Mükerreme'de nazil
olan sûrelerdendir. Beş âyeti câ-
[Bij^jdin mi yâ
Ekrem-er Rusül! Rabbin ashab-ı file ne işledi?]
Yani; ey Habibim! Sözüne
itimad ettiğin kimselerden hususi ve sair efrad-ı nastan tevatür suretiyle
umumi işitmek vasıtasıyla gözünle görmüş gibi sen bilmedin mi Rabbin Tealâ
ashab-ı fîle ne yaptı?
Fahri Râzi'nin
beyanına nazaran vak'a-i fil şöyle başlamıştır : Habeş Meliki (Necaşi)
tarafından Yemen Jde vali olan (Ebrehe) huccac-ı Kâ'be'den menetmek için
Yemen'de (San'a) beldesinde gayet müzeyyen bir kilise bina ederek ahaliyi o
kiliseyi ziyarete cebre başlayınca Arabın (Benî Kenane) kabilesinden bir kimse
kiliseyi tenha bulduğu bir zamanda içine tagavvut ederek bırakır, kaçar. Ebrehe
bu vak'aya hiddetlenir. Kâbe-i Muazzama'yı yıkmak ve Araplardan intikam alm'ak
üzere (Mahmud) isminde bir fil önde ve on iki fil de arkada mükemmel bir
orduyla Mekke üzerine yürürler, bir konak mesafeye geldiğinde Resulullah'ın
ceddi Ab-dülmuttalib'in iki yüz devesini Ebrehe zaptettiğinden Abdülmutta-lib
Ebreh'e'ye gelip develerim isteyince Ebrehe «Ben Kabe'yi yıkmaya geldim, Kabe
ise-sizin melceinizdir. Onu istemeyip de böyle ehemmiyeti olmayan develeri
istemenize taaccüb ederim» demesi
üzerine Abdülmuttalib kemâl-i mehabet,
vakar ve sükûnetle «Ben * develerin sahibiyim. Binaenaleyh; develeri isterim.
Kabe'nin sahibi f var. Onu muhafaza eder» deyince Ebrehe'nin vücuduna lerze düşer.
Abdülmuttalib Ebrehe'nin yanından avdet eyler ve Kabe'nin huzurunda Allahü
Tealâ'ya duâ eder. Bunun üzerine Ebrehe'nin helâkiyle neticelenen vukuatı
Cenab-ı Hak bu sûrede resulüne beyan buyurur. Gerçi vukuat Resulullah'm
dünyaya tulûundan elli dört gün evvel olmuşsa da şu vukuat Araplar arasında
mütevatir ve meşhur olduğundan Resulullah'm gözüyle görmüş gibi malûm olduğu
cihetle Üm-i yakînle bilmiş derecesinde
olduğuna işaret için makamında varid
olmuştur. Yani «Görmüş gibi bir ilimle bilmedin mi? Elbette bildin», demektir.
Çünkü hemze; istifham-ı inkârı olduğundan nefyi inkâr müspeti takrir olduğu
cihetle rnxmâ-y% âyet: [Sen bilmedin mi? Elbette bildin] demektir.
Birşey üzerine
istidlal o şeyin keyfiyetiyle olup zatıyla olmadığından bu kıssada taaccüp ve
hayrete şayan olan vukuatın keyfiyeti olduğuna.işaret için lâfzı varid
olmuştur.
Ashab~ı fîl vukuatını
halik olan Vacip Tealâ olduğu halde halikın isimleri içinden Rab lâfzının
Resulullaha muzaf kılınması Re-sulullah'a ta'zim için olduğu gibi Kureyş
kavmine de ta'rizdir. Yani «Ashab-ı fili ihlâk eden senin Rabbindir. Nasıl ki
ashab-ı fili ih-lâk ettiyse senin düşmanlarını da ihlâk edecek)) demek
olduğundan Resulullah'm düşmanları üzerine galebe edeceğini vaadi ve
muzaf-feriyetini tebşiri mut azaminindir.[1]
Vacip Tealâ ashab-ı
fîle yapmış olduğu fiiline icmalen işace; ettikten sonra tafsil etmek üzere
buyuruyor.
[Rabbin Tealâ onların
hilelerini zayi kılmadı mı?]
Yani; Kabe'yi yıkmak
niyetiyle Yemen'den Mekke üzerine yürüyen Ebrehe ve başında bulunan vüzera ve
askerinin hilelerini Rabbin Tealâ zayi kılıp neticesiz bırakmadı mı?. Elbette
onlarır sa'ylarım iptal ile neticesiz bıraktı.
Fahri Râzi'nin beyanı
veçhile keyd ; .gizli olarak âhara mazarrat kasdetmektir. Şu halde her ne kadar
Ebrehe'nin Kabe'ye su-ukasdettiği meydandaysa da Ebrehe'nin asıl maksadı
Kabe'nin şerefini Yemen'e nakletmek, halk nazarında fendine bir hisse-i şeref
ayırmak ve bu cihetle Arapların şerefini kırmak olduğundan kalbinde maksad-ı
asli gizli olup hasedinden neşet ettiği cihetle gizli kasdettiği mazarrat
açıkta gösterdiği Kabe'yi yıkmaktan daha eşed olduğuna işaret için bu gizli
hilesinden keyd tâbir olunmuştur. Tadlil; birşeyi zayi kılmak ve iptal etmek
manasınadır. Şu halde raanâ-yı nazım: [Ya Ekrem-er Rusül! Senin Rabbin Tealâ
ashab-ı filin Arap kabilesine hasetlerinden naşı kas-detmiş oldukları mazarratı
izale etmek suretiyle hilelerini zayi ve batıl kılmadı mı?] demektir.[2]
Vâcip Tealâ Ebrehe'nin
Kabe'ye olan suikasdınm zayi olduğunu beyandan sonra ziyam keyfiyetini beyan
etmek üzere buyuruyor.
[Rabbin Tealâ ashab-ı
fîl üzerine fevc fevc kuşları gönderdi ki o kuşların herbiri onlara çamurdan
yapılıp ateşte pişmiş gibi sert çakıllar atarlardı.]
Yani; ashab-ı fîlin
sa'yları nasıl zayi olmasın? Elbette zayi olur. Zira; Rabbin Tealâ onları ihlâk
için üzerlerine müteferrik cemaat olarak birtakım kuşlar gönderdi ki o kuşlar
balçıktan yapılmış taşları ashab-ı fîl üzerine atarlardı, o taşlarla onlar
helak olmuşlardır.
Fahri Râzi'nin ve
Ebussuud Efendi'nin beyanları veçhile ebabil;
cemaât-ı müteferrika manasınadır, kesret manâsım da mutazammmdır. Çünkü; kahr-ı
İlâhî olarak ashab-ı fîl üzerine gönderilen kuşların asker taburları, bölükleri
vo takımları gibi müteferrik surette fevc fevc ve takım takım Ebrehe'nin
askeri üzerine hücumla taşları attıkları mervidir ve ebabil lâfzı da aynı
manâyı ve sureti ifade etmektedir.
lâfzındaki tenvinin
ta'zim irin olmak ihtimali varsa da tahkir için olması makama daha münasiptir.
Çünkü; o zamanda Ebrehe gibi cesim ve muntazam bir orduya ve kuvvete malik
olan bir zalim gaddarı ufacık hakir bir kuş cemaâtıyla ihlâk etmek küdret-i
İlâhî'yenin bedayiine daha ziyade delâlet ettiği cihetle tenvinin tahkir için
olması evlâdır. Kuşların attığı taşlara gelince; çamurla ufacık taşlardan
yoğurulmuş ve kiremit gibi pişmiş gayet sert kurşun gibi dokunduğu.yeri deler
taşçıklardır ve her kuşun ağzında bir, ayağında iki tane mevcut olup taşların
kime isabet edeceği üzerlerinde yazılıydı. Binaenaleyh; bir tanesi yalnız bir
kâfire isabetle helak eder ve neresine isabet etse deler, öbür taraftan çıkar
ye musab olan kâfirlerin derhal terk-i hayat ederek canı Cehennem'e giderdi.
Her taşın üzerinde kimin ismi yazılıysa o taş ona isabet edip başkasına isabet
etmediği ve taşların cesameti mercimekten büyük ve nohuttan küçük olduğu
mervidir.[3]
Vacip Tealâ kuşların
taşları attığım beyandan sonri atılması üzerine hasıl olan neticeyi beyan etmek
üzere buyuruyor.
[Kuşların taşları
atması üzerine Rabbin Tealâ onları yenmiş ekin çöpü gibi kıldı.]
Yani; Ebrehe'nin
askerini ihlâk için Allah'ın gönderdiği kuşlar taşları ashab-ı fîl üzerine
atınca Rabbin Tealâ onları hayvanatın yemiş olduğu ekin çöplerinden hasıl olan
anızlar misilli yere serilmiş kıldı ki anızların rüzgârla savrulup heba olduğu
gibi ashab-ı fîl dahi heba olmuştur.
Bu kadar küçük
taşlarla insanların helaki uzak birşey değildir. Çünkü tüfekten çıkarı ufacık
saçmanın insanı itlaf ettiği her zaman görülmektedir.
İşte bu sûre-i
celilede beyan olunduğu veçhile Ebrehe askeriyle beraber Mekke'nin yakınında
(Mağmasa) denilen mahalle geldiğinde gazab-ı İlâhı zuhur ederek Ebrehe ve
askeri bu kuşların attığı taşlar Vasıtasıyla helak olmuşlardır. Kuşların hangi
canipten zuhur ettiğinde ihtilâf varsa da esah olan Yemen tarafından zuhur
etmiştir. Bu vak'a tabiiyyunu tamamıyla reddeder. Çünkü; onlar ürnem-i
salifenin helaklerine badi olan zelzele, tufan ve saika gibi şeyleri akl-ı
selimin kabul edemeyeceği birtakım batıl te'vilâtla te'vil ederler, lâkin bu
vak'a hakkmda Öyle bir te'vil yürütmek imkânı yoktur. Zira; evvel görülmedik
bir nevi kuşun o kavme mahsus olarak mezkûr mahalde ve zamanda zuhur
edivermesi ve her birinde üçer taş bulunması ve taşların herbirinde kime
atılacağı yazılı olması o kadar küçük kuşun attığı ufacık taşla büyük büyük
insanların derhal helak olması ancak fâil-i muhtarın ve kadir-i Kayyum'un
yapacağı şeydir, yoksa tabiatın yapacağı, hile ve desiseyle olacak birşey
değildir ve her akl-ı selim de bunu teslim eder, şu vak'amn vukuuysa muhakkak
olup inkârı kabil değildir. Zira; bu sûre nazil olduğunda Mekke'de vak'ayı
bizzat müşahede edenlerden hal-i hayatta birçok kimseler olduğu halde velev
müşriklerden olsun sûrenin mazmunu olan vak'ayı inkâr eden olmamıştır.[4]
[1] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 15/6568-6569
[2] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 15/6569-6570
[3] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 15/6570-6571
[4] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal
Neşriyat: 15/6571-6572