin batıl olması korkusuna binaen nebinize hitabınızda sözünüzü bazınızın bazınıza söylediğine kıyasla bağıra bağıra söylemeyin ki amelinizi butlandan vikaye edesiniz şu halde hafif söylemeyi adet edin de amelinizin butlanı mehleke-sinden vareste olun demektir. Bazı müfessirînin beyanına nazaran bu âyet; çok söz söylemekten men' için nazil olmuştur. Buna nazaran manâ-yı âyet: [Ey ehl-i iman siz nebinizin huzurunda lüzumundan ziyade bazınızın bazınıza söylediği gibi aklınıza gelen sözü söyleyivermeyin] demektir.
Yahut Tefsir-i Medarik'te beyan olunduğu veçhile Resulüllah'a ism-i zatısîyle hitâbetmekten ümmetini nehiydir. Buna nazaran manâ-yı âyet: [Ey müminler! Bazınızın bazınıza ism-i zatîsiyle hitabettiği gibi resulünüze de ism-i zatîsi olan (Ahmed), (Muham-med), (Mustafa) isimleriyle hitabetmeyin, belki (ya Nebiyyallah) ve (Ya Resulallah!) gibi unvan-ı nübüvvet ve risaletle tavsif ederek hitabedin. Zira ism-i şahsîsi ile hitab; ta'zîme münafî] demektir.
habt-ı a'mâl; amelin mahvolmasıdır. Bu âyette amelin habtolunmasi; nehyin illetidir. Yani «Hu-zur-u nebide ta'zîme münafî olan ref-ı savta cür'et etmeyin. Eğer cür'et ederseniz ameliniz yok olur, binaenaleyh; faydasını göremezsiniz» demektir.
Kazı ve Beyzâvî'nin beyanları veçhile bu âyette amelin habtına sebep olan ref'-i savt ihanet ve istihfaf kastına makrun olup küfre müeddî olandır. Yoksa herkesin âdet veçhile söylediği söz habt-ı ameli mucib olur manâsına değildir. Şu halde âyet; huzur-u risa-letpenâhîde mübalaat etmeyip kendinde Resulullah'a karşı bir ul-viyyet görmesiyle söz söyleyenler hakkındadır.
Siz bilmediğiniz halde ameliniz habtolur demektir. Çünkü; insan işlemediği bir günahı bir defa işlerse nedamet eder ve azab-ı İlâhîden korkar. Amma o günahı işlemek tekerrür ederse adet hükmüne girdiğinden işlediğine nedamet şöyle dursun onu seve seve işler. Binaenaleyh; günah olduğu aklına bile gelmez ve bu hal devam ettikçe o ma'siyeti hüsn-ü amel gibi telekkîye başlar ma'siyeti sevab addetmek küfre müeddî olduğundan o insanın ameli habtolur fakat haberi olmaz. İşte bu esasa binaen olmalıdır ki bu âyette Cenab-ı Hak ashab-ı izama ve bilcümle ehl-i imana tavsiye olarak «Siz Resulünüzle sohbetinizi mü-balâtsızlığa ve hürmetsizliğe kadar götürmeyin. Eğer o raddeye götürürseniz ameliniz habtolur da haberiniz bile olmaz» buyuruyor. Şu halde «Resulüllah'la sohbetinizde söz söylemek icabederse kemal-i ta'zîm üzere söyleyin ki ta'ziminiz sebeb-i necatınız olsun» demektir.
Bu âyette Cenab-ı Hak Resulünün sohbetinde kemal-i ta'zîm ve hüsn-ü âdaba riayet vâcib olduğunu tenbih ve tavsiye buyurmuştur. Resulüllah'a hal-i hayatında ne kadar ta'zîm lazımsa hal-i vefatında dahi o kadar ta'zîm lâzım olduğu gibi hal-i hayatında kelâm-ı nebevilerini istimâda nasıl itaat lazımsa hal-i vefatında hadis-i nebevilerini istimâda kemal-i inkiyad lâzım olduğunu Kaadî İyâz hazretleri Şifa'smda beyan buyurduğu gibi bazı müfessirîn de bu âyetle istidlal ediyorlar.
Beyzâvî, Medarik ve Hâzin'de beyan olunduğu veçhile bu âyetin eshab-ı izamdan (Sabit b. Kays) hazretleri hakkında nazil olduğu mervîdir. Çünkü; (Sabit) hazretlerinin kulağında bir miktar ağırlık olmakla beraber sadası da gayet yüksek olduğu cihetle huzur-u nebide yüksek sadâ ile tekellüm edip Resulüllah'm bundan müteezzî olması üzerine bu âyet-i celile nazil olmuştur. (Enes) hazretlerinin rivayetine nazaran bu âyetin nüzulünden sonra Sabit Radıyallahü Tealâ anh'm hanesine çekilip «Ben ehl-i nârdanım. Zira; ashab içinde benden yüksek sedalı yok. Binaenaleyh; bu âyet benim hakkımda nazil oldu» diyerek feryâd ü figâna başladığını Resulüllah Efendimiz işitince Sabit'i huzur-u Risaletpenâhîlerine celbile «Ya Sabit! Sen ehl-i Cennetsin. Hayırla yaşar, hayırla ölürsün» cümle-i latîfeleriyle tebşir buyurunca Sabit hazretleri «Bundan sonra ya Resulallah! Huzur-u lâmiin nurunda ebeden yüksek seda ile söz söylemem» demesi üzerine :
Ayet-i celilesi nazil odluğu Enes hazretlerinden mervîdir. [Şol kimseler ki onlar huzur-u Resulullah'da sadâlarim Resulüllah'a ta'zîm için hıfzederler. İşte Resulüllah'a ta'zîm ve kadr-i nebevilerini ihlâl ederek âdaba riayetle sözlerini hafif söyleyen kimseler Allahü Tealâ'nın takva için kalplerini tathîr ettiği kimselerdir. Onlar için muktezay-i beşeriyyet kendilerinden evvelce sudur etmiş olan kusurları taraf-ı İlâhîden af ve mağfiret olduğu gibi şu talimlerine mukabil büyük ecir ve sevab dahi vardır.]
Gad ; bir şeyi miktar-ı muayyeninden noksan etmek manasınadır. Binaenaleyh; bu âyette huzur-u Resulüllah'a ta'zîm kastiyle sadalarını miktar-ı muayyeninden daha aşağı indirerek söz söylerler, demektir.
İmtihan; defâatle beyan olunduğu veçhile tecrübe manâsma ise de Vacip Teaiâ'nm her şeyi ilmi ihata ettiğinden tecrübeye ihtiyacı yoktur. Binaenaleyh; Allahü Tealâ'ya nisbet olunan imtihan kelimesi mecaz olarak «imtihan muamelesi buyurdu» manâsiyle te'vîl olunur.
Yahut imtihan; bir şeyin iyisini kötüsünden, çürüğünü sağlamından ayırıp temizlemek manasınadır. Buna nazaran manâ-yı âyet: [İşte şu Resulüllah'a ta'zîm için sadâlarmı esas miktarından aşağı indirerek huzur-u risalette söz söyliyenler şol kimseler ki Allahü Tealâ onların kalplerinden bir takım yaramaz ahlâk-ı ze-mimeyi çıkarmakla kalplerini takva için müheyya ve rezail-i ahlâktan tathîr etti] demektir.
Yahut imtihan; mihnettendir. Kazı ve Beyzâvî'nin beyanları, veçhile buna nazaran manâ-yı âyet: [Resulüllah'a ta'zîm için sa-dâlarını hafif çıkarıp kelâmlarını gayet mülayim söyleyenlerin kalplerini Vacip Tealâ enva-ı tekâlifin mihnetlerini tahmil 'etmekle takva için tehiyye ve tathîr buyurdu] demektir. Çünkü; «makinede tazyikle bir şeyin tortusu halisinden ayrılıp tathîr olunduğu gibi Cenab-ı Hakkın tekâlifini kabul ve onların mihnetlerine tehammül eden ehl-i imanın kalplerini tasfiye edip takvaya ve birr ü ihsana lâyık bir mahal kılar» demektir.
Tefsir-i Hâzin'de Hz. Enes'den bir rivayete binaen beyan olunduğu veçhile kendisi hakkında bu suretle âyet nazil olan Sabit hazretleri Ebu Bekir Radıyallahü Tealâ anh'm hilâfeti zamanında (Ye-mame) cihetinde nübüvvet davasıyla zuhur eden mütenebbî (Mü-seylemetül Kezzâb) ile vuku bulan muharebe esnasında şehîden vefat etmiştir. Şu halde Resuhülah'm evvelce «Ya Sabit! Hayırla vefat edersin» kelâm-ı beşaretinde işaret buyurduğu veçhüzere mertebe-i şehadeti ihraz etmiş demek olur.
Bu âyette Cenab-ı Hak Huzur-u Nebide kemal-i edebe riayet edenleri medh ü sena buyurmakla hukuk-u Resulullah'ı muhafaza ve hakk-ı nebevilerinde hürmete her mümini terğib buyurmuştur.
Çünkü; bu âyette lâfızları ta'zime delâlet ettikleri cihetle Resulüllah'a ta'zîrn.edenlerin sanlarını ilâ için bu lâfızların varid olduğu Ebussuud Efendi'nin cümle-î natmdandır.[2]
Vâcip Teaiâ Resulünün huzurunda âdaba riayetle seslerini kaldırmayan kimselerin ecr-i azîme müstehak olduklarını beyanla şanlarını ilâ buyurduktan sonra aksi suret ki huzur-u risalette âdaba riayet etmeyip uzun seda ile bağrışanları hamakatla zemmetmek üzere buyuruyor.
[Ey Resul-ü Ekrem şol kimseler ki hucre-i seâdetlerinizin dışarısından sana çağrırlar. Onların ekserisinin akılları yoktur.]
Yani ey Habibim! Şol kimseler ki senin hücre-i seâdetinde istirahat buyurup, halvetle masivâdan ihtiraz ettiğin bir zamanda zat-ı nübüvvet penâhım görmek maksadıyla hücrelerin arkasından yani dışarısından sana nida ederler. Onların ekserisinin senin halvetini ve masivâdan ihtiraz ile canib-i ülûhiyetimize teveccühünü idrak edecek kadar akılları yoktur. Çünkü; onları gafletten ikaz edecek akılları olsaydı huzur-u risaletmde bağrışıp çağrışmazlardı.
Bu âyette hucurât ; hücrenin cemidir. Hücre; Resulüllah'ın ezvac-ı mütahharatı için ta'yin olunmuş birer odadır. Verâ-i hücurattan Resulüllah'a nida edenlerin hücrelerin hepsini dolaştıklarına işaret olmak üzere hucurât lâfzı cemi' sigasıyla varid olmuştur. Yahut hucurât ile murad; Resulullah'm istirahat buyurduğu hücre-i seâdettir. Resulüllah'ın vücud-u münevverleriyle o anda müşerref olduğundan o hücre-i vahide umum hücreler mesabesinde olduğu cihetle ta'zîmen li Resulillah cemi lâfzı ile varid olmuştur. Şu nida eden kimselerin içinde bazıların akılları olduğuna işaret olmak üzere Cenab-ı Hak ekserisinin aklı olmadığını, beyan buyurdu ki «Bazısının aklı var» demektir.
Resulüllah'ın Hurucuna intizar etmeksizin hucre-i seâdet haricinden Resulüllah'ı çağırmakla rahatsız edenleri Vacip Tealâ beha-yim menzilesine tenzil buyurmuştur. Çünkü insanlarla behayim beyninde fark, çağırmak zamanını bilip bilmemek ve nezaket üzre çağırıp çağırmamaktadır. Nezakete riayet etmeyen insanların bu hususta behayimden farkları olmadığım Cenab-ı Hak bu âyette ilân etmekle o mekule insanların mertebelerini mertebe-i insaniyetten iskat etmiştir. Zira; vakitli vakitsiz terbiyesizcesine çağrışmak hayvanâtın kâffesinde bulunur. Çünkü; her hayvan yavrusunu, yavrusu da anasını aramakta hal ve vakit gözetmeksizin istediği kadar bağırır ve yakınında olanları rahatsız eder. Bazı ulemâ bu âyetin işârâtmdan istidlal ederek ta'zîme şayan olan kimselerin haklarında da ta'zîme riayet lâzım olduğunu beyan buyurmuşlar ve meselâ talebe üstadı çıkıncaya kadar intizar etmeli teeddüben kapısını çalmamalı demişlerdir.
Bu âyetin sebeb-i nüzulü; tefsir-i Hâzin ve Kazî'de beyan olunduğuna nazaran Resulullah Sallallahü Aleyhi Vesellem ashabdan (Uyeyne b. el-Husayn)'ı emir tayin ederek bir miktar askerle (Benî Anber) kabilesi üzerine gazaya gönderdi. (Uyeyne) nin askerle beraber üzerlerine hareket ettiğini işiten Anberîler evlâd ü iyal-lerini terkederek dağlara firar ettiler. Uyeyne hazretleri onların evlâd ü iyâllerini esaret suretiyle alıp Medine'ye geldiğinde Anberîler esirlerini fidâ ile yani birer miktar bedelle kurtarmak için Medine'ye gelip esirler onları görünce feryad ü figana başladıkları zaman Anberîler terbiyesizce bağrışarak Resulüllah'ı aramak için Hucre-i seâdetlerinin etrafını dolaşıp Resulüllah'a nidaya başladılar. Resulüll ah (S.A.) Efendimiz onların bu terbiyesizce gürültüleri üzerine Hücre-i seâdetten dışarı çıktığı anda CibriH Emîn gelip Resulüllah'a onlarla kendi beyinlerinde bir hakem tayini mu-rad-ı İlâhî olduğunu haber vermesi üzerine Resulullah onlara hitaben «Sizin dindaşınız (Sübretübnü Amir) sizin ve benim beynimizde hakem olsun mu, onun hakem olmasına ve hükmüne razı olur musunuz?» buyurdu. Onlar da razı oldular. Fakat (Sübre) «Amcam (A'ver b. Beşâme) hazırken onun huzurunda ben hük-medemem» demesi üzerine (A'ver b. Beşame) hakem tayin olundu. (A'ver) de esirlerin nısıfları bedelle tahlîs olunmak ve nısf-ı diğerleri meccanen âzâd olunmaları ile hükmettikten sonra bu âyet-i celile onlar hakkında nazil olduğu Enes (R.A.)!;den mer-vîdir.;[3]
Vacip Tealâ Resulülîah'm hurucundan evvel acele edip çağırmaları ile Resulüllah'ı rahatsız edenleri zemmettikten sonra onlar için lâzım olan vazifeyi ve riayeti lâzım olan âdabı beyan etmek üzere buyuruyor.
[Ey Nebiyy-i Muazzam! Eğer onlar, sen onların olduğu mahalle çıkıncaya kadar sabretmiş olsalardı. Onlar için hayırlı olurdu. Allahü Tealâ onların tevbe edenlerini mağfiret ve ihlâs üzere iman edenlerine in'âm ve ihsan edicidir.]
Yani; ey Resulü mükerrem! Hin-i ihtiyaçlarında onlar acele etmeyip senin hurucuna kadar sabr ü sebat etmiş olsalardı, sabretmeleri sana nida etmekten daha hayırlı olurdu. Zira; esirlerini kurtarmak için geldiklerinden seni rahatsız etmiyerek hurucuna ihtizarla sabrederlerdi, belki asla ivaz almaksızın esirlerini i'tâ ederdin. Bu cihetten haklarında hayır olduğu gibi mertebe-i insa-niyyeye lâyık olan hüsn-ü edebi de ihlâl etmemiş olurlardı. Bunların cür'et ettikleri su-u edebe karşı Vacip Tealâ nasihatle mukabele ve haklarında hayrolan sabır ve sebat olduğunu beyan buyurdu. Çünkü; Vacip Tealâ kullarından vaki olan hataları affedicidir ve onlardan vaki olan kusura karşı yalnız behaim menzilesine ten-zîl ile iktifa buyurdu da onları ihlâk etmedi. Zira; Vacip Tealâ kullarına merhamet buyurucudur.[4]
Vacip Tealâ Resulüne hürmet lâzım olduğunu beyandan sonra f asıklar m sözlerine itimad olunmadığını beyan etmek üzere buyuruyor.
[Ey müminler! Bir fasık size bir haberle geldiğinde cehaletle bigayn hakkın fâsıkın haberine itimatla bir kavme isabet etmek ve bu isabetiniz üzerine bi gayrı hakkın olduğu için nedamet etmek korkusuna binaen böyle ancehaletin bir zulümde vaki olnramak için fâsıkın haberinin sadık olup olmadığını tahkik edin ki sabah vakti nedamet etmeyesiniz.]
Yani ey ehl-i iman! Size imanın muktezası olan insaf ve adaletten çıkmış olan bir fasık bir haber getirirse siz o fasıkın haberinde doğru söyleyip söylemediğini tahkik edin ki bilmeyerek onun yalan haberi üzerine bir kavm-i masume zararla isabet edip de işlediğiniz zulme akıbet nedamet etmeyesiniz. Eğer fasıkın haberiyle tahkik etmeksizin amel ederseniz kusursuz bir kavme bi gayrı hakkın zulm ü teaddide bulunduğunuzdan dolayı vaki olan hatanıza dünyada mevtinize kadar nedametle muazzeb oldurunuz gibi âhi-rette de bu isabetinizden dolayı cezadîde olursunuz. Şu halde fasıkın sözüne itimad edip de fâsıkın size söz getirdiği kavmi muâha-zeye müsaraat etmeyin ki isti'cal sebebiyle bir hatada bulunmâya-sınız.
Umum fasıklardan sudur eden her haberi tahkik etmek lâzım olduğuna işaret için bu âyette gerek fâsik gerek nebe' lâfızları nekre olarak varid olmuştur. Çünkü nekre; umum manâsım müfîddir. Binaenaleyh; fasıkın haberini tahkik edip hakikati hal tebeyyün etmedikçe amel etmek caiz olmadığı bu âyetten müstefad olan fe-vaid eümlesindendir.
Kazı ve Beyzâvî'nin
beyanına nazaran zann-ı kâzib üzere fâsıkın haberine itimad ederek kabahatsiz
bir kavme zulmü teaddî-nin hata olduğunu bildikten sonra o hataya nedametin
devam edeceğine bu âyette işaret vardır. Çünkü lâfzı; zat-ı ma-alvasfa delalet
ettiğinden sıfat-ı nedametin zat-ı nadimden ayrılmayacağını müg'irdir. Yani
devam ve sübutu müfiddir. Bu âyet-i celi-lenin mazmunu üzere vukuat her zaman
mügahade olunmaktadır. Çünkü fitne ilka edici fasıklarm ve bir takım
münafıkların garaz-ı fasitleri üzere tertip olunmuş yalan haberleriyle binlerce
masum kanının heder edildiği ve hanumanlarm harab olduğu âlemde her zaman
görülmektedir. Belki her şahıs kendinde kiraren ve mira-ren bir fasıkın mümin
biraderinin hakkında söylemiş olduğu haberi doğru telakki ederek o mümine su-u
zannettiği ve bazı kerre de su-u zanla iktifa etmeyip fiilen o mümini bi gayrı
hakkın mua-hazeye kalkıştığı ve hatta mudarebe ve mukateleye kadar ilerlediğini
görmektedir, bir çok zarardan sonra hakikat-i hal anlaşılıp, o haberin
esasından yalan olduğu bilindikten sonra fasıkın haberine aldanan kimse ömrü
oldukça nedamet eder. Fakat nedamet, vaki olan zararı ödemez. Binaenaleyh;
âyet-i celile muktezasmca fâsıkın haberini tahkikla hareket etmiş olsa idi bu
misilli zararlar da vaki olmazdı. Şu halde bu âyet-i celile bilûmum ehl-i imana
ahlâk noktasından mühim bir derstir ki insanlar beyninde riayeti vacip olan
asayişi ve intizamın- esasından bir kısm-ı mühimmini teşkil ediyor. Çünkü;
Cenab-ı Hak bu âyette ibtidaen yalan haberi getiren kimseyi fıskla itham
ediyor ki mümin olan kimse cür'et etmesin. İkinci merrede haberi dinleyen
kimseye haberin sıhhatini tahkik etmedikçe haberin muktezasıyla amel
etmemesini tavsiye buyruyor. Eğer tahkik etmeksizin hareket ederse cehalet
üzere hareket etmiş olmasıyla zemmettiği gibi cehalet üzere hareketinin akibeti
devamlı bir nedamet olacağım beyanla böyle zararlardan tevakki her mümine
lâzım olduğunu iş'âr buyuruyor. Türkçemizde «Öfkeyle kalkan ziyanla oturur»
darb-ı meseli bu âyete muvafıktır. Bu âyetin mazmunu umumu istilâ etmiş bir
hal olup maatteessüf âyetin muktezasiyle amel yoktur. Binaenaleyh; âlemde
erâcîfin icra ettiği tahribatı büyük devletler beyninde muharebeler bile icra
edemez. Ne olur ki her mümin bu âyetin mucibiyle amel.etse de hem kendisini
hem de diğer mümini zarardan vikaye etse ve işittiği bir haberi tahkik
etmedikçe hüküm vermese herkesin bu cihe.tten rahat olacağında şüphe yoktur.
Müfessirin-i Kiram'ın
ekserisinin beyanlarına nazaran bu âyet (Velid b. Ukbe) hakkında nazil
olmuştur. Çünkü Resululljah (Velid) i (Benî Müstalık) kabilesinin zekâtını
almak üzere göndermiş. Emr-i Resulüllah'a imtisalen (Velid) gider onların
memleketlerine varırken kabile-i mezkûre ahalisi (Velid) i istikbâl için
cemm-i gafîrle karyelerinden dışarı çıktığını Velid görünce zaman-ı
cahi-liyyede kabileyle kendi beyninde vaki bir husumetten dolayı kendisi ile
mukateleye geliyorlar zannı ile Velid yolundan döner. Hu-zur-u nebiye gelir ve
der ki «Ya Resulallah! (Benî Müstalık) kabilesi irtidat etmişler, zekât
vermemek için benimle mukateleye geldiler.» Velid'in böyle demesi üzerine
Resulullah gazab eder ve (Halid b. Velid) i bir miktar askerle gizlice
gönderir. Ve Hz. Ha-lid'e «onları hafi suretle tahkik et. Eğer şeâir-i
islâmiyye üzerine bulursan rıfkıla muamele eyle, zekâtlarını al. Amma Velid'in
dediği gibi irtidad etmişlerse mukatele et.« emrini verir. (Halid) askerle
beraber gider onları ezan okur namaz kılar görür ve zekâtlarını alıp huzur-u
Nebiye getirince bu âyetin nazil olduğu mervidir[5]
Vacip Tealâ fasıkın haberine itimat etmeyerek doğru olup olmadığını tahkik etmek lâzım olduğunu beyandan sonra Resulullah bulundukça herkes kendi fikriyle amele kıyam etmeyip vukuatta Resulüllah'a müracaat lâzım olduğunu, âhad-ı ümmetin Resulul-lah'ı kendi re'y ü tedbirlerine ittibaa davetleri caiz olmadığını ve kendi re'ylerine ittibaa davet ümmet hakkında mazarrat olacağını beyan zımnında buyuruyor.
[Ey müminler! Bilin ki sizin içinizde Allah'ın Resulü vardır. Eğer Allah'ın Resulü çok şeylerde sizin fikrinize ittiba etmiş olsaydı siz meşakkata duçar olurdunuz. Lâkin Allahü Tealâ size imanı mahabbetli kıldığı gibi kalplerinizde imanı tezyin etti, küfrü, fısk u fücuru ve isyanı size çirkin gösterdi ki siz daire-i necata dahil oldunuz.]
[Şu imana mahabbet edip küfür ve isyandan istikrah edenler Allah'ın lutf ü ihsanına ve ni'met-i uzmâsma nail olarak tarik-ı hayra saliklerdir. Allahü Tealâ kullarının ihtiyacını bilir ve hikmetine muvafık olarak kullarına nimetini isal eder.]
Yani ey müminler! Bilin ki sizinle beraber metbuunuz Resulullah vardır. Binaenaleyh umur u hususunuzda sizi irşad için gönderilen Reslünüze müracaat etmekle itaaatmız vaciptir. Şu halde ey müminler! Kendi re'yinizle aklınıza gelen şeylerde amel etmeye cür'et etmediğiniz gibi hatırınıza hutur eder şeyi tahsîn ederek Resulüllah'a teklif etmeyin zira; Resulullah eğer sizin teklifinizi kabul ile çok şeylerde size ittiba etmiş olsaydı siz meşakkatta vaki ve bir çok günahı irtikâbla helak olurdunuz. Çünkü; hatırınıza gelip tahsin ettiğiniz şeyin hatasını, savabım fark u temyize muktedir olmadığınızdan size mahza zarar olan şeyi bile teklife cür'et ederdiniz. Halbuki imanınızın muktezası Resulünüze inki-yadla umurunuzu ona tefviz, hata ve savabı ondan sual edip savap dediğini savab, bilmeniz, hata adddettiğini hata addetmeniz lâzımdır. Zir.a mansıb-ı nübüvvet; sizin aklınıza gelen teklifi kabulden alîdir. Lâkin esrarınıza muttali' olan Allahü Tealâ size imana mahabbet verdi ve imanı kalbinizde tezyin etti. Binaenaleyh; akvâl ü ef'alde imana lâyık olanları işlemeniz lâzımdır. Allahü Tealâ size küfre nefret verdi ki siz küfrü ve fısk u fücuru ve sair maâsîyi sevmezsiniz. İşte şu imana mahabbet edip küfürden ikrah edenler; doğru yol tutanlar ve tarik-ı müştekime salik olanlardır. Vacip Te-alâ'nın onların kalplerinde imanı tezyini ve küfrü onlara çirkin göstermesi onlar hakkında lutf u ihsan ve nimet-i uzmâdır. Zira; Allahü Tealâ kullarının hallerini bilir, onların hallerine muvafık ve hikmetine mutabık nimetini ihsan eder.
Fahri Râzi'nin beyanına nazaran bu âyette bazı umurda Re-sulullah'm eshabmm re'yine ittiba buyurduğuna işaret vardır. Zira; Cenab-ı Hak «Çok emirde ittiba etmiş olsaydı siz meşakkatte vaki ve helak olurdunuz» buyurdu ki bazı emirde ittibaın cevazına işarettir. (Sûre-i Şûra) da emrolunan müşavereye muvafık olan da Resulullah'm bazı umurda ashabının re'ylerine muvafakat buyur-masıdır. Fiil-i Resulüllah'm da bu minval üzere olduğu ehadis-i celileyle sabittir. Çünkü; Resulüllah eshabınm kulübünü tatyîb için bazı hususatta re'ylerine müracaat buyurup bazısının re'yini de kabul ettiği kütüb-ü siyerde mezkûrdur.
Bu âyette Vacip Tealâ küfrü, fışkı ve isyanı, iman-ı kâmile mukabil olarak i'râd buyurmuştur. Çünkü iman-ı kâmilde üç şey vardır: Birincisi; iman, kalple tastiktir. Onun mukabilinde küfür zikrolundu. İkincisi; lisanla ikrardır. Onun mukabilinde bu âyette fısk zikrolundu. Üçüncüsü; aza-yı ceva-rihle ameldir. Onun mukabilinde isyan zikrolundu.
Bu âyette (Velid b. Utbe) nin hilâf-ı vaki zannı üzerine Re-sulüllah'a (Benî Müstalık) in irtidadlarmı beyanla Resulüllah'ı onlarla harbe teşvik ettiğine işaret vardır. Çünkü; ânifen beyan olunduğu veçhile Velid'in haberi üzerine Resulullah gazab buyurdu. Ashab-ı izam da (Benî Müstalik) la muharebeyi imâ eder ve Re-sulullah'ı muharebeye teşvik eder kelâmlar şevkettiler. Eğer Resulullah onların kelâmlarını tasvible re'ylerine ittiba ederek tahkik etmeksizin harbe kıyam etmiş olsaydı tarafeynden bir çok kimseler telef olacağı gibi bî kusur olan (Benî Müstalık) in hanuman-ları harap ve bigayri hakkın demleri heder kılınacaktı. Lâkin beyan olunduğu veçhile Resulullah hiç kimsenin re'yine ittiba etmiyerek (Halid) hazretlerini tahkike gönderdi. Ve netice-i Tahkikte işin hakikati anlaşılmakla bir takını külfetten vareste olundu. Şu beyanata nazaran bu âyetin evvelki âyet gibi Velid'in haberi üzerine nazil olduğu münfehimdir ve sebeb-i nüzulü hakkında rivayette bunu müeyyiddir. Buna nazaran manâ-yı âyet: [Ey mü'minler! Sizin üzerinizde Resulullah var. Binaenaleyh umur u hususunuzda Resulullah'm hal-i hayatında Resulullah'a ve hal-i vefatında şeriatına müracaatla havadisin ahkâmını ondan istifdâ etmeniz lâzımdır. Eğer Resulullah çok şeylerde sizin re'yinize ittiba etmiş olsaydı meşakkat görür âsim ve günahkâr olurdunuz. Ezcümle (Benî Müstalik) ile harbe teşvikmızda sözünüze ittiba etmiş olsaydı faydasız bir çok meşakkatda vaki olacaktınız. Ancak bu teşvikinizin birinci sebebi; imana muhabbetinizdir. Zira; Allahü Tealâ size [itham mahabbetli kılıp kalplerinizde tezyin ettiğinden imanınızın: muk-tezası ehl-i küfür zannettiğiniz kimselerle harbetrneyi arzunuz üzerine teşvikte bulundunuz. Teşvikinizin ikinci sebebi de küfrü kerih görmenizdir. Zira; bir kavmin irtidadmı işitince küfrü sevmediğiniz için harbetmekle küfrü izale etmek istediniz] demektir.
Şeriata müracaat etmeksizin herkes kendi aklıyla hareket ettiğinde binlerce zahmet ve meşakkatla beraber nihayet akım kaldığını ve o işin üstesinden gelinemediğini her saat herkes müşaha-de etmektedir. Çünkü; insanlar ne kadar âkil ve zekî olsa Allahü Teaâl ve Resulü kadar hiç bir şeyi bilemez. Binaenaleyh; kendi aklıyla hareket eden her zaman yanlış yola gider geri gelir, yine gider yine gelir. Velhasıl ucunu ortasını bulmaksızın ömrünü ifna eder ve hiç bir netice de istihsal edemez. Çünkü; yanlış yola gidenin matluba vasıl olamıyacağı bedîhîdir. Binaenaleyh; yanlış yola gidenler daima tedennidedir. Terakki ihtimali olamaz. Çünkü; yanlış yola giden hiç bir zaman matlubuna vasıl olamamıştır.
Hulâsa; ekser-i müfessirînin bu âyette beyanları veçhile ehl-i imanın Resulullah'a teklifleri her ne kadar imana mahabbetlerin-den olsa dahi işin hakikatini ve akibetini bilmedikleri için isabet olunmamak ciheti galib olduğundan Resulullah'm hal-i hayatında bizzat kendi zat-ı nebevilerine ve hal-i irtihalinde şeriatına arzet-meksizin bir hâdiseye hüküm vermek caiz olmadığı ve eğer Resulullah'a veya şerîatine arzetmeksizin hareket olunursa neticesi felâket olacağı bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.[6]
Vacip Tealâ fasılan haberine i'timad olunmayıp nasıl haber getirirse getirsin sıhhati tebeyyün etmedikçe amel caiz olmadığını beyandan sonra fâsıkın haberi kabul olunduğu surette o haberin uyandırmış olduğu fitne ve fesadın defi çaresini beyan zımnında buyuruyor.
[Eğer müminlerden iki taife birbirleriyle mukatele ederlerse o iki taifenin beyinlerini İslah edin. Eğer ikiden birisi ıslaha razı olmayıp da ahar üzerine tuğyanla zulm ü teaddîye başlarsa o zulmeden taifeyle emr-i ilâhîyi kabul edip ahkâmına rücû edinceye kadar mukatele edin.]
Yani; bir fasıkın yakmış olduğu fitne ateşini söndürmek üzerinize vaciptir. Binaenaleyh; ehl-i islâmdan iki taife birbirleriyle münazaayı mukateleye kadar götürürlerse siz onların beyinlerini ıslah edin. Zira; islah-ı beynetmek üzerinize vaciptir. Eğer taifelerden biri hükm-ü ilâhîye razı olmaz ve salik olduğu tarik-ı batıldan rücû etmezse o taifeler emr-i ilâhîye rücû edip hükmüne razı oluncaya kadar onunla mukatele edin ki emr-i bilma'ruf etmiş olmakla mes'uliyetten kurullasınız. Çünkü zalimin zulmünü ref etmek; cümle ehl-i islâm üzerine vaciptir.[7]
Vacip Tealâ zümre-i asiyeyle emr-i İlâhiye rücû edinceye kadar mukatele lâzım olduğunu beyandan sonra mukatele neticesinde emr-i İlâhîye rücû edince lâzım gelen muameleyi beyan etmek üzere buyuruyor.
[Sizin mukateleniz üzerine eğer o asî taife emr-i İlâhîyi kabul ile hakka rücû ederse onların beyinlerini adaletle ıslah ve her umurda doğruluğu iltizam edin. Zira; Allahü Tealâ doğruluğu ve adaleti iltizam edenleri sever, adalet edenlerden razı ve hoşnud olur.]
Taifelerin beyinlerini ıslah; ibtidaen nasihatle olur. Eğer nasihat kabul etmezlerse tehdid etmek ve sert söylemekle olur. Eğer tehdidle de fitneyi teskin mümkün olmazsa serkeşlik ed3ni darbla teskin olur. Eğer darbla da teskin mümkün olmazsa mukateleyle fitneyi teskin etmeyi Vacip Tealâ bu âyetle emir buyurduğu gibi fitneyi teskinden sonra adaletle ıslahın ehl-i islâm üzerine lüzumunu beyan buyurdu ki adalete mukarin olmayan ıslah, fitneyi teskin etmez, belki bilâhare husumeti teşdit eder. Çünkü ıslahda adalet olmayınca elbette tarafeynin biri zalim diğeri mazlum olacak. Za-limiyyet ve mazlumiyyet devam ettikçe husumet kesilmiyeceğin-den fitne ateşi sönmez. Binaenaleyh; Cenab-ı Hak ıslahın adalete mukarin olmasıyla emir buyuruyor.
kast; doğruluk etmek manasınadır. Şu halde doğruluk etmek manâsına kist; gerek ıslah-ı beyin'de, gerek sair umurda olsun mutlaka istikamete şamildir. Binaenaleyh; adaletle İslahı emirden sonra kıstla emir tekrar değildir. Çünkü; beyan olunduğu veçhile kıstla emir her şeyde adaletle ve doğrulukla emir olduğundan ıslaha ve ıslahtan başka her hususa şamil olduğu cihetle ehass olan adaleti beyandan sonra ehemm olan doğruluğun her şeyde lüzumunu beyan kabilindendir. Binaenaleyh; âyette: i tekrar yoktur.
(İmam Katâde) den naklen tefsir-i Hâzin'de beyan olunduğuna nazaran bu âyet-i celile bir alacak davasından dolayı münaaza eden Ensar-ı Kiramdan iki kimse hakkında nazil olmuştur. Çünkü Ensardan alacak davasında bulunan zat «Benim kavnı ü kabilem çoktur, binaenaleyh ben bu hakkı senden kahren ve cebren alırına" der. Diğeri de «Davamızı huzur-u Risaletpenâhîye arzedelim, bilmu-hakeme hakkın tebeyyün ederse al» der. Velhasıl bu suretle işi uzatırlar. Hatta elleri ve ayaklarının pabuçları ile mudarebeye başlayınca bu âyetin nazil olduğu mervidir.
Hulâsa; mazlumdan zalimin zulmünü defa muktedir olan her mü'min üzerine velev kıtalle olsun zulmü ref'etmek vacip olduğunu Cenab-ı Hak bu âyetle beyan buyurmakla zulmün refi bieyyi hâlin lâzım olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.[8]
Vacip Tealâ zalimle mazlum beynini İslah vacip olduğ yandan sonra İslahın vücubunun sebebini beyan zımnında
buyuruyor.
[Müminler kardeşlerdir. Kardeş olunca kardeşlerinizin beyinlerini ıslah edin ve Allahü Tealâ tarafından merhamet olunmanız için Allah'ın emrine muhalefetten korkun.]
Yani; bilûmum müminler Allah'a ve Resulüne iman edip cümlesi Liva-yı Tevhid altında içtima ettiklerinden bir ana, bir babadan doğmuş kardeş gibidirler. Zira; cümlesi esas imana mensub oldukları cihetle bir mabuda ibadet etmekte ve âhır zaman nebisini Hakka Peygamber tanımakta müsavidirler. Hal böyle olunca kardeşlerinizin beyninde münazaa olursa o münaazayı izale ile ıslah edin. Çünkü kardeşin şanı; kardeşinden mazarratı kaldırmaktır. Allah'ın emrine muhalefetten sakının ki merhamet-i İlâhiyyeye mazhar olasınız. Zira; Allah'tan korkmayan bir kimse hiç bir zaman merhamet-i İlâhiyeye mazhar olamaz. Münazaa ednâ bir şeyden dolayı olsa ve iki kişi beyninde bile ceryan etse ıslahın vacip olduğuna bu âyet delâlet eder. Çünkü; âyette, nizam ekalli mertebesi olan iki kimse beyninde olursa dahi ıslahın vücubu ile emro-lundu.
Uhuvvet ancak müminler beyninde olup kâfirle mümin beyninde uhuvvet olmadığına işaret olmak üzere hasra delâlet eden (innemâ) lâfzı varid olmuştur. Bu âyette uhuvvetle murad; uhuvv'et-i islâmiyyedir. Binaenaleyh; kâfirle mümin nesebde kardeş olsalar dahi beyinlerinde uhuwet-i islâmiyye olmadığından veraset bile cari olmaz. Yani mümin kâfire, kâfir mümine varis olamaz. Amma iki birader nesebte kardeş oldukları gibi islâmiyette de kardeş olurlarsa ilm-i feraizde beyan olunduğu veçhile beyinlerinde veraset cari olur. Şu halde bir mümin kâfire vatandaş derse de kardeş diyemez. İki kişi beyninde olan mücadelenin fesadı onlara münhasır kalıp umuma sirayet etmediğinden İslaha sa'ye-den az olacağına binaen Vacip Tealâ iki kişi beyninde ıslahla emirden sonra ittika ile emretti ki fesadı umuma sirayet etmiyeceği cihetle ıslahtan feragat edilmesin, velevse bu niza iki kimse beyninde bile olsa bunları ıslah etmek lâzımdır. Binaenaleyh; «ıslahı ter-kedenler Allah'dan korksunlar» demek manâsına müş'irdir. Amma niza eşhasın fevkinde kabileler ve taifeler beyninde olduğunda o nizam fesadı umuma sirayet etmek ihtimali galib olduğundan herkes kendi nefsine zararı isabet edeceğini nazar-ı itibare alarak o fesadın menşe olan nizaı ıslaha sa'yedeceği derkâr olduğu cihetle Vacip Tealâ taifeler beyninde olan nizaı ıslahla emirden sonra ittika ile emretmedi.[9]
Vacip Tealâ bu sûre'nin bidayesinden buraya kadar bir müminin Allah'a ve Resulüne kargı adabı ve vazifesi nedir, Allah'a ve Resulüne muhalefet eden fasıkla müminin muamelesi vazifesi neden ibaret ve nasıl olmalıdır? Bunları ve kendi gibi bir mümin bi-raderiyle vaki olacak muamelesi ve vazifeleri ve bunların cümlesini ve ahkâm-ı şer'iyyesini beyan ettikten sonra bir kimsenin maiyye-tinde hazır olan bir mümin biraderini istihza ve eğlence etmek caiz olmayacağım beyan sadedinde buyuruyor.
[Ey müminler sizden bazı kavim bazı kavm-i aharı hakir addedip eğlence etmesin. Me'mul ki eğlence ettikleri kimseler edenlerden daha hayırlı olur. Kezalik taife-i nisvandan bazıları bazıla-rını eğlence yapmasınlar. Zira; eğlence ettikleri kimselerin kendilerinden hayırlı olması muhtemeldir.]
Yani ey müminler! Sizden erkek ve dişi bazınız bazınızı istihza etmesin. Zira; istihza ettikleri kimselerin istihza edenlerden hayırlı olmaları memuldur. Çünkü; hayriyyet zahirde nasın gördüğü suretler ve şekillerle değildir, belki insanın indallah hayırlı olmasına sebep olan şey kalpte gizli olan takvadır, yoksa hayırlı olmak göze görünür libas ve kıyafetle değil ki zahir haline nazar ederek istihza etsinler. Binaenaleyh; zahirde elbisesinin eski ve kendisinin sefil ve fakir bir halde olması istihza olunmasını icabetmez. Çünkü her nekadar bunun zahir hali fakir gibi görünürse de belki indallah elbisesi yeni, kendi zengin, servet ü semâna mağrur olarak kendinde büyüklük görmekle istihzaya cür'et edenden daha hayırlıdır. Hay-riyyet tasavvur olunmasa bile yine eğlenmek caiz olamaz. Zira; bundan evvelki âyette beyan olunduğu veçhile müminler birbirlerinin kardeşleridir. Kardeşin kardeşini hakir addedip eğlenmesi münasib olamıyacağı gibi kardeşten kardeşe olacak muamele; şefkat, merhamet ve kardeşine hürmet etmektir, yoksa tahkirâmiz bir surette eğlenmek değildir.
İstihza, ekseriyet itibariyle cemaat içinde olduğundan bu âyette kavim, ve nisa lâfızları cemi sıgasıyla varid olmuştur, yoksa istihza iki cemaat arasında olur da cemaat olmayan yerde olmaz manâsına değildir. Zira istihza; cemaat içinde olduğu gibi iki cemaat ve iki şahıs beyninde de olur. Binaenaleyh; bir cemaatin cemaat-ı uhrâyı istihzaları nasıl ki memnu' ise bir şahsın şahs-ı ahar istihzası da öylece memnu'dur. Şu kadar ki cemaat içinde istihzanın vukuu çok olduğundan Cenab-ı Hak bu âyette cemaat beyninde olanını tasrih buyurdu. Belki ekseri cemaat beyninde olan da eşhas beyninde olur ki içinden biri diğerini istihza eder, ancak cemaatın sair efradı razı olarak dinledikleri için birisinden sadır olan istihza cümlesine nisbet olundu. Çünkü; istihza edenlerle razı olarak dinleyenler hükümde müsavilerdir.
İmam-ı Dahhak'ten
rivayetle tefsir-i Hâzin'de beyan olunduğu veçhile bu âyet (Benî Temim) den
Resuiüllah'a elçi olarak gelen yetmiş kişi hakkında nazil olmuştur. Çünkü;
onlar Medine'ye gelip ashabtan fakir olanları Mescid-i Nebevinin sofasında
görünce fukara-yı ashabı istihza etmeleri üzerine bu âyetin nazil olduğu
mervidir. Velhasıl zenginin gınasına mağrur olarak fakiri ve şerifin
şerafetine mağrur olarak denîyi ve haseb ü neseb sahibinin ha-seb ü nesebine
mağrur olarak firaş-ı gayr-ı meşrudan hasıl olan leîmi istihzaları caiz olmaz.
Çünkü; kimin kimden hayırlı olduğu insanlar için malûm değildir, ancak hayırlı
olanı Allahü Tealâ bilir. Şu halde herkes kendi mertebesinin indallah
miktarını bilmez ki gayrı hakir görmekle
istihza etsin. Binaenaleyh; hiç bir kimsenin aharı hakir görmesi caiz
olmayacağını bu âyetle Vacip Tealâ beyan buyurmuştur.[10]
Vacip Tealâ istihzanın memnu olduğunu beyandan so kimsenin aharı ta'yîb etmesinin ve bir kimseyi sevmediği kabla çağırmasının memnu'iyyetini beyan zımnında buyuruyor.
[Ey müminler! Lisanınızla kendi nefsinize ta'netmeyin, bazınız bazınızı ayıplamayın, bazınız bazınızı sevmediği zeminini iş'âr eder lâkapla çağırmayın. Bir müminin imanından sonra o müminin fışkını iş'âr eder isim ne fena şeydir. Eğer bir kimseye ta'ne-der veyahut fena isimle çağırırsa derhal tevbeye müsaraat etmek lâzımdır. Tevbe icabeden şeyler kendisinden sudur eden kimseler tevbe etmezlerse işte onlar kendi nefislerine ve aharlarına zulm eden zalimlerdir.]
Yani; ey müminler! Birbirinizi ayıplayacak kusur işlemeyin. Çünkü; kusur işlemekle gayrın ta'nma sebep olan kimse keenne kendi nefsine kendi ta'netmiş gibi olduğuna işaret için Vacip Tealâ «kendi nefsinizi lemz yani ta'netmeyin» buyurdu. Yahut bir mümin diğer bir mümine ta'nederse kendi nefsine 'ta'netmiş gibi olur. Çünkü; ehl-i iman kuvvet-i islâmiyye icabı şahs-ı vahid mesabesinde olduklarından bir mümine ta'n cümle ehl-i imana ta'n gibi olduğuna ve hatta âhara ta'nedenin kendi nefsine bile ta'netmiş olacağına işaret için Vacip Tealâ bu âyette «Kendi nefsinize ta'netmeyin» buyurmuştur. Bir kimseyi sevmediği bir isimle de çağırmayın. Zira müminin imanı; o müminin kemal-i i'tidâl ve insaf üzere olmasını icabeder. İ'tidal icabeden imanla muttasıf olduktan sonra o müminin fışkını iş'âr eden isimle onun nâmını yadetmek o mümin hakkında ne çirkin şeydir. Gerek ta'n ve gerek kötü lâkapla telkîb bunların cümlesi tevbe icabeden günahlardandır. Binaenaleyh; mukteza-yı beşeriyyet bu misilli ma'siyetler kendilerinden sâdır olan kimseler tevbe etmezlerse kendi nefislerine ve mü'min biraderlerine zulüm ve hakaret etmiş zalimlerdir.
Bazı müfessirîn bu âyete ibn Abbas hazretlerinden rivayet olarak şöyle manâ verdiler : [Bir kimse geçmişte işlemiş olduğu ma'-siyetlerden tevbe edip de meslek-i istikâmete sülük ettikten sonra geçmiş ma'siyetlerle o kimsenin ismini yadetmeyin. Meselâ evvelki küfrüne nazaran (yâ kâfir!) ve fışkına nazaran (ya fâsık) ve nifakına nazaran (ya münafık) misilli ma'siyetini iş'âr eder isimlerle o adamın ismini çağırmayın.] Çünkü; Cenab-ı Hak bu âyette ismi fısk ile tavsif buyurdu ki «fışkını müş'ir olan isim ne fena şey» manâsını müfiddir. Şu halde imana dahil olan her mümin hakkında zemmi müş'ir olan lâkabla o mü'mini çağırmaktan âyet-i celile sarahaten nehyetmiştir.
Bu âyet-i celile; insanların yekdiğeriyle kemal-i ünsiyyeti lâzım olup hüsn-ü muaşerete halel verecek ve ünsiyyeti ihlâl edecek bilcümle ef'al ve akvalden ihtiraz vacip olduğuna ve mümin olan kimse her mümini kendi nefsi gibi görüp nefsine lâyık görmediği şeyi her mümin için lâyık görmemek imanın iktizasından bulunduğuna ve bir kimsenin gerek huzurunda ve gerek gıyabında sev-miyeceği bir şeyde bulunmak caiz olmadığına ve böyle bir şeyler kendisinden sadır olmuşsa derhal tevbeye müsaraat lâzım olduğuna ve eğer müsaraat etmezse zulmetmiş olacağına sarahaten delâlet eder.
Bu âyetin ezvac-ı
mutahharâttan (Safiyye) (R.A.) hakkında nazil olduğu ibn Abbas hazretlerinden
mervîdir. Çünkü; Safiyye (R.A.) nın bir gün huzur-u nebide «Ya Resulallah!
Hatunlardan bazıları bana «Yahudi kızı», (Yahudiyye) dediler, ben de bundan
gücendim» demesi üzerine bu âyetin nazil olduğu mervidir. Tefsir-i Hâzin'de
beyan olunduğu veçhile bu âyet Ensar hakkında nazil olmuştur. Çünkü; ensardan
(Ebu Cübeyre) hazretlerinden mervî olan şöyledir : Resulüllah Medine-i
Münevvere'ye teşrif buyurduğunda Ensar'dan her ferdin iki veya üç isimleri
vardı. Bu isimlerin bazılarını o ismin sahipleri sevmezlerdi. Birbirlerini
çağirdıklarından sevmedikleri isimlere de tesadüf ettiğinden yekdiğerini den
incinmek vaki olduğu cihetle Cenab-ı Hak insanları sevmedikleri şeylerle
çağırmaktan bu âyette nehiy buyurdu. Nehyise adem-i cevaza delü-i sarih
olduğundan sevmediği lâkapla insanı çağırmak caiz değildir demek olur.[11]
Vacip Tealâ bir müminin diğerini istihza, ta'yîb ve lisanla ta:netmesi caiz olmadığını beyandan sonra gıyabından zemmetmek de caiz olmadığını ve zanna ittibadan ihtiraz lâzım olduğunu ve herkesin ahvalini teftiş dahi caiz olmadığını beyan zımnında buyuruyor.
[Ey müminler! Çok herre zandan içtinabedin. Zira; bazısı günahtır.]
[Nâsın ayıplarından bahsetmeyin ki onların hallerinden Al-lahü Tealâ'nın setretmiş olduğu şeyler mestur kalsın.]
[Sizin bazınız bazınızı gıybet etmesin.]
[Sizden biriniz ölmüş
biraderinin etini yemeyi sever ye arzu ider mi?]
[Elbette siz ölmüş biraderinizin etini yemeyi kerih görürsnüz.] Çünkü Ölü etini yemek; tabiat-ı insaniyyenin son derece istikrah edeceği bir şeydir.
[Allah'tan korkun gıybeti irtikabetmeyin; Zira; AUahü Tealâ ihlâs üzere vaki olan tevbeyi kabul edici ve sizin günahlarınızı tev-be ettiğiniz takdirde affetmekle merhamet buyurucudur.]
Yani; ey müminler! Zannm çoklarından içtinabla gayet uzak olun. Zira; zannm bazısı günahtır. Çünkü o zan; şeytan tarafından vesvese tarîki ile ilkâ olunan bir şey ki o zanna ittiba etmek tâat-ı İlâhiyeden huruç ve emr-i İlâhiyye muhalefet icabettiğinden her müminin bu gibi zanlardan uzak olması lâzımdır. Çünkü; bu misilli zanlarm ukubet-i İlâhiyeyi icâbeder ma'siyet olduğunu Ce-nab-i Hak bu âyetle beyan buyurdu.
Bu âyette kesirle murad; hangi zan olduğu malûm olmadığından meçhuldür. Binaenaleyh hazer etmek lâzım olan zan ne gibi zan olacağı malûm olmayınca âyet-i celilede çok zandan içtinabla emir; her zanna ittiba'da ihtiyatla emirdir. Kazı ve Beyzâvî'nin beyanlarına nazaran zannm üç kısmı vardır: Birinci kısmı; Vaciptir ki ameliyatta zandır. Vacip Tealâ'ya ve ehl-i imana hüsn-ü zan vacip kısmmdandır. İkinci kısmı; haramdır ki Allahü Tealâ'ya ve enbiya-yı kirama su-u zan ve delil-i kafiye muhalif olan zan ve müminlere su-u zan haram kısmmdandır. Üçün-cü kısmı; mubahtır ki umur-u maişette zanne ittiba mubah kısmmdandır. Çünkü; umur-u maişetin ekserisi zanne ittiba'la iktisabo-lunur. Esbab-ı maişetin ekseriyetle zannîyyata tebeiyyetten ibaret olduğu cümlenin malûmudur. Zira; herkes teşebbüs ettiği esbabla maişetini temin edeceğini yakînen bilemez. Binaenaleyh bu misilli esbab-ı maişete teşebbüste zanna ittiba ile teşebbüs emr-i mubahtır.
tecessüs; bir kimsenin noksanını ve a-ybını aramaktır. Binaenaleyh; lâfz-ı şerifinin meâl-i münîfi (Ey müminler siz ebna-yi cinsinizin noksanlarını aramayın ve herkesin hatasından bahsetmeyin. Hususan bir takını müfteri-yât-ı batılayla bir kimsenin namusunu berbat edecek şeylerde kat'-iyyen zannmıza ittiba ederek teftişe kalkışmayın, Allah'ın setret-miş olduğu şeyler gizli kalsın) demektir. Bu manâyı tefsir eder bir hadis-i şerifinde Hesulüllah «Müslümanların muayy ebatlar mı tetebbu etmeyiniz. Zira; müminlerin kusurlarını tetebbu eden kimseleri velev hanelerinin dahilinde olsun onları Allahü Tealâ rüsva edinceye kadar kusurlarına tabi olur.» buyurmuştur. Yani' «Beynennâs şayi' kılar» demektir. Şu halde başkalarının kusurunu taharri edenin kusuru taharri olunur. Başkalarını ta'yîbedeyim derken kendi ta'yîo olunur, başkalarını rüsva edeyim derken kendi rüsva olur. Binaenaleyh; «Başkasının aybını arayan kendi aybını arar» demektir.
sisin bazınız bazınızı gıybet etmesin demektir. Beyzâvî'nin beyanına nazaran Resulüllah'dan «Gıybetin neden ibaret olduğu» sual olunduğunda Resulüllah cevab olarak şöyle beyan buyurmuşlardır ; «Gıybet; senin mümin biraderini sevmediği bir şeyle arkasından zikretmendir. Eğer o isnâd ettiğin-şey onda varsa gıybet etmiş olursun. Eğer o şey onda yoksa bühtan ve iftira etmiş olursun.» buyurdukları kütüb-ü ehâdiste dahi mervi-dir. Buna nazaran manâ-yı âyet: [Sizin bazınız bazınızı arkanızdan sevmediğiniz şeyle zikretmeyin] demektir. Çünkü; arkasından vaki olan zemmi işitince o adam elbette müteezzi olur. Mümin biraderine faidesiz eza etmekte bir manâ olmadığı cihetle Cenab-ı Hak bu âyetle nehiy buyurdu. Binaenaleyh; gıybet haramdır ve hörme-tine illet de gıybet olunan kimsenin müteezzi olmasıdır. Gıybetten herkesi tenfîrde mubaleğa için Vacip Tealâ gıybeti ötmüş kardeş .etine teşbih buyurdu. Binaenaleyh; Vacip Tealâ istifhanı-ı inkarı tarikıyla «Sizden biriniz ölmüş biraderinin etini ekleder mi? Eğer ölmüş biraderinizin cesedini götürüp size yiyiniz deseler siz onu muhakkak kerih görürsünüz, kerahetini inkâr etmek sizin için mümkün değildir. Şu halde ekli mümkün olmayan leşe benzeyen gıybeti irtikabetmekten kendinizi sakının Allah'tan korkun. Zira; Allahü Tealâ kullarının kalplerinde olan korkularını ve ma'siyete nedametlerini ve ibadete ihlâslarmı bilir, tevbe edenlerin tevbelerini kat'iyyen kabul eder ki tevbe eden kimseyi günah işlememiş gibi kılar ve menhiyyâttan içtinâbeden kimselere merhamet edicidir.» buyuruyor.
Kazî ve Beyzâvî'nin beyanları veçhile bu âyet gıybet eden kimsenin kesbetmiş olduğu günahın fenalığını temsildir. Bu temsilde bir kaç cihetten mübaleğa vardır. Çünkü; birinci merrede gıybeti leşe teşbihte Cenab-ı Hak takrir ve inkâra delâlet eden hemze-i istifhamle ibtida buyurdu fcİ vehle-i ûlada gıybetin bir emr-i münker olduğu bilinsin. İkinci merrede gıybeti teşbih ettiği leş gayet kerih görülecek bir şey olduğu halde gıybete mübtelâ olan kimseleri şiddetle menetmek için mahabebtle tâbir buyurdu. Zira; «Bu kadar kerih olan bir şeyi insanlar seve seve nasıl ihtiyar ederler» demek gıybet eden kimseyi tevbihtir. Üçüncü merrede gıybeti gıybet eden kimsenin biraderinin leşine teşbih buyurdu ki gıybet nisanın irtikabedeceği bir ma'siyet olmadığını beyanla irti-kâbedenleri şiddetle tekdir etmiştir.
Bu âyette Vacip" Tealâ müminleri gıybetten menetmek için gıybeti ne kadar çirkin bir manzara ile tasvir buyurup halkı gıybetten men'ide şiddet gösteriyorsa halk da gıybete o kadar münhe-mik oluyor. Hele şu zamanda hiç bir şahıs, aharı takdir etmez, binaenaleyh; âharm gıybetinden de feragat eylemez. Halbuki tab'an, aklen, şer'an gıybeti irtikâbetmek âkil şanından değildir. Çünkü; asla fâide olmaksızın dünya ve âhiret açıktan bir mazarrat irti-kabetmekten ibarettir. Gıybet; ehl-i iman beyninde asayişi ihlâl ettiği gibi hüsn-ü muaşerete dahi münafîdir. Binaenaleyh; insanların yekdiğerine medyun olduğu bab-ı muavenetin kapanmasına da büyücek bir sebeptir. Zira; gıybet sebebiyle beyinlerinde hasıl olan nefret matlub olan muavenete elbette manidir.-
Tefsir-i Hâzin'de tafsilen ve Beyzâvî.de icmalen beyan olunduğu veçhile bu âyetin sebeb-i nüzulü; ashabtan iki zatın (Selman-ı Farisi) hazretlerini gıybet etmeleridir. Çünkü; bazı seferinde Re-sulüllah ashab-ı kiramdan iki kimsenin taamını pişirmek için Selman-ı Farisî'yi onlara hizmetçi verdi. Bir gün uyku galebesiyle Selman-ı Farisî hazretleri taamı ihzar edemediğinden o iki zat Sel-mam Resulüllah'm matbahmda fazla taam varsa bir miktarını getirmek üzere gönderdiler. Selman, Resulüllah'm taamını ihzara memur olan (Üsametübnü Zeyd) hazretlerine geldi. Hz. (Üsame) fazla taam kalmadığını beyan edince Selman-ı Farisî geri geldi, taâmm olmadığını haber verdi. O iki zat «Sulu kuyuya gitse susuz gelir» diyerek Selman'ı gıybet ettikleri gibi (Üsame) hazretlerine de su-u zannetmiş oldular ve gûyâ dediler ki «Resulullah'm taamı vardı lâkin Üsame vermedi». Bu iki zat bilâhare huzur-u risalet-penâhîye geldiler. Resulullah (S.A.) efendimiz «(Bana ne oldu ki ağzınızda yeşil et parçası görüyorum» buyurdu. Onların «Ya Re-sulallah! Biz et yemedik» demeleri üzerine Resulullah (A.S.) efendimiz «Selman'ı gıybet ettiniz. Bir kimse mümin biraderini gıybet ederse etini yemiş gibi olur» buyurdu. İşte şu ifade-i Risaletpenâhî üzerine bu âyetin nazil olduğu mervidir. Tefsir-i Medarik'te halkı gıybet etmek; o halkın Haktan gaybubetiyle olacağı beyan olunuyor. Yani «Haktan gaybubet eden kimseyi gıybet etmek caiz» demektir. Haktan gaybubetin manâsı; Hakkın emr ü nehyinden ve şeriatından gaybubetle fışkı ihtiyar eden fasıkların hallerini bil-miyenlere bildirmek için o jasıkı fışkından dolayı gıybet etmek caiz olduğunu beyandır. Bu manâca gıybetin cevazı sair kütüb-ü şer'iyyemizde de mezkûrdur.
Hulâsa; Cenab-ı Hak bu âyette insanları üç şeyden nehiy buyurdu; Birincisi; zannınız üzere bina ederek bilmediğiniz şeyi biliriz demeyin. Çünkü ekseriya zan; hata olur. İkincisi; Bir kimse hakkında bilmediğiniz bir şeyi sual ederlerse onu teftişe kalkışmayın. Zira herkesin kusurunu aramak; kendi kusurunu nis-yânı icabeder. Halbuki mümine lâyık olan; daima kendi kusurunu taharri etmektir. Üçüncüsü; bir kimse hakkında bildiğiniz esrarı ifşa etmeyin ki halk arasına dağılmakla o kimse rüsva olmasın. Çünkü; anifen beyan olunduğu veçhile başkasının esrarını ifşa edenin esrarım Allahü Tealâ'mn keşfedeceğine dair bir çok ehadis-i celile mevcuttur.[12]
Vacip Tealâ müminleri birbirlerini istihza ve yekdiğerini ta'-yîbetmekten ve kötü isimle birisinin aharı çağırmasından, zem ve gıybet etmesinden nehyettikten sonra şu umurdan nehyin illet ve sebebini beyan zımnında buyuruyor.
[Ey nâs! Biz AzimUşşân sizi ananızla babanızdan balkettik ve bir asla mensup cemaat-ı kesîre kıldık ve o cemâât-ı kesireyi kabilelere taksimle kabail-i adîde kıldık ki sizin bazınız bazınızla bilinsin ve bu bilişmek sizi yekdiğerinize rabtedmek sebebi ile herkes birbirine muavenetde bulunsun.] Binaenaleyh; insanlar bu teârüf sebebiyle birbirlerinin ihtiyaçlarını defetsinler için böyle teârüfe sebeb olacak kabilelere taksim olundunuz. Yoksa bu teâruf; tefâ-hur ve yekdiğerine zulm ü teaddî için değildir. Çünkü; insanların cümlesi bir esastan olduğu cihetle servetleri, haseb ü nesebleri, etba' ve a'vanları vesair kendilerinde gördükleri cah ve mansıb gibi ulviyyetleri iftihara sebep olamaz. Bu ta'dâdolunan "şeylerde şeref yoktur. Şeref; ancak imanla takvadadır. [Zira: sizin indallah mükerrem olanınız ittikası ziyade ölanmızdır. İttika dahi kalpte olduğu cihetle onu Allahü Tealâ bilici ve haberdar olucudur.] Yani ey nâs! Biz Azimüşşân sizi Hazret! Ademle Havva'dan halkettik. Binaenaleyh; cümleniz bir anaya ve bir babaya müntehi olduğunuz cihetle nesebte müsavisiniz. Şu halde neseb cihetinden yekdiğerinize tefahura mahal yoktur. Biz sizi büyük kabileler ve o büyük kabilelerden ayrılma küçük kabileler kıldık ki birbirinizi bilip yekdiğerinize muavenet edesiniz, yoksa haseb ü neseble iftihar etmeniz için kabaile tefrik etmedik. Çünkü insanın şerefi; ittika iledir, haseb, neseb, eviâd ü ahfad ve servet ü saman ile değildir. Zira indallah mükerrem olan kimse; ittikası ziyade olandır. Binaenaleyh; nüfus-u beşeriyyenin haddi zatında tekemmülü ve sair mah-lukât üzer'ne şeref ve fazileti ancak ittika iledir. Şu halde şeref istiyen kimse şerefi takvada arasın. Zira takva; bir kimsenin indallah mükerrem olmasına sebep olunca insana takva gibi bir şeref olmayacağı derkârdır. Resulüllah'ın «Nasın eşrefi olmasına mesrur olan kimse Allah'a ittika etsin» hadis-i şerifi de bu manâyı te'yîd ettiğini Beyzâvî beyan ediyor. Şu halde dünyaca insana şeref addolunan şeylerden hiç bir şeyle iftihar olunmaz. Zira; Allahif Tealâ zahir ahvalinizi, nesebinizi, etba' ve a'vanımzı bilir, batında! esrarınıza dahi habîrdir. Binaenaleyh; takvanızı âhiretinize azıfejj kılın ki âhirette necat bulaşınız.
Tefsir-i Hâzin'de beyan olunduğu veçhile abdin takvası; Allah'ı bilmek, tââtına devam etmek ve dergâh-ı ülûhiyyete kurbiy-yet aramaktır.
Bazıları takvayı şöyle tefsir ettiler : Takva; abdin bütün menhiyattan içtinapedip bilcümle evâmir-i İlâhiyeye imtisal etmesi ve ameline mağrur olmaması ve akıbetinden daima korku üzerine bulunmasıdır. ^Şu halde ittikanm erkânı; şu tefsire nazaran dörttür : Menhiyattan ictinâb ile evâmire imtisal etmek, ameline güvenmemek ve akıbetinden emin olmamaktır. Takvanın alâmeti; üçtür: Birincisi; Bir ma'siyet işlerse derhal nedametle tevbe etmektir. İkincisi; hasbelbeseriyye sudur eden ma'-siyyeti akibinde bir amel-i salih ve hasene işlemekle izâleye çalışmaktır. Üçüncüsü; tul-ü emelle nail olduğu şeylere mağrur olmamaktır.
Tefsir-i Hâzin'de beyan olunduğu veçhile bu âyet-i celilenin sebeb-i nüzulü şöyledir : Mekke'nin fetholunduğu gün Resulüllah Bilâl-i Habeşî'ye ezan-ı Muhammedi tilâvetini emir buyurması üzerine Bilâl hazretleri Kabe'nin damında savt-ı bâlâ ile i ezan-ı Muhammedîyi tilâvet edince kâfirlerden bazıları «şükür Allahü Tealâ'ya ki babamız öldü bu günü görmedi», bazıları da «Muham-med (S.A.) şu kara kargadan başka bir müezzin bulamadı mı?» demekle Bilâl hazretlerini tahkir etmeleri üzerine Cibril-i Emin gelip müşriklerin dediklerini Resulullah'a haber vermesiyle Resulüllah onları çağırarak sual edince söyledikleri sözleri müşriklerin ikrarları üzerine bu âyetin nazil olduğu mervidir.
Bazı rivayete nazaran bu âyet; (Sabit b. Kay s) hazretleri hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki; âyet-i celilesinin tefsirinde beyan olunduğu veçhile Sabit (R.A.) in kulağındaki ağırlık sebebiyle her zaman Resulullah'a yakın oturmak âdetiymiş. Bir gün namaza ulaşamadığı cihetle Bakiyye-i salâtım ikmalden sonra «aralasın, aralasın» diyerek huzur-u nebiye takarrub etti ve herkes de yer verdiler. Fakat Resulüllah'la Sabit arasında bir kimse kaldı. Sabit ondan da yerini vermesini talebedince o kimse «Herkes de senin gibi Resulüllah'a takarrubla şeref kesbetmek ister, otur yerinde» demesiyle Sabit hazretleri bu adama gazabederek zaman-ı cahiliyede geçmiş bir vak'aya işaret olmak üzere «Sen fü-lânenin oğlu değil misin?» demekle o kimseyi zemmedince Resulül-lah «fülâne ismini zikreden kimdir?') buyurdu. Sabit «Benim, ya Resulallah!» dedi. Cenab-ı Risaletmeâb efendimiz. «Ya Sabit! Şu cemaata nazar et bak ki nasıl görürsün» buyurdu. Sabit «Baktım, ya Resulallah! Kimini beyaz, kimini siyah, kimini kırmızı gördüm» dedi. Resulüllah «Ya Sabit! Senin onlar üzerine şerefin ancak takva ile olur. Başka şeyle olmaz» buyurması üzerine bu âyet-i kerime Sabit hakkında nazil oldu ve yer vermeyen kimse hakkında da âyet"1 celilesi nazil olduğu mervidir. Yani «Ey müminler size meclislerde aralasın denildiğinde aralaşmakla meclisi genişlettirin» demektir.
[Bazı a'râb «Biz iman ettik» dediler. Ya Ekrem-er Rusül! Sen onlara de ki «Siz mümin olmadınız ve lâkin islâm olduk deyiniz sizin kalplerinize henüz iman dahil olmadı. Eğer Allahü Tealâ'ya ve Resulüne iman ve itaat ederseniz amellerinizden bir şey noksan olmaz. Sizden ihlâs üzere tevbe edeni Allahü Tealâ mağfiret buyurucu ve tevbe üzere vefat edene merhamet edicidir,»]
Yani; ey Resulü Mükerrem! A'rabdan bazıları «Biz Allah'a ve Resulüne iman ettik» dediler. Sen onlara «Siz iman etmediniz. Zira iman; itminan-ı kalple beraber tasdik-i hakikidir. Halbuki sizde tasdik-i hakiki hasıl olmadı. Lâkin siz islâm olduk deyiniz. Zira islâm; bir kimsenin zahirde inkiyad etmesiyle katilden nefsini halâs etmesidir. Bu manâca islâmiyyet sizde hasıl olduğundan islâm olduk diyebilirsiniz. Çünkü; kelime-i şehadeti izharla mücadeleyi terkettiniz ve nefsinizi katilden kurtardınız, fakat henüz kalplerinize iman dahil olmadı. Zira hakikat-i iman; tasdiki lâzım olan şeyi kalple tasliktır. Amma lisanla ikrar, ebdânla âmâle ve tasdik-i kalbe ve ihlâsa mukarin olmadıkça iman olmaz. Eğer siz hu-ius-u kalple nifakı terkederek Allahü Tealâ'ya ve Resulüne itaat ederseniz amalinizden bir şey noksan olmaz. Zira; Allahü Tealâ itaat edenlerin günahlarını mağfiret ve tevbe edenlere merhamet edicidir» de ki onlar kendilerinin Allahü Tealâ ve Resulü indinde hakka mümin olmadıklarını bilsinler.
Bu âyette beyan olunduğu veçhile imanla islâm beyninde fark; lügat hasabiyledir. Amma örf ve seri' hasebiyle imanla islâmın hükm-ü şer'îsi birdir, beyinlerinde fark yoktur. İlm-i Kelâmda ule-mâ-yı ehl-i sünnetin tahkikleri de bu minval üzeredir.
Ekser-i müfessirinin beyanları veçhile bu âyet; (Benî Esed) kabilesinden bir cemaat hakkında nazil olmuştur. Çünkü; rivayet-i mevsukaya nazaran onlar bir kıtlık senede evlâd ü iyâlleriyle beraber huzur-u Resulüllah'a arz-ı dehalet ederler ve derler ki «Ya Resulallah! Biz ailemizle sana geldik ve mümin olduk başka kabileler gibi seninle muharebe etmedik». Onlar böyle demekle iman-larıyla Resulüllah'a bir iyilik yaptıklarını farz ile imanlarının meni feati Resulüllah'a ait gibi imanlarını Resulüllah'a bir iyilik sıraf sında serdederek Resulüllah'dan imanlarına mükâfat taleb etme-" leri üzerine bu âyet-i celile nazil olmuş ve «iman ettik» sözlerinin yalan olduğunu Cenab-ı Hak bu âyetle haber vermiştir. Çünkü kelime-i şehadeti izhardan maksatları; Resulüllah'dan sadaka almak ve nafaka talebetmekti, yoksa hakiki tasdike mukarin iman değildi.[13]
Vacip Tealâ bazı a'râbînin izhâr ettikleri imanları kalplerine muvafık olmadığını ba'del beyan imanın hakikatini beyanla a'râ-bîleri .ve sair ehl-i dalâli hakikat-i imana davet etmek üzere buyuruyor.
[Ancak iman-ı hakiki ile müminler şol kimselerdir ki onlar Allahü Tealâ'ya ve Resulüne iman ettiler ve imandan sonra asla şüphe etmediler ve Allahü Tealâ'nm yoluna canlan ve mallarıyla a'da-yi dinle mücahede ettiler. İşte ancak şu evsafı cami olan müminler imanlarında sadıklardır.]
Yani; ey Cemaat-ı Benî Esed! Sizin lisanınızla «biz iman ettik» demeniz hakikat-ı iman değildir. Binaenaleyh; siz hakiki mümin değilsiniz. Hakiki müminler gol kimselerdir ki onlar Allahü Tealâ'ya ve Resulüne iman ettikten sonra iman ettikleri mesailde ve Resulüllah'ın kendilerine haber verdiği ahval-i âhiretten asla şekketmedikleri gibi Allahü Tealâ'nm yoluna mallarıyla, canlarıyla i'lâ-yı kelimetullah için a'da-yı dinle muharebe ettiler. İşte imanında ihlâs edenler ve asla imanında tereddüt etmemekle beraber din-i İlâhîyi i'lâ hususunda her zaman mallarını ve canlarını fedaya müheyya olanlar imanlarında sadıklardır, yoksa sizin gibi mücerret lisânıyle tekellüm edip kalplerinde tasdik bulunmayanlar imanlarında sadık değillerdir.[14]
Vacip Tealâ hakikat-i imanı beyandan sonra kalplerinin hilâfına lisanlarıyia iman ettiklerini haber verenlerin haberlerini red ve inkâr zımnında buyuruyor.
[Ey Nebiyy-i Muazzam! Kalplerinin hilâfına lisanlarıyia imanı izhar edenlere sen de ki «Dininizi Allahü Tealâ'ya mı bildiriyorsunuz? Halbuki Allahü Teaîâ yeri ve gökleri, yerde ve göklerde olan cümle mevcudatı, hafi ve celi bilûmum esrarı bilir.] Şu halde siz niçin yalan şeyi ihbara cür'et ediyorsunuz?
Bazı rivayete nazaran (Benî Esed) kabilesinden gelen kimseler hakkında evvelki âyet nazil olunca onlar imanlarında sadık olduklarına dair yemin ederek huzur-u Peygamberiye tekrar gelmeleri üzerine bu âyet nazil olmuştur. Bu rivayete nazaran âyet-i ce-lile onların haberleri gibi veminleri de kâzib olduğunu beyan etmektedir.[15]
Vacip Tealâ a'râbm imanlarını ihbarlarında sadık olmaiîıkla^ rını beyandan sonra imanlarıyla imtinanlarmm caiz olmadığımı be yan zımnında buyuruyor.
[Ey Habibim! Onlar
islâm olmalarını sana iyilik ve keniii ta-| raflarından bir şey ihsan etmiş
gibi sayarlar. Sen onlara de ki «Is-f lâmiyetinizi bana bir ni'met gibi ta'dâd
etmeyin. Belki sözünüzde sadıksanız Allahü Tealâ imanın yollarını size gösterip
resulü vasıl tasiyle sizi tarîk-ı hakka daVet ettiği için sizin üzerinize
nimetini ta'dâd eder.]
Yani; ey Resul-ü Zişan! Bazı a'râb «Biz islâm olduk binaena| leyh; seninle muharebe etmedik, sana başka kabileler gibi bir ezi| yette de bulunmadık» demeleri ile keenne onların imanlarının fay| dası sana aitmiş gibi imanlarını ta'dâdla seni minnettar etmek is| terler. Sen onlara de ki «Benim üzerime bir ni'met in'am etmiş gibi islâm olduğunuzu bana ta'dâd etmeyin, belki Allahü Tealâ'nm size imanın yollarını göstermesi sizin hakkınızda büyük bir nimet olduğurîdan Allahü Tealâ sizin üzerinize nimetini ta'dâd eder. Eğer iman ettik ve islâm olduk diyerek söylediğiniz sözünüzde sadıksanız minnet Allah'ındır, sizin değildir».
menn ; bir kimsenin ahar üzerine vaki olan nimetlerini âhara ta'dâdla yük altında bırakmaktır. A'râbiler de imanlarını ResulüUah'a bir nimet ve ihsan etmiş gibi hesabederek «biz iman ettik, bu imanımız bizim tarafımızdan sana bir nimettir. Sen.de buna karşılık bize nafaka ver» demeleri Resulüllah'a menn olup bu imanlarının menfeati ancak kendilerine ait olduğunu ve menfeatı kendine ait olan şeyi Resulüllah üzerine ta'dadları lâyık olmadığını Cenab-ı Hak bu âyette beyanla a'râbm şu hareketlerinin gayet çirkin olduğuna da işaret buyurmuştur. Çünkü imanda iki şeref vardır : Birincisi; Allahü Tealâ'yı şirkten tenzihtir. İkincisi; mümin olan kimsenin cehl-i alallah beliy-yesinden kurtulmasıdır. A'râbilerin bu iki şereften hiç birisini aramaksızın islâm olduklarını ilânla hemen dünyaca bir mükâfat beklemeleri gayet cahilane bir muameledir. Binaenaleyh; mümin olan kimse şeref-i imanla müşerref olduğuna şükürle rızaullahdan başka bir şey düşünmez. Eğer düşünürse a'râbîler gibi en âlî olan bir şerefi en hasîs olan emval-i dünyaya vesile kılmak denâetini irti-kabtan başka bir şey kazanamaz.
Fahri Râzi'nin beyanı veçhile Allahü Tealâ'nm bunlara hidayeti; imanın delâilini ve tanklarını göstermektir. Binaenaleyh; Cenab-ı Hakkın şu beyan olunan suretle bunları hidayette kılmasından onların ihtida etmeleri lâzım gelmez. Çünkü; Allahü Tealâ imanın tarîkini Kur'an'da herkese gösterdi, lâkin müşahede olunduğu veçhile imanın tarîkma sulukla ihtida edenler etmeyenlere nisbetle gayet azdır. Eğer hidayette kılmakla yani yol göstermekle o yola sülük etmek lâzım gelse herkesin ihtida etmesi lâzım gelirdi. Halbuki nefselemirde ihtida etmiyenler çoktur.[16]
Vacip Tealâ (Benî Esed) kabilesinden hilâf-ı vaki olarak imanlarını haber verenlerin bâzı ef'al-i gayrı lâyıkalarını beyandan son ra «iman ettik» sözlerinde sadık olmadıklarını beyan etmek üzere :
Allahü Tealâ semâvât ve arzın hafâyâsım bilir, Allahü Tealâ mellerinizi görür.]
Yani; Allahü Tealâ gerek âlem-i ulvî, gerek âlem-i süflinin se-rairini bildiğinden Allahü Tealâ'dan hafî bir şey olamaz. Çünkü Allah'ın ilmi; her şeyi muhittir. Binaenaleyh; gerek suret-i âleni-yede, gerek suret-i hafiyede işlemiş olduğunuz amellerinizin cümlesini Allahü Tealâ görücü ve bilicidir. Şu halde nasıl oluyor ki siz kalbinizde olan esrarınızın hilâfına ihbara cür'et ederek biz iman ettik dersiniz? Allahü Tealâ allâmülguyûbtur. Binaenaleyh; sizin kalbinizde olan nifakı bilir ve tevbe etmediğiniz taktirde amelinize göre mücazaat eder.[17]
[1] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 13/5478-5480
[2] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 13/5480-5485
[3] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 13/5485-5487
[4] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 13/5487
[5] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 13/5487-5490
[6] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 13/5490-5493
[7] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 13/5493-5494
[8] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 13/5494-5495
[9] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 13/5495-5497
[10] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 13/5497-5499
[11] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 13/5499-5501
[12] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 13/5501-5505
[13] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 13/5505-5509
[14] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 13/5509-5510
[15] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 13/5510-5511
[16] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 13/5511-5512
[17] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 13/5512-5513