3- İSRAİLİYAT.. 2

1. İsrailiyat’ın Tanımı 2

2. İsrailiyat'ın Kısımları 2

3- İsrailiyatın Tarihçesi 3

a. İsrailiyatın İslam Kültürüne Girmesinin Sebepleri 3

b. İsrailiyatın Tarihçesi ve Seyir Çizgisi 3

b1. Taberi ve İsrailiyat 4

b2. İbnu Kesir ve İsrailiyat 5

b3. Razi ve İsrailiyat 6

b4. Hazin ve İsrailiyat 7

4. Çağdaş İsrailiyat 8

5. Netice. 9


3- İSRAİLİYAT

 

1. İsrailiyat’ın Tanımı

 

Kur'an kıssalarından bahsederken İsrailiyat konu­sunu da işlemek, haddizatında bir zorunluluktur. Çünkü tefsir kitaplarında nakledilen İsrailiyat'ın hemen hemen tamamı kıssalarla ilgili bölümlerde geçmektedir.

İsrailiyat, israiliyye kelimesinin çoğuludur ve bu kelime, israilî bir kaynaktan nakledilen kıssa veya olay anlamındadır. [1] İsrail, Hz. Yakub'un ismi veya lakabıdır. Yahudiler ona nisbet edilerek kendilerine Benu İsrail (İsrailoğulları) denilmektedir. Nitekim Kur'an-ı Kerim de Yahudileri “Benu İsrail” diye isimlendirmektedir. O halde îsrailiyat, Yahudi kaynaklardan aktarılan malu­mat anlamındadır. Ne varki tefsir ve hadis ilimleriyle uğraşanlar, “İsrailiyat” kelimesini daha geniş bir anlamda kullanmışlardır. Yahudi ve Hıristiyan kültür­lerin yanı sıra geçmişlerin mitolojilerinden tefsir ve hadis kitaplarına sokuşturulan haberlerin tamamına israiliyat demişlerdir. Hatta bazıları, geçmiş kaynak­larda mevcut olmayıp İslam düşmanlarının, sırf İslam'ı bulandırmak, İslam inanç ve kültürünü bozmak için uydurdukları haberleri de bu kelimenin kapsamına almışlardır. [2] Buna göre diğer kültürlerden İslam kültü­rüne sokuşturulan haberlerin tamamına İsrailiyat den­mektedir.

Bu tür haberlerin hepsi için İsrailiyat isminin kullanılması ise, nakledilen bu tür haberlerin büyük çoğunlu­ğunun yahudi kaynaklı olması sebebiyledir. [3]

 

2. İsrailiyat'ın Kısımları

 

İsrailiyatın kısımlarına geçmeden önce kısaca Kur'an'ın kendisinden önceki kitaplarla ilişkisi üzerinde durmak istiyoruz.

Hemen şunu belirtelim ki; peygamberler, Hz. Adem'den Peyamberimiz Muhammed'e kadar birbirleri­nin izleyicisidirler. Hepsi aynı yolu savunmuşlardır. Kur'ani terminolojide bu yolun adı İslam'dır.

Peygamberlerin hepsi aynı yolun izleyicileri olduk­larına göre birine indirilen her kitap, kendinden önce­kine indirilen kitabın doğrulayıcısıdır. Ancak bir kitabın kendinden önceki kitabın doğrulayıcı olması, o kitabın bir fotokopisi olması anlamında değildir. Hepsinde itikat konuları aynıdır, ama pratik hayatla ilgili meselelerde bir takım farklılıklar vardır. İşte bu gibi konularda, fark­lılık arzeden hususlarda bir sonraki kitap, bir önceki kitabı nesheder yani o farklı hususlardaki hükümlerini iptal eder. Eğitim üslupları açısından da aralarında bir takım farklılıklar sözkonusu olabilir. Çünkü eğitimde takip edilecek metodlar, toplumların yapıları, kültürel birikimleri ve psikolojilerine göre tesbit edilir.

Kur'an-ı Kerim de, kendinden önceki kitapları doğ­rulayıcı olarak indirilmiştir. Nitekim bu durum mütead­dit ayetlerde belirtilmektedir.[4]

Kur'an'ın kendinden önceki kitapları doğrulayıcı olarak indirildiğini belirten bir ayette, Kur'an'ın diğer kitaplar karşısındaki durumunu anlatan bir vasfı daha ilave edilmektedir: [5] sözcüğü ile kullanıldığında "gözleyen, kollayan ve koruyan" anlamındadır. [6] Buna göre aye­tin anlamı şöyledir:

“Sana da kendinden önceki kitap­ları doğrulayıcı ve onları kollayıp koruyucu olarak bu kitabı gerçekle indirdik.”[7]

Kur'an-ı Kerim'in, kendinden önceki kitapları kolla­yıp koruması, onlardan hangi hükümlerin geçerli ve hangilerinin geçersiz olduğunu belirtmesidir.[8]

Sözcüğü şeklinde de okunmuş­tur. Buna göre ayetin anlamı şöyledir:

“Sana da kendin den önceki kitapları doğrulayıcı ve değiştirilmekten emin kılınmış olarak bu kitabı gerçekle indirdik.”[9]

Yani Kur'an'ın diğer kitaplar karşısındaki özelliklerinden biri, Allah tarafından korunmuş olması, değişiklik ve tahrife uğramayacağıdır. Nitekim Kur'an'ın korunması­nın Allah'ın teminatı altında olduğu başka bir ayette de belirtilmektedir. [10] Oysa diğer kitaplar için durum böyle değildir. Onların korunması din bilginlerine bırakılmış­tır. [11] Din bilginleri ise o kitapları koruyamamış ve o kitaplar tahrif edilip değiştirilmişlerdir. Herhalde Kur'an'ın korunması da İslam bilginlerine bırakılmış olsaydı, o da aynı akıbete uğrayacaktı. Ama son kitap olduğu için korunması Allah'ın teminatı altına alınmış­tır.

Bu kısa girişten  sonra  İsrailiyat’ın  kısımları konusuna geçebiliriz.

İsrailiyatı çeşitli açılardan kısımlara ayırmak mümkündür. Ancak bizi ilgilendiren, İslam'a uyma ve uymama, bir de onları nakletmenin caiz olup olmaması gibi hususlardır. İşte bu açıdan israiliyatı üç kısma ayı­rabiliriz:

a. İslam'a uygun olan İsrailiyat.

b. İslam'a uygun olmayan İsrailiyat.

c. Hakkında hüküm bulunmayan; doğrulanması ya da yalanlanması için elde bir kıstas bulunmayan İsraili­yat.

Tevrat ve İncil, bütünüyle tahrif edilmiş kitaplar değildir. Bu nedenle hak ile batılı bir arada bulundurur­lar.

Bunlardan Kur'an ve sahih sünnete uygun düşenler haktır. İslam'a uygun olan İsrailiyattan maksat, bu tür hususlardır. Peygamber (s)'in "İsrailoğullarından nakle­din, bunda bir sakınca yoktur." [12] anlamındaki hadisi bu tür İsrailiyata hamledilmiştir.

Kur'an ve sahih sünnetle bağdaşmayan İsrailiyat ise batıldır ve bu gibi İsrailiyat, ancak reddedilmek ve eleştirilmek kaydıyla nakledilebilir. İsrailiyatı naklet­meyi yasaklayan rivayetler de bu tür İsrailiyata hamle­dilmiştir.[13]

Bir kısım İsrailiyat ise, dini hüküm taşımayan hususlarla, olmuş olması da, olmamış olması da ihtimal dahilinde olan olayları nakleden İsrailiyattır. Bu tür İsrailiyatın nakledilmesini bazı alimler caiz görmüştür. Kimi de İsrailiyattan olduklarının belirtilmesi kaydıyla caiz olduğunu söylemişlerdir.

Kanaatimizce bu tür İsrailiyatın da nakledilip dini kitaplarda rivayet edilmesi ya da va'zlarda söylenmesi caiz değildir. Eğer bunlarla insanlara öğüt vermek iste­niyorsa, öğüt vermek için Kur'an ve sahih sünnet yeterli­dir. Eğer bilgi vermek isteniyorsa dini bilgi namına yine Kur'an ve sahih sünnet yeterlidir ve insanları etkileme, onlara mutedil bir şahsiyet ve hayata doğru bir bakış açısı kazandırma açısından da bu iki kaynak yeterlidir. [14]

 

3- İsrailiyatın Tarihçesi

 

a. İsrailiyatın İslam Kültürüne Girmesinin Sebepleri

 

Kur'an-ı Kerim'in naklettiği kıssaların pek çoğu Tevrat'ta da geçmektedir. Hem Kur'an-ı Kerim, kıssala­rın ayrıntıları üzerinde durmazken Tevrat ayrıntılara girmektedir. Çünkü Kur'an-ı Kerim bu kıssaları aktarır­ken ibret alınacak yönlerine dikkat etmekte, ibret alın­maya konu olmayacak hususlara temas etmemektedir.

Okuyucuların bir kesimi özellikle de halk tabakası, alınacak ibretten çok kıssalardaki olaylara takıldılar. Kur'an'da olayların ayrıntılarını bulamayınca bu istek­lerini karşılamak için Ehl-i Kitaba müracaat ettiler.

Haddizatında müslümanların ilk dönemlerde kar­şılaştıkları Ehl-i Kitabın kendileri de, kendi kitapları hakkında yeterli bilgilere sahip değillerdi. Bu nedenle müslümanların onlardan dinledikleri arasında kendile­rinin folklorik bilgileri de vardı. Gerçi kitapları da tahrif edilmiş ve sağlıklı bilgiler ihtiva etmiyordu ama ilave olarak halk kültürünün de anlatılanlara karışması tehli­kenin boyutlarını daha da artırıyordu.

İsrailiyatın İslam kültürüne karışmasının sebepleri konusunda İbnu Haldun şöyle demektedir: Araplar ne Kitap Ehli, ne de ilim ehli idiler. Bedevilik ve ümmilik onlara hakim idi. İnsan nefsinin arzu duyduğu kainatın yaratılış sebebi, yaratılışın başlangıcı, varlığın sırları gibi hususlarda bilgi sahibi olmayı arzu ettiklerinde onu Önce kitap ehli olanlara sorar ve onlardan istifade eder­lerdi. Bu kitap ehli ise, Tevrat ehli olan Yahudilerle onla­rın dinine tabi olan Hıristiyanlar idi. O gün Araplar ara­sında yaşayan Tevrat ehli de haddizatında onlar gibi bedevi idiler. Tevrat'tan bildikleri Kitap Ehli'nden ava­mın bildikleri şeylerdi.[15]

Ayrıca Yahudiler İslam'ın en azılı düşmanlarıdır. Sırf İslam'ın safiyetini bozmak için de yalan yanlış şeyle­rin İslam kültürüne girmesine çalışmışlardır.

İnsanların yapı olarak hikaye ve masal türünden şeyler dinlemeğe meyyal olmaları, abartılmış şeylere düşkünlükleri de, İsrailiyatın İslam kültürüne karışma­sına yardımcı olmuştur.

İsrailiyatın İslam kültürüne karışmasının diğer bir sebebi de, Ehl-i Kitaptan bazı alimlerin İslam dinine gir­miş olmalarıdır. Bu bilginler ya diğer müslümanların kendilerine müracaat etmeleri sonucunda ya da kendi­liklerinden İsrailiyatı anlatıyorlardı.

İsrailiyatın İslam kültürüne girmesinin sosyolojik sebeplerinden biri de, İslam'ın evrensel bir din oluşudur. İslam, Ehl-i Kitabı da kendisine davet etmiştir. Bunun bir sonucu olarak müslümanlar Ehl-i Kitab'a da İslam dinini tebliğ ediyorlardı. Bu arada müslümanlarla Ehl-i Kitap arasında zaman, zaman tartışmalar oluyor, soh­betler yapılıyordu. Böyle bir ortamda kültürel etkileşi­min olması tabiidir. [16]

 

b. İsrailiyatın Tarihçesi ve Seyir Çizgisi

 

Ehl-i Kitab'ın Araplarla ilişkisi İslam Öncesine dayanır. Bunların büyük çoğunluğu Yahudi idiler ve Miladi 70 yılında Arap yarımadasına gelip yerleşmişler­dir.[17]

Ayrıca Arapların biri yaz, biri de kış mevsiminde olmak üzere ticaret için iki yolculukları vardı. Nitekim-Kur'an-ı Kerim de bundan bahsetmektedir. [18] Kış yolcu­luğu Yemen'e. Yaz yolculuğu da Şam'a yapılıyordu ve buralarda çoğunluğu Yahudi olan Ehl-i Kitap yaşardı. Gerek Arap yarımadasında ve gerek bu yolculuklar sıra­sında Ar-aplarla Ehl-i Kitap arasındaki münasebetlerin sonucu olarak Arap kültürüne Ehl-i Kitap kültürünün de karışmış olması tabiidir. [19] Ancak cahiliye döneminde bu etkilenmenin büyük boyutlara ulaştığını söyleyeme­yiz. Çünkü Araplar müşrik idiler ve Ehl-i Kitap kültü­rüne ilgi duymuyorlardı.

Etkilenme daha çok İslam'ın gelişinden sonra ve yukarıda dikkat çektiğimiz sebeplerle olmuştur.

Sahabe döneminde kimi sahabi bazı hususlarda Ehl-i Kitab'a danışmışlarsa da kendilerine anlatılanlar hususunda dikkatli idiler. Hele Rasulullah'a isnad edi­len hususlarda daha da dikkatli davranıyorlardı. İslam'ı bilme noktasındaki hakimiyetleri sebebiyle de, İslam'a uymayan haber ve düşüncelere geçit vermiyorlardı.

Tabiun döneminde yalan uydurmalar çoğaldı. Rasulullah (s)'ın söylemediği şeyler ona isnad edilmeğe baş­landı. Bunun üzerine bu konuda uyanık müslümanlar bir hadis duyduklarında onu rivayet edenden, hadisi kimden duyduğunu sormaya başladılar. Artık hadisler senedleriyle birlikte rivayet edilmeye başlandı. Müslimin nakline göre İbnu Sirin (öl.110/728) şöyle demektedir: Müslümanlar, Rasulullah'tan rivayet edilenlerin senedini sormuyorlardı. Ama fitne vuku bulduktan (Hz. Osman öldürüldükten) sonra, hadis rivayet edenlere: 'Hadisi kimden dinlediniz?1 diye soruyorlardı. Hadisi rivayet edenler bid'at ehli ise, o hadisi almıyorlardı.[20]

Tabiun döneminde hadislerin senedlerine önem verilmekle birlikte Ehl-i Kitab'a müracaatlar da çoğaldı. Ayrıca Ehl-i Kitap'tan islam'ı kabul edenler de çoğal­mıştı. Böylece tefsir ve hadise Israiliyattan pek çok şey karıştı. Kıssalarla ilgili İsraili haberler, avam tarafın­dan şevkle dinleniyordu.[21]

Bu dönemden sonra tefsirde İsrailiyata daha çok yer verilmeye başlandı. Bilahare kimi müfessirler naklettik­leri rivayetlerin senedlerini de zikretmez oldular. Artık doğruyu yalandan ayırt etmeye yarayan sened zinciri de yoktu.

Gerçi her dönemde bu tür İsrailiyatı reddeden, değerli ilmi çalışmalar ortaya koyan pek çok alim yetiş­miştir. Ancak avamın bu tür haberlere ilgi duyması, hal­kın teveccühünü kazanmayı amaçlayan alimlerin her dönemde var olması, bazen de hangi haberlerin İsraili­yattan olduğunun bilinmemesi ve bazen de yasak olan İsrailiyatla yasak olmayan İsrailiyatın birbirine karıştı­rılması sonucunda rivayet tefsirlerinin hemen hemen tamamı şu veya bu oranda İsrailiyata yer vermişlerdir.

İsrailiyatın ne oranda tefsirlere karıştığını anlamak bakımından meşhur bazı müfessirlerin tefsirlerine geç­miş İsrailiyata misaller vermek istiyoruz: [22]

 

b1. Taberi ve İsrailiyat

 

Taberi'nin (öl. 310/922) tefsiri, günümüze kadar ula­şabilmiş ilk tefsirlerdendir. Rivayet tefsiri olmakla bir­likte dirayete de yer vermekte; dil izahları ve rivayetler arasında da bazen tercihler yapmaktadır. Dönemine kadar ki görüşleri derlemesi bakımından adeta bir tefsir ansiklopedisidir.

Taberi naklettiği rivayetlerin sened zincirini ver­mektedir. Bu yönüyle de önemi büyüktür.

Ancak bu üstün Özelliklerine rağmen İsrailiyata da yer vermiştir. Naklettiği İsrailiyatın bir kısmını eleştirip İslam'la bağdaşamayacağına dikkat çektiği halde büyük bir kısmını hiç eleştirmeden senedini zikretmekle yetin­mektedir. Onu savunanlar, onun, naklettiği rivayetlerin tamamının sened zincirlerini zikrettiğini, sorumluluğun artık ona ait değil, okuyucuya ait olacağını ileri sürüyor­larsa da İslam'la bağdaşmayan bu tür rivayetleri nakle­dip onları eleştirmemesi büyük bir eksikliktir.

Misaller:

“Andolsun, biz Süleyman'ı imtihan ettik: Tahtının üstüne bir ceset bıraktık, sonra bize yöneldi.”'[23]

ayetini tefsir ederken Katade'nin şöyle dediğini nakletmektedir: [24] Hz. Süleyman Beyti Makdis'i inşa etmekle emro-lundu. Kendisine, onu inşa et ama demir sesi duyulma­sın denildi. Buna bir yol bulamayınca kendisine, denizde Sahru'l-Marid isminde bir şeytanın yaşadığı söylendi. Nihayet o şeytanı getirtti. Durumu kendisine anlattı. Hz. Süleyman'ın hakimiyeti mühründe idi. Hz. Süley­man tuvalete ve hamama girdiğinde mührünü berabe­rinde almazdı. Bir gün bir hanımıyla yattıktan sonra hamama gitti. Hamama girmeden mührünü o şeytana teslim etti. Şeytan götürüp o mührü denize attı. Böylece Hz. Süleyman hakimiyetini yitirdi. Şeytan onun kılığına girdi ve Hz. Süleyman'ın tahtına oturarak hükmetmeye başladı. İnsanlar verdiği kararların bir kısmını yadırga­maya başladılar. Allah'ın peygamberi bozuldu, yanlış kararlar veriyor denilmeye başlandı. Nihayet kırk gün sonra Hz. Süleyman mührünü bir balığın karnında buldu. Mührünü alıp geri döndüğünde yolda onu gören cin ona secdeye kapandı. Halkının arasına geldiğinde o şeytanın cesedini tahtının üzerinde buldu.[25]

Bu hikayenin uydurma olduğu açıktır. Şeytanın, bir peygamber olan Hz. Süleyman'ın kılığına girmesi, şu kadar gün boyunca tahtına oturup dilediği şekilde karar­lar vermesi, Hz. Süleyman'a inanan halkı aldatıp onla­rın gözünde peygamberlerini küçük düşürmesi düşünü­lemez.[26]

Yine Sad Suresi'nde geçen:

“Sana davacıların haberi geldi mi? Hani odasının duvarına tırmanmış­lardı, Davud'un yanına girmişlerdi de (Davud) onlar­dan korkmuştu..Korkma, dediler, biz iki davacıyız. Biri­miz, ötekinin,.hakkına saldırdı. Şimdi sen aramızda hak İle hükmet, (adaletten ayrılıp bize) zulmetme. Bizi yolun ortasına (adaletle) götür. Bu kardeşimin doksan dokuz koyunu var. Benimse bir tek koyunum var. Böyle iken onu da bana ver dedi ve konuşmada bana ağır bastı (onunla baş edemedim).

(Davud) dedi ki: 'Andolsun (o), senin koyununu kendi koyunlarına katmayı istemekle sana zulmetmiş­tir. Zaten (mallarını birbirine) karıştıran (ortak)ların çoğu birbirine zulmederler. Yalnız inanıp iyi işler yapanlar bunun dışındadır ki, onlar da ne kadar azdır!' Davud (bu hükümle) kendisini denediğimiz (kendisine bir bela vereceğimizi) sandı da Rabbinden mağfiret diledi, eğilerek secdeye kapandı ve tevbe edip (bize) döndü.”[27] ayetinin tefsirinde Taberi şu anlamdaki riva­yetlere yer vermektedir:

Hz. Davud ibadetle meşgul iken şeytan kendini altından yapılmış bir güvercin kılığına sokarak gidip Hz. Davud'un önüne kondu. Hz. Davud onu yakalamak için elini uzattı, ama güvercin biraz öteye uçtu. Hz. Davud güvercinin peşine takıldı. Nihayet dama çıktı ve güver­cini kovalarken yıkanan bir kadın gördü. Kadın çok güzeldi. Hz. Davud ona tutuldu. Hele kadın, açık yerle­rini saçlarıyla örtünce Hz. Davud'un ona tutkusu daha da arttı. Hemen kocasının kim olduğunu soruşturdu. Kocasının devlet göreviyle bir yere gitmiş ve Orya isminde bir komutan olduğunu öğrendi. Üst komutanına haber göndererek öldürülsün diye Orya'yı zorlu bir savaşa göndermesini emretti. Orya o savaşta başarı elde etti ve öldürülmedi. Daha zor ikinci bir savaşa gönde­rilmesini emretti. İkincisinde de Orya galip geldi. Onu üçüncü bir savaşa göndertti ve bu savaşta öldürüldü. Bunun üzerine Hz. Davud Orya'nın o güzel karısıyla evlendi.[28]

Hz. Davud hakkındaki bu uydurma haber Ehl-i Kitap'tan alınmıştır. Taberi bu anlamdaki rivayetleri nakletmekte ve hiç bir eleştiri yöneltmemektedir.

Böyle bir şeyi ancak adi bir padişah yapabilir. Hz. Davud gibi adil bir hükümdarın hele bir peygamberin bunu yapması düşünülemez.

Taberi'nin bu gevşekliği Yuhanna ed-Dımaşkî isimli Hıristiyanın Peygamberimiz hakkında uydurduğu [29] şu iftiranın da tefsirinde yer almasına sebep olmuştur: Güya Peygamberimiz (s), azadlısı Zeyd'in evine gitmiş ve Zeyd'in eşi Zeyneb'i yarı çıplak bir vaziyete görerek ona aşık olmuştur.[30]

 

b2. İbnu Kesir ve İsrailiyat

 

Rivayet tefsirlerinin en meşhurlarındandır. Taberi gibi kendisi de rivayet senedini zikreder. İsrailiyat ve oydurma haberler konusunda en dikkatli müfessirlerin başında gelir. Tefsirinin bir çok yerinde müfessirlerin rivayet ettikleri İsrailiyata dikkat çeker; bazen haberin uydurma olduğunu, Ehl-i Kitap menşe'li olduğunu ve İslam'la bağdaşmadığını söylemekle yetinir. Bazen de gerekçeleriyle niçin İslam'a uymadığını tafsilatlı bir şekilde anlatır.

Uydurma haber ve İsrailiyat nakletme, onlara dik­kat çekme ve onları reddetme hususunda müfessirlerin ilk sırasında yer almasına rağmen İsrailiyat - az da olsa-onun eserine de girmiştir.

Mesela:

“Allah Yere at onu (asanı), ey Musa!' dedi. Onu hemen yere attı. Bir de ne görsün, hızla sürünen bir yılan oldu. Allah buyurdu: Al onu! Korkma! Biz onu şimdi ilk haline sokacağız.“[31]

ayetlerinin tefsirinde Vehb b. Münebbih'ten şu rivayeti nakletmekte ve hiç bir eleştiri yöneltmemektedir. Özet olarak rivayet şöyle­dir:

Asasını yere attığında bir de ne görsün, aç gözlerle etrafını süzen koca bir ejderha! Kayalara yöneliyor bir lokmada onları yutuyor. Dişleriyle ağaca saldırıyor ve onları kökünden söküp yiyor. Boyunun üzerindeki kıllar adeta birer ok şeklindeydi. Gözlerinden alevler fışkırıyordu. Korkunç bir ses çıkarıyordu. Hz. Musa onu bu durumda görünce arkasına bakmadan kaçmaya başladı. Sonra Rabbini hatırladı ve utancından durdu. Melek, kendisine gidip ejderhayı boynundan yakalamasını söy­ledi. Hz. Musa'nın üzerinde yünden bir aba vardı, yenini eline sardı ve ejderhayı yakalamaya çalıştı. Elinin üze­rinden yen açıldı ve eli ejderhanın ağzına geldi. Ejderha­nın dişlerinin gıcırtısını bile duydu. Ama eliyle yakaladı­ğında bir de ne görsün! Kendi asası! Eski halini almış.[32]

İbnu Kesir, az da olsa bu tür İsrailiyata yer vermek­tedir. Ancak onun naklettiği bu İsrailiyat, akideye taal­luk eden cinsten değildir. Belki okuyucusunu lüzumsuz meşgul eden neviden İsrailiyattır. [33]

 

b3. Razi ve İsrailiyat

 

Razi'nin (öl. 606/1209) tefsiri re’y tefsiridir. Dolayı­sıyla rivayete fazla yer vermez. Bununla birlikte re'y tef­sirlerinin rivayetten, rivayet tefsirlerinin de dirayetten tamamen hali olmadıklarını hatırlatalım.

Razi, tefsiri ilgilendirmeyen bir çok malumata yer vermekle birlikte İsrailiyat konusunda dikkatlidir. Özellikle peygamberlerin masumiyetlerini rencide eden İsrailiyat konusunda daha da dikkatli davranmaktadır. Nitekim Ehl-i Sünnet'ten peygamberlerin masumiye­tine dair ilk eser Razi'nin eseridir.

Yer yer müfessirlerin naklettikleri İsrailiyata dik­kat çekerek onları delilleriyle reddeder.

Bununla birlikte İsrailiyattan ve uydurma haber­lerden tamamen hali olduğunu söyleyemeyiz.

Misaller:

“Görmedin mi Rabbin ne yaptı Ad (kavmin)e? Yük­sek sütunlarla dolu İrem'e?”28

ayetlerini tefsir ederken şöyle demektedir: Rivayet edilir ki, Ad'ın iki oğlu vardı. Biri Şeddad, diğeri de Şedid isminde, Bunlar, hakimiyet kurup çok kimseyi yendiler. Bir müddet sonra Şedid öldü ve hakimiyet tamamen Şeddad'a kaldı. Şeddad, dünyaya hükmetti, krallar ona boyun eğdi. Bir ara ona cennetten bahsedildi. Ben de onun gibisini inşa ederim dedi. Adn diyarında İrem şehrini inşa ettirdi. Şehrin inşaatı 300 yıl sürdü. O sırada Şeddat 900 yaşındaydı. İrem, görkemli bir şehirdi. Surları altun ve gümüştendi. Sütunları Zeberced taşı ve yakuttandı. Değişik cinsten ağaçları ve nehirleri vardı. Şehrin inşaatı bittiğinde Şeddad halkını yanına alarak İrem'e yerleşmek üzere yola koyuldu. Şehre bir günlük mesafedeyken Allah gökten bir gök gürlemesi gönderdi ve Şeddad halkıyla birlikte helak oldu. Abdullah b. Kulabe hakkında rivayet edilir: Abdullah develerini kaybetmiş ve onları aramaya koyulmuş. Develerini ararken Şeddad'ın bahçesiyle karşılaşmış ve oradan yüklenebildiği şeyleri alıp gelmiş. Olaydan haberdar olan Muaviye bu zatı yanına çağırtmış ve olayı kendisine anlatmasını istemiş. Bu arada Ka'b'ı da çağırt­mış ve ona bunu sormuş. Ka'b: Orası İrem şehridir, demiş ve şunu ilave etmiş: Senin döneminde kısa boylu, kumral ve hem kaşlarında, hem de boynunda birer ben bulunan biri develerini ararken o şehri bulacak, demiş. Tam bu sırada etrafinâ bakınmış ve İbnu Kulabe'yi gör­müş: İşte! Allah'a yemin ederim ki o adam budur, demiş.[34]

Razi'nin naklettiği bu hikayenin uydurma olduğu açıktır. Şu ana kadar surları altun ve gümüşten inşa edilmiş bir şehre rastlanmış değildir. Nitekim İbnu Kesir de, İrem şehrinin surlarının altun ve gümüş oldu­ğuna, müfessirlerin bu şehrin ihtişamı hakkında naklet­tiklerinin doğruluğuna dair bir delilin mevcut olmadı­ğını söylemektedir.[35]

Razi, bir çok müfessirz gibi, Uz. Eyyub'un mübtela olduğu hastalık, bu arada şeytanla tartışmaları ve ben­zeri uydurma haberleri ue tefsirinde nakletmektedir.[36]

"İsrailiyat" sözcüğüyle müfessillerin sadece Yahudi yahut Hıristiyanlardan nakledilen haberleri kasdetme-diklerini, İslam'la.bağdaşmayan diğer haberlere de İsra­iliyat dediklerini belirtmiştik. Şimdi bu anlamda Razi'nin naklettiklerine bir-iki misal zikredeceğiz:

Sihir işiyle de ilgilenen Razi, kahin ve müneccimle­rin gaybı bildiklerini; kehanetle uğraşan ve Metikşah'ıri oğlu Sencer döneminde Bağdad'a getirtilen bir kadının otuz yıl boyunca geleceğe dair verdiği haberlerin hepsi­nin aynıyla vuku bulduğunu iddia etmektedir.[37]

Asr Suresi'nin tefsirinde bu surenin önemini anla­tırken şöyle bir rivayet nakletmektedir: Rivayet edilir ki bir kadın, Medine sokaklarında çığlıklar atarak: "Bana söyleyin, Peygamber nerede?" diye bağırıyordu. Rasulullah (s) onu gördü ve; "Ne oldu?" dedi. Kadın dedi ki: "Kocam bir yere gitmişti, ben de zina ettim. Zinadan bir çocuğum oldu. Onu sirke küpüne atıp boğdum. Sonra o küpteki sirkeyi sattık. Benim için tevbe yolu var mı?" Rasulullah (s) ona şu karşılığı verdi: "Zina yapmana gelince, bundan dolayı recmedileceksin. Çocuğu öldür­menin cezası ise cehennemdir. Sirkeyi satmana gelince, büyük bir günah işlemişsin. Ama ben de sandım ki ikindi namazını kılmamışsın."[38]

Herhangi bir ameli terkten dolayı -amelleri terketmekten sakındırmak için dahi olsa- bu şekildeki mübalağalarla aynı şekilde bir amelin mükafatını -amel­lerle teşvik için dahi olsa- bu şekildeki mübalağalarla anlatmak da İsrailiyatın içine girer.

İsrailiyatla ilgileri az olan, hatta İsraili haberleri eleştiren üç müfessirin tefsirlerinde İsrailiyata dair misaller verdik. Bir de İsrailiyata kapılarını açmış müfessirler var. Bu müfessirlerden misal olarak Ebu İshak es-Sa'lebi (öl. 427/1036), Sa'lebinin tefsirini ihtisar eden ve ona nisbetle İsrailiyata daha az yer veren Beğavi (öl. 516/1122) ve Beğavi'nin tefsirini ihtisar eden Hazin'i (öl. 74171340) zikredebiliriz. Bu tefsirlerin her birine dair misaller nakletmek uzun yer işgal edecektir. Biz bunlar­dan halk arasında daha yaygın olan, Hazin tefsirinden misaller vermekle yetineceğiz. [39]

 

b4. Hazin ve İsrailiyat

 

Hazin (öl. 741/1340) tefsirini, Beğavi'nin tefsirini ihtisar etmek ve daha önceki müfessirlerden de derlediklerini ilave etmek suretiyle telif etmiştir. Naklettiği riva­yetlerin senedlerini zikretmez. Kütüphaneci olan Hazin, aynı zamanda vaizdir ve kıssalara gayet düşkündür. Bu nedenle tefsiri İsrailiyat ile doludur. Naklettiği İsrailiyatı bazen eleştirir. Ama çoğu zaman kıssa, İslam akidesiyle bağdaşmadığı halde onu zikreder ve ne İsrailiyattan olduğuna dikkat çeker, ne de herhangi bir eleştiride bulunur.

Misaller:

“Eyyub'a da (lütfettik). Rabbine: 'Bu dert bana dokundu, sen merhametlilerin en merhametlisisin.' diye dua etmişti. Biz de onun duasını kabul ettik, kendisine bulaşan derdi kaldırdık; ona tarafımızdan bir rahmet ve ibadet edenler için bir hatıra olarak kendisine ailesini ve onlarla beraber bir katını daha Derdik.”[40]

ayetlerinin tefsirinde Vehb b. Münebbih'ten şunu naklediyor:[41]

Eyyub Rum idi. Allah ona zenginlik vermişti. Harzem sancaklarından Belka ile Şam toprakları hep onundu. Beş yüz kölesi vardı. Her kölenin bir hanımı, Çocukları ve malları vardı. Allah ona bol kadın ve çocuk vermişti. Bunun yanında çok muttaki idi. Fakir ve öksüz­leri gözetirdi. Misafirlere bol ikramda bulunurdu. Allah'ın kendisine verdiği bu nimetlere hakkıyla şükre­derdi. Asla diğer zenginler gibi gurura kapılmaz, ibadet­lerini yerine getirirdi.

O zaman gökler şeytana yasak değildi, dilediği göğe giderdi. Hz. İsa göğe yükseltildiğinde dört gök kendisine yasaklandı. Peygamberimiz Muhammed (s) geldiğinde ise bütün gökler ona yasaklandı.

Şeytan meleklerin Hz. Eyyub'u överek andıklarını ve ona rahmet okuduklarını duydu. O zaman Hz. Eyyub'u kıskandı ve göklerde çıkabileceği yere kadar yükseldi. Orada Allah'a şöyle seslendi: Allah'ım, ben bu Eyyub kulunun durumunu düşündüm; ona bol bol nimet vermişsin, o da sana şükrediyor. Ona sıhhat vermişsin sana hamdediyor. Şayet onu imtihan edecek olursan; verdiğin bu nimeti elinden alacak olursan, o zaman sana ne şükreder ve ne de ibadet eder. Bunun üzerine Yüce Allah: 'Hadi git, seni onun malına musallat kıldım' buyurdu.

Şeytan, cinleri ve azgın şeytanları toplayarak bir ordu kurdu ve Hz. Eyyub'un malını telef etti.

Malını telef ettiği halde Hz. Eyyub'un Allah'a bağlı­lığı konusunda bir değişikliğin olmadığını gören şeytan hemen göğe çıktı ve Allah'tan kendisini Hz. Eyyub'un çocuklarına musallat kılmasını istedi. Allah: 'Hadi git, seni onun çocuklarına musallat kıldım.' buyurdu. Niha­yet şeytan onun çocuklarını da telef etti ve Hz. Eyyub'a gelerek; 'Çocuklarını göreydin, nasıl azap çektiler. Nasıl yüz üstü düşüp kan ve beyinleri akıyordu. Göreydin, onların karınlarını nasıl yardım, nasıl barsaklarını param parça ettim. Onların o durumunu görseydin yüre­ğin lime lime olurdu.' dedi. O zaman Hz. Eyyub hüngür hüngür ağlamaya başladı ve toprağı avuçlayıp başına serpti ve; 'Ah! Keşke anam beni doğurmayaydı.' dedi. Sonra kendine geldi ve hemen Rabbine tevbe eti. O zaman şeytan yine başarıya ulaşamadığını anlayarak başını önüne eğdi. Ancak ardından toparlandı ve Allah'tan kendisini Eyyub'un vücuduna musallat kılma­sını istedi. Yüce Allah; 'Hadi git, dili, kalbi ve aklı hariç seni onun vücuduna musallat kıldım.' buyurdu.

Allah düşmanı şeytan hemen aşağıya indi ve Eyyub'u secdede iken buldu. Acele ederek onun başını secdeden kaldırmasına fırsat vermeden iki burun delik­lerine öyle bir üfürdü ki Hz. Eyyub'un bütün vücudu tutuştu. Vücudu tepeden tırnağa kabarcıklarla doldu.

Vücudunun her tarafını bir kaşıntı sardı. Tırnaklarıyla, bulduğu sert bezler ve taşlarla vücudunu kaşımaya baş­ladı. Derisi dökülüyor, vücudunun etleri parçalanıyordu. Yaraların etkisiyle vücudu kokuştu. Nihayet kavmi, vücudunun yaydığı o pis kokuya dayanamadılar ve onu alıp bir çöplüğe attılar. Hanımından başka kimse yanına yanaşmıyordu. .

Hazin bu arada Hz. Eyyub'un bu dertten kurtulmak için Allah'a nasıl dua ettiğini, çevresiyle arasında geçen konuşmalara dair bir takım şeyleri nakleder ve Hz. Eyyub'un yedi küsur sene o çöplükte kaldığını, vücudu­nun kurtlandığını ama bütün bunlara rağmen sabret­meye devam ettiğini anlatır.

Şeytan, Hz. Eyyub'un hala hak yolda devam ettiğini görünce yardımcılarını topladı ve onlara danıştı. Ona, hanımı kanalıyla onu saptırmayı önerdiler. Çünkü hanımı, sonuna kadar ona yardımcı olmuştu. Bunun üzerine şeytan yakışıklı bir erkek suretine bürünerek Hz. Eyyub'un Rahme isimli bu hanımının yanına gitti ve; 'Ey Allah'ın kulu, kocan nerede?' dedi. Hanımı: 'Kocam, işte orada, yaralarını kaşıyor, vücudunda kurtlar dolaşı­yor.' karşılığını verdi. Şeytan, Hz. Eyyub'un hanımına vesvese ederek kocasının eskiden ne kadar yakışıklı olduğunu, nimetler içerisinde yüzdüğünü, oysa şimdi ne durumlarla karşı karşıya geldiğini anlattı. Daha sonra şeytan, ona bir oğlak getirdi ve bu oğlakı benim için kese­cek olursa bu derdinden kurtulur, değilse bu durum üzere devam eder, dedi. Bunun üzerine Hz. Eyyub'un hanımı çığlık atarak Hz. Eyyub'a geldi ve; ' Ey Eyyub! Rabbin ne zamana kadar seni azaplandıracak? Hani mal nerede? Hani çocuklar nerede? Hani o güzelliğin? Şu oğlakı kes de bu dertten kurtul.' dedi. Bunun üzerine Eyyub hanımına şöyle dedi: 'Allah düşmanı sana geldi ve seni aldattı. Yazıklar olsun sana! Allah'a yemin ederim ki, bîr gün iyileşecek olursam sana yüz sopa vuracağım. Benden, Allah'tan başkasına kurban kesmemi istiyor­sun öyle mi? dedi ve onu kovdu...[42]

Kıssa bu şekilde devam eder.

Hazin bazen de okuyucusunu öyle anlamsız İsrailiyatla meşgul eder ki insan Kur’an tefsiri yazmış birinin bu tür şeylerle meşgul olduğuna şaşıyor.

Mesela:

“Karınca vadisine geldikleri zaman...”[43]

ayetini tefsir ederken kimilerinin bu vadinin Taifte; kimilerinin onun Şam'da olduğunu söyledilerini, kimile­rinin de onun cinlere ait bir vadi olduğunu söylediklerini nakleder. Sonra o karıncaların şekline dair nakiller yapar, daha sonra Hz. Süleyman'ın ordusunu, arkadaş­larına haber veren karıncanın topal olup olmadığı, kanatlı olup olmadığına dair görüşleri nakleder. Sıra o karıncanın ismine gelmiştir, ismine dair de farklı görüş­ler nakleder ve kıssa bu şekilde devam eder.[44]

Kehf kıssasını anlatırken de köpeklerinin rengi ve ismine dair bir sürü görüş ileri sürer.[45]

Bu konuda daha çok misal naklederek okuyucuyu meşgul etmek istemedik. Naklettiğimiz bu misaller İslam kültürünün İsrailiyatla nasıl bulandırıldığını gös­termeye yeterlidir.

Haddizatında İsrailiyatın İslam kültürüne ne oranda girdiğini anlamak için tefsirleri taramak da yeterli değildir. Bir de vaaz ve kıssalara dair kitaplar var ki bunlarda İsrailiyat daha da çoktur.

Ayrıca halkın kültürünü sadece yazılı kitaplar oluş­turmaz. Hele İslam toplumlarının gelenekleri göz Önünde bulundurulduğunda şifahi yolla aktarılan kültü­rün, toplumların kültür yapısında daha etkili olduğunu görürüz. Toplum daha çok cami ve tekkelerde yapılan vaazlar, evlerde yapılan sohbetlerden etkilenir ki bu vaaz ve sohbetlerde İsrailiyat daha fazla yer tutar. Cami ve evlerde yapılan sohbetlerde İsraili kıssaların anlatı­mının çok eski dönemlere, ta Hz Ali dönemine kadar uzandığını göz önünde bulundurursak İsrailiyatın İslam toplumlarında ne kadar etkili olduğunu daha iyi anla­rız.

Kimileri, İsrailiyatın daha çok kıssalarla ilgili kül­türümüze karıştığını, akaid ve ahkam konularında bunun etkisinin yok denecek kadar az olduğunu söyleye­rek İsrailiyatın yaptığı tahribatı küçümserler. Oysa İsrailiyatın büyük bir bölümü akaid konusunu ilgilen­dirmektedir.

Bu iddianın doğru olduğunu kabul etsek bile İslam, akaid ve ahkamdan ibaret değildir. İnsan şahsiyetinin oluşmasında ve hayat felsefesini kazanmasında diğer hususların da etkisi küçümsenemez. İnsanların eğiti­minde ve mutedil bir şahsiyet sahibi olmalarında diğer hususlar çok büyük bir etkiye sahipler.

Ayrıca şuna da dikkat çekmek isteriz ki, İsrailiyatı nakletme tarihte kalmış bir konu değildir. Günümüz Batı ve Doğu kültürlerinden İslam kültürüne aktarılan ve İslam'la bağdaşmayan hususlar da İsrailiyat konu­suna girer. Bu nedenle çağdaş İsrailiyattan da bahset­mekte yarar vardır. [46]

 

4. Çağdaş İsrailiyat

 

İsrailiyatın, İslam kültürüne girmiş yabancı kültür­lerin tamamı için kullanılan bir terim olduğunu belirt­miştik. Buna göre İsrailiyat, çok kapsamlı bir terimdir.

İsrailiyatın İslam kültürüne girişi başlangıçta kıs­salarla ilgili alanlarda olmuştur. Ancak zamanla çerçeve genişlemiş ve diğer konuları da içine almıştır. Mesela Allah'ın sıfatlarına dair nassların te'vili meselesi de aslında İsrailiyatın çeşitlerinden biridir. Çünkü bu tür te'viller yabancı kültürlerin etki ve rehberleri sayesinde olmuştur.

İsrailiyatın olumsuzluğundan bahsederken mak­sat, İslami eserlerde yer almış olması değil, müslümanın hayatına yansımasıdır. Bu nedenle müslümanların hayatına yansıyan ve İslam'la bağdaşmayan itikadi, siyasi ve sosyal düşüncelerin tamamı İsrailiyat kapsa­mına girer. Bu tür düşüncelerin din adına girmiş olması veya başka bir adla girmiş olması da Önemli değildir. Önemli olan, müslümanım diyen fert veya toplumların hayatlarına yansımış olmasıdır.

Buna göre müslümanlar, çağımızda olduğu kadar tarihin hiç bir döneminde bu denli İsrailiyatla karşılaş­mış değiller, İslam kültürüne giren ve İslam'la bağdaşmayan kültürlerin 'İsrailiyat' diye isimlendirilmesinin sebebi; bu tür kültürün büyük çoğunluğunun İsrailoğullarından gelmiş olmasıdır, demiştik. Çağdaş İsrailiyat için de aynı durum sözkonusudur. Çağımızda da bu tür kültürün temelinde büyük oranda yahudiler yatmaktadır. Elle­rine imkan geçtiğinde yeryüzünde fesat çıkarmak ve hak yoldan alıkoymak yahudilerin temel özelliğidir. Yüce Allah, onlar hakkında şöyle buyurmaktadır:

“Kitapta İsrailoğullarına şu hükmü verdik: Siz o ülkede iki kere fesat çıkaracaksınız ve büyük bir yükselişle yükseleceksi­niz. Birincisinin zamanı gelince üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı gönderdik, evlerin aralarına girip (sizi) araştırdılar. Bu, yapılması gereken bir va'd idi.”[47]

Yahudilerin birinci yükselişlerinin geçmişte ger­çekleştiği ayetlerde açıkça ifade edilmektedir. Kur'an'da ikinci yükselişlerinin geçmişte vuku bulup bulmadığı anlatılmamakta, ancak ikinci yükselişlerinin zamanı geldiğinde yine aynı akıbete uğrayacakları ifade edil­mektedir.[48]

Herhalde ikinci yükselişlerini çağımızda yaşıyorlar. [49] Akıbetleri de, ilk yükselişlerindeki akibet gibi ola­caktır.

Çağımız İsrailiyatnın belirgin vasıflarını şöyle sıra­layabiliriz:

a. Yalan ve iftiralara dayalı yayın ve iddialar.

b. İslam'a ve İslam'ın getirdiği gerçeklere karşı savaş ve bu savaşta her vasıtaya baş vurmak.

c. Müslümanları İslam'dan uzaklaştırmak.

d. Yahudi hakimiyetine zemin hazırlamak.[50] İsrailiyatın çağımızda geniş bir alana yayıldığını belirtmiştik. Materyalist Marksizm, rasyonalizm, sekularizm, nihilizm, nasyonalizm düşünce alanındaki İsrailiyata birer misaldir.

Siyaset alanında da dinin toplum hayatından uzak­laştırılmasını misal olarak zikredebiliriz.

Çağımızdaki İsrailiyat bazen din adına yapılan pro­pagandalarla bazen de açıktan dine karşı gelerek yayılmaktadır.

Din adına İsrailiyat, ya mevcut ideolojilerin baskısıyla veya maddi çıkar uğruna inanç ve şahsiyeti zayıf din alimlerinin müslümanlar arasında yaydıkları İsrailiyattır.

Buna misal olarak şunları zikredebiliriz: Sosyaliz­min hakim olduğu bölgelerde İslamiyetin sosyalizmden yana olduğunu, kapitalizmin hakim olduğu bölgelerde İslamiyetin kapitalizmden yana olduğunu, laisizmin hakim olduğu bölgelerde İslamiyetin laiklikten yana olduğunun din alimleri tarafından anlatılması.

Zayıf şahsiyetli bu din alimleri bu tür İsrailiyatı yayarken Kur'an'ın kimi ayetlerini tek taraflı anlatır ve anlattıklarını sınırlayan ya da vardıkları sonuçlara ters düşen ayetleri görmezlikten gelirler. Kur'an'ı bir bütün olarak almazlar. Onları dinleyen fakat dini hakkında yeterli bir bilgiye sahip olmayan halk yığınları, onların bu anlattıklarına aldanır, dinlerinin böyle olduğunu sanırlar.

Bu tür din alimleri bazen mevcut hakim ideolojiler tarafından reklam edilir ve halk yığınlarına, tarihte eşine az rastlanır büyük alimlerden biri olarak takdim edilirler.

Dini şahsiyeti zayıf alimlerin reklam edilmesi ve dinine bağlı samimi alimlerin çeşitli iftiralarla toplumun gözünden düşürülmeye çalışılması çağdaş İsrailiyatın temel metodlarındandır.

Çağımızda din adına yayılan İsrailiyatın sızdığı alanlardan biri de tasavvuftur. Hümanist düşüncelerle dinler arasında ayırım yapmama gibi fikirler tasavvuf yoluyla sızma imkanı bulmuştur.

Tasavvufun doğuşundan günümüze kadar tasav­vufa meyledenler, genelde yeterli dini bilgiye sahip olmayan ve din adına aldatılmaya müsait bir yapıya sahip bulunanlardır. İslam'la bağdaşmayan bir çok görüşün tasavvuf adıyla İslam kültürüne rahatlıkla girme imkanı bulmasının nedeni de budur.

Günümüzde, tarikatından olmayanı samimi bir mümin bile olsa yabancı sayma gibi, diğer dinlere men­sup olanları hatta dinsizleri samimi kardeş görme gibi birbiriyle taban tabana zıt düşüncelerin tasavvuf adına toplumda yayılma imkanı bulması, tasavvufun, islam'a yabancı düşünceler için ne denli münbit bir alan oldu­ğunu göstermeye yeterlidir. [51]

 

5. Netice

 

Kur’an kıssalarının kaynağı, bizzat Kur'an'ın kay­nağını ilgilendiren bir husustur. Kur'an'ın indiği dönemde Ehl-i Kitap olan Yahudi ve Hıristiyanlar, Kur'an kıssalarının Tevrat'tan uyarlama olduğunu iddia etmedikleri halde günümüzde müsteşriklerden bazısı böyle bir iddia ileri sürebilmektedir.

Kur'an'da geçen kıssalarla Tevrat kıssaları ara­sında yapılacak bir karşılaştırma, Kur'an kıssalarına elde mevcut muharref Tevrat'ın kaynaklık etmeyeceğini açıkça ortaya koyacaktır. Ayrıca Muhammed (s) hem ümmi biriydi ve hem de o dönemde gerek Tevrat, gerekse İncil, Arapça'ya tercüme edilmiş değildi. Kaldı ki Muhammed (s)'in üslubunu ortaya koyan kendisinden nakledilmiş hadislerin üslubu ile Kur'an'ın üslubu ara­sında fark vardır. Bu da, kıssalarıyla birlikte Kur'an'ın tamamının Allah tarafından hem lafız ve hem de mana olarak indirildiğinin delilidir. Kur'an bir beşer tarafın­dan yazılmış bir kitap olamaz. Nitekim indirildiği gün­den bu yana benzerinin getirilmesi konusunda meydan okumakta fakat bir benzeri ortaya konulamamaktadır.

Kur'an kıssaları hakkında bir delile dayanmaksızın ortaya atılan iddialardan biri de, kıssalarının vakii olmadığı; olay ya da şahıslarının gerçek olmasını gözetmediği, diğer sanat kıssalarında olduğu gibi kıssalara hayali unsurlar kattığı iddiasıdır.

Bu iddianın da bir dayanağı yoktur. Bu kıssaların bir çoğu anlatıldıktan sonra zikredilen:

“Ey Muham­med! Sana bu anlattıklarımız, gayb haberleridir. Bu anlatılanlar gerçek olarak anlatılmaktadır.”

gibi ifade­ler, kıssalarda hayali unsurların bulunmadığının kesin delilleridir. Bu iddiayı ileri sürenlerin niyeti ne olursa olsun iddialarını ispatlayacak bir delil ortaya koyama­mışlardır.

Kur'an kıssaları, Peygamber (s)'i ve onun şahsında onun yolunu takip eden İslam davetçilerinin sebatlarını arttırmak ve onlara teselli vermek ve geçmişten ibret almak için Kur'an'da yer almışlardır.

Kıssalar, nazari olarak anlatılanların pratik olarak hayata uygulanışını gözler önüne sermektedir. Bu nedenle de eğitim açısından önemli bir yer işgal ederler. Eğitimde en etkin yollardan biri, eğitilene model göster­mektir. Kur'an kıssalarında şahıslar genellikle peygam­berlerden seçilmiştir. İyiler için en iyi model ise, hiç şüp­hesiz peygamberlerdir.

Kur'an kıssalarında sadece iyiler değil, kötü şahsi­yetler de gündeme getirilmekte, onların da hayat felsefe­leri, psikolojik yapıları anlatılmaktadır. Böylece kıssa­lar, insanı ve insan karakterlerini tanımamızı kolaylaş­tırmaktadır.

Kur'an'a dair araştırmalarda ihmal edilen yönler­den biri, Kur'an'ın sosyoloji ve toplumbilimini ilgilendi­ren yönüdür. Kur'an kıssaları bu yönün yoğun bir şekilde ele alındığı yerlerdir. Kur'an'ın bu yönüyle ilgili derin ve kapsamlı araştırmalara şiddetle ihtiyaç vardır.

Gerek tefsir kitaplarında, gerek Kur'an kıssalarıyla ilgili geçmiş dönemlerde yapılan çalışmalarda İsrailiyat önemli bir yer tutmaktadır. İslam kültürünün safiyetini yitirmesinde İsrailiyat Önemli bir etkendir. Geçmişte bazı alimlerimiz Îsrailiyat konusunda hassas davranmış ve Önemli eleştirilerde bulunmuşlarsa da İsrailiyatın önüne geçemedikleri bir vakıadır. İsrailiyatın münbit zeminlerinden biri cami ve tekkelerde yapılan vaazlar­dır. Halkın dikkatini çekmek için vaizler, genellikle İsrailiyata baş vurmuşlardır.

İsrailiyat, günümüzde çerçevesini daha da genişlet­miş; günümüz İslam toplumlarına damgasını vurmuş­tur. Geçmişte İslam kültürüne karışmış İsrailiyatı temizlemek belki o kadar zor bir iş değildir, ama günü­müz İsrailiyatını toplumdan söküp atmak o kadar kolay değildir. Daha ciddi ve daha samimi çabalara ihtiyaç var­dır. [52]

 



[1] Zehebi, Muhammed Huseyn; el-İsrailiyyat fı't-Tefsir ue'l-Hadis, Mısır-1986, s. 13.

[2] Zehebi, a. g. e., s. 13-14.

[3] Prof. Dr. M. Sait Şimşek, Kur'an Kıssalarına Giriş, Yöneliş Yayınları: 129-130.

[4] Mesela bkz.: Bakara: 2/ 41, 89, 91, 101; Alu İmran: 3/ 3, 39, 50, 81; Nisa: 4/ 47; Maide: 5/ 48.

[5] Maide: 5/ 48.

[6] Firuzabadi, el-Kamusu'l-Muhit, Beyrut-1987, s. 1600.

[7] Ebu's-Suud, III/45.

[8] Bkz.: Zamehşeri, Keşşaf, I/640; Ebu's-Suud, III/45.

[9] Aynı kaynaklar ve aynı yer.

[10] Hicr: 15/ 9.

[11] Maide: 5/ 44.                                             

[12] Buhari, Enbiya 50; Müslim, Zühd 72; Tirmizi, ilim 13; İbnu Hanbel, III/39.

[13] Bu konudaki rivayetler için bkz.: Ahmed b. Hanbel, III/387; Ibnu Kesir, V/329.

[14] Prof. Dr. M. Sait Şimşek, Kur'an Kıssalarına Giriş, Yöneliş Yayınları: 130-132.

[15] İbn Haldun, Mukaddime, 4. Baskı, Beyni l-Tarihsîz, s. 439.

[16] Prof. Dr. M. Sait Şimşek, Kur'an Kıssalarına Giriş, Yöneliş Yayınları: 133-134.

[17] Zehebi, a. g. e., s. 16.

[18] Bkz.: 106/Kureyş Suresi.

[19] Zehebi, a. g. e., s. 16.

[20] Sahihu Müslim, 'Mukaddime', s. 5.

[21] Zehebi, a. g. e., s. 23.

[22] Prof. Dr. M. Sait Şimşek, Kur'an Kıssalarına Giriş, Yöneliş Yayınları: 134-136.

[23] Sâd: 38/ 34.

[24] Rivayeti özet olarak naklediyorum.

[25] Taberi, XXIII/157-158

[26] Zehebi, a. g. e., s. 103.

[27] Sad: 38/ 21-24.

[28] Taberi, XXIII/146-149.

[29] Zehebi, a. g. e., s. 14, 5 nolu dipnot.

[30] Taberi, XXII/13. Prof. Dr. M. Sait Şimşek, Kur'an Kıssalarına Giriş, Yöneliş Yayınları: 136-139.

[31] Taha: 20/19-21.

[32] İbnu Kesir, V/274.

[33] Prof. Dr. M. Sait Şimşek, Kur'an Kıssalarına Giriş, Yöneliş Yayınları: 139-140.

[34] Razi,XXXI/l67.

[35] İbnu Kesir, VIII/418.

[36] Razi, XXII/203-204.

[37] Razi,XXX/168-169.

[38] Razi,XXXII/85.

[39] Prof. Dr. M. Sait Şimşek, Kur'an Kıssalarına Giriş, Yöneliş Yayınları: 141-143.

[40] Enbiya: 21/ 83-84.

[41] Rivayeti özet olarak naklediyoruz.

[42] Haziran, Lubabu't-Te'vil III,/351.

[43] Neml: 27/18.

[44] Hazin, III/493.

[45] Hazin, III/245-246.

[46] Prof. Dr. M. Sait Şimşek, Kur'an Kıssalarına Giriş, Yöneliş Yayınları: 143-148.

[47] İsra: 17/4-5.

[48] İsra: 17/ 7.

[49] Kuran, Yahudilerin tarihleri boyunca zillete; mahkum olduklarını bundan kurtulmalarının ise ancak Allah'ın ve kendilerinden olmayan başkalarının yardımlarıyla olabileceğini belirtmektedir: “Nerede olsalar, onlara alçaklık (damgası) vurulmuştur. Meğer ki Allah'ın ahdine ve insanların ahdine sığınmış olsunlar.” (Alu İmran: 3/112). Burada Allah'ın ahdi, Allah'ın toplumlara hakim kıldığı kanunlar olsa gerek. 'İnsanların ahdi' buyurulunca da bu insanların yahudiler olmadığı açıktır. Kur'an'ın verdiği bu haber aynıyla gerçekleşmiştir. Bugün için yahudilerin bir devleti vardır. Ancak devletlerini kurarken de Hıristiyanların yardımlarıyla kurmuşlar ve bu devletin varlığını devam ettirirken de yine Hıristiyanların yardımlarıyla devam ettiriyorlar.

[50] Salah Haildi, İsrailiyal Muasıra, Amman-1991, s. 60.

[51] Prof. Dr. M. Sait Şimşek, Kur'an Kıssalarına Giriş, Yöneliş Yayınları: 148-152.

[52] Prof. Dr. M. Sait Şimşek, Kur'an Kıssalarına Giriş, Yöneliş Yayınları: 152-154.