SURE-İ FÎL.. 2


SURE-İ FÎL

 

Mükerreme'de nazil olan sûrelerdendir. Beş âyeti câ-

[Bij^jdin mi yâ Ekrem-er Rusül! Rabbin ashab-ı file ne iş­ledi?]

Yani; ey Habibim! Sözüne itimad ettiğin kimselerden hususi ve sair efrad-ı nastan tevatür suretiyle umumi işitmek vasıtasıyla gözünle görmüş gibi sen bilmedin mi Rabbin Tealâ ashab-ı fîle ne yaptı?

Fahri Râzi'nin beyanına nazaran vak'a-i fil şöyle başlamıştır : Habeş Meliki (Necaşi) tarafından Yemen Jde vali olan (Ebrehe) huccac-ı Kâ'be'den menetmek için Yemen'de (San'a) beldesinde gayet müzeyyen bir kilise bina ederek ahaliyi o kiliseyi ziyarete cebre başlayınca Arabın (Benî Kenane) kabilesinden bir kimse kiliseyi tenha bulduğu bir zamanda içine tagavvut ederek bırakır, kaçar. Ebrehe bu vak'aya hiddetlenir. Kâbe-i Muazzama'yı yıkmak ve Araplardan intikam alm'ak üzere (Mahmud) isminde bir fil ön­de ve on iki fil de arkada mükemmel bir orduyla Mekke üzerine yürürler, bir konak mesafeye geldiğinde Resulullah'ın ceddi Ab-dülmuttalib'in iki yüz devesini Ebrehe zaptettiğinden Abdülmutta-lib Ebreh'e'ye gelip develerim isteyince Ebrehe «Ben Kabe'yi yık­maya geldim, Kabe ise-sizin melceinizdir. Onu istemeyip de böyle ehemmiyeti olmayan develeri istemenize taaccüb ederim»  demesi üzerine Abdülmuttalib kemâl-i mehabet, vakar ve sükûnetle «Ben * develerin sahibiyim. Binaenaleyh; develeri isterim. Kabe'nin sahibi f var. Onu muhafaza eder» deyince Ebrehe'nin vücuduna lerze dü­şer. Abdülmuttalib Ebrehe'nin yanından avdet eyler ve Kabe'nin huzurunda Allahü Tealâ'ya duâ eder. Bunun üzerine Ebrehe'nin helâkiyle neticelenen vukuatı Cenab-ı Hak bu sûrede resulüne be­yan buyurur. Gerçi vukuat Resulullah'm dünyaya tulûundan elli dört gün evvel olmuşsa da şu vukuat Araplar arasında mütevatir ve meşhur olduğundan Resulullah'm gözüyle görmüş gibi malûm olduğu cihetle Üm-i   yakînle bilmiş derecesinde olduğuna işaret için makamında varid olmuştur. Yani «Gör­müş gibi bir ilimle bilmedin mi? Elbette bildin», demektir. Çünkü hemze; istifham-ı inkârı olduğundan nefyi inkâr müspeti takrir ol­duğu cihetle rnxmâ-y% âyet: [Sen bilmedin mi? Elbette bildin] de­mektir.

Birşey üzerine istidlal o şeyin keyfiyetiyle olup zatıyla olma­dığından bu kıssada taaccüp ve hayrete şayan olan vukuatın key­fiyeti olduğuna.işaret için lâfzı varid olmuştur.

Ashab~ı fîl vukuatını halik olan Vacip Tealâ olduğu halde ha­likın isimleri içinden Rab lâfzının Resulullaha muzaf kılınması Re-sulullah'a ta'zim için olduğu gibi Kureyş kavmine de ta'rizdir. Ya­ni «Ashab-ı fili ihlâk eden senin Rabbindir. Nasıl ki ashab-ı fili ih-lâk ettiyse senin düşmanlarını da ihlâk edecek)) demek olduğundan Resulullah'm düşmanları üzerine galebe edeceğini vaadi ve muzaf-feriyetini tebşiri mut azaminindir.[1]

 

Vacip Tealâ ashab-ı fîle yapmış olduğu fiiline icmalen işace; ettikten sonra tafsil etmek üzere buyuruyor.

[Rabbin Tealâ onların hilelerini zayi kılmadı mı?]

Yani; Kabe'yi yıkmak niyetiyle Yemen'den Mekke üzerine yü­rüyen Ebrehe ve başında bulunan vüzera ve askerinin hilelerini Rabbin Tealâ zayi kılıp neticesiz bırakmadı mı?. Elbette onlarır sa'ylarım iptal ile neticesiz bıraktı.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile keyd ; .gizli olarak âhara mazarrat kasdetmektir. Şu halde her ne kadar Ebrehe'nin Kabe'ye su-ukasdettiği meydandaysa da Ebrehe'nin asıl maksadı Kabe'nin şerefini Yemen'e nakletmek, halk nazarında fendine bir hisse-i şe­ref ayırmak ve bu cihetle Arapların şerefini kırmak olduğundan kalbinde maksad-ı asli gizli olup hasedinden neşet ettiği cihetle giz­li kasdettiği mazarrat açıkta gösterdiği Kabe'yi yıkmaktan daha eşed olduğuna işaret için bu gizli hilesinden keyd tâbir olun­muştur. Tadlil; birşeyi zayi kılmak ve iptal etmek mana­sınadır. Şu halde raanâ-yı nazım: [Ya Ekrem-er Rusül! Senin Rabbin Tealâ ashab-ı filin Arap kabilesine hasetlerinden naşı kas-detmiş oldukları mazarratı izale etmek suretiyle hilelerini zayi ve batıl kılmadı mı?] demektir.[2]

 

Vâcip Tealâ Ebrehe'nin Kabe'ye olan suikasdınm zayi olduğu­nu beyandan sonra ziyam keyfiyetini beyan etmek üzere buyuruyor.

[Rabbin Tealâ ashab-ı fîl üzerine fevc fevc kuşları gönderdi ki o kuşların herbiri onlara çamurdan yapılıp ateşte pişmiş gibi sert çakıllar atarlardı.]

Yani; ashab-ı fîlin sa'yları nasıl zayi olmasın? Elbette zayi olur. Zira; Rabbin Tealâ onları ihlâk için üzerlerine müteferrik cemaat olarak birtakım kuşlar gönderdi ki o kuşlar balçıktan ya­pılmış taşları ashab-ı fîl üzerine atarlardı, o taşlarla onlar helak olmuşlardır.

Fahri Râzi'nin ve Ebussuud Efendi'nin beyanları veçhile ebabil; cemaât-ı müteferrika manasınadır, kesret manâsım da mutazammmdır. Çünkü; kahr-ı İlâhî olarak ashab-ı fîl üzerine gönderilen kuşların asker taburları, bölükleri vo takımları gibi mü­teferrik surette fevc fevc ve takım takım Ebrehe'nin askeri üzerine hücumla taşları attıkları mervidir ve ebabil lâfzı da aynı manâyı ve sureti ifade etmektedir.

lâfzındaki tenvinin ta'zim irin olmak ihtimali varsa da tahkir için olması makama daha münasiptir. Çünkü; o zaman­da Ebrehe gibi cesim ve muntazam bir orduya ve kuvvete malik olan bir zalim gaddarı ufacık hakir bir kuş cemaâtıyla ihlâk etmek küdret-i İlâhî'yenin bedayiine daha ziyade delâlet ettiği cihetle tenvinin tahkir için olması evlâdır. Kuşların attığı taşlara ge­lince; çamurla ufacık taşlardan yoğurulmuş ve kiremit gibi pişmiş gayet sert kurşun gibi dokunduğu.yeri deler taşçıklardır ve her ku­şun ağzında bir, ayağında iki tane mevcut olup taşların kime isabet edeceği üzerlerinde yazılıydı. Binaenaleyh; bir tanesi yalnız bir kâfire isabetle helak eder ve neresine isabet etse deler, öbür taraf­tan çıkar ye musab olan kâfirlerin derhal terk-i hayat ederek canı Cehennem'e giderdi. Her taşın üzerinde kimin ismi yazılıysa o taş ona isabet edip başkasına isabet etmediği ve taşların cesameti mer­cimekten büyük ve nohuttan küçük olduğu mervidir.[3]

 

Vacip Tealâ kuşların taşları attığım beyandan sonri atılması üzerine hasıl olan neticeyi beyan etmek üzere buyuruyor.

[Kuşların taşları atması üzerine Rabbin Tealâ onları yenmiş ekin çöpü gibi kıldı.]

Yani; Ebrehe'nin askerini ihlâk için Allah'ın gönderdiği kuş­lar taşları ashab-ı fîl üzerine atınca Rabbin Tealâ onları hayvanatın yemiş olduğu ekin çöplerinden hasıl olan anızlar misilli ye­re serilmiş kıldı ki anızların rüzgârla savrulup heba olduğu gibi ashab-ı fîl dahi heba olmuştur.

Bu kadar küçük taşlarla insanların helaki uzak birşey değildir. Çünkü tüfekten çıkarı ufacık saçmanın insanı itlaf ettiği her zaman görülmektedir.

İşte bu sûre-i celilede beyan olunduğu veçhile Ebrehe askeriyle beraber Mekke'nin yakınında (Mağmasa) denilen mahalle geldiğin­de gazab-ı İlâhı zuhur ederek Ebrehe ve askeri bu kuşların attığı taşlar Vasıtasıyla helak olmuşlardır. Kuşların hangi canipten zu­hur ettiğinde ihtilâf varsa da esah olan Yemen tarafından zuhur etmiştir. Bu vak'a tabiiyyunu tamamıyla reddeder. Çünkü; onlar ürnem-i salifenin helaklerine badi olan zelzele, tufan ve saika gibi şeyleri akl-ı selimin kabul edemeyeceği birtakım batıl te'vilâtla te'vil ederler, lâkin bu vak'a hakkmda Öyle bir te'vil yürütmek im­kânı yoktur. Zira; evvel görülmedik bir nevi kuşun o kavme mah­sus olarak mezkûr mahalde ve zamanda zuhur edivermesi ve her birinde üçer taş bulunması ve taşların herbirinde kime atılacağı yazılı olması o kadar küçük kuşun attığı ufacık taşla büyük büyük insanların derhal helak olması ancak fâil-i muhtarın ve kadir-i Kayyum'un yapacağı şeydir, yoksa tabiatın yapacağı, hile ve desi­seyle olacak birşey değildir ve her akl-ı selim de bunu teslim eder, şu vak'amn vukuuysa muhakkak olup inkârı kabil değildir. Zira; bu sûre nazil olduğunda Mekke'de vak'ayı bizzat müşahede eden­lerden hal-i hayatta birçok kimseler olduğu halde velev müşrikler­den olsun sûrenin mazmunu olan vak'ayı inkâr eden olmamıştır.[4]



[1] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal Neşriyat: 15/6568-6569

[2] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal Neşriyat: 15/6569-6570

[3] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal Neşriyat: 15/6570-6571

[4] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal Neşriyat: 15/6571-6572