Kur'an-ı Azim'in İncelenmesinin Önemi
Kur'an-ı Kerim Hazreti Muhammed (s.a.v.)'in Ebedi Bir Mucizesidir
Kur'an'-ı Kerim'ın Muciz Olmasının Mânâsı
Kur'an-ı Kerim'in Muciz Olması Ne Zaman Gerçekleşir
Kur’an'ın Meydan Okumadaki Üslubu
Kur'an, Meydan Okumasına Karşı Geleni Defeder
Kur'an İle, Müsabaka Yapacakların Önünde (Herhangi) Bir Engelin Bulunmaz
Kur'an'ın Muciz Olmasının Misali
Kur'an'ın Muciz Olması Ne İle Sabit Olur?
Kur'an-ı Kerim’in Muciz Olması Hakkında Alımlerin Görüşleri
Kur'an-ı Kerîm'in Muciz Olmasının Sebebleri
Kur'an Üslubunun Özelliklerini Açıklayan Misaller
Kur’an’ın Mükemmel Olarak Koymuş Olduğu İlahi Kanunlar
Hayatın Gerçeklerinden Bazi Misaller
Kur'an'ın Gaiblerden Haber Vermesi
Kur'an-ı Kerîm'in Yeni İlimle Çatışmaması
1- Kainatın Bir Bütün Halinde Yaratılışı
7- Rüzgarlar Vasıtasıyla Aşılama
9- İnsanların Parmak İzlerinin Değişik Olması
Kur'an-ı Kerim'in Vaadini Yerine Getirmesi
Kur'an-I Kerim'in İlimleri Ve Marifetleri
Yahudilikte Akide (İnanç) Sistemi
Hristiyanlıkta Akidh (İnanç) Sistemi
Kur'an-I Kerim'în Beşerin İhtiyaçlarına Cevap Vermeye Yeterli OlmasI
Kur'an-I "Kerim'in" Kalplerdeki Tesiri
Kur'an-I Kerim'în Tenakuzdan Uzak Olması
Sırfayı Söyleyenin Şüphesinin Giderilmesi
Kur'an-I Kerim'in Benzerini Yazmak İsteyen Oldumu
Kur’an’ın Muciz Olması Hakkındaki Şüpheler Ve Bu Şüphelere Cevaplar
"Tefsir Bid -Diraye " Veya Tefsir Bir -Rey
Müfessirin Muhtaç Olduğu İlimler
"Tefsir Bir-Rey’in Caiz O lup Olmamasında Alimlerin Sözleri
"Tefsir Bir- Rey’ Men Edenlerin Delilleri
"Tefsir Bir Rey’iCaiz Görenlerin Delilleri
"Tefsîr Bi'r-Re’y’’i Menedenlerin Delillerinin Reddedilmesi
Îşarî Tefsir Ve Garâib-i Tefsir
İşari Tefsir Hakkinda Alimlerin Görüşleri
Zerkeşî'nin " El-bürha n' İsimli Eserindeki Sözü
Nesefi İle Taftazani'nin Sözleri
Suyut'inın "El İtkan'-' İsimli Eserîndeki Sözleri
İşarı Tefsir Hakkinda Gelmiş Olan Hadisin Mânâsı
İşarı Tefsirin Kabul Edilmesinin Şartları
Şeyh Zerkanî'nin Kıymetli Sözleri
Hüccetü’l-İslam Gazali’nin Sözleri
Fasid Olan İşarî Tefsirden Misaller
Tefsirin Ğariblerine Dair Misaller
Şiî'lerin Tefsirinden Örnekler
"Şiîlerden İsnaaşerîyye'nin Tefsirlerinden Örnekler
Şiîlerden Sebeiyye'nîn Tefsirlerinden Örnekler
B atıniyy’enin Tefsirlerinden Örnekler
Batıniler Birçok Fırkalara Ayrılmıştır Biz Onların En Mühimlerint Zikredeceğiz
Batıniyye'nin Tefsirlerinden Örnekler
Me'sur (Rivayet) Tefsir Kitaplarının Açıklanması
DİRAYET [KV'Y) TEFSİR KİTAPLARININ AÇIKLANMASI
DİRAYET (RL/Y, TfıfMR KİTAP LAKININ İ:N MEŞHURLAR!
HÜKÜM AYETLERİNİN EN MEŞHUR TEFSİR KİTAPLARI
İşri Tefsir Kitaplarının En Meşhurları
MUTEZİLE VE ŞlA TEFSİR KİTABLAR1NIN EN MEŞHURLARI
Son Asırdaki En Meşhur Tefsir Kitapları
Kur'an'da Arapça Olmayan Lafızlar(Kelimeler) Var Mıdır?
Kur'an'ın Tercüme";Edilmesi Bahsi Tercümenin Manası
Kur'an'ın Harfi Tercümesi Caiz Midir?
Kur'an'ın Mânasının Tercüme: Edîlmesi
KUR'AN'IN YEDİ HARF ÜZERİNE İNMİŞ OLMASI VE MEŞHUR KIRAATLER
Kur’anın Yedi Harf Üzerine İnmiş Olmasının Delilleri
Kur'an'ın Yedi Harf Üzere İnmiş Olmasının Hikmeti
Muhakkik İbn-İ Cezeri Demiştir ki
Kur'an'ın Yedi Harf Üzerine". İnmiş Olmasının" Mânâsı
Alimlerin Hadisi Şerifte Zikredilen Yedi Harf’in Mânâsındaki İhtilafları
Yedi Harf Şimdiki Mushaflarda Mevcut mudur?
Zerkanî " Menahilü'l-İrfan" İsimli Eserinde Şöyle Demiştir
Taberi'nîn Görüşünün Münakaşası
Bu Konu Üzerine Gelen Bazı Şüpheler Ve Bu Şüphelerin Cevapları
Sahabe Devrinde Kura Var Mıydı?
Kıraatların Sayısı Veçeşitleri
İlk Defa Kıraatlar Hakkında Kitap Yazanlar
Yedi Kıraat Ne Zaman Şöhret Kazanmıştır?
Kıraatlar Ne Zaman Tedvin Ediımlştir?
Yedi Kıraat İmamları Ve Ravîleri
Haramı, helali açıklayan, herşeyi beyan eden, mü'minlere doğru yolu gösteren, bir rehber ve rahmet olan Kur’an-ı Azim'i indiren Allah Teala'ya hamdü senalar olsun.
Alemlere rahmet olarak gönderilmiş olan peygamberlerin ve nebilerin en şereflisine ve onun hidayet güneşleri, irfan yıldızları olan âline ve ashabına ve onlara kıyamete kadar güzellikle uyanlara çok çok salat ve selam olsun.
Hiç şüphe yok ki, Kur'an-ı Azim, Hazreti Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğinin doğruluğunu dile getiren devamlı delili ve ebedî bir mucizesidir. Çünkü Kur'an-ı Azim'in, hiçbir kimseden ilim öğrenmemiş olan, kitab ehli alimlerinin hiçbirisiyle ilişkisi olduğu bilinmeyen, bununla birlikte ümmî yani okuma yazma bilmeyen bu peygambere indirilmiş olması ilahî bir vahiy olduğunun kesin delilidir.
Benzerini getirmekten insanların aciz kaldığı bu Kur'an-ı Kerim'i okuma yazma bilmeyen Resulullah (s.a.v.)'ın getirmesi: bu Kur'an-ı Kerim'in alemlerin Rabbi tarafından indirilmiş bir vahiy olmasının açık ve kesin bir delilidir. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
"Sen daha önce bir kitaptan okumuş ve elinle de onu yazmış değildin, öyle olsaydı batıl söze uyanlar şüpheye düşerlerdi. Hayır, Kur'an kendilerine ilim verilenlerin gönüllerinde yerleşen apaçık ayetlerdir. Ayetlerimizi zalimlerden başka kimse bile bile inkâr etmez." (Ankebut: 29/48-49)
Allah Teala'dan bu kitabı rızasına uygun kılmasını bununla mü'min kardeşlerimi faydalandırmasını kıyamet gününde azığımız olması için Kur'an-ı Kerim'le salih amel yapmaya bizi muvaffak kılmasını niyaz ederiz. Nitekim Teala Hazretleri şöyle buyurmaktadır:
"O gün mal, çocuklar fayda vermez, ancak temiz bir kalble Allah'a gelen müstesna." (Şuara: 26/88-89)[1]
Tefsir ilmi, "Kur'an ilimlerî'ne kısaca değinmemizi ve bu şanlı Kur'an'la ilgili üstün gayretleri, geniş çalışmaları, yaygın araştırmaları bilmemizi gerektirir. Bu çalışmaların hepsi şanlı Kur’an'ın hizmet yolunda bayraklaşmış büyük alimlerin elleriyle gerçekleşmiştir. Bu alimler, Kur'an-ı Kerim'in indirildiği asırdan bu güne kadar bu yüce mirası ve kıymetli hazineyi koruma yolunda ömürlerini tüketmişler, sonra Allah Teala'mn huzuruna gitmişler ve bize yılların ve zamanların geçmesiyle kaynağı kurumayan, incileri bitmeyen büyük bir ilmî servet bırakmışlardır. Kur'an-ı Kerim hakkında eski ve yeni bu kadar bol çalışmalara rağmen yine Kur'an-ı Kerim zengin bir deniz olarak bakî kalmıştır. Bu denizin derinliklerine dalarak büyük ve küçük incilerini çıkaracak alimlere muhtaçtır.
Kur'an-ı Kerim'i tarif etmede, onun güzelliklerini ve faziletlerini açıklamada fesahatçilar, belağatçılar, hikmetli söz söyleyenler ve şairler yarış etmişlerdir. Fakat Kur'an-ı Kerim’i risalet sahibi Abdullah'ın oğlu Hazreti Muhammed (s.a.v.)'den daha güzel ve daha üstün tarif eden bulunmamıştır.
Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
"Allah'ın kitabına (sanlın). Sizden öncekilerin tarihi, sizden sonrakilerin haberi ve aranızdaki meselelerin hükmü ondadır. O, (hakla batılı birbirinden ayıran) kesin bir hükümdür, saçma değildir. Her kim zorbalığından ötürü onu bırakırsa Allah onu(n belini) kırar. Her kim hidayeti ondan başkasında ararsa Allah onu saptırır. O, Allah'ın sapasağlam ipidir. O, hikmet dolu sözlerdir. O, hakka giden dosdoğru yoldur. O, arzu ve isteklerin kendisini hakikatten saptıramadığı, dillerin kendisine benzemediği, alimlerin kendisinden doymadığı, çok tekrarlanmaktan eskimeyen, acaibi (hayranlık veren tarafları) bitmeyen bir kitaptır. O, öyle bir kitaptır ki cinler onu dinlediği zaman: "Gerçekten biz şaşılacak bir Kur'an dinledik doğruya götürüyor ve ona derhal iman ettik" (Cin: 72/1) demekten kendilerini alamadılar. Kim onun dediğini söylerse doğruyu söylemiş olur. Kim onunla amel ederse sevap kazanmış olur. Kim onunla hükmederse adalet göstermiş olur, kim ona davet ederse doğru yola hidayet edilmiş olur."[2]
Kur'an ilimleriyle, şanlı ve ebedî olan bu kitapla alakalı konular kasdedilmektedir. Şöyle ki: inmesinden, toplanmasından, tertibinden, yazılmasından, inmesinin sebeplerinin bilinmesinden, Mekke devrinde, Medine devrinde inmesinden, nasihin, mensuhun, muhkem ve müteşabihin bilinmesinden veya direk olarak Kur'an-ı Azim'le alakalı veya dolaylı olarak Kur'an-ı Azim'le alakalı olan diğer bahisler kasdedilir.
Kur'an ilimlerini incelemekten maksad, Resulullah (s.a.v.)'den gelen açıklamanın, sahabe ve tabiinden -Allah onlardan razı olsun- nakledilen Kur'an ayetleri tefsirlerinin ışığı altında Allah Azze ve Celle'nin kelamını anlamak, müfessirlerin tefsirde takib ettikleri yolu ve uslublarını bilmek, müfessirlerin meşhurlarını açıklamak, müfessir'lerden her birinin özelliklerini ve tefsir şartlarını ve bu ilmîn diğer inceliklerini bilmektir. [3]
"Kur'an, Cibril-i Emin vasıtasıyla nebilerin ve peygamberlerin sonuncusuna indirilen, mushaflarda yazılı, bize tevatür yoluyla nakledilmiş, okunmasıyla ibadet edilen, Fatiha süresiyle başlayıp Nas süresiyle biten, beşerin benzerini getirmekten aciz kaldığı Allah kelamıdır."
Bu tarif alimlerin ve usûlcülerin üzerinde birleşmiş oldukları bir tariftir.
Allah Tebareke ve Teala Kur'an-ı Kerim'i ümmete kanun, insanlara doğru yolu gösteren bir rehber, Resulullah (s.a.v.)'in. doğruluğuna bir alamet, nebîliğine ve peygamberliğine kesin bir burhan, kıyamet gününe kadar devam edecek olan bir hüccet olsun diye indirdi. Bunların hepsi Kur'an-ı Kerim'in hikmet sahibi ve övülmeye layık olan Allah tarafından indirilmiş olduğuna şahitlik eder. Evet, Kur'an-ı Kerim, (kendisinin Allah tarafından indirilmiş olduğuna inanmayan) nesillere ve milletlere (benim benzerimi getirin diye) meydan okuduğu halde zamanların ve yılların geçmesine rağmen (benzeri getirilememiş ve getirilmesi de mümkün olmayan) ebedi bir mucizedir.
Allah mükafatını versin Şevkî ismindeki şair ne kadar güzel söylemiş:
"Peygamberlerin getirdikleri mucizeler vefatlarıyla yok olup gitmiştir.
Fakat (ey Muhammed Aleyhisselam!) Sen bitip tükenmeyen bir kitap getirdin,
Zaman geçtikçe ayetleri yenilenmektedir.
Devamlı kalmanın ve eskiliğin asaleti onun ayetlerini süslemektedir."[4]
Beşer Tarihinde ümmetlerden hiçbir ümmet kendi semavî kitabına, bu Ümmet-i Muhammed (s.a.v.)'in kendi kitabına gösterdiği itinayı göstermemiştir ve hiçbir mukaddes kitab, korunmada, gözetilmede, tazim ve hürmet edilmede Hazreti Muhammed (s.a.v.)'in ebedi mucizesi, tam hüccet ve bütün insanları hak yoluna davet eden şanlı kitap Kur'an-ı Kerim'in ulaştığı mertebeye ulaşamamıştır.
Kur'an-ı Azim'in bu yüksek dereceye ulaşmasına, Müslümanların kalblerinde büyük bir yer işgal etmesine şaşılmaz. Zira mukaddes kitap Kur'an-ı Kerim hadiselerle beraber yürüdüğü için bütün semavî kitabların önderi olmuştur. Kur'an-ı Kerim doğru yolu göstermede, insanların arasını düzeltmede, terbiyede, talimde, yükseklikte, şer'î kanun koymada, kendinden önceki nebilerin ve peygamberlerin getirdikleri bütün semavî kitablardan üstündür.
Allah'a yemin ederim ki; şu şiiri söyleyen şair ne kadar güzel söylemiştir:
"Allahü Ekber, Muhammed (s.a.v.)’in dini, en doğru yoldur. Kitabı ise söz cihetinden en sağlamıdır. Kur'an-ı Kerim'in yanında önceki semavi kitabların adlarını anmayınız, çünkü sabah oldu, kandil söndü." [5]
Allah Teala'nın, nebilerinin ve peygamberlerinin doğru olduklarını bildiren ve kendilerinin Aziz ve Kadir olan Allah tarafından gönderilmiş peygamber olduklarına delalet eden kesin hüccet ve burhanlarla açık delillerle ve hayrete düşüren mucizelerle te'yid edeceğine dair ezelî hikmeti geçmiştir.
Allah Tebareke ve Teala, peygamberimiz Hazreti Muhammed (s.a.v.)'e en büyük mucize olan Kur'an-ı Kerim'i tahsis etmiştir. Hiçbir eğri tarafı bulunmayan Arapça olarak nebisinin kalbine koymuş olduğu Kur'an, semavî bir vahiy ve Rabbani bir nurdur. Rasulullah (s.a.v.) onu gece ve gündüz tilavet ederdi.
Cenabı Hak Kur'an-ı Kerimle birçok nesli yokluktan diriltti, çünkü onlar ölüler safında bulunuyorlardı. Allah onlara Kur'an-ı Kerim'in nuruyla hayat verdi. Onlara en doğru yolu gösterdi, onları sapıklık çukurundan kurtarıp, insanlar için meydana çıkarılmış en hayırlı bir ümmet kıldı. Nitekim Allah Teala hazretleri: "Biz ölüyken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyeceği bir nur ihsan ettiğimiz kimse, karanlıklar içinde kalıp, bir türlü çıkamıyan gibi olur mu hiç? İşte kâfirlere yaptıkları işler böyle yaldızlı gösterilmektedir" (En'am: 6/122) buyurmuştur. Yemin ederim ki, Kur'an-ı Kerim birçok milletlere hayat verdi, toplumlar meydana getirdi, tarihin benzerini tanımadığı bir nesil oluşturdu, deve ve koyun çobanları olan Arapları ümmetlerin ve milletlerin efendileri yaptı. Onları dünyaya mâlik kıldı, onlar, insanların yaşadıkları en uzak yerlere hakim oldular. Bunların hepsi nebilerin ve peygamberlerin sonuncusu olan peygamberimiz Hazreti Muhammed (s.a.v.)'in mucizesi olan Kur'an-ı Kerim'in faziletinden dolayı olmuştur. Bu konuda şairlerin emiri şöyle sesleniyor:
"Ey Muhammed (s.a.v.)! Senin kardeşin Îsa Aleyhisselam bir ölüyü çağırdı, ölü onun için kalktı. Sen ise birçok nesilleri yoktan dirilttin."
Önce gelen peygamberlerin mucizeleri gönderildikleri asır ve zamana uygun olan hissi mucizelerdi. Hazreti Musa Aleyhisselamın mucizesi eli ve asasıydı. Çünkü Hazreti Musa Aleyhisselam sihirbazların çok olduğu, sihrin şöhret kazanmış olduğu bir zamanda gönderilmişti.
İsa Aleyhisselamın mucizesi ölüleri diriltmek, anadan doğma körü ve abraşı iyi etmek ve bazı bilinmeyenlerden haber vermek idi. Çünkü Hazreti İsa Aleyhisselam, hikmet ve tıb ilminin çok ilerlemiş ve birçok mütehassıs tabibler yetişmiş olduğu bir asırda gönderilmişti..
Meryem oğlu İsa Aleyhisselam hastaları iyi etmek, ölüleri diriltmek, anadan doğma körleri, dilsizleri ve sağırları iyi etmek gibi göstermiş olduğu mucizelerle zamanındaki tabibleri dehşete düşürmüş ve bunları yapmaktan onları aciz bırakmıştır.
Ben derim ki: Önce gelen peygamberlerin mucizeleri maddî ve hissi idi. Abdullah'ın oğlu Hazreti Muhammed (s.a.v.)'in mucizesi ise, ruhî ve aklî bir mucizedir.
Allah Teala, kalb ve akıl sahibleri onu görsünler, onun nuruyla aydınlansınlar, her zaman onun doğru yolunda yürüsünler diye, dünya durdukça devam edecek olan, ruhî ve akli bir mucize olan Kur'an-ı Kerim'i Resul-i Ekrem'e tahsis ve ihsan etmiştir.
Nitekim Rasulullah (s.a.v.): "Peygamberlerden hiçbir peygamber yoktur ki, ona beşerin benzerine iman edeceği (bir mucize) verilmiş olmasın. Hiç şüphesiz ki, bana ihsan buyrulan (en büyük mucize Allah'ın bana vahyettiği Kur'an (nıucizesi)'dir. Kıyamet günü bütün peygamberlerin, en çok ümmetlisi bulunmayı umarım" buyurmuştur.[6]
Evet, bu Kur'an-ı Kerim semavî bir vahiydir ki, .Allah Teala onu âlemlere bir nur ve bir rahmet olsun diye okuma yazma bilmeyen Rasulünün kalbine indirmiştir. İslamın ebedi bir mucizesi ve devamlı bir hücceti olan Kur'an-ı Kerim dünyanın ağzında Rasulullah (s.a.v.)'ın doğruluğuna, İslâmın büyüklüğüne ve bu dinin sonsuzluğuna şahadet eden bir delil olarak bulunmaktadır. Önceki peygamberlerin getirmiş oldukları hissi mucizeleri vefatlarından sonra kainatın hadiseleriyle beraber yok olup varlık âleminden silinmişlerdir. Onların varlıkları ancak Kut'an-ı Kerim'in haber vermesiyle bilinmektedir. Bu yüzden Kur'an-ı Kerim onlardan çok üstün oldu.
Söyleyen ne kadar güzel söylemiştir -Onun mükafatını Rabbim versin-:
"Peygamberlerin, getirdikleri mucizeleri yok olup gitti.
Fakat (Ey Muhammed Aleyhisselam!) senin getirdiğin kitap (kıyamete kadar) yok olmayacaktır.
Çünkü zaman uzadıkça onun ayeti kerimeleri yenileniyor,
Eskilik asaleti onun ayetlerini süslüyor."
Şiirde geçen "el-ayetü" mucize manasınadır.
Âllame Zerkani demiştir ki: "Bakışımızı Kur'an'a çevirelim: Kur'an-ı Kerîm birçok mucizeleri içine almış kendisi için ebedilik yazılmış, günlerin gitmesiyle gitmemiş, Rasulullah (s.a.v.)'in vefatıyla ölmemiştir. Bilakis dünyanın ağzında her yalanlıyan ile mücadele ve münakaşa etmektedir. Her inkarcıya meydan okumaktadır, kendisinde bulunan İslâm hidayetine ve insanoğlunun saadetine yeryüzünde bulunan bütün milletleri davet etmektedir. Bu açıklamadan İslâm peygamberi Hazreti Muhammed (s.a.v.)'in mucizeleri ile peygamber kardeşlerinin mucizeleri arasında büyük fark bulunduğu meydana çıkmıştır. Hazreti Muhammed (s.a.v.)'in yalnız Kur'an-ı Kerim'de binlerce mucizeleri vardır. Bu mucizelerden bugüne kadar istifade edildiği gibi bugünden sonra hatta Allah Teala'mn yere ve yeryüzünde bulunanlara varis oluncaya kadar istifa de edilecektir. Diğer peygamberlerin mucizelerinin ise sayıları bellidir, ömürleri kısadır, peygamberlerin vefat etmeleriyle onlar da ölmüşlerdir. Her kim o mucizeleri ararsa onları ancak geçmiş haberlerde bulur, geçmiş olan o mucizelere de ancak bu Kur'an-ı Kerim şahitlik yapar. İşte Kur'an-ı Kerim o mucizeleri haber vermesiyle semavi kitaplara, peygamberlere ve bütün sahih olan dinlere büyük bir ihsanda bulunmuş olur. Nitekim Teala Hazretleri: "Sana da (Ey Muhammed!) bu kitabı, kendinden önceki kitabları tasdikci ve onlar üzerine bir şalıit olarak hakla indirdik" (Maide: 5/48) ve: ''Peygamber kendisine Rabbinden indirilene (Kur'an'a) iman etti, Mü'minler de iman ettiler, hepsi Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine inandılar, "biz peygamberlerden hiçbirinin arasını ayırmayız" dediler" (Bakara: 2/285) buyurmuştur. Bundan dolayı peygamberlerin efendisi Rasulullah (s.a.v.)’in mucizesi, Hazreti Musa Aleyhisselam'ın yılana dönüşen asası gibi, içine atıldığında serin ve selamet olan İbrahim Halilullah'ın ateşi gibi, büyük bîr kayadan böğürerek çıkan Salih Aleyhisselam'ın devesi gibi, İsa Aleyhisselam'ın hastalan ve körleri iyi etmesi gibi, duyguları kamçılayan ve nefislere hakim olan hissî bir mucize değildir. Bilakis aklî ve ebedi bir mucizedir. Çünkü bu mucize peygamberliklerin sonuncusudur, dünya durdukça duracak, yeryüzünde insan bulundukça bakî kalacaktır.
Şeyh Muhammed el-Benna şöyle diyor: "Sahih hadis kitaplarında Kur'an-ı Kerim'den başka Rasulullah (s.a.v.)'in mübarek elinde birçok harikulade mucizeler meydana gelmiştir. Fakat Rasulullah (s.a.v.) bunlardan hiç biriyle peygamberliğini isbat için meydan okumamıştır.'Yalnız Kur'an-ı Kerim Rasulullah (s.a.v.)'in peygamberliğini teyid eden ve kendisine uyan mü'minlerin kalplerini aydınlatan bir mucize olmuştur. Rasulullah (s.a.v.)'in peygamberliği umumîdir, devamlıdır, peygamberliklerin sonuncusudur. Bu yüzden Rasulullah (s.a.v.)'in mucizesinin peygamberliğine uygun olması hikmet gereğidir. Çünkü önceki peygambelerden her biri belli bir kavme peygamber olarak geliyor, kendinden sonra gelen diğer bir peygamberle peygamberliği sona eriyordu."
Hatemü'l-Enbiya'nın mucizesinin meydana geldiği zaman, bir cemaatın göreceği hissi bir mucize olması mümkün değildir.. Zira Rasulullah (s.a.v.) Refikü'l-A'la'ya gidince hissi olan mucize de sona ermiş olur ve Resul-i Ekrem (s.a.v.)'den sonra gelen hiçbir kimse o mucizeyi göremez. O halde hissi olan mucize, Rasulullah (s.a.v.)'in umumî ve ebedi olan peygamberliğine uygun değildir. Allah Teala'ya yemin ederim ki; Kur'an-ı Kerim bütün insanlar için bir mucizedir. Bundan dolayı Kur'an-ı Kerim önce gelen hissi mucizeler nevinden gelmemiştir. Kur'an-ı Kerim dünyaya beşerin idraki, kemale erdikten ve insan fikri yükseldikten sonra gelmiştir. Çünkü Efendimiz Hazret-i Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliği olgunluk çağına ermiş ve aklî gelişmesi tamamiyle tekamül etmiş olan beşere uygun olarak gelmiştir. Bu yüzden onun mucizesi herhangi hissi bir neviye muhtaç olmayıp, ancak akıl ile idrak edilen Kur'an-ı Kerim'dir, mânâları sonsuzdur, onun yüceliğini her nesildeki insanlar kavrar. İşte, en büyük akli mucize olan Kur'an-ı Kerim mucize, bütün insanları lslâmiyete davet etmektedir. [7]
Arap dilinde, "icaz" başkasını acizliğe nîsbet etmektir. Nitekim Teala Hazretleri: "Kardeşimin cesedini örtmek için bu karga kadar olmaktan aciz mı kaldım?" (Maide: 5/31) buyurmuştur. Aciz bırakana "mucize" denmiştir. Çünkü beşer, onun benzerini getirmekten aciz kalmıştır. Zira "mucize" harikulade bir iştir, bilinen sebepler sınırının dışında meydana gelmektedir.
Kur'an-ı Kerim'in muciz olmasının mânâsı: Beşerin -teker teker veya toplu olarak- Kur'an'ın benzerini getirmekten aciz olduklarını isbat etmektir. Yoksa Kur'an'ın muciz olmasından, beşer haddi zatında aciz olduklarından onları acze düşürmek mânâsı kasdedilmemiştîr, yani; beşerin Kur'an'ın benzerini getirmekten aciz kaldıklarını bildirmektir. Akıllı olan herkes tarafından bu bilinmektedir.
Kur'an-ı Kerim'in muciz olmasından maksad, Allah'ın kitabı olan Kur'an'ın hak olduğunu ve onu getiren Rasulullah (s.a.v.)'in doğru bir peygamber olduğunu ortaya koymaktır. Beşerin benzerini getirmekten aciz kaldıkları diğer peygamberlerin mucizelerinden maksat ta onların doğru olduklarını ortaya koymak ve getirdikleri şeylerin Hakim, Alim ve Kadir-i Mutlak olan Allah tarafından indirilmiş birer vahiy olduklarını isbat etmektir. Çünkü peygamberlerin vazifeleri Allah tarafından kendilerine vahyedilen şeyleri insanlara bildirmek ve tebliğ etmektir. Buna göre, mucizeler, Allah Teala tarafından kullarına peygamberlerinin doğru olduklarına dair delillerdir. Sanki Allah Teala Hazretleri bu mucize vasıtasıyla şöyle buyuruyor: Kulum benden tebliğ ettiği şeylerde doğrudur. Ben onu size bu şeyleri tebliğ etsin dîye peygamber olarak gönderdim. Doğru olduğunun delili de onun ellerinde harikulade şeyler meydana getireceğim, hiçbirinizin onun getirdiğinin benzerini getirmeye gücü yetmez ve insanlardan hiçbirinin onun getirdiği bu harikulade işlerin benzerini getirmesi, onunla müsabaka etmesi kesinlikle mümkün değildir, işte Kur'an'ın aciz bırakmasının ve mucize olmasının mânâsı budur. [8]
Kur'an-i Kerim'in muciz olması, ancak; şu maddeleştirdiğimiz işlerin çoğalmasıyla gerçekleşir:
a) Birinci şart: Meydan okuması, yani; müsabaka ve münazara talebinin olması
b) İkinci şart: Meydan okumasına karşı geleni, kaim olarak defedendir.
c) Üçüncü şart: Onunla müsabaka yapacakların önünde (herhangi) bir engelin bulunmamasıdır.
Bu üç maddeyi bazı misâllerle açıklar ve deriz ki: Bu Kur'an-ı Azim, Hazreti Muhammed (s.a.v.)'in en büyük mucizesidir ki, onunla Allah Teala hassaten Araplara ve bütün insanlara meydan okumaktadır.
Kur'an-ı Kerimi, hiçbir medresede ders görmemiş, büyük fakültelerden hiçbirinde okumamış, mütehassıs alimlerden hiçbir şey öğrenmemiş, kültürlü ve irfan rahibi olan sınıflardan hiçbir şey almamış, geçmiş milletlerin tarihlerini ve geçmiş peygamberlerin haberlerini öğreneceği kitap ehli olan yahudi ve hristiyan bilginlerinden hiçbiriyle bir arada bulunmamış okuma yazma bilmeyen ümmi bir peygamber getirmiştir.
Rasulullah (s.a.v.), bu şanlı kitap olan Kur'an-ı Azim'i getirdi, onunla fesahat önderlerine ve belagat süvarilerine meydan okudu, iğneleyici, azimet ve gayretlerini tahrik edici, müsabakaya itici en ağır sözlerle onlardan, önce, bütün Kur'an'ın benzerini getirmelerini istiyerek meydan okudu; sonra, daha aza indirip on surenin benzerini getirmelerini isteyerek meydan okudu; sonra, daha aza indirip bir surenin benzerini getirmelerini isteyerek meydan okudu; bu meydan okuma karşısında onlar acizlikten acizliğe düşerek, hezimetten hezimete uğrayarak bir kelime bile söyleyemediler ve öfkeden konuşamadılar. İşte bu, Kur'an'ın muciz olmasının en büyük şahidi ve en büyük delili değil midir? [9]
Kur'an-ı Kerim müteaddid suretlerle ve çeşitli üslûblarla meydan okudu. Arapların saltanatını sarstı, onları faydalı ve çekici üslûbu ile meydana çekti, çekiciliği, güzelliği ve parlaklığı ile onların şuurlarına malik oldu, kalplerine hakim oldu. Rasulullah (s.a.v.) onlardan Kur'an'ın benzerini getirmelerini istiyerek meydan okudu, onlar fesahat yarışçıları ve beyan üstazları oldukları halde Kur'an'ın benzerini getirmekten aciz kaldılar ve arka dönüp kaçtılar. Rasulullah (s.a.v.) Kur'an'la meydan okumayı daha aza indirerek: "Eğer Kur'an'ı benim uydurduğumu söylüyorsanız, o halde siz de onun benzeri olan on uydurma sure getirin" dîye meydan okudu. Onlar perişan oldular, yıkıldılar, on surenin benzerini getirmekten de aciz kaldılar, Rasulullah (s.a.v.) Kur'an’la meydan okumayı daha aza indirip Kur'an surelerinden bir surenin benzerini getirmelerini istîyerek meydan okudu, onlardan hiçbiri yarış meydanına çıkamadı ve böylece Kur'an-ı Kerim, onların acizliğini ve hezimete uğramış olduklarını tescil etti. Okuma yazma bilmeyen peygamber Hazreti Muhammed (s.a.v.)'in mucizesi olan bu Kur'an'ın, alemlerin Rabbi tarafından indirilmiş olduğu sabit oldu.
Nitekim Teala Hazretleri: "Muhakkak bu Kur'an alemlerin Rabbi tarafından indirilmedir. Onu Ruhu’l-Emin (Cebrail) uyarıcılardan olasın diye senin kalbine açık Arapça bir dil ile indirmiştir." (Şuara: 26/192-195) ve: "Onlara de ki; "Kur'an'ı Rabbinden (hikmeti) hak ile Cebrail indirdi ki, iman edenlere sebat versin ve müslümanlara bir hidayet ve bir müjde olsun" (Nahl: 16/102) buyurmuştur. [10]
Kur'an-ı Kerim'in Meydan Okuması:
Kur'an-ı Kerim'in meydan okuması iki nevidir:
1- Kur'an'ın umumî olarak meydan okuması.
Kur'an-ı Kerim, felsefecilere, dahîlere, alimlere, bilginlere, Arap olanlara, Arap olmayanlara, beyaz olanlara, siyah olanlara, Mü'minlere, Kâfirlere, istisna etmeksizin beşerin hepsine ve bütün mahlukata meydan okumaktadır. İşte İsra süresindeki haykırarak meydan okuyan şu ayeti kerîmeyi dinle:
"(Habibim!) de ki: "Yemin ederim! İnsanlar ve cinler bu Kur'an'ın benzerini getirmek için toplanmış olsalar, birbirlerine yardım da etseler, yine onun benzerini getiremezler." (Isra: 17/88)
2- Kur'an'ın hususî olarak meydan okuması.
Bu da hassaten Araplara ve bilhassa onlardan Kureyş kâfirlerine meydan okumasıdır. Bu meydan okuma da iki nevidir.
a- Kur'an-ı Kerim'in külli olarak meydan okuması. Yani; Kur'an-ı Kerim, kendisinin hükümlerinde, parlaklığında, belagatında ve beyanında tamamının benzerinin getirilmesi hakkında meydan okumaktadır. Nitekim Allah Teala: "Doğru söylüyorlarsa onlar da onun (Kur'an'ın} benzeri bir söz getirsinler" (Tur: 52/34) buyurmuştur.
Bu ayetlerdeki "söz" mânâsına gelen "hadis" kelimesiyle "Kur'an'ın benzeri" nıurad edilmiştir. Yani; Kureyş kâfirleri: "Allah'ın Rasulü Hazreti Muhammed (s.a.v.)'in kendisi Kur'an'ı uydurup, Allah Teala'ya iftira ediyor" diye iddia ettiler. O halde onlar da uydurup Kur’an-ı Kerim'e benzer bir kitap getirsinler. Nitekim Kasas suresinde Kur'an kendi benzerinin getirilmesi hakkında meydan okuyarak; "(Ey Muhammed!) de ki: Eğer doğru söylüyorsanız hemen Allah tarafından bunların ikisinden (Kur'an ile Tevrat'tan) daha doğru bir kitap getirin de ben ona uyayım" (Kasas: 28/49) buyurmaktadır.
Allah Teala kafirlerden bu Kur'an-ı Kerim'den başka kamil bir kitap getirmelerini istemektedir, eğer onlar Kur'an-ı Kerim'in benzerini getiremezlerse o halde onlar Allah'ın gösterdiği doğru yolda gitmeyen, heva ve heveslerine tapan inatçı kimselerdir.
b- Kur'an-ı Kerim'in cüzi olarak meydan okuması. Yani, Kur'an-ı Kerim, surelerinden on surenin benzerinin getirilmesini isteyerek meydan okumaktadır. Nitekim Teala Hazretleri Hûd suresinde: "Yoksa "Ona (Kur'an'ı) kendi uydurdu mu" diyorlar? De ki: Öyle ise onun surelerine benzer, uydurma on sure getirin. Ve bunun için Allah'tan başka gücünüzün yettiklerini de (yardıma) çağırın! Eğer doğru söylüyorsanız (bunu yaparsınız). Eğer bunun üzerine onlar da size cevap vermezlerse bilin ki, Kur'an ancak Allah'ın ilmiyle indirilmiştir. (O Allah ki), ondan başka hiçbir ilah yoktur. Artık Müslüman oluyor musunuz?" (Enfal: 6/31) diye çirkin sözler söyledikleri ve yalan olan bir iddiada bulundukları vakit olmuş, kendileri en kısa bir surenin benzerini getirmeye zorlanarak onurları tahrik edilmiş hiçbir zaman getiremiyecekleri ve aciz kalıp rezil olacakları bildirilmiş ve kendilerine acizlik damgası basılmıştır. Nitekim bu meydan okuma Bakara suresinde Allah Teala'nın şu kavli kerîminde gelmiştir:
"Eğer kulumuza, Muhammed'e indirdiğimiz Kur'an'dan şüphe ediyorsanız siz de onun benzeri bir sure meydana getirin, eğer doğru sözlü iseniz, Allah'dan başka güvendiklerinizi de yardıma çağırın. Yapamazsınız -ki asla yapamıyacaksmız- o halde kâfirler için hazırlanan ve yakıtı insanlarla taşlar olan ateşten sakının." (Bakara: 2/23-24)
Allame Kurtubî "el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur'ân" isimli eserinde demiştir ki: Ayette geçen "fe in lem tef’alü= Kur'an'ın en kısa suresinin benzerini geçmişte yapamadınız" mânâsına, "ve len tefa'alü= Kur'an'm en kısa suresinin benzerini gelecekde de asla yapamayacaksınız" manasınadır. Bu ayette izzet-i nefisleri tahrik edilerek gayrete getirildikleri halde en kısa bir surenin benzerini getirmekten aciz kaldıkları açık olarak meydana çıkmıştır. İşte Kur'an-ı Kerim, bütün dünyaya meydan okuyarak en kısa bir suresinin bile benzerinin getirilemiyeceğini önceden haber vermesi, gaibden verdiği haberlerdendir. [11]
Şöyle ki; Rasulullah onlara yeni bir din getirdi, onların dinlerini hükümsüz kıldı, akıllarını küçümsedi, tanrıları ve putlarıyla alay etti, onları insanlar arasında gülünç duruma düşürdü, onları kendisinin Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğuna inanmaya ve uymaya davet etti ve onlara: "Benim doğru olduğuma delil Allah Teala'nın bana vahyettiği şu kitabdır. Eğer beni bu hususta tasdik etmiyorsanız, bu kitabın benzerini veya bu kitabın bir suresinin benzerini getirmeniz için .size meydan okuyorum. Eğer getirmekten aciz kalırsanız, İşte bu, benim size peygamber olarak gönderilmiş olduğumu doğrulayan bir mucize ve bir burhandır" buyurdu. Bilhassa Rasulullah (s.a.v.)’in alay edici bu meydan okumasından onların akıllarını küçümsemesinden, tanrılarını ve putlarını şiddetle tahkir etmesinden sonra onlar Kur'an-ı Kerim'in benzerini getirmeye ne kadar muhtaçtılar.
Ben derim ki: Müşrikler, Rasulullah (s.a.v.)'in davasını iptal etmeleri için en kolay yoldan gitmeleri, kapıların en yakınından girmeleri gerekiyordu. Bu yol, onların şöhret kazandıkları ve mütehassıs oldukları, konuşmada "beyan", dilde "fesahat" yoluydu. Bunun için onlardan Kur'an'ın benzerini getirmeleri istendi. Onlar için Kur'an'ın benzerini getirmek, harbin acılarını tatmaktan, savaş denizine dalıp üzüntü kaselerinden içmekten ve ölümü yudumlamaktan daha kolaydı. Fakat onlar, mızrak yarasını, oklarla öldürülmeyi seçtiler. Kur'an'ın benzerini getirme yarışına giremediler.
Kadı Bakıllanî -Allah Teala ona rahmet eylesin- diyor ki: "Eğer müşrikler, Kur'an'ın benzerini getirebilselerdi, Kur'an'ın hüccet olmasını iptal edecekler, delaletini ifsad edecekler, emrini hükümsüz kılacaklardı. Fakat Kur'an'ın benzerini getiremediklerinden bundan dönüp, Rasulullah (s.a.v.)'e harp ilan ettiler. Kolay olan işi bıraktılar. Halbuki adette kolay olan işi bırakıp zor olan işe atılmak, akıllıların yapacağı işlerden değildir. [12]
Çünkü Kur'an-ı Kerim Arapça diliyle inmiştir ki, onların dilidir, kelimeleri Arapça harflerden meydana gelmiştir, ibareleri Arap üslûbu üzere bulunmaktadır. Onlar beyan ve dil ehlindendi, fesahat ve belagatın önderleriydi, bu sahalarda mütehassıs olduklarına şiirleri, hitabeleri ve hikmetli sözleri delalet etmekteydi. Fesahat ve beyan meydanında müsabakayı kazanmışlardı. Nitekim şiirde ve nesirde güç ve kudret sahibi olup ileri gelenlerden olduklarını günler isbat etmişti. Onlar fesahat semasında yükseldiler. Bilmiş ol ki, "Kur'an dili" Arapların asıl dilleridir. Onunla iftihar ederler, onunla müsabaka yaparlar, meclisler akdederler, merasimlerde en parlak kasideleri ve konuşmaları dinlemek için toplanırlar, kelimeleri ve ibareleri en güzel kalıba dökerlerdi. Onların kudretlerinde bir acizlik ve akıllarında bir eksiklik yoktu, bilakis onların kudretleri yeterliydi, kuvvetleri meşhurdu, onlar tam akıl sahipleriydi. Böyle olmalarına rağmen Kur'an-ı Kerim onlara meydan okuyarak kendinin benzerini getirmeleri için diledikleri kimselerden yardım istemeye, eksikliklerini diğer dinlere bağlı olanlardan tamamlamaya, sihirbazlarla, falcılarla, ins ve cin taifeleriyle birleşerek hazırlık yapmaya çağırdı. O zaman onların önlerinde bir engel de yoktu. Rasulullah (s.a.v.) onlara Kur'an'ın benzerini getirmeleri için belli bir zaman tayin etmedi ki, onlardan biri: "Zaman yeterli değildi, geniş vakit yoktu" desin. Nitekim Kur'an toptan olarak da indirilmedi. Ta ki, "biz benzerini getirmek için zaman yeterli değildi" desinler. Kur'an yirmi üç senede bölüm bölüm indi. Eğer Kur'an'ın benzerini getirmeye güçleri yetseydi her bölümün arasında benzerini getirecek kadar zaman vardı. Benzerini getirmekten aciz oldukları meydana çıkınca bu, Kur'an'ın, kulların Rabbi olan Allah tarafından indirilmiş olduğuna yeterli bir delil ve burhan oldu. [13]
Merhum Şeyh Zerkanî "Menâhilu'l-İrfan" isimli eserinde nefis bir söz zikretmiş, onu burada nakletmeyi uygun görüyorum. Zerkani -Allah Teala ona rahmet eylesin- mucizeyi tarif bahsinde şunları söylemiştir: Mucize, Allah Teala'nın peygamberlik iddiasında bulunan bir zatın peygamberlik davasında bulunurken doğru olduğuna şahid olmak üzere elinde, bilinen sebeplerin sınırları dışında yaratmış olduğu harikulade işlerdir. Bir insan, kalkıp kendisinin Allah Teala tarafından mahlukatına ve kullarına gönderilmiş bir peygamber olduğunu iddia eder ve: "İddia ettiğim konuda doğru olduğumun alameti, beni gönderen Allah Teala'nın âdetlerinden bir âdetini değiştirerek şimdiye kadar devam edegelen tabiî kanunların hilafına benîm elimde harikulade birşey meydana getirmesidir. Allah Teala'nın benim elimde meydana getireceği bu harikulade şey hepinizin gördüğü ve kendisinde mütehassıs olduğunuz şeylerdendir. Ben size bu getirdiğim ayetlerin benzerini toplu olarak veya tek tek getirmeniz için meydan okuyorum. İnandığınız gibi önünüzde kapı açıktır, iddia ettiğiniz gibi aranızda bu konuda mütehassıs kimseler de vardır. Siz bir toplumsunuz ben ise yalnızım" der. Ve bunu Rasulullah (s.a.v.) kesin bir dille söyler, onlara açıktan açığa meydan okur. Onların inançlarına, âdetlerine, ahlaklarına saldırır, onların ve babalarının akıllarını küçümser, onlar peygamberi taciz etmeye, onu susturmaya, ona üstün gelip zafer kazanmaya, yanlarında en kıymetli olan şeyin intikamını alarak şereflerini kurtarmaya son derece düşkündürler. Sonra peygamber de bütün tedbirini aldı, onlar da bütün tedbirlerini aldılar. Peygamber onlarla kendilerinin nazarında yolların en kolayından ve zamanlarındaki en meşhur fenden münazaraya girdi, insafla davranarak münazaraya yetecek kadar fırsat verdi. Peygamber yalnızdı, onlar ise bir, toplumdu, uzun müddet mücadele ve münakaşa ederek uğraştıktan sonra peygamberin getirdiğinden daha üstününü getirmeleri şöyle dursun, benzerini bile getiremediler.
Biraz aklı olan herkes, böyle üstün ve mümtaz olan bir insanın peygamberlik davasında doğru ve davetinde haklı olduğunda şek ve şüphe eder mi? Bir de bunların hepsinin üstünde olarak böyle bir insan, o toplumun arasında küçüklüğünden itibaren peygamber olarak gönderildiği güne kadar doğru, emin, iyi ahlaklı olarak yetişmiş olduğu bilinmektedir. Peygamber bize bilmediğimiz konudan mucize getirseydi, biz: "Bu insan bizim bilmediğimiz fenlerden bir fende ihtisas yaptı veya bizim bilmediğimiz sanatlardan bir sanat öğrendi" derdik. Fakat peygamber, bize kendimizin üstün olduğuna şahitlik ettiğimiz ve müsabaka yaptığımız konuda münazaraya davet etti, yapmadık. Bu durumda: "însaflı olduğumuz sürece onun getirdiğini kabul etmek ve ona iman etmekten başka çaremiz yoktur" dediler.
Sana bir misal verelim: Hazreti Musa Aleyhisselam, sihirde üstün ihtisas ve büyük paye sahipleri bulunan bir ümmete, kendisinde ruh, hareket, yumuşaklık ve yaşlık bulunmayan ağaçtan bir asa mucizesiyle geldi. Hazreti Musa Aleyhisselam tekti. Onlar ise, bir ümmetdi. Hazreti Musa Aleyhisselam onların arasında yetiştiği halde günlerden hiçbir gün sihirle uğraştığı bilinmiyordu. Hazreti Musa Aleyhisselamı mağlup etmek için Firavun’un tertip ettiği bir günde sihirbazlar bütün hünerlerini ortaya attılar, halkın gözlerini büyülediler. Onlara korku saldılar, böylece büyük bir sihir meydana getirdiler. Bunun üzerine Hazreti Musa. Aleyhisselam, kendini gönderen Allah Teala'nın ismiyle asayı bırakıverdi, bir de baktılar ki, asa bir yılan olmuş koşuyor ve onların bütün uydurduklarını yutuyor. Bunu görenler de Hazreti Musa Aleyhisselamın peygamberliğinde şüphenin gölgesi kalır mı? Nitekim Teala Hazretleri: "Artık hak meydana çıktı ve onların bütün yaptıktan boşa gitti, orada mağlup oldular ve küçük düşerek geri döndüler, sihirbazlar hep birden secdeye kapandılar, "biz alemlerin Rabbine Musa ve Harun'un Rabbine iman ettik." dediler." (A’raf: 7/118-122) buyurmuştur. Hak açıktır. Bundan dolayı Hazreti Musa Aleyhisselama ilk iman edenler sihirbazlar olmuştur. Çünkü sihirbazlar, sihri, sihrin başlangıcını, sihrin sonuçlarını çok iyi biliyorlardı. Gözleriyle gördüler ki, Hazreti Musa Aleyhisselamın göstermiş olduğu mucize tanıdıkları sihir nevinden değildi.
Allah Teala'nın göndermiş olduğu her peygamberin mucizesi hakkında bunun benzerini söyleyebilirsin.
Hazreti İsa Aleyhisselam hakkında da benzerini söyle! Hazreti İsa Aleyhisselam tıpta tam manâsıyla becerikli ve ihtisas sahibi olan bir kavmin önünde, Allah Teala'nın izniyle anadan doğma körleri, alacalıları iyi etti, ölüleri diriltti, çamurdan kuş şeklinde bir taslak yapıp ona üfürdü, o da Allah'ın izniyle kuş oluverdi.
Hatemü'l-Enbiya Efendimiz Hazreti Muhammed (s.a.v.) hakkında da bunun benzerini ve daha fazlasını söyle! Rasulullah (s.a.v.) apaçık bir çok mucizelerle geldi, sana yalnız Kur'an-ı Kerim kesin bir delil olarak yeter. Hatta Kur'an-ı Kerim birçok kesin delillerdir. Çünkü ondan her üç ayet kesin bir hüccettir. Kur'an-ı Kerim, fesahat ve beyan sırlarıyla, ilimleriyle marifetleriyle gaibden verdiği haberleriyle, hak olan şahitleriyle dünyanın ağzında bir hüccet olarak bulunmaktadır ve: "Benim Allah kelamı olduğumda şüphe ediyorsanız, benim benzerimi getirin" diye haykırarak bütün aleme meydan okumaktadır. [14]
Mucizenin beş şartı vardır. Alimler bu beş şartı bildirmişlerdir. Bu beş şarttan biri bulunmazsa mucize, mucize olmaktan çıkar.
1- Mucize ancak alemlerin Rabbi olan Allah Teala'nın kadir olabileceği şeylerden olmalıdır.
2- Mucize tabiat kanunlarına muhalif harikulade şeylerden olmalıdır.
3- Peygamber olduğunu iddia eden zat, davasında doğru olduğuna dair mucizeyi şahid olarak getirmelidir.
4- Mucize, peygamberlik iddiasında bulunan zatın davasına ve maksadına uygun bulunmalıdır.
5- Peygamberin getirmiş olduğu mucizenin benzerini hiçbir kimse getirememelidir.
Bu beş şart gerçekleşince, peygamberlik davasında bulunan zatın elinde meydana gelen bu harikulade iş, peygamberliğine delalet eden bir mucize olur. Bu beş şart gerçekleşmezse bu, harikulade olmaktan çıkar ve peygamberlik davasında bulunan zatın doğruluğuna delalet etmez.
Birinci şart: Peygamberin gelmesi, sahih olan bir zamanda bir kimse çıkıp peygamberlik iddiasında bulunarak "benim mucizem kalkıp oturmak, yiyip içmek, bir yerden diğer bir yere gitmektir" dese bu, davasında doğru olduğuna delalet eden bir mucize olmaz, çünkü bunların benzerini yapmaya bütün halkın gücü yetmektedir. Mucizelerin denizi ikiye bölmek, ölüleri diriltmek gibi beşerin gücünün yetmeyeceği şeylerden olması şarttır.
İkinci şart: Gösterdiği şey harikulade olacaktır. Peygamberlik iddiasında bulunan bir kimse "benim mucizem güneşin doğudan doğması, batıdan batması, geceden sonra gündüzün gelmesidir," dese bunlar, davasında doğru olduğuna delalet eden mucize olmazlar. Zira bunları yapmaya her ne kadar ancak Allah Teala'nın gücü yetse de bunlar, o kimsenin istemesinden dolayı yapılmış değildir. Bunlar daha önce de aynı şekilde devam etmekteydi. Bunlarda o kimsenin doğruluğuna herhangi bir delil yoktur.
Üçüncü şart: Peygamberlik iddiasında bulunan kimse, mucizenin kendisine şahitlik yapmasını isteyecek ve mucize davasının tasdikcisi olacağı için, istediği zaman meydana gelecektir. Bir kimse "benim mucizem cansız bir maddenin hayvana veya insana dönüşmesidir," diye iddia etse de dönüşmese, davasının doğruluğuna delalet etmez.
Dördüncü şart: Mucize davasına uygun olacaktır, davasının hilafına olmayacaktır. Çünkü mucize davasının hilafına olursa o kimseyi yalanlamış olur. Rivayet edilmiştir ki: Müseylemetü'l-Kezzab -Allah ona lanet etsin- dan arkadaşları suyu çoğalsın diye bir kuyuya tükürmesini istemişler, o da tükürmüş, kuyu kurumuş bu durum onun yalancılığına delalet etmiştir.
Beşinci şart: Mucizenin benzeri beşer tarafından getirilemeyecek, eğer benzeri getirilirse onun mucize olması batıl olur, sahibinin doğruluğuna delalet etmez. Eğer herhangi bir kimse denizi ikiye ayırır veya ayı ikiye bölerse bunlar mucize sayılmazlar. Bundan dolayı Teala Hazretleri: Müşriklere hitab ederek: "Eğer doğru söylüyorlarsa haydi onun (Kur'an'ın) benzeri bir söz getirsinler" (Tur: 52/34) buyurmuştur. [15]
Allah kelamı olan Kur'an-ı Azim'in insanları benzerini getirmekten aciz bırakması, üslûbunda, nazmında, parlaklığında, beyanında, ilimlerinde, hikmetlerinde, hidayetinin tesirli olmasında, geçmiş zamanda olmuşlardan ve gelecek zamanda olacaklardan gaip perdelerini açmasındadır. Alimlerin yanında Kur'an'ın muciz olması vicdan ve burhan ile sabit olunca onun muciz olmasının vecihlerinden beyan sırlarını açmak istemişlerdir. Bütün Arap halkı onlardan dil bilginleri ve beyan ehli, Kur’an'ın bizatihi muciz olmasında: Yani "Onun muciz olması lafızlarının fesahatinde, beyanının parlaklığında, kendisine hiçbir üslûbun, hiçbir nesrin ve hiçbir şiirin benzemiyen biricik üslûbundadır. Onun eşsiz lafzını dokununca düzenli bîr ses, lügavî bir güzellik ve fennî bîr parlaklık tecelli eder" diye ittifak etmişlerdir. [16]
Mutezile'den Ebu İshak en-Nizam gibi bazıları: "Kur'an'ın muciz olması "sırfa" iledir. Yani Allah Azze ve Celle, beşerin güçlerini Kur'an'ın benzerini getirmekten sarf edip, onların nefislerinde ve dillerinde Kur'an'a nazire yazmaktan acizlik yaratmıştır. Eğer Allah Teala Kur'an'ın benzerini getirmekten onların güçlerini sarfetmeseydi, onlar Kur'an'ın benzerini getirebilirlerdi" diye iddia etmişlerdir. Hayatım hakkı için, bu söz Arapçanın tadını tatmayanın, onun sırlarını bilmeyenin sözüdür. Hatta bu söz, ilimlerin ancak kabuğunu kavrayanın sözüdür ki, o kabuk ne besler, ne de açliğı giderir. Bu söz, eski ve yeni alimlerin, fasih ve beliğ kimselerin ittifaklarına muhalif, değersiz ve kıymetsiz bir sözdür.
Arap edebiyatının hücceti Mustafa Rafiî -Allah Teala ona rahmet eylesin- diyor ki: "Kur'an'ın muciz olmasının sebebinde Mutezile’nin görüşleri değişiktir. Kelamcılann şeytanı "Ebu İshak en-Nizam": "Kur'an'ın muciz olması "sırfa" iledir. Yani Allah Teala, Arapların Kur'an'ın benzerini getirme güçlerini sarfetmiştir, işte bu sarfetme Kur'an için harikulade olmuştur" dedi."
Şia'dan "Murtaza" "sırfa" nın mânâsı: "Allah Teala'nın Araplardan Kur'an'ın benzerini getirmek için muhtaç oldukları ilimleri almasıdır" demiştir. Sanki Murtaza şöyle diyor: Araplar fasih ve beliğ kimselerdir. Onlar Kur'an'ın nazmını ve üslûbunu getirebilirler, fakat bunun dışında Kur'an'ın lafızlarının ifade ettikleri mânâları getiremezler. Çünkü onlar ilim ehli değillerdi ve onların zamanında ilim yoktu. Görüldüğü gibi bu görüş, çok hatalı bir görüştür.
Mustafa Rafiî şöyle devam ediyor:."Kur'an'ın muciz olması, "sırfa"dır, diyenlerîn sözleri, müşrik Arapların Kur'an hakkındaki sözlerînden farklı değildir. ''Bu (Kur'an), başkasından nakledilen bir sihirden başka birşey değildir." (Müddessir: 74/24) Kur'an başkasından nakledilen bir sihirden başka birşey değildir, sözü boş bir iddiadır ki, bunu söyleyeni Allah Teala reddederek, onu yalanlayarak ve bu sözü söylemenin bir nevi körlük olduğunu beyan ederek: "Bu bir sihir midir? Yoksa siz mi görmüyorsunuz?" (Tür: 52/15) buyurmuştur. Bu fasid görüşcülerin iddiasına göre, muciz olan Kur'an'ın kendisi değildir. Muciz olan "sırfa"dır. Yani Allah Teala onlardan Kur'an'ın benzerini getirme kabiliyet ve gücünü almıştır. Bu yüzden Kur'an'ın benzerini getiremediler. Nitekim Teala Hazretleri: "Allah onların kalplerini çevirmiştir. Çünkü onlar gerçeği anlamayan bir güruhtur'" (Tevbe: 9/127) buyurmuştur.
"Zahiriyye" mezhebinden olan İbn-i Hazm bu konuda karışık olan yola girmiş, Mutezile'den olan Ebu İshak en-Nizam'ın Kur'an-ı Kerim'in muciz olması hakkındaki hatalı görüşünü benimsemiş ve onun bu konudaki değersiz sözlerini "el-Fısal" isimli eserinde parlak ve yaldızlı ifadelerle zikretmiştir: "Hiçbir kimse Allah kelamı olan Kur'an-ı Kerim'i muciz değildir dememiştir. Çünkü Allah Teala onu söyleyip kendisinin kelamı kılınca, onu muciz kılmış benzerini getirmekten beşeri menetmiştir. Bu, Kur'an-ı Kerim'in muciz olmasına yeterli bir burhandır, başka bir delile ihtiyaç yoktur."
Görülüyor ki: Bu görüş sahibi, Kur'an-ı Kerim'in mucize olmasını Allah Teala'nın beşeri, Kur'an'ın benzerini getirmekten men etmesine bağlamıştır. İbn-i Hazm'ın görüşü "sırfa"yı söyleyen en-Nizam'ın görüşünün aynıdır. Bu görüş batıldır. -Nitekim yukarıda geçti- Bu güruh, parlayan hakkın ziyasından mahrumdur. Şu manzumeyi söyleyen ne kadar güzel söylemiştir:
Göz, ağrıdan güneşin ziyasını inkar eder.hastalıktan suyun tadını inkar eder. [17]
Alimler, Kur'an'ın bizatihi nıuciz.olmasında, beşerden hiçbir kimsenin Kur'an'ın benzerini getiremiyeceğinde ittifak ettikten sonra, Kur'an'ın muciz olmasının sebebinde -çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir.
1- Bazılarına göre, Kur'an'ın muciz olmasının sebebi, insanları hayrette bırakan nazmının, ayetlerinin başlangıcının sonunun ve fasılalarının Arapların nazmına ve nesrine benzememesidir.
2- Bazılarına göre ise, Kur'an'ın muciz olmasının sebebi, lafızlarının fesahatında, ibarelerinin belagatında, tertibinin güzelliğinde gizlidir. Çünkü Kur'an, fesahatta ve belagatta benzeri.görülmemiş en yüksek derecede bulunmaktadır.
3- Diğer bazılarına göre, Kur'an'ın muciz olmasının sebebi, ayetlerinin arasında çelişki bulunmaması, ince mânâlara şamil olması, beşerin kudreti altında olmayan ve beşer tarafından bilinmesi mümkün olmayan gaib işlerden haber vermesidir.
4- Diğer bazılarına göre de, muciz olmasının sebebi Kur'an'ın her suresinin başlangıcında, maksatlarında, sonlarında açık meziyetlerin ve mükemmel güzelliklerin yer almasıdır.
Bunlara göre, Kur'an'ın muciz olması şöyle özetlenebilir:
1- Lafızlarının fasih olması.
2- Mânâlarının beliğ olması.
3- Nazmı tertibinin mükemmel olması.
Bu görüşlerin hepsi bir daireden dışarı çıkmaz. O da "Beyaniyye dairesi"dir. Kur'an bu beyaniyye ile ayrılır. Her ne kadar bu beyaniyye doğru ise de Kur'an'ın muciz olması sadece fesahat ve belagatında değildir. Kur'an'ın muciz olmasının daha birçok sebebleri vardır.
Allâme Kurtubi, Kur'an'ın muciz olmasının on sebebini "el-Cami îi ahkâmî'l-Kur'ân" isimli kıymetli tefsirinde saydı. Nitekim faziletli Şeyh Zerkanî de "Menâhilü'l-İrfan" isimli kitabında Kur'an'ın muciz olmasının sebeblerini saydı. Biz bu muciz sebeblerini kısaca zikredeceğiz, sonra açıklayacağız.
Allah Teala'dan yardım dileyerek deriz ki: [18]
1- Kur'an'ın mükemmel nazmının Arap dilinde bilinen nazımlardan hiçbirine benzememesi.
2- Kur'an'ın insanları hayrette bırakan üslûbu Arap üslûplarından hiçbir üslûba benzememesi.
3- Kur'an'ın hiçbir kimsenin benzerini getirmesi mümkün olmayan akıcı, harikulade bir üslûba sahip olması.
4- Kur'an'ın zarif ve mükemmel olarak koymuş olduğu şer'î kanunların, beşerin koymuş olduğu kanunları değersiz kılması.
5- Kur'an'ın ancak vahiy ile bilinecek gaiblerden haber vermesi.
6- Kur'an'ın kesin olarak sahih olduğu bilinen tabiî ilimlerle çatışmaması.
7- Kur'an'ın haber verdiği vaad (müjde) ve va'id (tehdid)'den her birinin tamamiyle gerçekleşmiş olması.
8- Kur'an'ın içine aldığı ilimler ve marifetlerin şer'î ilimler ile tabiî ilimler olması.
9- Kur'an'ın, beşerin bütün ihtiyacına her zaman tamamiyle cevap verecek durumda olması.
10- Kur'an'ın gerek kendisine uyanların, gerekse düşmanların kalplerinde büyük tesir yapmasıdır.[19]
Şimdi bunları açıklayalım:
1) Kur'an'ın mükemmel nazmının, Arap dilinde bilinen nazımlardan hiçbirine benzememesi.
Kur'anın nazmına, hiçbir şiirin ve hiç bir nesrin benzememesidir. Nitekim buna Velid b. Muğire ve Utbe b. Rebia gibi belagat mütehassısları, fesahat ve beyan önderleri şahitlik etmişlerdir.
a- Rivayet edildiğine göre, Velid b. Mugire Rasulullah (s.a.v.)'in yanına geldi. Rasulullah (s.a.v.), ona Kur'an okudu, o da Kur'an'ın tesiri altında kaldı. Bu durum Ebu Cehil'e ulaşınca Ebu Cehil onun yanına gelerek:
"Ey amcam! Kavmin sana vermek için mal toplamak istiyorlar. Çünkü sen Muhammed (s.a.v.)'in bağışına ve ihsanına nail olmak için O'nun yanma gittin" dedi. Velid de:
"Kureyş biliyor ki, ben Kureyş'in en zenginlerinden biriyim" dedi. Bunun üzerine Ebu Cehil ona:
"Sen Muhammed (s.a.v.)'in aleyhinde öyle bir söz söyle ki, bu söz kavmine ulaşınca senin onu inkar etmiş olduğun anlaşılsın" dedi. Velid de:
"Ne söyleyeyim? Vallahi aranızda benden şiiri, şiir bahirlerini, kasideyi, cinlerin şiirlerini daha iyi bilen bir adam yoktur. Muhammed (s.a.v.)'in söylediği sözler bunlardan hiçbirine benzemiyordu. Vallahi Muhammed (s.a.v.)'in sözünde öyle bir tatlılık, öyle bir lezzet vardır ki, sözlerinin kelimeleri, kökü kuvvetli, dalları meyva veren bir ağaç gibidir. Bu sözler devamlı yükselmektedir ve bunun üzerine hiçbir şey yükselemez." dedi. Ebu Cehil de:
"Vallahi sen Kur'an'ın aleyhinde bir şey söylemedikçe kavmin razı olmaz" dedi. Velid de:
"Beni bırak düşüneyim" dedi. Düşününce:
"Bu Kur'an başkasından nakledilen bir sihirden başka bir şey değildir" dedi. Bunun üzerine onun hakkında şu ayeti kerime nazil oldu:
"Tek başıma yarattığım o kâfiri (Vehd b. Muğire'yi) bana bırak, ben ona uzun uzadıya mal verdim. Çünkü o (Kuran hakkında), ne diyeceğini bir düşündü ve ölçtü, biçti. Kahrolası nasıl biçti? Sonra yine kahrolası nasıl biçti? Sonra (kavminin ileri gelenlerine) baktı. Sonra kaşlarını çattı ve suratını astı. Sonra ardına dönüp büyüklendi ve "Bu, başkasından nakledilen bir sihirden başka birşey değil, bu ancak bir insan sözüdür." dedi." (Müddessir: 74/11-12-18-25)
b- Rivayet edilmiştir ki: Velid b. Muğire, Rasulullah (s.a.v.)'den Kur'an-ı Kerim'i dinleyince Kur'an'ın büyük bir tesiri altında kaldı ve Beni Mahzun kabilesinden olan kavminin yanına gelerek onlara:
"Vallahi, ben biraz önce Muhammed (s.a.v.)'den öyle bir kelam dinledim ki, o insanların ve cinlerin kelamından değildir. Vallahi Muhammed (s.a.v.)'in kelamında öyle bir tatlılık, öyle bir lezzet vardır ki, sözlerinin kelimeleri kökü kuvvetli, dalları meyva veren bir ağaç gibidir. Bunun üzerine Kureyşliler:
"Vallahi Velid b. Muğire sapıttı, muhakkak bütün Kureyşliler de sapıtacaklar" dediler. Ebu Cehil de:
"Ben Velid b. Muğire'yi yola getiririm" dedi ve gidip, Velid'in yanına mahzun olarak oturdu, onu kızdıracak sözler söyledi, sonra Velid kalktı, Ebu Cehil de kalktı, Velid kavminin yanına geldi ve onlara:
"Siz Muhammed (s.a.v.)'e mecnun diyorsunuz, hiç onun boğulduğunu gördünüz mü, siz ona kahin diyorsunuz, hiç onun kahinlik yaptığını gördünüz mü, siz ona şair diyorsunuz, hiç onun şiir söylediğini işittiniz mi, siz ona yalancı diyorsunuz hiç onun yalan söylediğini işittiniz mi?" dedi. Kavmi hep bir ağızdan bunlardan herbiri için
"Allah Teala şahittir görmedik" dediler. Sonra kavmi:
"Onun vasfı nedir?" dediler. Velid düşündü ve:
"O ancak bir sihirbazdır görmüyor musunuz, o kocası ile karısı ve baba ile oğul arasını ayırıyor, onun söyledikleri Babil ehlinden nakledilen bir sihirden başka bir şey değildir" dedi. Bunun üzerine meclisde sevinç sesleri yükseldi, onun sözünü beğenerek ve onun sözü hoşlarına giderek dağıldılar. Bundan dolayı yukarıda geçen ayeti kerîmeler Velid b. Muğire hakkında inmiştir.
c- Sahih-i Müslim'de rivayet edilmiştir ki: Enîs el-Gifarî, kardeşi Ebu Zerr'e:
"Ben Mekke'de senin dininden olan bir adama rastladım. Kendisini Allah'ın gönderdiğini söylüyor" dedi. Ben de:
"Ya insanlar ne söylüyor?" diye sordum. Enis de:
"Şair, sihirbaz ve kahin diyorlar" cevabını verdi. Enîs de şairlerden biriydi. Enîs:
"Ben gerçekten kahinlerin sözünü dinledim. Ama onun sözü kahinlerin sözü değil. Onun sözünü şiir nevileriyle karşılaştırdım, fakat onun sözü şairlerden hiçbirinin şiirine uygun değildir. Vallahi o hakikaten doğru söylüyor, insanlar ise gerçekten yalan söylüyorlar" dedi.
d- İbn-i İshak "es-Siret" isimli eserinde rivayet etmiştir ki: Ebu Cehil:
"Kureyş'in ileri gelenlerine Muhammed (s.a.v.)'in işi, bizim yanımızda çözümlenemez bir hale geldi. Bundan dolayı şiiri, kahinliği, sihri bilen bir adam bulun, o gidip, onunla konuşsun, sonra bize onun işi hakkında bir açıklık getirsin" dedi. Bunun üzerine Utbe b. Rebia -kavmin eşrafından ve büyüklerindendi-
"Ben ona gidip konuşurum" dedi ve ona gelerek:
"Ey Muhammed (s.a.v.)! Sen mi hayırlısın, yoksa Hâşim mi? Sen mi hayırlısın yoksa Abdülmuttalib mi? Sen mi hayırlısın yoksa Abdullah mı? Neden bizim tanrılarımıza dil uzatıyor ve bizi sapıklığa nisbet ediyorsun? Eğer başkanlık istiyorsan, seni başkan tayin edelim, başkanımız olursun; eğer kadın istiyorsan, onlardan dilediğin ile seni evlendirelim, Kureyş'in kızlarından hangisini dilersen seçersin, eğer mal istiyorsan, sana mal toplıyalım. Öyle ki mal cihetinden en zenginimiz ve en çok mala sahip olanımız olursun" dedi. Rasulullah (s.a.v.) susup ona cevap vermiyordu. Utbe sözünü bitirince, Rasulullah (s.a.v.) ona:
"Sözünü bitirdin mi?" diye sordu. O da:
"Evet" dedi. Rasulullah (s.a.v,) "şimdi dinle" diyerek; "Fussilet" suresini ona okumaya başladı: "Ha, Mim. (Bu harfler müteşabihdir mânâlarını yalnız Allah bilir) (Bu Kur'an) Rahman ve Rahim olan Allah tarafından indirilmiştir. Öyle bir kitaptır ki, ayetleri Arapça bir Kur'an olmak üzere anlayacak bir kavme açıklanmıştır. Hem müjdeci, hem uyarıcı olmak üzere... Fakat kâfirlerin çoğu ondan yüz çevirdiler. Artık onlar hakkı dinleyip kabul etmezler. Bunun üzerine yüz çevirirlerse "Ben sizi Ad ve Semud'un başına gelen yıldırım gibi bir azapla uyardım" deyiver" (Fussilet: 41/1-13) ayetine gelince Utbe, Rasulullah (s.a.v.)'in mübarek ağzını kapatıp, akrabalık hakkı için fazla okumamasını istedi. Sonra Utbe, ailesinin yanına dönüp, Kureyş'in yanına çıkmadı. Onların yanına gitmeyince Kureyş;
"Biz Utbe'nin mutlaka sapmış olduğuna inanıyoruz" dediler ve Utbe'ııin yanına gelerek:
"Ey Utbe! Seni bizim yanımıza çıkmaktan men eden ancak sapıtmış olmandır" dediler. Bunun üzerine kızdı. Sonra onlara:
"Allah'a yemin ederim ki, ben O'nunla konuştum. O, bana öyle bir şeyle cevap verdi ki, vallahi O'nun söylediği söz şiir değil, sihir değil, kehanet değildir. Size azabın inmesinden korktuğum ve akrabalık hakkı için O'ndan fazla okumamasını istedim. Kesin olarak biliyorsunuz ki, Muhammed (s.a.v.) birşey söylerse yalan söylemez" dedi.
Allâme Kurtubi -Allah ona rahmet eylesin- demiştir ki: "Dilde, fesahat ve belagatte büyük bir mevki sahibi olan Utbe'nin "Kur'an'a benzeyen hiçbir söz işitmedim" diye itiraf etmesiyle gerek kendisi için ve gerekse kendisi gibi süzün her cinsini ve her nevini konuşmaya kudretleri bulunan, fesahat ve belagatte mütehassıs olanlar için Kur'an'ın muciz olmasını ikrar etmiş oluyordu."
2- Kur'an'ın insanları hayrette bırakan üslûbu Arap üslûplarından hiçbir üslûba benzememesi.
Kur'an parlaklığı, güzelliği, şirinliği ve tatlılığı ile Arapları hayrete düşüren saf ve sanat yönünden şahane bir üslûpla gelmiştir. Kur'an'da bulunan en yüce sıfatlar beşerin sözünde bulunmuyordu. Bilhassa, Resulullah (s.a.v.) Kur'an ile meydan okuyarak fesahat önderlerini aciz bıraktı, belagat sahihlerinin sözlerini yordu, beyan ehlini dilsiz kıldı, oysa ki; Kur'an'ın indiği asırda fesahat ve belagat meydanında en iyi ve en mükemmel söz söylemek için ihtiyaç duyulan bütün kuvvetler tam olarak bulunuyordu. Kur'an'ın indiği ümmette fesahat sahasında üstün olmaları içîn lazım olan bütün istidat ve kabiliyetler toplanmıştı.
Zerkanî -Allah ona rahmet eylesin- demiştir ki: "İşte sana Kur'an'ın mucizesi! Kur'an'ın indiği zamandan asrımıza kadar Arapçanın üzerinden çeşitli devirler geçmiştir. Bu devirlerde Arapça yükselmiş, gerilemiş, genişlemiş, daralmış, canlanmış, duraklamış, incelmiş, kibarlaşmış, kabalaşmıştır. Fakat Kur'an-ı Kerim bu devirlerin hepsinde yüce makamında durup hepsine semasmdan bakıyor. Nur ve hidayet saçıyor, tatlılık ve büyüklük fışkırıyor. Incelik, fesahat akıyor. Yenilik ve güzellik parıldıyor, İndiği gibi terütaze devam ediyor. Muciz sancağını taşıyor. Dünya milletleri önünde yakın ve güven içinde muciz olan saltanat kudreti ve kuvvetiyle saldırarak, hakkı haykırarak: "De ki; yemin ederim insanlar ve cinler bu Kur'an'ın bir benzerini getirmek için biraraya toplanmış olsalar, birbirlerine yardım da etseler yine onun bir benzerini getiremezler" (İsra: 17/88) diye meydan okuyor. [20]
Kur'an-ı Kerim'in beşer üslûbundan hiçbirine benzemeyen ve insanları hayrette bırakan üslûbunun birçok özellikleri vardır. Onları kısaca özetlîyelim:
1- Kur'an'ın, ses düzeni ve dil güzelliğinde ortaya çıkan, lafzı dokunaklılığı.
2- Kur'an'ın üslûbu okumuş olanları da olmayanları da memnun eder. Yani herkes Kur'an'ın büyüklüğünü hisseder ve onun güzelliğini anlar.
3- Kur'an'ın üslûbu akıl ile duyguyu beraber hoşnut eder, Kur'an hem akla hem de kalbe hitab eder, hak ile güzelliği bir arada toplar.
4- Kur'an'ın tertibi kusursuz ve beyanı sağlamdır. Sanki bir kalıptan çıkmıştır, akıllarla oynar, gözleri kamaştırır.
5- Sözü kullanmada ve kelam nevilerinin çeşitli olmasında üstündür. Yani Kuran bir manâyı ayrı ayrı lafızlarla ve değişik yollarla anlatır, bunlardan her biri fevkalade güzeldir.
6- Kur'an kısa anlatım ile uzun anlatım arasını birleştirir.
7- Lafzının kısa olmasına rağmen mânâsı mükemmeldir. [21]
Arap edebiyatında hüccet olan merhum Mustafa Rafii -Allah Teala ona rahmet etsin- diyor ki:
1- Kur'an'ın lafızlarını bulundukları düzen içinde bir düşünürsen, elbette o lafızların sarf ve lügatle ilgili harekeleri, müfred ve cümlenin kuruluşunda harflerin fesahatini gerektirecek şekilde konulmuş olduklarını ve akıcı bir üslûba sahip bulunduklarını göreceksin ve harflerin seslerle uzlaşarak mutlaka musikî düzen içinde birbiriyle yarıştıklarını bulacaksın. Hatta bazı harekeler ağır olup tatlı bir şekilde ifade edilemez. Fakat o harekeler Kur'an'da kullanılınca onların rahat bir şekilde ifade edildiklerini görürsün. İşte "nezir"in cemi olan "en-nüzür" lafzı söylenmesi zor olan lafızlardandır. Çünkü bu kelimede "nun" ile "zal" harflerinin ötrelerinin arka arkaya gelmesi ağırdır, bir de harflerinin sertliğini ve dildeki güçlüğünü de eklersek söylenmesi daha da zorlaşmaktadır. Fakat bu kelime Kur'an'ın şu ayetinde bunun aksine gelmiştir. (Yani bu kelime ayette çok rahat bir şekilde söylenmektedir): "Ve lekad enzerehum batşetenâ fe temârav bin nüzürı" (Kamer: 17/36) bu ayetin terkibinde düşün, lütfen çok iyi düşün! Harflerin bulundukları yerlerin zevkini tekrar tekrar tat! Harflerin harekelerini kulağın işitmesine bırak! "lekad" da ki, "dal" ve "batşetenâ" da ki, "ta" harflerinin kalkaledeki yerlerini ve "batşetenâ fetemarav" kavl-i kerîmindeki "ta" harfinden sonra "vav" harfine kadar üstünlerin arka arkaya gelmesi ve bu üstünlerin de med harfiyle aralarının ayrılması bu kelimelerden sonra gelen "bin-nüzür" kelimesindeki ötrelerin ağırlığının hafifletilmesi ve bu ötrelerin tam yerinde bulunması içindir. Nitekim ekşilerin yemekler arasında ayrı bir lezzeti vardır.
2- Kur'an-ı Kerim'de bulunan garib bir lafız vardır, bulunduğu yerde daha da garibdir. Bu lafız hiçbir kelamda güzel olmaz, ancak Kur'an'da bulunduğu yerde güzeldir. Bu lafız, "tilke izen kısmetun diza" ayetindeki "diza" kelimesidir. Bu kelime ayetlerin düzeninde en güzel ve en beğenilen yerde bulunmuştur. Bu kelimenin yerine konulması için Arap dili araştırılıp taransa bu kelimeden başka uygun bir kelime bulunmaz. Bu kelimenin bulunduğu sure Necm süresidir. Bu surenin ayetlerinin fasılaları (sonları) "ya" harfidir, işte "diza" kelimesi de fasılalardan bir fasıla olarak gelmiştir. Sonra bu "diza" kelimesi Araplara karşı inkar yerinde gelmiştir. Çünkü bu kelime putlar anlatılırken ve Araplar kendi iddialarına göre çocukları taksim ederlerken zikredilmiştir. Çünkü Araplar kız çocuklarını diri diri mezara gömdükleri halde melekleri ve putları Allah Teala'nın kızları kıldılar. (Erkek çocuklarını ise kendileri için kıldılar.) Bunun üzerine Teala Hazretleri "Elekumüz zekeru ve lehül ünsâ tilke izen kısmetün diza= Erkek sizin de dişi O'nun (Allah'ın) öyle mi? Öyle ise bu, çok insafsız bir taksim" (Necm: 53/21-22) buyurmuştur. Bu ayetteki "diza" lafzının garabeti, inkâr edilen bu taksimin garabetine son derece uygun olmuştur. Cümlelerin hepsi sanki konuşma şeklinde tasvir edilmiş, ikinci cümlede ise onlarla alay edilmiştir. Bu tasvir, belagattaki tasvirlerin en güzelidir. Bilhassa bu garib "diza" lafzı ayetin sonunda tam mevkine yerleşmiştir.
3- Beliğ olan Kur'an'ın düzeni, insanın gücünün yeteceği düzenlerden değildir. Sonra Kur'an'ın düzeni, sanatın üstünde ve fikrin ötesinde maddî bir düzendir. Sanki bu maddî düzen, cümleler üzerine tam olarak düzülmüştür. Şüphe yok ki sen, Kur'an'da lafızların bazılarını müfred sîgasıyla kullanılmayıp ancak cemi sigasıyla getirilmiş olduğunu görürsün. Eğer o müfred sigasının kullanılmasına ihtiyaç duyulursa onun yerine müradifi (eşanlamlısı) olan müfred sığası kullanılmıştır. Mesela: Akıl mânâsı olan "el-lübbü" lafzı, Kur'an'da ancak cemi olarak şu ayeti kerimelerde olduğu gibi "el-Elbab" gelmiştir: "lnne fî zâlike lezikrâ li uli’l-elbâb: Şüphesiz bunda aklı başında olanlar için öğüt vardır" (Zümer: 39/21) ve: "Ve liyetezekkera ülül elbâb: Akıl sahibleri ibret alsınlar diye indirdik." (Sa'd: 38/29) Kur'an'da "el-lübbü" kelimesi müfred olarak gelmemiş, onun yerine müfred olarak aynı mânâda "el-kalbü" kelimesi gelmiştir. Şu ayeti kerîmede olduğu gibi: "Şüphe yok ki, bunda aklı olan yahut huzur içinde, olarak kulak veren kimseler için bir öğüt vardır." (Kaf: 50/37) Kur'an'da "el-lübbü" kelimesinin kullanılmasının sebebi: Bir yerde toplanmış olan iki "ba" harfinin ağır olmasıdır. Bu ağırlığı veren ise ağızda yayılıp genişleyen "Lâm" harfidir. Bu kelimenin söylenmesi güzel olmayınca Kuran-ı Kerim bu kelimeyi kendi nazmında kesin olarak kullanmamıştır. Yine "el-kub" kelimesi Kur'an'da cemi olarak kullanılmış, müfred olarak gelmemiştir. Çünkü cemi olan "ekvab" lafzındaki açıklık, incelik gelişme makama uygun olan güzellik gibi söylemeyi kolaylaştıran sebepler müfred olan "el-kub" lafzında bulunmamaktadır. "El-ercâü" lafzı da Kur'an'da ancak cemi olarak kullanılmıştır, taraf mânâsına olan müfredi "erraca" kelimesinin lafzı illetli olduğu için bırakılmış, görüldüğü gibi Kur'an'ın nazmında kullanılması uygun olmamıştır. "El-ardu" lafzı "el-ercâü" lafzının aksine olarak Kur'an'da ancak müfred olarak gelmış cemi olan "erdine" kelimesinin kullanılmasına ihtiyaç duyulunca her fikrin baş eğdiği fesahati ve fesahatin sırrını gidermemek ve harikulade güzelliğinden çıkarmamak için onun yerine "mislehünne" kelimesi kullanılmıştır: "O Allah ki, yedi (kat) göğü yaratmış, yerden de onların mislini (yedi kat) yaratmıştır. Allah'ın emri (vahyi) bunların aralarına inip duruyor. Sizin, Allah'ın herşeye gücü yettiğini ve ilmiyle herşeyi kuşattığını bilmeniz için." (Talak: 65/12) Kendisinde bulunan sertlikten ve Kur'an nazmı bozulacağından dolayı "Seb'a erdine" lafzı kullanılmamıştır.
4- Şu ayeti kerîmeyi düşün: "Biz ayrı ayrı mucizeler olmak üzere, onlara sel felaketi, çekirge, haşarat, kurbağalar ve (sularına) kan gönderdik" (A'raf: 7/133) Bu ayeti kerîmede beş tane isim vardır. Bu lafızların en hafifleri: "et-tufane, el-cerâde, ed-deme"dir ve bu lafızların en ağırları: "el-Kummele, ed-dafâdia"dır. Önce "et-tufan" zikredilmiştir. Çünkü bunda iki med harfi bulunduğu için söylenmesi dile kolaydır. Sonra "el-cerade" zikredilmiştir. Zira bunda da bir med harfi bulunduğu için yine söylenmesi kolaydır, sonra iki ağır lafız zikredilmiş, banlardan da kendisinde gunne bulunduğu için sesi uzatan ve dile kolay olan lafızla başlanmıştır. Dil süratle hareket etsin, nazım zevki doğru olsun, terkibdeki bu icaz (benzerini getirmekten aciz bırakma) tamam olsun diye bu ayetin tertibi bu şekilde tanzim edilmiştir. Sen bu beş ismi tersine çevirirsen bu ayetin yalnız bir yerinde fesahat görürsün. Bu beş ismi takdim ve tehir edersen süratle seni zorluklar ve sürçmeler kuşatır, bu beş isimden fasih bir lafız veya fasih bir nazım getirmen mümkün olmaz. Buraya kadar zikredilenlerden şu sonuç çıkarılır: Şüphesiz Kur’an-ı Kerim üslûbu ile tektir. Elbette insan sözü değildir. Şayet insan sözlerinden olsaydı, muhakkak Arap üslûplarından bir üsluba benzeyen yolda veya Araplardan sonra zamanımıza kadar gelenlerden birinin üslûbuna benzerdi. Nitekim Teala Hazretleri: "Hâlâ Kur’an’ı düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından olsaydı, onda bir çok ahenksizlik (ve tutarsızlık) bulacaklardı" (Nisa: 4/82) buyurmuştur. Araplar, Kur'an-ı Kerim'in üslûbunun beşer üslûbundan hiçbirine benzemediğini anladılar, beliğ ve fasih olanları da bunu kesin olarak bildiler. Eğer bunu kesin olarak bilmeselerdi, Kur'an-ı Kerim’e karşı susmazlardı ve onun benzerini getirmek için uğraşmaktan vazgeçmezlerdi. Çünkü onlar, Kur'an-ı Kerim'in üslûbunu yaratılışları itibariyle söyleyebilecekleri üslûpların dışında gördüler. Buna göre onlar yaratılmadıkları bir tabiat ve kabiliyetle Kur'an-ı Kerim'in benzerini nasıl getirebilirler?
Merhum faziletli şeyh Zerkani, Kur'an-ı Kerim'in üslûbunun özellikleri konusunda der ki: "Kur'an'ın lafzına okumak için dokununca sesle ilgili düzeni ve lügatle ilgili güzelliği meydana çıkar. "Sesle ilgili düzeni" ile Kur'an'ın harekelerinin sükunlarının, medlerinin, gunnelerinin, muttasıllarının ve sektelerinin kulakları doyuracak, nefisleri cezbeye getirecek şekilde birbirine tam uygun olması ve birbiriyle tam uzlaşmış olması murad edilmiştir. İşte Kur'an'ın bu şekildeki düzenine başka herhangi bir yoldan, gerek vezinli, kafiyeli gerekse vezinsiz, kafiyesiz bir sözle ulaşmak mümkün değildir."
"Kur'an'ın lügatle ilgili güzelliği" ile Kur'an'ın harflerinin vasfında ve kelimelerinin tertibinde sahip olduğu ayrı bir üstünlük sayesinde mükemmel olan dış düzen güzelliği murad edilmiştir, insanların kendi sözlerinde kullandıkları her türlü tertib, Kur'an'ın tertibinde çok aşağı derecede bulunmaktadır. Kur'an'ın lügatla ilgili güzelliği icazın zirvesine ulaşmıştır. Şöyle ki: Kur'an'a insanların sözlerinden birşey girse, okuyanların ağızlarında Kur'an'ın tadı kalmaz ve dinleyenlerin kulaklarında Kur'an'ın düzeni bozulur. Lügatla ilgili güzelliği ile sesle ilgili düzeni bir bakıma Kur'an'ın muciz olmasının delilleri oldukları gibi, diğer bir bakıma da Kur'an'ı korumak için kuvvetli kaleleridir. Yine Kur'an'ın lügatla ilgili güzelliği ile sesle ilgili düzeni kulakları doyurur, her insanda Kur'an-ı Kerim'e doğru yönelme sebebini harekete geçirir ve uyandırır. Bundan dolayı Kur'an-ı Kerim halkın dilinde ve kulaklarında, dünya durdukça hakim olarak kalacak ve halkın arasında kendi meziyetleri ile tanınacaktır. Bu yüzden hiçbir kimse Kur'an'ı bozmaya ve değiştirmeye cesaret edemiyecektir. Bunun tasdikcisi Teala Hazretlerinin şu kavl-i kerîmidir:
"Hiç şüplıe yok ki, Kur'an'ı biz indirdik biz! Ve onu biz koruyacağız" (Hicr: 15/9}
Kur’an-ı Azim'in üslûbunun özelliklerinden biri de akıl ile kalbe beraber hitab etmesi ve hak ile güzelliği bir arada toplamasıdır. Bak Kur'an'a! İnkâr edenlere ve yalanlayanlara karşı ölülerin dirilip kabirden çıkacaklarına dair akli delilleri hararetle savunurken şu susturucu ve ikna edici deliller arasında kalpleri titreten ve duyguları tam manâsıyla doyuran şeyleri sevkedip nasıl delil olarak göstermiştir? İşte Fussilet suresinde Sübhanehü ve Teala Hazretleri buyurdu ki:
"Onun ayetlerinden biri de yeryüzünü boyun bükmüş kupkuru görnıendir. Fakat üzerine suyu indirdik mi, hemen davranır ve kabarır. Ona can veren {Allah) elbette ölüleri de diriltir. Çünkü O, kerşeye kadirdir." (Fussilet: 41/39)
Dinle Kur'an'ı! Kaf suresinde Teala Hazretleri buyuruyor ki:
"Gökten mübarek bir su indirerek onunla hahçeler ve biçilecek ekinler bitirdik. Bir de tomurcukları birbiri üzerine dizilmiş, uzamış gitmiş hurma ağaçları, bunlar kullara rızıktandır. O yağmurla biz, ölü bir beldeye hayat verdik (öldükten sonra dirilip kabirden) çıkış da böyledir'' (Kaf: 50/9-11)
Bir an ikna eden ve duyguyu doyuran şu parlak ve mükemmel üslûbu düşün! Hatta cümle içinde delilin mukaddimelerinin neticesi yerinde olan birinci ayette Teala Hazretleri: "Boyun bükmüş ve kupkuru olan yere can veren Allah elbette ölüleri diriltir" (Fussilet: 41/39) ve ikinci ayette Teala hazretleri: "O yağmurla biz, ölü bir beldeye hayat verdik (Öldükten sonra dirilip kabirden) çıkış ta böyledir" (Kaf: 50/9-1 î) buyurmuştur.
Bu ne büyüleyici güzelliktir, bu ne dehşet verici bir mucizedir ki, şu sayılı kelimelerde delillerin en açığı ve beyanın en mükemmeli ile insanın hem aklına hem de kalbine beraber yönelmekte. Sonra bak Kur'an'a -Mesela- Yusuf Aleyhisselamın kıssasını açıklarken arasında tesirli öğütler verilmiştir. Yine kıssanın arasında iffete, şerefe ve emanete sarılmanın vacib olduğuna dair kesin deliller zikredilmiştir. Bu şaheser kıssanın bölümlerinden bir bölümde Teala Hazretleri buyuruyor ki:
"Onun (Yusuf’un) bulunduğu evdeki kadın (Zeliha), onun nefsinden murad almak istedi ve kapıları kilitledi ve "Haydi gel seninim" dedi. Yusuf da Allah'a sığınırım! Doğrusu o (kocan) benim efendimdir. Bana güzel baktı. Hiç şüphe yoktur ki, zalimler başarıya ulaşamazlar" dedi." (Yusuf: 12/23)
Bu ayeti kerîmede azgınlığın üç davetçisi ile iffetin üç davetçisi karşılaştırılmış, bu faydalı kıssada Rahman ordusu ile şeytan ordusu arasında ateşli bir mücadelenin bulunduğu tasvir edilmiş, bu iki ordunun mücadelesi insaflı akıl önünde terazinin iki kefesine nasıl konulmuştur? Dikkatle düşün!
İşte böylece Kur'an-ı Kerim'ın hepsini tatlı ile karıştırılmış olduğundan boğazdan kolay geçen bulursun. Çünkü Kur'an-ı Kerim, aklî delilleri kolaylaştırarak nefislere yudum yudum içirir. Akılları çeşitli duygularla dinlendirir. Beşerîn sözlerinde buna benzer bir saadet bulabilir misini Hayır, hayır! Beşerin sözleri aklın hakkını verse duygunun hakkını veremez, duygunun hakkını verse aklın hakkını veremez. Hatta umum olan örfde, beşerin üslupları iki kısımdır, üçüncü bir kısmı yoktur. Birisi "ilmî üslûp" diğeri ise ''edebî üslûp"tur. Edebî üslûp, ilim talebelerini memnun etmez, ilmî üslûp da edebiyat talebelerini hoşnut etmez. İşte bu yüzden alimlerin ve araştırmacıların sözlerini, kalbleri titretmekten ve nefisleri tahrik etmekten yoksun, kaba ve sıkıcı bulursun. Edebiyatçıların ve şairlerin .sözlerinde fikirleri beslemeyen ve akılları ikna edemeyen zayıflığı ve ilmî kısırlığı bulursun.
Kur'an-i Kerim'e gelince kelam nevilerinin arasında müstesna bir meziyete sahiptir. Çünkü Kur'an-ı Kerim, bir işi yapmak, kendisini diğer bir işi yapmaktan meşgul etmeyen Kadir-i Mutlak olan Allah tarafından indirilmiş (bir kitab)dır. ''Alemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir."
3- Kur'an'ın hiçbir kimsenin benzerini getirmesi mümkün olmayan akıcı, harikulade bir üslûba sahip olması.
Kur'an, az sözle çok mânâ anlatan, akıcı ve harikulade bir üslûba sahiptir ki, beşerden hiç bir kimsenin bu üslûbu tam olarak kavraması veya bu üslûbunun benzerini getirmesi mümkün değildir. Çünkü bu üslûp beşer takatinin ve insan kudretinin üstündedir. Bedevî bir koyun çobanı Kur'an'ı dinleyince alemlerin Rabbi Allah Teala için secdeye kapanmıştı. Bu, şanlı kitabın fesahat ve belagatından ve dinleyenlerin nefislerinde icra ettiği tesirden ileri geliyordu, işte Kur'an, kaba saba olan o koyun çobanlarının hislerini inceltiyor, duygularını etkiliyordu. [22]
Rivayet edilmiştir ki: Asmai, bir gün çıkıp gezerken beş veya altı karış boyunda, şiirden çok güzel beyitler okuyan bir kıza rastlamış. onu dinlemiş okuduğu beyitleri beğenmiş, beyitlerin üslûbunun güzelliği, beyanının parlaklığı, lafızlarının fesahati nefsini ve kalbini titretmiş. Bunun üzerine kıza:
"Allah senin iyiliğini versin, okuduğun beyitler ne kadar. fasihdir!" demiş. Kız ona:
"Vah, yazık sana! Allah Tebareke ve Teala'nın şu kavl-i keriminden sonra bu beyitler fasih sayılır mı?" demiş ve şu ayeti kerîmeyi okumuş: "Musa'nın anasına da şöyle ilham ettik: Çocuğu emzir! {öldürülmesinden) korktuğun vakit, onu deryaya (Nil'e) bırakıver. Hem korkma ve üzülme! Çünkü muhakkak biz onu sana geri vereceğiz ve kendisini peygamberlerden yapacağız" (Kasas: 28/7) Sonra kız ona:
"Bu ayeti kerime kısa olmasına rağmen iki emrin, iki nehyin, iki haberin, iki müjdenin arasını bir arada toplamıştır" demiş. Asmaî demiştir ki:
"Ben onun beğendiğim şiirinden daha çok bu ayeti kavramasına hayran oldum. Yaşı küçük bir bedevi kızı olmasına rağmen ilmi geniş, anlayışı mükemmeldi. O şu mânâdaki beyitleri okuyordu:
"Bütün günahlarım için Allah Teala Hazretlerinden mağfiret dilerim.
Helal olmayan bir insanı öptüm, nazından ceylan kadar yumuşaktı, gece yarısı oldu hâlâ namazı kılmadım."
Bu kız Asmaî'ye Kur'an'daki güzellik ile Kur’an'in belagatına, fesahatma, az lafızla çok mânâ ifade etmesine, icazına (benzerini getirmekten aciz bırakmasına) işaret etmiştir. Bu ayeti kerîmenin bir arada topladığı iki emir: "Çocuğu emzir ve onu deryaya (Nil'e) bırakıver" lafızlarıdır. Bir arada topladığı iki nehiy: "Korkma" ile "üzülme" lafızlarıdır. Bir arada topladığı iki haber: "Musa'nın anasına da şöyle ilham ettik" ve "(öldürülmesinden) korktuğun vakit" lafızlarıdır. Bir arada topladığı iki müjde: "Biz onu sana geri vereceğiz" ve "Kendisini peygamberlerden yapacağız" lafızlarıdır. Birinci müjde Hazreti Musa'nın (Aleyhisselam) sağ salim şerefli bir şekilde anasına geri verileceğine dairdir. İkinci müjde ise ileride doğru yolu gösteren bir peygamber olacağına dairdir. Bak! -Allah Teala seni korusun- bedevi olan bu kız Arap olarak yaratılmış olduğu kabiliyetle, az lafızla çok mânâ ifade eden ve muciz olan Kur'an'ın sırlarından bir sırrı nasıl kavramış, Asmaî'nin anlayamadığı bu Kur'an'ın sırlarından olan şeylere nasıl dikkat etmiştir. Sanki ayeti kerîmeler, İnci ile mercandan dizilmiş bir gerdanlıktır, incileri ise aynı ölçüdedir. Rivayet edildiğine göre; meşhur edebiyatçı yazar İbnü'l-Mukaffa bir defa Kur'an-ı Kerim'e benzer bir eser yazmaya başlamış, fakat "Ey yer suyu yut!" ve "ey gök yağmurunu tut!" denildi. Su çekildi ve iş bitirildi. (Gemi de) Cudi (dağ) üzerinde durdu. Zalimler güruhuna "(Allah'ın rahmetinden) uzak olsunlar" denildi" (Hud: 11/44) mânâsındaki ayeti kerîmeyi okuyan bir çocuğu dinlemiş, bunun üzerine kalemlerini kırmış ve Kur'an'a karşı yazmaya başladığı sahifeleri parçalamış ve:
"Allah'a yemin ederim ki, Kur'an-ı Kerim'in benzerini getirmeye beşerin gücü yetmez" demiş ve toplayıp yazmış olduğu sahifeleri parçalamış ve meydana çikarmaktan utanmış.
İşte böylece büyük edebiyatçı İbnü'l-Mukaffa'nın nefsi kendisine Kur'an'ın surelerinden bazılarına benzer şeyleri yazmayı söyledikten sonra Kur'an'ın büyüklüğünü görünce bu niyetinden vazgeçmiştir. Sonra Kur'an'ın üslûbundaki akıcılığa ve az lafızla çok mânâ ifade etmesine bak! Kur'an'ın bu üslûbunu en parlak olan Arapça üslûpla karşılaştır. En parlak olan Arapça üslûp ise "dad" harfini söyleyenlerin en fasihi, peygamberlerin efendisi, Abdullah'ın oğlu Hazreti Muhammed Aleyhisselam'ın üslûbudur. Rasulullah (s.a.v.)'in belagatına, ve fesahatına dostlarından önce düşmanları şehadet etmişlerdir. Kur'an ile hadisi şerifleri karşılaştır, aralarındaki farkı gökle yer arasındaki farkdan daha uzak bulacaksın. Kur'an'ın belagatı, aydınlığı, güzellik tabakalarının en yücesinde icaz ve beyan derecelerinin en üstünde parlamaktadır. Cenneti ve cennette bulunan ebedî nimetleri anlatan Rasulullah (s.a.v.)'in şu hadisi şerifini düşün: "Orada hiçbir gözün görmediği, kulağın işitmediği ve insan kalbinden geçmeyen şeyler vardır."
Lafızları parlak olan bu hadisi şerif ile cennet ehlinin nimetini anlatan şu ayeti kerimeleri karşılaştır: "Orada canların istediği, gözlerin lezzet alacağı herşey vardır" (Zuhruf: 43/71) ve: "Yaptıklarına mükafat olarak kendilerine, gözlerin aydın olduğu (Cennete mahsus nimetlerin} saklandığını kimse bilmez." (Secde: 32/17)
Bu ayeti kerimelerin, hadisi şeriflere nisbetle vezinleri daha uygun, terkibleri daha güzel, lafızları daha tatlı, ibareleri daha akıcı, harfleri daha azdır. Yine Rasulullah (s.a.v.)'in: "Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürüsünden mesuldür. Kişi evinde çobandır ve sürüsünden mesuldür" hadisi şerifi ile şu ayeti kerimelerin: "Rabbin hakkı için! Biz onların hepsini yapmakta oldukları işlerden mesul tutacağız" (Hicr: 15/92-93) ve: "Kendilerine peygamber gönderilen ümmetlere, elbette soracağız! Elbet gönderilen peygamberlere de soracağız" (A'rafi: 7/6) arasını karşılaştır. Aralarındaki farkı gökle yer arasındaki farktan daha uzak bulacaksın. Yine Rasulullah (s.a.v.)'in diğer hadisi şerifleri ile Kur'an’ı Kerim'in arasında bir karşılaştırma yap! Fesahat ve belagatça sözlerin en yüce doruğunda olan Rasulullah (s.a.v.)'in kelamını beşer kelamı olmaktan çıkmış olduğunu göremezsin. Allah Teala'nın kelamına gelince, bu kelama hiçbir söz benzemez. Çünkü bu kelam beşeri yaratanın kelamıdır. Bak Allah'ın kelamına! Teala Hazretleri, şanlı ayeti kerîmelerinden bir ayetinde geçmiş ümmetlerin hallerinden, inkar edenlerin, yalanlayanların, sonuçlarından, azgınlıklarının, inatlarının neticesi olarak başlarına gelen büyük musibet ve felaketlerinden, azgınlıkta sınırı aştıktan sonra Allah'ın onların hepsinden nasıl intikam aldığını, onlardan hiç bir kimsenin kurtulamadığını haber vererek: "Biz de her birini günahı sebebiyle yakaladık, kiminin üzerine bir ateş yağdıran (kasırga) gönderdik. Kimini nara yakaladı, kimini yere batırdık, bazılarını da boğduk, Allah onlara zulmedecek değildi, lakin onlar kendilerine zulmediyorlardı" (Ankebut: 29/40) buyurdu.
Kurtubî, "İbnü'l-Hassar" dan naklederek demiştir ki: -Yukarıda geçtiği üzere Kur'an-ı Kerim'in muciz olmasının on sebebi vardır- Bunlardan üç muciz sebebin her surede hatta her ayette bulunması lazımdır. Bu üç muciz sebep şunlardır: Kuran nazmının Arap üslûplarından hiçbir üslûba benzememesi, akıcılığının hiç bir kimsenin getirmesi mümkün olmayan harikulade bir akıcılığa sahip olmasıdır. İşte bu üç muciz sebebin bir arada toplanmasıyla -diğer yedi muciz sebep bu üç muciz sebebe katılmasa da- işitilen her ayet ve işitilen her sure, beşer sözlerinden ayrılır. İşte Kur'an-ı Kerim bu üç muciz sebeple meydan okur, benzerini getirmekten beşeri aciz kılar. İşte "Kevser Suresi" kısa üç ayettir. Kur'an'daki en kısa suredir, bu sure iki gaibden haber vermektedir:
Birisi: Kevserden (cennette olan ırmaktan) onun büyüklüğünden, genişliğinden kaplarının çokluğundan haber vermektedir.
Bu, Rasulullah (s.a.v.)'i tasdik edenlerin adedi, diğer peygamberlere uyanların adedinden daha çok olacağına delalet etmektedir.
Diğeri ise: Velid b. Muğire'den haber vermektedir. Bu ayet indiği vakit, Muğire mal ve çocuk sahibiydi. Sonra Allah Teala onun malını ve çocuklarını helak etti ve soyu kesildi'. [23]
Kur'an'ın muciz sebeblerinden biri de mükemmel olarak koymuş olduğu ilahî kanunlardır ki, beşer tarafından konulmuş ve beşerin tanımış olduğu eski ve yeni kanunların hepsinden üstündür. Kur'an-ı Kerim, ailenin ve toplumun hayatını düzenleyen iman esaslarını, ibadetlerin hükümlerini, ahlak ve adabın kanunlarını, iktisadî, siyasî, medeni ve içtimaî kanun koyma kaidelerini açıklamış ve insanlığın şerefini koruyacak olan en adil prensipleri koymuştur ki, yirminci asırdaki ıslahat davetçileri o prensiblere çağırmaktadırlar: Demokrasi adını verdikleri müsavat (eşitlik) hürriyet, adalet ve şûradır. Bunlar yeni medeniyetin koştuğu kalkınmanın ve kanun koymanın esaslarmdandır.
İman konusunda Kur'an, temiz, yüksek, açık ve yüce bir imana davet ediyor. İmanın esasları, Allah Azze ve Celle'ye inanmak, bütün nebileri ve peygamberleri tasdik etmek, semavî kitapların hepsine inanmaktır. Nitekim Teala Hazretleri: "Peygamber kendisine Rabbinden indirilen (Kur'an’a iman etti, ınü'ıninler de iman ettiler. Hepsi Allah'a, meleklerine, kitablarına ve peygamberlerine inandılar. "Biz, Allah'ın peygamberlerinden hiç birini ayırdetmeyiz" (dediler)" (Bakara: 2/285) buyurmuştur. Kur'an, kitab ehli olan Yahudiler ile Hristiyanları kendisinde sapma, eğrilik olmayan eşit bir kelimeye davet etti. Nitekim Teala Hazretleri: "De ki: "Ey kitab ehli! Bizimle sizin aranızda mânâsı eşit bir kelimeye gelin. (Şöyle ki): Allah'tan başkasına tapmayalım. Ona hiç bir şeyi ortak koşmayalım. Allah'ı bırakıp da birbirimizi Rabler edinmeyelim. Eğer bundan yüz çevirirlerse, şahid olun, biz Müslümanlarız" deyiverin" (Al-i İmran: 3/64) buyurmuştur.
İbadetler konusunda Kur'an-ı Azim, ibadetlerin esaslarını ve temellerini getirdi. Namaz, oruç, hac, zekat ve diğer iyilik ve taat amellerini meşru kıldı. İslâmda ibadet bu zikredilen esaslara ve rükünlere kısaltılmış ve yalnız bunlardan ibaret değildir. Bilakis ibadet, her hayır amele, her iyi işe ve her taata şamildir. Bundan dolayı alimler: "Bir insanın Allah'ın rızasını kasdederek yapmış olduğu her amel ibadet olur" diye açıklamışlardır. Yine alimler: "Salih ve halis niyetle âdet, ibadete dönüşür" demişlerdir. Bir insan haramdan sakınmak maksadıyla bir sanat öğrenip, hem kendisinin hem de bakmakla sorumlu olduğu kimselerin nafakalarını temin etmek için çalışır, ibadet ve taata kuvvet kazanmak maksadıyla yer içerse çalışması ibadet olur ve bu ibadetten sevap kazanır. Bu konudaki deliller, hadisi şeriflerdir. Nitekim Rasulullah (s.a.v.): "Eğer sen bir yiyecek verir de onunla Allah'ın rızasını dilersen, ondan dolayı mutlaka mükafat görürsün. Hatta karının ağzına attığın lokma dolayısıyla bile!.." buyurmuştur. Yine Resulullah (s.a.v.): "Birinizin cinsî münasebetinde bile sadaka vardır" buyurmuşlar. Ashab:
"Ya Rasulallah! Birimiz şehvetini giderir de onda da sevap mı olur?" diye sormuşlar. Rasulullah (s.a.v.) de:
"Ne dersiniz o kimse şehvetini haramla tatmin ederse ona günah olur mu? İşte bunun gibi, helalla tatmin ettiği zaman da ona sevap olur" buyurmuştur.
Farz olan ibadetlerin esaslarını dikkatle incelersek görürüz ki: İslâm, ibadet müessesini geniş tutmuş, çeşitli nevilere ve farklı kısımlara ayırmıştır. Bir kısmı, yalnız mal ile yapılan ibadetlerdir: Zekat, sadakalar gibi. Bir kısmı da yalnız beden ile yapılan ibadetlerdir. Namaz, oruç gibi. Diğer bir kısmi ise, ikisini birleştiren yani, hem beden ile hem de mal ile beraber yapılan ibadetlerdir: Hac ve Allah yolunda cihad gibi. Bunlar hem mal, hem de nefisle yapılır.
ibadetlerin böyle çeşitli nevilere ve farklı kısımlara ayrılmasının maksadı ve yüce hikmeti, nefsin bir şeye alışıp da o şeyin âdet haline gelmemesi veya bir ibadetten sıkılıp bıkmaması içindir.
Umumî kanun koyma yolunda Kur'an-ı Azim'in medenî, cinai, siyasî ve iktisadi hükümler hakkında genel kaideler koymuş olduğunu ve devletler arası barış savaş hallerindeki münasebetler için en mükemmel esasları ve en adil nizamı koymuş olduğunu görüyoruz.
Muamelat işinde Kur'an-ı Kerim, insanların mallarını haksızlıkla yemeyi haram kılmıştır. Nitekim Teala Hazretleri: "Ey iman edenler! Mallarınızı, aranızda haksızlıkla yemeyin. Ancak kendiliğinden anlaşarak bir ticaret yapmanız başka" (Nisa: 4/29) buyurmuştur. Kur'an-ı Kerim, muayyen bir vaade ile yapılan satış kesinleşince şahit tutulmasını ve borcun yazılmasını emretmiştir. Nitekim Teala Hazretleri: "Ey iman edenler! Muayyen bir vaade ile borçlandığınız vakit onu yazınız, hemen aranızda bir katip doğrulukla yazsın" (Bakara: 2/282) buyurmuştur.
Cinayetler konusunda Kur'an-ı Kerim topkımu himaye etmek, anarşi ve sıkıntıdan korumak, ümmetin hayatını, geleceğini mallarını ve namuslarını garanti altına almak, güven içinde istikrarlı, şerefli ve mesud olarak yaşamaları için hadleri (cinayetten caydırmak için konulmuş belli cezaları) meşru kılmış ve bu cezaları uygulamayı idarecilere vacib kılmıştır. Kur'an-ı Kerim suçların kaynaklarını fertlerin ve toplumun geleceği için tehlikeleri en büyük olanları açıklamış ve bu suçlardan herbiri için miktarı ve sınırı belli cezalar koymuştur. Bu cezaların ziyade ve noksan yapılması ve uygulamalarında müsamaha edilmesi caiz. değildir. Kur'an-ı Kerim, hafif suçların cezalarını müslüman hakime bırakmıştır. Müslüman hakim sünnet-i Nebevinin ışığı altında uygun gördüğü cezayı tatbik eder. Bu cezaların uygulanmasıyla insanların hayrını isteyen İslamın ruhu gerçekleşmiş ve toplum sosyal kötülüklerden ve zulümlerden temizlenmiş olur. Kur'an-ı Kerim'in insanları suç işlemekten caydırmak için cezalarının miktarını bildirmiş olduğu büyük suçlar beştir: Öldürme suçu, zina suçu, hırsızlık suçu, yol kesme suçu, kazf (iffete iftira atmakla) insanların şerefine tecavüz etme suçudur..
Kur'an-ı Kerim'in koymuş olduğu ilahî kanun ile beşer tarafından yapılmış kanun karşılaştırıldığında ilahî kanunun çok üstün olduğunun en parlak misali: "Kur'an-ı Kerim, sosyal kötülükleri ve hastalıkları tedavi etmekteki takip ettiği o hikmetli yol sebebiyle Arapların nefislerinde büyük tesir bırakma onların nefislerinde yerleşmiş her türlü fesadın kökünü kazımış, her türlü suçun köküne kibrit suyu dökmüş, onları insanlar için meydana çıkarılmış en hayırlı ümmet kılmış, onlar da bu sayede dünyaya malik olup, aleme hakim olmuşlardır.[24]
Kur'an-ı Hakim'in koymuş olduğu ilahî kanunların beşer tarafından konulmuş olan kanunlardan ve dünya yönetmeliklerinden üstün olduğuna dair hayatın gerçeklerinden bazı misallere kısaca değinmek istiyorum:
1- Yakın zamanda Amerika içkiyi yasakladı. Fakat onu başaramadı, çünkü Amerika İslâmın içkiyi yasaklamasındaki takib ettiği hikmetli yolu takip etmediği için muvaffak olamadı. İçkinin zararının büyük olduğuna inandığı halde serbest bıraktı.
2- Avrupa devletlerinden bazılarında bilhassa Amerika'da kilisenin talimiyle boşanmak yasaktı. Bu büyük zarar ve musibetlere sebebiyet verdiği için boşanma kanununu kabul ettiler.
3- Avrupa ıslahatçıları "taaddüd-i zevcat"a müsaade edilmesinin zarurî olduğuna dair seslerini yükseltiyorlar. Hatta metreslerin çoğalmasının neticesinde Avrupalı kadınlar "taaddüd-i zevcat" istiyorlar. Metres hayatı Avrupa toplumu üzerinde büyük bir tehlike olmuştur.
4- Medeni Avrupa toplumunda karı kocanın birbirine karşı hıyanetlikleri akla hayret verici, korkunç ve fecî bir şekilde yayılmakta, hatta aile bağlarının çözülmesini tehdit etmektedir. Avrupa'da gayrı meşru birçok çocuk sokağa bırakılmaktadır. Bunların sebebi açılıp saçılma ve iki cinsin birbiriyle karışmasıdır.
5- İspanya hükümeti memleketindeki beldelerde bulunan resmî genelevlerini ve deniz sahillerinde mayolarla kadınların açık saçık dolaşmalarını yasaklayan kanun çıkarmıştır.
6- Fransa lideri, ikinci cihan harbinde Almanların önünde hezimete uğramalarının ertesi gününde şöyle haykırmıştır: "Fransa devletinin mağlup olmasının, hezimete ve bozguna uğramasının sebebi, cinsî şehvetlere dalmaları, azgınlıkta ve kötülükte aşırı gitmeleridir."
7- Son olarak medenî Avrupa toplumunda uzun seneler hapsetme, hücreye kapatma, giyotinle idam etme gibi en ağır cezaların bulunmasına rağmen her türlü suçun arttığını görüyoruz.
Yine cezaların bu kadar ağır olmasına rağmen tehlikeli çetelerin gündüzün ortasında genç kızları ve genç erkekleri kaçırma, evleri, bankaları, büyük mahalleleri soyma, insanları öldürme gibi korkunç cinayetler işleyerek beldelerin güvenliğini ve insanların selametini tehdit ettiklerini duyuyoruz ve görüyoruz, işte bunlar beşer yönetmeliklerinin ve kanunlarının yetersiz olduklarının en büyük delillerindendir.
Islama gelince, güveni ve selameti gerçekleştirdi. Suçları beşiklerinde yok etti. Şu mânâdaki beyitleri söyleyen ne kadar güzel söylemiştir:
Zayıf akılların düzenlediği kanunlar nerede? Herşeyin hakkıyla görüp gözeten ve herkesi hesaba çekecek
Allah Teala'nın nizamı nerede? Söyle ey yirminci asır! İnsanlar seni yüzü parlak ve insanı mesud eden bir asır zannediyorlar. Sen yüzü parlak bir asır değilsin. Bilakis sen, ateş ve zulüm asrısın. İşte Rahman olan Allah'ın kanunu ile insanlar tarafından konulan kanunlar arasındaki fark budur. Fakat insanların çoğu bilmezler. [25]
Kur'an-ı Kerim'in muciz olmasının sebeblerinden biri de: Gaiblerden haber vermesidir. Parlak bir burhan ve kesin bir delil olan Kur'an-a Kerim beşer kelamı olmayıp ancak kendisine hiçbir şey gizli .kalmayan bütün gaibleri hakkıyla bilen Allah Teala'nın kelamıdır. Eğer Kur'an-ı Kerim kafirlerin iddia ettikleri gibi Hazreti Muhammad (s.a.v.)’in kelamı olsaydı haber verdiği şeylerin zıddı meydana gelmekle bu gaib haberlerin uydurma oldukları meydana çıkar, yalanının ortaya çıkmasıyla rezil ve rüsvay olurdu. Hiçbir vakit Rasulullah (s.a.v.) haber verdiği şeylerin tersi meydana gelmesiyle rezil olmamıştır. Bir de Rasulullah (s.a.v.)'in Allah'a karşı yalan söylemesi nasıl düşünülebilir? Bu gaib haberlerin bildirildiği gibi harfiyyen meydana gelmesi Kur'an-ı Kerim'in Allah kelamı olduğunun kesin delilidir.
1- Bu gaib haberlerden biri, Kur'an-ı Kerim'in Rumların yenilmesindeis sonra gelecekte tekrar Rumlar ile İranlılar arasında harbin olacağını ve bu harbde Rumların üstün geleceğini haber vermesidir. Nitekim Teala Hazretleri: "Elif, Lâın, Mim. Rumlar (İranlılara) (Arak ülkesine) en yakın yerde yenildiler. Onlar bu yenilgilerinden sonra üç ile dokuz yıl arasında üstün geleceklerdir. Önünde sonunda iş Allah'a aittir. İşte o gün inananlar, istediğine yardım eden Allah'ın yardımına sevineceklerdir. O, güçlüdür, merhametlidir" (Rum: 30/1-5) buyurmuştur.
Müfessirler bu ayeti kerimenin inmesinin sebebini şöyle zikretmişlerdir: Hristiyan olan Roma devleti ile Mecusî olan İran devleti arasında yapılan savaşda İranlılar Rumlara üstün gelmişlerdi. Bunun üzerine müşrikler sevindiler ve Müslümanlara
"Siz kitap ehli olduklarını iddia ediyorsunuz, işte bizim kardeşlerimiz sizin kardeşlerinize üstün gelmişlerdir. Biz de elbette size üstün geleceğiz" demişlerdi. Müslümanlar, dine bağlı olan Roma devletinin Mecusî oian İran devleti önünde yenilmelerine çok üzülmüşlerdi. Bunun üzerine bu ayeti kerime inmiştir. Bu ayeti kerîme "fi bıd'i sinin" yani üç ila dokuz sene arasında dolaşan kısa bir müddet içinde Rumların İranlılara üstün geleceğini müjdeliyordu. Halbuki bu müjde vaktinde Rumların İranlılara üstün gelecekleri hiçbir kimsenin hatırından bile geçmiyordu. Çünkü harpler Rumları yiyip bitirmişti. Hatta evlerinin içinde bile öldürülmüşlerdi. İran devleti kuvvetliydi. Rumları yenmekle kuvvetleri daha da artmıştı. Bu ayeti kerîme inince Ebu Bekir Sıddık (r.a.} dokuz seneye kadar Rumların galib geleceğine dair Übeyy b. Halef ile yüz deve üzerine bahse girdi. Bu müddet geçmeden Rumlar ile İranlılar arasında harp çıktı, bu harpte Rumlar üstün gelip İranlılar yenildiler. Kur'an'ın bu haberi hicretin ikinci senesi yani, miladî 624 senesinde gerçekleşmiştir. Ebu Bekir Sıddık (r.a.) bahsi kazandı. Yüz deveyi Übeyy'in veresesinden aldı. Rasulullah (s.a.v.) ona bunları tasadduk etmesini emretti. Bu ayette gaibden başka bir haber daha vardır. O da Rumların üstün gelecekleri vakitte, Müslümanların da kazanacakları zaferle sevinecekleri haberidir. Nitekim Teala Hazretleri: "İşte o gün inananlar, istediğine yardım eden Allah'ın yardımına sevineceklerdir" buyurmuştur. Allah teala Rumlara vermiş olduğu vaadini yerini getirdiği gibi müslümanlara vermiş olduğu vaadini de yerine getirmiştir. Rumların üstün geldiği günde, müslümanlar da Bedir'de üstün gelmişlerdir. İşte bu gaib haberi Allah'ın fazlıyla aynı vakitte gerçekleşmiştir.
Zemahşerî diyor ki: "Bu ayeti kerîme Rasulullah (s.a.v.)'ın peygamberliğinin sahih olduğuna ve Kur'an-ı Kerim’in Allah tarafından indirilmiş olduğuna şahitlik eden açık mucizelerdendir. Çünkü bu ayeti kerime ancak Allah Teala'nın bileceği gaib ilminden haber vermektedir.
2- Gaib haberlerinden biri de Kur'an-ı Kerim'in Rasulullah (s.a.v.)'in ve ashabının Mekke'ye güven ve sükunet içinde gireceklerini haber vermesidir. Rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.v.) Hudeybiye'ye çıkmadan önce uykusunda bir rüya görmüştü ki; kendisi ve ashabı güven içinde başlarını tıraş etmiş ve saçlarım kısaltmış olarak Mekke'ye girmişlerdi. Bu rüyayı ashabına anlatmıştı, onlar da sevinmişler, müjdelenmişler ve o sene gireceklerini zannetmişler ve: "Rasulullah (s.a.v.)'in rüyası haktır" demişlerdi. Bu rüya üzerine Rasulullah (s.a.v.) ashabıyla beraber ihramh olarak Medine'den çıkıp kurbanlıkları sevkederek Mekke'ye doğru yol alıyorladı. Maksatları harp etmek değil, umre yapmaktı. Müslümanların bu hareketi Mekke'de duyuldu. Müşrikler müslümanları Mekke'ye sokmamaya karar verdiler. Müslümanlar Hudeybiye'ye varmışlardı, Rasulullah (s.a.v.) barışı tercih ederek sulh yapmaya razı olmasaydı nerdeyse müslümanlarla, müşrikler arasında harp çıkacaktı. Hudeybiye sulhunun şartlarından biri de Rasulullah (s.a.v.) ashabıyla beraber o sene geri dönecekler, gelecek sene Mekke'yi ziyaret edeceklerdi. Münafıklar bu yüzden imanı zayıf olanlara dokunmaya, alay etmeye ve aralarına fenalık sokmaya yol buldular. Hatta münafıkların reisi Abdullah b. Übeyy "Vallahi ne traş olduk, ne saçlarımızı kısalttık ne de Mescid-i Haram'ı gördük" demişti. Bunun üzerine tekidli üç vaadi (müjdeyi) taşıyan şu ayeti kerime müslümanların gelecekte Mekke'ye gireceklerini, Mescid-i Haram'ı ziyaret edeceklerini, Kureyş'in sözlerinde durmamaları, ahidlerini bozmaları, akrabalık bağlarını kesmeleri bilinmesine rağmen Kureyş'ten emin olacaklarını bildirmekteydi. Allah Teala bu üç vaadini yerine getirdi. Emri tamam oldu. Müminler emniyet ve güven içinde Mekke'ye girdiler. Bu konuda Kur'an-ı Kerim buyuruyor ki:
"Yemin olsun ki, Allah Peygamberine o rüyayı doğru gösterdi, yemin olsun ki, inşâallah Mescid-i Haram'a mutlaka emniyetler içinde başlarınızı traş ederek, saçlarınızı kısaltarak, korkusuzca gireceksiniz. Fakat Allah sizin bilmediğiniz şeyleri bildi de Mekke'nin fethinden önce yakın bir fetih yaptı." (Fetih: 48/27)
3- Gaib haberlerinden biri de Kur'an-ı Kerim'in savaş olmadan önce müşriklerin hezimete uğrayacaklarını haber vermesidir. Nitekim Allah Teala Kamer suresinde: ''Yoksa onlar: "Biz muzaffer bir cemaatız" mı diyorlar'' Yakında o ordu bozulacak ve arkalarını dönüp kaçacaklar. Daha doğrusu onların asıl vaad edildikleri azab vakti kıyamettir. Kıyamet daha şiddetli ve daha acıdır" (Kamer: 54/44-46) buyurmuştur. Kamer suresi Mekke'de inmiştir. Halbuki cihad hicretin ikinci senesinde meşru kılınmıştır. O zaman, yani Mekke devrinde savaş fikri nasıl düşünülebilirdi? Müşrik ordusunun hezimete uğrayacağı, müslümanların sayıları ve hazırlıkları az olduğu halde onlara karşı muzaffer olacağı kimin hatırından geçerdi. Fakat Allah vaadinden dönmez.
Îkrime'den rivayet edilmiştir, Ikrime demiştir ki:
"Yakında o ordu bozulacak ve arkalarını dönüp kaçacaklar" bu ayeti kerîme inince Ömer b. Hattab (r.a.)
"Yakında bozulacak olan hangi ordudur?" demiştir. Bedir savaşında Rasulullah (s.a.v.)'in "Yakında o ordu bozulacak ve arkalarını dönüp kaçacaklar" buyurarak zırhı içinde sıçradığını görünce bu ayetin tevilini ve tefsirini bilmiştir."
Ibn-i Abbas (r.a.)'dan "Bu ayetin inmesiyle Bedir savaşı arasında yedi sene bulunduğu" rivayet edilmiştir.
d) Gaib haberlerinden biri de: Kur'an-ı Kerim'in Kureyş kâfirlerinin başına kara günlerin geleceğini haber vermesidir. Nitekim Teala Hazretleri: "O halde gökyüzünün açık bir duman getireceği günü gözet, o duman insanları kaplıyacaktır. Bu acıklı bir azabdır. Ey Rabbbimiz! Bizden bu azabı kaldır, çünkü biz mü'minleriz" (demişlerdi). Onlar için düşünmek ibret almak nerede? Kendilerine apaçık anlatan bir peygamber geldi de, sonra ondan yüz çevirdiler ve: "Bu öğretilmiş bir deli" dediler. Biz o azabı (açlığı biraz kaldıracağız, fakat siz yine. küfre döneceksiniz. Hatırla ki, o gün (yani Bedir harbinde onları) büyük şiddetle yakalayacağız. Gerçekten intikam alacağız" (Duhan: 44/10-16) buyurmuştur.
Bu ayetlerin inmesinin sebebi: Mekke halkı Rasulullah (s.a.v.)'i yalanlayıp isyanda ileri gitmek isteyince Rasulullah (s.a.v.):
"Allahım Yusuf Aleyhisselamın yedi kıtlık seneleri gibi, yedi (kıtlık) senelerle onlara karşı bana yardım et" diye onların aleyhine dua etti. Bunun üzerine onları öyle bir kıtlık senesi yakaladı ki, herşeyi silip süpürdü (kuru topraktan başka birşey kalmadı). Hatta açlıktan hayvan derilerini, ölü hayvan etlerini yediler. Onlardan biri gökyüzüne bakınca duman kaplamış gibi görürdü. Ebu Süfyan (r.a.) Rasulullah (s.a.v.)'e gelerek:
"Ya Muhammed! Sen geldin Allah'a taatı ve sıla-i rahmi emrediyorsun. Kavmin ise helak oldu. Artık onlar için dua et" dedi. Bunun üzerine Allah Teala bu ayeti kerimeleri indirdi.
Zerkani demiştir ki: -Allah ona rahmet eylesin- Düşünüldüğünde bu ayetlerde beş haber vardır.
Birincisi, insanları kıtlığın ve açlığın kaplıyacağını, kişinin kendisiyle gökyüzü arasında duman gibi birşey göreceğini haber vermesi.
İkincisi, İnsanların başına bu sıkıntı geldiği vakit Allah'a yalvaracaklarını haber vermesi.
Üçüncüsü, Allah Teala’nın onlardan azabı, açlığı biraz kaldıracağını haber vermesi.
Dördüncüsü, onların küfürlerine ve azgınlıklarına tekrar döneceklerinin haber verilmesi.
Beşincisi, Allah Teala'nın onlardan şiddetle yakalama gününde yani, Bedir gününde intikam alacağını haber vermesidir.
Sonra Zerkani devamla demiştir ki: Allah Teala bu haberlerin beşini de eksiksiz gerçekleştirdi. Onlar kıtlığa yakalandılar, ölü kemiklerini kemirdiler, kişi gökyüzüne baktığında şiddetli açlıktan ve bitkinlikten kendisiyle gökyüzü arasında duman gibi birşey görüyordu. Sonra onlar dua ve niyazda bulunarak:
"Ey Rabbimiz! Bizden bu azabı (açlığı) kaldır, çünkü biz mü'minleriz (yani bizden bu azabı, açlığı kaldırırsan iman edeceğiz)" dediler. Allah Teala onlardan açlığı biraz kaldırdı. Sonra onlar küfürlerine ve azgınlıklarına geri döndüler. Allah onlardan Bedir gününde intikam aldı ve onları büyük şiddetle yakaladı, şöyle ki, onlardan yetmiş kişi öldürüldü, yetmiş kişi de esir edildi. Müslümalar onlardan büyük ganimet aldılar. Haber ver! Bunlardan her bîrinin senin gibi yaratılmış olan bir kimseden meydana gelmesi mümkün müdür? Hayır! Mümkün değildir. Bilakis bunların hepsi güçlü ve hikmet sahibi olan Allah'a aittir.
e) Gaib haberlerinden biri de: Kur'an-ı Kerim'in İslam’ın bütün dinlerin üstüne çıkarılacağını haber vermesidir. Nitekim Teala Hazretleri: "Dinini, her dinin üstüne çıkarmak için peygamberini hidayet ve hak dinle gönderen O'dur. İsterse müşrikler hoşlanmasınlar" (Saf: 61/9) buyurmuştur. Yine gaib haberlerinden biri de: Kur'an-ı Kerim'in yüz güldüren geleceğin, müminlere asit olacağını haber vermesidir. Nitekim Allah Teala: "Sizden iman edip yararlı işler görenlere Allah şöyle vaad buyurdu. Yemin olsun ki; onlardan evvel gelenleri (İsrailoğullarını) nasıl (kâfirlerin) yerine getirdiyse onları da (kâfirlerin) arazisine getirecek ve onlara, kendileri için seçtiği dinlerini (İslâmı) kuvvetle icra imkanı verecek. Onları korkularının arkasından behemehal huzura kavuşturacak" (Nur: 24/55) buyurdu.
Bu ilahî vaad gerçekleşti. Allah Tealâ İslâmı her dinin üstüne çıkardı. Müslümanlara yeryüzünde Rasulullah (s.a.v.)'in hayatında imkan verdi, hatta bütün Arap beldelerine hakim oldular.
Zemahşerî demiştir ki: Rasulullah (s.a.v.) ashabıyla beraber Mekke’de on sene korkarak kaldılar. Hicret edince Medine'de sabah akşam silahlarını yanlarından bırakmıyorlardı. Hatta onlardan birisi:
"İçinde emin olacağımız ve silah bırakacağımız bir gün gelmeyecek mi?" dedi. Bunun üzerine bu ayeti kerime indi. Onlar o vakit şiddetli korku içindeydiler. Allah Teala vaadini yerine getirdi, onları Arap yarımadasında üstün kıldı. Bundan sonra Doğu ve Batı beldelerini fethettiler. Enam devletini yıktılar, hazinelerine malık oldular ve dünyaya hakim oldular.[26] Beldelerinden müslümanların taatına girmeyen hiçbir yer kalmadı. İslam’a girmiyenler de müslümanlann zimmeti altına girdiler, kuvvetlerine baş eğdiler ve Müslümanlara cizye verdiler. Rasulullah {s.a.v.)'den sonra ashabı İranlıların ve Romalıların topraklarına girdiler. Iran devletini yıktılar, Doğu Roma'nın büyük bir kısmım zaptettiler. Bir asır geçmeden İslâm devleti genişledi. Batıda Atlas okyanusuna, doğuda Çin sınırına kadar uzadı. Böylece şerefli vaad gerçekleşti. Allah'ın vaadi yerine gelmiş oldu.
Yukarıda geçen ayetlerden her biri ve Kur'an'da bunlar gibi daha birçok ayet gelecekten haber vermiştir. Bu gerçekten haberlerin, her biri harikulade işlerdir. Bunlardan her biri Kur'an'ın muciz olmasının sebeplerindendir. Çünkü bu haberlerin gelecekte bildirildiğine uygun olarak meydana gelmesi ancak Allah Celle ve Ala tarafından haber verilmeye bağlıdır. Kesin olarak bilinmektedir ki, Kur'an-ı Kerim'de gelen kıssaların her biri geçmiş zamandaki gaib haberlerindendir. Allah Teala bunlardan her birini Resulü Ekrem'ine bildirmiştir. Resulullah (s.a.v.)'ın bunlardan hiçbirisi hakkında bilgisi yoktu. Bundan dolayı Allah Teala Nuh Aleyhisselam'ın kıssasını anlattıktan sonra hemen sonunda şu ayeti kerimeyi zikretmiştir:
"İşte bunlar gayb.haberlerindendir. Sana bunları vahy ile bildiriyoruz. Bundan önce, onları ne sen bilirdin ne de kavmin! O halde sabret! Şüphesiz akıbet (kurtuluş) takva sahiblerinindir." (Hûd: 11/49)
Peygamberlerin sonuncusu olan Rasulullah (s.a.v.)'e kalbini kuvvetlendirsin ve Mü'minlere de öğüt olsun diye indirilen Kur'an kıssaları ne kadar güzeldir. Bunlar Kur'an-ı Kerim'in alemlerin Rabbi olan Allah tarafından indirilmiş olduğunun en büyük delilleridir. Bunlar ne yüce hikmetlerdir ve ne müthiş mucizelerdir.[27]
Kur'an-ı Kerim'in muciz olmasının sebeplerinden biri de; Kur'an-ı Kerim'in tabii ilimlerden bazılarına, yeni ilim onları keşfetmeden önce onlara ince işaretlerde bulunmuş olmasıdır. Kur'an-ı Kerim yeni ilmin keşfettiği şeylerle hiçbir zaman çatışmamıştır. Nitekim Kur'an-ı Kerim muciz olan sebeplerinden bu sebebe Allah Teala'nın şu kavl-i kerîmiyle: "İleride biz onlara, hem ufuklarda, hem kendi nefislerinde ayetlerimizi öyle göstereceğiz ki, nihayet onun (Kur'an'ın) hak olduğunu anlayacaklardır, Rabb'nin herşeye şalıid olması yetmez mi?" (Fussilet: 41/53) işaret etmiştir. Şuna inanıyoruz ki: Kur'an-ı Kerim tabiat, geometri veya fizik kitabı değildir. Kur'an-ı Kerim ancak hidayet, irşad, kanun koyma ve insanların arasını ıslah etme kitabıdır. Fakat bununla beraber Kur'an ayetleri tabiat, tıp ve coğrafyanın meselelerinden bazılarına ince işaretlerden ve gizli hakikatlerden hâli değildir. Bunlar Kur'an-ı Kerin’in muciz olmasının ve Allah tarafından bir vahiy olmasının delillerindendir. Kesin olarak bilinmektedir ki, Hazreti Muhammed Aleyhisselam okuma yazma bilmiyordu, medeniyetten uzak bir çevrede yetişti, orada ilim, irfan namına bir şey yoktu. Tabiî ilimlerin okutulduğu okullarda bulunmuyordu. Çünkü kavmi ve kabilesi okuma yazma bilmiyordu. Bununla beraber Kur'an-ı Kerim tabii ilimlere işaret etmiştir. Onun asrında bu tabiî ilimler bilinmiyordu, bu tabiî ilimlerin sırları ancak yakın zamanda keşfedildi. Bunlar -bazı müsteşriklerin iddia ettiği gibi- Kur'an'ın Hazreti Muhammed (s.a.v.)'in eseri olmayıp ancak Allah tarafından peygamberlerin efendisinin kalbine sağlam bir vahiy olduğunun en doğru delillerindendir.
Üstad Afif Tabbâre "Ruhu’l-İlmi İslam" isimli kitabında bu ilmin ince hakikatlarından bazılarını güzel bir şekilde zikretmiştir. Onlardan bir kısmını kısaltarak burada nakletmeyi uygun görüyorum. [28]
Yenî İlmî Nazariyye: "Yer, güneş sisteminden bir parçaydı. Sonra ondan ayrıldı, zamanla soğudu, insanların üzerinde sakin olmalarına elverişli bir hale geldi" diye açıklamaktadır. Bu nazariyyenin doğru olduğuna dair yerin içinde lavların ve yanardağların bulunması, zaman zaman yerin bu yanardağlardan lavlar püskürtmesi delil gösterilmektedir. Bu yeni nazariyye asırlarca önce Kur'an-ı Kerim'in bildirmiş olduğuna uygundur. Nitekim Teala Hazretleri: "Küfredenler görmediler mi ki, göklerle yer bitişik bir haldeydiler de biz onları ayırdık ve her canlıyı sudan yarattık. Hâlâ inanmıyorlar mı?" (Enbiya: 21/30) buyurmuştur.
Üstad Tabbâre diyor ki: Bu ayeti kerîmenin birinci bölümünün kainatın bir bütün halinde yaratılmış olduğunu haber vermesi, Kur'an-ı Kerim'in mucizelerinden bir mucizedir. Yeni ilmî nazariyye de bunu teyid ederek: "Kainat önce bitişik bir gaz halinde bulunuyordu, sonra bu gaz parçalandı. Parça parça yoğunlaşarak gezegenler meydana geldi. Güneşe bağlı bizim dünyamız da bu parçalanma neticesinde oluştu" diye açıklamaktadır. Yukarıda" geçen ayeti kerîmenin ikinci bölümünde Teala Hazretleri: "Her canlıyı sudan yarattık" buyurarak ilmî bir gerçeği mükemmel bir şekilde açıklamıştır. Bu ilmî gerçeğin sırrını ancak alimler kavrayabilir. Yaşamak ve büyümek için lazım olan kimyasal oluşumların büyük bîr kısmı suya muhtaçtır. Dünyada yaşayan bütün canlıların hayatlarını devam ettirebilmeleri için asıl unsurlardan biri de sudur. Suyun daha birçok özellikleri vardır ki, bunlar kainatın yaratıcısının suyu mahlukatımn faydalarını gerçekleştirmeye tahsis etmiş olduğunu bildirmektedir. Su sıcaklık derecesi düşünce büyük miktarda oksijen emer. Su donunca denizdeki balıklar ve diğer hayvanların yaşamalarına yardım etmek için ısı çıkarır. İşte hayatın sırlarını bu özlü, yüce kelimelerle açıklayan Kur'an-ı Kerim'in hikmeti ne kadar büyüktür!
İbn-i Abbas (r.a.)'dan yukarıda geçen ayeti kerimenin tefsirinde şöyle rivayet edilmiştir:
"Gökler bitişikti, yağmur yağmıyordu. Yer de bitişikti, ot bitmiyordu. Allah Teala yerde canlıları yaratınca gökleri ayırdı, yağmur yağdırdı. Yeri ayırdı, ot bitirdi."[29]
Ben derim ki: İbn-i Abbas (r.a.)'dan rivayet edilen bu tefsir güzeldir. Bu tefsir "istiare" babından olur. Önceki müfessirler, bu ayeti kerimeyi böyle tefsir etmişlerdir. Fakat yeni ilmi keşiflerden bazılarının Kur'an-ı Kerim'de bulunması için hiçbir mâni yoktur. Kur'an-ı Kerim birçok yönden tefsir edilebilir. Kur'an-ı Kerim'in sırlarını anlamada kesin olarak hüküm vermek yoktur. Bu yüzden sonra gelen müfessirler, önceki müfessirlerin anlayamadıkları bazı şeyleri anlamışlardır. Nitekim Teala Hazretleri: "İleride biz onlara hem ufuklarda hem de kendi nefislerinde ayetlerimizi öyle göstereceğiz ki, nihayet onun (Kur'an'ın) hak olduğunu anlayacaklardır. Rabbin’in herşeye şahit olması yetmez mi?" (Fussilet: 41/53) buyurmuştur. Yirminci asırdaki yeni ilmî keşifler Allah Teala'nın insanlara göstermiş olduğu ayetlerdendir. [30]
Astronomi alimi Sir James Jeans diyor ki: Kainatın maddesi önce uzay boşluğunda düzenli bir şekilde yayılmış gazdı. Gezegenler bu. gazın yoğunlaşmasından yaratılmıştır.
Dr. George Gamow diyor ki: Kainat başlangıçta düzenli bir şekilde dağıtılmış olan gazla doldurulmuştur. Sonra bu gazdan varlıklar meydana gelmiştir. Kur'an-ı Kerim'de bu nazariyyeyi teyid eden ayeti kerimeyi buluyoruz. -Eğer Kur'an-ı Kerim bundan haber vermeseydi biz bu nazariyyeyi uzak görürdük.- Nitekim Teala Hazretleri: "Sonra Allah, buhar (gaz) halindeki semayı yaratmayı diledi de ona ve yere (sizden istediğime): "ikiniz de isteyerek veya istemeyerek gelin!" dedi. Onlar. "Biz istiyerek geldik dediler" (Fussilet: 41/11) buyurmuştur.
Araplar dokunulabilen ve görülebilen şeyleri anladıkları için Kur'an-ı Kerim kainatın yaratılış kaynağını "duman" diye tasvir etmiştir. Ondört asır önce insanların bu kainattan ve bu kainatın sırlarından hiçbir şey bilmedikleri bir vakitte okuma yazma bilmeyen Hazret i Muhammed (s.a.v.)'in (eğer Kur'an-ı Kerim vahiy olmasaydı) bu kainatın yaratılış kaynağının duman (gaz) olduğunu bilmesi mümkün olur muydu? [31]
Ondokuzuncu asra kadar canlı ve cansız maddelerin en küçük parçasının atom olduğuna ve bu atomun bölünemiyecek kadar küçük olduğu için parçalanmayı kabul etmeyeceğine inanılıyordu. Bu inanç üzerinden asırlar geçti. Son zamanlarda bilginler çalışmalarını bu müşkil olan "atom" üzerinde yoğunlaştırdılar. Nihayet atomu parçaladılar. Atomun proton, nötron, elektron taşıdığını buldular. Atomun bu parçalanmasından faydalanarak Atom bombası ve Hidrojen bombası icad ettiler. Bu yüzden kıyametin kopmasından ve İblis’in şerrinden Allah Teala'ya sığınırız. Teala Hazretlerinin atomdan haber veren şu kavl-i kerîmini dinle:
"Ne yerde, ne gökte zerre (atom) ağırlığınca hiçbir şey yoktur ki, açıkça bir kitapta (Levh-i Mahfıız'da) yazılı olmasın" (Yunus: 10/61)
Ayeti kerîmedeki zerre (atom)'den "daha küçük" kelimesi atomun parçalanmasının mümkün olacağını açıklamaktadır. Yine ayeti kerimedeki "ne gökte" kelimesi yerde bulunan atom özelliklerinin, güneşde, yıldızlarda ve gezegenlerde bulunan atom özelliklerinin aynı olduğunu açıklamaktadır. Hazreti Muhammed (s.a.v.)'in atomun özelliklerini okumadığı, onu parçalamadığı halde onun özelliklerinden, yerdeki, gökteki atomların aynı özellikleri taşıdığından haber vermesi, Kur'an-ı Kerim'in ilahî bir vahiy olduğuna kuvvetli bir delildir.
Uçmanın keşfedilmesinden itibaren bilginler için tabiatın sırları meydana çıkmıştır. O da havanın yüksek tabakalarında oksijenin azalmasıdır. İnsan uçak veya balonla semaya doğru yükseldikçe oksijenin azalmış olduğunu göğsünün daralmasıyla ve nefes almasının güçleşmesiyle hisseder, nerdeyse boğulacak hale gelir. Bundan dolayı uçağın irtifası otuzbeş bin fiti geçince uçak personeli yolculara sunî oksijen kullanma talimatını verir, işte Kur'an-ı Kerim uçma keşfedilmeden ondort asır önce bu gerçek ilme işaret etmiştir. Teala Hazretlerinin şu kavl-i kerîmini dinle:
''Allah kime hidayet vermeyi ımırad ederse onun gönlünü İslama açar. Kimi de sapıklıkta bırakmak isterse onun kalbini öyle daraltır, sıkıştırır ki, öfkesinden göğe tırmanacak sanırsın" (En'am: 6/125)
Önceki müfessırler: "Keennemâ yassa'adü fis semâ" ayetini "göğe çıkamayacağı halde tırmanan kimse gibi veya mümkün olmayan işle uğraşan kimse gibi" diye anlayışlarına göre, zamanlarına uygun şekilde tefsir ediyorlardı. Fakat uçağın keşfedildiği asır gelince Kur'an-ı Kerim'in mucizesini ortaya çıkardı ve Kur'an ayetinin gerçek ilme uygun olduğunu tescil etti. Bunlar Hazreti Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğinin doğruluğunu teyid ve takviye etmektedir. Allah aşkına söyle! Bu Kur'an-ı Kerim ne harika ve ne yüce bir kitaptır. [32]
İnsanlar, erkek ve dişinin ancak insan nevi ile hayvan nevinde bulunduğuna inanıyorlardı. Yeni ilim erkek ve dişinin bitkide, cansızlarda, kainatın zerrelerinden her zerresinde, hatta elektrikte bile bulunduğunu isbat etti. Elektrikte pozitif yüklü parçacıklar negatif yüklü parçacıklar vardır. Elektrik çekirdeğinde proton ve nötron vardır. Bunlardan herbiri erkek ve dişiye benziyor. Kur'an-ı Kerim bu keşiflerden önce herşeyin erkeği ve.dişisi bulunduğunu bir çok ayetlerde bildirmiştir. İşte Kur'an-ı Kerim'in şu harika açıklamasını dinle;
a) "Herşeyi çift çift yarattık, olur ki, düşünürsünüz" (Zariyat: 51/49)
Şu ayeti kerîmede herşeyin çift olarak yaratılmış olduğu açıklanmıştır.
b) "O kafirler yeryüzüne bakmadılar mı? Biz orada her türlü bitkiden nice çiftler bitirdik." (Şuara: 26/7)
Bu ayeti kerîmede bitkilerin çift olarak yaratılmış olduğuna işaret vardır.
c) "Yerin bitirdiği mahsullerden kendilerinden ve daha bilmedikleri şeylerden çiftler yaratan (Allah) her kusurdan münezzehtir." (Yasin: 36/36)
Bu ayeti kerîmede erkek ve dişinin bitkilerde, insanlarda, bildiğimiz ve bilmediğimiz her şeyde bulunduğu beyan edilmiştir. İlmiyle kainatı kuşatan, herşeyi bir bir sayan Kadir ve Alim olan Allah Teala'nın şanı ne kadar yücedir. [33]
Ceninin ana karnında üç örtü ile sarılı bulunduğu ilim yoluyla sabit olmuştur. Bu üç örtü ancak ince bir tıp araştırmasıyla meydana çıkmıştır. Bu üç örtü, çıplak gözle tek bir örtü sanılmaktadır. Bu örtülere "munbari", "horbon" "lefaifi" denir. Bunu yeni tıp ilmi isbat etmiştir. Kur'an-ı Kerim bu ilmî gerçeği teyid etmektedir. Nitekim Teala Hazretleri: "Sizi analarınızın karınlarında üç karanlık içinde yaratılıştan yaratılışa geçirerek yaratmıştır, işte bu Rabbiniz olan Allah'tır. Hükümranlık onundur" (Zümer: 39/6) buyurmuştur.
Bu ayeti kerime, Kur'an-ı Kerim'in ilmi mucizelerinden bir mucizedir. Kur'an-ı Kerim ceninin üç örtüsü bulunduğunu ve isimlerinin "zulümat: karanlıklar" olduğunu haber vermiştir. Çünkü bu örtüler cenine ısı, ışık ve hararet geçmesini önlemektedirler. Yeni ilimde bunlara üç örtü denilmektedir. (Arap dilinde bunlara zulümat denilir.) [34]
Rüzgarlar hurma, incir ve diğer meyva veren ağaçlarda bulunan erkek organlardaki çiçek tozlarını dişi organlara taşırlar. Bu ilmî gerçeği Kur'an-ı Kerim şu ayeti kerimede açıklamıştır:
"Bir de aşılayıcı rüzgarlar gönderdik. Gökten de. su indirerek onunla sizi suladık. Onu hazinelerde tutan da siz değilsiniz." (Hicr: 10/22)
Yeni ilim tozlanma ve döllenme gibi ilmi gerçekleri son zamanlarda keşfettiği halde Kur'an-ı Kerim'in bu ilmî gerçekleri ondört asır önce haber vermesi, Hazreti Muhammed (s.a.v.)’n peygamberliğinin doğruluğuna delalet eden delillerden ve Kur'an-ı Kerim'in mucizelerindendir. [35]
Akıcı insan menisinde birçok küçük hayvancıkların bulunduğunu yeni tıp ilmi keşfetti. Bunlara "Hayvanat-ı meneviyye" denir, bunlar çıplak gözle görülmeyip ancak mikroskopla görülebilir. Bu hayvancıklardan her birinin başı, boynu ve kuyruğu vardır, bunlardan herbiri şekilce ve biçimce sülük kurduna benzerler. Kadınla çiftleşen erkek, menisini kadının rahmine akıtınca meninin içinde bulunan bu hayvancıklardan en kuvvetlisi olan kendisine "hayvan-ı menevî" denilen biri rahimdeki dişi yumurtacıkla karışır ve onu aşılar. Aşılama tamam olunca rahmin ağzı kapanır, bundan sonra rahme hiçbir şey girmez. Menide bulunan diğer hayvancıklar ölürler, hayvan-ı menevinin şekilde ve biçim de sülüğe benzediğini tıp ilmi yeni keşfettiği halde, Kur'an-ı Kerim bunu asırlarca önce bildirmiştir.Celle ve Ala hazretlerinin şu kavl-i kerimini dinle:
"(Ey Habibim!) Yaratan Rabbinin adı ile oku! O, insanı yapışkan bir maddeden yarattı." (Alak: 96/1-2}
Bu ayeti kerime Kur'an-ı Kerim'in mucizelerinden beliğ bir mucizedir, çünkü Kur'an-ı Kerim, indiği vakit ve indikten sonra yüzlerce sene geçtiği halde "Hayvan-ı menevi" bilinmiyordu. Nihayet mikropları büyüterek gösteren "mikroskop" icad edilince Allah Teala'nın kudretiyle insanın ana rahminde nasıl oluştuğu bilinmiş oldu.[36]
Geçen asırda miladi (1884) senesinde İngiltere'de suçlu zanlılarına parmak bastırarak, parmak izleri vasıtasıyla suçlu insanın tanınması resmî olarak kabul edildi. Parmak izlerinin kullanılması diğer memleketlerde de kabul edildi. Parmakların derileri bir merkez etrafında çeşitli daireler şeklinde birçok ince çizgilerle örtülmüştür. Bu çizgiler hayat boyunca değişmez. Bedenin diğer organları birbirine benzerler, fakat parmakların birbirinden ayırıcı özellikleri vardır. Bu yüzden hiçbir zaman birbirine benzemezler. Bunda ilahi bir mucize vardır. Bundan dolayı Allah Teala öldükten sonra dirilteceğine dair insanın parmak uçlarını düzelteceğini delil olarak seçmiş ve: "İnsan, asla kemiklerini toplayamayacağız mı sanıyor? Yok. (toplarız) Hatta onun parmak uçlarını düzeltmeye de kaadiriz" (Kıyame: 75/3-4) buyurmuştur. [37]
Kur'an-ı Kerim'in mucız olmasının sebeplerinden biri de haber verdiği her vaadini (sözünü) yerine getirmiş olmasıdır. Allah Teala'nın Kur'an-ı Kerim'de kullarına vaadetmiş (söz vermiş) olduğu her haber gerçekleşmiştir. Bu vaad iki kısımdır:
a) Mutlak vaad (Bir şeye bağlı olmayarak verilen söz).
b) Mukayyeti vaad (Bir şeye bağlı olarak verilen söz).
Mutlak vaad Allah Teala'nın Resulünü muzaffer kılacağını Rasulullah (s.a.v.)*i vatanından çıkaranları çıkaracağını ve Mü'mİnleri kafirlere kara muzaffer kılacağını vacietmcsi gibi. Bu vaadlerin hepsi gerçekleşmiştir. İstersen Allah Teala'nm şu kavl-İ kerimini oku: "Muhakkak kî, biz şano aşikar bir zafer açtık. (Cihad suretiyle Mekke'nin ve benzerlerinin fethini takdir buyurduk) ki,(bu yüzden) Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarım bağışlayıp üzerindeki nimetini tamamlayacak w senti dosdoğru bir yola çıkaracaktır ve eşsiz bir zaferle Allah sana yardım edecektir." {Fetih Suresi: 1-3)
ResuSuHah (jLa.v.)*a vaadedilen zafer Mekke'nin fethedilmesi ve insanların böEük böiük İslama girmesiyle gerçekleşmiştir. Böylece yaratılmışların efendisi Hazret! Muhammed (s.a.v.)'e vaadedilen nimet tamamlanmış oidu. Allah Teala Resulünü düşmanlarına karşı muzaffer kılmakla sevindirdi. Nitekim Teala Hazreti: "Allah'ın yardımı ve zaferi geidiîğinde ve insanların bölük bölük Allah'ın dinine girdiklerini gördüğün zaman Rabbine hamdederek O'nu tesbth et ve ondan bağışlanma aile. O, gerçekten çok bağışlayandır" (Nasr Suresi: 1-3) buyurmuştur. Ali ah Teala, peygamberlerine ve dostlarına yardım edeceğine âmz vermiş olduğu sözünü yerine getirdi. Nitekim Teaİa Hazretleri: "Şüphesiz ki, biz peygamberlerimize ve iman edenlere hem dünya hayatında ve hem de şahitlerin şahadet edecekleri günde (kıyamette) muhakkak yardım edeceğiz" (Mü'min Suresi: 51)
buyurmuştur.
Mutlak vaadkrden (birşeye bağlı olmayarak verilen sözlerden) biri de, Teala Hazretlerinin şu kavi-î kerîmidir: "Mü'minlere yardım etmek İse üzerimize bir hak oldu." (Rûm Suresi: 47) Bedir, Uhud gibt islâm tarihinin şahitlik ettiği diğer birçok büyük savaş meydanlarından Müzminlerin zaferi gerçekleşmiştir. Allah Te-ala'nın şu kavl-i kerimini oku: "Andolsıın ki, siz zayıf bir durumda iken Bedir'de Allah sizi muzaffer kıldı. O halde Allah'tan sakının ki, şükretmiş olasınız" (.A\-i Imrân Suresi: 123) ve: "Andolsım ki, Allah size verdiği sözde durdu. Onun izniyle kafirleri kırıp geçiriyordunuz." (Aİ-i Imrân Suresi: 152)
Mutlak vaadlerden biri de Allah Teala'nm şu kavl-i kerimidir: "Sizden iman edip yararlı isler görenlere Allah şöyle vaad buyurdu: "Yemin olsun ki; onlardan evvel gelenleri (Israiloğullarmı) nasıl (kafirlerin) yerine getirdiyse, onları da (kafirlerin) arazisine getirecek." (Nur Suresi: 55) Allah Teala bu ayeti kerimede vermiş olduğu sözünü yerine getirdi, Mü'minler zaferden zafere koştular, dünyanın doğusunu, batısını fethettiler, islâm orduları, insanların yaşamış oldukları yerlerin en son_ noktasına kadar ulaştılar. Hazreti Ebu Bekir (r.a.) ordularım gazaya gönderirken sabra sığınsınlar ve zafer kazanacaklarına kesin olarak İnansınlar diye onlara Allah Teala'nm Mü'minleri muzaffer kılacağına dair bu ayeti kerîmede vermiş olduğu vaadini bildirirdi.
Mutlak vaadlerden biri de Allah Teala'nm şu kavl-i kerimidir: "Bütün dinlerden üstün kthnak üzere peygamberini, doğruluk rehberi Kur an ve hak din ile gönderen O'dur. Şahir olarak Allah yeter." (Fetih Suresi: 2*8)
Mukayyed vaade gelince takva sahibi olursanız, sabrederseniz, Allah'ın dinine yardım ederseniz gibi şartlara bağlı olan vaadîerdİr. Nitekim Teala Hazretleri: "Ey iman edenler! Siz Allah'ın dinine yardım ederseniz, o da size yardım eder, ayaklarınızı savaşta sabit kılar" (Muhammed Suresi: 7) ve: "Kim de Allah'tan korkarsa ona bir çıkış yolu ihsan eder ve ona ummadığı bir yerden nzık verir" (Talak Suresi: 2-3) ve: "Kim Allah 'tan korkarsa Allah onun işine bir kolaylık verir" (Tâiak Suresi: 4) buyurmuştur. Allah Teala, Mü'minlere sabretmeleri şartıyla yardımı ve zaferi vaadettİ. Nitekim Teaia Hazretleri: "£>' Peygamber! Mü'minleri savaşa teşvik et! Sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa onlardan ikiyüz kişiyi yenerler. Eğer sizden yüz kişi olursa kafirlerden bin kişiyi yenerler. Çünkü onlar anlayışsız bir güruhtur" (Enf al Suresi: 65) buyurmuştur. [38]
Kur'an-î Kerim'in muciz olmasının sebeplerinden biri de; açık bürhanları ve kuvvetli hüccetleri içine alan bu ilimlerin ve marifetlerin öyle bir mertebeye ulaşmış oimasıdır ki bunları -okuma yazma bilmeyenlerin arasında yetişen ve kendisi de okuma yazma bilmeyen-Ha/.reti Muhammed (s.a.v.)'in kendi tarafından getirmesi mümkün değildir. Hatta yeryüzünde yaşayan bütün edibler, alimler, felsefeciler, hikmetii söz söyleyenler, kanun koyanlar, dahîler bİraraya gelseler Kur'an-ı Kerim'in içine almış olduğu bu ilimlerin ve marifetlerin benzerini getiremezler. Kur'an-ı Kerİm'in mucİz sebeble-rinden olan bu sebepte (yani beşerin benzerini getirmekten aciz kalmasında) Hazreti Muhammed (s.a.v.)'in getirmiş olduğu Kur'an-ı Kerim önceki kitaplar da öğretilenden başka birşey değildir. "Hazreti Muhammed (s.a.v.) Kur'an-ı Kerim'i asrındakî kitap ehlinin bazılarından aldı sonra kutsallık kazandırmak için onu Rabbine nisbet etti" diye iddia eden iftiracıların ve inatçıların bellerini kıran üstün bir hüccet ve kesin bir delil vardır. Nitekim Teala Hazretleri: "Ağızlarından çıkan söz ne büyük iftiradır. Onlar yalnız ve yalnız yalan söylerler" (Kehf Suresi: 5) buyurmuştur.
Biz bu iftiracı ve inatçı olan manevî körlere deriz ki: Kur'an-i Kerim, önceki kitaplardan nasıl kopya edilmiş olur? Kitap ehlinin yaptıklarım inkâr ediyor, önceki kitapların ekserisine muhalefet ediyor. Nitekim Kur'an-ı Kerim önceki kitaplar tahrif edilip değiştirildiği için onların asılsız fikirlerini ve inançlarım iptal edip yıkmak İçin gelmiştir. Tevhid (Allah'ın birliğine inanma} akidesi ile teslis (Allah'ın üç olduğuna İnanma) akidesinin uyuşması nasıl mümkün olur, aralarında yer ile gök arası kadar fark vardır? Bu iftiracı ve inatçı olan manevî körler, Kur'an-ı Kerim'in önceki kitap ehlinin Allah'ı bırakıp hahamlarına ve papazlarına taptıkları için onların kafirler ve facirler olduklarına dair kesin olarak hüküm ver-mis olduğunu işitmediler mi? Nitekim Teala Hazretleri: "Yahudiler "Üzeyir AlîaJı'tn oğludur" dediler. Bu, onların ağızlarıyla söyledikleri sözlerdir ki, daha önce küfredenlerin sözlerine benzetiyorlar. Allah kalıredesi herifler! Hak'dan nasıl da sapıyorlar Allah'ı bırakıp
hamlarını, papazlarını ve Meryem'in oğlu Mesih'i Rab edindiler. Halbuki onlar da ancak bir olan Allah'a ibadet etmekle emrolımıuuş-lardı. Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur. O, müşriklerin orrak koştuğu şevkrden münezzehdir" (Tevbe Suresi: 30-31) buyurmaktadır.
Kur'an-ı Kerim; inançlar, ibadetler, şer'i kanun koyma, aile ha-vatıııı düzenleme, ahİak, muameleler, talim, terbiye, siyaset, iktisat, felsefe, sosyal konular, kıssalar, haberler, münazara esasları gibi daha birçok marifetleri ve ilimleri İçine almıştır.
Hiç şüphe yoktur ki; Kur'an-ı Kerim'in bu ilimleri içine almış olması, muciz olmasının açık sebeplerindendir. Çünkü okunıa-yazma bilmeyen, ilim ve sanatın bulunmadığı bir beldede yetişen, gelişmemiş ve medeniyetten uzak bir şehirde bulunan, hayatının büyük bir kısmı geçtiği halde bu ilim "ve irfandan hiçbir şey bilmeyen, bu konularda daha önce hiçbir şey söylemeyen ve hüküm vermemiş oian bir zat <,Hz. Muhammed Aieyhisselam)'ın, açık burhanlar ve kesin hüccetlerle teyid edilmiş olan bu mükemmel marifetleri ve gerçek ilimleri kapsayan Kur'an-ı Kerim'i Allah Teala'dan bir vahiy olmaksızın meydana getirmesi mümkün olabilir mi?
Burada, Işkımın öğretileriyle, Yahudilik ve Hristiyanlığın öğretileri arasındaki farkı göstermek için Kur'an-ı Kerim'in içinde bulunan bu çeşitli ilimlerden yalnız akide (inanç) bahsine kısa bazı misallerle değinmeyi uygun buluyorum. Ta ki iki göze sahip olana, sabah belli olsun; parlayan hakkın ışığı ve dehşete düşüren nuru meydana çıksın. Nitekim denilmiştir ki: "Varlıklar zıtlanyla anlaşılır." [39]
Kur'an-ı Kerim, Allah Tebareke ve Teala Hazretlerinin Zatı ve şerefli peygamberleri hakkında kolay, safî, pırıl pırıl ve tertemiz bir akide (inanç) sistemi getirdi. Alemlerin Rabbi olan Allah birdir, tektir, yalnızdır, samed (her şey ona muhtaç)dİr. O'nun babası ve çocuğu yoktur, bütün kemal sıfatlarıyla muttasıftır. Noksan sıfat-kırdan ınünez/ehtir, O'nun /atına, varlıklardan hiçbir şev benzemez. O'nun sıfatlarına^ varlıkların sıfatlarından hiçbir fa t benzemez. Nitekim Teala Hazretleri: "O'nun {benzeri olmak şöyle dursun) benzeri gibisi [dahi) yoktur. O, hakkıyla işiten, kemaliyle görendir" (Şuara Suresi: 11) ve: "Allah kendisinden başka ilah olmayan o Allah'tır. Diridir (bakidir). Kayyum'dur (yarattıklarının bütün işlerinde hakim, her şey onunla kaimdir.) Onu ne gaflet basar, ne uyku! Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. O'nun izni olmaksızın huzurunda kim şefaat edebilir? iMahlukatın) önlerinde ve arkalarındaki (dünya ve ah ir et) işlerini bilir. Onlarsa Allah'ın dilediği kadarından başka, onun ilminden hiçbir şey kavrayamazlar. Kürsüsü göklerle yeri kaplamıştır. Göklerle yeri korumak, ona ağır gelmez. O çok yüce, çok büyüktür" (Bakara Suresi: 255 ı buyurmuktadır. Allah Te-ala'yı bir işi yapmak diğer bir işi yapmaktan alıkoymaz: "Göklerde, yerde ikisinin arasında ve toprağın altında neler varsa hepsi O'nundur." (Taba Suresi: 6) Allah Teala yaratmakta ve yoktan vazetmekte tekbir yaratıcıdır. Kullarının alnı Onun yed-i kudretinde (tasar-rufundaŞ'dir. Dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğini de hidayete erdirir. "Ö (Allah) her şeye kadirdir." (Maide Suresi: 120) Herşey O'nun tarafından yaratılmıştır, bütün insanlar O'nun kullarıdır: "Göklerde ve yerde hiçbir kimse yoktur ki, Rahınan'a kul olarak gelecek olmasın." (Meryem Suresi: 93) Dilersen Allah Azze ve Celle nİn sıfatları hakkındaki su harikulade ayeti kerîmeleri oku:
1-"Şüphesiz ki, sizin ilahınız birdir. O, gökler ile yerin ve arala-rmdakilerin Rabb'idir. Doğruların da Rabbi'dir." (Saffat Suresi: 4-5)
2-"Sizin ilahınız, ancak ve ancak kendinden başka hiçbir ilah olmayan Allah'tır. O, ilmi İle herşeyi kuşatmıştır." (Taha Suresi: 98)
3-"De ki: (ster Allah diye dua edin, ister Rahman devirt. Hangisini deseniz en güzel isimler (Esma-i Hüsna) hep O'nundur. Namazında sesini pek yükseltme. Çok da alçaltına, ikisinin arasında bir yol tut! De k'ı: Evlat edinmeyen, mülkünde ortağı bulunmayan ve zelil olmadığı için yardımcıya da ihtiyaç duymayan Allah'a hamdolsun. Ve O'mı tekbir ile büyükle de büyükle!" {hr^ Suresi: 110-111)
. Allah İse sizi giderir İr."(Fatır Su-
4- "Ey insanlar! Siz, Allah'a muhtaç (muhtaç değil) kendisi ganidir, övülmeye layıktır, de yeni bir halk getirir. Bu Allah'a göre güç bir is resi: 15-16-17) [40]
Yahudiler Hazreti Musa Aleyhi sse lamdan sonra doğru yoldan saptılar, puta taptılar, "Üzeyr Allah'ın oğludur" diye iddia ettiler. Allah Teala'yi insana benzettiler ve: "O, gökleri ve yeri yaratınca yoruldu. Sırt üstü yatıp dinlendi" diye iddia ettiler ve kafalarına göre hüküm verdiler. Onlar: "Allah Celle ve Ala Hazretleri iosan suretinde göründü ve israil (Yakub Aleyhisselamm lakabıdır) 33e güreşti* İsrail'i yenemedi ve onun elinden kurtulamadı, onu ve onun neslim mübarek kıldı. O vakit Yakub Aleyhİsselam onu bıraktı" dediler. Kendilerinin milletler arasından seçilmiş bir millet olduklarını, Allah Teala nm oğullan ve sevgilileri olduklarını, ahiret yurdunun (cennetin) Allah katında başka insanlara değil, yalnız kendilerine mahsus olduğunu, buzağıya taptıkları müddet olan kırk gün gibi sayılı günlerden başka kendilerine asla ateşin dokunamayacağım" iddia ettiler. Nitekim Hazreti Mesih "îsa" Aleyhisselama iftira ettiler ve "O'nun zinadan olduğunu, anasının da zaniye olduğunu, Israİlo-ğullan bu çirkin suçtan kendilerini temizlemek açın onu astıklarını" iddia ettiler. Kur'an-ı Kerim onların bu inançlarının hepsini ve bunlara benzeyen daha birçok bozuk ve batıl inançlarım yıkmak ve bunlara harp ilan etmek için gelmiştir. Buna göre, iftiracı ve inatçı olan manevî körler: " Kur'an-ı Kerim Tevrat'tan kopya edilmiştir" diye nasıl İddia edebilirler? [41]
Hristİyanlar sapkınlığa düşüp, "Allah Teala'nınoglu olduğunu" iddia ettiler. İman esaslarından kapalı, anlaşılmayan Teslis (Baba, oğui ve Ruhu'l-Kudüs'ten meydana gelmiş üçlü bir AUah) akidesini
(inancını) kabul ettiler. Bunlara "Ekanim-i Selase- Üç Uknum" admı verdiler. "Hazreti Isa Aleyhisselam bu üç ilahdan ikinci "Uk-nurrTdur ki, birinci ilah ile üçüncü ilahın aynıdır, birinci ilah ile üçüncü ilahdan da her biri diğerinin aynıdır. Üç birdir, bir de üçtür" diye inandılar.' Şer'î hükümler koyma, helal kılma gibi yalnız Allah Teala'mn hakkı olan vasıfları din adamlarına giydirdiler." ilk insan olan Adem Aleyhisselam Allah'ın yasak ettiği meyveden yemek suretiyle günah işlemiş, böylece neslinin günahkar olmasına sebep olmuştur. Bu yüzden "Allah'ın oğlu Hazreti İsa Aleyhisselam insanları hatalarından kurtarmak ve onları günahlarından temizlemek için çarmıha gerilerek asıldı" diye inandılar. Bundan daha fazla şaşılacak şey, Hristiyanlardan bir çoğu '"Meryem oğlu İsa Aleyhisselam Allah'dır! İnsan suretinde yere indi" diye inandılar. Hris-tiyanlar bunlar ve bunlara benzeyen batıl ve saçma sapan şeyleri iman esasları olarak kabul ettiler ve: "Bunları kendilerine Allah Teala'mn emrettiğini" İddia ettiler: "Allah, onların söylediklerinden münezzeh, yüce ve çok büyüktür" (Isra Suresi: 43) Kur'an-ı Kerİm'İn getirmiş olduğu hak üe hahamların ve papazların söylemiş oldukları batıl arasındaki büyük farkı düşün! Sonra Kur'an-ı Kerim hahamların ve papazların kitaplarını değiştirmelerinden ve uydurmalarından olan bu batıl inançlarını açıklamakla ve bu batıl inançlarını haber vermekle yetinmeyip bilakis kitap ehlinin bu batıl inançlarını parlak burhanlarla ve kesin delillerle reddetmiştir. Kitap ehli olan Hristiyanlardan bahseden şu ayeti kerîmeleri dînle: ı'Ey kitap ehli! Dininizde taşkınlık yapmayın. Allah'a karsı haktan başkasını söylemeyin, sadece hakkı söyleyin. Mesih -Meryem oğlu İsa- sadece Allah'ın peygamberi, Meryem'e bıraktığı bir kelimesi Allah'tan bir ruhtur. Artık Allah'a peygamberlerine iman edin de "Allah üçtür" demeyin. Sizin için hayırlı olmak üzere (bu iddiadan) vazgeçin. Allah anadc bir tek Halıdır, çocuğu olmaktan münezzehtir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. Vekil olarak da Allah kafidir. Mesih hiçbir zaman Allah'ın kulu olmaktan çekinmez, Allah'a yakın meleklerde çekinmezler. Kim Allah'a kulluktan çekinir de büyüklenirse bilsin kî. O, (yarın ahirette) hepsini huzurumda toplayacaktır." (Nisa Suresi: 171-172) Kitap ehli olan Yahudileri anlatan şu ayeti kerîmeleri dinle: "Onların (Yahudilerin) verdikleri sözü bozmaları, Allah'ın ayetlerini inkar etmeleri, haksız yere peygamberleri öldürmeleri ve: "Bizim kalplerimiz perdelidir!" demeleri yüzünden (Biz de kendilerine lanet ettik). Doğrusu Allah, onlar/n kalpleri üzerine, küfürleri yüzünden mühür vurmuştur. Pek azı müstesna, onlar iman etmezler. Yine küfürleri ve Meryem'e karşı büyük bir iftirada bulunmaları (zina etti demeleri) ve: "Biz Allah'ın peygamberi Mesih'i Meryem oğlu Isa yi öldürdük" demeleri sebebiyle (onlara azap ettik), halbuki onlar isa'yı ne öldürdüler ne de astılar. Fakat kendilerine bir benzetme yapıldı (içlerinden biri İsa şekline sokuldu ve onu Öldürdüler.) Gerçekten onun hakkında ihtilaf edenler (bundan dolayı) kesin bir şüphe içindedirler. Evet onların buna dair bir bilgileri yoktur. Sadece zan peşindedirler. Onu kesinlikle Öldürmediler. Doğrusu Allah, onu kendi katma yükseltti. Allah güçlüdür, hikmet sahibidir." (Nisa Suresi: 155-158)
Kur'an-ı Kerim, Tevrat ve incil'deki tahrifi (değiştirmeyi) açıklamış ve peygamberin vazifesinin kitap ehlinin irtikap ettikleri yalan ve iftirayı tashih etmek, Tevrat ve İncil'deki Allah'ın ayetlerinden gizlemiş olduklarını açıklamak olduğunu beyan etmiştir: "Ey kitap ehli! Kitaptan gizlemekte olduğunuz (Recm ayeti ve Hazreti Muhammed (s.a.v.)'İn sıfatı gibi) şeylerin bir çoğunu size açıklıyor, bir çoğunu da affediyor. Muhakkak size Allah'tan bir nur ve apaçık bir kitap (Kur'an) geldi. Onunla Allah, kendi rızasına uyanları selamet yollarına eriştirir ve izniyle onları karanlıklardan aydınlığa çıkarıp doğsdoğru bir yola ulaştırır." (Maide Suresi: 15-16)
Peygamberlerin efendisi Hazreti Muhammed (s.a.v.)'in doğru olduğuna dair bundan daha açık bir burhan ve bundan daha açık bir hüccet olur mu?
"el-Busiayrî" -Allah Teala ona rahmet eylesin- diyor ki: "Cahi-liyyet devrinde okuma-yazma bilmeyen Hazreti Muhammed (s.a.v.)'in mükemmel İlmi ve yetimliğinde elde ettiği edeb ile irfanı, mucize olarak sana yeter." [42]
Kur'an-ı Kerim'in muciz olmasının sebeplerinden bu sebep, açıktır, meydandadır. İslâm şeriatı hakkında her düşünen bunu kavrar, Kur1 an-i Kerim, her zaman ve her yerde beşerîn bütün İhtiyaçlarına cevap verecek şekilde geniş,.yaygın, tam ve mükemmel olan ilahî kanunları getirmiştir. Bu, Kur'an-ı Kerim'İn doğru yolu göstermesinde, doğru yola götürmesinde işaret ettiği yüksek maksatlar arz olunduğu vakit meydana çıkar. Kur'an-ı Kerim'in getirdiklerini şöyle Özetleyebiliriz:
1-Fertleri düzeltmek.
2-Toplumları düzeltmek.
3-İnançları düzeltmek.
4-İbadetleri düzeltmek.
5-Ahlakı düzeltmek.
6-Hükmü ve siyaseti düzeltmek.
7-Maliye işlerini düzeltmek.
8-Harp işlerini düzeltmek.
9-İlmi kültürü düzeltmek.
10- Akıllan ve fikirleri hurafelerden kurtarmak.
Söyleyen kimse ne kadar güzel söylemiştir: "Allah Teala'nın şeriatı, insana her şeyi açıklamaktadır. Kur'an'dan başka herşey hüsrandır." [43]
Kur'an-i Kerim'in muciz olmasının sebeplerinden biri de, ona uyanların ve ona düşman olanların kalbierinde büyük bir tesir meydana getirmiş olmasıdır. Hatta Kur'an'ın bu tesiri Öyle bir mertebeye ulaşmıştı ki, müşrikler gece karanlığında çıkarlar Müslümanlar tarafından okunan Kur'an'i gizlice dinlerlerdi. Fakat kendi aralarında Kur'arTı dinlememeyi Hazreti Muhammed (s.a.v.) onu okurken seslerini yükselterek gürültü çıkarmayı birbirine tavsiye ederlerdi. Ta ki, insanlar ona iman etmesinler: "Bir de o küfredenler,
"Bu Kıır'an'ı dinlemeyin okunurken gürültü yapın.' Umulur ki üstün gelirsiniz" dediler." (Fussilet Suresi: 26,) Kur'an-ı Kerim kalplere öyle işüyordu ki, en çetin düşmanları ve en inatçıları bile ona teslim olup, gölgesine sığınıyorlardı. Onun en büyük düşmanı olan bu liderlerden birçokları müslüman olmuşlardır. Bunların başta gelenleri Ömer b. Hattab, Sa'd b. Mu az, Üscyd b. Hadiyr'dır. Bunlardan başka daha birçok önderler ve başkanlar müslüman olmuşlardır, işte Ömer b. Hattab (r.a.) Müslümanlara karşı öyle İnsafsız Öyle katı kalpliydi ki, müslümanlardan biri onun hakkında: "Vallahi Hat-tab'ın eşeği müslüman olmadıkça Ömer müslüman olmaz" demişti. Ömer (r.a.)'in Müslümanlara karşı çetin düşmanlığı o dereceye ulaşmıştı ki, öğle vakti kılıcını kuşandıktan sonra Hazreti Muhammed (s.a.vj'i Öldürmek için aramaya çıkmıştı. Sonra akşam olmadan kizkardeşinin evinde Said b. Zeyd'den işitmiş olduğu birkaç ayeti kerime sebebiyle İslâmı kabul ederek dönmüştü. Hazreti Ömer'in müslüman olması hakkındaki kıssa meşhurdur.
Sa'd b. Muaz -Evs kabilesinin efendisi- ile kardeşinin oğlu Üseyd b. Hadîyr'ın nasıl müslüman olduklarını düşün! Siyer kitaplarında rivayet edildiğine göre, Rasulullah (s.a.v.) Mekke'deyken ona Akabe Biatmda, biat eden Medine'lilerden bir heyet geldi. Rasulullah fs.a.v.) onlarla birlikte Müslümanlara Işkımı ve Kur'an'ı öğretmek üzere sahabelerin büyüklerinden olan Mus'ab b. Umeyr ile Ümmi Mektum'u gönderdi. Bu iki sahabe Medine'ye varınca insanlara Kur'an'ı öğretmeye başladılar, bu iş, Evs kabilesinin"efendisi olan Sa'd b. Muaz'a ulaşınca kardeşinin oğlu Üseyd b. Hadîyr'a: "Zayıflarımızı bozmak için gelmiş olan bu iki kişiye gidip onları bu işten menetme?, misin?" dedi. Bunun üzerine Üseyd b. Hadiyr yanlarına varınca onlara: "Sizi buraya getiren nedir? Zayıflarımızı bozmak için geldiniz. Sonra onları tehdit ederek "eğer sağ kalmaya ihtiyacınız varsa bizden ayrılıp gidiniz" dedi. Mus'ab b. L'meyr on;;: "Oturup da dinlemez misin? Eğer beğenirsen kabul edersin, eğer hoşuna gitmezse senin istemediğin şeyi sövlemeyîz." dedi. Bunun üzerine Üseyd oturdu. Mus'ab Kur'an okumaya başladı o, dinliyordu. Yerinden kalkmadan müslüman oldu. Sonra Sa'd'ın yanına döndü ve ona: "Vallahi bu iki adamda bir sakınca görmedim" dedi. Onun önünde müslüman olduğunu gizledi. Sa'd hiddetlendi, kendisi intikam almak için heyecanla kalktı ve onların yanma gelerek: "Sizi buraya getiren nedir? Zayıflarımızı aldatmak için geldiniz, bizdenayrılıp gidin!" dedi. Mus'ab (r.a.) ona da: "oturup da dinlemez misin? Eğer bu İşi beğenirsen kabul edersin, şayet hoşuna gitmezse, senin istemediğin şeyi yapmayız" dedi. Sa'd onlara: "Doğru söylüyorsunuz" dedi. Hemen Mus'ab (r.a.) ona Kur'an okumaya başladı, o dinliyordu. Mus'ab diyor ki: Sa'd Kur'an'ı dinlerken yüzünde İman nuru parlamaya başladı. Mus'ab, Kur'an okumayı bitirmeden Evs kabilesinin efendisi Sa'd imanını ilan etti, sonra dönüp gitti. Kabilesini topladı ve onlara: "Beni aranızda nasıl bilirsiniz?" dedi. Onlar da: "Sen bizim efendimizsin ve efendimizin oğlusun" dediler. Sa'd onlara: "Siz Hazretİ Muhammed (S.a.v.)'e iman etmedikçe sizin erkek ve kadınlarınızla konuşmak bana haram olsun" dedi. Onun bu sözü üzerine kabilesinin hepsi İslâmiyet i kabul etti. Allah Teala Sa'd'dan razı olsun ve onu razı etsin, işte Kur'an'ı Kerim'in eşsiz belagatı ve tatlı üslûbu dostların ve düşmanların kalplerinde böyle tesirini gösteriyordu. Velid b. Muğire, Utbe. b. Rebia gibi Kur'an'ı Kerimin tesiri altında kalanların kıssalarını unutma! Başkanlık arzusu, sevgisi ve mevki, saltanat tutkusu olmasaydı bunların hepsi Allah'ın dinine girerlerdi. Fakat hidayet Allah'ın elindedir: "Deki, hiç. şübhesiz Allah dilediği kimseyi şaşırtır" (Ra'd Suresi: 29) ve: "Allah dilediğini doğru yola eriştirir. Doğru yola girecekleri en iyi O, bilir." (Kasas Suresi: 56)
"Tefsirü'l-Menar" sahibi zikretmiştir ki: Fransız filozoflarından bir filozof, Hazreti Muhammed (s.a.v.)'in, Hazretİ Musa İle Hazreti Isa (AleyhimasselamVmn getirmiş oldukları mucizeler gibi, bir mucize getirmediğini ve kendisine önceki peygamberlere verilmiş olan harikulade mucizelerden bir mucize de verilmediğini iddia
eden hristiyan misyonerlerini reddetmek için yazmış olduğu kitabında: "Hİç şüphe yok ki, Hazreti Muhammed (s.a.v.) huşu', aşk ve şevkle kendinden geçerek tazarru' ile Kur'an'ı Kerim'i okurken kalpleri kendine iman etmeye çekmekte, önceki peygamberlerin bütün mucizelerinin üstünde bir tesir gösteriyordu." demiştir.
Rafiî'nİn "icazü'l'Kur'an" isimli eserinde emir Sekip Aslan'dan naklen zikretmiş olduğu şu kıymetli sözü burada yazmayı uygun görüyorum: Fransız filozofu Volter'in yanında bir defa Mesihi tarihinde ıslahatçılar diye bilinen "Luther" ile "Kalvin" zikredildi, bunun üzerine Volter: "Onlar Hazreti Muhammed (s.a.v.)'İn ayakkabılarının ipleri olmaya layık değildirler" demiştir. [44]
Son olarak Kur'an-ı Kerim'in muciz olmasının sebeplerinden biri de, onun tenakuz (çelişme) ve tearuz (birbirine zıd olma)dan uzak olmasıdır. Beşerin hiçbir sözü böyle değildir. Nitekim Teala Hazretleri: "Kur'an'ı durup düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah'tan başkasından gelseydi, onda birçok aykırılıklar bulurlardı" (Nisa Suresi: 82) buyurmuştur. İşte bunlar, Kur'an-ı Kerim'in muciz olmasının sebeplerinden bazılarıdır, daha birçok muciz olmasının sebepleri vardır. Fakat uzatmaktan korktuğum için onları zikretmekten vazgeçtim. Kur'an-ı Kerim'in muciz olmasının sırlarını zaman açıklamaya devam ediyor, zaman geçtikçe onun muciz olma taraflarından birçok tarafları meydana çıkıyor. Kur'an-ı Kerim'in övülmeye layık ve hikmet sahibi olan Allah tarafından indirilmiş olduğuna dair birçok kesin deliller bulunmaktadır. Bununla birlikte alimlerin zikrettikleri bu sırlar Kur'an ilimlerinin denizinden ancak bir damladır. Bu konuda ne kadar söz söylenirse söylensin ve ne kadar açıklama yapılırsa yapılsın Allah Teala'nm kelamını tanı manâsıyla hiçbir kimse kavrayamaz. Onun zatının azametini ve sıfatlarının büyüklüğünü hiçbir kimsenin kavrayamadığı gibi. [45]
Kur'an-ı Kerim'in muciz olmasının sebebleri sona erince sırfayı söyleyen Mutezileden bazıları ile Şiadan bazılarının şüphelerini giderme}'! üzerimizde bir vazife görüyoruz.
"Sırfa"nm özeti: Mutezileden ve Şiadan bazıları: "Kur'an'ın nıuciz olması "Sırfa" iledir. Yani, Allah Azze ve Celle Arapların güçlerini Kur'an'm benzerini getirmekten çevirmiştir. Çünkü belagatında beşerin aciz kalacağı seviyeyi geçmemiştir, şayet Allah Teala onların güçlerini ve çalışmalarını Kur'an'm benzerini getirmekten çevİrmeseydİ elbette onun benzerini getirirlerdi" diye iddia etmişlerdir. Görüyorsun ki, bu görüş sahipleri: "Kur'an'm bizatihi muciz olmadığını onun, muciz olması iki sebebden dolayıdır" demiş oluyorlar.
Birinci sebeh: Kur'an'ın benzerini getirmekten onların güçleri ve çalışmaları menedilip çevrildiği içintembelleşip oturmuş olmalarıdır.
ikinci sebep; Onların açıklama kabiliyetlerinin ve belagat kudretlerinin birdenbire düşmesidir.
Bu görüşün İki şıkkı da batıldır. Bahis konusu olamaz. Bu görüş gerçekle uyuşamaz, bu görüşün batıl olmasının birçok sebeplen vardır:
1- Bu görüş doğru olsaydı Kur'an'm muciz olması "Sırfa" ile olurdu, Kur'an'm kendisi olmazdı, bu ise, icma ile batıldır.
2-Eğer "sırfa" görüşü doğru olsaydı Kur'an'm kendisi muciz olmayıp Allah Teala'nm insanların kabiliyetlerini Kur'an'ın benzerini getirmekten çevirip onları aciz kılmasıyla olurdu. Bu görüşe göre, Kur'an "i'caz" babından oİmayıp, "ta'ciz" babından olur. Bu görüş "bir insanın dilini kesip sonra ona konuşma" ve "iki eli arkasına bağlanmış olarak suya atılan bir insana "sakın su İle ıslanma" demeye benzer.
3-Eğer Kur'an'ın benzerini getirmekten onların güçleri ve çalışmaları menedilip çevrildiği için tenıbelleşip oturmuş olsalardı, islâm peygamberine karşı çıkmazlar, O'na ve ashabına eza etmezler, Müslümanlara İşkence edip ayırım yapmazlar, Şi'b (EbuTaîib mahallesin)de Rasulullah (s.a.v.)'i ve O'nun kabilesini ve orada toplanan bütün Müslümanları muhasara altına alıp, her türlü münasebetleri kesmezler, Müslümanlar da açlıktan ağaç yapraklan yemezler, Rasulullah (s.a.v.j'e gelerek "sen Islâmİyete daveti bırakırsan sana istemediğin kadar mal verelim ve seni başkan yapalım1' diye onunla anlaşma yapmak İstemezler, sonra Rasulullah (s.a.v.)'İ ve O'nun şerefli ashabını Medine'ye hicret etmeye mecbur etmezlerdi. Halbuki müşrikler, içlerindeki garaz, hasetlik, buğz, kin ve düşmanlıktan dolayı islâmiyet! yok etmek için her çareye başvuruyorlardı.
4-Eğer onların açıklama kabiliyetleri ve belagat kudretleri birdenbire düşmüş olsaydı, bu yüzden Kur'an'm benzerini getiremediklerini İnsanlar arasında iian ederlerdi. Bİr de belagat kudretleri düşmüş olsaydı, Kur'an'm şanına daha az ehemmiyet verirlerdi ve Kur'an indikten sonraki fesahat ve belagatları Kur'an inmeden öncekinden daha az okudu. Halbuki bunun batı! olduğu apaçıktır.
5-Eğer Arapların birdenbire açıklama kabiliyetleri ve belagat kudretleri yok olduğu için Kur'an'ın benzerini getirmekten aciz kalsalardı, şimdi bizim Kur'an'm benzerini getirmemiz ve her asırda Arap edebiyatı ile meşgul olanların getirmeleri mümkün olur, Kur'an'm muciz olma davasının da yalan olduğu açığa çıkmış olurdu. Bunların hepsi batıldır. Bu açıklamalardan sonra akıllı bir kimse kendi kendine: "Arapların belagat kudretleri birdenbire ellerinden alındığı için Kur'an'm benzerini getiremediler, Kur'an peygamberine karşı çıkamadılar acizliğe ve tembelliğe bırakıldılar, bu yüzden fesahat ve belagat meydanına inmekten menolundular" diyebilirmi? Kendisine ve aklına saygısı olan bir insan "Kureyş'İn-bür yüklerinden ve azılı düşmanlardan olan Velid b. Muğire'nin Kur'an-ı Kerim'i dinleyince "Vallahi şimdi ben öyle bir söz dinledim ki, beşer sözü değildir,şür değildir, nesir değildir, kahin sözü değildir, vallahi o sözde öyle bir tatlılık, öyle bir lezzet vardır ki, o sözlerin kelimeleri kökü kuvvetli dallan meyva veren bir ağaç gibidir. Bu sözler devamlı yükselmektedir ve onun üzerine hiçbir söz yükselemez" diyerek bu meşhur sözüyle Kur'an hakkındaki şahadetini dinledikten sonra Arapların açıklama kabiliyetleri ve belagat kudretleri alındığı için Kur'an'm benzerini getirmekten aciz kaldılar, diyen "sırfa" ehlinin bu iftirasını tasdik eder mi? Kur'an'm üstünlüğüne ve faziletine düşmanlar bile şahitlik etmektediler. Bu konuyu Allame Kurtubî'nin "el-Câmi İi Ahkâmı'I-Kurbân' isimli tefsirinde zikrettiği İle bitirmeyi uygun görüyorum. Kurtubi demiştir ki: "Alimlerimiz -Allah onlara rahmet eylesin- Kur'an-ı Kerim'in muciz olması hakkında on sebep zikretmişlerdir. Orada bir de en-Nİzam görüşü zikredilmiştir ki: Kur'an'm muciz olmasınm sebebi, Kur'an, benzerinin getirilmesi için meydan okurken benzerini getirmekten men olunup çevrilmişlerdir. Buna göre Kur'an'm kendisi mucize değil, benzerini getirmekten men olunup çevrilmeleri mucizedir. Bunun sebebi Kur'an, onlara kendisinin benzeri bir sure getirmeleri İçin meydan okurken Allah'Teala nın onun benzerini getirmekten onların «üçlerini ve çalışmalarını çevirmesidir. fâu görüş fasiddir. Çünkü bütün ümmet: "Kur'an'ın kendisi mucizdir" diye ittifak etmiştir. Eğer biz: "Men olunup çevrilmeleri mucizdir" dersek, Kur'an-ı Kerim muciz olmaktan çıkmış olur." Doğru ve gerçek olan şudur ki: Kur'an-ı Kerim'in benzerini getirmeye yaratılmışlardan hiçbir kimsenin gücü ve kudreti yetmez. Kur'an-ı Kerim'in tahrik edici ve incitici meydan okumasına rağmen surelerinden en kısa bir surenin benzerini getirmekten beşerin aciz kalmış oldukları meydana çıkmıştır [46]
Tarihi olayları, eserleri ve haberleri rivayet edenler ittifak etmişlerdir ki: Arap müşriklerinden belagat Önderleri ve büyük şairler içlerinden Kur'an'm benzerini yazmayı geçirmemİşlerdir, islâmiyet'ten İnsanları menetmeye, Hazreti Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğini yalanlamaya son derece düşkün olmalarına rağmen onların hiçbirinden Kur'an-ı Kerim'in benzerini yazmak istediği nakledil-memİştir. Fakat beyinsizler ve ahmaklardan bazılarının Kur'aıı'in benzerini yazmak istedikleri nakledilmiştir. Bu beyinsizlerin Kur'an-ı Kerim'in benzeri olarak getirdikleri şeyler kendilerini insanlar önünde utandıran, akıllılar yanında gülünç duruma düşüren komik denemeler olmaktan başka birşey değildir. Bu yüzden hem Allah'ın gazabına uğradılar, jıem de insanların öfkelerini üzerlerine çektiler. Onların böyle rezil olmaları hakka yeni bir hizmet ve Kur'an-ı Kerim'in Allah kelamı olup onun benzerini hiçbir insanın getiremiyecegine dair açık bir delil olmuştur.
a)Bunlardan biri Müseylemetül-Kezzap'dir ki, peygamberlik iddiasında bulundu, peygamberlikte Rasulullah (s.a.v.Hn ortağı olduğunu iddia etti. Hicretin onuncu senesinde Resuluüah (s.a.v.)'e yazmış olduğu mektubunda: "Bundan sonra ben yeryüzünde seninle ortağını. Yeryüzünün yarısı bizim, yansı da Kureyş'indİr. Fakat Kureyş hadde tecavüz eden bir kavimdir" demiştir. Müseyleme kendisine gökten Kur'an İndiğini o Kur'an'ı getiren meleğin adının "Rahman" olduğunu iddia etti. işte biz onun saçma sapan sözlerinden bir kısmını nakledelim. Taki, bu ahmak deccalın yalanı meydana çıksın ve onun işi açıklanmış olsun. İşte bu vasıf onun yalana olduğuna yeterli bir delildir. Müseylemetü'hKezzap -Allah onu rezil ve rüsvay etsin- Adiyat suresinin benzerini yazmaya yeltenerek demiştir ki: "Öğütenlere, hamur yoğuranlara, ekmek yapanlara, ti-rid yapanlara, yağlı yağsız lokma yapanlara andolsun ki, göçebe ya-şıyanlara üstün kılındınız. Bir yerde yerleşenler de üstünlükte sizi geçmediler, verimli arazinizi koruyunuz. Kabirleri muhafaza ediniz azgınlara karşı çıkınız." Şöyle devam ediyor: "Koyunlara, onların renklerine yemin ederim ki, onların en şaşılacak tarafları siyah olmaları ile sütleridir, koyun siyahtır, sütü beyazdır, işte tam şaşılacak şey de budur. Suyla karışmış süt haram kılınmıştır. O halde hurmayı sütle beraber niçin yemİyorsunuz?" Yine Müseylemetül-Kezzap'ın uydurma Kur'an'ından: "Fil, fil nedir? Filin ne olduğunu sana ne bildirdi? Sert ktryruklu'uzun hortumlu bir hayvandır..." Yine onun uydurma sözlerinden: "Ey iki kurbağanın, ki/: kurbağa! Ötebildiğin kadar öt, yan yerin suda, yarı yerin çamurdadır. Suyu bulandırmaksın, suyu içene engel olamazsm." Yine Kevser suresinin benzerini yazdığını İddia etmiş ve insanların karşısına şu saçma sapan sözlerle çıkmıştır: "Eğer biz sana pek çok kimseyi tabi kılarsak, Rabbîn için nama/, kıl; }üksek sesle oku, sana kin tutan, kafirin ta kendisidir." Onun bütün sözleri bu tarzda zayıf değersiz ele alınacak bir tarah bulunmayan saçma sapandır. Bilindiği üzere bu gibi hezeyanlar Kur'an'a nazire olmaktan çok uzaktırlar.
Rafiî -Allah ona rahmet eylesin- demiştir ki: "Müseyiemetü'l-Kezzap sanat ve beyan bakımından Kur'an'ın benzerini yazmak istememiş, ancak kavmini hükmü alrma almak için bu yolu tutmuş, bu yolun kolay olacağını, onları daha çabuk tesiri altına alacağını zannetmiştir. Bunun sebebi cahİliyyette Arapların kahinlere hürmet ettiklerini ve kahinlerin: "Ya Celih, Emrun Necih, Racülün Fasih, Vekui, ia İlahe illellah" gibi sözlerinin cinlerin sözlerinden olduğunu iddia ederek üsluplarının çoğunun agn* seçili olduğunu görünce kendisine vahiy geldiği izlenimini vermek için seçili konuşmaya baş tadı, fakat bu hile ile de istediğini elde edemedi. Çünkü ona bağlı olanlar onun yalancı ve ahmak olduğunu, kahinlikte mütehassıs olmadığını, peygamberlik davasında doğru olmadığını biliyorlardı. Ancak "Rebia'nm yalancısı (Müseylemetü'i-Kezzap), Mu-dar'ın doğrusundan (Hazreti Muhammed Aleyhisselam}'dan daha iyidir" diyenin sözüne göre ona tabi oluyorlardı.
b) Bunlardan biri de "Esved-i Ansİ"dir ki, Yemen'de peygamberlik iddiasında bulunmuştur. Başını yere eğer sonra kaldırır kendisine vahiy geldiğini iddia ederek: "Bana şöyle şöyle denildi" derdi. -Yani kendisine fısıldayan şeytanını kasdederdi- Zorba İdi, fakat fasih konuşması, kehaneti, seci hitabeti, şiiri, neseb bilgisi ile şöhret bulmuştu. Onun, Kur'an'm benzerini yazmak için uğraştığı zikre-diimemiştir. Ancak peygamberlik davasında bulunmak ve kendisine vahi)" geldiğini iddia etmekle yetinmiştir: "Doğrusu seyranlar sizinle Tanışmaları için kendi donlarına lısıldıirhır." ı En'anı Suresi: 121)
c) Bunlardan biri de "Tuleyha b. Huveylid el-Esedi" dir ki, peygamberlik iddiasında bulunmuştur. Kendisine "Zun-Nûn" denilen bir meleğin vahiy getirdiğini iddia ediyordu. Fakat kendisinin bir Kur'an'ı bulunduğunu iddia edemedi, çünkü kavmi fasih idiler, fakat onlar akrabayı kayırmak, makam ve şöhret elde etmek İçin ona tabi oldular. "Muccmu'UBuldan" sahibi zikretmiştir ki: "Tuley-ha'nın bir takım sözleri vardır kî, bu sözlerin kendisine vahiy inmiş olduğunu iddia ediyordu, fakat onun sözlerinden ancak şu sö/.ler bulunabihnİştir: "Rükû etmeyin, secde etmeyin, namazı ayakta kılmakla yetinin, ayakta dikilirken Allah'ı zikredin." Hazreti Ebu Bekir (r.a.j, Tuleyha'ya Halid b. Velid (r.a.j"in kumandasında bir ordu gönderdi, iki ordu karşılaşınca Tuleyha'ya tabi olanlardan pek çok kimse öldürüldü. Tuleyha ise elbisesine bürünüp vahiy bekliyordu. Fe/are kabilesinin reisi Uyeyne ona: "Sana hala vahiy gelmedi ini?" diye sordu. O da: "Elbisenin altından vallahi henüz vahiy gelmedi" diye cevap verdi, üyeyne ona: "Andolsun en muhtaç olduğun bir vakitte Rabbin seni lerketti" dedi. Sonra Uyeyne: "Ey Fe-/.are oğullan bu adam yalancıdır, onun İstediği şeyde ne bizini için ne de onun için bîr hayır ve bereket yoktur" dedi. Sonra Tuleyha bozguna uğradı ve Şam tarafına kaçtı. Bundan sonra Tuleyha'nın müslüınan olduğu söylenir. Tuleyha Kadisiyye savaşında büyük başarı göstermiştir.
d)Bunlardan biri de, Kureyş'in binliklerinden küfür ve sapıklığın önderlerinden olan "Nadr b. Harisedir. Bu adam peygamberlik ve kendisine vahi;' geldiğini iddia etmemiştir. Faka! Kur'an'ni benzerini söyleyebileceğini iddia etmiştir. İran hükümdarlarının ve halkının olayları hakkındaki haberlerini ve hikayelerini süsler, Küreydin yanma oturur, onlara bu masalları anlatır, sonra onlara: "Bu masallar Hazreti Muhammed (s.a.v.)'e indirilenlerden daha hayırlıdır" derdi.
e) Rivayet edilmiştir ki; "Ebül-Ala el-Maarrî", "eI-Mütenebbi\ "Ibnül Mukaffa" Kur'an'm benzerini yazmak için çalıştılar, takat bunlar bu denemelerini açıklamaktan sıkıldılar, utandılar, kalemlerini kırdılar, yazdıkları sahı'feleri parçaladılar. Yukarıda geçtiği üzere "îbnül Mukaffa" Kur'an'a benzer bir eser yazmaya karar verip başlamış, fakat: "ey yer suyunu yuf' ve "ey gök (yağmurunu) tur" denildi Su çekildi ve iş bitirildi. (Gemi de.) Cudi (dağ) üzerinde durdu. Zalimler güruhuna (Allah'ın rahmetinden) uzak olsunlar" denildi." (Hûd Suresi: 44) mânâsındaki ayeti kerîmeyi okuyan bir çocuğu dinlemiş, bunun üzerine toplayıp yazmış olduğu sahifeleri insanlara göstermekten utandığı için parçalamış. Bundan sonra meşhur olan şu sözünü söylemiştir: "Allah'a yemin ederim ki, K.ur'an-ı Ke-rim'in benzerini getirmeye beşerin gücü yetmez!" tbnül-Mukaf-fa'nın bu kıssası meşhurdur. "Rafiî" -Allah ona rahmet eylesin- bu kıssayı anlattıktan sonra şöyle demiştir: "Şüphe yok ki, "Ibnül Mukaffa" insanların en beliğ ve en fasihi olduğu için Kur'an'ın, hatta surelerinden bir suresinin bile benzerinin yazılamıyacagını en iyi bilenlerdendi. Sana: "Futan kimse Kur'an'ın benzerinin getİrİlmesi-nin mümkün olduğunu iddia ediyor, bu konuda delil getirerek mücadele ediyor" denilirse bilmiş ol ki, o kimse bu iddiasında iki adamdan biri olup üçüncü olamaz. Ya kendi nefsine doğru söyleyen bir cahîfdîr. Ya da insanlara yalan söyleyen bir alimdir."
Rafiî, el-Maarri'nîn Kur'an'ın benzerini yazmaya çalışmış olduğuna dair nakledilen rivayeti inkar ettiği gibi Ibnül Mukaffa'dan nakledilen rivayetin de sahih olduğunu inkar etmiştir. Rafiî'nin görüşüne göre her İki rivayet batıldır, onlara yapılmış iftiradır.
f) Yakın zamanının bize anlattığına göre, "Bahaiyye" ile "Kadi-yaniyye"nin liderleri; "Kur'an-ı Kerim'in benzeri bir çok kitaplar yazdıklarını, sonra insanlardan korktukları veya utandıkları için meydana çıkaramadıklarını, münasip bir vaktin gelmesini umut ederek gizlediklerini, cehalet çoğalıp, akıllar azahnea o kitablan çıkaracaklarını" iddia ediyorlarmış. [47]
1 -Birinci Şüphe: İslâm düşmanları Kur'an'a ve Kur'an peygamberine dil uzatarak: "Hazreti Muhammed (s.a.v.) bu Kur'an'ı Rahib Bahira'dan aldı, insanlar onu kutsal olarak tanısınlar diye Allah Az-ze Celle'ye nisbet etti" diyorlar.
Cevap: Bu şüphe, katıksız bir iftiradır. Bu habis ruhlu haçlılar ile onların yardımcıları olan mülhİdler kültürlü müslüman gençlerini aldatmak ve onların inançlarını bozmak için bu gibi batıllar, şüpheler ve iftiralarla propaganda yapıyorlar. Bu birinci şüphe birçok yönden batıldır.
a) Rasulullah (s.a.v.)'in Şam'a ancak iki defa yolculuk yaptığı sabittir. Bir defa çocukken, amcası Ebu Talib İle beraber gitmiştir, bir defa da gençliğinde, Hazreti Hatice (r.a.)'nin kölesi Meysere ile beraber gitmiştir. Tarih, Rasulullah (s.a.v.)'in Bahira'dan birşey dinlediğini veya ondan bir ders aldığını kaydetmemiştir. Tarih an cak şunu kaydetmiştir: Rahib Bahira Rasulullah (s.a.v.)'i bir bulutun gölgelendirdiğini görünce amcası Ebu Talib'e bu çocuğun ileride önemli bir yeri olacağını söyledi. Yahudilerin bu çocuğa bir kötülük yapmalarından korktuğu için Ebu Talib'den bu çocuğu Mekke'ye geri götürmesini İstedi. Sonra Rasulullah (s.a.v.)'in çocuk yaştayken bu ilimleri ve bu marifetleri alması veya muciz olan bu Kur'an'ı getirmesi düşünülebilir mi? Halbuki o henüz on yaşını geçmemiştir. Rasulullah (s.a.v.)'in ikinci yolculuğunda maksadı ticaretti, bu yolculuğunda rahiblerden hiçbiriyle karşılaştığı sabit değildir. Buna göre oniar bu bühtan ve iftirayı nereden çıkarıyorlar?
b) Herhangi bir insanın birinci defa çocukken, ikinci defa tacirken yapmış olduğu yolculuğunda rahiplerden bir rahiple sadece bir defa veya İkİ defa karşılaştığı İçin alemin efendisi olacak mertebeye yükselmesi ve okuma yazma bilmediği halde muciz olan bu Kur'an ı getirmesi akien mümkün değildir.
c) Eğer Bahira denilen bu rahib, bu Kur'an'ın kaynağı olsaydı, peygamberliğe ve rİMiletc o, daha la\ık olur veya onun dehası, dünyadaki bütün dehalardan üstün olurdu, çünkü o kendinden önce geçenleri ve kendinden sonra gelecekleri aciz bırakan bir kelam ı Kur'an i getirmiştir.d'ı Kureyş kafirlerinden müşrik olanlar bu mecnunlardan daha akilli, düşünce bakımından daha sağlamdır. Çünkü müşrikler Re-suhıilalı (s.a.v.)'i yalanlamaya ve onu susturmaya daha düşkün oldukları halde bu gibi ucu/ yalanı kendilerine layık görmediler ve Kesululiah (s.a.v.fin rahib Bahira ile sadece iki defa karşılaşmasıyla Kur'an'ı ondan öğrendiğini iddia etmeyi düşünmediler. Çünkü akıl bunu kabul etmez.
2- \k\nc\ Şüphe: İslâm düşmanları: "Bu Kur'an Cebr-i Rumi'nin öğretmesidir. Mekke'de Resulııllah !. s.a.v.) Kur'an'ı ondan öğrendi" diyorlar.
Cevap: Allah Azze ve Celle, bu şüpheye en mükemmel hüccet ve en açık beyanla cevap vererek: "Yemin olsunkî} biz onlunu "Kur'nu't ona mutlaka bir insan öğretiyor'' dediklerini biliyoruz. Kendisine nisbet enikleri kimsenin dili yabancıdır. Bu Kur'an ise gayet açık Arapçaâır. (Onu bir yabancı nasıl öğretebilir?)" (Nah! Suresi: 1031 buyurmuştur. İslam düşmanlarının Hazreti Muhammed ('s.a.v.)'e Kur'an'ı öğretiyor dedikleri adam Arapça dilini bilmeyen yabancı biı Rum'dur. Bir yabancı Hazreti Muhammed (s.a.v.Ve Kur'an'ı nasıl Öğretebilir? "Cebi" demircilik sanatıyla uğraşan bir demirciydi, müslüman oldu. Re^ulullan (s.a.v.) çok defa ona uğrar, yanında otururdu. Bunun üzerine müşrikler: "Allah'a yemin ederiz ki, bu Kur'an'ı Hazreti Muhammed (s.a.v.)'e ancak Cebr-i Rumi öğretiyor" dediler. Efendisi Cebr-i Rumî'yi döver ve ona: "Kur'an'ı Muhammed hs.a.v.Te sen öğretiyorsun" derdi. O da: "Allah'a yemin ederim ki, ben öğretmiyorum bilakis o, bana öğretiyor ve bana doğru yolu gösteriyor" derdi. Ne gariptir ki, akıldan uzak ve saçma olmasına rağmen bu iftira ve yalan bazı kimseler yanında kabul görmüştür. Arapça dilinden hiçbir şey bilmeyen yabancı olan dırıirci bir köle nasıl üsîad olur, sonra Rasulullah (s.a.v_fe Arapça dilini öğretebilir! Bu yabancı Rum'un Arap edebiyatının en mükemmeli bilhassa mucizelerin mucizesi, Arapların ve Arapça dilinin iftiharı olan bu Kur'an'm kaynağı olmasını akıl kabul eder mi? Bundan dolayı Kur'an'm bu .şüpheye cevabı hem susturucu hem de kesindir: "Kendisine nisbet ettikleri kimsenin dili yabanadır, bu Kur'an ise gayet açık Arapçadır (onu bir yabancı nasıl öğretebilir?)" (Nahl Suresi:
3- üçüncü Şüphe: İslâm düşmanları: "Hazreti Muhammed (s.a.v.) eşsiz bir dehaya sahiptir. Bu harika dehanın, bu haberlerin kaynağı olması ve bu Kur'an'm telif ve tertibi olması niçin mümkün değildir, çünkü Hazreti Muhammed (s.a.v.) fevkalade bir şahsiyet sahibidir" diyorlar.
Cevap: Bu sözleri ancak Resululiah (s.a.v.)'in hayatından O'nun kabilesi ve kavminin tarihinden hiçbir şey bilmeyen cahiller söylerler. Resululiah (s.a.v.) kavmi arasında kırk sene yaşadı, doğruluğunda, güvenilir olmasında, ihlasında, faziletinde parmakla gösteriliyordu. Hatta müşrikler ona: "Es-sadıkul Emin= Doğru ve güvenilir" lakabını vermişlerdi. Böyle şerefli temiz bir hayattan sonra Re-suluilah (s.a.v.)'in "en büyük bühtan ve iftirayı getirerek bu Kur'an Allah tarafından ben de Allah'ın Resulüyüm" diye iddia etmesi düşünülebilir mi? İnsanın evveli sonuna delalet eder. Böyle bir şey nasıl uyuşur. Resuiullah (S.a.v.)'in şerefli, teiniz tarihi ve onun üstün ve güzel hayatıyla Rasulullah (s.a.v.) Hudeybiye antlaşmasından' sonra İslâm dinini dünyaya tebiiğ etmek için devlet başkanlarına mektup yazmaya başladı. O vakit Rum kralına da mektup yazmıştı. Rum kralı Hirakl Rasulullah (s.a.v.)'in mektubunu okuduktan sonra ticaret İçin Şam'da bulunan Ebu Süfyan'ı davet etmiş. Ebu Süf-yan yanma gelince ona Rasulullah (s.a.v.) hakkında birçok sorular sormuş, o da cevap vermiştir bunlardan biride, Rum kralı Hirakl, Ebu Süfyan'a: "O zat, peygamberlik davasında bulunmadan önce onu yalan söylemekte suçluyor muydunuz?" diye sorduğunda Ebu Sutyan ona: "Hayır, o bizim yanımızda doğru ve güvenilir bir zattı" diye cevap verdi. Hirakl Ebu Süfyan'a: "İnsanlara yalan söylenıeyen bir zat Allah'a yafan söylemez" dedi. İkinci bir yönden tarihte kesin olarak sabit olmuştu] ki, Hazreti Muhammed (s.a.v.) okuma yazma bilmiyordu. Bunu Kur'an-ı Kerim tekid ve teyid ederek: "5e/; daha önce bir kitaptan okumuş ve dinle de onu yazmış değildin öyle olsaydı batıl söze uyanlar şüpheye düşerlerdi"1 (Ankebut Suresi: 48) buyurmaktadır. Eğer Kur'an-ı Kerim vahiy olmasaydı, ResuluUah {s.n.\\) önceki nebiler ve peygamberlerin haberlerini, tarihin inceliklerini, geçmiş ümmetlerin hallerini, kendinden önceki insanların kıssalarını, en İnce noktasına kadar tafsilatlı olarak nereden bilecekti. Çünkü ResuluUah (s.a.v.) hiçbir kitap okumadı, tahsil görmedi. Bu haberleri ve bu bilgileri ehj-i kitap alimlerinin hiçbirinden de almadı. însan dehası ne kadar üstün olursa olsun, ne kadar ileri görüşlü olursa olsun, zekası ne kadar-çok olursa olsun, gaib işleri ve gelecekteki olayları nereden bilecek! Bir insan ne kadar yükselirse yükselsin haber verdiği gaiblerden herbirinin haber verdiği şekilde meydana gelmesi ancak doğru bir peygamber olmasıyla' kendisine Allah tarafından vahiy olunmasıyla mümkün olur. Zira bu haberler ve İlimlerin bilinmesi beşerin takatmda bulunmadığına akıl kesin olarak karar vermektedir, çünkü bir insanın zekası, dehası ve İhtisası hangi mertebeye ulaşırsa ulaşsın, şahsiyetinin manevi kuvveti ne kadar yükselirse yükselsin gaib perdelerini yirtamaz, kuvveti ve kudreti altında bulunmayan şeylerden haber veremez. Nitekim Teala Hazretleri: "işte sana geçmişin (mühim) haberlerinden bir kısmım böylece anlatıyoruz. Muhakkak sana tarafımızdan bir zikir {Kur1 an) verdik. Kim ondan yüz çevirirse şüphesiz ki kıyamet gönü ağır bir vebal yüklenecektir." (Tana Suresi: 99-100) buyurmuştur.
4- Dördüncü Şüphe: islâm düşmaniarı: "insanların Kur'an'm benzerini getirmekten aciz kalmaları Kur'an'm Allah kelamı olduğunu bildirmez. Nitekim insanlar ResuluUah (s.a.v.)'in sözlerinin benzerini getirmekten de aciz kalmışlardır. Buna göre ResuluUah s.a.v.)'in sözleri "Allah tarafındandır veya Allah'ın kelamıdır" denilebilirmi?" diyorlar.
Cevap: Rasulullah (s.a.v.)'in sözlerinin benzerini getirmekten bütün halk tabakası aciz kalsalar da yüksek edebiyatçılardan biri onun sözlerinin bir kısmının veya bir sözünün veya bir satırının benzerini getirmekten elbette aciz kalmaz. Çünkü Rasulullah'in sözleri her ne kadar fesahat ve belagatın doruk noktasında bulunsa da beşer sözü olmaktan çıkmaz. Beşer sözleri ise birbirine benzerler, hatta Rasulullah (s.a.v.)'İn sözleri ile büyük sahabelerin sözleri arasında benzerlik buluyoruz. Bir hadis işittiğimiz vakit "bu hadis Rasulullah'ın sözü müdür, yoksa sahabenin sözü müdür, yoksa tabiînin sözü müdür?" diye şüphe ederiz. Senedi bize bu hadisi söyleyenin kim olduğunu bildirinceye kadar bu hadisin kime ait olduğunu ayıramayız. Kendisine açıklama kabiliyeti verilen bir kimse çok defa bu benzerliği kavrayarak sözün Rasulullah (s.a.v.)'e ait olmadığını anlar. Fasih ve beliğ konuşanlardan birine ait olan güzel bir sözü İşittiğimiz zaman bu söz bizi şüpheye düşürür de onu Rasulullah (s.a.v.)'in sözlerinden zannederiz. Buna göre Arapçayı en fasih konuşan ResuluSlah (s.a.v.)'in sözü ile büyük edebiyatçıların sözleri arasında benzerlik bulunmaktadır. Mesela, şu güzel ve göza-lıcı cümleleri dinle: "Mide hastalığın yatağıdır", "Perhiz her tedavinin başıdır", "Her cisme (bedene) alışageldiği şeyi verin." Zira insan bu parlak cümleleri İşittiği zaman güzelliğinden doğruluğundan ve çekici bir üslûba sahib olmasından dolayı hadis olmalarını uzak görmez. Çok defa bunların hadisi şerif olduklarına kesin olarak karar verir. Halbuki hadis değillerdir. Meşhur Arap tabibi îbn-i Kilde'nin sözlerindendir. Kur'an-ı Kerim'e gelince onun durumu başkadır, diğer sözlere benzemez. Kur'an'm benzerini ve eşini bulamazsın. Çünkü Kur'an-ı Kerİm'i söyleyen Allah Teala'nm eşini ve benzerini bulamazsın. Bu makamda Kur'an-ı Kerim, hadisi şerife nasıl benzetilebilir. İkinci yönden: Eğer Kur'an-ı Kerim'i, Hazret! Muhammed ı.s.a.v.) yazmış olsaydı, her İkisi bir şahıstan bir istklad ve bir mizacdan çıktıkları İçin Kur'an'ın üslubuyla hadisi şeritlerin üslûplarının bir olması gerekirdi. Halbuki aralarındaki fark apaçık ve pek büyüktür. Kur'an'm ayrı bir belagat ve sanatı vardır, üzerinde uluhiyyet ve rububiyyet damga ve alametleri bulunduğu için herhangi bir söze benzemekten ve dengi bulunmaktan münezzehtir. Hadisi şeriflerin üslûbu İse tamamen başka çeşittir. Başka sözlere benzemekten ve dengi bulunmaktan uzak değildir. Beşeri üslûpların en yücesine sahip olan hadisi şerifler beyan semasında yükselmeye devam etmesine rağmen hiçbir zaman Kur'an-ı Kerim'in yükselmekte olduğu muciz semasına çıkamaz. Buna göre Kur'an'm üslûbu ile hadisi şeritlerin üslûplarının arasını karşılaştıran her insan en basit bir bakışla aralarındaki farkı anlar. Nitekim Teala Hazretleri: "Eğer yeryüzündeki ağaçların tamamı kalem oha, deniz de arkasında yedi deniz daha kendisine yardım ederek (ırıürekkeb) oha yine de Allah'ın kelimeleri (yazmakla) Tükenmez. Muhakkak Allah güçlüdür, hikmet sahibidir" (Lokman Suresi: 27) ve: "De ki: "Yemin ederim! insanlar ve cinler bit Kur'an'uı bir benzerini getirmek için toplanmış olsalar; birbirine yardım da etseler yine onun benzerini getiremezler" ([sra. Suresi: 88) buyurmaktadır. [48]
Yukarıda tefsirin, 1.) "Tefsir bi'r-Rivaye", 2.) "Tefsir bi'd-Diraye" 3.) "Tefsir bi'1-lşare" kısımlarına ayrılmış olduğu geçti. Ve "Tefsir bi'r-Rivaye"yi anlattık. Şimdi ikinci kısım olan 'Tefsir bi'd-Diraye" yi anlatacağız. Tefsir alimlerine göre, tefsirin bu kısmına "Tefsir bi'r-Re'y" veya "Tefsir bi'1-Ma'kul" de denir. Çünkü All?h Te-ala'mn kitabını tefsir eden kimse yapmış olduğu bu tefsirinde sahabeden ve tabiinden nakledilenlere göre değil kendi aklına ve kendi çalışmasına dayanmaktadır. Aklına ve çalışmasına dayanarak tefsir yapan kimsenin Arapçayı, Arapçanın üslûbunu Arapların anlayışına göre anlaması, Arapların kendi aralarındaki konuşma tarzını bilmesi. Sarf, Nahiv, Belagat, Usul-i Fıkıh gibi Kur'an'ı tefsir etmek isteyen her alimin bilmesi gereken zarurî ilimleri kavraması, ayetlerin iniş sebepleri gibi müfessirin muhtaç olduğu diğer ilimleri bilmesi şarttır. Nitekim lnşâallah ileride bunları açıklayacağız. [49]
Burada "re'y" ile, doğru esaslara, sağlam ve tatbik edilen kaidelere dayalı "çalışma" murad edilmiştir. Kur'an'm tefsirine dalmak ve onun mânâlarını açıklamaya girişmek isteyen her alimin bu doğru esasları sağlam ve tatbik edilen bu kaideleri bilmesi ve buna göre Kur'an-ı Kerİm'İ tefsir etmesi vacibdir. Yoksa burada "re'}''1 ile bir esasa ve bir kaideye dayanmaksızın sadece görüşüne veya sadece keyfîne ve isteğine göre çalışarak Kur'an'ı tefsir etmesi veya aklına ve hatırına gelenlere göre Kur'an'ı tefsir etmesi veya dilediği gibi Kur'an'ı tefsir etmesi murad edilmemiştir.
Kurtubî demiştir ki: "Her kim Kur'an hakkında delillere ve esas kaidelere dayanmaksızın hayaline doğan ve kalbine gelen şeyleri söylerse çirkin bir hata etmiş olur. Şu hadisi şerifler böyle kimseler hakkında söylenmiştir: "Her kim benim üzerimden kasten yalan söylerse, cehennemdeki yerine hazır olsun Ve her kim Kur'an hakkında şahsî görüşü ile birşey söylerse cehennemdeki yerine hazır olsun." (Buharı) "Her kim Kur'an hakkında şahsi görüşü ile birşey söylerse isabet etse dahi yine hata etmiş olur." (Ebu Davud)
Kurtubî -Allah rahmet eylesin- "el-Cami li-Ahkanü'l-Kur'aır isimli tefsirinin önsözünde şöyle demiştir: "lbn-i Abbas "Her kim Kur'an hakkında şahsî görüşü ile birşey söylerse cehennemdeki yerine hazır olsun" hadisi şerifini iki şekilde açıklamıştır. Birincisi: Her kim Kur'an'm müteşabih ayetleri hakkında sahabe ve tabiînin görüşlerinden bilmediği birşey söylerse Allah'ın gazabına uğramış olur. İkincisi: Her kim Kur'an hakkında yanlış olduğunu bildiği halde bir söz söylerse cehennemdeki yerine hazırlanmış ülsun."
Kurtubî İkinci açıklamayı tercih etmiş ve: "Bu ikinci açıklama daha kuvvetli manâ bakımından daha doğrudur" dedikten sonra şöyle devam etmiştir. Ehl-i ilimden bazıları, Cündüb'den rivayet edilen: "Her kim Kur'an hakkında kendi görüşüyle birse;' söylerse isabet etse dahi yine hata etmiş olur." Bu hadîsi şerifi kendi İstek ve arzusuna göre Kur'an'ı tetsir eden kimseye hamletmişlerdir.
Bu hadisden şu mânâ murad edilmiş olur: "Her kim Kur'an hakkında selef imamlarından aimamış olduğu bir sözü kendi arzusuna uygun olarak söylerse isabet etse dahi yine hata etmiş olur, çünkü o kimse Kur'an hakkında aslını bilmediği ve bu konuda eser ve nakiİ ehlinin görüşlerine vakıf olmadığı birşeyle hüküm vermiştir."
Ibn-i Atiyye demiştir ki: 'Bu hadisin mânâsı: Bir kimseden Allah Azze ve Celle'nin kitabının mânâsı soruluyor. O kimse kaidelerinin gerektirdiğine ve nahiv ilmi, usûl ilmi gibi ilim kaidelerinin gerektirdiğine bakmaksızın hemen kendigörüşü ile Kur'an-ı Ke-rim'i tefsir ediyor. Bu hadisin altına Kur'an'm lügatini açıklıyan lü-gatçıiar, Kur'an'm Nahiv kaidelerini açıklayan nahivciler, Kur'an'm mânâsını ve hükümlerini açıklayan fakihler girmez. Bunlardan her biri ilim ve tetkik kaidelerine dayalı çalışmalarıyla söylüyorlar, zira bu şekilde söyleyen bir kaide ve bir esasa dayanmadan sadece kendi görüşü ile söyleyen değildir." (Kurtııbî Tefsiri 1/32) [50]
Buna göre "Tefsir Bİ'r-Re'y" iki kısma ayrılır:
1- Tefsir-i Mahmud 2- Tefsir-i Mezmum
I- Tefsir-İ Mahmud (Beğenilen ve kabul edilen tefsir): Şeriatın maksadına uygun, cehalet ve sapıklıktan uzak, Arapça dil kaidelerine mutabık, Kur'an-ı Kerim/in ayetlerini anlamada Arapcamn üslûplarına dayanılarak yapılan tefsirdir. Bu şartlara uygun olarak kendi içtihadıyla Kur'an-ı Kerim'i tefsir eden kimsenin tefsiri caizdir, makbuldür. Böyle yapılan tefsire "Tefsir-İ Mahmud" veya "Tefsir-i Meşru'" denilir.
2-Tefsir-i Mezmum i yerilen ve kabu! edilmeyen tefsir):
a) Bİr kimsenin tefsir için gerekli ilimleri elde etmeden Kur'an'ı tefsir etmesi.
b) Bir kimsenin dil ve şeriat kaidelerini bilmemekle beraber ke\f ve hevasına göre Kur'an-ı Kerim'i tefsir etmesi.
c) Bir kimsenin kendi bozuk mezhebine ve çirkin bid'atma göre Allah'ın kelamını tefsir etmesi.
d)Bir kimsenin: "Allah Teala'nın kendisine bilgisini tahsis ettiği müfeşabih ayetlerinden muradı kesin olarak sudur" diye tetsir etmesi.
Bu nevi tefsire "Tefsir-i Mezmum" veya 'Tefsir-i Batıl" denir.
Özet olarak: Beğenilen ve kabu! edilen tefsiri yapanın Arapça dil kaidelerini bilmesi ve Arapçajdilinin üslûplarından haberdar olması, şeriat kanunları hakkında basiret sahibi olmasıdır.
Batıl ve kabul edilmeyen tefsir: Keyf ve nevaadan doğan, cehalet ve sapıklıktan kaynaklanan tefsirdir. Bunun misali: "(Düşün ki) hirgün bütün insanları imamJanyla (önderleriyle) çağıracağı/." nıâ-nâsındaki ayeti kerîmeyi ilini iddia eden cahillerden biri, şöyle tefsir etmiştir: "Şüphe yok ki, Allah Teala kıyamet günü bütün insanların ayıblannı örtmek için onları analarının adıyla çağıracaktır." Bu cahil, ayette geçen "el-lıram" kelimesini "el-Ümm" kelimesinin cem'i zannederek: "Analar" diye tefsir etmiştir. Halbuki Arapça dili bunu kabul etmez, çünkü "el-Ümm" kelimesinin cem'i "el-ümme-hât"tır. Nitekim Teala Hazretleri: "Size îimmehatınız (ân al arınız), kızlarınız, kızkardeşleriniz halalarınız, teyzeleriniz, erkek ve kız kardeşlerinizin kızları, sizi emziren üınmehaıınız (süt imalarınız) la evlenmek haram kılındı." (Nisa Suresi: 23) buyurmuştur, "el-Ümm"ün cem'i "el-Imam" değildir. Buna göre bu cahilin tefsiri hem lügat hem de şeriat cihetinden fasiddİr. Bu ayeti kerimedeki "el-lmam" ile murad ya her ümmetin kendisine tabî olduğu peygamberi ya da ayetin sonunun delaletiyle amel defterleridir. Çünkü ayeti kerime şöyle devam ediyor: "O gün kimin kitabı sağ eline veri-
i irse işle onlar kiıaplanm okuyacaklar ve kıl kadar haks/zl/k gönneye-ceklcrdır."t Ura Suresi: 7î}
Bir insan dil kaidelerini ve Arapçamn asıl ve esaslarını bilme/se körü konine gitmiş ve görüşü sakat, anlayışı kıt olur. Şeriat maksadını anlamadan ayeti kerimenin /.ahirini alan kimse cehalete ve sapıklığa düşmüş olur: "Bu dünyada (kalbi) kor olan ahirette de kör ve rutı'ûiğı yol itibariyle daha şaşkındır." < isra Suresi: 72) İşte şeriatın maksadını anlamayı p ayetin /ahirini alan kimse: Bu dünyada kör olan herkesin bedbaht ve hüsranda olduğuna ve cehenneme gireceğine hükmeder. Halbuki ayeti kerîmedeki körlükle "göz körlüğü" nuırad edilmeyip, başka bir ayetin delaletiyle "kalb körlüğü" ııııı-rad edilmiştir. Nitekim Teala Hazretleri: "Gerçek şu ki, gözler kör olmaz, faka!-göğüslerde olan kalbler kör olur" (Hac Suresi: 46) buyurmuştur. Çok defa göz körlüğü insanın saadetine sebep olmaktadır. Nitekim bir hadisi kudsîde: "Bir kulumun iki sevgilisini (iki gözünü) alıp da kulum (şikayet etmeyip) sabrederse iki gözüne karşılık olarak ona cenneti veririm" buyurmuştur. ı.Buhaü bu hadisi hastalıklar bahsinde rivajet etmiştir.) Garaib-i Tefsirden bahsederken batıl ve kabul edilmeyen tefsirden örnekler zikredilecektir [51]
.
"Tefsir bi'r-Re'y"in dayanması gereken ana kaynaklar dörttür. -Nitekim Zerkeşi bunları "el-Bürhan* isimli kitabında zikretmiştir.-Suyutî, bunları ondan "el-hkaıi' isimli kitabında nakletmiştİr. Bi/ bunları özet olarak zikrederceğiz.
1-Zayıf ve mevzu rivayetlerden sakınılarak Resuiûllah ts.a.v. i'den sahih olarak rivayet edilen nakillerin alınması.
2-Tefsir hakkındaki sahabenin sözlerinin alınması, çünkü sahabe bu sözleri Resuiûllah (s.a.v.)'den almış olabilir.
3-Arapça dilinin kesin olarak ifade ettiği mânânın alınması, çünkü Kur'an -ı Kerim açık Arapça diliyle inmiştir. Bu yüzden Arap dilinin ifade ettiği mânânın ihtimali dahilinde bulunmayan mânânın alınmaması.
4-Arapça kelamına ve şeriat kaidelerinin bildirdiğine uygun şeylerin alınması. Resuiûllah (s.a.v.l'in îbn-i Abbas (r.a.) itin: "Ya Rabbİ! Onu dinde fakih kıl ve ona tefsir ilmini nasib buyur" diye dua buyurduğu şeyler bunlardır [52]
.
Allah Teaia'nm kitabını tefsir etmek istiyen bir kimsenin tefsir etmeye ehil olabilmesi İçin kendinde birçok ilim nevilerinin lam olarak bulunması gerekir, aksi takdirde yukarıda geçen: "Her kim Kur'an hakkında şahsi görüşü ile birşey söylerse cehennemdeki yerine hazır olsun" hadisi şerifinin tehdidi altına girmiş olur. Alimler bir müfessİrîn bilmesi gerekli olan ilim nevilerini zikretmişler. Suyu tî bunları "cl-ltkan"isimli kitabında on beş ilme ulaştırmıştır.1 Biz bunları özet olarak zikredeceğiz:
1-Arapça dilini, Nahiv, Şart ve İştikak ilimleri gibi Arapça dilinin kaidelerini bilmesi.
2-Maani, Beyanı ve Bediî gibi Belagat İlimlerini bilmesi.
3- Hass> Amm, Mücmel, Müfesser gibi Usul-i Fıkhın konularım bilmesi.
4-Ayetlerin iniş sebeplerini bilmesi.
5-Nasih ve Mensuhu bilmesi.
6-Kıraat ilmini bilmesi.
7-Mevhibe ilmini bilmesi.
1- Müfessirin Arapça dilini. Nahiv, Sarf ve İştikak gibi Arapça dili ile ilgili olan ilimleri bilmesi zaruridir. Çünkü müfretfer ve ter-kİbler bilinmeden ayeti kerîmenin anlaşılması nasıl mümkün olur?
'Sııyuti mülessirin muh!aç okkijiu ilimleri t>nhcş olarak saymış vt öylece -:ıra-lanifşlır: a) i.ügal ilmi. b'i N.ıtıiv ilmi. a 6ari ilmi. d'ı İşlikak ilmi. e'ı Beyan ilmi. 0 Maanı ilmi. &} Bcdi ilmi. lı'i Kıraat ilmi. ı1 Usul-t Din ilmi. ı kel.im ilmi; i1 Usul-i l'ı-kıh ilmi. k) Esbar>-ı Nüzul ilmi. h N.tsih ve Mensuh ilmi. m; l7ıkıtı ilmi. n) Kur'aıı'ın mücmel ve müphem olan ajvllcrini avikLıyan hadisi peniler, o'j ,Sk'\hihe ilmi ı'kısaltılarak cl-İt kan "dan
Bİr kimse: "Kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenler için dört ay beklemek vardır, eğer (yeminlerinden) dönerlerse bilsinler ki, 'Allah çok bağışlayıcı çok merhametlidir" (Bakara Suresi; 226) bu ayette geçen "el-ilaü" "et-tarabbusu" "el-fey'ü" kelimelerinin lügat mânâlarını bilmeden bu ayeti tefsir edebilir mi? İmam Malik "Arap dilini, bilmeksizin Allah'ın kitabını tefsir eden bir adam bana getirilirse muhakkak onu cezalandırırım" demiştir. Mücahid: "Allah Teala'ya ve ahiret gününe İman eden bir kimsenin Arap lügatini bilmedikçe Allah'ın kitabı hakkında konuşması helal olmaz" demiştir. Tefsir edilen lafız Kur'an'm lügat manâsıyla uyuşmazsa böyle yapılan tefsir batıldır. Nitekim Rafızî fırkasından (Hazretİ Ebu Bekir ile Haz-reti Ömer'in halifeliğini kabul etmeyen ve onlara diİ uzatanlardan) bazıları: "/fci denizi salmış birbirlerine kavuşurlar." (Rahman Suresi: 19) Bu ayetteki "İki deniz"i "Hazreti Ali ile Hazreti Fatıma"dır diye tefsir etmişler, "Onlardan (iki denizden) inci ile mercan çıkar" (Rahman Suresi: 22) ayetindeki "inci ile mercan'Ma "Hazreti Hasan ile Hazreti Hüseyİn"dir diye tefsir etmişlerdir. Bazıları da: "'Firavn'a gir! Çünkü o, pek azdı" (Naziat Suresi: 17) ayetindeki "Firavn"ı kalb ile tefsir etmişler ve: "Firavn" İle kalbi katı İnsan murad edilmiştir" demişlerdir.
Kurtubî demiştir ki: "Vaizlerden bazıları nasihatlarında sözlerini süslemek, dinleyenleri teşvik etmek İçin iyi niyetle bu cinsten olan tefsirieri kullanıyorlar, halbuki böyle tefsirlerin anlatılması yasaktır. Çünkü ayetleri böyle tefsir etmek lügatta kıyas yapmaktır. Lügatta kıyas yapmak ise caiz değildir." (Kurtubî Tefsiri: 1/33) işte re'y (şahsî görüş) ile tefsirden menedilmesinin iki vechinden biri budur. Müfessirin Nahv ilmini bilmesi zaruridir, çünkü harekelerin değişmesiyle mânâ tamamen değişir. Nitekim: "tnnemâ yahşal-lahe min ibâdihi'l-ulemû" ayetindeki "Allah" lafzının "he" harfi üstün ve "el-ülema" lafzının "hemze" harfi ötre okunursa mânâ doğru olur. Çünkü ayetin mânâsı şöyledir: "AllaJı'tan kulları içinde ancak alimler korkar," iFâtır Suresi: 28) Diğerleri değil kimin ilmi artarsa o nisbette Allah korkusu da artar. Eğer ayetteki "Allah" lafzının "he"si ötre ve "el-ülema" lafzının "hemze"si üstün okunursa mânâ bozulur. [53]
Kurtubî, tefsirinde Kur'an'da hata etmeme hakkında şu kıssayı zikrederek demiştir kİ: Ömer b. Hattab (r.a.) zamanında Medine'ye bir bedevi Arap gelmiş ve: "Hazretİ Muhammed (s.a.v.)'e indirilenlerden kim bana birşey okutacak?" demiş. Bir sahabe "Beraet" suresini okutmuş. O sahabe, bedevi ye: "Ennallahe berkin minel müşrikine ve rasulühü" ayetindeki "rasulühü" lafzının "lam" harfini ötre okuyacağı yerde esre okumuş. Bunun üzerine bedevi: "Allah,. Resulünden ben midir? Eğer Allah, Resulünden berî ise, ben de Resulünden beriyim" demiş, insanlar bu işi büyütmüşler, bedevinin bu sözü Hazreti Ömer'e ulaşmış, Hazreti Ömer, bedeviyi çağırıp ona: "Ey bedevi! Sen Rasulullah (s.a.v.)'dan berî mi oluyorsun?" demiş. O da: "Ey müminlerin emiril Ben Medine'ye geldim. Benim Kur'an hakkında hiçbir bilgim yoktur, bana kim Kur'an okutacaktır diye sordum. Şu sahabe bana "Beraet'1 suresini okuttu ve: "Ennallahe berîün minel müşrikine ve rasulühü" ayetindeki "rasulühü" kelimesinin "lam" harfini esre okudu. Ben de "Allah Resulünden berî midir, eğer Allah Resulünden berî ise bende ondan berîyİm" dedim" demiş. Hazretİ Ömer (r.a.): "Eybedevî! Bu ayet öyle değildir" demiş. Bedevi de: "Ey müminlerin emiri! Bu ayet nasıldır?" demiş. Hazreti Ömer (r.a.) da: "Ennellahe beriün minel müşrikine ve rasulühü" (Tevbe suresi: 3) ayetindeki "rasulühü" kelimesinin "lam"i Ötredir" demiş. Bunun üzerine bedevi: "Aliah'a yemin ederim ki, ben de Allah'ın ve Resulünün berî olduğu herşeyden beriyim, müşriklerden de beriyim" demiş. Bunun üzerine Hazreti Ömer (r.a.) insanlara Kur'an-ı Kerim'i ancak Arapça dilini bilenler okutsun diye emretmiş ve Ebü'l-Esved'e de emretmiş, o da Nahiv ilmini yazmıştır. (Kurtubi Tefsiri: 1/24)
Müfessirin körü körüne gitmemesi için Sarf ve iştikak ilimlerini bilmesi zarurîdir. Zemahşeri demiştir ki: "Yevme ned'u külle üna-sin bi imamihİm" (lsra Suresi: 71) ayetindeki "el-lmam" kelimesi "el-ümm" kelimesinin cemidir diyerek: "Kıyamet günü insanlar babalarına nisbetle değil analarına nisbetle çağırılırlar" tarzında tefsir eden kimsenin sözü tefsirlerin bidatlarındandır. Bu, apaçık yanlış Sarf ilmini bilmemekten kaynaklanmaktadır. Çünkü "el-ümm" kelimesi "el-lmam" olarak cemilenmez. (el-ltkan: 2/181)
2- Şanlı kitabı tefsir etmek istİyen bir kimsenin Maanî, Beyan ve Bed; İlimlerini bilmesi zarurîdir. Müfessirin, sözlerin kısa söylenmesini gerektiren kaideleri bilmesi lazımdır. Bu da ancak bu ilimlerin biiinmesİyle kavranılır. Mesela: Şu ayeti kerîmelerde muzaf haz-fedilmiştir: "Ve üşribü fi kulubihimü'1-icle (hubbe'l-icli)=küfürleri sebebiyle kalplerine buzağı sevgisi sindirilmişti" (Bakara Suresi: 93) ve "veselil karyete (ehle! karyeti)- Bu kasabanın halkına sor" (Yusuf Suresi: 82) Şu ayeti kerîme dahi hakikat mânâsında olmayıp, istiare vardır: "Hünne libasün leküm ve entüm libasün lehünne" (Bakara Suresi: 187) Nitekim bu ayetteki "Libasün=elbise" insanın ayıp yerierini-Örter, insanı süsler ve onu güzelleştirir. Karı ile kocadan her biri de eşi için elbise gibi olup onu süsler, tamamlar ve güzelleştirir. İşte bu ayetteki "libasün—elbise" lafzı nazmın parlaklığından ve kelamın güzelliğindendir. Eğer insan "libasün" lafzını zahir mânâsına hamlederse mânâ fasidıolur. Nitekim anlatıldığına göre, Fransızlar Kur'an-ı Kerim''İ kendi dillerine tercüme etmek istemişler. Bu aveti kerîmeve celiuce bu avetteki ince sırları kavraya-madıklan için zahir mânâsına göre şöyle tercüme etmişler: "Onlar sizin için pantolonlardır, siz de onlar için pantolonlarsınız." Fransızlar elbiseye "pantolon" derler. İşte Kur'an'ın parlak ve harika olan tabirini kavrayamadıkları için anlayışları böyle fena olmuştur.
''Beyaz iplik siyah iplikten seçilinceye kadar yiyip için" (Bakara Suresi: 187) mânâsındaki ayeti kerîmeyi işiten bedevi araplardan birinin yaptığı şey de Fransi/.lann tercümesine yakındır. Bu bedevi biri beyaz biri siyah olmak üzere iki ipük almış, sahurda bunlara bakarak yemeğe devam etmiş, nerdeyse güneş doğacakmış, sabah olunca Resulııliah (>.a.v. ı\- bunu anlatmış. Bunun ü/erine Resulul-lah is.a.v.) ona: '-'Sen bunu yanlış anlamışsın. Ayette zikredilen beyaz iplikten maksat gündüzün aydınlığıdır, siyah iplikten maksat ise gecenin karanlığıdır" buyurmuştur.
Kur'an-ı Kerim'de istiare, kina\e ve mecaza ait pekçok misaller vardır. Bunların anlaşılması için Beyan ve Bedii ilimlerinin bilinmesi lazımdır. Mesela Teaia Hazretleri Nuh Aleyhisselamm gemisinden bahsederken: "Bizim nezaretimizle akar giderdi" (Kamer Suresi: 14) ve "insanlar arasından bir adama: insanları korkut ve iman edenlere Rableri katında kadem-i sıdk (sadık şefaatçi) bulunduğunu müjdele! diye vahvetmenüz insanlar için şaşılacak birşev mi oldu ki, kafirler: Hakikaten bu (adam) açık bir sihirbazdır dediler" (Yunus Suresi: 2 i ve: "Sonrakilerin beni güzel şekilde anmalarını sağla!" (Şu-ara Suresi: 84) ve: "Onlara acıyarak alçak gönüllülük kanarlarını ger!''' (lsv,\ Suresi; 24} Bu ayetlerden her birini ve bu ayetlere benzeyen diğer ayetleri anlamak için Belagat ilimlerini ve Beyan sırlarını bilmek lazımdır.
Allah Teala'nm kitabını tefsir etmek isteyenin Usui-i Fıkıh, Es-bab-ı Nüzul, Nasih ve Mensuh ve Kıraat ilimlerini de bilmesi lazımdır. Ta ki, Kur'an'ın mânâsını anlamada hata etmesin ve bu zarurî ilimleri bilmemekle ayağı kaymasın.
3- Mevhibe ilmine gelince, bundan maksat Rabbani olan Le-dünni ilmidir. Nitekim Teala Hazretleri: "Ona Tarafımızdan (has) bir ilim öğretmiştik" (Kehf Suresi: 65) buyurmaktadır. Mevhibe ilmi, bildiği ile amel eden kimseye Feyyaz-i Kerim olan Aiiah Te-ala'nın ihsan buyurduğu bir İlimdir. Bu ilim sayesinde Allah Teala kendi sırlarını anlaması için o kimsenin kalbini açar. Nitekim Teala Hazretleri: "Allah'tan korkun, Allah sîze öğretiyor" (Bakara Suresi: 282) buyurmaktadır. Mevhibe İlmi, takva ve İhlasın meyvesidir. Kalbinde bid'at, kibir, dünya sevgisi, günahlara meyli bulunan kimse bu İlme nail olamaz. Nitekim Teala Hazretleri: "Yeryüzünde haksız vere biıyükleııenleri ava terimden uzaklaştı racamı m" (.Araf Suresi: 146) buyurmaktadır, [inam Şafii -Allah tına rahmet eylesin- ne kadar güzel söylemiştir:
"Ben ezbeıiiyemediğimden Veki'e şikayet ettim. Bana günahları terketmek yolunu gösterdi ve bana bildirdi ki: ilim bir nurdur. Allah'ın nuru ise günahkara yol bulama/."
Suyuti demiştir ki: Galiba sen Alevhibe ilmini zor görüyorsun ve: "Bu ilim insanın kudreti altında değildir." diyorsun. Fakat bu ilim senin zannettiğin gibi zor değildir. Bu ilmi elde etmenin yolu, güzel ameldir, zühd ve takvaadır." Sonra Suyuti şöyle devam etmiştir: "Kur'an ilimleri ve Kur'an'dan çıkarılan ilimler sahili olmayan bir denizdir. Müfessir için zikrettiğimiz bu ilimler birer alet gibidir. Bir kimse ancak bu ilimleri taiısil etmekle mütessir olabilir, bu ilimleri elde etmeyen bir kimsenin yapacağı tefsir "Tefsir bi'r-re'y" kabilinden olacağı cihetle batıl olan tefsirlerden olur." (el-itkan 2/181) Alimlerin zikrettikleri bu şartlar tefsir mertebelerinin en yücesini elde etmek içindir. Bir de Kur'an'm daha birçok umum mânâları vardır ki, Arapça bilen her insan Kur'an'm lafızlarını dinlerken o manâları anlar. İşte böyle anlaşılan mânalar tefsir mertebeie-.rinin en aşağı mertebesidir. Allah Teala Kur'an'ı kolaylaştırdı ve şanlı kitabı hakkında düşünmeyi emrederek: "Bunlar Kur'an'ı hiç düşünmezler mi?" (Muhammed Suresi: 24) buyurdu. Tevfik Allah'tandır. [54]
Şeyh Muhammed Abduh tefsiri iki mertebeye ayırmıştır:
1-Tefsirin en yüksek mertebesi, 2- Tefsirin en aşağı mertebesi. 1- Tefsirin en yüksek mertebesi ancak şu şartların bulunmasıyla
olur:
a) Lügatçılann kullandıkları yoldan. Kur'an'da bulunan müfret lafızlarının hakikat mânâlarının bilinmesi.
b)Arapça yüksek üsluplarının bilinmesi, bu da fasilı ve beliğ kelamlarla uğraşmak ve onlar üzerinde çalışarak böyle kelamların ince işaretlerini ve güzelliklerini anlamakla mümkün olur.
c) Beşerin hallerinin bilinmesi, bu da milletlerin kuvvetli, zayıf, yüksek, alçak, İman ve küfür gibi hallerinin değişmesindeki ve gelişmesindeki ilahi kanunların bilinmesi ile mümkün olur.
d)Kur'an'ın beşeriyyete gösterdiği doğru yolun ve cahiliyyet devrindeki Arapların fenalıklarının ve sapıklıklarının bilinmesidir. Hazreti Ömer (r.a.)'den rivayet edilmiştir, demiştir ki: "Arapların cahiliyyet devrindeki yaşayışlarını okumayan bir kimse, Islâmın faziletini bilemez.'1
e)Rasulullah (s.a.v.)'in ve ashabının mübarek hayatlarının ve dinî ve dünyevî işlerinde üzerinde bulundukları ilmin ve amelin bilinmesidir.
2-Tefsirin en aşağı mertebesi: Tefsir mertebelerinin en aşağı mertebelerine gelince, bu da Arapça bilen her insanın Kur'an-ı Kerim'den Allah Teala'nm büyüklüğünü, O'nun kemal sıfatlarla mut-tasıf, noksan sıfatlardan münezzeh olduğunu, kalbine sindirecek, nefsini kötülüklerden çevirip İyiliklere yöneltecek şeyleri anlaması-dır. işte bu tefsir, Arapça bilen her insan için kolaylaştırılmıştır. Nitekim Teala Hazretleri: "Yemin olsun ki, bu Kur'an'ı düşünmek için kolaylaştırdık, fakat düşünen var mı?" (Kamer' Suresi: 22) buyurmuştur. [55]
Suyutî, îbn-i Cerîr'in, îbn-i Abbas (r.a.)'dan bir çok yollardan naklettiğini rivayet etmiştir ve demiştir ki: "Tefsirin dört vechi vardır:
1-Tefsirin birinci vechi: Arapların Kur'an'm mânâsını kendi dilleri olduğu için anlamalarıdır.
2-Tefsirin ikinci vechi: Bu tefsiri bilmemekle hiçbir kimse mazur sayılmaz.
3-Tefsirin üçüncü vechi: Bu tefsiri alimler bilir.
4-Tefsirin dördüncü vechi: Bu tefsiri ancak Allah Teala bilir. [56]
"Tefsir bi'r-Re'y"in mânasını ve şartlarını anlattıktan .sonra şimdi 'Tefsir bİ'r-Re'y" hakkında ona cevap verenlerin ve onu me-nedenlerin delillerini zikredeceğiz ta ki günün ortasındaki güneş gibi hak aydın ve parlak olarak meydana çıksın. Allah Teala'dan yardim dileyerek deriz ki: Burada "Re'y" İle murad ictihaddtr. Buna göre "1 efsİr bi'r-Rey'in rnânâM: Müfessiıin Arap kelamını onların kendi aralarındaki konuşma üsluplarını, Arapça lafızlarını ve Arapça lafızlarının delalet ettikleri mânaları bildikten sonra kendi içtihadı (çalışması) ile Kur'an-ı Kerim'i tefsir etmesidir. "Tefsir bİ'r-ReV'in caiz olup olmamasında alimler ihtilaf ederek iki mezhebe ayrılmışlardır. Birinci mezhebe göre: "Tefsir bfr-ReV'in caiz olmamasıdır. Çünkü Kur'an'm tefsiri Rasulullah (s.a.v.Vden işitmeye bağlıdır. Bu söz alimlerden bir gurubun sözüdür.
İkinci mezhebe göre: "Tefsir biY-ReV"in yukarıda geçen şartlar ile caiz olmasıdır. Cumhur-u ulemanın görüşüde budur [57]
"Tefsir biY-ReV'i menedenler bu konuda bir çok deliller zikretmişlerdir. Biz onları özet olarak anlatalım:
1-"Tefsir bi'r-Re'y" Kur'an hakkında ifimsiz konuşmaktır. Bu da: "Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemeyiniz" (Bakara Suresi: 169) ay etiyle yasaklanmıştır.
2-Hadisi şeriflerde Kur'an-ı Kerim'i şahsî görüşü ile tefsir edenler hakkında şiddetli tehditler gelmiştir. Nitekim Rasulullah (s.a.v.): "Benim üzerimden bilmediğiniz hadisleri söylemekten sakının. Her kini benini üzerimden kasten yalan söylerse cehennemdeki yerine hazırlansın. Her kim Kur'an hakkında şalisi görüşü ile birşey söylerse cehennemdeki yerine hazırlansın." buyurmuştur. (Bu hadisleri Tırmi/î rivayet etmiştir.)
3-Teala Hazretleri: "(Habibiınj Sana da Kur'arı'ı indirdik ki, kendilerine indirileni imanlara anlatasıu. Ola ki düşünürler" (Naiıl Suresi: 44) kavi-i keriminde Kur'an1] açıklamayı Rasulullah [s,a.v.)'e nisbet etmiştir. Bundan, Rasulullah l.s.a.v.j'den başka hiçbir kimsenin Kuran'ın manalarını açıklama hakkının olmadığı anlaşılır.
4-Sahabe ve tabiin Kur'an hakkında kendi görüşleri ile bir şey söylemekten çekinmişlerdir. Hatta Ebu Bekir es-Siddık (r.a.)'tan rivayet edilmiştir, demiştir ki: "Kur'an hakkında şahsî görüşümle birşey söylersem veya Kur'an hakkında bilmediğim bir şey söylersem beni hangi gök gölgelendirir, beni hangi yer üzerinde taşır?" [58]
"Tefsir bi'r-Re'y"i caiz gören alimlerin çoğunluğu'bu konuda birçok deliller zikretmişlerdir. Biz onları özetleyelim:
1-Allah Teala Kur'an hakkında bizi düşünmeye teşvik ederek ve Kur'an hakkında düşünmemizi İbadet sayarak: "(Sana İndirdiğimiz) bu Kur'an hayır ve bereketi çok bir kitaptır, onu sana ayetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri ibrer alsınlar diye indirdik" (Sad Suresi: 29) ve: "Bunlar Kur'nn'ı hiç düşünmezler mi, yoksa kalpleri üzerinde kilitler mi var?" (ıMuhammed Suresi: 24) Kur'an hakkında düşünmek ve ondan ibret almak ancak Kur'an'ın sırlarına dalmak ve onun mânâlarını anlamaya çalışmakla mümkün olur. Allah Teala ilmini kendisine tahsis ettiği müteşabih ayetler dışında kalan ayetlerin tefsirinden alimlerin menedilmesi düşünülebilir mi? Çünkü tekir, ilim irfan yoludur.
2-Allah Teala insanları avam sınıfı ve alimler sımfı olmak üzere İki kısma ayırmış ve avam sınıfına ayetlerden hüküm çıkaran ilini ehline müracaat etmelerini emrederek: "Onlara güven veya korkuya dair bir haber geldiği vakit onu hemen yayarlar, halbuki onu peygambere ve kendilerinden olan emir sahiplerine görürselerâi elbette bunların istinbara kadir olanları onu anlarlardı, bilirlerdi" (Nisa Suresi: 83) buyurmuştur. Ayette geçen "İstinbat": "Keskin bir zeka ile Kur'an'ın ince mânalarını çıkarmak" demektir. Bu da ancak bir müfcssirin kendi içtihadı ve çalışması ile Kur'an'ın sırlarına dalma-styla mümkün olur. Nitekim bir dalgıcın da cevher ve inci çıkarabilmeği ancak denizin derinliklerine dalması yi a mümkün olur.
3-Eğer içti had ve çalışma ile tefsirin yapılması caiz olmasaydı İctİhad da caiz olmazdı. Bu yüzden birçok hükümler yüzüstü kalırdı ki, bu da batıldır. Çünkü şer'î bir hükümde hakka ve doğruya ulaşmak" amacıyla gayretinin' ve gücünün olancasını harcayan bir müctehid ister hakka isabet etsin ister hata etsin, kendisine ecir ve sevap verilir.
4-Sahabeler Kur'an'ın tefsiri hakkında birçok yönden ihtilaf etmişlerdir. Bilindiği üzere sahabeler Kur'an'm tefsiri hakkında söyledikleri şeylerin hepsini Resuluüah (s.a.v.)'den işitmemislerdir. Çünkü Resülullah t s.a.v.) Kur'an'm bütün tefsirini açıklamamıştır. Onlara Kuran'd a bilinmesi zaruri olan bölümleri açıklamıştır. Kendi akılian ve ictihadlan (çalışmaları) i& anlayabilecekleri bölümlerin açıklanmasını onlara bırakmıştır. Eğer Resuluüah ts.a.v.) onjara Kur'an'm bütün mânâlarını açıklamış olsaydı, tefsir hakkında aralarında ihtilaf bulunmazdı.
5- Resululah (s.a.v,) Abdullah b. Abbas fr.a.) hakkında: "Ya Rabbi! Onu dinde fakih kıl ve ona tevil ilmini nasib et!" diye dua buyurmuştur. Eğer Kur'an'ın tefsiri, Kur'an'm lafızları gibi işitmeye ve nakletmeye bağlı bulunsaydı, Resuluüah (s.a.v.i'İn bu dua ile Abdullah b. Abbas (r.a.)'ı tahsis etmesinin hiçbir faydası olmazdı. O halde Resülullah (s.a.v.)'ın duasındaki "Tevil" ile Re'y ve lctihad-la yapılan tefsir murad edilmiştir. [59]
"Tefsir bi'r-ReV'i kabu! etmeyenlerin delilleri, üstün hüccetlerle ve kesin burhanlarla reddedilerek hataları isbat edilmiştir.
1-Birinci delillerine şöyle cevap verilmiştir: Rey ve ictİhadla tefsir Kur'an hakkında İlimsiz olarak konuşmak değildir. Bilakis re'y ve ictihadla tefsir hakkında şeriat tarafından izin verilmiş bir ilimle konuşmaktır. Nitekim Resülullah (s.a.v.): "Bir müctehid içtihatta bulunurda isabet ederse, onun için iki ecir vardır. Bir müctehid içtihatta bulunur da yambrsa ona bîr ecir vardır" buyurmuştur. Eğer içtihada izin verilmemiş olsaydı, ictihad yapan bir kimseye nasıl ecir (sevab) verilirdi?
2- Re'y ve ictihadla tefsiri kabul etmeyenlerin ikinci delili: "Herkim Kur'an hakkında ilimsiz birşey söylerse cehennemdeki yerine hazırlansın" hadisi şerifidir. Suyutî bu İkinci delile beş delille cevap vererek demiştir ki: Re'y ile tefsirin yapılmasını men eden hadisi şe-rİfm mânâsı beş kavilde özetlenebilir:
a) Tefsirin yapılabilmesi için lazım olan İlimler elde edilmeden yapılan tefsirdir.
b) Allah Teala'dan başkasının bilmediği müteşabih ayetlerin tefsiridir.
c)Herhangi bozuk bir mezhebi yerleştirmek için yapılan tefsirdir ki, mez.heb asıl, tefsir ise o mezhebe tâbi kılınır.
d) "Allah'ın muradı böyledir" diye kesin surette delilsiz olarak yapılan tefsirdir.
e) Keyf ve hevaya uymak suretiyle yapılan tefsirdir.
3- Ayeti kerimede Kur'an'm açıklanması Resülullah (s.a.v.)'e verilmiştir diyerek re'y ile tefsiri kabul etmeyenlere şöyle cevap verilmiştir: Evet, Kur'an'ın açıklanması Resülullah (s.a.v.)'e verilmiştir. Fakat Resülullah (s.a.v.) Kur'an'in hepsini açıklamadan vefat etmiştir. Resülullah (s.a.v.)'in Kur'an'dan açıkladığı bölümlerin tefsiri yeterlidir. Fakat Kur'an'dan açıklamadığı bölümler hakkında fikir yürütmek ve ictihad etmek lazımdır. Re'y ile tefsiri kabul etmeyenlerin delil olarak gösterdikleri ayeti kerîmenin sonu da bizim görüşümüze şahitlik etmektedir: "Ola ki, düşünürler" (Nahl Suresi: 44) O halde Kur'an hakkında düşünmek ve ictihad etmek lazımdır.
4- "Ashabı kiram ve tabiîn Kur'an hakkında birşey söylemekten çekinmişlerdir" diyerek re'y ile tefsiri kabul etmeyenlere şöyle cevap verilmiştir: Ashab-ı kiram Allah Teala'nın Kur'an'dan istediğine kesin olarak isabet edememekten korktukları için tefsirden çekinmişlerdir. Çünkü ashab-ı kiram, tefsiri "Allah teaia şu ayetiyle şunu murad etmiştir" diye Allah Teala hakkında şahitlik yapmak görüyorlardı. Bu yüzden yaptıkları tefsirde hak ve doğrunun kendi taraflarında olmamasından korktukları için tefsirden çekinmişlerdir. Fakat ashab-ı kiram için bîr ayetin hak ve doğru olan yönü ağır basınca o ayeti kerîmeyi tefsir etmekten yekinmiyorlardı. İşte Ebu Bekir Siddık ir.a.): "(Habibim!) Senden fetva istiyorlar. De kî: Allah size kelalerıin mirası hakkındaki hükmünü (şöylece) açıklıyor" (Nisa Suresi: 176) Bu ayeti kerîmedeki "Kelale" hakkında kendi görüşü ile fetva vermiş ve: "Kelale" hakkında kendi görüşümü söylüyorum, eğer doğru ise Allah'tan yanlış İse benden ve şeytandandır: "Kelale" baba ve çocuk dışında kalan mirasçılardır" demiştir. Buraya kadar geçen görüşlerden re'y ve ictihadla Kur'an'ın tefsirini me-nedİp, tefsiri sadece nakil ve rivayet tefsirine bağlıyanların hata etmiş oldukları anlaşılmıştır. Cumhurun, re'y ve ictihadla yapılan tefsirin caiz olduğuna dair delillerinin kuvvetli olduğu ve re'y ile yapılan tefsiri menedenlerin delillerini çürüttükleri bilinmiştir. 1c-tİhadla Kur'an'ın tefsirinin cevazı hakkındaki İmam Gazali'nin Ra-gıb-î isfahanî'nin ve Kurtubt nİn sözlerini de ilave edelim: [60]
İmam Gazali w el-ihya" isimli eserinde demiştir ki: "Kur'an'm mânâlarını anlamakta geniş meydan ve mükemmel sahalar vardır. Tefsirin zahirinden nakledilenler Kur'an'ın bu sahalarını kaplayanla/, tefsirde işitme ve nakil yolu İle duyulmuş olmayışına göre (Is-iârrun esasına muhalif olmaması kaydı ve şartıyla) Kur'an'dan mânâ çıkarması caiz görülmüştür." (el-lhya: 3/36-37) [61]
Ragıb-ı İsfahanı -Re'y ile tefsiri caiz görenlerin ve görmeyenlerin görüşlerini ve delillerini zikrettikten sonra- tefsirinin önsözünde demiştir ki: "Muhakkiklerden bazıları zikretmişlerdir ki, "Bu iki görüş sahipleri aşın gitmişler ve kusur etmişlerdir, tefsirden nakil ve rivayet yoluyla gelen tefsirle vetinilsin diyenler tefsirden muhtaç olunan birçok şeyleri bırakmış olurlar. Herkesin tefsir yapmasına cevaz ve izin verenler ise, tefsiri oyun tahtası haline getirmiş olup Teala Hazretlerinin şu kavi-i keriminin haki katın a önem vermemiş olurlar: "(Habibİın!) Sana indirdiğimiz bu Kur'an hayır ve bereketi çok bîr kitaptır onu sana ayetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri ibret alsınlar diye indirdik." (Sa'd Suresi: 29) [62]
AHame Kurtubî ''el-Cami' li Ahkami'l-Kur'an" İsimli tefsirinde şunları yazmıştır: "Alimlerden bazıları: Teala Hazretlerinin: "Ey iman edenler! Allah 'a itaat edin, Peygambere ve sizden olan idarecilere de İtaat edin, birşey Iıakkmda çekişip anlaşmazlığa düştünüz mü, Allah'a ve peygambere bırakın, bu hayırlı ve netice itibariyle en güzel olandır." (Nisa Suresi: 59) Bu kavli kerîminden dolayı tefsir işitmeye ve nakledilmeye bağlıdır demişlerdir. Bu görüş yanlıştır. Çünkü rey ile tefsirin yasaklanması iki şıktan hâli değildir. Birinci şık: Kur'an'ın tefsirinde nakil ve işitme ile yerinilerek kendi anlayışına göre, Kur'an'dan hüküm çıkarmayı terketmektir, ikinci şık ise: Başka bir mânâ murad etmektir. Birinci mânânın murad olması yani, Kur'an'ın mânâsında yalnız Rasulullah (s.a.v.)'den duyulan ile yetinilerek Kur'an-ı Kerim'i kimsenin tefsir etmemesi batıldır, çünkü ashab-ı kiranı Kur'an'ın tefsirinde birkaç yönden ihtilaf etmişlerdir. Söylediklerinin hepsini Rasulullah (s.a.v.)'den duymamışlardır. Zİra Rasulullah (s.a.v.) İbn-i Abbas fr.a.) için: "Ya Rabbi! Onu dinde fakih kıl ve ona tevil İlmini nasip buyur" diye dua buyurmuştur. Eğer tevil (yani tefsir) de Kur'an gibi Resululiah
(s.a.v.)'den duyulmuş ve öylece ezberlenmiş olsaydı Rasulullah (s.a.v.fin bu dua ile îbn-i Abbas'ı tahsis etmesinin ne kıymeti kalırdı?" (el-Cami li Ahkami'l-Kur'an 1/33)
Sonra Kurtubî şöyle devam etmiştir: "Re'y ile tefsir yapılmasının yasaklanması iki yönden biri dolayısıyla olabilir.
1-Müfessİrin bir şey hakkında bir görüşü bulunur, tabiatı ve gönlünü de ona meyleder kendi ar/.u ve görüşüne göre Kur'an'ı tef-
sİr eder.
2-Kur'an'ın incelikleri ile ilgili Resululhıh (s.a.v.)'den işitilen ve nakledilenlere bakmaksızın ve ayetteki hazf, ızmar, takdim, tehirleri bilmeden Arapçanın zahirine göre Kur'an'ı tefsir etmeye kalkar. Allah Teala nm şu kavi-i kerimini düşün: "Semûd (kavmine) dişi deveyi açık bir mucize ve açık bir alamet olarak verdik. Omt öldürmeleri sebebiyle (nefislerine) zulmettiler." (Isra Suresi: 59) Bu ayeti ke- " rimede "Mucizeten, vahideten, ve ayeten, zahİreten" kelimelerinin hazfedilmiş olduklarını ve "enfüsehüm" kelimesinin mu/mav kılınmış olduğunu bilmeyen bir kimse bu ayeti kerîmenin zahirine bakınca Semûd kavmine verilen dişi devenin kör olmayıp görür olduğunu zanneder ve Semûd kavminin kendilerine mi yoksa başkalarına mı zulmettiklerini anlayamaz. Kur'an-ı Kerim1 de bu ayeti kerîmeye benzeyen daha pekçok ayeti kerîme vardır. ReV ile Kur'an'ın tefsirinin yapılmasının yasaklanması bu zikredilen iki cihetten başkasına şamil olmaz." [63]
Tefsir Kısımlarından Üçüncü Kısım İşarı tefsirdir. Bu bahiste îşarî tefsirinin mânâsı, şartlan ve alimlerin görüşleri açıklanacak; sonra işari tefsirden örnek verilecek, bu konuda yazılan önemli kitaplar ve bu kitaplarda bulunan işarı tefsirlerden kabul edilenler ve edilmeyenler beyan edilecektir. [64]
işarı Tefsir: Allah Teala'nm kalplerini nurlandınp da Kur'an'ın sırlarını anlayan ilim sahiplerinden bazılarının veya nefisleriyie cihad eden arif billah olanların İlahî ilham veya rabbani fetih vasıtasıyla zihinlerinde parlayan ince mânâları birtakım gizli İşaretlere göre Kur'an'ı, zahirinin hilafına tefsir etmektir. Fakat bu işari tefsir ile ayeti kerîmelerden murad edilen /.ahir mânâlarının arasının bağdaştırılması mümkündür.
İşarı Tefsir: Müfessİrin z.ahîr mânâdan başka görmüş olduğu başka bir mânâdır ki, bu görmüş olduğu mânâ ayeti kerîmenin ihtimali dahilinde bulunan mânâlardandır. Fakat bu mânâyı her insan anlayamaz, ancak Allah Tealanın kalbini aktığı, basiretini nur-landırdığı, kendilerine anlama ve kavrama kabiliyeti ihsan ettiği sa-lih kullarının halkasına dizmiş olduğu kimse anlar. Nitekim Teala Hazretleri Hızır (a.sj ile Musa I.a.s.) kısmasında: "Derken kullarımızdan Öyle bir kul buldular ki, biz ona tarafımızdan bir rahmet verini? ve tarafımızdan "/m>" bir ilim Öğretmiştik" ı'Kehr Suresi: 65) buyurmuştur. Bu nevi ilim, okumak ve araştırmak ile elde edilen "kesbi" ilim nevinden olmayıp ancak "ledünni" ilimdendir. Yani takvalığm, istikametin ve salahın neticesi olan "vehbi" ilimdendir. Nitekim Allah Teala Hazretleri: "Allah'tan korkun, Allah size öğretiyor. Allah herşeyi hakkıyla bilendir." (Bakara Suresi: 282) [65]
İşarı tefsir hakkında alimler ihtilaf edip, ayrı ayrı görüşlerde bulunmuşlardır: Bazıları ona cevaz vermişler, bazıları onu menetmişler, bazıları onu imanın kemalinden ve irfanın safiliğinden saymışlar, bazdan onu Allah Tebareke ve Teah'nm dininden meyletme, sapma ve ayrılma saymışlardır.
Gerçek şudur ki, bu konu çok incedir, geniş çapta incelemeye, hakikatin derinliklerine inmeye muhtaçtır. Eğer bu nevi tefsirden maksat "batınıyye" fırkasının yaptığı gibi keyif ve hevaya uymak ve Allah Teala'mn ayeti eri yi oynamak olursa böyle bir tefsir zındıklık ve sapıklık olur. Eğer bu nevi tefsirden maksat Kur'an-ı Kerim'in kudretleri, kuvvetleri, yaratanın kelamı olduğuna beşerin onu tanı manâsıyla kavrayamayacağma bu Allah kelamının pek çok mânâları, sırlan, nükteleri, incelikleri bitmeyen hayranlık veren tarafları bulunduğuna işaret etmek olursa, böyle bir tefsir irfanın safiliğinden ve imanın olgunluğundan sayılır. Nitekim İbn-i Abbas (r.a.) demiştir ki: "Şüphesiz Kur'an-ı Kerim'in her konusu İçice girmiş çeşitli ilim dallarına, zahir ve batın mânâlarına sahiptir. Onun akılları hayrete düşüren fevkaladelikleri bitmez tükenmez, onun sonuna ulaşılmaz. Her kim ona yumuşak olarak dalarsa kurtuiur. Her kim ona sert olarak dalarsa helak olur. Onda haberler, misaller, he-lal-haram, nasih-mensuh, muhkem-mü teşabih, zahİr-batın vardır. Zahirden maksad, tilavettir; batından maksad, tefsirdir. Kur'an'ın mânâsını alimlerden sorun, Kur'an'ın mânâsını beyinsizlerden sormayın." (el-îtkan: 2/185) [66]
Işari tefsirin caiz olduğunu söyleyenler Buharî'nin Sahih'inde tefsir babında Nasr suresinin tefsirinde ibn-i Abbas (r.a.)'dan rivayet ermiş olduğu hadisi şerifi delil gösterdiler. İbn-i Abbas fr.a.) demiştir ki: "Hazreti Ömer (r.a.) Bedir harbine katılan yaşlı zatlarla beraber, beni de şûra meclîsinde bulunduruyordu. Bunlardan bazıları içinden kızarak: "Bu genç bizimle beraber niçin bulunuyor, bizim bunun kadar oğullarımız vardır?" dediler. Bunun üzerine Hazreti Ömer (r.a.) dedi ki: "O, bildiğiniz kimsedir." Hazreti Ömer (r.a.) bir gün onları çağırdı, beni de onların yanma aldı, sonra anladım ki, o gün beni onlara göstermek için çağırmış. Hazreti Ömer (r.a.) onlara: "Allah Teala'mn mısreti ve fetih gelince..." (Nasr Suresi: 1)-ayeti hakkında ne dersiniz?" dedi. Sahabeden bazıları: "Bize nusret ve fetih ihsan edildiğinde Allah'a hamd ve istiğfar etmemiz emro-iundu" dediler. Bazıları ise hiçbir şey söylemeyip sustular. Hazreti Ömer (r.a.) bana: "Ey Abbas oğlu! Sen de mi böyle söylüyorsun?" dedi. Ben de: "Hayır" dedim. Bunun üzerine Hazreti Ömer (r.a.): "Ya ne diyorsun?" dedi. Ben de: "O, Rasulullah (s.a.v.)'in ecelidir ve bunu Allah Teala kendisine bildirerek: "Allah'ın nusreti ve fetih gelince (O, senin ecelinin alametidir) hemen Rabbini hamd ile teşbih et, ve O'ndan mağfiret dile, şüphesiz ki, O; tevbeleri çok kabul edendir'' buyurmuştur" dedim. Hazreti Ömer (r.a.) de: "Ben de vallahi bu sure hakkında ancak senin söylediğini biliyorum" dedi. Ibn-İ Abbas (r.a.)'m bu anlayışını ashab-ı kiramdan diğerleri anlamadılar. Bu mânâyı ancak Hazreti Ömer (r.a.) İle İbn-i Abbas (r.a.) anladılar. Bu anlavıs, Allah Teala'nm kullarından dilediği bazı kimseere ilham edip bildirdiği İşarı tefsirdendir. Bu Nasr suresinde Re-sulullah (s.a.v.)'in vefatına dair haber ve ecelinin yaklaşmış olduğuna dair işaret vardır. Bunun bir benzeri de Ebu Said el-Hudri'den rivayet edilen hadisi şeriften gelmiştir: "Rasulullah (s.a.v.) insanlara bir hutbe okudu. Hutbelerinin arasında: "Şüphe yok ki, Allah Teala kulunu, dünya ile kendi katt arasında muhayyer kıldı ve o ku! Allah katmdakileri seçti" buyurdu. Bunun üzerine Ebu Bekir (r.a.) ağladı." Diğer bir rivayette Ebu Bekir (r.a.): "Ya Resulellah! Babalarımızı ve analarımızı (varımızı yoğumuzu) sana feda ederiz." dedi. Biz onun ağlamasına şaştık. Rasulullah (s.a.v.) vefat edince, muhayyer bırakılan kulun kendisi olduğunu bildik. Bunu tek bilenimiz Ebu Bekir (r.a.) idi. Ebu Bekir (r.a.) bütün sahabenin anlamadığı şeyi işaret yoluyla anlamıştır. Hadise Hazreti Ebu Bekir (r.a.)'in dediği gibi oldu. [67]
Mevla'dan bize doğruyu ilham etmesini ve bizi hatadan sapıklıktan uzaklaştırmasını isteyerek İşarı tefsir hakkındaki alimlerin sözlerini kısaca nakledeceğim, sonunda da misk kokusu bırakan İmam-ı Gaza-lî'nin sözünü getireceğim. Allah Teala'dan yardım dileyerek derim ki: [68]
Zerkeşi "el-Burhan" isimli eserinde demiştir kî; ''Kur'an tefsiri hakkındaki sufüerin sözleri: "Tefsir değildir. O sözler Kur'an okunurken sufilerin buldukları mânâlardır ve bulgularıdır.1' denilmiştir. Nitekim bazı sufiler "£}' îman edenler! Size yakın olan kafirlerle har-bedin" (Tevbe Suresi: 123) ayetindeki "size yakın olan kafirlerle" nefs murad edilmiştir. Bize yakın olanlarla savaşmamız emredilmiştir. İnsana en yakın olan şey ise nefsidir" demişlerdir.' [69]
Nesefi "el-Akaid^ isimli eserinde: "Ayeti kerîmelerden zahir nıânâ-lan murad edilir. Zahir mânâlarından, batın ehlinin iddia ettiği mânâlara sapmak Islâmdan çıkmaktır." demiştir.
Taftazanî "Şerhit'l-Akaid" isimli eserinde demiştir ki: "Mülhid-lere "Batınİyye" denilmiştir. Çünkü bu Batmiyye: "Ayeti kerîmelerin zahir mânâları murad edilmeyip batın mânâları murad edilmiştir. Bu batın mânâları da -kendi ıstılahlannça- muallim (günahsız İınam)'den başkası bilmez" diye İddia etmişlerdir. Bu habislerin maksatları şeriatı tamamıyla nefyetmek ve inkar etmektir. Bazı mu-hakkıklarm: "Ayeti kerimelerden zahir mânâları murad edilmektedir, bununla beraber ayeti kerîmelerde sülük erbabına açıklanan birtakım İnceliklere, gizli işaretler vardır ki, asıl murad olan zahir mânâları ile bu ince ve işarî mânâların arasım bağdaştırmak mümkündür" yolundaki görüşleri ise imanın kemalinden irfanın safîli-ğindendir. Görüyorsun ki, Nesefi "Batmiyye'Ve işaret etmiş ve onların yollarının Allah'ın dininden sapmak ve çıkmak olduğunu açıklamıştır. Taftazanî bu bahsi tafsilatlı olarak ele almış ve bu konuyu izah etmiş, "Baüniyye"nin sapıklığını ortaya koymuş, sülük erbabından bazılarının ince mânâların ve gizli işaretlerin açıklan-masmdakİ yollarını kabul etmiş ve bunu marifetin ve imanın olgunluğundan saymıştır. Bu açıklamadan, bazı arif biHah olanların işarî tefsiri ile aziz ve şanlı kitabın mânâlarını değiştiren sapık olan "Batınİyye"nİn batını tefsiri arasındaki fark açık olarak anlaşılmıştır, işarî tefsir sahipleri zahir mânânın murad edilmesini menetmi-yorlar. bilakis asıl murad edilen zahir mânâlardır diyorlar ve insanları zahir mânâlarına teşvik ediyorlar. "Önce zahir mânâların bilinmesi lazımdır, zahir mânâları tam ve sağlam olarak bilmeden Kur'an'ın sırlarını anladığını iddia eden kimse kapıdan girmeden, evin ortasına ulaşmış olduğunu iddia eden kimseye benzer" diyorlar. "Batmıyye"ye gelince onlar: "Kur'an'ın zahir mânâsı asla murad edilmeyip ancak batmî mânâsı murad edilmiştir" diyorlar. O habislerin maksatları bu sözlerin arkasına gizlenerek şeriatı*ortadan kaldırmak ve hükümlerini iptal etmektir. Bu, şüphesiz dinden sapmaktır. Nitekim Allah Tebareke ve Teala: "Bizim ayetlerimiz hakkında sapıklığa düşenler, şüphesiz bize gizli kalmazlar. Kıyamet günümle ateşe atılan mı, yoksa güven içindergelen kimse mi, daha iyidir. Dilediğinizi yapın çünkü O, sizin bütün yaptıklarınızı görendir" (Fussilet Suresi: 40) buyurmuştur. [70]
Allame Suyutî "el-Itkan" isimli kitabında Ibn-i Atiyye'den şunları zikretmiştir: "Bilmiş ol ki, işarı tefsir sahipleri Allah'ın kelamını ve Rasulullah (s.a.v.)'in sözlerini Arapça-mânâlarla tefsir etmeleri, Allah'ın kelamını ve Rasulullah (s.a.v.)in sözlerini zahir mânâlarından çevirmek değildir. Fakat herhangi bîr şey hakkında gelmiş olan ayeti kerîmelerin Arap dilinin örf ve adetine göre delalet ettiği zahir mânâları murad edildiği halde Allah Teala'nın kalplerini açtığı kimselerin ayeti kerîmelerden ve hadisi şeriflerden anladıkları batini mânâlar vardır. Bu işarı tefsire karşı çıkanların sana: "Işaıi tefsir, Allah'ın kelamını Rasulullah (s.a.v.)'in hadîslerini zahir mânâlarından çevirmektir" demeleri, bu işarı mânâları onlardan almana engel olmasın. Çünkü işarı tefsir Allah'ın kelamını ve Rasulullah (s,a.v.)'in sözlerini zahir mânâlarından çevirmek değildir. Şayet onlar: "Ayetlerin mânâları ancak bu isari mânâlardır" deselerdi, ayet-;-leri ve hadîsleri zahir mânâlarından çevirmek olurdu. Halbuki onlar bunu söylemiyorlar. Bilakis ayetlerden ve hadislerden zahir mânâlarının murad edilmiş olduğunu açıklıyorlar ve kendilerine Allah tarafından ilham edilen şeyleri anladıklarını söylüyorlar.
Ben derim ki: İbn-İ Atiyye'nin bu sözleri insaflı ve adaletli sözlerdir. Ibn-i Atîyye hakkı ölçüsüne koyarak ayet ve hadislerin zahir mânâları ile arif billah olan mü'minin kalbinde parlayan gizli mânâların arasını bağdaştırdı. Nitekim Hazreti Ebu Bekir Sıddık (r.a.) ile Hazreti Ömer (r.a.)'m halinde böyleydi, buna şaşılmaz. Allah Teala hikmeti (Kur'an'ı anlama yeteneğini) dilediği kimseye verir, dilediği, kimsenin kalbine de anlayış koyar. İşte Kur'an-ı Kerim, Davut Alevhisselam ile Sülevman Aleyhisselam'a bir mesele sorulduğunu bunlardan her birinin diğerine muhalif hüküm verdiğini haber verirken: "Biz onu (meselenin hükmünü) Süleyman'a bildirdik. Bununla beraber her birine bir hüküm ve ilim verdik" (Enbiya' Suresi: 79) buyurmuştur. [71]
işarı tefsir hakkında gelmiş olan: "Her ayetin zahirî ve batım ve her harfin haddi ve her haddin matla'ı vardır" hadisinin mânâsım burada açıklamamız uygun olur. Ta ki, sapık Batıniyye grubu bu hadisi şerifi batıl davalarında lehlerine delil göstererek Allah Teala^nm kelamını kendi batini yollarına göre tefsir etsinler, keyflerine ve nevalarına göre ayeti kerimelerle oynamasınlar.
el-Feryabî senediyle, et-Hasan'dan Hasan da Rasulullah (s.a.v.)'den rivayet etmiştir. Rasulullah (s.a.v.): "Her ayet için zahir ve batın vardır. Her harf için had "vardır, her had için de matla' vardır" buyurmuştur. Taberanî îbn-i Mes'ud (r.a.)'dan rivayet etmiştir, îbn-i Mes'ud (r.a.) demiştir ki: "Şüphe yok kî, bu Kur'an'ın her harfinin muhakkak bir haddi vardır ve her haddin de bir matla' vardır."
Allame Suyutî hadisi şerifteki ''zahir ve batın"ın mânâsı hakkında bazı görüşler zikretmiştir. Bu görüşlerin doğruya en yakın olanlarını zikredeceğiz:
Birinci görüş: Zahir ile ayetin lafzı murad edilmiştir, batın ile ayetin tefsiri murad edilmiştir.
ikinci görüş: Zahir ile İlim ehli İçin ayetlerin açık olan mânâları murad edilmiştir. Batın ile Allah Teala'nın hakikat erbabına bildirmiş, olduğu ayetlerin sırlan murad edilmiştir.
Üçüncü görüş: Allah Teala'nın geçmiş ümmetlerden ve onlara vermiş olduğu cezalardan ve belalardan bahsetmiş olduğu kıssalar vardı: Bu kıssaların zahirî o ümmetlerin helak olduğunu haber vermektedir. Bu,kıssaların batını ise gelecek nesillere öğüt vermek, onların yaptıkları kötülüklerin benzerini yapmaktan sakındırmak, ak-sİ takdirde onların başlarına gelen felaketlerin benzerinin bunların da basma geleceğini bildirmektir.
Suyuti demiştir ki, "Bu görüşlerin doğruya en yakın olanı bu son görüştür. Hadiste geçen "had" ile helal ve haram olan hükümler murad edilmiştir. "Matla"" ile vaad (müjde) ve va'id (azab i murad edilmiştir. Bunu İbn-i Abba^ (r.a.)'m yukarıda geçen şu hadisi teyid eder: "Şüphesiz Kur'an'ın her konusu iç İçe girmiş çeşitli ilim dallarına, zahir mânâlarına ve batın mânâlarına sahiptir" bu hadisin zikri bir kaç defa geçmiştir. [72]
'
İşari tefsir ancak şu şartların tam olarak bulunmasıyla kabul edilir:
1-Işarî tefsirin Kur'an-ı Kerİm'in zahir mânâsına aykırı olmaması.
2-Kur'an-ı Kerinı'in /.ahir mânâsı murad edilmeyip tek işari mânânın murad edilmiş olduğu İddia edilmemeli.
3-Batıniyye'nin Allah "Teala'nm: "Süleyman, (babası) Davud'a mirasçı oldu" (Nem! Suresi: 16} mânâsmdaki kavl-i kerimini "İmam Ali, Rasulullah (s.a.v.)'İn ilmine mirasçı oldu" diye tefsir et-meleri gibi ayetin lafzının muhtemel odugu mânâlardan uzak ve değersiz olan tefsirlerden olmamalı.
4- Işarî tefsire, şer*î ve akli bir muarızın bulunmaması.
5-İşari tefsirin insanların zihinlerini karıştırmaması.
Bu şartlar bulunmayan' bir işari tefsir kabul edilmez ve yasak .olan re'y ve nevaya göre yapılan tefsir kabilinden olur: Muvaffak kılan ve doğru yola ileten Allah Teala'dir, [73]
Şeyh Muhammed Abdülaziz Zerkanî'ninde işari tefsir hakkındaki kıymetli sözlerini burada zikredelim. Onun bu söylerinde aklı olan yahut huzurlu bir kalple dinleyen kimse için tam bir hikmet ve doğru bir nasihat vardır. Zerkani -Allah ona rahmet etsin- demiştir ki: "Galiba sen de benim gibi düşünüyorsun: İnsanlardan bazıları bu işaretler ve hatıra gelenlere göre yazılmış olan tefsirleri okumaya düşkün oldular. Bu insanların zihinlerine, kitabın, sünnet (hadissin hatta bütün tslâmın ancak içe doğan ve kalbe gelen mânâların istenilen tarafa çekilerek, yorumlanmasından ibaret olduğu yerleşti. Bu dinin hayal etmekten başka birşey olmadığın!, kendilerinden istenilen şeyin hayal ile birlikte "şath" yani, anlaşılmayan kelimelerden meydana gelen hiç bir faydası olmayan üstü kapalı korkunç birtakım sözler söylemek olduğunu iddia ettiler. Şeriatın emirlerine ve yasaklarına bağlı kalmadılar. Arap edebiyatının en mükemmeli olan Allah'ın kitabını ve Rasulullah (s.a.v.)'in sünnet (hadis)ini anlamak için Arapçamn kaidelerine önem vermediler. Bundan daha korkuncu bu insanlar gaye ve maksada eriştiklerini, Allah Teala ile birleşmiş olduklarından kendilerinden şer'î teklif (ibadet ve taatlin kalktığını ve iddialarına göre Allah Teala ile beraber bulundukları sürece sebeplere sarılma ortamından yükselerek hakikat ehlinden olduklarını hayal ettiler ve insanlara da böyle hayal ettirdiler. Bunların bu sözleri -Allah Teala'nm bekasına yemin ederim ki- şeriatı aslından yıkmak, dini temelinden yok etmek için Batıniyye gurubunun yaptıkları binlik musibetlerdendir.
Müslüman kardeşlerimize nasihat etmek vacibdİr. Onları bu tuzağa düşmekten sakındırmamız böyle karma karışık olan işarı tefsirlerden ellerini çekmelerini kendilerine bildirmemiz bize düşen bir kardeşlik vazifesidir. Çünkü bu İşarı tefsirlerin hepsi şer'î sınırlar ve kaidelerin dışında zevklerin ve hayallerin ürünleridir. Bu işari tefsirlerin çoğunda hayal İle hakikat, hak ile batıl birbirine karışmıştır. Akıllı ve zeki olan bir müslümanm bu tehlikelerden kendini uzaklaştırması ve dini ile bu şüpheli şeylerden kaçması gerekir. Müslümanm Önünde gül bahçeleri ve cennetler gibi kitap sünnet ve onların şeriat kanunlarına Arapça kaidelerine göre yazılmış tefsirleri ve şerhleri vardır. Nitekim Teala Hazretleri; "Siz daha hayırlı olanı, daha aşağı olanla değişmek mi istiyorsunuz?" (Bakara Suresi: 61) buyurmuştur. [74]
Hüccetü'i-islam Gazali -Allah Teaia ona rahmet etsin- "Ihyâ-u Ulu m i d Din" isimli" kitabında "ilimlerin lafızlarından değiştirilenler beyanında" diyor ki: Şath'a geiince, şath kelimesi ile sufilerden bazılarının ortaya çıkardığı iki sınıf sözü kasdediyoruz.
1- Allah TeaiaVa olan aşklarını ifade eden lüzumsuz ve zahirî amellere ihtiyaç bırakmayan vuslat iddialarıdır. Hatta bazıları Allah Teala ile birleşip aralarından perdenin kalktığını Allah Teala'yı gördüklerini ve ilahî hitaba mazhar olduklarını iddia edecek kadar ileri gitmişlerdir. Onlar: "Bize Allah tarafından şöyle denildi, biz de böyle dedik" demekle, bu gibi sözleri yüzünden idam edilen Hüseyin b. Hallac-ı Mansur'a benzemeye özeniyorlar ye onun "Enel-Hak" sözünü delil gösteriyorlardı. Bu çeşit sözlerin halk tabakası üzerinde büyük zararları vardır. Hatta bu gibi sözleri söyleyenleri öldürmek Allah Teala'mn dininde on kişiyi yaşatmaktan daha ef-daldir.
2- Şath'ın ikin-ci mânâsı anlaşılmayan kelimelerden meydana-gelen dışı süslü korkunç ve lüzumsuz sözlerdir. Bu gibi sözlerin hiçbir faydası yoktur, çünkü bu sözler kalpleri bulandırır, akılları şaşırtır, zihinleri hayrete düşürür. İbn-i Mes'ud (r.a.) demiştir ki: "Bir kimse bir cemaata anlamayacakları şekilde konuşursa, o söz cemaatta fitne uyandırır." Hazreti AH (k.v.) demiştir ki: "İnsanlara anlayabileceklerini söyleyin, anlayamayacaklarını söylemeyin. Allah ve Resulünün yalanlanmasını ister misiniz?" (Buharı) [75]
İmam Gazali -Allah onun yerini hoş kılsın- demiştir ki: 'Tâmmât (lüzumsuz sözİer)'a sathın tarifinde anlatılanlar, katıldığı gibi, "tâmmât"ın ayrıca belli bir mânâsı da vardır. O da, şer'i sözleri anlaşılan mânâlarından alıp hiçbir faydası olmayan anlaşılmaz mânâlara nakletmektir. Böyle yapmak islâm dininde haram ve zararı çok büvüktür. Tâmmât ehlinin ayeti kerîmeleri ve hadisi şerifleri yanlış yorumlamalarından bazı misaller: "Firavn'a git çünkü o, pek azdı" (Naziat Suresi: 17) bunlar diyorlar ki: Ayeti kerimedeki "Firavn "dan maksat kalptir. Çünkü her insanın üzerine azgınlık gösteren kalbidir. "Asant (değneğini) bırak" (A'raf Suresi: 117) bu ayeti kerîmeyi "Allah Azze ve Ceiie'den başka dayandığın her şeyi bırak" şeklinde yorumlamışlardır. "Sahur yemeğini yiyiniz, çünkü sahur yemeğinde bereket vardır" (Buhari ve Müsiim) hadisi şerifini de "Seher vakitlerinde tevbe ve İstiğfar edin" şeklinde yorumlamışlar t dır. Bunlara benzer pek çok yanlış yorumları vardır. Hatta Kur'an-ı Kerim'i baştan sona kadar yanlış yorumlamışlar, zahir mânâsını bırakmışlardır. İbn-i Abbas (r.a,)'dan ve diğer alimlerden nakledilen mânâlardan ayrılmışlardır. Bu yanlış yorumlarının bazılarının batıl olduğu kesin olarak anlaşılır. Mesela: "Firavn" kelimesine "kalp" mânâsı vermek gibi, çünkü Firavn görünen bir şahıs olup varlığı bize tevatür yoluyla ulaşmıştır. Diğer bazılarının da batıl olduğu zann-ı galib ile bilinir. Bu gibi yanlış yorumların hepsi haram, sapıklık ve halkın dinini bozmaktır. Tâmmât ehlinin lafızlar ile murad edilmeyen bu yanlış yorumlarını bildiği halde kabul eden kimse, Rasulullah (s.a.v.) üzerinden hadis uydurmanın caiz olduğunu kabul eden ve doğru gördüğü her meselede Resuluİlah (s.a.v.)'e isnad ederek hadis uyduran kimseye benzer. Resuluİlah (s.a.v.)'e isnad ederek hadis uydurmak zulümdür, sapıklıktır ve şu azap ve tehdit altına girmektir: "Her kim benim üzerimden kasden* yalan söylerse cehennemdeki yerine hazırlansın" Hatta bu yanlış yorumlar Resuluİlah (s.a.v.) üzerinden hadis uydurmaktan daha fena ve daha büyük günahtır. Çünkü bu gibi yanlış yorumlar lafızlara olan itimadı sarsar ye Kur'an-ı Kerİm'den istifade ve anlama yollarım tamamen keser." [76]
Yukarıda geçenlerden anlaşılmıştır ki, işarı tefsiri şeriat desteklemektedir. .Fakat işarı tefsire yanlış yorumlar karışmış insanlardan bazıları işarı tefsir hakkında Batıniye'nin yolunu tutmuşlar, alimlerin tefsir yapmak İçin koymuş oldukları şartlara riayet etmemişler, bu konuda körü körüne yürümüşlerdir. Hatta herkes Allah Te-ala'ııın kitabı hakkında söz .söylemeye uzanmış, keyfîne veya şeytanın vermiş olduğu vesveseye göre onu tefsir etmiş ve bu yapmış: duğu tefsirin işaıi tefsirlerden olduğunu iddia etmiştir. Halbuki bu tefsiı beyinsizlik, sapıklık ve cehalettir. Çünkü bu tefsir Allah'ın kitabını bozmak, sapık olan Batıniyye yolunu tutmaktır. Kur'an'ın lafzını bozmamış olsa da mânâlarını bozmaktadır. Allah Teala'yı zikretmek isteyen bir müridin "Allah" demeye devam etmesinin zarurî olduğuna dair şu ayeti kerimeyi: "Allah de sonra bırak onları daldıkları batakta oynaya dursunlar" (En'am Suresi: 91) delil göstermesini dinledim. Bu kara cahil "Allahü" kelimesinin haberi hazfedilmiş olan bir cümle olduğunu bilmedi. Ayetin takdiri: "Allahü enzelehu" dur. "Enzelehu" cümlesinin hazfedilmiş olduğuna bu ayeti kerîmenin siyakı delalet etmektedir: "Yahudiler Allah \n kadri-ni gereği gibi bilemediler, çünkü "Allah hiçbir insana birşey indirmedi" dediler. De ki: "Musa'nın insanlara bir nur ve hidayet olmak üzere getirdiği o kitabı kim indirdi? Siz ofau parça parça kağıtlar haline koyup (hesabınıza geleni) açıklıyor, çoğunu da gizliyorsunuz. Sizin bilmediğiniz atalarınızın da bilmediği şeyler size'öğretilmiştir. (Resulüm) sen "Allah" de: Sonra bırak onları daldıkları batakta oynaya-dursunlar." (En'am Suresi: 91) Böyle yanlış yorumların misalleri ço'ktur. "işarı tefsir" nevinden olduğunu İddia ederek ayetlerin zahir mânâsına muhalif hak ve doğrudan uzak olarak Allah'ın kitabını tefsir eden bu gibi cahillere müslüman alimlerin "müsaade etmemeleri lazımdır. Çünkü tefsir yazmanın ölçüleri ve şartlan vardır. O halde her insanın Kur'an hakkında şahsî görüşüyle birşey söylemesi veya kıt anlayışla ayeti kerimelerle oynaması kesinlikle caiz değildir. Şeyhü'l-lslâm Ibn-i Teymiyye doğru söyleyerek: "Yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder" demiştir. Allah Teala hakkı söyler ve doğru yola İletir. [77]
Allame Suyu ti "el-itkan" isimli kitabında Kirmanî'den naklederek zikretmiştir ki: "Kirman! iki cild halinde bir kitab azmış bu kitabına "ei-acaib ve'I-garaib" adını vermiş. Kirmanı bu kitabında tefsir hakkında söylenmesi caiz olmayan ve kendilerine itimad edilmeyen birçok sapık görüşleri zikretmiştir. Çünkü bu görüşler sapık kimselerin görüşlenndendir. Kirmanı insanları sakındırmak İçin bu sapık görüşleri yazmış ve "Ben bu sapık görüşleri yazmakla insanların ilim iddia eden ahmakları bilmelerini murad ettim" demiştir. Biz bu sapık görüşlerden bir kısmını ve Batıniyye'nin diğer bazı sapık görüşlerini burada nakledelim ta ki, Müslümanlar kör taassub sebebiyle, keyf ve hevaya uymakla islâm ümmeti arasına girmiş olan bu gibi sapık ve batıl görüşlerden sakınsınlar." [78]
1- "Ha, Mim, Ayn, Sin, Kaf (Şura Suresi: 1-2) bazılarına göre buradaki "Ha" Hazreti Ali ile Hazreti Muaviye'nİn harbine, "Mim'1 Mervan'ın valiliğine, "Ayn" Abbasîlerin hükümetine, "Sin" Sütya-nîlerin hakimiyetine, "Raf" Mehdi"ııin kuvvetine İşarettir.
2-"Ey akıl sahibleri! sizin için kısasta hayat vardır" (Bakara Suresi: 179) Bazıları "Ayette ki, "kısas" ile "Kur'an'm kıssaları" murad edilmiştir" demişlerdir. Halbuki ayeti kerimeye böyle mânâ vermek hem lügat hem de şeriat bakımından batıldır. Böyle mânâyı ancak cahiller verir.
3-"Hani bir zamanlar ibrahim, "Ey Rabbitn! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster" demişti. Allah "Yoksa inanmadın mı?" buyurdu. İbrahim "Yok inandım fakat kalbim iyice tatmin olsun diye (istedim) " dedi. Allah Teala "Öyle ise kuşlardan dört tanesini tut da onları kendine alıştır. (Ve herbirini keserek etini tüylerini karıştır. Sonra her dağ başına onlardan birer parça koy, sonra onları çağır. Koşarak sana geleceklerdir" buyurdu. Hem bilki, Allah güçlüdür hikmet sahibidir." (Bakara Suresi: 260) Ayetin mânâsı böyledir. Fakat bunlar:
"ibrahim Aleyhisselamm bir dostu vardı, onu kendisinin kalbi olarak vasfetti dediler ve: "Ey Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini benim şu dostuma göster gözüyle görsün iyice kansın" demişti" şeklinde tefsir etmişlerdir. Kirmanı "Bu açıklama ayetin mânâsından çok uzaktır" demiştir.
4- "Ey Rabbİıniz! Bize gücümüzün yetmiyeceği şeyleri yükleme" (Bakara Suresi: 286) mânâsında olan ayeti bunlar "Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmeyeceği sevgi ve aşkı yükleme" şeklinde batıl olarak tefsir etmişlerdir. Bunu Kevaşî, tefsirinde nakletmiştir.
5-"Karanlığı bastığı vakit gecenin şerrinden Allah'a sığınırım" (Felak Suresi: 3) mânâsında olan ayeti bunlar "Erkeklik aleti kalktığı vakit onun şerrinden Allah'a sığınırım" şeklinde tefsir etmişler-dir. Böyle tefsir etmek -şüphesiz- şaşılacak bir cüret ve cesarettir ve büyük bir edepsizliktir. Bu sözü ancak beyinsiz ve ahmak olan kimse söyler.
6-"O (Allah) ki, size yeşil bir ağaçtan ateş yaptı da, şimdi siz ondan yakıp duruyorsunuz." (Vasin Suresi: 80) Müfessirler ayeti kerimeye böyle mânâ vermişlerdir. Lügat da bundan başkasına müsait değildir. Fakat bunlar "Bu ayetteki "yeşil ağaçtan" rnurad ibrahim Aleyhisselamdır. "Ateşten" murad da İbrahim Aleyhisselamm neslinden olup bir hidayet nuru bulunan Hazreti Muhammed Aley: hisselam'dır. "Ondan yakıp duruyorsunuz"dan murad İse O Resu-lullah (s.a.v.)'in yaydığı İslâm dininden o nurlu menbadan bizim, feyiz ve saadet almamızdır" demişlerdir. Bu garaibden olan tefsirleri, kalıpları, anlamlan hoş ise de Kur'an ayetlerinin tefsirleri olmadıkları için birer batıl tevildir. Çünkü lügat bu mânâlara delalet etmez. [79]
Şiîlik, üçüncü halife Hazreti Osman (r.a.) zamanında ortaya çıktı. Hazreti Ali (r.a.) zamanında ise, Hazreti Ali (r.a.)'nin hiçbir katkısı olmaksızın büyüdü ve gelişti. Şiîier birçok fırkalara ayrıldılar. Bu fırkaların hepsi Hazreti Ali (r.a.)'yi sevmede aşırı gittiler. Bunlardan bazılar Şiîlik inancına saplanarak kafir oldular. Bunların başında habis bir Yahudi olan îbn-i Seb'e vardır. Ibn-i Seb'e Islâmiyete tuzak kurmak ve îslâmm içine bozuk düşüncelerini ve fitne zehrini akıtmak için kendisini müslüman olarak gösteriyordu. Bunlardan bazıları da Cibril- Emin inerken yolunu şaşırıp, yanıldı, peygamberliği Hazreti Alî (r.a.)'ye indireceği yerde hata ederek Hazreti Muhammed (s.a.v.)'e indirdi diye inanırlar. Bunlar Müslümanlarla devamlı harp ve husûmet içinde oldular. Hatta Hazreti Ali (r.a.) bunlar üzerine baskın düzenledi, bunlarla harbetti, küfürlerinden ve sapıklıklarından dolayı bunları sürdü. Bunlardan bazıları ise mutedildirler, küfür çukuruna düşmediler. Fakat ehl-i sünnet ve! cemaate muhalefet ettiler. Hazreti Ali (r.a.J ehl-İ beytten olduğu için onu bütün sahabeden hatta Hazreti Ebu Bekir, Hazreti Ömer, Hazreti Osman (r.anhum)'dan üstün olduğuna ve halifeliğin onun hakkı olduğuna inandılar. Hazreti Ebu Bekir, Hazreti Ömer, Hazreti Osman halife olmakla Hazreti Ali'nin halifelik hakkını zorla aldılar, diye İnandılar. Bunlardan bazıları da Hazreti Ali (r.a.)'nin yalnız üstün olduğuna inandılar. Bunlardan bazıları da Hazreti Ali (r.a.)'nin yalnız üstün olduğunu inanmakla yetinmeyip, Hazreti Ebu Bekir, Hazreti Ömer (r.anhuma)'e dil uzattılar. -Allah'a sığınırız- onların sapık olduğuna inandılar. Halbuki Allah Teaia Hazretleri Ebu Bekir ile Ömer (r.a.)'i bîr çok ayeti kerîmelerinde medh ve sena etmiş ve onları Resululiah (s.a.v.)'in has ashabından kılmıştır. Şiîlerden "İsnaaşeriyye" ve "Sebeiyye"nin Kur'an-ı Kerim hakkındaki tefsirlerinden buzı örnekler'zikredelim. [80]
1-"Sonra kirlerini giderip temizlensinler'1 (Hac Suresi: 29) mân aşırıdaki ayeti bunlar "İmam Ali (r.a.)'ye kavuşmaktır" şeklinde tefsir etmişlerdir.
2-"O gün ilk sarsıntı (s ur'a ilk üfür üş) sarsar onun peşinde olan da ardından gelecek" (Naziut Suresi: 6-7) mânâsındaki ayeti bunlar: "Ayette geçen "erracifetü"den maksat Hazreti Hüseyin'dir, "erradi-îetü"deıı maksat Hazreti Hüseyin'in babası Hazreti Ali'dir" şeklinde tefsir etmişlerdir.
3-"Sizin dostunuz ancak Allah ve O'nun Resulüdür. Bir de (Allah'ın emrine) baş eğen namazı dosdoğru kıları ve zekatı veren iman eden mıVmİnlerdir" (Maide Suresi: 55) mârıâsındaki ayeti bunlar: "Ayetteki "iman eden mü'minlerdİr" den maksat "Isnaaşeriyye= on İki imamdır" şeklinde tefsir etmişlerdir.
4-"Allah, "iki ilah edinmeyin O, ancak tek ilahtır ve yalnız benden korkun" buyurmuştur." (Nahl Suresi: 51) mânâsındaki ayeti, bunlar: "iki imam edinmeyin o, ancak tek bir imamdır" şeklinde tefsir etmişlerdir.
5-"Yeryüzü Rabbinin nuruyla aydınlanır" (Zümer Suresi: 69) mânâsındaki ayeti bunlar: "Yeryüzü İmam (r.a.)'m nuru ile aydınlanır" şeklinde tefsir etmişlerdir.
6-"Rablerini inkar edenlerin hali şudur: Amelleri, fırtınalı bir günde rüzgarın şiddetiyle savurduğu bir küle benzer" (İbrahim Suresi: 18) mânâsındakİ ayeti bunlar: "Hazreti Ali (r.a.)'nİn veliliğini İkrar etmeyen bir kimsenin ameli boşa gider ve onun ameli rüzgarın yüklenip savurduğu küle benzer" şeklinde tefsir etmişlerdir.
7-"Ah keşke toprak olaydım" (Nebe1 Suresi: 40) manasmdaki ayeti, bunlar: "Ah keşke Ebu türabın (toprak babasının) taraftan olaydım" şeklinde tefsir etmişlerdir. Ebu Turab, Hazreti Ali (r.a.)'nİn künyesidİr. [81]
1- Şiîlerden olan Sebeİyye fırkası "Hazreti Ali kerramellahü veehe-hu'nun bulutta olduğunu" .iddia ediyorlar ve: "Gök gürültüsü Hazreti Ali (r.a.)'nin sesi, şimşek ise onun kamçısının veya gülümsemesinin parıltısı dır" diye tefsir ediyorlar. Bunlardan biri gök gürültüsünü işittiği zaman "S.elam senin üzerine olsun ey mü'minlerin emiri!" der. "
2-Bunların sapık iddialarından biri de Hazreti Muhammed (s.a.v.)'in dünyâ hayatına tekrar döneceğine inanmaları ve buna şu ayeti kerîmeyi delil göstermeleridir: "Şüphesiz o, Kur1 an'ı in mtıc'ı-biyle amel etmeni) senin üzerine farz kılan, seni dönülecek yere (Mekke'ye) döndürecektir" (Kasas Suresi: 85) mânâsındakİ ayeti, bunlar: "Ey Muhammed, Allah seni tekrar dünyaya döndürecektir" şeklinde tefsir etmişlerdir.
3-"Biz emaneti (namaz ve diğer ibadetleri) göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular, insan ise onu yüklendi. Hakikaten İnsan çok zalim çok cahildir." (Ahzab Suresi:72) mânâsındakİ ayeti, bunlar "Ayetteki (insan çok zalim çok cahildirjden maksat Hazreti Ebu Bek-ir (r.a.)'dir" diye iddia ediyorlar.
4-"(Münafıkların sözünü dinlemeleri hususundaki halleri de) şeytanın hali gibidir, hant insana "küfür et" demişti, küfür edince de "ben senden beriyim, çünkü ben alemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım" demişti" (Haşr Suresi: 16) mânâsındakİ ayeti, bunlar: "Ayetteki şeytan" dan m ura d Hazreti Ömer (r.a.)'dir diye tefsir ediyorlar.
"Miratü'l-Envar ve Mişkatü'l-Esrar" isimli kitap Şiilerin tefsir kitaplanndandır. Bu kitap basılmıştır. Bu kitabın müellifi "el-Mev-la el-Kazlanî" dir. İrak'ın Nesef şehrindendir. Bu tefsir Batıniyye gurubunun tevillerine benzeyen tevillere şamildir. Bu tefsir sahibi, el-Mevla el-Kazlanî: "Yer" mânâsına olan "el-ardu" kelimesini "din" ile "oniki imam" ile "şiilik" ile ilmin bulunduğu ve yerleştiği yer olan "kalbler" ile "geçmiş ümmetlerin haberi" ile tefsir etmiştir. "Allah'ın yeryüzü geniş değihniydi? Oraya hicretetseydinizya."(Nisa Suresi: 97) Mevla Kazlani bu ayette ki, "ardullahi"den murad "Allah'ın dini" ve "Allah'ın kitabı"dır diye tefsir etmiştir. "O kaftrler, yeryüzünde gezip de bakmadılar mı, onlardan öncekilerin akıbeti nice olmuş? Onlar, bunlardan sayıca daha çok, kuvvetçe daha metin ve yeryüzünde eserce daha üstün idiler. Öyle iken kazandıkları şeyler kendilerini kurtaramadı." (Mü'min suresi: 82- Muhaınmed Suresi: 10) Mevki Kazlani ayetteki "Kur'aiı-ı Kerim'e bakmadılarmı?" mu-rad edilmiştir demiştir. Sen görüyorsun ki, Mevla Kazlanî herkesin mânâsını bildiği lafızlara delilsiz olarak bu garib mânâları vermiştir, Kazlani mezhebini desteklemek için hevasina ve kör taassubuna dayanarak lafızlara bu mânâları vermiştir. Böyle tefsirler şüphe yok ki, Batmiyye ve Bahaiyye'nin sapıklığından daha az sapıklık değildir. Teala Hazretleri: "Kimi de Allah şaşırtırsa, artık ona hidayet verecek yoktur" (Zümer Suresi: 23) buyurmuştur. [82]
Batmiyye bir kavimdir ki, Kur'an'ın zahir mânâsını almayı kabul etmezler. Bunlar "Kur'an'in zahiri ve batını vardır" derler. Kur'an'dan /âhir mânâsı değil, batın mânâsı murad edilmiştir diye inanırlar ve bu sapık görüşlerine şu ayeti kerimeyi delil gösterirler: -'Hemen aralarına bir duvar çekilecek ki, kapısı vardır (bu Araf duvarıdır denilmiştir). Duvarın iç tarafında rahmet, dış (yani münafıklar) tarafında azab vardır." (Hadid Suresi: 13) [83]
1- Ismailiyye: Bu fırka Cafer es-Sadık'ın büyük oğlu ismail'e nisbet olunur. Bunlar imamlığın Cafer es-Sadık'tan oğlu İsmail'e geçtiğine inanırlar.
2-Karamita: Bu fırka Karmat'a nisbet edilir. Karmat Yaşıt şehrinin köylerinden birinin adıdır. Bunların liderleri Hamdan Karmat isminde bir kimsedir.
3-Seb'iyye: Bu fırka yediye nisbet edilir. Çünkü bunlar kendilerinden her yedide kendisine uyulan bir imamın bulunduğuna inanırlar.
4-Hüremiyye: Bu fırka hürmete nisbet edilir. Çünkü bunlar haramları helal savarlar. [84]
1-"Sizler mutlaka halden hale bineceksiniz" (İnşîkak Suresi: 19) mâ-nâsıdaki ayeti, bunlar bu ayeti kerime peygamberlerden sonra vasilere yapılan haksızlığa işarettir diyerek "Siz kendinizden önce geçenlerin peygamberlerden sonra imamlar hakkında haksızlık yolunu tutacaksınız" şeklinde tefsir etmişlerdir.
2-"Ayetlerimiz müşriklere birer birer açık delil olarak okunduğu vakit, bize kavuşmayı ummayanlar: "Bundan başka bir Kur'an getir yahut bunu değiştir" dediler" (Yunus Suresi: 15) mânâsmdaki ayeti bunlar, ayetteki "Yahut bunu değiştir" ifadesini "Hazreti Ali (r.a.)'yi değiştir" şeklinde tefsir etmişlerdir. Bilindiği üzere Hz. Ali (r.a.)'nin zikri ayeti kerimede hiç geçmemiştir.
3- "O kimseler ki, (Hz. Musa'ya) iman ettiler. Sonra (buzağıya taparak) küfrettiler. Sonra (te\'be ederek Te\>rat'a) imarı ettiler, sonra (Muhamıned aleyhisselamı tanımayarak) küfürde ileri gittiler. Allah onları mağfiret edecek değil, doğru bir yola çıkaracak da değildir" (Nisa Suresi: 137) mânâsmdaki ayeti, bunlar: "Bu ayeti kerîme Haz.reti Ebu Bekir (r.a.), Hazreti Ömer (r.a.), Hazreti Osman (r.a.) hakkında inmiştir. Onlar önce Rasulullah (s.a.v.)'e İman ettiler, sonra onlara Hazreti Ali (r.a.Tnin velayeti arzolunduğu vakit küfrettiler. Sonra Hazreti Ali (r.a.)'ye biat ederek iman ettiler, sonra Rasulullah (s.a.v.) vefat edince küfrettiler, sonra bütün ümmeti kendilerine biat ettirmekle küfürde ileri gittiler" şeklinde tefsir ettiler.
4-"Allah size. bir inek kesmenizi emrediyor" (Bakara Suresi: 67) mânâsmdaki ayeti bunlar: "Ayetteki "inek" kelimesi ile "Hazreti Aişe (r.a.)" murad edilmiştir." diyorlar. Ve: "İneğin bir parçası ile. ona (ölüye) vurun (vurdular ve ölü dirildi)" (Bakara Suresi: 73) mânâsmdaki ayeti de bunlar: "Ayetteki, "ineğin bir parçası,İle ona (ölüye) vurun" ifadesi ile "Hazreti Aişe (r.a.)'nin bir parçasıyla Tal-ha (r.a.) ve Zübeyr (r.a.Ve vurun" mânâsı murad edilmiştir" diyorlar. (Yahudilerden biri öldürülmüş katili bulunmuyordu. Yahudiler Hz. Musa (a.s.)'ya "Allah'a dua et de katili bize bildirsin" dediler. Hz. Musa (a.s.! dua etti ve bir inek kesmelerini ve onun bir parçasıyla öldürülen kimseye vurmalarını söyledi. Bir inek-kestiler ve onun bir parçasıyla Öldürülen kimseye vurdular. Ölü dirildi kendini öldüreni söyledikten sonra tekrar öldü. Bu hadise Israiloguilan arasında olmuştur. Bu hadisenin Hazreti Aişe fr.a.), Talha (r.a.), Zübeyr (r.a.) ile hiçbir alakası yoktur. Fakat bu Batıniyye denilen sapık grup görüldüğü gibi Kur'aııın manâsını nasıl değiştiriyorlar ve zehirlerini Müslümanlar arasına naşıf akıtıyorlar? ""
5- "Ey iman edenler, şarap, kumar, dikili puflar, kısmet çekilen zarlar ancak ve anenk şeytan işi murdar şeylerdir. Onun için bunlardan şakırım ki, felaha eresin iz" (Maide Suresi: 90) mânâsındaki ayeti bunlar, "Bu ayetteki "şarap, kumar İle Hazreti Ebu Bekir (r.a.) ile Hazreti Ömer (r.a.} m ur ad edilmiştir" diyorlar. "Allah kahretsin onları {Haktan nasıl dönüyorlar)." (Münatîkûn Suresi: 4)
Özet olarak Batıniyye'nin görüşleri birer veba hastalığıdır ve sapıklıktır. Bu hastalık ve sapıklık onlara mecusîlerden geçmiştir. "Cenabet"i sırrı yaymakla, "gusf'ü nhdi yenilemekle "teyem-müm"ü Batıniyye mezhebine girmek istiyenin Da-i mezundan izin almakla, "Oruç"u ,sır saklamakla tevil ediyorlar. Onların yanında daha pek çok sapıklıklar ve pislikler vardır. Bu bozuk teviller ve sapıklıklar Islâmm ve Müslümanların başına gelen en büyük ve en çetin felaketlerdendir. Çünkü bu bozuk ve sapık teviller, şeriat sarayının taşlarını birer birer yıkıyor ve Kur'an-ı Kerim'i bu hayvanlar ellerinde oyuncak haline getiriyorlar. Onların kitaplarının meydana çıkmaması Allah Teala'nın fazlı ve keremindendir. O habisler bu bozuk ve sapık olan tevillerini kendi nefislerinde gizliyorlar. Fakat zaman zaman insanlar arasına üfiüyorlar. lnşâallah o habisler yok olup gideceklerdir. "Allah emrindegalibdir (yapamayacağı hiçbir şey yoktur). Fakat insanların çoğu bunu bilmezler," (Yusuf Suresi: 21) [85]
KİTABİN İSMİ
1- Camiü'l-BeyMiı fi Tefsiri 1 Kur'an
2- Balını i t ;lûm
3-el-Kesfvel Be-
4-Me3İimii't Tenzil
5-el-Muharrer ei-Veciz fi Tefsiri! K ita bil Aziz
6-Tefsirü'l-Kur'aniİ Azim
7-el-Cevahirü'l Hisan fi Tefsiri'I Kur'an
8-ed-Dürrü'l-Mensıır fi't-Tef-sir bi'1-Me'sur
MCFLSSlklN İSMİ
Muhammed .b. Cerir et-Taberî
Nasr b. Muhammed es-Semerkandî Ahmed b. İbr.ı; ;n es-Salebi Nisabın
el-Hüseyin b. Mes'ııd el-Bagavi
Abd;ı' Hakb.Galib el-Ljj J ûlüsî
İsmail b. Ömer ed-Dı-meşkî
Abdurrahnıan b..Muhammed es-Selebî
CcLıleddin es-Suvutî
ölCm |
|
TARlMİ |
|
H |
310 |
H |
373 |
H |
427 |
H |
510 |
H |
546 |
H. |
774 |
H. |
S 76 |
H. |
911 |
Tefsiri Taberî
Tefsir-i Semarkandî Tefsir'es Salebi
Tefsir'ııl Beça
Tefsir-i İbni Ativye
Tefsir-i İbn-i Kesir
Tefsir'ül Cevahir
Tefsir-i Suvuti [86]
1- ibni Cerir Tefsiri: Bu tefsirin müellifi İbni Cerir et-Taberi'dir.
Künyesi Ebu Cafer, ismi Muhammed'dir. (H.224) senesinde Tabe-ristan'm Amil şehrinde doğmuş, (H.310) senesinde Bağdat'ta vefat etmiştir. Onun bu kitabı Me'sur (rivayet) tefsir kitablarının en büyüğü, en sahihi, sahabe ve tabiînin sözlerini en çok toplamış olanıdır. Müfessirler İçin ilk müracaat kaynağı sayılır. İmam Nevevî: Tefsir-İTaberi'nin benzerini hiçbir kimse yazamamıştır" demiştir. Bu tefsirin meziyetleri:
1-Bu tefsir Resuiullah (s.a.v.)'den sahabeden ve tabiînden rivayet edilen sözlere itimad etmiş,
2-Rivayet edilen senetleri ve sözleri nakledip bu rivayetlerin ra-cih olanlarını açıklamış,
3-Ayetlerden nasih ve mensuh olanları göstermiş, sahih olan ve sahih olmayan rivayetleri bildirmiş
4-İrab vecihlerîni zikretmiş, ayeti kerîmelerden çıkarılan şer'i hükümleri bildirmiştir. Son olarak diyebiliriz ki, bu tefsir pek büyük bir kitaptır. Harika güzelliklerle doludur. Şu kadar var ki, ba-zan senetleri sahih olmayan haberleri zikreder, sonra bu haberlerin sahih olmadıklarını bildirmez. Nitekim îsrailiyyat rivayetlerinden olan bazı haberler zikretmiştir. Bu tefsir basılmıştır. Dünyanın her tarafına yayılmıştır. Bu tefsir, müfessiıierin çoğu için temel kaynak olmuştur.
2-Tcfsir-i Semerkandı: Müellifi, Nasr b. Muhammed es-Semer-kandî'dîr. Künyesi, Ebü'l-Leys'dir. (H.373) senesinde vefat etmiştir» Kitabının ismi '''Bahrül-Ulum'" dur. Bu tefsir, rivayet tefsirlerİn-dendir. Bu tefsirde sahabe ve tabiînin sözlerinden bir çokları zikredilmiş, fakat senetleri zikredilmemiştir. Bu tefsir, iki cilt olup, yazma halinde kalmıştır. Bir nüshası Ezher Kütüphanesinde bulunmaktadır.
3-Tefsiri Salebi: Bu tefsirin müellifi Ahmed b. ibrahim es-Sa'îebi en-Nisaburî'dir. Bu zat, Kur'an ilminde zamanının birincisi sayılmaktaydı* tefsir sahasında da büyük bir şöhret kazanmıştır. Künyesi "Ebu Ishak"tır. (H.427) senesinde vefat etmiştir. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Kitabının ismi "el-Keşfve'l-Be-yanan Tefsiri'i-Kur'an"dır. Sa'lebî, kitabının Önsüzünde zikrettiği ile yetinerek senetleri kısaltmak suretiyle seleften nakledilenlerle Kur'an'ı tefsir etmiştir. Nahiv ve fıkıhla ilgili bahislere geniş yer vermiştir. Kıssaları ve haberleri anlatmaya düşkündür, bundan dolayı tefsirinde son derece garib Îsrailiyyat kıssaları bulunmaktadır. Hatta bunlardan bazılar! kesin olarak batıldır, tbn-i Teymiyye: "Sa'lebi şahsiyet sahibi, ahlaklı, dindar bir zattır, fakat o gece odun toplayandır yani, sahih olan ve sahih olmayan rivayetleri almıştır'1 demiştir. Tefsiri yazma halinde olup, Furkan suresinin sonuna kadar olan kısmı Ezher Kütüphanesinde eksik olarak mevcuttur. Kitabın diğer kısmı kayıptır.
4-Begavi Tefsin: Bu tefsirin müellifi, Hüseyn b. Mes'ud el-Ferra el-Begavi'dir. Begavİ fakih, müfessir, muhaddisdir. Begavi'ye sünnet İlmindeki yetkisinden dolayı "Muhyi's-Sünne" lakabı verilmiştir. Künyesi, Ebu Muhammed'dir. Ömrü seksen yaşını geçtikten sonra (H.510) senesinde vefat etmiştir. Begavi ver a sahibi, zahid, ilimle amel arasını birleştiren büyük bir imamdı. Sübkî onu Şafiî alimlerinin büyüklerinden saymıştır. İbn-i Teymiyye "Usııl-i tefsir' isimli eserinin-önsüzünde: "Begavi, tefsirini Sa'lebî'nin tefsirinden kısaltarak almıştır. Fakat Begavi, tefsirini mevzu hadislerden, İslama karşı olan görüşlerden korumuştur." demiştir. Bu tefsir Hazin tefsirİyle beraber basılmış olduğu gibi ibn-i Kesir tefsiriyle beraber de basılmıştır. Bu tefsirde bazı îsrailiyyat kıssaları vardır. Fakat Ba-gavi tefsiri genel olarak Rivayet tefsir kitaplarının birçoğundan daha güzel ve daha sağlamdır.
5-İbn-i Atiyye Tefsiri: Bu tefsirin müellifi, Abdülhak b. Galib b. Atiyye'dir. ibn-i Atiyye Endülüs'ün Gırnata şehrinde (H.481) doğmuştur. Künyesi, Ebu Muhammed'dir. (H.546) senesinde Mağ-rİb'de vefat etmiştir. Ibni Atiyye Nahiv'de, lügat'ta, edebiyatta, şiirde son derece üstün bir zeka ve dehaya sahip bulunuyordu. Endü-lüs'de Isiâmm altın asırlarında kadılık yapmıştır. Tefsirinin İsmi "el-Muitarreru'l-Vcciz fi Tcfaril Kitabı! Aziz" dİr. Müellif bu tefsirinde, rivayet tefsir alimlerinin zikrettikleri sözleri topladı, bunlardan doğruya en yakın olanlarını yazdı. Ibn-i TeyiTiiyye fetvasında ibn-i Atiyye'nin bu tefsiri ile Zemahşeri'nin tefsiri arasında bir karşılaştırma yapıyor ve: "ibnİ Atiyye'nin tefsiri Zemahşerî'nin tefsirinden daha sahih, içinde bazı bid'atlar bulunsa da genel olarak bidonlardan çok uzaktır, bilhassa Ibn-İ Atiyye'nin tefsiri birçok yönden Zemahşeri tefsirinden daha iyidir. Hatta bu tefsir rivayet tefsirlerinin en üstünü sayılabilir1' demiştir. Bu tefsir kitabı geniş bir şöhrete ve üstün meziyetle!. -.ahib olmasına rağmen günümüze kadar basılamamıştır. Bu tefsir büyük on cilt halinde bulunmaktadır. Allah Teala Hazretlerinden bu kıymetli hazinenin faydasının insanlara daha yaygın olması için bu eseri bastırıp meydana çıkara-'cak bir kimseyi muvaffak kılmasını dileriz.
6-Ibn-i Kesir Tefsiri: Bu tefsirin müellifi, hafız lmadüddin İsmail b. Ömer b. Kesİr'dir. Kureyş kabilesindendir. Dtmeşk civarındaki BıiM'a'run köylerinden birinde (H.700) senesinde do'gmuştur. Künyesi, Ebu'l-Fida'dır. (H.774) senesinde Dımeşk'da vefat etmiştir, tbn-i Kesir bütün ilimlerde bilhassa tarihte, hadisde ve tefsirde heybetli bir dag ve bir servet denizi idi. Yazma üslûbunda kitap telifinde çeşitli hünerleri bulunan büyük bir imamdı. Zehebi: "O, imanı, müftü, sağlam bir muhaddis, mütefennin bir fakih, nakilci bir müfessir idi. Onun faydalı birçok kitabı vardır" demiştir. Tefsirinin ismi "Tcfsirü'l-Kıır'aııi'l-Azinf dir. Bu tefsir rivayet tefsiri olarak yazılmış olan tefsirlerin en meşhurlarındandır. Taberî tefsirinden sonra bu tefsir rivayet tefsirlerinin ikincisi sayılmıştır. İbn-i Kesir tefsirinde selef müfessirlerinden rivayet edilenlere önem vermiştir. Hadisleri ve haberleri sahiplerine isnad ederek rivayet etmiş bazılarım cerh ve ta'dile tabi tutmuş onlardan münker veya sahih olmayanları reddetmiştir, tşte bu yüzden bu tefsir me'sur (rivayet) tefsiri olarak yazılmış olan tefsir ki t ablarının en güzellerinden biri sayılmıştır.Ibn-i Kesir'in tefsirde takibettiği yol: O önce ayeti kerîme}'! zikreder, sonra onu kola}- ve kısa bir ibare ile tefsir eder, buna şahit olarak başka ayetler getirir, ayetin mânâsını beyan ve muradını açıklayıncaya kadar bu ayetler arasında karşılaştırma yapar, tefsirin bu nevine yani, "Kur'an'ı Kur'an ile tefsir etme" denilen nevine son derece ehemmiyı.'. verir. Tefsirinin önsözünde zikrettiklerinden bir parçacık nakletmeyi uygun görüyorum, ibn-i Kesir -Allah teala ona kabir rahatlığı versin- diyor ki: Eğer biri tarafından, tefsir yollarının en güzeli nedir? diye sorulacak olursa, ona verilecek cevap şudur: Bu konuda en .sağlam yol, Kur'an'ı Kur'an ile tefsir etmektir. Bir verde kapalı olan bîr ayet diğer bir yerde başka bir ayetle açıklanmıştır. Eğer bir ayetin tefsirini Kur'an'da bulamazsan hadise başvurursun, çünkü hadis Kur'an'ı açıklayıcı ve izah edicidir, hatta imam Şafiî -Allah ona rahmet eylesin-: "Resuluilah'ın verdiği bütün hükümler, Kur'an'dan çıkardığı hükümlerden ibarettir" demiştir. Nitekim Allah Teala: "(Ey Mıthammed!) Doğrusu insanlar arasında Allah'm sana gösterdiği gibi bükmedesin diye kitabı sana hak olarak indirdik" (Nisa Suresi: 105) buyurmuştur. Bu sebepten dolayı Re-sulüllah (s.a.v.): "Bana Kur'an ve onunla birlikte onun benzeri verildi" buyurmuştur. Yani hadis de Kur'an-ı Kerim gibi Rasulullah (s.a.v.)'e vahiy yolu ile gelmiştir. Ancak hadis Kur'an-ı Kerim gibi okunmaz. Bu tefsiri, diğer tefsirlerden ayıran özelliklerden biri de İbn-i Kesir'in bu tefsirinde me'sur (rivayet) tefsirlerdeki lsraiiiyya-tın kötülüklerinden okuyucuları sakındırın asıdır. Son olarak diyebiliriz, ki tbn-i Kesir'in tefsirini ve tarihini okuyanlar onun ilmî değerini açık olarak görürler. Çünkü onun tefsiri ile tarihi, te'lif edilen ve yazılan eserlerin en üstünlerindendir. Onun bu tefsiri me'sur tefsirlerin en sahihlerindendir, her ne kadar hepsinden daha sahih olmasa da.
7- Cevalıir Tefsiri: Bu tefsirin müellifi büyük bir imam olan Ab-durrahman b, Muhammed b. Mahlut es-Sealibi (H.785J senesinde Cezayir civarında "Vadiyüsr" denilen yerde doğmuş, (H.876) senesinde Cezayir'de vefat etmiştir. Onun bu tefsiri me'sur tefsirlerdendir. Bu tefsirinde selefi salihinin sözlerini nakletmiş, sahih olanlar ile zayıf olanların arasını ayırmıştır. Bu tefsiri basıimışur.
8- Suyu ti Tefsiri: Bu tefsirin müellifi, imam, hüccet t'seçkin alimlere'verilen unvan), sika (güvenilir) olan Celateddin es-Suyu-tî'dir. Pek-çok meşhur eserleri vardır. (H.849) senesinde Kahire'de doğmuş, (H.911) senesinde Kahire'de vefat etmiştir. Tefsirinin ismi "ed-Dürrü'l- mensur fı't-Tefsir bil-Mc^sur" dur. Suyutî bu kitabının önsözünde, bu tefsirini daha önce yazmış olduğu "Tercümanü'l-Kıtr'aı" isimli tefsirinde kısalttığını söylemektedir. Bu tefsir, Resu-lullah (s.a.v.)'e isnad edilen bir tefsirdir. Mısır'da basılmıştır. Suyutî "İtkan" isimli kitabında: "Nakledilen tefsirleri, akla uygun sözleri, istinbatı (hüküm çıkarmnyr) işaret tefsirlerini, ayetlerin irablarım ve iügatlanm, belagatın inceliklerini, bediin güzelliklerini ve ihtiyaç duyulan diğer şeyleri içine aiatı bir tefsir yazmaya başladığını, bu tefsire "Meanau'l-Bahreytı ve Matlaıt'1-Bedreyn" ismini verdiğini" zikretmiştir. Bu tefsiri "ed-Dürrii'l-Meu<ıır" isimli tefsirinden başkadır. Suyutî nin yazmış olduğu eserleri sayılmış, beşyüze yakın bulunmuştur. Allah Teala Hazretleri ona, ilme ve dine hizmet yolundaki çalışmasından dolayı rahmet eylesin. [87]
Fahr-ur Razı Tefsiri: Bu tefsirin müellifi, Aİlame Şeyh Muham-med b. Ömer er-Razî'dİr. (H.606) senesinde vefat etmiştir. Tefsirinin ismi "Mefatihii'i-Gayb"'dır. Fahr-ur Razî tefsirinde Allah'ın varlığına inanan filozofların yolunu tutmuş, delillerini ilahiyat (Allah'tan ve Allah ile ilgiiİ) bahisleri hakkında açıklamış, Mutezile'ye ve diğer sapık fırkalara üstün hüccetlerle ve kesin delillerle reddiye vermiş, inkarcıların şüphelerini yıkmış ve iptal etmiştir. Tefsiri, iim-i kelam konularında tefsirlerin en genişlerİndendir. Fahr-ur Razî, tabiat ilimlerinde büyük bir imamdır. Feleklerden, burçlardan, gökten, yerden, hayvanlardan, otlardan, insanın parçalarından[88]
1-Mefatihü'l-Gayb
2-Envarü't-Ten-zil Esrarü't-Te'viI
3-Lübabü't-Te'vil fi Meâni't-Tenzil-
4-Medârikü't-Tenzil ve Haka-iku't-Te'vil
5-Garaibü'l-Kur'an ve Rega ibü'l-Furkan
6- trşadü'l-Akli's Selim
7-el-Bahru'l-Mu-hit
8- Ruhu'l-Meani
Muhammed b. Ömer b.el-Hüseyn er-Razi
Abdullah b. Ömer el-Beyzavj
Aiâüddin Ali b. Mu-hamme'd el-Ma'ruf Hazin
Abdullah b. Ahmed en-Nesefı
Nizamüddin el-Hasan Muhammed en-Nisa-buri
Muhammed b. Muhammed b. Mustafa el-İm adi
Muhammed b. Yusu b. Hayvan el-Endülüs
Şihabüddin Mahmud el-Alusî ei-Bagdadi
H.606
H.685
H.741
H.70I
H.728
H.982
H.745
H.I270
Tefsir-i Razî
Tetsir-iı
Tefsîr-i Haan'
Tefsir-î Nesefi
Tefsiri Nisabu-ri
Tefsir-i Ebussu-ud
TeFsir~i Ebi
Hayvan
Tefsir-i Alım
geniş bir şekilde bahsetmiştir. Fahr-ur Razî'nin bu tefsiri yazmaktan maksadı, hakkı savunmak, Allah Azze ye Celle'nin varlığına dair deliller ve burhan getirmek, haktan ayrılanları ve sapıkları reddetmek içindir.
2- Beyzavî Tefsin: Bu tefsirin müellifi büyük bir alim, Şeyh Abdullah el-Beyzavî'dir. (H.685) senesinde vefat etmiştir. Tefsirinin ismi "Envarü't-Tenzil ve Esrarut-Te'vir d\x. Bu tefsir rivayet ile dirayet arasını birleştiren ince, dikkate değer, büyük bir kitaptır. Beyzavî merhum delilleri ehli sünnetin mezhebine göre açıklamıştır. Beyzavî sözü kabul edilen seçkin alimlerdendir. Her sureyi fazileti hakkındaki hadislerle bitirmiş fakat bu hadislerin sahih olanlarını araştırmamıştır. Bu tefsir üzerine pek çok haşiyeler yazılmıştır. Bunların en meşhurları: Şihabüd-Din el-Hafaci İîe Sa'di Efendi'nin haşiyeleridir.
3- Hâzin Tefsin: Bu tefsirin müellifi İmam Alaü'd-din Ali b. jVluhammed'dir. Fakat Hazin denmekle meşhurdur. (H.741) senesinde vefat etmiştir. Tefsirinin ismi "lübabü't-Te'viî fi Meani't-Tenzif -Me'sur tefsirlerden- meşhur bir tefsirdir. Fakat senetleri zikretmemiştir. ibaresi kolaydır. Güç, karışık ve kapalı değildir. Rivayetleri ve kıssaları geniş olarak anlatmaya düşkündür. Tefsirinde batıl olduğunu bildirmek için israilİyyattan olan bazı rivayetleri zikreder, uzun kıssaları anlatır, sonra zayıf veya yalan olduğuna hüküm verir. Bazen de kıssaları ve rivayetleri anlatır. Fakat bunların sahih olup olmadığını söylemez. Okuyanlar bu rivayetlerin sahih olduğunu zanneder, son olarak eğer tefsirinde zayıf veya yalan oldukları için zikredilmesi güzel olmayan kıssalara ve rivayetlere çok yer vermeseydi, tefsiri güzel ve harika bir tefsir olurdu.
4- Nesefî Tefsiri: Bu tefsirin müellifi, şeyh, alim, zahid Abdullah b. Ahmed en-Nesefî'dİr. (H.701) senesinde vefat etmiştir. Tefsirinin ismi "Medarikii't-Tenzİl ve Hakahu't-Te'viVdir. Bu; ibaresi kolay, ince, ellerde dolaşan, meşhur, büyük bir tefsirdir. Bu diğer re'y tefsirlerine nisbetle kısa ve orta bir tefsir sayılır. Keşfüz-Ztinün sahibi bunun hakkında demiştir ki: Bu tefsir, tefsir kitapları arasında orta bir kitap, irab ve kıraat vecihierinİ toplayan, bedii ilimlerin inceliklerini ve İşaretlerini kapsayan, ehl-i sünnet vel-cemaatın süzle-rivle süslü, bidatçılann ve sapıkların batıllarından uzak, ne okuyana usanç verecek derecede uzun ne de anlaşılmayacak derecede kısadır.
5- Nisaburİ Tefsiri: Bu tefsirin müellifi, Şeyh Nizamüddİn el-Hasan b. Muhammed en-Nİsaburidir. (H.728) senesinde Nisa-bur'da vefat etmiştir. Tefsirinin İsmi "Garaibü'l-Kur'an ve Rega-ibü'l-Furkan"dır. Bu tefsir -diğer tefsirlerden- faydasız ve anlaşılmaz sözlerden uzak olmakla beraber İbaresinin kolay ve lafızlarının sağlam olmasıyla ayrılır. Bu müfessir kıraat vecihleri ile İşarı tefsire çok önem vermiştir. Bu tefsir Taberî tefsirinin kenarında basılmıştır. Bu tefsir Fahr-ur Razi'nin faydalı olanları alınmak ve maksadı bozmaksızın ziyade olanları bırakılmak suretiyle kısaltılmıştır.
6- Ebu's-Suud Tefsiri: Bu tefsirin müellifi lügat alimi, sözü delil olarak alınan, ihtisas sahibi, şeyhülislam Muhammed b. Muhammed el-Imadî'dİr. Ebu's-Suud diye meşhurdur.(H.982) senesinde İstanbul'da vefat etmiştir. Bu tefsiri, tefsirlerin en güzellerinden ve en dedi olanlarındandır. İbaresi çok güzel ifadesi mükemmeldir. Ebu's-Suud, tefsirinde Kur'an'ın belagat sırlarından ve Rabbani hikmetlerinden bahsetmiştir. Anlatımının güzelliği, düşüncesinin sağlamlığı okuyanı cezbeder, düşüncesinin sağlamlığı seni hoşnut eder, Kur'an'ın belagatını açıklamasındaki tuttuğu yol, Kur'an'ın muciz olmasını beyan etmesindeki itinası, yüksek edebî zevki, ehli sünnet akaidini muhafaza etmesi, lüzumsuz ve faydasız ziyade sözlerden uzak olması seni hayretten hayrete sürükler. Bu tefsirin seviyesi yüksek olduğu için bunu ilim ehlinden ihtisas sahihleri anlayabilir.
7- Ebıı Hayyan Tefsiri: Bu tefsirin müellifi, şeyh Muhammed b. Yusuf b. Hayyan el-Endülüsî'dİr. (H.745) senesinde Kahire'de vefat etmiştir. Tefsirinin ismi "Bahru'l-Mııhiflu. Bu tefsir büyük sekiz.
cilttir. Müellif bu tefsirinde nahiv, sarf, belagat, fıkhın hükümleri gibi ilmin çeşitli fenlerini toplamıştır. Bu tefsir, kaynak tefsirlerinin en mühinılerindendir. ibaresi kolaydır, ibaresinde düzensizlik, kapalılık yoktur. Bu tefsire, tefsir maddesi ile ilgili bir çok çeşitli İlimler bulunduğu İçin "Bahru'l-Muhif adı verilmiştir.
8- Alus'ı Tefsiri: Bu tefsirin müellifi, imam pek yüksek bir alim olan Şihabüddin Seyyid Mahmud el-Alusî'dir. (H.1270) senesinde Bağdat'ta vefat etmiştir. Bağdat'ın müftüsü, edebiyatçıların sözünü delil olarak aldıkları alimlerin önderi, fasıl ve İrfan ehlinin müracaat kaynağı olan Alûsî, anlayış ve kavrayışı kuvvetli, her dalda bilgi sahibi İdi. -Allah ona rahmet eylesin- Tefsirinin ismi "Ruhu'1-Me-am"'dir. Bu tefsir selefin rivayet ve dirayet görüşlerini toplayan, ilim ehlinin sözlerini kapsayan, kendisinden önceki tefsirlerin özetini içine almış olan bir tefsirdir. Aİusî Israİİİyyat rivayetlerini şiddetle ten ki d etmiş, işarı tefsire, belagat ve beyan vecihlerine önem vermiştir. Bu tefsir, rivayet, dirayet ve işaret tefsir ilmi hakkında müracaat kaynaklarının mühimlerindendir. [89]
1- Ahmed b. Ali er-Razî el-Cessas (Hanefi), Ahkâmu'1-Kur'an (H.370)
2- Ali b. Muhammed et-Taberi el-Kıya el-Herrasî (Şafii), Ahkamu'l-Kur'an (H.514)
3- Celalüddin es-Suyutî (Şafii), el-İklil fi İstinbati't-Tenzil (H.911)
4- Muhammed b. Abdullah el-Endülüsî (Maliki), Ahkamü'l-Kur'an (H.543)
5- Muhammed b. Ahmed b. Farah el-Kurtubî (Maliki), el-Camiu li Ahkami'l-Kur'an (H.671)
6- Mikdad b. Abdullah es-Süyuri (Şii), Kenzü'l-İrfan (H.9.asır)
7- Yusuf b. Ahmed es-Sülasî (Zeydi), es-Semeratû'l-Yaniâtiı (H.532)
Tefsirül Ce^sas
Tefsirû'İ-Kiya el-Herra.sİ
Tefsir-i Suvutî
Tefsir-i Ibnil-Arabi
Tefsir-i Kurtubî
Tefsiri Süvuri
Tefsir-i Zevdî [90]
1-Tefsirü'l-Kur'ani'l Kerim
2-Hakaiku't-Tefsir
3- el-Kesf ve'l-bevan
4- Tefsir-i İbn-i Arabi
5- Ruhu'l-Meani
müellifin ismi ve mezhebi
Sc;.\ b. Abdullah d-Tüs-terî
Ebu Abdıırfahman en-Nisaburi
Ahmed b. İbrahim es-Sü-km i
Muhviddin İbn-i Arabi
Şihabüddin Mahtnud ei-Alusi
Tefsir-i Tüsterî
Tefsiri Nisabım
Tefsir-i Sülemî
Tefsir-i İbn-i Arabi
Tefsir-i Alusi[91]
1 - T e n z i h ü' 1 -Kur'an anil-Me-taİn
2- Emali eş-Şerif
3- el-Kessaf
4- Miratü'I-Envar ve Mişkatü'1-Es-rar
5- Tefsîrü'i-Askeri
6- Mecmaü'l-Be-
7- es-Safi fi Tefsiri 1 Kur'an
8-Tefsir ü'l-Kur'an
9- Be\ranü's-Sa-adeti
Abdülcebbar b. Ahmed e İ - H c m e d a n î i'Mutezili)
Ali b.Ahmed ei-Hü-seyn el-Murtaza (Mu-te/.ili i
Mahmud b.Ömer ez-Zemahşeri (Mııtezili)
Abdüllatif el-Kazranî (Sii)
Hdsan b.Ali Hadi (Şii)
Fazıl b.Hasan et-Ta-bersî (Şii)
Muhammed b. Şah Murraza el-Kasi (Şii)
Abduiîah b. Muhammed el-Alevî (Şii)
Sultan Muhammed b.Haydar el-Horasanî (Şii) '
H.4I5
H.436
H.537
Ö i ü m tarihi bilinmiyor
H.26Ü
H.548
H.1090
H.1242
H.Î315
Tefsir-i Heme-dani
Tefsir-i Murtaza
Tefsir-i Zenuh-şerî
Tefsir-i Miskat
Tefsin Askeri
Tefsir-i Tabersî
Tefsir-i Kâsi
Tefsir-i Alevi
Tefsir-i Horasa-ni[92]
1- Muhammed Reşid Rıza, Tefsirü'l-Kur'ani’l-Kerim (Tefsir-i Menar)
2- Ahmed Mustafa el-Meraği, Tefsirü'l-Meraği (Tefsir-i Meraği)
3- Cemalüddin el-Kasımi, Mahasinü't-Te'vil (Tefsir-i Kasımi)
4- Şehid Seyyid Kutub, Fi zilali'l-Kur'an (Tefsir-i Zilal)
5- Muhammed Mahmud el-Hicazî, et-Tefsirü'l-Vadıh (et-Tefsirü'l-Vadıh)
6- Tefsirü'l-Cevahir, Tantavi Cevherî (Tefsir-i Cevahir)
7- Şeyh Abdülcelil İsa Muhammed , Teysuru't-Tefsir (Tefsir-i İsa)
8- Ferid Vecdî, el-Mushafu'l-Müfesser (Tefsir-i Vecdî)
9- Ebu Zeyd ed-Demenhurî, el-Hidayetü ve'l-İrfan (Tefsir-i Demenhuri)
10- Hüseyin Mahluf, Saffetü'l-Beyan (Tefsiri Mahluf)
11- Sıddık Hasan Han, Fethü'l-Beyan (Tefsir-i Hasan Han)
Buraya kadar zikredilen tefsirlerden başka daha pek çok tefsirler vardır, fakat biz onları uzama korkusundan dolayı zikretmedik. Doğru yola muvaffak kılan ve ileten sadece Allah Teala'dır.
Kur’an surelerinin fazileti hakkında uydurulmuş hadislere dair açıklama [93]
Kesin olarak bilinmektedir ki, Kur'an Arap diliyle indirilmiştir, çünkü Kur'an Arapça bir kitaptır. Kur'an Arap ümmetine hayatları için bir yol olsun, toplumları için bir kanun olsun, kendisinden ibret alsınlar, içinde bulunanları düşünsünler diye açık Arapça bir dil İİe İndirilmiştir. Nitekim Teala Hazretleri: "Bu Kur'an, hayır re bereketi çok bir kitaptır. Onu sana ayetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri ibret alsınlar, diye indirdik" (Sa'd Suresi: 29} buyurmuştur. Kur'an'ın birçok ayetleri, Kur'an'm nazmında, lafzında, üslûbunda, terkibinde Arapça olduğunu ve kelimelerinde, cümlelerinde üslubunda ve hitabında Arapların metod ve kaidelerine muhalif hiçbir şeyin bulunmadığını açıklamıştır, işte bu ayeti kerîmeler Kur'an'ın apaçık Arapça olduğunu beyan etmektedir:
1-"Onu RuhiVl-Emin, uyarıcılardan olasın diye senin kalbine açık Arapça bir dil ile indirmiştir." (Şuanı Suresi: 193-194-195)
2-"(Öyle bir kitap kİJ ayetleri Arapça bir Kur'an olmak üzere anlayacak bir kavme açıklanmıştır." (Fussilet Suresi: 3)
3-"Biz onu anlayasınız diye, Arapça bir Kur'an olarak indirdik." (Yusuf Suresi: 2)
4- "(Onu) pürüzsüz ve dosdoğru Arapça bir Kur'an olarak indirdik, umulur ki korunurlar." (Zümer Suresi: 28)
Alimler Kur'an'm Arapça olduğunda ittifak etmişlerdir, fakat onlar Kur'an'da Arapça olmayan lafızların (kelimelerin) bulunup bulunmadığı konusunda İhtilaf edip birbirinden farklı ikİ görüş ileri sürmüşlerdir.
a) Birinci görüş, cumhurun görüşüdür. Bunların başında el-Ka-dı Ebu Bekir b. et-Tayyib, müfessirîerin şeyhi Ibn-i Cerir et-Taberî, el-Bakıllanî ve diğer büyük alimler bulunmaktadır. Bunlar: "Kur'an'ın hepsi Arapçadır. Kur'an'da Arapça olmayan lafızlar ve kelimeler yoktur, Kur'an'da bulunup başka dillerden olduğu iddia edilen kelimelere gelince, bu kelimeler, başka dillerde de bulunup bu kelimeleri Araplar, iranlılar, Habeşliler ve diğer milletler ortak olarak kullanmışlardır" demişlerdir.
b)ikinci görüş, alimlerden bir grubun görüşüdür. Buniar da: "Kur'an'da Arapça olmayan bazi kelimeler vardır, bu kelimeler az oldukları için Kur'an'ı açık bir Arapça olmaktan çıkarmaz. Mesela, Kandil yuvası mânâsına olan "el-Mişkat" kelimesi, bir şeyi katlamak mânâsına olan "el-Kifl" kelimesi, arslan mânâsına olan "Kas-veretin" keİimesi, bu kelimelerin hepsi Habeşcedir, Arapça değildir. Terazi mânâsına olan "el-Kıstas" kelimesi Rumcadır. Taş ve çamur mânâsına olan "Sicci!" kelimesi Farsça'dır. Soğuk kokmuş mânâsına olan "el-Gassak" kelimesi Türkçedir. Deniz manasına olan "el-Yemm" kelimesi ile dağ manasına olan "et-Tur" kelimesi Sürya-nicedir" demişlerdir.
Ibn-i Atiyye: "Gerçek şudur ki, bu kelimeler asılda Arapça değildir, fakat Araplar bu kelimeleri kullanmışlar ve Arapçalaştırmalardır. Bu kelimeler bu yönden Arapça olmuştur. Araplar dilleri başka olan komşularıyla karışmışlar, onlardan Arapça olmayan kelimeleri almışlar, bu kelimeleri şiirlerinde ve konuşmalarında kullanmışlar, sonunda bu kelimeler fasih Arabçanm akıcılığını kazanmışlardır. Buna göre Kur'an bu keiimeierİ kullanmıştır" demiştir. [94]
Cumhur Kur'an'ın Arapça olduğunu isbat eden bazı delillerle istidlal ettiler ve: "Kur'an'da Arapça olmayan kelimeler yoktur, ancak Kur'an'da israil, Cibril, Imran, Nuh, Lut gibi dilleri Arapça olmayanların özel isimleri vardır" demişler ve şunları delil göstermişlerdir:
1-Yukarıda geçen Kur'an ayetleri, Kur'an'ın hepsinin lafzında, üslûbunda, nazmında ve terkibinde Arapça olduğunu isbat etmişlerdir. Allah Az/e ve Celle Kur'an'm Arapça olduğunu haber vererek: "Arapça biı Kur'an olarak indirdik" (Yusuf Suresi: 2) buyurmuştur. Bu İahz birçok ayetlerde tekrarlanmıştır. Bilindiği gibİ "Kur'an" kelimesi genel olup, surelerin, ayetlerin, lafızların, kelimelerin hepsini içine almaktadır.
2-Kur'an kendisini anlasınlar ona akıl erdirsinier, mânâlarını düşünsünler diye Arap diliyle indirilmiştir. Çünkü Allah Teala'nın bir kavme bilmedikleri bir dil ile hitab etmesi mümkün değildir. Nitekim ayetler Kur'an'm ibret alsınlar ve amel etsinler diye Arap diliyle indirilmiş olduğunu apaçık beyan etmektedir: "Biz onu anla-yasinız diye Arapça bir Kur'an olarak indirdik" (Yusuf Suresi: 2) ve: "(Öy/tf bir ki t ab ki) ayetleri Arapça bir Kur'an olmak üzere anlayacak bir kavme açıklanmıştır." (Fussilet Suresi: 3) Bu ayetler Kur'an'da Arapça olmayan kelimelerin bulunmadığını bildirmektedir.
3-Allah Teala, müşrikler Hazreti Muhammed [s.a.v.) bu Kur'an'ı kitap ehlinden biri olan "Cebr-i Rumi"den almaktadır diye iddia ettikleri vakit onları reddederek iki dilin ayrı olmasıyla onların aleyhine delil getirerek: "Yemin olsun ki, biz onların "Kur'an'ı ona 'mutlaka bir insan öğretiyor" dediklerini biliyoruz. Kasa'ettikleri kimsenin dili yabanıldır. Bu Kur'an ise gayet açık Arapçadır. (Onu bir yabancı nasıl öğretebilir?" (Nahi Suresi: 103) buyurmuştur. Kur'an Arapçadır. Kur'an'ı Hazreti Muhammed (s.a.v.)'e öğretiyor diye iddia ettikleri kimsenin dili Arapça değildir, iki dilin arasında büyük fark vardır, buna göre bir yabancı Hazreti Muhammed {.s.a.v.)'e Kur'an'r nasıl öğretebilir?
4- Eğer Kur'an'da Arapça dilinden olmayaH birşey olsaydı veya Araplar anlayamasaiardı veya Arabça olmayan kelimeler bulunsaydı, müşrikler Kur'an Arapça değildir diye itirazlarını açıklarlar ve Rasulullah fs.a.v.Vin "Kur'an Arapça'dır" demesinin de dogra olmadığına dair Kur'an'ı delil gösterirlerdi. Nitekim Teala Hazretleri: "Ever biz Kur'an'ı yabancı (bir âliden) Kur'an yapsaydık, mutkika, "Ayetleri açıklama idi ya!" diyeceklerdi. Arap (peygamberVa yetoana (dil) öyle mi? De ki: "O, iman edenlere bir hidayet ve şifadır, îman et-miyenlerin ise kulaklarında bir ağırlık vardır. O (Kur'an) onlara karsı körlüktür. Onlar, (sanki) uzak bir yerden çağrhlmaktadır. (Yani uzaktan kavkı nlan gibi işitmez, anlamazlar)" (Fussilet Suresi: 44) buyurmuştur.
5- Kur'an'da bulunup başka dillere ait olduğu söylenen kelimelere gelince bu kelimeler başka dillerde de bulunmaktadır. Yani bu kelimeleri Araplar, İranlılar, Acemler ve diğer milletler kendi dillerinde kullanıyorlar. O halde bu kelimelerin Arapça olmadığı söylenemez. Bu kelimeleri Araplar kullandıkları vakit Arapça olurlar bu kelimeleri diğer milletler kullandıkları vakit bu kelimeleri Arapça olmaktan çıkaramazlar. [95]
Doğru oîan görüş, Taberİ'nin ve cumhur-u ulemanın görüşüdür ki, Kur'an'm hepsi Arapçadır. Buna şahitlik eden pek çok ayet vardır. Alimler kuvvetli ve susturucu hüccetleri, Kur'an'da Arapça atmayan kelimelerin bulunmadığına dair delil göstermişlerdir.
Allame Kurtubi cumhurun görüşünü desteklemiş ve ikinci görüşü reddetmiştir. Kurtubi -iki görüşü zikrettikten sonra- demiştir ki, birinci görüş daha doğrudur, çünkü Araplar Kur'an'da Arapça olmadığı söylenen kelimeleri ya kullanmışlardır veya kullanmamışlardır. Eğer kullanmışlar ise bu kelimeler kendi dillerindendir, başka milletlerde bu kelimeleri kendi dillerinde kullanmış olabilirler. Eğer Araplar bu kelimeleri kullanmamışlar ve bu kelimeleri tanıımı-yorlarsa Allah Teala'nm onlara bilmedikleri kelimelerle hitabetmesi mümkün değildir. Bu takdirde Kur'an Arapça olmaz, peygamber de kavmine kendilerinin diliyle konuşmamış olurdu. [96]
Kur'an'm tercüme edilmesinin mânâsı, Kur'aıûn Arapça olmayan dillere çevrilmesi ve bu çevirinin birçok nüshalara basılması dır. Ta kİ, Arapçayi bilmeyenler Kur'an'm mânâsını bilsinler ve Allah Azze ve Celie'nin bu şanlı kitabı t'Kur'an'ı) ile insanlardan neler istediğini bu tercüme (çeviri) vasıtasıyla anlasınlar. [97]
Kur'an'ın tercüme edilmesi İki kısma ayrılır:
Birincisi, harfi tercümedir.
İkincisi, tefsiri tercümedir.
Birinci kiMm olan, harfi tercümeden murad, Kur'an'ı lafızlany-la kelimeleriyle, cümleleriyle, terkibiyle İngilizceye veya Aİnıancaya \peya Fransızcaya aslına tanı uygun olarak çevirmektir. Böyle bir tercümeye "İngilizce Kur'an" veya "Almanca Kur'an" veya "Fransızca Kur'an..." denilir. Bu harfi tercüme, Kur'an kelimelerin yerine aynı mânâda ve dengi olan İngilizce veya Almanca veya Fransızca kelimeleri koymaktır, insanlardan bazıları bu tercümeye "lafzı ter-cüme"de derler.
Ikîncİ kısım olan tefsiri tercüme ise bir kimsenin Kur'an'ın lafızlarına bağlı kalmayarak ayeti kerîmelerin mânâlarını tercüme etmesidir. Çünkü bu kimsenin maksadı Kur'an'ın mânâsıdır. Bu yüzden bu kimse Kur'an'ı bir takım ifadelerle tercüme eder, fakat bu ifadelerle Kur'an'ın kelimelerine ve terkiplerine bağh kalmaz. Bu kimse tercüme etmek istediği asıl olan Kur'an'ı okur, onun mânâsını iyice anlar, sonra bu anladığı mânâyı başka dilde de aynı şekilde anlatacak bir kalıba döker. Başka dile tercüme edilen bu mânâ, Kur'an'ın sahibi olan Allah Teala'nın muradına uygun olur. Bu kimse, Kur'an'ın kelimelerinden her kelimenin veya lafızlarından her lafzın üzerinde -durup inceden inceye araştırarak her kelimeyi tercüme etmek için kendini zorlamaz ve umumî bir mânâ verir. Bu nevi tercümeye "Tefsiri Tercüme" veva "Manen Tercüme" denir. [98]
Tercüme için, gerek harfi tercüme olsun, gerekse tefsiri tercüme olsun bir takım şartların bulunması lazımdır. Bu şartlan şöyle özetleyebiliriz:
1-Tercüme yapacak kimsenin her iki dili yani aslın dilini ve tercüme dilini çok iyi bilmesi lazımdır.
2-Tercüme yapmak isteyen kimsenin her iki dilin üslûplarım, özelliklerini tam olarak kavraması lazımdır.
3-Tercüme kelimelerinden her birinin, aslın kelimelerinden her birinin mânâsının yerine geçebilecek şekilde doğru olması lazımdır.
4-Tercümenin aslın bütün mânâlarını ve maksatlarını tam olarak kapsaması, lazımdır. Nitekim harfi tercüme İçin bu şartlar üzerine İki şart daha ziyade kılınmıştır.
Birinci şart: Tercüme dilindeki kelimeler, aslın dilindeki kelimelere tam eşit olarak bulunmalıdır.
İkinci şart: Asıl İle tercüme dili, telif ve terkip için cümleleri birbirine bağlayan bağlaçlarda ve gizli zamirlerde birbirine benzemelidir. [99]
Yukarıda geçtiği üzere tercümenin harfi tercüme ve tefsiri tercüme kısımlarına ayrılmasının, bunlardan her birinin mânâsının bilinmesinin tercüme yapmak için gerekli şartların bulunmasının ışığı altında anlaşılmıştır ki, harfi tercüme caiz ve sahih değildir. Harfi tercüme şu zikredilecek sebeplerden dolayı caiz ve sahih değildir.
1-Çünkü Kur'an-ı Kerim'in Arapça olmayan harflerle yazılması caiz değildir. Ta ki, bozmak ve değiştirmek meydana gelmesin.
2-Arapça olmayan dillerde Arabça lafızların yerine geçecek lafızlar, kelimeler ve zamirler bulunmamaktadır.
3-Mânâyı sırf lafızlara göre vermek (mecaz, temsil, kinaye ve istiare gibi sanatiara bakmamak) mânâyı bozar, tabir ve nazma zarar verir.Bu konuyu açıklığa kavuşturmak için bazı misaller verelim: "Elini boynuna bağlayıp cimri kesilme, onu büsbütün de açıp israf etme ki, sonra kınanmış pişman olarak oturup kalırsın" (Isra Suresi:29) mânâsındaki bu ayeti harfi tercüme edecek olursak ayetin tercümesi: "Elini boynuna bağlama ve elini son derece uzatma, sonra kınanmış pişman olarak oturup kalırsın" şeklinde olur ki, bu mânâ fasittir, Kur'an-i Kerim bu mânâyı kasdetmemiştir. Hatta halk yapılan bu tercümeyi kabul etmez ve: "Alrah Teala ^elimizi boynumuza bağlamamızı ve elimizi son derece uzatmamızı niçin yasaklıyor?" der. Kur'an'da bu ifade israfın veya cimriliğin sonunu açıklamak için "temsil babı' ndan olarak gelmiştir. Bu mânâ, mânâların en üstünlerindendîr ki, bu mânâyı ancak Arapların konuşma üsluplarının en mükemmel üslûbunu anlayanlar kavrar. Yİne: "Onlara acıyarak üzerlerine tei'azu kanatlarını indir" (Isra Suresi: 24) mânâsındaki bu ayetin, harfi tercüme yapılması mümkün olmaz. Çünkü bu ayette "lstiare-i mekniyye" (bir teşbihden müşeb-. behün bin "kendine benzetilen" kaldırılarak yalnız müşebbeh "benzeyen"in söylenmesiyle meydana gelen istiare) denilen belagat nevilerinden özel bir nevi bulunmaktadır. Bu belagat türü Arapça olmayan dillerde bulunmaz. Yine: "îman edenlere Rableri katında kadem-i sıdk (sadık şefaatçi), bulunduğunu müjdele" (Yunus Suresi: 2) mânâsındaki bu ayetin harfi tercüme suretiyle tercüme edilmesi mümkün değildir. Yine; "Bizim nezaretimizle gemi akar giderdi" (Kamer Suresi: 14) mânâsındaki bu ayetin harfi tercüme yapılması, mümkün değildir. Yine: "Onlar sizin için bir elbise, siz de onlar için bir elbise (gibi)siniz." (Bakara Suresi: 187) mânâsındaki bu ayetin harfi tercüme yapılması mümkün değildir. Şayet bu ayet harfi tercüme yapılacak olsa mânâ tamamıyle bozulur ve saçma sapan sözlerden olur. îşte Kur'an-ı Kerim'de bunlara benzer pek çok ayeti kerîme vardır ki, bunların harfi tercüme yapılması mümkün değildir. [100]
Kur'an'ın mânâsının tercüme edilmesi, yukarıda geçen şartlarla caizdir. Bu tercümeye "Kur'an denilmez, Kur'an'ın tefsiri denilir. Bunun sebebi, Allah Teala bizden gerek namazda, gerekse namaz dışında Kur'an lafızlarım okuyarak İbadet etmemizi istedi, fakat 'Kur'an'dan başka hiçbir sözle ibadet etmemizi istemedi.
Rasulullah (s.a.v.)'in sözlerini mânâlanyla rivayet etmek caizdir. Mesela: Resulüllah (s.a.v.): "Bu mânâda şöyle şöyle buyurdu" denilir. Fakat Kur'an'ı manâsıyla rivayet etmek caiz değildir. Mesela: Allah Teala: "Bu mânâda şöyle şöyle buyurdu" denilmesi kesin olarak sahih değildir. Bilakis Kur'an-ı Kerim'in ayetlerini hem harfleriyle, hem de lafızlanyla okumak şarttır. Çünkü Kur'an-ı Kerim Allah Teala tarafından vahyedilmiştir. Kur'an-ı Kerim hem lafzıyla ve hem de manâsıyla mu'cizdir. (Benzerini getirmek imkansızdır) Hakikatte tercüme, Kur'an'ın tercümesi değildir, ancak Kur'an'ın mânâlarını veya Kur'an'm tefsirini tercümedir. Allah Teala bütün insanlara ve cinlere kendileri için hidayet, doğru yolu gösterme ve saadet kaynağı olsun diye şanlı kitabını (Kur'an'ını) indirdi. Arapça bilmeyen milletlere Kur'an'ın mânâlarını tercüme etmemiz için hiçbir engel yoktur. Ta ki, o milletler bu şanlı Kur'an'ın nuruyla aydınlansınlar, onun gösterdiği doğru yoldan gitsinler vazından, nasİhatından, irşadından istifade etsinler, zaten bunlar şüphesiz Kur'an'ın hedeflerinden ve maksatlarındandır. Nitekim Teala Hazretleri: "Gerçekten bu Kur'an, insanları en doğru yola götürür ve yararlı işler yapan mü'minlere, kendileri için büyük bir mükafat olduğunu müjdeler" (Isra Suresi: 9) buyurmuştur. Kur'an'ın bu maksatla tercüme edilmesine alimler cevaz vermişlerdir. Hatta Allah Teala'nın davetini insanlara tebliğ etmek ve Kur'an'ın gösterdiği doğru yolu onlara bildirmek için Kur'an'ı tercüme etmek Müslümanlar üzerine vacibtir. Tercüme olmaksızın, insanların bu şeriatın büyüklüğünü, bu dinin güzelliğini ve bu Kur'an'ın harikulade ilahî bir kitap olduğunu kavramaları mümkün olmaz. Allah Teala hakkı söyler ve doğru yola ileten O'dur. [101]
Allah Teala İnsanları yaratınca onlardan herbiri için bir şeriat ve bir yo i tayin etmiştir. Arapların yaratılışlarından kazandıkları ve bazılarını da komşularından aldıkları çeşitli lehçeleri vardır. Birçok sebeplerden dolayı Kureyş dili (diğer kabilelerin lehçelerinden) üstün.ve yaygındır. Bu sebeplerden bazıları şunlardır: KureyşIİler ticaretle uğraşıyorlar, Beytullah'ın çevresinde oturuyorlar, Beytullah'a hizmet ediyorlar, fakir olan hacılara bakıyorlar, beğendikleri bazı lehçeleri ve kelimeleri başkalarından alıyorlardı. Ahkemü'l-Hakimin olan Allah Teala'nın Kur'an-ı Ke-rim'i bütün Arapların anlayacağı bir dil ile indirmesi tabiidir. Allah Teala bütün Arapların Kur'an'ı anlamalarını kolaylaştırmak ve fesahat erbabına bir surenin veya bir ayetin benzerini getirmeleri için meydan okuyarak Kur'an'ın nuıci/ olmasını isbat etmek, kıraatini, anlaşılmasını ve ezberlenmesini kolaylaştırmak için Kur'an'ı kendi dilleriyle İndirmiştir. Nitekim Teala Hazretleri: "Biz onu (Kur'an'ı) anlayastnız diye Arapça bir Kur'atı olarak indirdik" (Yusuf'Suresi: 2) ' buyurmuştur. [102]
1- Buhari İle Müslim Sahihlerinde ibn-i Abbas (r.a.Vdan rivayet etmişlerdir. İbn-i Abbas (r.a.} demiştir ki: ResuluUah (s.a.v.}; "Cibril Aleyhisselam bana Kur'an'ı bir hart üzere okuttu, sonra ben kendiline müracaat ettim. Ben ziyade etmesini istemekte, o da, bana ziyade etmekte devam ede ede nihayet yedi harfte karar kıldı" buyurmuştur. Muslini şunu ziyade etmiştir: lbn-İ Şihab demiştir ki: "Bana ulaştığına göre, bu yedi hart' yalnız bir olan şeye mahsur olup, helal ve haram hususunda değişmezmiş."
2- Buhari !le Müslim rivayet etmişlerdir. -Lafız Buharî'nindir-Ömer b. el-Hattab (r.a.) demiştir ki: Ben Hişam b. Hakim b. Hi-zam'ı Furkan suresini ResuluUah < s.a.v. Vin hayatında okurken işit- ' tini. Onun kıraatim dinledim. Bir de ne göreyim. O, bu sureyi bir çok harfler üzere okuyor. ResuluUah (s.a.v.) bu sureyi bana bu şekilde okutmamıştı. Nerdeyse (kızgınlığımdan) namazda üzerine atılacaktım. Onu selam verinceye kadar bekledim. Sonra cübbesi-nın yakasını tutup: "Bu sureyi sana kim okuttu?" diye sordum. O da: "Bu sureyi bana ResuluUah ı's.a.v.) okuttu" diye cevap verdi. Ben de ona: "Yalan söylüyorsun. Vallahi seni okurken dinlediğim bu sureyi bana ResuluUah (s.a.v.) okuttu'1 dedim. Ve onun yakasından tutarak ResuluUah (s.a.v.)'e götürdüm ve: "Ya ResuluUah (s.a.v.] ben, şunun Furkan suresini bana okutmadığın harflerle okuduğunu işittim, halbuki Furkan suresini bana siz okutmuştunuz" dedim. Bunun üzerine ResuluUah (s.a.v.) bana: "Onun yakasını bırak" buyurdu. Ona da: "Ey Hişam! Oku" diye emretti. O da kendisinden işittiğim şekilde okudu. ResuluUah (s.a.v.): "Bu sure böyle indirildi" buyurdu. Sonra ResuluUah (s.a.v.): "Bu Kur'an yedi hart üzere indirildi. Bunlardan hangisi kolayınıza gelirse onu okuyunuz" buyurdu. Bazı rivayetlerde Rasulullah (s.a.v.) Hazreti Ömer (r.a.Vin okuyuşunu da dinledi ve: "Bu sure böyle de indirildi" buyurdu.
3- Müslim, Übeyy b. Ka'b (r.a.)'dan senediyle rivayet etmiştir.
Übeyy b. Ka'b (r.a.) demiştir ki: Ben mescitte idim. Bir adam içeri-ve girip namaza durdu ve tanımadığım bir kıraatla okudu. Sonra başka biri girdi. O da arkadaşının okuduğundan başka bir kıraatla okudu. Namazı bitirdiğimiz vakit hep birden Rasulullah (s.a.v.)'in yanına girdik. Ben: "Bu zat (namazda) benîm tanımadığım bir kıraatla okudu. Sonra diğeri girdi. O da arkadaşının okuduğundan başka bîr kıraatla okudu" dedim. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) onlara okumalarını emretti, onlar da okudular. Rasulullah (s.a.v.) onların ikisinin de okuyuşlarını beğendi. Bunun üzerine içime Rasulullah (s.a.v.)'i yalanlamak geldi ki, böylesi cahiliyyet devrinde bile aklıma esmemiştİr. Rasulullah (s.a.v.) beni kaplayan bu hali görünce göğsüme vurdu. Bunun üzerine benden bir ter boşandı. Sanki korkudan Allah Azze ve Celle'yi görüyor gibi idim. Rasulullah (s.a.v.), bana: "Ey Übeyy! Bana Kur'an'i harf üzere oku diye (Cibril) gönderildi. Ben "(Ya Rabbi!) Ümmetime kolaylık kıl" diye Allah'a müracaatta bulundum. İkinci defa bana: "Kur'an'ı iki harf üzere oku" diye gönderildi. Ben de: "Ya Rabbi! Ümmetime kolay-laştır'' diye müracaatta bulundum. Üçüncü defa bana: "Onu yedi harf üzere oku! Hem sana verdiğim her cevapla birlikte benden isteyeceğin bir isteğin de verilecektir" buyurdu. Bunun üzerine ben: "Ya Rabbİ! Ümmetimi aff ve mağfiret et! Ya Rabbİ ümmetimi af ve mağfiret et! dedim. Üçüncü isteğimi de bütün mahlukâtın hatta ibrahim Aleyhisselam'm benden dileyecekleri güne bıraktım" buyurdular. Kurtubî demiştir ki: Bu hatır (Übeyy b. Ka'b'ın İçine düşen şeye işaret ederek) ashab-ı kiramın Rasulullah (s.a.v.)'e sordukları şey kabilindendir. Ashab-ı kiram: "Ya Resuiullah! Biz içimizde hiçbirimizin ağzına almayacağı şeyleri buluyoruz yani, içimize küfür kelimeleri geliyor" dediler. Rasulullah: "Siz bunları içinizde buluyor musunuz?" buyurdu. Onlar da: "Evet" dediler. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.): "Bu, sırf imandandır" buyurdu.
4- Hafız Ebu Ya'Ia "Müsned'i Kebir'\x\de rivayet etmiştir ki: Hazreti Osman (r.a.) bir gün minberde hutbe okurken: "Allah'a yemin ediyorum. Resukıllah (s.a.v.)'in "Kur'an-ı Kerim yedi harf üzere indirilmiştir, bunların hepsi safidir, kâfidir" buyurmuş olduğunu işiten kimse muhakkak ayağa kalksın" dedi. Bunun üzerine sayılamayacak kadar kimseler ayağa kalkarak Resukıllah (s.a.v.Vin "Kur'an-ı Kerim yedi harf üzere indirilmiştir. Bunların hepsi safidir, kâfidir" buyurmuş olduğuna şahitlik ederiz dediler. Hazreti Osman (v.a.) da: "Ben de sizinle beraber şahitlik ederim" dedi.
5- Müslim, Übeyy b. Ka'b (r.a.)'dan senediyle rivayet etmiştir ki: "Rasulullah (s.a.v.) Beni Gifar'ın gölcüğünün yanında bulunuyordu. Derken Cibril Aleyhisselam ona gelerek: "Gerçekten Allah ümmetinin Kur'aıVı bir harf üzere okumasını sana emrediyor!11 dedi. Rasulullah (s.a.v.): "Ben, Allah'ın affını ve mağfiretini dilerim, benim ümmetimin buna gücü yetmez" dedi. Sonra Cibril Aleyhisselam O'na ikinci defa gelerek; "Allah, ümmetinin Kur'an'ı iki harf üzerine okumasını sana emrediyor" buyurdu. Rasulullah (s.a.v.) tekrar: "'Allah'ın affını ve mağfiretini dilerim! Çünkü benim ümmetimin buna gücü yetmez." dedi. Sonra O'na üçüncü defa gelerek yine: "Allah Teala ümmetinin Kur'an'ı üç harf üzere okumasını sana emrediyor" dedi. Rasulullah (s.a.v.): "Ah lah'm affını ve mağfiretini dilerim. Çünkü benim ümmetimin buna gücü yetmez" dedi. Sonra O'na dördüncü defa gelerek: "Gerçekten Allah ümmetinin yedi harf üzere Kur'an okumasını sana emrediyor, onu hangi harf üzere okurlarsa doğruyu bulmuş olacaklardır" buyurdular
6- Tirmİzî, Übeyy b. Ka'b (r.a.Vdan rivayet etmiştir. Übeyy b. Ka'b demiştir ki: ''Rasulullah (s.a.v.) Cibril ile Merve taşlarının yanında buluştu ve ona: "Ey Cibril ben okuma yazma bilmeyen bir ümmete gönderildim. Bunlar arasında yaşlı erkekler, yaşlı kadınlar ve gençler vardır" dedi. Bunun üzerine Cibril Aleyhisselam: "Onlara emret, onlar Kur'an'ı yedi harf üzere okusunlar" dedi. Tirmizî: "Bu hadis hasendir, sahilidir" demiştir. Diğer bir rivayette şu ziyade vardır: "Her kim bu yedi harften biriyle Kur'an'ı okursa doğru okumuş olur." Huz.eyfe (r.a.)'nin rivayet ettiği lafız şöyledir: Rasulullah (s.a.v.): "Ey Cebrail! Ben okuma yazma bilmeyen bir ümmete gönderildim, onlar arasında erkek, kadın, erkek çocuğu kız çocuğu, hiçbir zaman kitap okumamış yaşlı erkekler vardır" dedi. O da: "Kur'an yedi harf üzere indirilmiştir" dedi.
7- İmam Ahmed, Amr b. el-As'ın kölesi Ebu Kays'ın Amr b. el-As(r.a.)'dan rivayetini senediyle tahrİc etmiştir. Amr şöyle demiş: Bİr adam Kur'an'dan bir ayeti kerîme okudu. Ben ona: "Bu ayet şöyle şöyle okunur" dedim. Sonra bunu Rasulullah (s.a.v.)'e anlattım. Bunun üzerine Rasulullah: "Bu Kur'an yedi harf üzere indirilmiştir. Onu hangi harfle okursanız doğru okumuş olursunuz. Bundan dolayı (kıraat konusunda) birbirinizle münakaşa etmeyiniz" buyurmuştur.
8- Taberî ile Taberanî Zeyd b. Erkam (r.a.)'dan rivayet etmişlerdir. Zeyd b. Erkam (r.a.) demiştir ki: Bir adam Rasulullah (s.a.v )'e gelerek: "İbn-i Mes'ud bana bir sure okuttu. Aynı sureyi bana Zeyd b. Sabit de okuttu. Aynı sureyi bana Übeyy b. Ka'b da okuttu. Fakat kıraatİarı birbirine uymuyor, hangisinin kıraatini alayım?" dedi. Rasulullah (s.a.v.) sukut ettiler. Yanında Hazreti Ali (r.a.) bulunuyordu. Hazreti Aİİ (r.a.) ona: "Sizden her biriniz öğretildiği gibi okusun, bu kıraatlardan her biri doğrudur, güzeldir" dediler.
9- îbn-i Cerir et-Taberî, Ebu Hüreyre'den rivayet etmiştir. Ebu Hüreyre (r.a.) demiştir ki: Rasulullah (s.a.v.): Şüphe yok ki, Kur'an yedi harf üzere indirilmiştir. Bundan dolayı (bu yedi harften hangisiyle) okursanız güçlük yoktur. Fakat rahmet zikredilen (ayetleri) azab (ayetleriyle) ve azab zikredilen (ayetleri) rahmet (ayetleriyle) bitirmeyin" buyurdu. [103]
1- Yukarıda geçtiği üzere Rasulullah (s.a.v.)'İn: "Bana Kur'an'ı bir harf üzere oku diye (Cibril) gönderildi. Ben (Ya Rabbi!) ümmetime kolayîaştır diye müracaatta bulundum", "Çünkü benini ümmetimin buna gücü yetme/." diye Allah'a niyazda bulunduğu hadisi şeriflerinden anlaşılmıştır ki, Kur'an'ın yedi harf üzere İndirilmesi islâm ümmetine, özellikle kendi dilleriyle inmiş olan Arap ümmetine kolaylaştırmak içindir. Arap ümmetinin asıl dilleri Arapça olmasına rağmen çeşitli lehçeleri bulunuyordu. [104]
Kur'an-ı Kerim'in yedi harf üzere inmiş olmasının sebebine gelince, bu ümmete hafiflik, kolaylık, ehvenlik murad etmek, bu ümmete şeref, genişlik ve rahmet bahşetmek özellikle bu ümmeti üstün kılmak, bu ümmetin peygamberi, mahîukatın en faziletlisi, Hakk'm, Habİbİniıı dileğini kabul etmek içindir. Şöyie ki; Cibril Aleyhisselam Resuîullah (s.a.v.)'e gelerek: "Gerçekten Aliah ümmetinin Kur'an'ı bir harf üzere okumasını sana emrediyor" deyince Resuluilah i s.a.v.): "Ben Allah'ın affını ve mağfiretini dilerim. Benim ümmetimin buna gücü yetmez" dedi ve Resuîullah (s.a.v.) Allah Teaîa'dan Kur'an'ın bir harf den daha fazla harflerle okunmasını dÜedi ve bu dileğini tekrar ede ede nihayet yedi harfte karar kıldı. Sonra Cezerî şöyle devam etmiştir: Sabit olduğu gibi Kur'an yedi kapıdan yedi harf üzere inmiştir. Kur'an'dan önceki kitap (lar) ise bir kapıdan bir harf üzere inmiştir. Bunun sebebi diğer peygamberler kendi kavimlerine gönderilmişlerdi. Resuîullah (s.a.v.) ise beyaz, siyah, Arap ve Arap olmayan bütün milletlere gönderilmişti. Kur'an kendi dilleriyle gönderilen Arapların lügatlan değişik ve dilleri arasında farklılık vardı. Onlardan birine kendi lügatından diğerinin lügatma veya kendi lehçesinden diğerinin lehçesine geçmesi zor idi, hatta onlardan bir kısmının buna gücü yetmez ve öğrenemezdi. Nitekim hadisi şeriflerde işaret edildiği gibi onların arasında kitap okumasını bilmeyen ihtiyar erkekler ve kadınlar bulunuyordu. Eğer onlardan dillerini bırakmaları ve başka lisana geçmeleri istenseydi bu, altından kalkılmaz bir yük olacaktı ve kendilerinden tabiatlarının kabul etmediği şey istenmiş olacaktı." ?- islam ümmeti bir dil üzerinde toplandı, bu dil İslâm ümmetlerinin arasını birleştirdi. Bu dil hac mevsimlerinde ve diğer zamanlarda Mekke'ye gidip gelen Arap kabilelerinin dillerinden seçilmiş olanların çoğunu kapsayan Kureyş dili idi. Bundan dolayı Kur'an Kureyşlilerin diline girmiş olan Arab kabilelerinin lügat-larından dilediğini seçmiş olarak yedi harf üzere İnmiştir. Bu, İlahî, vüce bir hikmettir. Çünkü genel olan lisan birliği bir ümmetin birleşmesinde ve özellikle bir ümmetin kalkınmasında ve ilerlemesinde en mühim sebeplerdendir. [105]
"el-Ahruf" kelimesi, Uel-Harf" kelimesinin çoğuludur. Harfin iügatta, birçok mânâları vardır. Kamus sahibi demiştir ki: "Harf, herşeyin ucuna kenarına, sivri ve keskin kıyısına, dağın en yüksek sivrilnıİş tepesine, hece harflerinden herbirine denir. Nitekim Teala Hazretleri: 'İnsanlardan kimi de. kıyıdan kıyıya ibadet eder" (Hacc Suresi: i 1) buyurmaktadır. Yani o kimseler Allah'a bollukta ibadet ederler, darlıkta etmezler veya şüphe İçinde İbadet ederler veya tam inanmıyarak ibadet ederler. "Kur'an yedi harf üzere inmiştir" yani, Arap lügatlarından yedi lügat üzere inmiştir. Bunun mânâsı "Her kelimede yedi veya on veya daha çok vecih bulunur" demek değildir. Lakin bunun mânâsı bu yedi lügat Kur'an'da dağınık olarak bulunmaktadır."
Yukarıda geçen İfadelerde görüldüğü üzere "harf müşterek lafız (birçok mânâlar arasında ortak olan kelime) kabilindendir. Müşterek lafız ile karinelerin tayin ettiği ve mâkâma münasip olan mânâlardan biri murad edilir.
"el-Harf lafzından aşağıdaki delil ile (Kur'an lafızlarının okunuşundaki) vecih murad edilmiştir. Çünkü Resuîullah (s.a.v.): "Kur'an yedi harf üzere indirilmiştir" buyurmuştur. Bu hadisi şerİfdeki "ala" kelimesi, Kur'an'ın genişlik ve kolaylık için yedi vecih ü/ere indirilmiş olduğuna işaret etmektedir. Kur'an okuyanlar Ihı yedi vecihten diledikleri vecih i!e okuyabilirler. İşte Kur'an bu şart, bu genişlik ve bu kolaylık ü/ere indirilmiştir. [106]
Bu konuda alimler hararetle tartışmışlar ve pek çok görüşler ileri
sürmüşlerdir. Biz bu görüşlerden bir kısmını zikredip doğruya
daha yakın gördüğümü/ü tercih edeceğiz.
1-Alimlerden bazıları: uYedi harf ile bir mânâda olan Arap lehçelerinden yedi lehçe m ur ad edilmiştir. Şöyle ki; Bir mânânın anlatılmasında Arap lehçeleri değişik olursa, Kur'an lafızları bu değişik lehçelerin sayısına göre değişik lafızlarla geliyordu. Eğer bir mânâda değişik lehçeler bulunmazsa Kur'an bir lafızla geliyordu"
demişlerdir. Denildi ki: "Yedi harften maksat, Kureyş, Hüzeyl, Sakif, Hevazin, Kinane, Temim ve Yemen lehçeleridir.
2-Denildi ki: "Yedi harften maksat Arap lügatlanndan yedi lehçedir ki, Kur'an bu lehçelerle inmiştir. Yani, Kur'an genel olarak kelimelerinde bu yedi lehçenin dışına çıkmaz. Bu yedi lehçe Arap lehçelerinin en fasihidir. Kur'an'ın çoğu Kureyş lehçesi İle diğerleri Huzeyl, Sakif, Hevazİn, Kİnane, Temim ve Yemen lehçesi ile inmiştir. Bazılarına göre: "Yedi harf konusunda söylenmiş sözlerin en sahihi ve doğruya en yakın olanı bu görüştür. Beyhakî, Ebheri Kamus sahibi bu görüşte olanlardandır.
3- Alimlerden bir kısım: "Kur1 an1 in inmiş olduğu yedi harften maksat Kur'anVlaki yedi sınıftır" demişler. Fakat bu görüş sahipleri bu yedi sınıfın tayininde ve bu yedi sınıfın tabir üslûbunda ihtilaf etmişlerdir. Bunlardan bazıları yedi sınıftan maksat "Emir, nehiy, helal, haram, muhkem, müteşabîh ve misallerdir" demişlerdir. Bunlardan bazıları ise, yedi sınıftan maksat "Vaad, va'id, helal haram, vaazlar, misaller, delil getirmedir'1 demişlerdir. Bunlardan kı:r'\n'ix \i. i.» i maki iv. t suni; i.nmış olması
bazıları da yedi sınıftan maksat, "Muhkem, müteşabih, na.sih, men-suh, husus, umum, kıssalardır" demişlerdir.
4- Alimlerden bir kısmı da: "Bu "Yedi harften maksat, aynı mânâya gelen çeşitli lafızların yedi vechidir: Helümme, akbil, teali, aceil, esri, kasdİ, nahvi gibi bu yedi lafızdan herbiri "gel" manasınadır" demişlerdir. Bu görüş, fıkıh ve had isçilerin cumhuruna aittir. Ibn-i Cerir et-Taberî, Tahavi gibi alimler bu görüştedirler.
5- Alimlerin bir kısmına göre de "Yedi harften maksat, yedi şeyde değişmedir.
a isimlerin müfred (tekil), tesniye (ikil), cemi (çoğul), müzek-ker (erkek), müennes (dişi), olarak degişmesidir.
Misal: "Onlar ki, emanetlerine ve verdikleri söze riayet ederler"' (Mü'minun Suresi: 8) Bu ayetteki "emanetinim" kelimesi cemi ve müfred olarak okunmuştur.
b)Müzari, mazi, emir gibi fiillerin çekimlerinin değişmesidir. Misal: "Ey Rabbımiz! Seferlerimizin arasını uzaklaştır'' (Seb'e
Suresi: 19i Bu ayetteki "Rabbena" kelimesi münada olmak üzere üstün ve "Baid" kelimesi emir fiüi olarak okunduğu gibi, "Rab-büna" kelimesi mübteda olmak üzere ötre ve "ba'ade" kelimesi ayın harfinin şeddesi ile fıİlİ mazi olarak okunmuş, "ba'ade" cümlesi, mübteda olan "Rabbü" kelimesinin haberidir.
c) Bir harfin diğer bir harfle değişmesi. Misal: "Hele şu kemiklere bak! Onları nasıl birbirinin üzerine yerleştiriyoruz" (Bakara Suresi: 259) -Bu ayetteki "Münşizüha" kelimesi "nun" harfinin üstünü ile birlikte hem "ze" harfi İle, hem de "re" harfi ile okunmuştur. "Sıvama muzlar" [Vakıa Suresi: 29) ayetindeki "Talhın" kelimesi ayın harfiyle "Tal'ın" okunmuştur. Veya bir kelimenin diğer bir kelime İle değişmesi bu değişmenin isimle fiil arasında olmasının farkı yoktur. Misal: "Ke'l-ihni'l-menfuş^ Diâilmiş yün gibi' (Karîa Suresi: 5) ayetini, İbn-i Mesud (r.a.) "Ke's-suffl-Men-fuş" diye okumuş.
d) Takdim ve tehirle değişmesidir. Bu da ya harfte olur, (Misal: "efelemyey'es" ayeti, "efelem yey'es" (Ra'd Suresi: 31) okunmuştur) veya kelimede olur. (Misal: "feyaktülune veyuktelune" (Tevbe Suresi: 111) ayetindeki birinci kelime malum ikinci kelime meçhul olarak okunduğu gibi aksi de okunmuştur, "ve caet sekretül-mevti bi'l-hakki" ayeti %'ecaet sekretü'l-hakkı bi'1-mevti" (Kaf Suresi: 19) şekünde de okunmuştur.)
e) I'rab şekillerinin değişmesidİr. Misal: "ma haza beşeren" ('Yusuf Suresi: 31) ayetini Ibn-i Mesud fr.a.) öt re olarak okumuştur. "züİ arşil meçi d" (Büruc Suresi: 15) ayetindeki '"ei-mecid" kelimesi "zu" kelimesinin sıfatı olarak ötre ve "el-arş" kelimesinin sıfatı olarak esre okunmuştur.
f) Fazlalık ve eksiklikle değişmesidİr. Misal: "vema halekaz zekere vel ünsa= Erkekle dişiyi yaratana yemin ederini" (ei-Leyl Suresi: 3) ayeti, "ma haleka" kelimelerinin hazfiyle "ez-zekere vel ünsa" şeklinde okunmuştur.
g) Tefhim, terkİk, imale, İzhar, idgam gibi lehçelerin değişmesidİr.
"Sana Musa'nın haberi geldi mi?" (Naziat Suresi: 15) ayetindeki "eta" ile "Musa" kelimeleri imale ile ve imalesiz okunabilir.
Bu son görüşü -yedi harften maksat yedi şeyde değişmedir diyenlerin görüşünü- er-Razî tercih etmiştir. îbn-i Kuteybe, lbnü'I-Cezerİ ve tbnü't-Tayyib'in görüşleri de bu görüşe çok yakındır. Şevli Zerkanî de "Menahilü'l-lrfan" isimli kitabında bu görüşü almış ve bunu birtakım delillerle teyİd etmiştir. [107]
Bu görüşlerin doğruya en yakın olanı er-Razfnin tercih etmiş olduğu son görüşüdür. Zerkanî de ilMenahilü'l-lrfan" isimli kitabında bu görüşe itimad etmiş ve bu görüşü bir takım delillerle te'yid ederek şöyle sıralamıştır:
1-Yukarıda geçen hadisi şerifler bu görüşü te'yid etmektedirler.
2-Bu görüş, kıraatlarm ihtilaflarını ve yedi vechin kaynaklarını etraflıca araştırmaya dayanmaktadır.
3-Dİğer görüşlerin hedef olduğu sakıncaya, bu görüş hedef olmaz.
"Yedi Harf hakkındaki görüşleri Zerkani'nin uMenahiliVl-lr-faıi' İsimli kitabında tam olarak bulursun. Bu kitapta diğer görüşlerin zayıf olduğu zikredilerek reddedilmiştir, (s: 165-177)
Biz bu görüşün özetini Ebü'1-Fazl er-Razi'nin "el-Le\'aıh" isimli eserindeki sözünden nakledelim\Ebü'l-Fazl' er-Razî diyor ki: Kelimeler değişme hususunda şu yedi şeyden dışarıya çıkmaz.
1-isimlerin müfred, tesniye, cemi, müzekker ve müennes olarak değişmesi.
2-Mazi, müzari ve emir gibi fiillerin çekimlerinin değişmesidİr.
3-I'rab şekillerinin değişmesidİr.
4-Noksan ve ziyade olarak değişmesi.
5-Takdim ve tehirle değişmesidİr.
6-Bİr harfin diğer bir harfle veya bir kelimenin diğer bir kelimeyle değişmesidİr.
7-Fetha, imale, terkik, tefhim, izhar, ve idgam gibi lehçelerin değişmesidİr. [108]
1-Fakihlerden, kurradan, kelamcilardan bir cemaate göre bu."yedi harfin hepsi Hazretİ Osman (r.a.) zamanında çoğaltılan mushaf-larda mevcuttur.
Bunların Delilleri:
a) Bu ümmetin bu "yedi harf'den herhangi bir şeyin nakledilmesini ihmal etmesi caiz değildir.
b) Ashab-ı kiram, Hazreti Ebu Bekir (r.a.j'in zamanında toplanan mushaftan, Hazreti Osman (r.a.)'ın yazdırdığı mushafîar üzerinde ittifak etmişlerdir.
c)Yukarıda geçtiği üzere Ebu Bekir (r.a.)'in yanındaki mushaf "yedi harfi toplamış bulunuyordu. Bu mushaftan Hz. Osman (r.a.)'a nisbet edilen nıushafları da "Yedi harfle olduğu gibi yaz-dırılmıştır.
d)Yukarıda geçtiği üzere Resuîuliah (s.a.v.)'in: "Benim ümmetimin Kur'an'ı bir harf, iki harfle... okumaya gücü yetmez" sözü yalnız sahabe zamanına mahsus değildir. Kur'an'ın bu yedi harf üzere okunma kolaylığı mucİz olmasıyla beraber devam etmektedir.
2-Selef ve halef alimlerinden cumhurun görüşüne göre, Hazreti Osman (r.a.)'m çoğalttığı mushaflann hatları "Yedi harfi" kapsayacak şekilde bulunuyorlardı ve Resuîuliah (s.a.v.)'in Kur'an'ı Cibril Aîeyhisselama son okuyuşu olan "Arza-i ahire"yi de içine almaktaydılar.
3-Ibn-i Cerir et-Taberî ve onunla beraber olanların görüşüne göre Hazreti Osman (r.a.)'ın çoğalttığı mushaflar yedi harften ancak bir harfi kapsamaktaydılar. "Yedi harf Hazreti Ebu Bekir (r.a.), Hazreti Ömer (r.a.)'in zamanında mevcuttu. Hazreti Osman (r.a.)'m zamanı olunca ashab-ı kiram onun önderliğinde Müslümanları bir kelime üzerine birleştirmek için Kur'an'ın bir harf üzere kısaltılmasını uygun gördüler, Hazreti Osman (r.a.)'da mushaflann hepsini ashabın kalmasını istediği bir harfle yazdırdı. [109]
Biz, bu yedi vecihle Hazreti Osman (r.a.)'ın çoğalttığı mushaflara. ve o mushaflann yazılmış olduğu gerçek hatlarına müracaat ettiğimiz takdirde münakaşa kabul etmeyen şu hakikati çıkarır ve şu kesin hükme ulaşırız ki, Hazreti Osman (r.a.)'ın çoğaltmış olduğu mushaflar yedi harfin hepsini kapsamaktadırlar, takat şu mânâya ki; bu mushaflar dan her birinin hattı bu yedi harften hepsini veya bazısını kapsamaktadır. Netice olarak bu mushaflann hepsi yedi harften hâli değildir.
Şeyh Zer kanı: ""trcih edilmiş olan görüşe göre bu yedi vechin Hazreti Osman (r.a.)'m çoğaltmış olduğu mushaflarda mevcud olduğunu" açıklayıp izah etmiş ve: "Şu kadar var ki, bu yedi vecihten bazısının Resuîuliah (s.a.v.)'in Kur'an'ı Cibril Aîeyhisselama son okuyuşu olan "Arza-i Ahire" de kaldırılmıştır11 diye zikretmiştir.
Ben bu konuyla ilgili misallerden bir misalin zikriyle yetineceğim: Misal: "Onlar ki, emanetlerine ve verdikleri söze riayet ederler" (Mü'mİnun Suresi: 8) ayetİndeki "emanatİhim" kelimesi, hem cemi olarak, hem de müfred olarak okunmuştur. Çünkü Hazreti ©sman (r.a.)'ın çoğalttığını mushaflann hattı bu kelimenin iki şekilde okunmasını kapsamaktaydı. Şöyle ki, bu mushaflar noktasız ve harekesiz olduğu İçin bu kelimenin harfleri müfred hattıyla yazılmıştı, fakat bu kelimenin üzerinde cemi okunacağına dair işaret eden küçük bir elif bulunuyordu. [110]
Taberİ "Hazreti Osman (r.a.) devrinde Kur'an okuyanların kıraat vecihlerindeki İhtilafları yüzünden birbirlerini küfre nisbet edecek kadar ileri gittiklerinde bir fitne çıkmasından korkulduğu vakit, ic-ınai ümmetle İslâm ümmetinin birliğini dağılmaktan korumak İçin yedi harften altısı kaldırılıp, Kur'an bir harfle yazılmıştır. Bu müş-kil hadiseyi ashab-ı kiram ancak İslâm ümmetini bir harfle okumak üzere toplamada bulmuştur" demiştir.
Taberi'ye şöyle cevap verilmiştir:
1-Ashabı Kiram -Allah onlardan razı olsun- Resuîuliah (s.a.v.) devrinde kıraat hakkında ihtilaf ettiler, nerede ise -sizin dediğiniz gibi- fitne çıkacaktı. Resuîuliah (s.a.v.J bu müşkil hadiseyi nasıl çözdü?
Resuîuliah (s.a.v.Vin tek çözüm yolu, kıraat hakkında ihtilaf edenlerden her birinin doğru okuduğunu söylemesiyle ve kıraat vecihlerinin çeşitli olmasının Allah Teala'dan kendilerine bir rahmet \re bir kolaylaştırma olduğunu anlatmasıyla olmuştur. Nitekim yukarıda geçen hadisi şerifler de buna delalet etmektedir.
2-Rasulullah (s.a.v.t yukarıda geçen hadisi şeriflerinde: "Benim ümmetimin Kur'an'ı bîr harfle, iki harfle.... okumaya gücü yetmez" buyurmuştur. Resuluilah (s.a.v.)'in ümmeti kıyamete kadar devam edecektir. Nitekim bugün görüyoruz ki, İslam milletlerinden bir kısmı harflerden bazılarım kolaylıkla söyleyemiyorlar ve kıraat vecihlerinden bazılarını okuyup, bazılarını okuyamıyorlar.
3-Yukarıda geçenleri anladıktan sonra deriz ki: Başlarında Hazreti Osman b. Affan ir.a.) bulunduğu halde Resuluilah i.s.a.v.Vin ashabı -Allah onlardan razı olsun- Allah Teaia'nm İslam ümmetine açmış olduğu bu rahmet ve kolaylık kapısını nasıl kapatabilirler ve Resuluilah ıs.a.v.Vın ashabı arasında meydana gelmiş olan kıraat hakkındaki ihtilaflarını herbirinin doğru okuduğunu ve kıraat vedhlerinin çeşitli olduğunu söylemekle çözmesiyle ona nasıl muhalefet edebilirler?
4-Rasulullah (s.a.v.)'in ashabım Kur'an-ı Kerim'den tilaveti ve hükmü neshedilmemiş olan altı harfin kaldırılması üzerine birleşmekten veya düşünmekten tenzih ederiz, çünkü onlar hiçbir zaman Resuluilah (s.a.v.)'e sözünde ve amelinde muhalefet etmemişlerdir.
5-Şayet Hazreti Osman fr.a.) devrinde bu altı harf neshedilmiş olsaydı, alimlerin bu yedi harf hakkında ihtilaf etmeleri için meydan kalmazdı. Halbuki biz bu konuda alimlerin kırk kadar görüş ileri sürmüş olduklarını buluyoruz.
6-Şayet Hazreti Osman (r.a.) devrinde altı harfin kaldırılmış olduğunu farzetsek bu altı harf en büyük mukaddes kitabımızda sadece bir tarihî hadise olarak niçin kalmamıştır. Halbuki ashab-ı kiram tilaveti veya hükmü kaldırılmış olan ayetleri, hem tilaveti, hem de hükmü kaldırılmış ayetleri ve mevzu (uydurma) hadisleri beyan etmişler ve onlardan herbirinin sebebini açıklamışlardır.
7-Sözün kısası: Ashab-ı kiram -Allah onlardan razı olsun-Rasulullah (s.a.v.)'e kavlinde ve fiilinde hiçbir zaman muhalefet etmeye razı olmamıştır. Bu takdirde onlar için Allah'ın kitabından kaldırılmamış olan birşeyi kaldırmaları ve değiştirmeleri nasıl düşünülebiliri' Onları böyle bir iş yapmaktan tenzih ederiz. Allah onlardan hem razı olmuştur, hem de onları razı etmiştir. [111]
Birinci şüphe: Bazı alimler: "Yedi harften" maksat kurralar yanında bilinen yedi imamdan nakledilen yedi kıraattir" diyorlar.
Bunlara verilen cevap: Sizin bu sözünüz birçok yönden batıldır:
1-Sizin bu sözünüze göre, Ke>ulul!ah (s.a.v.)'in: "Şüphe yok ki, bu Kur'an "Yedi harf1 üzere indirilmiştir" sözünün yedi imam doğuncaya kadar faydasız olması lazım gelir. O halde sizin bu sözünüz doğru değildir, çünkü Rasulullah (s.a.v.); onun ashabı ve yedi kurra imam doğmadan önce bulunan tabiin yedi harfle okumuşlardır.
Muhakkik Ibn-i Gezeri demiştir ki: "Bu hadisi şerif tabiinden sonra doğmuş olan kurralardan meşhur yedi imamın veya bunlardan başka yedi kimsenin kıraatlarına sarfedilecek olursa bu yedi imam doğup kendilerinden kıraat alınıncaya kadar bu hadisi şerifin faydasız olması lazım gelirdi. Bir de sahabeden her birinin ileride doğacak olan bu yedi kurra doğup Kur'an'ı öğrenip seçtikleri kıraati bilip o kıraat la okuması lazım gelirdi ki, bu da batıldır. Çünkü kıraati alma yolu: Talebenin kıraati güvenilir bir zatın" ağzından telaffuz yoluyla almasıdır. Bu silsilenin bu şekilde kıraati imamına kadar, kıraat imamının silsilesi de bu şekilde Rasulullah (s.u.v.Ve kadar devam etmesidir.
2-Şüphe yok ki, "Yedi harf yedi kıraattan kesin olarak daha umumidir. Çünkü "Yedi harf" Rasulullah (s.a.v.j'in okuduğu kırandan, bu yedi kurraya ulaşan kıraatları, onlara ulaşmadan kaldırılmış olan kıraatları, sahih, miinker ve şaz olan kıraati arın hepsini kapsamaktadır. Bu "Yedi harf kıraatiardan daha umumi olunca kıraatların kendileri olamaz.
3- Rasulullah (s.a.v.)'in henüz doğmamış olan kurralann kıraatıyia Kur'an okumalarını sahabesine tarz kılması aklen mümkün değildir ve bu görüş batıldır.
ikinci Şüphe: Bazı alimler de: "Kur'an'ı Kerimin "Yedi harf üzere inmiş olduğunu bildiren hadisi şerifler Kur'aiVda ihtilafın bulunduğunu ispat etmektedirler. Halbuki Kur'an-ı Kerİm'in kendisi kendisinde ihtilafın bulunmadığım haber vererek: "Onlar hâlâ Kur'an'ı gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer O (Kur'an) Allah'tan başkası tarafından olsaydı elbet içinde birçok ihtilaf (birbirini tutmayan birçok şeyler) bulurlardı" buyurmaktadır. Bu hadisler ile bu ayet arasında tenakuz (çelişme) bulunmaktadır. Ayet ile hadisi şeriflerden hangisinin doğru olduğunu bilmiyoruz."
Bunlara verilen cevap: Şüphe yok ki, hadislerin ispat ettiği ihtilaf, Kur'an'm reddettiği ihtilafdan başkadır. Buna göre, her İkisi de doğrudur. Çünkü hadisi şeriflerin ispat ettiği ihtilaf (değişme), sınırlı daire içinde yani, yedi vechi geçmeyen ve bu yedi vecihden her birinin Rasulullah (s.a.v.)'den alınması şartıyla Kur'an'm eda yolları ve Kur'an lafızlarının okunması ile ilgilidir. Buna göre hadislerdekİ ihtilaf Kur'an'm okunması ve edasındaki farklılıktır. Kur'an-ı Kerim ise telaffuz ve edasındaki farklılık sabit katmakla beraber hükümleri, mânâları ve öğrettiği şeyler arasında ihtilafı ve tenakuzu reddetmektedir.
Konunun özeti: Şeyh Şihabü'd-Din Ebu Şame demiştir ki: "Kur'an-ı Kerİm'in toplanmış olduğu mushafta kendileriyle kıraatin icra edildiği yedi harfin hepsi var mıdır. Yoksa yalnız bir harf mi vardır, diye İhtilaf edilmiştir."
Kadı Ebu Bekîr: "O yedi harfin hepsi toplanmıştır" demiştir.
Ebu Cafer et-Taberî, ondan sonra gelen birçok alimler: "O yedi harften yalnız bir harfin bulunduğunu" açıklamışlardır. Şeyh Şatıbî, Hazretİ Ebu Bekr (na.Vin toplamış olduğu mushaf hakkında Kadı Ebu Bekir'in kavline meyletmiştir ve Hazreti Osman (r.a.)'m çoğaltmış olduğu mushaflar hakkında Ebu Cafer et-Taberî'nin kavline meyletmiştir.
Zerkeşî: "'el-Burhan" isimli eserinde demiştir ki: "Bazı müteah-hirin alimleri "Yedi kurranm okudukları yedi kıraatin her biri Rasulullah (s.a.v.)'den sahih senetle sabit olmuştur. Hazreti Osman (r.a.Vın çoğaltmış olduğu mushaflar bu yedi kıraati kapsamaktadır. Bu yedi kıraat, bu yedi kurraııın seçmiş oldukları kıraatlardır. Bu kurralardan her biri rivayet ettiği ve kendi yanında en güzel olarak bildiği kıraat vechini seçmiş, bu kıraat yolunda devam etmiş, bu kıraati rivayet edip, bu kıraatla okumuş, bu kıraatla şöhret kazanmış ve bu kıraat kendisine nisbet edilerek: "Nafî kıraati", "Ibn-i Kesir kıraati" denilmiştir. Kur'an'm okunmasını menetmemİş, bilakis onun kıraatini caiz görmüş ve kıraatinin güzel olduğunu söylemiştir" demişlerdir. Zerkeşi şöyle devam etmektedir: ".Müslümanlar asırlar boyunca bu yedi kurradan sahih olarak nakledilen kıraatlara itimad etmek üzere ittifak etmişlerdir. Kur'an-i Kerİm'in yedi harf üzere indirilmiş olması Allah Teala'dan bu ümmete bir genişlik ve bir rahmettir. Çünkü Arapların her kabilesinden kendi lügatim terk etmesi, imale, hemze, telyin, med gibi alışageldikleri adetlerinden vazgeçmesi istenseydi bu onlara çok ağır gelirdi." [112]
Bahsin sonunda kıraatlardan, kıraatîarın nasıl meydana gelmiş olduğundan, meşhur olan kurralann kimler olduğundan kısa olarak bahsetmeyi uygun görüyoruz. [113]
"el-Kırââtü" kelimesi "e!-Kıraetü"nün çoğuludur. Lügatta, okumak manasına olan "el-kiraetü" kelimesi "karae" kelimesinin mastarıdır. İstılahta İse, Kur'an okuma yollarından bir yoldur ki, kıraat imamlarından her birinin Kur'an'ı okumada diğerlerini muhalif olarak tutmuş olduğu yoldur. Bu kıraatîar sahih senetlerle Rasulullah (s.a.v.)'e kadar yükselmiş olduğu sabittir. [114]
Evet, insanları tilavette (Kur'an okumada) kendilerinin yollarına teşvik eden kurraların devri, sahabe-ı, kiramın devrine aittir. As-hab-ı kiramdan okutmakla şöhret kazanmış olanlar; Übeyy b. Ka'b, Hz. Ali, Zeyd b. Sabit, Ibn-i Mes\ıd, Ebu Musa el-Eş'arî (r.ânhum) ve diğerleridir. Bunlardan belli başlı şehirlerde, sahabelerden ve tabiinden pekçok kimse Kur'an öğrenmişlerdir. Bunların hepsinin kıraati Resuîullah (s.a.v.)'e dayanır. Hicretin birinci yılının başında tabiin devri gelince kıraata duyulan ihtiyaç karşısında birtakım kimseler kıraati zabtetmeye tam manâsıyla önem verdiler. Diğer şer1! ilimler müstakil dallara ayrıldığı gibi kıraat ilmi de müstakil bir ilim haline getirildi. [115]
Biraz önce Öğrendik ki, kurralar devri; sahabe devrinden, tabiîn devrine kadardır. Kur'an-ı Kerim'in kıraatında kendisinde itimad edilen yol, talebenin güvenilir bir /atın ağzından telaffuz yoluyla almasıdır. Bu silsilenin bu şekilde kıraat İmamına kadar, kıraat imamının silsüe.sİ de bu şekiide Resuîullah (s.a.v.)'e kadar devam etmesidir. Hz. Osman (r.a.)'ın çoğaltmış olduğu mushaflar, noktasız ve harekesiz oldukları için yazılış şekli çeşitli kıraat vecihlerin-den her birine İhtimali olacak şekilde yazılabilen kelimeler o şekilde yazılmışlardı. Yazılış şekii çeşitli kıraat vecihierinden her birine, ihtimali olmayan kelimeler ise bir mushafta vecihierden biriyle yazılmışlardı. Sonra diğer mushafta vecihierden başka bir vecihle yazılmışlardı. Hiç şüphe yok ki, kıraat ve Kur'an babında itimat edilecek prensip, rivayete ve. güvenilir bir zatın ağzından telaffuz yoluyla alınmasıdır. Sonra sahabenin -Allah onlardan razı olsun-Rasulullah (s.a.v.)'den kıraati alma yolları çeşitli idi. Onlardan bazıları Resuîullah (s.a.v.)'den kıraati bir vecihle, bazıları da İki vecihle, bazıları ise daha fazla^ vecihle almışlardı. Sonra kıraat lan çeşitli olan ashab-ı =kiram beldelere dağıldılar. Hazreti Osman (r.a.} mushafları beldelere gönderirken, her mushafia birlikte çoğunlukla mushafm kıraatina uygun olan bir kimse gönderdi. Kıraat vecihleri değişik olan ashab-ı kiram, beldelere dağılınca onlardan bu kıraat vecihleriııi tabiîn ve tebai tabiînden alıp naklettiler, bu yüzden tabiinin almış oldukları kıraat vecihleri çeşitli oldu. Nihayet değişik olan bu kıraat, vecihler devam ederek meşhur olan kıraat imamlarına kadar ulaştı. Bunlar kıraatlar için ayrıldılar, kıraatları zab-tedip tesbit ettiler, kıraatlara önem verdiier, kıraatları yaydılar, bu sahada ihtisas sahibi oldular. İşte kıraat ilminin, kıraatların değişik olmasının kaynağı budur. Bilindiği gibi değişik olan kıraat vecihleri pek çok yerlerde ittifak etmiş kıraat vecihlerine göre gerçekten çok azdır. Kıraat vecihierinin değişik olmasının sebebi Kur'an-ı Kerim'in AUah Teala tarafından "Yedi harf üzere indirilmiş olmasıdır. Ne Resuîullah (s.a.v.)'dir, ne de kıraat imamlarıdır...
Nüveyri'nin kıraatiar hakkında "et-Ta\yibe" ye şerh olarak yazmış olduğu kitabı Mısır kütüphanesinde yazma olarak bulunmaktadır. Şeyh Zerkani "Menahilii'l-îrftm" isimli kitabında, bu şerhten naklen yazmış olduğu şeyleri biz de bu makamda nakletmeyi güzel görüyoruz.
Nüveyrî bu şerhinde şöyle demektedir: "Kur'an'ın naklinde itimat, hafızlaradır. Bundan dolayı Hazreti Osman (r.a.) her mus-hafı, mecbur olmadığı halde, çoğunlukla mushafın kıraatına uygun birisiyle göndermiştir. Her şehir halkı kendilerinin mushafında yazılı olan kıraat veçhiyle okumuşlar, bu mushaftakİ kıraat vechini sahabeden öğrenmişler, sahabe de o kıraat vechini Resuîullah (s.a.v.)'den öğrenmiştir. Sonra bunlardan bir takım kimseler kıraatları öğrenmek için ayrılmışlar, kıraatları zabtedip geceleri uyumamışlar, kıraatları nakletmek için gündüzleri çalışmışlar sonunda bu konuda uyulan imamlar ve yol gösteren yıldızlar olmuşlardır, kendi beldelerinin halkı kıraatlarını kabul etmede ittifak etmişler, rivayetlerinin ve dirayetlerinin sahih olmasında iki kişi bile onlara karşı ihtilafta bulunmamıştır. Bunlar kıraatla uğraştıklan için kıraatları kendilerine nisbet edilmiş ve bu konuda kendilerine itimat edile» kimseler olmuşlardır. Bunlardan sonra kıraat imamları çoğalmışlar, beldelere dağılmışlar, imamlar birbirini takip etmişler, tabakaları bilinmiş, sıfatlan birbirinden ayrılmıştır. Bunlardan rivayet ve dirayetiyle meşhur, kıraati sağlam kimseler olduğu gibi bu vasıflardan yalnız bir vasfı tahsil etmiş ve bir vasıftan daha fazla vasfı tahsil etmiş kimseler de vardı. Bundan dolayı aralarında ihtilaf çoğaldı, anlaşma azaldı. O vakit İslâm ümmetinin mütehassıs alimleri ve yüce imamları harekete geçtiler. Güçlerinin yettiği kadar çalıştılar. Sahih ile batılın arasını ayırdılar, harfleri ve kıraatları topladılar, vecihleri ve rivayetleri nisbet ettiler. Koydukları asıl kaidelere, açıkladıkları esaslara göre, sahih, şaz, kesir, faz kıraatların arasını ayırdılar. [116]
uel-!tkan" kitabının sahibi Suyuti: "Kıraatlar: mütevatir, meşhur, ( ahad, şaz, mevzu, müdrec, kısımlarına ayrılır" diye zikretmiştir.
Kadı Celaİü'd-Din el-Bülkini: "Kıraatlar mütevatir, ahad, şaz kısımlarına ayrılır. Mütevatir, yedi meşhur kıraatlardır. Ahad: Üç kıraata tamamlanır. İ3u üç kıraat sahabenin kıraatidir. Şaz, A'meş, Yahya b. Vessab, İbn-i Cebir gibi tabiinin kıraatidir" demiştir.
Suyutî demiştir ki: Bülkıni'nin bu sözü tartışılabilir. Bu konuda en güzel söz söyleyen kurraların imamı, zamanının şeyhi Ebü'l-Hayr İbn-i Cezerî'dir. İbn-i Gezeri "en-Neşr" isimli kitabının evvelinde demiştir ki, sahih kıraatin şartı üçtür:
a) Kıraat, bir bakıma da olsa Arapçanın kaidelerine uygun olmalıdır.
b) Kıraat, ihtimalen de olsa Hazreti Osman (r.a.J'a nisbet edilen mushafiardan birinin hattına uygun olmalıdır.
c)Kıraat, sahih ve muttasıl bir senetle Rasulullah (s.a.v.)'e ulaşmış olmalıdır.
Kendisinde bu üç şart bulunan kıraat, Kur'an'ın İnmiş olduğu yedi harften olduğu için, reddedilemez ve inkar edilemez. Bu üç şartı haiz olan kıraat ister "yedi imanı'dan, ister "on imam"dan isterse makbul olan diğer imamlardan sabit olsun, insanların bu kıraati kabul etmeleri vacib olur. Şayet bu üç şarttan birisi eksik olursa ister "yedi iınam"dan isterse onlardan daha büyüklerinden rivayet edilmiş olsun böyle olan bir kıraata şaz veya batıl denir.
Selef ve halef imamlarının araştırmalarına göre, bu konuda sahih olan görüş budur.
"Tayyibe"'sahibi kıraatların kabul edilmesinin zabtı hakkında şöyle demektedir: "Nahiv kaidelerine uyan ve yazısı -ihtimalen de olsa (Hz. Osman (r.a.)'a nisbet ediien mushahn hattını) İhtiva eden ve senedi sahih olan her (kıraat) Kur'an'dır. Bu üç şart. kıraatin -sahih olmasının şartlarıdır. Bu üç şarttan birisi eksik olursa, o kıraatin şaz olduğunu -İsterse o kıraat yedi imamın kıraati içinde de olsa- İspat et." [117]
Denildi ki: Kıraatlar nisbet edildikleri imamlara göre, üç guruba ayrılmıştır: "Yedi kıraat", "O.n kıraat", "Ondört kıraattir. Bu kıraatlardan en çok şöhret kazanmış olanı ve şanı en yüce olanı "Yedi kıraat"tir. Bu "Yedi kıraat1', meşhur olan yedi imama nisbet olunur. Bunlar da: Nafî, Asım, Hamza, Abdullah b. Amir, Abdullah b. Kesir, Ebu Amir b. el-Ala ve Alî el-Kisaî'dir.
On kıraat: Bu yedi kıraata şu üç imanım kıratım ilave etmekle olur: Ebu Cafer, Yakub ve Haleftir.
Ondört kıraat: Bu on kıraata şu dört imanım kıraatini ilave etmekle olur. Hasan-ı Basrî'nin kıraati, İbn-i Muhaysm'm kıraati, Yahya el-Yezidi'nin kıraati, eş-S/enbuzuıin kıraati. [118]
Kıraat ilmi, uzun bir süre kendisinden sözediimeyen bir ilim dalı olarak kaldı.
İlk defa kıraatlar hakkında kiîap yazanlar: Ebu Ubeyd el-Kasım b. Sellam, Ebu Hatim es-Sİcistani, Ebu Cafer et-Taberî ve İsmail el-Kadı gibi alimlerdir. [119]
Hicrî ikinci yüzyılın başında İslâm şehirlerinde "Yedi kıraat11 şöhret kazanmıştır, insanlar Basra'da Ebu Amr ile Yakub'un kıraatlanni, Kufe'de Asım ile Hamza'nın kıraatlarını, Şam'da İbn-i Amİr'in kıraatim, Mekke'de İbn-i Kesir'in kıraatini, Medine'de NafTİn, kıraatini kabul ettiler. [120]
Kıraatlar hicri üçüncü asrın sonunda Bağdat'ta İmam ibn-İ Mücahid Ahmed b. Musa b. Abbas tarafından tedvin edilmiştir (toplanmıştır). İbn-i Mücahİd bu yedi imamın kıraatlarını toplamıştır. Ancak el-Kisaî'nin ismini yazmış, Yakub'un ismini bırakmıştır.
İbn-i İVlücahİd'in "Yedi İmanV'in kıraatlarını toplarken takîb ettiği yol:
Ibn-i Mücahid zabıtta, emanette, ömrü uzun olup kıraata devam etmekte, kendisinden kıraat alınıp kabul edilme konusunda, görüşlerin birleşmesinde, şöhret kazanmış kimselerden rivayet edeceğini kendisine prensip olarak kabul etmiştir. İbn-i Mücahid'İn kıraatlan bu yedi imamda toplaması kurraları yalnız bu yedi imamdan İbarettir dememiş, hiçbir kimseyi de yedi imamın kıraatlarmm dışma çıkmıyacaksm diye zorlamamışttr. [121]
Mütevatir kıraatlar, bize ezberlenmekle, zabıtla, itkanla, meşhur olan hafız kurralar tarafından naklolunmuştur. Bunlar Rasulullah (s.a.v.)'den sahabenin kıraatim bize nakleden meşhur kıraat imamlarıdır. Bunların Allah Teala'mn büyük ve mukaddes kitabını öğrenip, öğretmekle üstünlükleri vardır. Nitekim Rasulullah (s.a.v.): "Sizin en hayırlınız Kur'an'ı öğrenen ve öğreteninizdir." buyurmuştur. Şeyh Ebü'1-Yüsr Abidın bu kurraları İki beyitlik şiirinde toplayarak: "Nafi\ Ibn-i Kesir, Asım, Hamza sonra Ebu Anır, İbn-i Amir ile beraber el-Kisaî gelmiştir. İşte bunlar şüphesiz yedi kıraat imamlarıdır" demiştir. [122]
1- Ibn-i Amir: İsmi Abdullah e!-Yahsubî'dir. Velid b. Abdül-nıelik'in hilafeti zamanında Şam'da kadılık yapmıştır. Künyesi, Ebu Imran'dır. Tahlilidendir. Kıraati Mugire b. Ebu Şihab el-Mah-zumî'den almıştır. Mugirede Osman b. Affan'dan, Osman b. Affan da Rasulullah (s.a.v.)'den almıştır. Şamİılannkıraatta imamıdır. (Hİcrî 118) senesinde Şam'da vefat etmiştir. Abdullah'ın kıraatim, Hişam ile fbn-i Zekvan rivayet etmekle şöhret kazanmışlardır.
Şatıbiyye sahibi bunlar hakkında: "Dımeşk"ın Şam'ı İbn-i Amir'in yurdudur. Şam "Abdullah" sayesinde güzel bir yer oidu. Hişam ve -İbn-i Zekvan denilen- Abdullah, Ibn-İ Amir'İn kıraatini senetle nakletmişlerdir" demiştir.
2-İbn-i Kesir: Künyesi Ebu Muhammed'dir. ismi Abdullah b. Kesir ed-Darî el-Mekkî'dir. Mekke-i Mükerreme halkının kıraatta imamıdır. Tabiînden olup Abdullah b. Zübeyr, Ebu Eyyüb-i Ensarî, Enes b. Malik (r.anhum) gibi ashab-ı kirama yetişmiş, kıraati Abdullah b. es-Saib'den almıştır. (Hicrî 120) senesinde Mekke'de vefat etmiştir. İbn-i Kesir'in ravîleri (Hicrî 250) senesinde vefat eden el-Bezzî İle (Hicrî 291) senesinde vefat eden Kunbül'dür. Şatibiyye sahibi bunlar hakkında: "Mekke Abdullah'ın makamıdır. Abdullah, Kesîr'İn oğludur. Kavminin üstünüdür. Abdullah'ın kıraatini Ahmed el-Bezzî ile lakabı Kunbül olan Muhammed senetle rivayet etmişlerdir" demiştir. -
3-Kufeli Asım: ismi Asım b. Ebu'n-Necud el-Esedî'dir. Asım'a "İbn-i Behtele" de denir. Künyesi Ebu Bekir'dir. Tabiînden olup, kıraati Zirr b. Hubeyş'den ve Abdurrahman e.s-Sülemî'den almıştır. (Hicrî 127) de veya (Hicrî 128) senesinde KutVde vefat etmiştir. Ravîieri: (Hicri 193) senesinde vefat eden Şu'be iie (Hicrî 180) senesinde vefat eden Hafs'dır. Şattbiyye sahibi bunlar hakkında: "Parlak olan Kufe'de üç kurra bulunuyordu. İsınlar misk ve karanfil kokularını yaydılar. Künyesi Ebu Bekir, îsmi Asım'dır. Birinci ravtsi meşhur ve üstün olan Şu'be'dir. Bu Ayyaş'ın oğludur, künyesi Ebu Bekir er-Riza'dır. İkinci ravîsi, Asi rrnn-kıraatini en iyi bildiği için başkalarına tercih edilmiş olan Hafs'tır" demiştir.
4- Ebu Amr: İsmi Ebu Amr Zebban b. el-Ala b. Anımar el-Ras-ri'dir. Ravîlerin şeyhidir, ismi Yahya'dır denilmiş, ismi künyedir denilmiş. Kıraati îbn-i Kesir, Mücahid, Saİd b. Cübeyr gibi tabiinden almıştır. (Hicrî 154) senesinde Kufe'de vefat etmiştir. Ravîİeri (Hicri 246) da vefat eâen ed-Durî ile (Hicrî 261) da vefat eden es-Susî'dir. Şatibİyye sahibi bunlar hakkında: "İmam el-Mazinî'ye gelince onların en güzel kıraati olanıdır. Ebu Amr el-Basrî'nin babası el-Ala'dır. Ebu Amr bütün ilmini, Yahya el-Yezidî'ye ihsan ve ikram etmiştir. Yahya el-Yezîdi tatiı ve güzel bir kaynak oldu. Ebu Ömer ed-Durî ile -onların en güzel okuyanı- es-Susî denilen Şuayb kıraati Yahya el-Yezîdi'den aldılar" demiştir.
5- Kufelİ Hamza: İsmi Hamza b. Habib b. Ammar ez-2eyyat el-Faradi et-Teymî'dİr. iki'İme b. Rebi' et-Teymî'nin kolesidir. Künyesi Ebu Ammar'dır. Kıraati Asını'dan ve Süleyman el-Ameş'den almıştır. Ebu Cafer el:Mansur'un hilafeti zamanında (Hicrî 156) senesinde Hulvan'da vefat etmiştir. Ravileri (Hicrî 229) da vefat eden Haief ile (Hicrî 220) de vefat eden Haliad'dır, Bunlar Hamza nnı kıraatim Süleym vasıtasıyla rivayet etmişlerdir. Şattbiyye sahibi bunlar hakkında: "Hamza çok temiz, dinin emrettiği şeylere sımsıkı bağlı, Kur'an'ı usûlüne ve kaidesine göre okuyan, çok sabırlı bir imamdı. Hamza'nm kıraatini Halef ile Haİlad, rivayet etmişlerdir. Fakat bunlar onun kıraatim, çok İlim tahsil etmiş ve kıraati sağlam olan Süleym vasıtasıyla rivayet etmişlerdir" demiştir.
6-Nafî: Künyesi Ebu Ruveym'dir. îsmi Nafî' b. Abdurrahman b. Ebu Nuaym el-Leysî'dir. Aslen Isfahan'Iıdır. Medine-i Münev-vere'de "Reİsül-Kurra"hk kendisinde son bulmuştur. Kıraati birçok tabiînden almıştır. (Hicrî 169) senesinde Medine'de vefat etmiştir. Ravîleri: (Hicrî 220) de vefat eden Kalun ile (Hicrî 197) de vefat eden Verş'dir. (imam Nafî tarafından İsa'ya kıraati güzel olduğu için güzel manasına gelen "Kalun" lakabı ve Osman'da çok beyaz olduğu için "Verş" lakabı takılmıştır.) Şatıbiyye sahibi bunlar hakkında: "Güzellikte gizli bir hazine olan "Nafî"ye gelince, o Medine'yi yer olarak seçmiştir. Lakabı "Kalun" İsa, sonra lakabı "Verş" olan Osman şan ve şeref sahibi olan "Nafî" nin talebesi olmakla vüksek makama ulaşmışlardır" demiştir.
7-Kİsaî: İsmi, Ali b. Hamza'dır. Kufeli nahiv alimlerinin imamıdır. Künyesi Ebu'l-Hasan'dır. Kendisine "ihramda üzerine uzun gömlek Örttüğü İçin eî-Kisaî" denilmiştir. Harun er-Reşid'le beraber Horasan'a giderken Rey şehrinin köyl'erinden olan Ran-buye köyünde {Hicrî 189) da vefat etmiştir. Ravîleri (Hicrî 242) de vefat eden Ebü'l-Haris ile (Hicrî 246) da vefat eden ed-Duri'dir.
Şattbiyye sahibi bunlar hakkında "(Kıraat imamı) Aİi'ye gelince ihram da üzerine uzun bir gömlek örttüğü için kendisine "el-Kısaî" lakabı verilmiştir. Onun en kuvvetli ravîleri Ebü'l-Haris er-Rıza ile ed-Durî denilen Hafs'tır. Hafs'ın zikri yukarda geçmiştir" demiştir.
Allah Teala'nm yardımı ile kitap burada sona erdi..
Evvelinde ve ahirinde Allah Teala'ya hamd olsun. Muhammed Ali Sabûnî Recep 1408. Mekke-i Mükerreme[123]
[1] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 7-9.
[2] Tirmizi bu hadisi şerifi "Kur'an'ın Faziletleri" bahsinde rivayet etmiştir. Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 11-12.
[3] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 11-13.
[4] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 13.
[5] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 121-122.
[6] Buhari.
[7] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 122-126.
[8] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 126-127.
[9] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 127-128.
[10] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 128-129.
[11] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 129-131.
[12] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 131-132.
[13] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 132-133.
[14] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 133-136.
[15] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 136-137.
[16] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 137-138.
[17] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 138-139.
[18] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 140-141.
[19] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 141.
[20] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 142-146.
[21] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 146.
[22] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 147-153.
[23] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 153-157.
[24] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 157-160.
[25] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 160-162.
[26] Keşşaf: 3/252.
[27] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 162-168.
[28] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 168-169.
[29] İbn-i Kesir Tefsiri 3/187.
[30] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 171-172.
[31] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 173.
[32] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 173-174.
[33] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 174-175.
[34] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 175-176.
[35] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 176.
[36] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 176-177.
[37] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 177.
[38] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 177-179.
[39] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 179-181.
[40] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 181-183.
[41] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 183.
[42] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 183-186.
[43] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 186.
[44] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 186-189.
[45] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 189.
[46] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 190-192.
[47] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 192-196.
[48] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 197-202.
[49] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 202-203.
[50] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 203-204.
[51] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 204-206.
[52] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 206-207.
[53] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 207-209.
[54] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 209-212.
[55] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 212-213.
[56] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 213.
[57] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 214.
[58] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 214-215.
[59] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 215-216.
[60] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 216-218.
[61] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 218.
[62] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 219.
[63] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 219-220.
[64] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 221.
[65] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 221-222.
[66] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 222-223.
[67] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 223-224.
[68] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 224.
[69] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 224.
[70] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 224-226.
[71] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 226-227.
[72] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 227-228.
[73] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 228.
[74] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 228-229.
[75] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 230.
[76] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 230-231.
[77] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 231-232.
[78] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 233.
[79] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 233-234.
[80] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 234-235.
[81] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 235-236.
[82] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 236-238.
[83] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 238.
[84] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 238.
[85] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 239-240.
[86] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 241.
[87] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 241-246.
[88] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 246.
[89] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 247-250.
[90] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 251.
[91] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 252.
[92] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 253.
[93] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 254-255.
[94] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 260-261.
[95] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 261-263.
[96] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 263.
[97] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 264.
[98] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 264.
[99] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 265.
[100] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 265-266.
[101] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 267.
[102] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 269.
[103] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 270-273.
[104] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 273-274.
[105] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 274-275.
[106] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 275-276.
[107] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 276-278.
[108] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 278-279.
[109] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 279-280.
[110] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 280-281.
[111] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 281-283.
[112] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 283-285.
[113] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 285.
[114] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 285.
[115] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 286.
[116] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 286-288.
[117] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 288-289.
[118] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 289.
[119] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 289-290.
[120] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 290.
[121] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 290.
[122] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 290-291.
[123] Muhammed Ali Sâbuni, Kur’ân İlimleri, İnsan Yayınları: 291-293.