Hz. Muhammed (S.A.V.)'in Duası
1957 Yılında Trabzon'da doğdu.
1979'da Trabzon Fatih Eğitim Enstitüsünü bitirdi.
Halen Trabzon'da ticaretle uğraşmaktadır.
Evli ve üç çocuk babasıdrr.
Yayınlanmış Eserleri,
Tarihe Adanmış Sözler
İnsan ve iç Denetim
Tek Başına Bir Ümmet
Lokmanı Dinlerken Kur'an'da Sembolik Anlatımlar
Ayetler ve Yetenekler
Dağlar'a İnmek İçin Çıkılır
Yaşar Nuri ile Birlikte Yeniden Kur'an'a
Dua'yı Yaşamak
Kamil Mürşidin Portresi
Hz. Musa ile Yürümek
Bir Çöl Hikhayesi
Siyah ve Yeşil
Aynasını Arayan Adam
Merâtib-i Tevhîd Risalesi (Ganiyy-i Muhtefî'nin) Yorumu
Dua, Yaratan ile yaratılan arasında bir diyalogun adıdır. Başka bir söyleyişle dua, sınırlı, sonlu ve aciz olan varlığın, sınırsız ve sonsuz kudret sahibi ile kurduğu bir köprüdür. Bu nedenle "Allah'ın ismi" ile başlayan ve "insan"la sona eren Kur'an, bu noktada en mükemmel bir dua kitabıdır. Başkalarının bize öğrettiği dua yerine, Kur'an'la ellerimizi Rabbimize kaldırdığımız zaman O'nu konuşturmuş, yine O'nun beyanıyla isteklerimizi O'ndan istemiş oluruz.
Bu çalışmamızda Kur'an'da adı geçen peygamberlerin, tevhid mücadeleleri sırasında yaptıkları duaları incelemeye çalıştık. Bu duaların yapılış gerekçelerini ve taşıdıkları anlamları öncelikle "Kur'an'ın diliyle" açıklama yolunu seçtik. Böylece okuyucunun daha fazla Kur'an ayetlerıyle buluşmasını, tanışmasını amaçladık. Bu ayetlere mana verirken de daha çok Mevdu-di'nin, Seyyid Kutub'un ve Elmalılı Hamdi Yazır'ın yazmış olduğu tefsirlerden faydalandık.
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in dilinden hiç düşürmediği güzel bir duası vardır. Şöyle der:
"Allah'ım! Ürpermeyen kalpten, doymayan nefisten, fayda vermeyen bilgiden ve kabul olunmayacak duadan sana sığını-rı*n."[1]
Mütevazı çalışmamın tüm inananlara fayda vermesini Allah'tan diliyor ve eksiklerimin iyi niyetime verilerek, bağışlanmasını ümit ediyorum.
En içten selam, sevgi ve saygılarımla...
Necmettin Şahinler Ekim, 1994 Trabzon[2]
"Ey Rabbimiz, dediler, öz bertiklerimize zulmettik. Eğer bizi affetmez, bize acımazsan elbetteki hüsrana uğrayanlardan olacağız."[3]
Bu dua, ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Adem'in eşi ile birlikte yaptığı bir duadır. Aynı zamanda bu dua insanoğlunun kendisini yaratan Allah'tan ilk defa bağışlanmasını istediği bir "tevbe" niteliği taşımaktadır.
Duanın yapılış nedenini, sûrenin 19. ayetinden başlayarak Kur'an'ın diliyle şöyle verebiliriz:
"Ey Adem! Sen ve eşin Cennct'te oturun; dilediğinizi yiyin ama şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa ikiniz de zalimlerden olursunuz."[4]
"Derken şeytan, kendilerinden gizlenmiş çirkin yerlerini onlara açmak için ikisine de vesvese verdi. Dedi: Rabbinizin sizi şu ağaçtan uzak tutması, iki melek olmayasınız yahut ölümsüzler arasına katılmayasınız diyedır,"[5]
"Ve onlara, ben size öğüt verenlerdenim, diye de yemin etti."[6]
"Nihayet onları kandırarak aşağı çekti. O ikisi ağaçtan tadınca edeb yerleri kendilerine açıldı. Bahçenin yapraklarından yamalar yapıp üzerlerine örtmeye başladılar. Rabhri onlara seslendi: Ben size bu ağacı yasaklamadım mı; ben size, şeytan sizin için açık bir düşmandır demedim mi?"[7]
İşte bu gelişmeler sonucu yeryüzüne indirilen Hz. Adem ve eşi, yukarıda sözünü ettiğimiz duayı yaptılar. Allah da onların bu duasını veya tevbesini kabul ederek kendilerini bağışladı.
Sonunda Yaratıcı Kudret, tüm insanları Hz. Adem ile şeytan arasında geçen bu hadiseden ders ve ibret almaya çağırarak şöyle uyardı:
"Ey Ademoğülları! Şeytan, ana-habanızı, edebyerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak Cennet'ten çıkardığı gibi, size de bir fitne musallat etmesin. Çünkü o ve kabilesi sizi, onları göremeyeceğiniz yerden görürler. Biz o şeytanları inanmayanlara dostlar yaptık".[8]
Anlaşılan odur ki insan günah işleyebilir ama önemli olan işlediği bu günahtan pişman olarak hemen Allah'a yönelmesi ve O'ndan bağışlanmasını istemesidir Hz. Adem'in bu duası, günah işleyerek nefislerine zulmeden insanlar için yapacakları tev-belerinde, değişmez bir yol işaretidir.[9]
Hz. Nûh, Kur'an'da "şekur" yani "Allah'a çok şükreden bir kul" olarak tanıtılan ve insanoğlunun yeniden çoğalmasına neden olduğu için, Adem-i Sani/ikinci Adem adıyla anılan bir peygamberdir.
Peygamberlik görevine başladığı günden beri yılmadan, usanmadan kavmini hakka davet etmiş, bu davete karşı ise kavmi onu yalanlamış, onunla alay etmiş ve zaman zaman da kendisine şiddetle karşılık vermiştir. Uzun bir mücadeleden sonra Hz. Nûh, kendisini tebliğden men eden kavminin artık ilahi azabın gelmesini de açıkça istemeye başlaması üzerine, onların ıslahından tamamen ümidini keserek Cenab-ı Hakk'a şu şekilde dua etmiştir:
"Ey Rabbiml Artık bu zalim kavme karşı mağlup düştüm! Daha evvel vadetmiş olduğun yardımı yap". [10]
"Rabbiml Onlar bana isyan ettiler de, malı ve çocuğu kendisine hüsrandan başka at tış getirmeyen kişiye uydular."[11]
"Çok büyük hileler sergilediler, çok büyük tuzaklar kurdular."[12]
"Rabbim! Yeryüzünde kafirlerden yurt tutacak, gezip dolaşacak hiç kimse bırakma."[13]
"Çünkü eğer sen onları bırakırsan, kullarını saptırır ve kötülük üreten nankörden başkasını doğurmazlar."[14]
"Rabbim! Beni, anne-babamı, evime inanmış olarak gireni, tüm inanmış erkekleri ve inanmış kadınları affet. Zalimlerin de sadece helak ve perişanlığını artır."[15]
Cenab-ı Hakk Hz. Nuh'un bu duasına cevap olarak ve bundan sonra ne yapacağım bildirmek üzere kendisine şöyle vahyeder:
"Ey Nûh! Toplumundan, daha önce inanmış olanlar dışında hiç kimse iman etmeyecektir. Artık onların yaptıktan yüzünden tasalanıp durma"[16]
"Vahyimize bağlı olarak gözlerimizin önünde gemiyi yap. Ve zulmedenler hakkında benimle karşılıklı laf edip durma. Onlar mutlaka boğulacaklardır."[17]
Hz. Nuh'un yaptığı bir başka dua da şudur:
"Rabbim! Hakkında bilgim olmayan şeyi senden istemekten sana sığınırım. Eğer beni affetmez, bana acımazsan hüsrana uğrayanlardan olurum".[18]
Bu duanın yaptltş nedeni, Hz. Nuh'un tufan sırasında insanları gemiye yüklerken, öz oğlu olan Kenan'ı da içeri almak istemesinden kaynaklanmaktadır. Fakat bunu başaramadan, oğlunun azgın dalgalar arasında boğulması üzerine, hikmetim anlayamadığı bu olayı Cenab-ı Hakk'a sormuş ve gerekçeli olarak aldığı cevap onu bu duayı yapmaya mecbur bırakmıştır.
Şimdi bu olayı yine Kur'an'ın diliyle anlatmaya çalışalım:
"Nûh dedi: Binin içine. Onun akıp gitmesi de demir atması da Allah'ın adıyladır. Benim Rabbim elbette ki Gafur'dur, Rahim'dİr."[19]
"Gemi onları, dağlar gibi dalgalar üstünde yürütüp götürüyordu. Nûh onlardan ayrı bir yerde duran oğluna seslendi: Oğulcukum, bizimle beraber bin, kafirlerle beraber olma."[20]
"Oğlu cevap verdi:. Bir dağa sığınacağım, beni sudan korur. Nûh dedi: Allah'ın merhamet ettiği dışında, bugün hiç kimse için Allah'ın kararından kurtaracak yoktur. Ve ikisi arasına dalga girdi de oğlu boğulanlar arasına katıldı."[21]
"Bu arada Nûh, Rabbine yakardı da dedi ki: Rabbim, oğlum benim ailemdendil Senin vaadin elbette haktır. Sen hakimlerin hükmü en güzel verenisin"[22]
"Allah buyurdu: Ey Nûh! O, senin ailenden değildi. Yaptığı iyi olmayan bir işti. Hakkında bilgen olmayan şeyi benden isteme. Cahillerden olmaman hususunda seni uyarınm".[23]
Ve işte bu uyarı üzerine Hz. Nûh yukarıda verdiğimiz duayı yapar. Tabi bu uyan sadece Hz. Nuh'a değil, O'nun şahsında "hakkında bilgi sahibi olmadığımız şeyler konusunda fikir yürütmekten kaçınmamız, bilirmiş gibi davranmamamız noktasında" bize de yapılmaktadır. Çıkaracağımız bir diğer ders de; "sadece nesebi yakınlığın, Allah katında hiçbir değer ve kıymetinin olmadığı, nesebi yakınlığın şefaat vesilesi olabilmesi için, imanın da bulunması gerçeğidir". Çünkü insanları kardeş yapan, kan bağlan değil inanç bağlandır. Bu nedenledir ki Hz. Peygamber: "Yalnızca müminier kardeştir" buyurmuştur.[24]
Hz. ibrahim Kur'an'da adı sıkça geçen "ulül-azim" bir peygamberdir. Aynı zamanda Kur'an'm 14. sûresi de Hz. ibrahim'in adryia anılmaktadır. Kur'an Hz. ibrahim'den bahsederken O'nu "tefe başına bir ümmet" olarak bize tanıtmakta [25]ve yine O'nun "başkaları için gamlanıp ah eden ince yürekli, yumuşak bir insan kısaca tam bir evvah olduğuna" dikkatimizi çekmektedir.[26]
Hz. ibrahim'in yaptığı dualar Kur'an'da önemli bir yer tutmaktadır. Şimdi bu duaları sırasıyla vermeye çalışalım.
Hz. İbrahim'in ilk duası Bakara Süresi'nin 124. ayetinden başlamakta ve 129. ayete kadar sürmektedir:
Hani Rabb'i, İbrahim'i bazı kelimelerle imtihana çekmiş, o da onların hakkım vermişti de Rab şöyle demişti: "Seni insanlara önder yapacağım." ibrahim, "soyundan birilerini de" deyince Allah: "Benim ahdime zalimler eremezler" buyurdu.[27]
Hatırla o zamanı ki, biz Beytullah'ı insanlar için sevap kazanmaya yönelik bir toplantı yen ve güvenli bir sığınak yaptık. Sizde İbrahim'in makamından bir âuayeri edinin, ibrahim ve İsmail'e şu. sözü ulaştırmıştık: "Tavaf edenler, kendini ibadete verenler için, rüku-secde edenler için evimi temizleyin."[28]
İbrahim şöyle yakarmıştı: "Rabbim! $u kenti güvenli bir kent yap, halkını Allah'a ve ahire t gününe, inananlarını çeşitli ürünlerle rı-ZiUandır." Rab dedi ki: "Küfre sapanları bile nzıhlanduınm. Ama az bir nimetle rızıklandmr, sonra da ateş azabına itiveririm. Ne kötü bir dönüş yeridir o.."[29]
ibrahim'in, ismail'le birlikte, Beytullah'ın ana duvarlarım yükselterek şöyle yakardık] an zamanı da an: "Rabbimiz, bizden gelen niyazları kabul buyur; sen, eve! sen, Semi'sin, her şeyi çok iyi duyarsın; Alim'sin, her şeyi çok iyi bilirsin."[30]
Rabbimiz1- Bizi, sana teslim olmuş iki müslüman kıl. Soyumuzdan da sana teslim olan müslüman bir ümmet oluştur. Bize ibadet yerlerimizi göster, bizim tövbelerimizi kabul et. Sen evet, sen, Tev-vab'sın, tövbeleri cömertçe kabul edersin; Rahim'sin, rahmetini cömertçe yayarsın."[31]
Rabbimizl İçlerinden onlara, senin ayetlerini okuyacak, kendilerine kitap'ı ve hikmeti öğretecek, onları temizleyip arındıracak bir resul gönder. Sen, evet sen, Aziz'sin, tüm ululuk ve onurun sahibisin; Hakim'sin, tüm hikmetlerin kaynağısın."[32]
Verdiğimiz ayetleri kısaca bir değerlendirirsek şu tesbitle-ri yapmamız mümkündür.
Kur'an'm değişik yerlerinde Hz. ibrahim'in insanlara imam ve rehber tayin edilmeden önce, tâbi tutulduğu zor imtihanlardan bahsedilir. Hz. ibrahim, bu imtihanları başarıyla atlatıp bu büyük sorumluluğu yerine getirebileceğini ispatladığında, bu yüksek dereceye ulaşmıştı. Hakikat ona vahyolunduktan sonra, tüm hayatı bir dizi fedakarlıklarla geçmişti. O, hayatında değerli olan herşeyi feda etmiş ve Hakk yolunda her türlü zorluğa göğüs germişti.
Beytullah'ın temizlenmesine gelince: Bu sadece pislik için değil, Alîah dışında tapınılan her şey için geçerliydi. Allah'ın Evi'nin gerçekten temizlenebilmesi demek, orada Allah'tan başkasının adının anıimaması demektir. Çünkü başka birine ibadet veya yardım için, başka birine ait olan ismin anılması, o Ev'ı kirletir. Bu ayet kapalı bir şekilde, Kabe'de put bulunduran ve Allah yerine onlara tapan Kureyşhler'i uyarmaktadır.
Hz. ibrahim, soyundan gelenler için Allah'tan bol nimet diledi. İlerde ortaya çıkacak zalimleri, bu dileğin dışında tuttu. Bunun nedeni, Allah'ın da onları önderlik vaadinden hariç tutmasıydı. Fakat Allah, İbrahim'in bu yanlış anlamasını düzeltti ve şöyle dedi; "Bu iki şey arasında çok büyük bir fark var. Önderlik sadece gerçek müminlere; fakat, dünya nimetleri hem müminlere, hem de kafirlere verilecektir."
Bu aynı zamanda kişinin sahip olduğu servetin, Allah katında o kişiden razı olmasının bir ölçüsü olmadığını da göstermektedir. Eğer bir kimseye çok mal verilmişse, bu, Allah'ın ondan ra2i olduğu ve önderliğe layık olduğu anlamına gelmez.
Bakara 129. ayette yer alan "onlan temizleyip anndınrsın" ifadesi; inançların, amellerin, fikirlerin, alışkanlıkların, adetlerin, kültürün, siyasetin, kısacası hayatın her yönünün temizlenmesi demektir.
Allah, büyük bir kudrete ve hikmete sahip olduğu için, Hz. İbrahim'in duasını kabul etmiş ve Hz. Muhammed'i peygamber tayin etmiştir. Nitekim bir hadislerinde Allah Resulü bu gerçeği şöyle ifade etmişlerdir:
"Ben babam İbrahim'in duası, kardeşim İsa'nın müjdesi ve annemin rüyasıyım."
Hz. İbrahim'in yine Bakara Sûresi'nde yer alan bir başka duası da şudur:
İbrahim: "Ya RabbV. Ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster" dediğinde, Allah, "Yoksa iman etmiyor musun?" dedi. ibrahim, "Evet 16 iman ediyorum. Lakin kalbim mutmain okun diye istiyorum" dedi. Allah: "Dört kuş al ve bunları parça parça et. Sonra onun her parçasını bir dağın üzerine bırak ve sonra onları çağır. Sana koşarak gelirler." Bil ki Allah Aziz ve Hakim'dıı:[33]
Hz. İbrahim'in duası ve bu duanın gerçekleşmesi için kendisine koşulan şartları içeren bu ayetin izahını biz "Tek Başına Bir Ümmet" adlı kitabımızda detaylı olarak verdiğimizden, burada sadece şunları söylemekle yetineceğiz..
İnsanlarda görmediği şeye yakinen iman etmekle beraber, kendi gözüyle müşahede etmek (gözle görmek) isteği kesilmez. Bu istek insanın fıtri bir duygusudur ve imana aykırı değildir. Makamının yüceliğine, üstünlüğüne rağmen Hz. İbrahim de Rabbinden "iman ettiği, ölüleri diriltme olayını bir de gözle görme seviyesinde" istemiştir. Böylece peygamber olmayan sıradan insanların da, gaybî olarak iman ettiği bir çok ilkeyi, kalplerinin sükûneti ve huzuru için "Aynel Yakin" düzleminde Rablerinden istemeleri hakkı doğmuş veya böyle bir düşünüşün, akıldan geçirişin imana aykırı olmadığı gerçeği, bu ümmet için bir ümit kapısı sayılmıştır.
Cenab-ı Hakk da, Hz. İbrahim'in kalbinin mutmain olması noktasındaki bu isteğini "dört kuş kesme" şartıyla yerine getirmiştir. Kuşeyri'nin ifadesiyle, Hz. İbrahim Allah'tan kalbinin diriliğini istemiş, Cenab-ı Hakk'da O'na "dört kuş kurban et" demiştir. Böylece "mücahedeyle (manevi gayret) nefsini öldürmeyenin, müşahede (gözle görmek) ile kalbi diri olmaz" ölçüsü Hz. İbrahim'e ve O'nun şahsında tüm insanlığa ihtar edilmiştir.
Hz. İbrahim, büyük bir peygamber olmasına rağmen babası putperesttir. Bu nedenle Kur'an, Hz. İbrahim'le babası arasındaki tevhid mücadelesi üzerinde önemle durmakta ve bu mücadeleden insanlığın gerekli dersleri çıkarmasını istemekledir.
Hz.İbrahim, hem bir peygamber hem de bir evlad olarak, babasının Allah'ın dışında bağlandığı şeylerden kopmasını ve dini yalnız Allah'a özgü kılarak iman etmesini islemektedir. Biraz sonra da ayetlerde göreceğimiz gibi, Hz. ibrahim'in bu davetine babası çok sert bir şekilde red cevabı verir. îşte bu tavır üzerine, Hz. İbrahim'in Meryem Sûresi'nde yer alan yeni bir dua örneğine şahit olmaktayız. Ama önce bu duygu yüklü mücadeleyi Kur'an'dan dinleyelim:
Kitap'ta İbrahim'i de an. 0, özü-sözü doğru bir peygamberdir.[34]
Hanı babasına demişti ki: "Babacığım1, işitmeyen, görmeyen, sana hiçbir yarar saramayan şeylere niçin kulluk ediyorsun?"[35]
"Babacığım! Bana ilimden, sana ulaşmayan bir nasip geldi. O halde bana uy ki, seni düzgün bir yola ileteyim."[36]
"Babacığım! Şeytana kulluk etme. Çünkü şeytan Rahman'a isyan etmiştir."[37]
"Babacığım.' Ben sana Rahman'dan bir azap dokunmasından, böylece şeytanın dostu halim gelmenden korkuyorum."[38]
Babası dedi ki: "Sen benim ilahlarımdan yüz mü çeviriyorsun ey ibrahim! Eğer bu işe son vermezsen, vallahi seni (aşlarım. Uzun bir süre uzak kal benden."[39]
Şimdi bu ayetten sonra Hz. ibrahim'in babası için Allah'tan af dilemesi ve duası başlamaktadır.
Dedi: "Selam sana! Senin için Rabbimden af dileyeceğim. Çünkü 0, bana karşı çok lütufkardır"[40]
"Sizden de Allah dışında yakardıklannızdan da ayrılıyorum; Rabbime dua edeceğim. Umarım, Rabbime yakarışımla bahtsızlığa düşmem."[41]
Hz. ibrahim vadelüği bu istiğfar ve duaya, babası hayatta kaldığı müddetçe devam etmiştir. Nihayet babasının vefatından sonra, Cenab-ı Hakk'm, O'nun Allah düşmanı olarak küfür üzerine öldüğünü bildiren şu ayetleri üzerine bu dua ve istiğfardan vaz geçmiştir.
"Akraba bile olsalar, cehennem halkı oldukları açıkça belli olduktan sonra müşrikler için aj dilemek, ne peygamberlere yakışır ne de iman edenlere".[42]
ibrahim'in babası için af dilemesi, sadece ona verdiği bir söz yüzündendi. Onun Allah düşmanı olduğu kendisi için açıklık kazanınca, ondan uzaklaştı. Şu bir gerçek ki, İbrahim başkaları için gamlanıp ah eden ince yürekli yumuşak bir insandı; tam bir evvahtı.[43]
Bütün bu ayetlerden çıkarılması gereken sonucu şöyle özetleyebiliriz: "Hiç kimse kendi niyetinin ve emeğinin ürünü olmayan şeylere güvenmesin. Hiç kimse kan bağına ve soyuna da güvenmesin. O kadar güvenmesin ki, babanın peygamber olması evlada, evladın, peygamber olması babaya hazırdan hiçbir nimet getirmemektedir.
Hz. İbrahim'in, oğlu ismail doğduktan sonra, hanımı Ha-cer'le birlikte onları getirip bugün Kabe'nin bulunduğu yere, zemzem kuyusunun yakınındaki bir ağacın yanma bıraktığım görüyoruz. Hz. İbrahim, ağır ağır, eşiyle çocuğunun yanından uzaklaşıp Mekke'nin üstündeki Seniyye bölgesine gelince, yüzünü Kabe tarafına çevirerek ellerini açmış ve Cenab-ı Hakk'a şöyle dua etmiştir. Ve bu dua İbrahim sûresi'nin 35-41. ayetleriyle bize duyurulmuştur:
Bir zaman ibrahim şöyle demişti: "Rabbim! Bu beldeyi güvenli kıl. Beni ve oğullarımı putlara kulluktan uzak tut."[44]
"Rabbim! Onlar insanlardan bir çoğunu saptırdılar. Arlık beni izleyen bendendir. Bana isyan edene gelince, onun hakkında sen Gafur ve Rahim'sin."[45]
"Ey Rabbimiz! Ben çocuklarımdan bir hışmını senin kutsal evinin yanındaki, ziraate elverişsiz vadiye yerleştirdim ki, namazı kılsınlar. Ey Rabbimiz] Sen de insanlardan bazı gönülleri, onlardan hoşlanır yap. Çeşitli meyvalarla onları rızıklandır ki, şükredebilsinler."[46]
"Rabbimiz, hiç kuşkusuz sen bizim gizlediğimizi de bilirsin, açığa vurduğumuzu da. Ne yerde ne de gökte, hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz."[47]
"ihtiyar yaşımda bana, ismail'i ve İshak'ı bağışlayan Allah'a hama olsun. Benim Rabbim duayı gerçekten çok iyi duyar."[48]
"Rabbim! Beni, namazı özenle yerine getiren bir insan yap. Soyumdan bir kısmım da. Rabbimiz! Duamızı kabul et."[49]
"Rabbimiz! Hesabın ortaya geleceği gün; beni, anne-babamı ve inananları affet."[50]
Verdiğimiz bu ayetleri değerlendirirsek, Hz. İbrahim'in duası üzerine şu tespitleri yapmamız mümkündür.
Doğru yoldan başka yollara uyanlara karşı gösterilen yumuşaklık, Hz. İbrahim'in insanlara duyduğu şefkatin bir göstergesidir. Hz. İbrahim onların durumunu, Allah'ın merhamet ve bağışlamasına bırakmıştır; çünkü onları ilahi azap içinde görmeye dayanamazdı. Sonra onlar için af dilemiş ve rızık konusunda Allah'a şöyle dua etmiştir. "Rabbim Allah'a ve ahirei gününe inananları ürünlerle rızıklandır."[51] Ahiret azabına gelince: Hz. İbrahim benim yolumda, yürümeyenleri cezalandır dememiş ve onlar hakkında "Ya Rabbı! Sen bilirsin, sen affedici ve 20
merhametlisin" demiştir. Hz. İbrahim'in bu merhamet ve şefkat dileği sadece kendi evladlan için değil, bütün bir insan topluluğu içindi.
Buna benzer bir başka örnek de Hud Sûresi'nde yer almaktadır. Melekler, Lût kavminin sapık topluluğunu helak etmek üzere yola çıktıklarında Hz. İbrahim onlar için dua etmeye başlamıştır, "...ibrahim Lût kavmi konusunda bizimle tartışmalara girişti. Çünkü o yumuşak huylu ve merhametli bîriydi" [52]
Allah Hz. İbrahim'in duasını kabul etti. Bu surenin indirildiği dönemde Arabistan'ın her tarafından bir çok insanın hac ve umre için Mekke'ye gitmesinin ve bugün de dünyanın her tarafından insanların orada toplanmasının nedeni bu duadır. Bunun yamsıra, o bölgenin tamamen kurak olmasına ve hayvanlar için bile hiç bitki yetişmemesine rağmen, yılın her mevsiminde çeşit çeşit meyve ve sebzelerle doludur.
Hz. İbrahim'in yaptığı dualarla ilgili vereceğimiz bir diğer örnek te Saffat Sûresi'nde geçmektedir. Hz. İbrahim, içinde yaşadığı toplumun kendisini dışlaması, tebliğine hakaret ve işkencelerle cevap verilmesi üzerine Rabbine yönelerek bir karar alır.
"ibrahim; Ben dedi, doğrusu Rabbime gideceğim. O bana yol gösterir." [53]
Hz. İbrahim'in bu gidişi bir hicretti. Ama bu hicret mekan sathında bir hicret değil, nefis ve ruh çapında bir hicrettir. Bu hicrette babasını, kavmini, ehlini, evini, vatanını ve kendisini yeryüzüne ve insanlara bağlayan herşeyi terkediş vardır. Hz. İbrahim, hicretinde Rabbinin kendisini yalnız bırakmayacağını, yardım edeceğini, yol göstereceğini bilmektedir. Aynı zamanda Hz. İbrahim'in hicreti, herşeyden sıyrılıp arınıp, tam bir teslimiyetle ve emniyetle Mevla'ya yönelmeyi ifade eder. İşte böylesine bir ruh hali içerisinde tek başına yaşamakta olan Hz. İbrahim bütün benliği ile Rabbine yönelerek mümin evlat ve hayırlı halef için istekte bulunur.
"Rabbim; bana salihlerden olacak bir çocuk ver" [54]diye dua eder.
Her şeyi bir tarafa atıp, teiniz bir kalp ile Rabbine gelen bu halis ve salih kulunun duasını Cenab-ı Hakk kabul eder.
"Biz de ona yumuşak huylu bir oğlan müjdeledik."[55]
Ayetlerin bundan sonraki sırası, Hz. İbrahim'in oğlunu kurban etmeye yönelik macerasını içermektedir. Biz bu konuyla ilgili araştırmamızı Hz. İbrahim'i konu edinen "Tek Başına Bir Ümmet" adh kitabımızda yaptığımızdan burada sadece Hz. İbrahim'in duasına işaret ederek geçiyoruz.
Kur'an bize, Allah'ın Hz. İbrahim'i kendisine "sadık bir dost" edindiğini[56] ve yine Hz.İbrahim ve onunla beraber olanlarda, inananlar için güzel örnekler bulunduğunu bildirir. Şimdi bu örneklik vasfını ve Hz. İbrahim'in yaptığı duaları içeren ayetlere bir bakalım.
İbrahim beraberinde olanlarda sizin için çok güzel bir Örnek vardır. Hani onlar toplumlarına şöyle demişlerdi: "Biz sizden de Allah dışındaki kulluk ettiklerinizden de uzağız. Sizi tanımıyoruz. Sizinle bizim aramızda, siz Allah'a, yalnız Allah'a inamneaya kadar, sürekli düşmanlık ve nefret olacaktır" Ancak İbrahim babasına şöyle demişti: "Senin için hep af dileyeceğim ama Allah'tan sana gelecek şeyi geri çevirme gücüm yoktur. Ey Rabbimİz! Yalnız sana güveniyoruz, yalnız sana yöneliyoruz- Dönüş yalmz sanadır."[57]
"Ey Rabbimiz'. Bizi, küfre sapanlar için bir fitne, imtihan aracı yapma! Bağışla bizi ey Rabbimiz! Sen, yalnızca sen sonsuz kudretin, sonsuz hikmetin sahibisin." [58]
Verdiğimiz bu ayetİerin değerlendirmesi gelince Mümtehine/4 de Hz. İbrahim'in müşrik bir loplumla ilişkisini kestiğini ilan etmesi bizim için güzel bir örnektir. Yoksa O'nun müşrik babası için dua etmeye söz vermesi ve bizzat dua etmesi bize örnek değildir. Çünkü kâfirleri sevmek, müminlere yakışmaz.
"Akraba bile olsalar, cehennem halkı oldukları anlaşıldıktan sonra müşrikler için mağfiret dilemek, ne Peygamber'in, ne de müminlerin yapacağı iş değildir."[59]
Bu bakımdan bir müslümanm, Hz. İbrahim de dua etmiş diyerek kafir yakınlarına Allah'tan mağfiret dilemesi uygun değildir. Bu noktada, "O halde Hz. İbrahim niçin bu işi yapmış? Veya O, bu iş üzerine devam etmiş midir?" şeklinde sorular sorulabilir. Bu soruların cevabım Kur'an ayrıntılarıyla bildirmektedir.
Babası Hz. İbrahim'i evden kovduktan sonra, O babasına, "Selam sana.' Senin için Rabbimdcn mağfiret dileyeceğim" der.[60] Bu söz üzerine Hz. İbrahim, babası hakkında iki kez mağfiret dilemiştir. Birincisi, "Rabhimiz! Hesabın görüleceği gün beni, anamı-bahamı ve müminleri bağışla."[61] İkincisi, "Bahamı da bağışla. Çünkü o sapıklardandır. Kulların diriltilecekle-tini gün beni utandırma"[62]
Ancak, kendisi için mağfiret dilediği babasının Allah'ın düşmanı olduğunu idrak edince, babası ile ilişkilerini kopardığını şöyle ilan etmiştir. "İbrahim'in babasına dua etmesi, sadece ona yaptığı bir vaadden ötürü idi. Fakat onun bir Allah düşmanı olduğu kendisine helîi olunca, ondan uzak durdu. Gerçekten ibrahim, çok içli ve yumuşak huylu idi"[63]
Bu ayetlerden açıkça, Peygamberlerin ancak sonuna kadar devam eden davranışlarının örnek alınabileceği anlaşılmaktadır. Kendilerinin sonradan terkettiği veya Allah'ın yapmaktan me-nettiği ya da sonraki şeriatin neshettiği davranışlar örnek almamaz. Ayrıca hiç kimsenin, "Bu bir peygamberin amelidir" diyerek, yukarda özelliklen belirtilen davranışları örnek alması doğru değildir.
Mümtehine/5 ise müminlerin, kafirler için fitne, imtihan kılınması, birkaç şekilde olabilir ve her müminin bundan sakınması gerekir.
Bu, kafirlerin müminleri yendikten sonra, hak üzerinde oldukları için müminleri mağlup ettiklerini sanmaları ve "Eğer bunlar (Müminler) Allah yolunda olsalardı, biz onları yenemez-dik" demeleri şeklinde olabilir. Müminlerin kafirler için imtihan konusu olmalarının bir şekli böyledir.
Başka bir şekli ise, kafirlerin aşırı bir baskı ve zulüm uygulamaları sonucunda, müslümanların din ve ahlakları konusunda onlarla anlaşma yapıp taviz vermek zorunda kalmalarıdır. Böyle bir durum, diğer insanlar için alay olurken, kafirlere de dini ve müminleri zelil etmeye vesile çıkar.
Üçüncü bir şekil de şöyle olabilir: Hak dinin temsilcileri, yüce bir davanın elemanları olmalarına rağmen, içinde bulundukları makama yakışmayacak bir şekilde, ahlaki vasıf ve faziletlerden mahrum olurlarsa ve cahiiiyye toplumunda yaygın olduğu gibi, diğer insanların düştükleri ahlakı zaaflara düşerlerse, kafirlere fırsat verilmiş olacak ve onlar "bu kimselerin ne özellikleri var ki, bizden daha şerefli kabul edilsinler" diyebileceklerdir. [64]
Hz. Lût Kur'an'ın ifadesine göre Ailah tarafından kendilerine yüksek meziyetler[65], Hüküm ve ilim verilen peygamberlerdendi. [66]
Yüce Allah, O'nu, küfürleri ve ahlaksızlıkları dillere destan olan Sedom ve diğer dört şehir halkına (Mü'tefıkat) peygamber olarak gönderdi. [67]
Sedomlular çok ahlaksız ve edepsiz bir kavimdi. Yeryüzünde o zamana kadar hiçbir milletin işlemediği bir fiili işliyorlar[68], kadınlar yerine erkeklere şehvet duyarak yaklaşıyorlardı. [69]
Hz. Lût, peygamber olarak gönderildiği kavim içinde yirmi dokuz yıl kadar kaldı. Onları, bir olan Allah'a davet etmekten, davetini kabul ve tevbe etmedikleri takdirde azaba uğrayacaklarım haber vermekten geri durmadı. Ne var ki, Hz. Lûı'un tebliğine karşılık kavminin cevabı hep olumsuz oldu. Sonunda i da, güzellikle kavmini yola getiremeyen diğer peygamberler gibi, ister istemez şu duaları yapmak zorunda kaldı:
"Ya Rahbi! Beni ve ehlimi bunların yapüklanndan kurtar." [70]
"Ey Rabhim! Fesadçüar kavmine karşı bana yardım et." [71]
Şimdi Hz. Lût'u bu duaları yapmaya zorlayan şartları Kur'an'm dilinden öğrenelim:
Lût kavmi de hak elçilerini yalanladı. Kardeşleri Lût onlara şöyle demişti: "Hâlâ korunmuyor musunuz?"
"Ben sîze gelen emin bir elçiyim." "Artık Allah'tan korkun da hana itaat edin." "Ben bu iş için sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim yalnız alemlerin Rabbi'ndendir."
"Alemlenn içinden erkeklere, gidiyor da, Rabbinizin sizin için yarattığı eşleri bırakıyor musunuz? Doğrusu siz haddi aşmış bir kavimsiniz."
Dediler: "Eğer bu tavrını sona erdir mezsen, ey Lût, yemin olsun bu topraktan sürülenlerden olacaksın."
Lût dedi: "Ben sizin şu yaptığınıza öfkelenenlerdenim." "Rabbim.' Beni ve ailemi bunların yaptıklarından koru." Bunun üzerine biz onu ve ailesini toplu halde kurtardık. Ancak geridekiler arasında bir kocakarı kaldı. Sonra ötekileri mahvedip batırdık.
Üzerlerine bir de yağmur yağdırdık. Ne kötüymüş uyarılanların yağmuru.
Elbette bunda bir ayet var ama onların çoğu inanmamıştır. [72]
Ayetlerin değerlendirmesine geçtiğimizde sadece Hz. Lût için değil, tüm peygamberler için değişmez bir ahlaki kural olan iki önemli özellikle karşılaşıyoruz. Bunlar, "emin olmak" ve "ücret istememek" tir,[73]
Emin olmak; güvenilir, inanılır, dürüst insan olmak demektir Bu lakap aynı zamanda peygamberimize de verilmiş, "Muhammed'ül Emin" ismini dostları, sevenleri kadar, düşmanları ve inkarcıları da kullanmıştır. Ve tarih bize gösteriyor ki, en azılı putperestler biie en kıymetli emanetlerini O'na teslim ederlerdi. Böyle bir insana, ideolojisi söz konusu olduğunda inanmıyorlardı. Nasip ve hesap meselesi.. Nasibi ve hesabı yüzünden, inandığınız gibi inanmayanların, buna rağmen sizi "güvenilir" görmeleri önemli bir olaydır. Bu nedenle Hz. Muhammed (s.a.v.)'i izlediğini söyleyenlerin taşımaları gereken en belirgin nitelik "Emin olma" niteliğidir. Son peygamber için emin olmak ne denli gerekli ise, O'nu izleyenler için de o denli kaçınılmazdır.
Ücret istemeye gelince, inandığımız kitap Kur'an, manevi hizmet veya irşad olayını ücretsiz-karşılıksız bir faaliyet olarak görür. Bu nedenle İslâm adına yapılan bir hizmetten karşılık beklemeyi "Allah'ın ayetlerim basit bir ücret mukabili satmak"[74] diye nitelendirir. Bunu yapanları da "İnsanlara doğruyu ve güzeli buyurup kendi benliklerinizi unutur musunuz?"[75] şeklinde azarlar.
Toplumun karsısına, topluma yeniden şekil ve yön verecek büyük bir dava ile çıkan bir kimse hakkında, zihinlere ilk olarak, "acaba bunu maddi bir çıkar için mi yapıyor?" şüphesi gelir. îşte böyle güven kırıcı ve emniyeti sarsıcı bir durumdan, bütün peygamberler kaçmıştır. Ve kavimlerine yaptıkları tebliğ görevine karşılık hiçbir maddi ücret istemediklerini, ücretlerinin ancak Allah'a ait olduğunu söylemişlerdir. Bu nedenle Kur'an Hizmetkarlarının, din düşmanları tarafından, dini çıkarlarına alet etme suçlamalarıyla çok karşılaştıkları bu zamanda, bu peygamber ahlakına uygun hareket etmeye ne kadar muhtaç olduğumuz önadadır.
165. ayetle geçen "Siz insanlardan (tinsel arzuyla sadece) erkeklere mi gidiyorsunuz?" ifadesinin iki anlamı olabilir:
1) Dünyada yığınla kadın varken, cinsel arzularınızı doyurmak için tüm yaratıklar arasında yalnızca erkek olanları mı seçersiniz?
2) Dünyada cinsel arzularını doyurmak için erkeklere giden tek kavim sizsiniz; hayvanlar bile bunu yapmıyor. Bu ikinci anlam, Araf ve Ankebut Sûreleri'nde şöyle ifade edilmektedir:
"Alemlerden sizden önce kimsenin yapmadığı ahlaksızlığı mı yapıyorsunuz?" [76]
Aynı şekilde iki anlam 166. ayetten de çıkarılabilir.
"Rabhinizin sizler için yaratmış bulunduğu eşlen bırakıyor musunuz?" sorusu akla şu açıklamaları getiriyor:
1) Allah'ın cinsel arzularınızı doyurmanız için yarattığı eşlerinizi bırakıyor ve bu amaç için erkeklerle tabiat dışı yollar benimsiyorsunuz.
2) Eşlerinizde de tabii yolu bırakıp, şehvetlerinizi tatmin için tabiat dışı yollara başvuruyorsunuz. Bunu belki de aile planlaması niyetiyle yapıyorlardı.
Hz. Lût'un tüm çabaları boşunadır. Çünkü kavmi O'nun için kararını çoktan vermiştir. 167. ayette bunu Hz. Lût'un yüzüne karşıda söylemekten çekinmezler. Şöyle ederler: "Biliyorsun ki, kim bize karşı söz etmiş ya da şu veya bu şekilde bize muhalefet etmişse memleketimizin dışına sürülmüştür. Eğer sen de böyle davranırsan, sana da aynısı yapılacaktır."
Â'râf ve Nemi Sûreleri'nde Hz. Lût'a bu uyanda bulunulmadan önce şerli kavmin, "Onlarfazla temizlenen insanlarmış, onları memleketinizden çıkarın"[77] kararını verdikleri ifade olunmaktadır.
Artık Hz. Lût için, duadan başka yapılacak bir şey kalmamıştır. Nefret ettiği kavminin davranışlarından sığınacağı tek varlık Allah'tır. Ve yukarıda 169. ayetle de verdiğimiz şu duayı yapar:
"Rabbim! Beni ve ailemi bunların yapmakta olduklarından kurtar."
Bu dua, şu anlama da gelebilir: "Rabbim! Onların kötülüklerinin sonuçlarından bizi kurtar" veya "şerli kavmin ahlaksızlıklarının kötü etkilerinden müminlerin çocuklarını koru."
Hz. Lût'un yaptığı ikinci duanın Ankebût Sûresi'nde olduğunu söylemiştik. Hz. Lût'un tüm güzel yaklaşımlarına karşılık kavmi açıkça:
"Eğer doğru söyhyenlerdensen, bize Allah'ın azabını getir"[78] deyince, Hz. Lûı (a,s.):
"Ey Rabbim.' Fesadçılar kavmine karşı bana yardım et" dedi.[79]
Hz. Lût (a.s.)'m istediği yardım gecikmez:
Elçilerimiz İbrahim'e müjdeyi getirdiklerinde şöyle dediler: "Biz şu kentin halkını helak edeceğiz. Çünkiı ora halkı zalim oldular."
İbrahim dedi: "Ama orada Lût var.'7 Dediler: "Orada kim olduğunu biz daha iyi biliyoruz. Elbetteki onu ve ailesini kurtaracağız. Karısı hariç. O, geride kalanlardan olacak."
Elçilerimiz Lût'a gelince onlar yüzünden fenalaştı, eli kolu birbirine dolandı. "Korkma, tasalanma dediler, biz seni de aileni de kurtaracağız. Ama karın azaba terk edilenlerden olacaktır"
"Şu kent halkı üstüne, yaptıkları fenalıklardan ötürü gökten bir felaket indireceğiz."
Yemin olsun biz o kentten, aklını işleten bir topluluk için geriye apaçık bir ayet bıraktık. [80]
Hz. Lût'un duasıyla ilgili bölümümüzü noktalarken, yukarıda verdiğimiz ayetlerde yer alan bir-iki hususa dikkat çekmek istiyoruz.
Hz. Lût'un azaba lerkedilen karısı, Tahrim Sûresi'nin 10. ayetine göre Hz. Lût'a inanmıyordu. Bu nedenle Hz. Lût'un karısı olduğu halde helak edileceklerden olduğu belirtilmiştir. Büyük bir ihtimalle Hz. Lût hicret edip Ürdün'e yerleştiğinde, orada yaşayanlardan biri olan bu kadınla evlenmişti. Fakat kadın bütün ömrünü beraber geçirdiği halde ona inanmamış ve gönlü hep kendi kavmi ile beraber olmuştu. Akrabalık ve kardeşlik gibi hususların Allah katında bir önemi olmadığı ve herkes kendi iman ve ahlakına göre değerlendirildiği için, bir peygamberin karısı olmak bile ona birşey kazandırmamış ve o da iman ve ahlak yönünden bağlı kaldığı halkı ile birlikte helak olmuştur.
35. ayetteki "apaçık bir işaret" ise Lût Gölü denilen Ölü Deniz'dir. Kur'an'm bir çok yerinde Mekkeli müşriklere şöyle hitap edilmektedir:
"Sapıklıkları yüzünden helak edilen günahkar kavimlerin işaretleri, gece gündüz (Suriye'ye giderken) görebileceğiniz: şekilde yolunuzun üstünde durmaktadır." [81]
Kur'an'da Hz. Eyyûb (a.s.)'dan dört yerde bahsedilir ve "sabır" örneği olarak takdim edilir. İslâm kaynaklarına göre Havran bölgesinde yaşayan ve çok zengin olup, sayısız mah-mülkü, bir çok oğlu kızı bulunan Eyyub (a.s.), kendi toplumuna peygamber olarak gönderilmiştir. [82]
Sabah-akşam ümmetiyle ve Allah'a ibadetle meşgul olan Hz. Eyyûb, Rabbinin bir imtihanına tabi tutulmuş, bütün servetini, çocuklarını kaybettiği gibi, tüm vücudu da dili ve kalbi hariç yara ve bere içerisinde kalmıştı. Bu durumda kocasına hizmete sebat eden eşi "Rahmet" hariç hiç kimse onun yanma yanaşmadığından, toplumdan çekilmek zorunda kalmış, fakat hiç bir zaman sabrını ve Cenab-t Hakk'a karşı olan bağlılığı kaybetmemiştir.[83]
Kur'an'da Hz. Eyyûb'un yaptığı iki dua örneği ile karşılaşıyoruz. Bunlardan birincisi Enbiya diğeri ise Sa'd Sûresi içerisinde bulunmaktadır. Önce Enbiya Sûresi'ndeki duasından başlayalım:
Ve Eyyûb... Rabbine şöyle yakarmıştı: "Dert gelip çattı bana, sen rahmet edenlerin en merhametlisinin."[84]
Hemen cevap verdik ona, Kendisinden derdi kaldırdık. Tarajı- bir rahmet ve ibadet edenler için bir hatırlatma olarak, ona ailesini ve beraberlerinde benzerlerini de verdik. [85]
Duanın sözleri çok ilgi çekicidir. Dikkat edilirse Hz. Ey-yûb (a.s.) çektiği sıkıntıdan bahseder, fakat Rabbine: "Sen merhametlilerin en merhametlisisin" demekten başka bir şey söylemez. Bu, onun sabırlı, soylu ve kendinden emin olan kişiliğinin bir göstergesidir.
Hz. Eyyûb'un ikinci duası ve hastalığının nasıl iyileştiril-diği Sa'd Sûresi'nde anlatılmaktadır.
Kulumun Eyyûh'u da hatırla, Bani o: "Herhalde şeytan, bana kahredici bir acı ve azab dokundurdu" diye Rabbine seslenmişti [86]
"Ayağını yere vur tşte yıkanılacak bir yer, işte içilecek soğuk bir su?.." dedik [87]
O'na bizden bir rahmet ve özü temizlere bir hatırlatma olarak, ailesini ve beraberinde benzerlerini bağışladık[88]
Hz. Eyyub Sa'd/41. ayette "Şeytan bana bir musibet dokundurdu" ifadesiyle Seylan'ın hastalık ve musibet verme gibi bir güce sahip olduğunu söylemek istememiştir. O, şiddetli bir hastalığa yakalanmış olması, mal ve servetini kaybetmesi ve tüm yakınlarının kendisinden yüz çevirmesinden çok, şeytanın kendisine vesvese yoluyla eziyet etmesinden yakmıyordu: "O şeytan bana vesvese vererek, ümitsiz olmamı istiyor, beni nankör olmaya itiyor ve sabretmemem için elinden geleni yapıyor" demek istiyordu. Hz. Eyyûb'un yakarışını bu şekilde anlamayı iki nedenden ötürü tercih ettim: 1.) Kur'an'a göre Allah, şeytana sadece vesvese yoluyla tesir etme özelliği vermiştir; yoksa Allah'ın kullarına hastalık ve eziyetler vermek suretiyle, onları Allah yolundan saptırma şeklinde bir yetki tanımamıştır.[89] 2) Enbiya Sûresi'nde Hz. Eyyûb'un Allah'a yakardığı yerde şeytanın adı bile geçmemektedir.
42. ayette Hz. Eyyûb, Allah'ın emriyle ayağmı yere vurduğunda oradan su hşkirmış ve o sudan içtikten ve banyo yaptıktan sonra hastalığı geçmiştir. Muhtemelen Hz. Eyyûb bir cilt hastalığına yakalanmış olmalıdır. Nitekim Kitab-ı Mukaddes'de Hz. Eyyûb'un vücudunun baştan başa sivilcelerle kaplı olduğu zikredilir.
43. ayette ise anlatılan bu olaydan her akıl sahibi için bir ibret ve ders olduğu vurgulanmaktadır. Yani insanoğlu ne olursa olsun, Allah'a isyan etmemeli ve O'ndan ümidini kesmemeli-dir. İyilik de, kötülük de kendisinden başka ilah olmayan Allah'ın elindedir. O, dilediğini iyi durumdan çok kötü duruma uğratır, çok kötü durumdan da iyi bir duruma yükseltir. Dolayısıyla akıl sahibi her insan ümit ettiğini sadece Allah'tan beklemelidir.
Yine Kur'an'da Hz. Eyyûb kıssasının yer almasının amacı, Müslümanlara ne kadar büyük olursa olsun bir musibete uğradıklarında sabretmeleri ve sadece Allah'tan yardım istemeleri gerekliğini öğretmektir. Çünkü uğradığı musibetin (imtihanın) süresi uzamış olsa da, bir kul Allah'tan ümidini keserek, başkalarına sığınmamak ve bunun Allah'tan olduğunu bilmelidir. Hz. Eyyûb da sabretmiş ve sonunda Allah kendisine mal ve sıhhatini yeniden iade etmiştir. Bu şekilde imtihana uğratılan kimse, vesveseye düşmesine rağmen, sabrettiği takdirde, Allah, Hz. Ey-yûb'a gösterdiği gibi, ona da çıkış yolu gösterir.[90]
Hz. Yusuf, Kur'an'da "kuvvet ve basiret sahibi" olarak tanıtılan[91], Allah katında "mümtaz" yeri olan[92], kendisine "yüksel? bir sadakat dili" verilen[93] ve "sabr-ı ce-mil" ile süslenen[94] Hz. Yakub (a.s.)'m oğludur.
Kur'an Hz. Yusuf'tan kendi adıyla anılan surede uzunca bahsetmekte, başından geçen duygu yüklü olayları "Yusuf'un Kıssa"sı adıyla bize duyurmaktadır. Ve yine Kur'an içinde yer alan "peygamber kıssalarının beyan edilmesinde selim akıl sahipleri için nice ibretler taşıdığı" gerçeğini de aynı surede bize hatırlatmaktadır.[95]
Hz. Yusuf'un yapmış olduğu duaların "Yusuf Sûresi"nin 33. ve 101. ayetlerinde konu edildiğini görmekleyiz. İlk duası şöyle başlamaktadır Hz. Yusuf'un.
Yusuf dedi: "Rabbiml Zindan benim için bunların beni çağırdığı şeyden daha sevimlidir: Eğer onların oyununu benden uzak tutmazsan, onlara meyleder de cahillerden olurum."[96]
Hz. Yusuf (a.s.)'tn bu duayı yapmasına neden olan gelişmelerin tamamını burada verecek değiliz. Bu konuda daha çok bilgi sahibi olmak isteyenler sûrenin başından başlamalıdırlar. Biz sadece 23. ayetten itibaren gelişen olayları Kur'an'ın diliyle sıralamakla yetineceğiz.
Yusuf'un evinde kaldığı kadın, onun nefsinden gönlünü tatmin etmek istedi. Kapılan kilitledi, "hadi gel" dedi. Yusuf: "Allah'a sığınırım, Rabbim beni güztl bir barınağa kavuşturmuştur. Zalimler iflah etmez" dedi.
Andolsun kadın onu arzulamıştı. Eğer Rabbinin gerçeğe dikkat çeken delilini görmeseydi, o da onu arzulamıştı. Biz böylece ondan, kötülüğü ve fuhşu uzak tutuyorduk. Çünkü o bizim samimi, seçkin kullanmızdandı.
ikisi birden kapıya koştular. Kadın onun gömleğini arkadan yırttı. Kapının yanında kadının beyi ile yüzyüzc geldiler. Kadın seslendi: "Senin ailene kötülük düşünenin cezası nedir; hapsedilmek mi, acıklı bir işkence mi?"
Yusuf dedi ki: "O gönlünü eğlendirmek için beni kullanmak istedi. " Kadının ailesinden bir tanık da şu yolda tanıklık etti: "Eğer erkeğin gömleği önden yırtılmışsa kadın doğru söylüyor, bu durumda erkek yalancılardandır:
Eğer erkeğin gömleği arkadan yırtılmışsa kadın yalan söylemiştir. Bu durumda erkek doğru sözlülerdendir."
Gömleğin arkadan yırtılmış olduğunu görünce şöyle konuştu: "Bu sizin tuzaklarınızdandu: Sizin tuzaklarınız gerçekten çok yamandır."
"Yusuf! Sakın bundan bahsetme. Kadın! Sen de günahının affını dile. Sen gerçekten günahkarlardan oldun."
Şehirde bazı kadınlar şöyle konuştular: "Aziz'in karısı, genç uşağının nefsinden gönlünü eğlendirmek istemiş. Aşktan yüreğinin Zan delinmiş.Öyle anlıyoruz ki, kadın tam bir çılgınlığa düşmüş."
Kadın onların oyunlarım işitince, onlara haber gönderdi. Kendilerine, yaslanarak yiyebilecekleri bir sofra hazırladı ve her birine bir bıçak verdi. Yusuf'a: "Karşılarına çık" dedi. Nihayet Yusuf'u görünce onu öylesine yücelttiler hi, kendilerinin ellerini doğradılar. Şöyle dediler: "Aman Allah'ım! Bu bir insan değil; asil bir melek bu!"
Kadın dedi ki; "İşte budur o, hakkında beni kınadığınız- Vallahi, ben onunla gönlümü eğlendirmek istedim de o masum bir tavırla bundan çekindi. Ama eğer kendisine emrettiğimi yapmazsa hapse tıkılacak ve horlananlardan olacaktır."[97]
işte bu olaylar sonucu Hz. Yusuf yukarıda 33. ayette verdiğimiz duasını yaptı ve Rabbine:
"Ey Rabbim! Bunların tehdit ettikleri zindan, teklif ettikleri fena işlerden benim için daha hayırlıdır Ey Rabbim! Eğer bunların şerrini benden defetmezsen, belki onlara meyleder ve cahiller zümresinden olurum" dedi.[98]
Hz. Yusuf'un bu duası karşılıksız kalmaz: Rabbi onun duasını kabul etti de, kadınların tuzaklarım ondan uzaklaştırdı. Herşeyi duyar O, herşeyi bilir.[99]
Hz. Yusuf'un bu duasının anlamım tamamıyla kavrayabilmek için, içinde yaşadığı dönemin şartlarını veren zihni bir tablo çizmemiz gerekecektir. Bu pasajın ışığında tablonun şöyle bir şey olması icabediyor: Çiçeği burnunda, yirmi yaşında yakışıklı bir genç var. Zorla köleleştirilip sürülmek suretiyle Mısır'a getirilmiş. Çöl hayatının kendisine kazandırdığı sağlık ve dinçlikle donanmış. Talih kendisini, döneminde dünyanın en medeni ülkesinin başkentinde, üst tabakadan bir bürokratın evine yerleştiriyor. Gece gündüz içinde yaşamak zorunda olduğu evin hanımı, kendisine aşık oluyor ve onu tahrik edip baştan çıkarmaya çalışıyor. Yakışıklılığı kentte dillere destan oluyor ve kentin diğer kadınları da kendisine meylediyorlar. $imdi, can alıcı durum işte buradadır. Etrafı, kendisini ansızın kıskaca alıp yakalayacak yüzlerce cazip tuzakla çevrilidir. İnsani duygularını galeyana getirip, cezbedecek tüm vasıtalar devreye sokulmuştur. Her gittiği yerde tüm cazibe ve büyüsüyle bir pusu ve pusunun altında yatan günahla karşı karşıyadır.
Tüm pusular, onu gaflete düşürüp kendi İçlerine çekmek için fırsat kollamaktadır. Şartlar onu günaha teşvik etmektedir hep. Fakat bu muttaki genç adam, başarıyla bu imtihandan geçer, zikre şayan bir nefes murakabesiyîe Şeytan'm iğvasmdan kurtulur. Fakat zikre şayan olan daha önemli bir durum vardır ki, böylesi kışkırtıcı şartlar altında gösterebildiği takva örneği, onda hiçbir gurur hissi uyandırmaz. Diğer taraftan Rabbine, kendisini günah tuzaklarından koruması için tam bir teslimiyetle yakarın Çünkü insanoğlunun bu konudaki ortak zaafını bilmektedir: "Rabbim ben zayıfım, sonunda bu tahriklerin dayanma gücümü aşmasından korkarım. Beni tuzağa çeken bu tür bir günahı işlemektense zindana girmeyi tercih ederim."
Aslında bu, Hz. Yusuf'un eğitimi için oldukça kritik ve önemli bir dönemdi; bu sıkı imtihan o zamana dek kendisinin bile farkında olmadığı gizli, saklı erdemlerinin açığa çıkmasına neden olmuştu. Bütün bunlardan sonra anladı ki, Allah kendisine tevazuun, sadakatin, takvanın, izzetin, murakabenin ve ruhi dengenin en mükemmel nitelikleri bahsetmiştir ve o da bu niteliklerini Mısır'da iktidarı ele aldığında tam anlamıyla kullanmıştır. [100]
34. ayette ise, Allah kendisine pusu kuran tüm vasıtaları etkisiz hale getirmek suretiyle, Hz. Yusuf'u onların tuzaklarından uzaklaştırdı. Bu ayetin kapsadığı bir şey daha vardır: Ailah, onların tuzak ve tahriklerinden Hz. Yusuf'u korumak için ona zindan kapılarını açmıştır.
Hz. Yusuf'un ele alacağımız ikinci duası, yine kendi adıyla anılan surenin 101. ayetini içermekte ve şu ifadeleri taşımaktadır:
"Ey Rabbim! Bana mülk verdin. Ve bana rüya tabirini öğrettin. Gökleri ve yeri yaratan sensin. Dünyada da ahirette de benim ve-limsin. Bern müslüman olarak vefat ettir. Beni salihlere hat" dedi. [101]
Hz; Yusuf'un dudaklarından en mutlu anında dökülen bu cümleler, gerçek bir müminin faziletlerini en takdire şayan bir örnek halinde görmemize imkan vermektedir. Bir zaman kardeşlerinin kıskançlık yüzünden kendisini öldürmeye teşebbüs ettikleri, çölden gelme bir adam...[102] Bir çok hadisenin ardından şimdi tahtta oturmakta..[103] Ailesinin tüm üyeleri kıtlık nedeniyle mecbur kalmış, yardım için huzurunda durmaktadır.[104]
Eğer onun yerinde dünya iktidarını ele almayı başarmış bir başkası olsaydı bunu, gücüyle övünmek, başarısıyla büyüklük taslamak, öfkesini çıkarmak, mağlup ettiği düşmanlarını kaba alaylarına maruz bırakmak için bir fırsat olarak kullanacaktır. Halbuki gerçek Allah eri, tamamıyla farklı biçimde davranır. Aynı şekilde Hz. Yusuf, büyüklük taslayacağı ve kasılacağı yerde, kendini böyle iktidar sandalyesine kadar yükselterek ve uzun süredir ayrı kaldığı insanlarla bir araya getirerek, lütuf ve inayetini esirgemeyen Rabbine şükretmiştir.
Kardeşlerinden intikam almak, onların bu boyun bükmüş halleriyle alay etmek yerine, olanları hatırlatacak tek bir kelime etmemiş, hatta tüm suçu kendisiyle kardeşleri arasını bozan Şey-tan'a yükleyerek onları savunmuştur. Dahası, bunu gizli bir rahmet olarak bile değerlendirmiştir. Allah'ın kendisini tahta dek yükselttiği takdirinin sırlı vesilelerinden biri olarak...[105]
Bunları birkaç kısa cümleyle ifade ettikten sonra, kendisini zindanda çürütüp bırakmak yerine, hüküm ve mülk bağışlayan Rabbine şükranla yönelmiş ve yaşadığı sürece kendisini muinin ve müslüman bir kul bırakmasını ve öldükten sonra da sa-lihler zümresine katmasını niyaz etmiştir. Ne saf ve yüce bir ahlak örneği! [106]
Said Nursi de "Mektubat" adlı eserinde bu duanın tahlilini yaparken şu tesbiti yapmaktadır:
İşte Kur'an-ı Hakim'in şu belagatına bak ki, Kıssa-ı Yusuf'un Hatimesini ne suretle haber verdi. O haberde dinleyenlere elem ve teessüf değil, belki bir müjde ve bir sürür ilave ediyor. Hem irşad ediyor ki: "Kabrin arkası için çalışınız, hakiki saadet ve lezzet ondadır."
Hem Hz. Yusuf'un âlî sıddikiyesini gösteriyor ve diyor: "Dünyanın en parlak ve en sürurlu haleti dahi, O'na gaflet vermiyor, O'nu meftun etmiyor, yine ahireti istiyor..."[107]
Hz. Şuayb, Medyen ve Eyke halkına peygamber olarak gönderilmiştir.[108] Çok güzel ve akıcı arapça konuştuğundan, Allah Resulü kendisinden "Hatîbü'l Enbiya" diye bahsetmektedir. [109]
Hz. Şuayb da, her peygamber gibi kavmini tatlı bir dille Tevhid'e davet etti; onlara adaletli davranıp zulüm ve haksızlıktan vazgeçmelerini söyledi. Hz. Şuayb'ın bu mücadelesinden Kur'an, Araf/85-95; Hud/85-95; Şuara/176-191 ayetlerinde bahsetmektedir.
Biz yalnızca bu mücadelenin Araf Sûresi'nde yeralan ve Hz. Şuayb'ın duasını içeren bölümünü Kur'an'm ifadesiyle vermeye çalışacağız.
Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı gönderdik. Şöyle dedi: "Ey Toplumum! Allah'a kulluk edin. O'ndan başka ilah yok size. Size Rabbinizden açık bir kanıt gelmiştir. Ölçü ve tartıda dürüst davranın. insanların eşyasına el koymaya tenezzül etmeyin. Yeryüzünde, orası barışa kavuştuktan sonra bozgun çıkarmayın. Eğer inanan insanlar-sanız bu sizin için daha hayırlıdır"[110]
"Her yol üstünde oturup da tehdit savurarak Allah yolundan O'na inananları çevirmeyin. Yolun çarpığını isteyip dutmayın. Hatırlayın ki, siz az idiniz, O sizi çoğalttı. Bir bakın, nasılmış bozguncularm sonu.'" [111]
"içinizden bir grup, benimle gönderilene inanmış, hir başka grup da inanmamışsa, Allah aranızda hükmedinceye kadar sabırlı olun. O, yargıçların en hayırlıyıdır."[112]
Toplumun büyüklük taslayan kodamanları dediler ki: "Ey Şu-ayhi Ya kesinlikle milletimize dönersiniz: yahud da seni ve seninle birlikte inananları kentimizden mutlaka çıkanrız" Dedi ki: "Ya istemiyorsak; zor ve baskıyla mı?"[113]
"Allah bizi, ondan kurtardıktan sonra tekrar sizin milletinize dönersek, yalan düzüp Allah iftira etmiş oluruz. Rabbimiz Allah istemediği sürece, sizin milletinize dönmemiz söz konusu edilemez. Rabbimiz bilgice herşeyi kuşatmıştır Allah'a dayandık güvendik biz..."[114]
İşte bu gelişmelerden sonra, inananlarla inanmayanlar arasında yaşanan çelişkinin bir son bulması isteğiyle, Hz. Şuayb şu duayı yapar:
"...Ey Rabbimiz! Toplumumuzla bizim aramızda hak ile hükmet. Sen çözüm getirenlerin en hayırlısısın."[115]
Bu dua üzerine:
Toplumun küfre sapan kodamanları dedi ki: "Eğer Şuayb'ın ar-dısıra giderseniz, hüsrana gömülenler olursunuz."[116]
Bunun üzerine o korkunç titreşim, o büyük zelzele onları en-sdeyiverdi de, öz yurtlarında yere çökmüş hale geldiler.[117]
Şuayb'ı yalanlayanlar, sanki o yerde hiç şenlik kurmamışlardı. Şuayh'ı yalanlayanlar hüsrana saplananların ta kendileriydi [118]
Şuayb onlardan yüzünü döndürdü de şöyle dedi: "Yemin olsun, ben size Rabbimin mesajlarım ilettim. 5i2:e öğüt verdim. Artık küfre batmış bir topluluğa nasıl acırım?"[119]
Hz. Mûsâ (a.s.) Allah'ın dört büyük Kitap'tan biri olan Tevrat'ı verdiği ve yeryüzünde dinini tebliğ edip, hakim kılmak için gönderdiği "Ulu'1-Azim" peygamberlerden birisidir. Hz. Musa, Hz. İbrahim'in soyundan olup, İsrailoğullarınm inançlarını düzeltmek ve onları Allah'ın dilediği düzene kavuşturmakla görevlendirilmişti. Bu gerçek Kur'an'da şöyle dile getirilmektedir:
"Kur'an'da Musa'yı da an. Çünkü o ihlas sahibi İdi ve Israilo-ğullan'na gönderilmiş bir peygamber idi."[120]
Yine Hz. Musa'nın Firavn ile olan mücadelesi, Kur'an'm birçok surelerinde genişçe anlatılmaktadır. Bu nedenle Hz. Mûsâ (a.s.)'ya ait dualar, Kur'an'da yoğun bir şeküde yeralmaktadır. Şimdi Hz. Musa'ya ait olan bu duaları, gençliğinden olgunluğuna uzanan bir çizgide incelemeye çalışalım.
İlk Dua:
Musa: "Ey Rabbim! Ben nefsime zulmettim. Beni bağışla" dedi Bunun üzerine Allah O'nu bağışladı. Çünkü O, Gajur'dur, Ra-him'dir. [121]
Hz. Mûsâ (a.s.) ergenlik çağma kadar Firavun'un sarayında büyümüştü.[122]
"Musa ergenlik çağına gelip olgunlaşınca ona hikmet ve ilim verdik, iyi davrananları böyle mükafatlandırırız." [123]
Yetişip delikanlılık çağma gelen Mûsâ, (a.s.) bir gün şehre indi. öğle üzeriydi. Dükkanlar kapalıydı ve halk evlerinde dinleniyordu. Kur'an'da bu hadise şöyle anlatılmaktadır:
Halkının habersiz olduğu bir sırada kente girdi. Orada iki adam buldu; dövüşüyorlardı. Bu Musa'nın halkından, şu da düşmanlarından. Kendi halkından olan, düşmandan olana karşı Musa'dan yardım istedi. Mûsâona bir yumruk indirip işini bitirdi. Dedi: "Buyap-tığım şeytanın amelindendir insanı saptıran açık bir düşmandır o."[124]
Hz. Musa'nın niyeti, adam öldürmek olmayıp, bir mazlumun yardımına koşmaktı. Fakat her nasılsa elinden bir kaza çıkmıştı. Hz. Mûsâ hiç de arzu etmediği bu olay karşısında kullandığı "Bu şeytanın bir işi" ifadesinin gerekçesi şöyle açıklanabilir.
Bu şeytanın bir işi! Yine yoldan çıkarıcılığma başvurarak bana bu işi yaptırdı ki, bir İsrailli'yi savunurken bir Mısır'lıyı öldürmekle suçlanabileyim. Böylece korkunç bir kızgınlık ve öfke fırtınası bütün Mısır'ı sarsın. Hem yalnızca bana karşı değil, tüm Israiloğullarma karşı.
İşte gelişen bu olay sonucu Hz. Mûsâ , yukarıda verdiğimiz duayı yapar. Hz. Mûsâ (a.s.)'m bu duası şu anlama gelir: "Ey Rabbim! Bu günahımı affet: Bu günahı isteyerek işlemediğimi biliyorsun; onu ört ve halktan gizle!" Bu ifade iki anlama gelir ve ikisi de bu ayette kullanılmıştır. Allah, Hz. Musa'nın suçunu halktan gizlediği gibi, hatasını da bağışladı. Çünkü ne bir Mısırlı, ne de Mısır hükümetinin herhangi bir yetkilisi, olaya şahid olabileceği bir zamanda yoldan geçmedi. Böylece Hz. Mûsâ (a.s.), cinayet mahallinden teşhis edilmeden uzaklaşma imkanı bulmuş oldu.
İkinci Dua:
Hz. Mûsâ (a.s.)'ın ikinci duası biraz önce anlattığımız olayla yakından ilişkilidir. Sabahleyin ölüm haberi tüm Mısır'da yayılır. Fakat kimin öldürdüğü belli değildir. Hz. Mûsâ ise Kur'an'ın ifadesiyle: "Kentte korku içinde sabahlar ve etrafa göz kulak kesilir Bir de ne görsün; bir gün Önce istemeyerek öldürdüğü Mısırlı ile kavga eden İsrailli bu sefer de bir başka Mısırlı ile kavga ediyor. Adam Hz. Musa'yı görür görmez, yine yardıma çağırır. Bu huysuz israillinin, yeni bir kavga çıkarmasına öjkelcnen Hz. Musa, adama şiddetle çıkışarak şöyle der: "Anlaşıldı sen, azmış bir adamsın."[125]
Fakat Hz. Mûsâ İsraillinin Mısırlıya yine mağlup olacağı sırada dayanamaz ve bir insanlık borcu olarak tekrar onu kurtarmak üzere kavgacıların üzerine yürür, israilli, Hz. Musa'nın kendi üzerine geldiğini zannederek korkudan ne yapacağım şaşırır. Kendisini kurtarmak için Musa'yı ele vermeyi düşünür ve bağırıp çağırarak gizli kalmış dünkü hadiseyi şu ifadelerle açığa vurur: "Dün bir adamı öldürdüğün gibi, bugün de beni mi öldürmek istiyorsun. Sen yeryüzünde zorba olmaktan başka bir şey istemiyorsun. Barışseverlerden olmak gibi bir niyetin yok." [126]
Bu haber bir anda her tarafa yayılır. Nefes nefese Hz. Musa'ya koşan iyi niyetli bir kimse O'na şu haberi getirir:
Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi. Dedi: "Ey Musa, kentin ileri gelenleri seni öldürmeyi planlıyorlar. Çık buradan. Ben sana öğüt verenlerdenim." [127]
Bunun üzerin Musa, oradan korka korka çıktı. Her yanı gözlüyordu. Ve Rabbisine şöyle yakardı:
"Rabbim, beni şu zalimler topluluğundan kurtar."[128]
Üçüncü dua:
Hz. Mûsâ artık Medyen'e doğru yönelmiştir ve bu yolculuğun başında şöyle düşünmektedir:
"Umarım Rabbim beni isabetli bir yola kılavuzlar."[129]
Medyen suyuna ulaştığında, su başında halktan bir grup gördü. Hayvanlarını suluyarlardı. Biraz Ötelerinde çekingen bir halde duran iki kadın farketti. "Derdiniz nedir?" dedi. "Şu çobanlar çekilip gidinceye kadar biz hayvanlarımızı sulamayız. Üstelik babamız da ileri yaşta bir ihtiyardır." dediler. [130]
Bunun üzerine Musa, onların sulama işlerini yaptı. Sonra gölgeye çekilip Rabbine şöyle dua etmeye başladı:
"Rabbim, bana indireceğin her nimeti bekleyen bir çaresizim."[131]
Hz. Musa'nın bu duası karşılıksız kalmaz. Kur'an bundan sonraki gelişmeleri bize şöyle duyurur:
Tam o sırada kadınlardan biri, utangaç bir tavırla yürüyerek ona geldi. Dedi: "Babam, bizim için yaptığınız sulamaya karşılık, sana bir şeyler vermek üzere seni çağırıyor." Mûsâ gelip ihtiyara hikayeyi anlatınca, o dedi ki: "Korkma, artık zalimler topluluğundan kurtuldun."[132]
Kadınlardan biri şöyle dedi: "Babacığım ücretle tut onu. Her halde ücretle çalıştırdıklarının en hayırlısı olacak; güçlü, güvenilir biri."[133]
ihtiyar dedi ki: "Bana sekiz yıl çalışman şartıyla, şu iki kızımdan birini sana nikahlamak istiyorum. Eğer on yıla tamamlarsan, o da senden. Seni zora sürmek gibi bir niyetim yok. İnşâ Allah benî, ba-nş ve iyilik sever insanlardan bulacaksın."[134]
Mûsâ dedi: "Bu seninle benim aramda, iki süreden hangisini tamamlasam bana kızıp darılmak yok. Allah, bizim şu konuştuğumuza Vekil'dir."[135]
Dördüncü dua:
Hz. Mûsâ'nm bu duası, kendisine peygamberlik görevi verilmesi sonrasmdadır. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi Hz. Mûsâ (a.s.), Medyen'de on sene kalıp mehrini tamamladıktan sonra, Mısır'a dönmeye karar verdi. Ailesiyle birlikte yola koyuldu. Karanlık ve soğuk bir gecede yolu şaşırdı ve dağ geçidinin yolunu bir türlü bulamadı. Çakmak taşıyla birşeyler tutuşturmaya çalıştı; başaramadı. Soğuk iyice şiddetlendi. Karısı da hamileydi ve doğum zamanı yaklaşmıştı. Mûsâ (a.s.) ve ailesinin gerçekten yardıma ihtiyacı vardı. Kur'an'da bu olay şöyle anlatılır:
Musa süreyi bitirip ailesiyle yola çıkınca, Tur tarafında bir ateş farketti. Ailesine dedi ki: "Bekleyin; bir ateş farkettim. Belki ondan size bir haber getiririm; belki de bir ateş koru getiririm de ısınırsınız.[136]
Oraya vardığında o bereketli toprak parçasınddki vadinin sağ tarafından, bir ağaçtan şöyle seslenildi: "Ey Musa.' Alemlerin Rabbi Allah benim, ben!" [137]
"Asanı ati" Âsânın çevik bir yılan gibi titreyip kıvrıldığını görünce gerisin geri döndü; arkaya bile bakmadı. "Geri dön ey Musa, korkma! Güven içinde olanlardansın."[138]
Elini koynuna sok, lekesiz bembeyaz çıkıversin. Korkudan açılan kollarım kendine çek. İşte bunlar, Eiravun ve kodamanlarına karşı sana Rahbinden iki susturucu kanıt. Firavun ve yardakçıları yoldan çıkmış bir güruhtur."[139]
Ayetlerde Hz. Musa'ya açıkça Firavun'a gitmesi için emir verilmiş olmamasına rağmen, ifadelerden, "Firavun'a mucizelerle git ve kendini Allah'ın Resulü olarak takdim et. Sonra onu ve ileri gelenleri Âlemlerin Rabbı olan Allah'a ibadet ve itaate çağır." anlamı çıkmaktadır. Nitekim daha sonra değineceğimiz Taha/24 ve Şuara/10'da bu emir açıkça belirtilmiştir.
îşte bu görev verilişin sorumluluğunun ağırlığından olacak ki Hz. Mûsâ Rabbisine şöyle seslenir:
Musa dedi: "Rabbiml Ben onlardan birini katlettim; buyüzden beni öldürürler diye korkuyorum."[140]
"Kardeşim Harun var ya, o benden lisanca daha etkilidir; benden daha güzel konuşur. Onu da benimle yardıma olarak gönder ki beni tasdiklesin; beni yalanlamalarından korkuyorum." [141]
Beşinci Dua:
Hz. Mûsâ (a.s,)'m yukarıda verdiğimiz duasının daha detaylı bir şekline de Taha Sûresi'nde rastlamaktayız. Rabbine şöyle dua etmektedir Hz. Mûsâ:
Musa dedi: "Rabbim, göğsümü açıp genişlet; [142]
işimi bana kolaylaştu:"[143]
"Dilimden düğümü çöz,[144]
Ki sözümü iyi anlasınlar."[145]
"Bana ailemden bir yardımcı ver,[146]
Kardeşim Harun'u,"[147]
"O'nunla sırtımı kuvvetlendir."[148]
"O'nu işime ortak kıt"[149]
"Takı seni çokça teşbih edelim."[150]
"Seni çokça analım."[151]
"Kuşkusuz sen bizi görmektesin."[152]
Bütün bu dualar, Hz. Musa'daki sorumluluk bilincinin bir yansımasıdır. Çünkü O Firavun'a gidecektir ve almış olduğu görevi yerine getirebilmesi için, cesaret ve güven dolu bir kalp ile akıcı ve etkileyici bir dile ihtiyacı vardır. Hz. Musa'nın bu dualarının kabul olunduğunu şu ayetle öğreniyoruz:
Buyurdu; "istediğin sana verildi Ey Mûsâ!"[153]
Altıncı Dua:
Verdiğimiz dualara dikkat edilirse, Hz. Musa'nın ısrarla Cenab-ı Hakk'tan, kardeşi Harun'u peygamberlik görevim yerine getirmede kendisine yardımcı kılmasını istemektedir. Bunun nedeni, başlangıçta Hz. Mûsâ (a.s.)'mn akıcı bir dile sahip olmamasından kaynaklanmaktadır Hatta Kur'an Hz. Musa'nın dilindeki bu tutukluğun Firavun tarafından alaya alındığını bize bildirmektedir.
"Ben, bu hakirden ve söz söyleyemeyen adamdan daha hayırlı değil miyim?"[154]
Fakat sonraları O'nun dilindeki bu pelteklik geçmiş ve çok güzel konuşmaya başlamıştır. Bu, O'nun Kur'an'da ve Kitab-ı Mukaddes'de yaptığı konuşmalarla desteklenmektedir; çünkü bu konuşmalar birer belagat ve fesahat örneğidir.
Hz. Musa'nın, kardeşi Harun'u kendisine yardımcı istemesi ile ilgili duaları şöyle sıralayabiliriz:
Musa dedi: "Rabbim! Ben onlardan bitini katlettim; bu yüzden beni öldürürler diye korkuyorum"[155]
Kardeşim Harun var ya, o benden lisanca daha etkilidir, benden daha güzel konuşur. O'nu da benimle yardıma olarak gönder ki. beni tasdiklesin; beni yalanlamalarından korkuyorum."[156] Demişti ki Musa: "Rabbim doğrusu ben, beni yalanlamalarından korkuyorum."[157]
"Göğsüm daralıyor, dıiim açılmıyor. Görev emrini Harun'a gönder."[158]
"Hem benim üzerimde, onlar aleyhine işlenmiş bir suç var; bu yüzden beni öldürmelerinden korkuyorum."[159]
Şuara/13 de geçen "Göğsüm daralır" ifadesi, Hz. Musa'nın böylesi bir göreve yalnız gitmekte tereddüt ettiğini ve aynca güzel ve etkili konuşamadığı hissine sahip olduğunu gösteriyor. Bu yüzden, kendisinden daha iyi konuşan Hz. Harun'un da, kendisine yardımcı bir resul olarak yanında görevlendirilmesini Allah'tan istiyor. Başlangıçta, Hz. Musa'nın kendi yerine Hz. Harun'un risalete getirilmesini istemiş olabileceği, fakat daha sonra, Allah'ın kendisini bu makama getirmeyi irade ettiğini hissedince, bu defa Hz. Harun'un hiç olmazsa yanında yardımcı ve danışman olarak seçilmesini isteyip "Harun'a risalet gönder" diye dua etmesi buna delil olarak gösterilebilir.
Öte yandan, Taha Sûresi'nde Hz. Mûsâ (a.s.)'nm; "Bana ailemden bir vezir ver, kardeşim Harun'u" dediği, Kasas Sûresi'nde de, "Kardeşim Hârûn, benden dil bakımından daha fasihtir; O'nu beni doğrulayıcı bir yardıma olarak benimle gönder" diye dua ettiğini daha önce nakletmiştik. Buradan, bu iki isteğin daha sonra yapıldığı, fakat başlangıçta Mûsâ Peygamber'in, Allah'tan kendi yerine Harun'a risalet göndermesini arzu ettiğini anlaşılmaktadır.[160]
Yedinci dua:
Hz. Mûsâ, Tur'da Allah tarafından peygamberlikle görevlendirilmiş, aynı zamanda mucizelerle desteklenmiş bir peygamberdir. Artık Mısır'a gidip tebliğine başlamasının zamanı gelmiştir. Bu sırada kardeşi Harun'a da vahy gelmiş ve peygamber olduğu, ağabeyi Mûsâ ile birlikte ne gibi işler yapacağı kendisine bildirilmişti. Kur'an, bu gerçeği şöyle anlatmaktadır:
(Ey Mûsâ) "Ben seni kendim için seçip yetiştirdim."[161]
"Sen ve kardeşin mucizelerimle git. İkinizde beni anmaktan usanmayın."[162]
"Firavun'a gidin. Çünkü o azdı."[163]
"Ona yumuşak ve tatlı bir sözle hitap edin; belki öğüt alır, yahut ürperir."[164]
Nihayet iki peygamber Mısır'da buluştular. İkisi de Fira-vun'la karşılaşacakları o çetin günün gelmesini beklemeye başladılar. Firavun'un dehşetli zalimliği ve merhametsizliğinden dolayı, üzerlerindeki bir lakım endişeleri bir türlü atamamışlardı. Bu nedenle Cenab-ı Hakk'a şöyle dua ettiler:
Musa ve Harun: "Ey Rabbimizi Bizim üzerimize şiddet göster-meşinden, yahut aşın gitmesinden korkuyoruz" dediler.[165]
Cenab-ı Hakk, bu iki samimi kuluna cevaben şu karşılığı verdi:
Dedi ki: "Korkmayın, çünkü ben sizinle birlikteyim; işitmekteyim ve görmekteyim."[166]
Sekizinci dua:
Nasıl davranacaklarını ve ne söyleyeceklerini vahiy ile öğrenen Hz. Mûsâ ve Hz. Hârûn, Firavun'un yanma giderek Allah'ın kendilerinden istediği şekilde tebliğlerini yaptılar. Şimdi mücadelenin bu safhasını yine Kur'an'dan dinleyelim.
Onların ardından da Mûsâ ile Harun'u, ayetlerimiz eşliğinde Firavun ve kurmaylarına gönderdik. Kibre saptılar ve günahkâr bir topluluk oldular.[167]
Gerçek, katımızdan onlara geldiğinde şöyle demişlerdi: "Hiç kuşkusuz bu, apaçık bir büyüdür."[168]
Mûsâ dedi ki: "Gerçek size ulaştığında böyle mi konuşuyorsunuz? Büyü müdür bu? Büyücülerin kurtuluşu yoktur."[169]
Dediler ki: "Sen bize, atalarımızı üzerinde bulunduğumuz şeyden çeviresin de bu toprakta devlet ve ululuk ikinizin okun diye mi geldin? Biz ikinize de inanmıyoruz."[170]
Firavun seslendi: "Tüm bilgin büyücüleri huzuruma getirin."[171]
Büyücüler gelince, Mûsâ onlara şöyle dedi: "Ortaya koyma gücünde olduğunuz şeyhli sergileyin."[172]
Onlar hünerlerini ortaya koyunca, Mûsâ dedi ki: "Sergilediğiniz şey büyüdür. Allah onu mutlaka hükümsüz kılacaktır. Çünkü Allah bozguncuların işini düzgün yürütmez."[173]
"Ve günahkarlar hoşgörmese de Allah, gerçeği kelimeleriyle ortaya çıkarıp kanıtlayacaktır."[174]
Firavun ve kodamanlarının kendilerine kötülük etmelerinden korktukları için, kavmi arasından bir gençlik grubu dışında hiç kimse Musa'ya inanmadı. Çünkü Firavun, o toprakta gerçekten çok üstündü ve gerçekten sınır tanımaz azgınlardan biriydi.[175]
Mûsâ dedi ki: "Ey toplumum! Eğer Allah'a inandınızsa, gerçekten mûslümansamz, yalnız Allah'a dayanıp güvenin."[176]
Şöyle yakardılar: "Yalnız Allah'a dayandık.. Rabbimizi Bizleri, zulmedenler toplumu için bir imtihan aracı yapma."[177]
"O küfre sapmış toplumdan rahmetinle bizi kurtar."[178]
Musa'ya ve kardeşine şunu vahyettik: Kavminiz için kendilerini yerleştirmek üzere Mısır'da evler hazırlayın. Evlerinizi kıble yapın; karşılıklı yapın ve namaz kılın. İnananlara müjde ver.[179]
Bütün bu gelişmelerden sonra Hz. Mûsâ, ellerini Allah'a açarak şöyle yalvarmaya başladı.
Musa şöyle dedi: "Rabbimizi Sen, Firavun ve kodamanlarına şu geçici hayatta debdebe verdin, mallar verdin. Rabbimizi Senin yolundan saptırsınlar diye mi? Rabbimizi Onların mallarını sil-süpür, kalplerini şiddetle sık ki, acıklı azabı görünceye kadar inanmasınlar."[180]
Allah cevap verdi: "İkinizin duası kabul edildi. Doğruluktan şaşmayın, ilimden nasipsizlerin yolunu izlemeyin."[181]
Hz. Mûsâ ve Hz. Harun'un görevi, yalnızca îsrailogulları-nı Firavun'un kölesi olmaktan kurtarmak değildi. Kıssanın bağlamına dikkat ettiğimizde açıkça görülecektir ki, onlar da Hz. Nuh'tan Hz. Muhammed (s.a.v.)'e kadar tüm resullere verilmiş görevin aynısını yerine getirmek üzere tayin edilmişlerdir. Bu sûrenin teması başlangıcında şöyledir: "Rabb ve ilah olarak yalnızca Allah'ı bilin; zira O, tüm kâinatın Rabbıdır. Allah'ın huzuruna getirilip, bu dünyada yaptıklarınızın hesabını vereceğiniz ahi-rete yakinen inanın."
Dahası bu sûre mesajı reddedenlere şunu açık şekilde göstermektedir ki, tarih bu mesajı kabul eden insanlığın, hemen sonra büyük başarılar kaydettiğine tanıklık etmektedir. Bu yüzden onlara şunu tavsiye eder: "Resuller tarafından kesintisiz olarak vazedilmiş bulunan mesajı sizler de kabul etmelisiniz. Ve hayatınızı bütünüyle bu itikad esaslarına göre düzenlemelisiniz. Çünkü mesajı reddedenler sonunda hüsrana uğradılar.
83. ayette geçen "zürriyet" kelimesi nesil anlamına geliyorsa da, "gençler" olarak tercüme edilmiştir; çünkü, Kur'an bu kelimeyi burada meselenin özel bir yanına işaret etmek için kullanmaktadır. O da şudur: O korkunç zulüm dönemi esnasında yalnızca az sayıda genç erkek ve kadın, hakikat peygamberini lideri olarak kabul etme cesaretini gösterebilmiş, babaları, anaları ve yaşlıları ise, bunun aksine Resulü izleme, dünyevi çıkarlarını ve hatta hayatlarını tehlikeye atma cesaretini gösterememişti. Ayrıca onlar kolay ve rahat yolu seçmekle kalmamışlar, gençlerin de cesaretini kırmaya yeltenmişlerdi. "Mûsâ ile birlikte gitmeyin. Çünkü O, hem size hem de büyüklerinize felaket getirecek" (!) İşte Kur'an meselenin bu özel yanını vurgulamaktadır; çünkü Resûlullah (s.a.v.) de aynı durumla karşı karşıya idi. Davet'in başlangıç döneminde icabet edenler yaşlı kimseler değil, birkaç cesur gençti, islâm uğruna, zulme ve baskıya cesaretle göğüs geren ilk müslüman gençlerdi.
Firavundun Hz. Musa'ya mağlubiyetinden sonra, her ne kadar İsrailoğullarma kısmi bir ferahlık doğmuşsa da Firavun, kısa bir müddet sonra, elinde kalan son silahı zulüm ve teröre yeniden başlamıştı. Beni İsrail'e yapılan bunca zulüm ve işkencelere karşı Hz. Mûsâ, onlara sabrtemelerıni ve Allah'tan ümit kesmemelerini söyleyerek onları teselli ediyor ve işin sonunun mutlaka Allah'a inananların lehinde olacağını müjdeliyordu.[182] Gördükleri zulüm karşısında sabırları taşan Israilo-ğullan, Hz. Musa'ya zaman zaman şu şekilde sitemde bulunuyorlardı:
"Ne oluyor ya Mûsâ! Sen Peygamber olmadan da eza ve cefa çekiyorduk, şimdi de çekiyoruz. Hatta şimdi daha fazla çekiyoruz. Farkeden birşey olmadı."
Hz. Mûsâ, onların bu itirazlarına hak veriyor; fakat bir müddet daha sabretmelerini, sonuçta düşmanlarının helak olacağını ve kendilerinin onların yerine geçeceklerini söylüyordu.[183]
Hatta, zaman zaman ecdatlarının eski mekanı olan Ürdün, Filistin ve $am topraklarına (Arz-ı Mev'ud) yeniden kavuşacaklarını da haber vererek, dayanması güç sıkıntıları hafifletmek, onlara taze bir şevk ve ümit vermek istiyordu.
İsrailoğullarınm yürekler acısı durumlarına daha fazla dayanamayan Hz. Mûsâ, nihayet bir gün ellerini açarak yukarıda verdiğimiz duayı yapar. Duayı incelediğimiz de şöyle bir sonuca varmamız mümkündür:
Hz. Mûsâ (a.s.), Firavun ve çevresindekilerin durumlarından ümidini kesiyor, onlardan artık bir hayır gelmeyeceğim kabul ediyor. Aralarında hayırdan eser bulunanlar için de hayır ve iyilik dileğinde bulunuyor. Hakka yönelirken ellerinde mal ve mülk bulunduran Firavun ve erkanından yakınıyor. Onların ellerindeki malların bir takım kimseleri aldattığım, sonuçta bazı zayıf fıtratlı kimselerin mal ve mülk karşısında kendilerinden geçerek dalalete saptıklarım bildiriyor. Bu durum karşısında Hz. Mûsâ, Rabbına dönüyor ve onların mallarım, mülklerini yok etmesini ve kendi kavminin kalbine bir tutkunluk vererek mal ve mülk karşısında mağlup olmamalarını sağlamasını istiyor. Rabbı da onun bu duasını kabul buyuruyor. [184]
Dokuzuncu Dua:
Bu dua, Kur'an'da Hz. Mûsâ (a.s.)'ya ait olan dualar içinde en ilginç ve en çarpıcı olma özelliğini taşımaktadır. Israiloğul-larmı denizden geçirip, Firavun hanedanından kurtardıktan sonra Hz. Mûsâ, ilahi çağrı üzerine Tevrat'ı almak üzere Tur dağı istikametinde yola çıktı.[185]
Giderken de kardeşi Hârûn (a.s.)'u yerine vekil bırakmıştı. Kuran bu sahneyi şöyle anlatmaktadır:
Mûsâ ile otuz gece için vaatleştik. Ve bunu, bir on ekleyerek tamamladık. Böylece Rabbinin belirlediği süre kırk geceye ulaştı. Mûsâ kardeşi Harun'a dedi ki: "Toplumun içinde benim yerime sen geç; barışçı ol; bozguncuların yolunu izleme."[186]
Hz. Mûsâ Tur'da bulunduğu günlerini ibadet, oruç ve Ce-nab-ı Hakk'a yöneliş ile geçirdi. Cenab-ı Hak'la konuşmaya maz-har olmak ve Tevrat'ı almak için geceli gündüzlü bekledi. Nihayet Cenab-ı Hakk'tn tayın ettiği müddeti tamam ettikten sonra, Cenab-ı Hak'la konuşma ve O'na ihtiyaçlarını sunma şerefine erişti. Cenab-ı Hakk kendisiyle konuşunca da, bundan cesaret alarak engin bir ruh hali ve coşkun bir muhabbetle bütün cesaretini topladı ve dilinden şu dua döküldü:
Musa, bizimle sözleştiği yere gelip Rabbi de kendisiyle konuşunca şöyle yakardı: "Rabbim göster bana kendini; göreyim seni." Dedi: "Asla göremezsin beni. Ama şu dağa bak. Eğer o yerinde durabi-lirse, sen de beni göreceksin." Rabbi dağa tecelli edince, onu parça parça etti. Ve Musa baygın vaziyette yere yığıldı. Kendine gelince şöyle yakardı: "Teşbih ederim o yüce varlığım, tövbe edip sana yöneldim. İman edenlerin ilkiyim ben."[187]
Hz. Musa'nın tövbesi üzerine, Cenab-ı Hakk O'na şu karşılıkla cevap verdi:
Allah buyurdu: "Ey Mûsâ/ Ben, gönderdiğim vahiylerle, konuşmamla seni seçip yücelttim. Sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol."[188]
Hz. Mûsâ (a.s.)'m duasını içeren bu ayet hakkında, çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Biz bu görüşlerden sadece ikisini çalışmamıza alıp tercihi okuyucularımıza bırakmak istiyoruz.
Birinci görüş:
Bu ayette, Hz. Musa'nın rü'yeti talep etmesi, rü'yetin yani Allah'ı görebilmenin mümkün olduğuna açık bir delil ve işarettir. Çünkü Allah hakkında mümkün olmayan bir şeyi istemek, peygamberler için düşünülemez. Cenab-ı hakk, Hz. Musa'nın bu isteğine "Ben görülmem ve görülmekliğim mümkün değildir" şeklinde olumsuz bir cevap vermemiştir. Belki "sen beni göremezsin" demek "Beni görmek bir takım sebeplere bağlıdır; o sebepler ise henüz sende mevcud değil" demektir. Yoksa asla görülmez manasına değil.[189]
İkinci Görüş:
Ayet bize açıkça gösteriyor ki, insan da dahil hiçbir varlık Allah'ı göremez. Biz ancak Allah'ın tecellilerini seyredebiliriz ki,
o da Zât-ı Mutlak'm lütfü ve izni ölçüsünde olur. Parça bir varlığın külii kudreti görebilmesi mümkün müdür? Kur'an'da yera-lan "Rablerine yönelmiş yüzler"[190] ifadesi Allah'ı görmeyi değil, Hz. Mûsâ olayında olduğu gibi O'nu görmek için bakmayı ifade eder.
"Su ayı gördüğünüz gibi Rabbinizi de göreceksiniz." mealinde hadis diye rivayet edilen kelam, eğer gerçekten Hz. Pey-gamber'in ağzından çıkmışsa, Allah'ın görüleceğini değil görülemeyeceğini kanıtlar. Gerçekten de bu söz Allah'ın zatının değil, tecellilerinin görülebileceğini ifadeye koymuştur. Bilindiği gibi ayın ışığı bizzat kendinden değil güneşten bir tecellidir. Bu demektir ki, sözün görüleceğini söylediği şey, ışığın bizzat kendisi değil, bir şey üzerine yansımasıdır. Eğer Zât-ı. Mutlak görülecek olsaydı, hadiste ay yerine güneş kullanılırdı.[191]
Onuncu dua:
Hz. Mûsâ (a.s.) Allah'tan talimat almak üzere kırk günlüğüne Tur-i Sina'ya çıktığı zaman, kavmi konakladığı er-Raha ovasında, O'nun yokluğundan istifade ederek bir heykel yaptılar. Kuran bu olaya Araf/148 de yer vererek dikkatimizi çekmektedir:
Mûsd'mn kavmi, onun Allah'la konuşmaya gidişinden sonra, süs eşyalarından oluşmuş, böğürebilen bir buzağı heykelini ilah edinmişti. Görmediler mi ki, o onlarla ne konuşabiliyor ne de kendilerine yol gösterebiliyor? Onu benimsediler ve zalimler haline geldiler.[192]
Başları avuçları arasına düşürülüp saptıklarını fark ettiklerinde şöyle yakardılar: "Rabbimiz bize merhamet etmez, bizi ajjetmez-se, mutlaka hüsrana düşenlerden olacağız-"[193]
Mûsâ, kızgın ve üzgün bir halde kavmine döndüğünde şöyle
dedi: "Benden sonra arkamdan ne kötü şeyler yaptınız! Rabbinizin emrini bekleyemediniz mi?" Levhaları yere attı, kardeşinin başmı tuttu, kendisine doğru çekiyordu. Kardeşi dedi ki: "Ey annem oğlu! Bu topluluk beni horlayıp hırpaladı. Nerdeyse canımı alıyorlardı. Bir de sen düşmanları bana güldürme. Beni şu zalim toplulukla bir tutma."[194]
Hârûn (a.s.)'m bu savunması üzerine, Hz. Mûsâ durumu anladı ve birden yumuşadı. Hele kardeşi, çok sevdiği annesini hatırlatarak, O'nu canevinden vurmuştu. Kardeşi Harun'a karşı yaptığı sert muameleye pişman olarak, şöyle dua etmeye başladı:
Musa şöyle yakardı: "Rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla, Rahmetine sok bizi. Sen, rahmet edenlerin en merhametlisisin."[195]
Onbirinci dua:
Cemaatleri adına, İsrailoğulları'nm işlemiş oldukları buzağıya tapma günahından dolayı, Rablerinîn önünde af dilemek ve nihayet O'na itaat etme konusundaki sözleşmeyi yenilemek üzere Beni israil'den yetmiş kişi Tur-i Sina'ya çağrıldı. Tur dağına gittiklerinde orayı kesif bir bulut labakasmın kaplamış olduğunu gördüler. Hz. Mûsâ bulutlar arasında gözden kaybolurken, arkadaşlarının kendisine biraz daha yakın olmalarını ve secdeye kapanmalarım emretti. Onlar da hemen secdeye kapandılar. Hz. Mûsâ Cenab-ı Hakk ile konuşmuş, gereken tebligatı almıştı. Geriye döndüğünde Israiloğulları Hz. Musa'ya gerçek bir mümine yakışmayacak şu teklifte bulundular:
"Biz Cenab-ı Hakk'ı açıktan açığa görmedikten sonra, sana katiyen inanmayız.'"
Bu istek, doğrudan doğruya haddini bilmemek ve kendinin Allah'ın aciz bir kulu olduğunu iyi anlamamaktan ileri geliyordu. Allah'a inanmayanlar bile, Hz. Musa'dan "bize Allah'ı göster, sonra iman edelim" diye bir istekte bulunmazken, iman ettikleri iddiasında olan İsraıloğulları'nm böyle bir teklifte bulunmalarının, Allah'a iman etmek ve O'na kul olmakla uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktu. Bu nedenle, onlar böyle der demez, dehşetli bir yıldırımla birlikte, şiddetli bir zelzele onian yakala-yıvermişti. Bu korkunç durum karşısında onları bir titreme ve korku almıştı.[196]
Onların bu perişan hallerine gözleri yaşaran Hz. Mûsâ Rabbme şöyle dua etti:
"...Rabbim! Dikseydin, onları da beni de daha önce helak ederdin, içimizdeki beyinsizlerin yaptıkları yüzünden bizi helak mı edeceksin? Bu iş senin imtihanından başka bir şey değildir. Onunla dilediğini şaşırtır, dilediğine yol gösterirsin. Sen bizim Veli'mizsin. O halde ajfet bizi; acı bize. Sen affedenlerin en hayırhsısın." [197]
"Bize hem bu dünyada güzellik yaz hem de ahirette. Dönüp dolaşıp sana geldik..."[198]
Cenab-ı Hakk, bu içten ve samimi yalvarışa şu karşılığı verir:
"...Azabımı dilediğimi çarptırırım. Rahmetime gelince, o her şeyi çepeçevre kuşatmıştır Ben onu; sakınıp korunanlara, zekatı verenlere, ayetlerimize inananlara yazacağım."[199]
Onikinci dua:
Arz-ı Mukaddes (Kutsal Ülke) İbrahim, İshak ve Yakub Peygamberlerin vatanı olan Filistin'dir. Israiloğulları en sonunda Mısır'dan ayrıldıktan sonra Alîah, bu ülkeyi kendilerine vermiş ve burayı fethetmeyi onlara emretmişti.
Mûsâ kavmine şöyle demişti: "Ey toplumum! Allah'ın, üzerinizdeki nimetini hatırlayın. İçinizden peygamberler vücuda getirdi. Sizi krallaryaptı; alemlerden hiç kimseye vermediklerini size verdi."[200]
"Ey toplumum! Allah'ın sizin için yazdığı kutsal toprağa girin; arkanıza dönmeyin; yoksa hüsrana uğramışlar durumuna düşersiniz."[201]
Şöyle dediler: "Ey Mûsâ.' Orada zorbalardan oluşan bir toplum var Onlar oradan çıkıncaya kadar biz oraya asla girmeyeceğiz. Eğer çıkarlarsa o zaman gireceğiz."[202]
İçine ürperti düşenlerden, Allah'ın nimet verdiği iki adam dedi ki: "Onların içine kapıdan girin. Oraya girdiğinizde galip geleceksiniz. Eğer inananlar iseniz yalnız Allah'a güvenin."[203]
Dediler ki: "Ey Mûsâ.' Onlar orada oldukça biz oraya asla girmeyeceğiz- Hadi sen git; Rabbinle birlikte savaşın. Biz şuracıkta oturacağız."[204]
Israüoğullan'nm gösterdiği bu tavır üzerine Hz. Mûsâ (a.s.)'nın şu şekilde dua ettiğini görüyoruz:
Şöyle yakardı Musa: "Rabbiml Nefsimle kardeşimden başkasına söz geçiremiyorum. Artık jasıklar topluluğu ile bizim aramızı ayır."[205]
İsrailoğulları, Firavun ülkesinde zillet ve adiliğe, aşağılanmaya alışmışlardı. Onlar için bazı değerleri ele geçirmek üzere savaşmak, bir anlam taşımıyordu. Allah da onlan Tih çölüne attı ve yollarım şaşırttı. Kavmine söz geçiremediğinden yakman Musa'ya, Allah:
"Orası, onlara kırk yıl haram kılınmıştır. Yeryüzünde sersem sersem dolaşacaklar. Sen o fasıklar topluluğu için kederlenme." dedi.[206]
Zamanla bu zillet içinde yaşayan nesil, yerini hürriyetle yetişen ve izzetle yaşayan bir nesile terketti. Bunlar da bir müddet sonra Arz-ı Mukaddes'e girmeye muvaffak oldular.[207]
Hz. Davud Allah'ın kendisine mülk, hikmet verdiği ve dilediğini öğrettiği bir peygamberdir.[208] Aynı zamanda kendisine dört kutsal kitaptan biri olan "Zebur" verilmiştir.[209]
Cenab-ı Hakk, Hz. Davud'a bir çok mucizeler ve imkanlar ihsan etmiştir. Bunlardan bazılarını Kur'an'm diliyle şöyle sıralayabiliriz:
Davud'a dağları boyun eğdirdik. Kuşlarla beraber teşbih ediyorlardı. Yapmak isteyince yapanlarız hiz.[210]
O'na, sizi şiddetten koruyacak olan, zırh yapma sanatım öğrettik. Peki siz şükrediyor musunuz?[211]
O kuvvet sahibi kulumuz Davud'u an. O, teşbih nağmeleri döktüren bir kul idi.[212]
Dağlan O'nunla birlikte buyruk altına almıştık: Akşam sabah birlikte teşbih ederlerdi.[213]
Kuşlar da toplu halde O'nunla beraberdi. Hepsi O'nun teşbih nağmelerine katılırdı.[214]
Mülk ve yönetimini güçlendirmiştik. Kendisine hikmet ve hakla batılı ayıran söz etme yeteneği vermiştik.[215]
Davud'a tarafımızdan bir imtiyaz verdik. Ve: "Ey dağlar ve huşlar.' Onunla beraber teşbih edin..." (dedik).[216]
(Ve Davud'a): "Geniş zırhlar yap. Ve dokumada bir seviye olmasına dikkat et. Ve iyilik işleyin. Ben, yaptığınız şeyleri görenim" (dedik).[217]
Hz. Davud'a ait Kur'an'da bulunan tek dua, O'nun Hz. Süleyman (a.s.)'la birlikte yaptıkları ve Nemi Sûresi'nin 15. ayetini oluşturan duadır.
Andolsun biz, Davud'a da Süleyman'a da bir ilim verdik. On-lar şöyle dediler: "Bizi, mümin kullarının bir çoğundan üstün kılan Allah'a hamd olsun."[218]
Hükümet ve hükümdarlık ile bilinen ve seçilen Davud (a.s.)'a verilen ilahi nimetlerden öncelikle ve yalnız ilmin ifade olunması, ilmin yüceliği ve öneminin hepsinden yüksek olmasındandır. "İlmen" diye belirsiz ifade edilmesi bunun olağanüstü bir ilim olduğuna işaret etmek içindir.
Duaları ise şu anlama gelmektedir:
"...Mülk ve devletle değil, üstünlük nimeti ile duygulanarak, nimeti ifade ettiler. Ulaştıkları üstünlük nimetini, hükümet ve devleti Allah'tan bildiler. Ve bundan dolayı övgü ve saygı ile hamd ve senanın ancak onu veren Allah'ın hakkı olduğunu düşündüler. Hükmetme ve hükümdarlığın, özellikle O'na ait olduğunu bilerek hareket ve şükrünü yerine getirmeye gayret ettiler. Bu da onlara verilen ilmin işaretlerinden biri oluyordu." [219]
Hz. Süleyman, Davud (a.s.)'ın oğludur ve Kur'an'm ifadesiyle kendisine "vahyediîmiş"[220] "hidayet" verilmiş[221] aynı zamanda da "hüküm ve ilim" sahibi kılınmıştır.[222] Her peygambere olduğu gibi Hz. Süleyman'a da Cenab-ı Hak ustun yetenekler bahsetmiştir. Bu yetenekler Kur'an'da şöyle sıralanır:
Andolsun biz, Davud'a da Süleyman'a da bir ilim verdik. Onlar şöyle dediler: "Bizi mümin kullarının bir çoğundan ustan kılan Allah'a hamd olsun"[223]
Biz bu duayı Hz. Davud'un yaptığı dualar içerinde incelediğimizden burada sadece ayeti vermekle yetineceğiz.
Süleyman, Davud'a mirasçı oldu ve şöyle dedi: "Ey insanlar! Bize kuşların dili öğretildi ve bize herşeyden biraz verildi. Kuşkusuz bu, apaçık lütfün ta kendisidir."[224]
Süleyman için de sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay olan rüzgarı görevlendirdik O'nun için erimiş katran, bakır kaynağını sel gibi akıttık. Cinlerden öylesi vardı ki, Rahbi'nin izniyle onun önünde iş yapardı. Onlardan hangisi buyruğumuzdan yan çizse, alevli ateş azabmı kendisine tattırıldık.[225]
Onlar Süleyman için, mihraplardan, kalelerden, heykellerden, havuzlar gibi çanaklardan, yerinden kaldırılamaz kazanlardan ne dilerse yaparlardı.[226]
Ve Süleyman'a kasırgayı boyun eğdirdik, içini bereketlerle doldurduğumuz toprağa doğru onun emriyle akıp giderdi. Her şeyi bilenleriz biz[227]
Kendisi için dalgıçlık eden, daha başka işler de yapan bazı şeytanları da onun emrine verdik. Biz onları koruyup gözetiyorduk.[228]
Hz. Süleyman'ın yaptığı iîk duaya Nemi Sûresi içinde rastlıyoruz. Rivayete göre Hz. Süleyman, Taif civarında Karınca vadisine geldiğinde şöyle bir olayla karşılaşır:
Cinlerden, insanlardan ve kuşlardan orduları, Süleyman'ın huzurunda bir araya getirildi. Onlar, düzenli bir biçimde sevk ediliyordu.[229]
Nihayet karınca vadisine geldiklerinde, bir karınca şöyle seslendi: "Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin ki, Süleyman ve orduları farkında olmayarak sizi ezmesinler."[230]
Allah'ın bir lütfü olarak hayvanların dilinden anlayan Süleyman (a.s.), karıncanın bu sözünden dolayı gülerek tebessüm etti. Karıncaların birlik ve intizam içinde çalışmaları, karınca beyinin Hz. Süleyman ve ordusu hakkında kötü düşünmemesi ve onları mazur görmesi, Hz. Süleyman'ın çok hoşuna gitmişti.
Cenab-ı Hakk'ın izniyle, karıncanın konuşmasını anlaması, Süleyman (a.sO'i çok duygulandırmıştı. Rabbinin bu büyük nimetine şükretmek üzere şöyle dua etmeye başladı:
(Süleyman) Onun bu sözü üzerine gülerek tebessüm etti ve dedi ki: "Rabbim, bana, anne-babama verdiğin nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın salih bir amelde bulunmamı ilham et. Ve beni rahmetinle salih kullarının arasına kat."[231]
"Rabbim! Beni nefsimle başbaşa bırakma! Lütfettiğin nimetlerinden dolayı sana şükretmemi ve senin beğeneceğin faydalı iş yapmamı gönlümü ilham et!" cümlesi şunu demek ister: "Ey Rabbim! Sen bana fevkalade üstün yetenekler bahşettin. Ancak, en ufak bir gaflet ve dikkatsizlik göstersem kulluk hudud-larım aşabilir ve kibirlenip sonuçla doğru yoldan sapabilirim. Bundan dolayı, ey Rabbim, kötülüklerden beni alıkoy ki, tüm nimetlerinden dolayı nankörlük etmeyeyim ve sana karşı minnettarlığını devam etsin."
Duanın "Beni salih kullarının arasına al" kısmı muhtemelen şuna işaret eder; "Ben ahirette iyi kullarının arasına almayım ve onlarla beraber cennetine girenlerden olayım." Çünkü salih amel işleyen kimse, kendiliğinden salihlerden olur. Gene de insanın, sadece iyi amellerinin sonucu cennete girmesi mümkün değildir. Bu husus ancak Allah'ın rahmetine bağlıdır. Hadis-ı Şerife göre Hz. Peygamber (s.a.v.) bir gün şöyle buyurdular: "Sizden birisinin sadece amelleri, o kişiyi cennete sokamaz." "Durum sizin için de aynı mı, ya Resûlullah?" diye sorulduğunda da: "Evet, yüce Allah'ın beni kaplayan rahmeti olmadıkça, ben dahi, sadece amellerimin desteği ile cennete giremeyeceğim" diye cevap verdiler. [232]
Hz. Süleyman'ın yaptığı bir diğer dua da Yemen melikesi Belkıs'a ait olan tahtın, Kur'an'ın ifadesi ile "kendinde Kitap'tan hır ilim olan kişi" tarafından uzak mesafeden kısa bir süre içerisinde getirilmesi üzerinedir.
Hz. Süleyman'ın, kavmi güneşe tapan Sebe melikesi Bel-kıs'ı islam'a davet için yazdığı bir mektupla başlayan bu olayı Kur'an bize şöyle haber vermektedir:
Melike Btlhıs dedi ki: "Ey ileri gelenler! Bana önemli hir mek-lup bırakıldı."[233]
"Süleyman'dan bir mektup. Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla başlıyor."[234]
"Söylediği şu: Bana büyüklük taslamaya kalkmayın ve bana müslüman olarak gelin."[235]
Melike dedi: "Ey danışmanlarım! Bu meselem konusunda bana fikir verin. Siz onaylamadıkça, hiçbir işe kesin karar vermem."[236]
Dediler ki: "Biz çok güçlüyüz, çok yaman savaşırız. Buyruk senin, ne karar vereceğini sen bilirsin."[237]
Melihe dedi: "Şu bir gerçek ki krallar bir kente, bir memlekete girdiler mi, orada bozgun çıkarırlar; oranın onurlu insanlarını zelil, sefil ederler. îşte böyle yaparlar."[238]
"Şimdi ben, onlara bir hediye göndereceğim ve bakacağım elçiler neyle gen dönecekler."[239]
Elçi geldiğinde, Süleyman dedi ki: "Siz hana mal ile destek mi veriyorsunuz? Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha kıymetlidir. Sizin hediyenizle, benden çok siz ferahlarsınız."[240]
"Seni gönderenlere dön. Vallahi, karşı koyamayacakları ordularla üstlerine gelirim ve onları oradan, başlan eğik, aşağılanmış bir halde sürer çıkarırım."[241]
Süleyman kurmaylanna dedi ki: "Onlar teslim olup huzuruma gelmeden önce, o kadının tahtım hanginiz bana getirebilir? [242]
Cinlerden bir ifrit şöyle dedi: "Sen daha makamından kalkmadan, onu Sana getirebilirim. Ben bunu yapacak güçteyim ve gerçekten güvenilir biriyim."[243]
Kendinde Kitap'tan bir ilim olan kişi de şöyle dedi: "Ben onu sana gözünü açıp yumuncaya kadar getiririm." Derken Süleyman, tahtı yanında kurulmuş görünce şöyle konuştu:
"Rabbimin lütjundandır bu. Şükür mü edeceğim, nankörlük mü diye beni denemek istiyor: Esasında şükreden, kendisi lehine şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse bilsin ki, Rabbim Canidir. Cömerttir, "[244]
Hz. Süleyman bu duasıyla şunu anlatmak istemiştir: Allah, kimsenin şükrüne ve hamdine muhtaç değildir. Uluhiyyeti, bir kimsenin nankörlüğü ya da şükran duygusundan yoksunluğu yüzünden ne bir damla eksilir, ne de bir damla artar. O, bizatihi kendi öz gücüyle herşeye hükmedendir. Onun hakimiyeti, yaratıkların O'nu tanımasına veya inkar etmesine bağlı değildir. Aynı husus Kur'an'ı Kerim'de Hz. Musa'nın dilinden de ifade edilmiştir: "Siz ve yeryüzünde bulunanlar hep nankörlük etseniz, iyi biliniz ki Allah müstağnidir, (sizin şükrünüze muhtaç değildir. O zatında) övülmüştür."[245]
Hz. Süleyman'la ilgili vereceğimiz son dua örneği, Sad Sû-resi'nin 35. ayetiyle bize duyurulmaktadır ve bu duanın yapılma gerekçesi ise, yine aynı sûrenin 34. ayetinde şöyle ifade edilmektedir.
Andolsun ki biz Süleyman'ı imtihan ettik, tahtının üstüne bir ceset bıraktık da O, tövbe ile Allah'a yöneldi.[246]
Şöyle yakardı: "Rabbim, affet beni! Benden sonra hiç kimseye nasip olmayan bir mülkü bana armağan et. Şüphesiz sen, karşılıksız armağan edensin."[247]
Önce 34. ayetten başlarsak karşımıza cevaplanması gereken üç soru çıkmaktadır:
1) Hz. Süleyman'ın içine düştüğü fitne acaba nedir?
2) O'nun tahtı üzerine ceset bırakılmasının anlamı nedir?
3) Bu cesedin oraya bırakılmasıyla, nasıl bir uyarı oldu da, Hz. Süleyman hemen tevbe etti?
Şu bir gerçek ki: -Mevdudi'nin tesbitiyle- bu bölüm Kur'an'm en müşkül yeridir ve kesinlikle açık ve net bir şekilde tefsir edilemez. Anlaşılan odur ki, Hz. Süleyman bir hata yapmış ve bu hata üzerine Allah kendisini uyarmıştır. Sonuçta ise, hatasını idrak eden Hz. Süleyman yukarıda verdiğimiz duayı yapmıştır.
Hz. Süleyman'ın "Rabbim benî affet ve bana benden sonra hiç kimseye nasip olmayan bir saltanat ver" şeklindeki duasını Israiloğulları'nın tarihi ışığında değerlendirirsek şayet; Hz. Süleyman'ın, kalbinde oğlunun tahta geçmesi arzusunu taşıdığını ve bu muhteşem saltanatın zürriyeti boyunca devam etmesini istediğini anlarız.
Bu arzu ve istek, kendisi için bir fitne (imtihan) olduğu için Allah onu uyarmıştır. Nitekim Hz. Süleyman'ın veliahtımn, büyüdüğünde kıymetsiz biri olduğu ortaya çıktı ve babasının saltanatını devam ettiremedi.
Hz. Süleyman'ın tahtı üzerine bir cesedin bırakılması muhtemelen şu şekildedir: Hz. Süleyman önce mirasını (Saltanatını) bu ehliyetsiz, kabiliyetsiz ve hiçbir özelliğe sahip olmayan oğluna bırakmak istiyordu. Dolayısıyla Hz. Süleyman bu isteğinden vazgeçti ve saltanatın kendisi ile birlikte son bulmasını, nesiller boyunca devam etmemesini Allah'a dua ederek talep etti. Israiloğulları tarihinde de, Hz. Süleyman'ın kendi yerine geçmesi için kimseye vasiyette bulunmadığı anlaşılmaktadır. Fakat Hz. Süleyman'dan sonra devletin ileri gelenleri Hz. Süleyman'ın oğlunu tahta çıkarmışlar ve kısa bir süre içinde Israilo-ğulları'na bağlı 10 kabile Kuzey Filistin'de ayrı bir devlet kurmuştur. Beytü'l-Mukaddes'de ise sadece Yahuda kabilesi kalmıştır.[248]
Fahrü'r-Razi de tefsirinde Hz. Süleyman'ın bu duasını inçelerken şu güzel yaklaşımı ortaya koymaktadır: "Rabbim beni aftel ve bana benden sonra hiç kimseye nasip olmayacak bir saltanat ver" demek, bana öyle şanlı bir mülk ver ki, ben ona kavuşup öldükten sonra "dünya mülkünün vefası olsaydı Süleyman'a olurdu" denilsin de, kimsenin dünya saltanatına hırs ve rağbeti kalmasın. [249]
Gerçekten de Hz. Süleyman, tarih boyunca müflisler, malım mülkünü kaybedenler için bir teselli kaynağı olduğu gibi, dünya malı ile öğünenler için de bir ders ve ibret levhası olmuştur. Sözü bir örnekle noktalıyahm.
"Seyretti hava üzre denir taht-ı Süleyman Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde."[250]
Hz. Yûnus (a.s.), Musul yakınlarında bir şehir olan Nino-va'ya peygamber olarak gönderilmiştir. Kendisini bir balığın yutması nedeniyle Kur'an-ı Kerim'de: "Zennun"[251] ve "Sahib-i Hut"[252] ünvanlarıyla da zikredilir. Her iki tabir de, "Balık Sahibi" manasına gelmektedir.
Hz. Yûnus peygamber olarak gönderildiği kavmini otuz üç yıl Hakka davet etmiş, fakat bu süre içerisinde kendisine ancak iki kişi iman etmişti. Bütün gayretlerine rağmen kavminin söz anlamaması O'nun canını sıkmıştı. Ruhu çok daraltan Hz. Yûnus bu sıkıntılardan kurtulma ümidiyle "kavmini şiddetli bir azapla" korkutup aralarından Cenab-ı Hakk'm "izni" olmadan ayrılmış, Dicle kenarına giderek orada insan ve eşya yüklü bir gemiye binmişti.
Yûnus (a.s.), gerçekten Allah'ın sadık bir kulu ve peygamberiydi. Köle efendisinden izin almadan bir yere gidemeyeceği gibi, bir peygamber de Rabbinden izin almadan bulunduğu yeri bırakıp gidemezdi. Gerçi bu terkediş, ne görevden kaçıştı; ne de göreve başkaldırış; sadece ilahi davete uymayan halktan uzakla-şıştı. Ama böyle de olsa bu durum, bir peygamber için hata (zel-le) sayılırdı.
Hz. Yûnus bu dolu gemiye binince, gemi hareket edip kıyıdan uzaklaştı. Bir müddet sonra gemi durdu ve bir daha da hareket etmez oldu. Ne kadar çok çarelere baş vurdularsa da, gemiyi bir türlü yürütemediler. Hatta neredeyse batacak hale geldi. Gemidekiler paniğe kapıldı. Sonunda gemiciler, geminin arızasını bir uğursuzluğa yorarak şöyle dediler:
"Burada efendisinden kaçan bir köle var herhalde Kur'a atalım, o meydana çıkar"
Bunun üzerine kur'a çekildi. Kur'a Yûnus (a.s.)'a düştü. O da hatasını kabul ederek denize atılmaya razı oldu. Vakit gece olmuştu. Şiddetli fırtınalar denizi çalkalamaktaydı. Kur'a sonucu Yûnus (a.s.) denize atılınca büyük bir balık O'nu yuttu. Özetle anlattığımız bu olayı Kur'an, kendi diliyle şöyle vermektedir:
Doğrusu Yûnus da gönderilen elçilerdendi.[253] Hani o, dolu bir gemiye kaçmıştı.[254] Sonra kura çekti de kaybedenlerden oldu.[255]
Derken kendisini balık yutmuştu. O, kendi kendini kınayıp duruyordu.[256]
Hz. Yûnûs'un kurtuluşu için bütün maddi sebepler susmuştu. O'nu kurtaracak öyle biz zat lazımdı ki, onun hükmü hem geceye, hem balığa ve hem de denize geçsin. Çünkü deniz, balık ve gece, Yûnus (a.s.)'m aleyhinde sanki birleşmişlerdi. Artık sebepleri yaratan Cenab-ı Hakk'tan başka sığınacak bir yer olmadığını yakinen anlayan Hz. Yûnus, hatasını itiraf ederek Allah'a yöneldi ve şöyle dua etmeye başladı. Bu dua Kur'an'da şöyle yer almaktadır:
Ve Zünnun, hani kızarak gitmişti de ona asla güç yetiremeye-cegimizi sanmıştı. Sonra karanlıkların bağrından şöyle yakardı: "Senden başka ilah yok, teşbih ederim seni. Kuşkusuz ben zalimlerden oldum."[257]
Hz- Yûnus bu içten duasına şu karşılığı alır; Hemen İmdadına yetiştik. Gamdan kurtardık O'nu. İnananları işte böyle kurtarırız hız.[258]
Yaratıcı Kudret, Saffat Sûresi'nde, Hz. Yûnûs'un yapmış olduğu bu duanın önemine dikkatimizi çekerek, bize şu özel bilgilen de sunmaktadır.
Eğer teşbih edenlerden olmasaydı, [259] insanların ditiltileçekleri güne kadar onun karnında kalacaktı.[260]
Bir süre sonra onu, çıplak araziye attık. Hastalanmıştı.[261]
Üzerine kabak cinsinden bir ağaç bitirdik.[262]
Onu yüzbin kişiye yahut daha fazla olanlara elçi olarak gönderdik.[263]
Hz. Yusuf'un yapmış olduğu bu duadan, Kalem Sûresi'nde de bahsedilmekte ve Hz. Peygamber (s.a.v.)'e sabırlı olma noktasında örnek gösterilmektedir:
Artık Rabbinin hüküm vermesi için sabret. Balığın dostu Yûnus gibi olma! Hani o, hıçkırıktan boğulur bir halde yakarmıştı.[264]
Eğer ona, Rabbinden bir nimet ulaşmasaydı, horlanmış bir halde cascavlak bir yere atılırdı.[265] Fakat Rabhi onun seçip yüceltti ve barışseverlerden yaptı.[266]
Hz. Zekeriyyâ, Süleyman (a.s.)'m neslindendir. Kudüs'te Mescid-i Aksa'da dini reis iken, daha sonra Cenab-ı Hakk O'nu Israiloğulları'na peygamber yapmıştır. Hz. Zekeriyyâ, Işa adında bir hanımla evliydi. Karı-Koca her ikisi de uzun zamandır evli oldukları halde, hiç çocukları olmamıştı. Artık iyice yaşlanmışlar ve bu yaştan sonra da çocuk sahibi olacaklarına dair pek ümitleri kalmamıştı.
Aslında Hz. Zekeriyyâ'nın bir çocuğa çok ihtiyacı vardı. Çünkü yaşı ilerlemiş, üstelik çevresinde kendisine mabette emanet edilen görevi taşıyacak dinî ve ahlakî bakımdan düzgün hiçbir kimse göremiyordu. Bu nedenle sadece babalık duygusunun tatmini için değil, aynı zamanda Yakup ailesinin doğru yolunu devralabilecek bir varis için Rabbine şöyle dua eder.
Rabbinİn rahmetinin Zekeriyyâ kuluna amlışıdır bu.[267]
Hani o, Rabbi'ne gizli bir sesle seslenmişti de.[268]
Şöyle demişti: "Rabbim! İşte karşındayım. Kemik gevşedi bende, ihtiyarlıktan başım beyaz alevle tutuştu. Sanayakarma konusunda ise Rabbim, hiç bedbahd olmadım."[269]
"Ben, arkamdan gelecek yakınlarımdan endişe ediyorum. Kcınm sa kısır. O halde, halından bana bir dost bağışla;[270]
ki hem bana mirasçı olsun; hem de Yakub hanedanına mirasçı olsun. Ve, onu hoşnutluğunu kazanmış bir kul eyle Rabbim!"[271]
Hz. Zekeriya'nm yapmış olduğu bu duadan şu dersler çıkarılabilir:
1) Duasını gizli yapması:
Ebu's-Suud'un açıklamasına göre, Hz. Zekeriyyâ duasını güzel bir edeb içerisinde yapmıştır. Çünkü Cenab-ı Hakk'a nis-betle gizli ve açık her türlü dua eşit olduğu halde, Hz. Zekeriyyâ ihlaslı, riyasız ve insanların kınamasını dikkate alarak duasını gizli yapmayı tercih etmiştir.[272]
2) Duada ihtiyarlığım şefaatçi olarak arzetmesi:
Görüldüğü gibi Hz. Zekeriyyâ, Cenab-ı Hakk'a maksadını açıklamadan önce üç özelliğini gündeme getirmişti:
a) Kemiklerinin zayıf olduğunu: Bununla, ihtiyarlıkta artık iyice yol aldığını, kabir kapısına doğru yaklaştığını ifade etmek istiyordu.
b) Başındaki saçların ihtiyarlığa işaret olan beyazlığının, ateşin alevi gibi alevlendiğini ve tamamen siyahlığının gittiğini.
c) Daha evvel yaptığı dualarının ilahi dergahta reddolun-madığını.
Şimdiye kadar yaptığı bütün dualarını, Cenab-ı Hak kabul etmişti. Şimdi ise daha fazla ihtiyaç içinde, kudret ve kuvveti kalmamış bir halde dua ediyordu. Böyle bir duanın kabulü Cenab-ı Hakk'a daha layıktı.[273]
Cenab-ı Hakk, Hz. Zekeriyyâ'mn bu duasını kabul etmekte gecikmez. Derhal Cebrail'i göndererek durumu O'na müjdeler.
Ey Zekeriyyâ! Biz sana bir oğul müjdeliyoruz', Adi Yahya, daha önce ona hiç kimseyi adaş yapmadık.[274]
Dedi: "Rabhim! Benim için oğul nasıl söz konusu olur? Karım doğurganlığım yitirmiştir; bense yaşlılığın gerçekten en İleri basamağına ulaştım."[275]
"Bu budur" dedi. Rabbin şöyle buyurdu: "Onu yapmak benim için çok kolaydır. Nitekim daha önce de sen hiçbir şey değilken seni yaratmıştım."[276]
Dedi: "Rabbim, bana bir işaret ver." Cevap verdi: "işaretin, sapasağlam olduğun halde, uç gece insanlarla konuşmamalıdır."[277]
Bunun üzerine Zekeriyyâ, yakarış yerinden ayrılıp halkının karşısına geçti ve onlara, "sabah-akşam teşbih edin" diye işaret verdi.[278]
Kur'an-ı Kerim'de, Hz. Zekeriyyâ (a.s.)'m yapmış olduğu bu duanın içeriğini taşıyan benzer iki dua daha yer almaktadır. Biz sadece bu duaları ifâde eden ayetleri vermekle yetiniyoruz.
Orada, Zekeriyyâ dua edip, "Ya Rabbii Bana senin tarafından temiz bir zürriyet ihsan et. Sen duayı işitirsin" dedi.[279]
Ve Zekeriyyâ Rabbine: "Rabbim! Beni yalnız bırakma. Sen, mirasçıların en hayırlısısın."[280]
Kendisine hemen cevap vermiş, Yahya'yı ona hediye etmiş, karışım kendisi için doğurmaya elveriri hale getirmiştik. Onlar, hayırlarda yarışırlar; umarak ve korkarak bize yalvarırlardı. Onlar, bize ürpererek saygı gösterirlerdi.[281]
Kur'an-ı Kerim'de hiçbir peygamberin adı, "falanın oğlu falan" şeklînde babasına veya annesine nisbet edilerek anılma-maktadır. Sadece Hz. İsa (a.s.)'ın adı, verilen tam ayetlerde "Meryem oğlu Isa1' olarak geçmekte ve annesine nisbet edilmektedir.
Bunun nedeni diğer insanlardan farklı olarak, Allah'ın kudretiyle sebeplerin üstünde babasız olarak doğan Hz. isa'ya, gerek Hristiyanlanrı gerekse Yahudilerin takmaya çalıştıkları isimlerin Kur'an tarafından reddedilmesidir.
Hz. İsa ulu'1-azim peygamberler arasındadır. Kendisine dört büyük kutsal kitaptan biri olan "İncil" verilmiş ve Israilo-ğulları'na peygamber gönderilmiştir. Kur'an'ın Hz. isa'dan bahseden bazı ayetlerini şöyle verebiliriz:
"... Meryem oğlu isa'ya da mucizeler vererek onu Ruhu'l-Ku-düs'le güçlendirdik.[282]
İşte resulle?'.' Biz onların bazısını bazısına üstün kılmışızdır. Allah, onlardan bazısıyla konuşmuştur. Bazılarını da derecelerle yü-celtmiştir. Meryem oğlu İsa'ya, açık ayetler verdik ve onu Ruhu'l-Ku-düs'le güçlendirdik.[283]
Bir de melekler şöyle demişlerdi: "Ey Meryem! Allah seni, kendinden bir kelimeyle muştuluyor. Adı, Meryem oğlu îsa Mesih'tir.
Dünya ve ahirette yüz akıdır. Allah'a yaklaştırılanlardandır.[284]
"Beşikte ve yetişkin çağında insanlarla konuşacaktır. Barışa yönelik iş yapanlardandır"[285]
Ey Ehl-i Kitap! Dininizde aşırılığa gidip doymazlık etmeyin. Allah hakkında gerçek dışı bir şey söylemeyin. Meryem oğlu ha Mesih, Allah'ın resulü ve kelimesidir O'nu, kendisinden bir ruhla beraber Meryem'e atmıştır. Artık Allah'a ve resullerine inanın. "Üçtür" demeyin. Son verin, sizin İçin daha iyi olur. Allah Vahid'dir; tek ve biricik ilahtır. Kendisi için bir çocuk olmasından arınmıştır O. Yalnız O'nun-dur göktekiler ve yerdekiler. Vekil olarak Allah yeter.[286]
Ardından o peygamberlerin izleri üzere, Meryem oğlu isa'yı gönderdik. Tevrat'tan yanında bulunanı doğruluyordu. O'na incil'i verdik. Hidayet ve ışık vardı onda. Tevrat'tan yanında olanı tasâikle-yici idi. Doğruya ve gürele kılavuzdu.', takvaya sarılanlara bir öğüt.[287]
Kur'an'a baktığımızda Hz. Isa (a.s.)'ya ait olan iki duanın Mâide Sûresi içerisinde yer aldığını görmekteyiz. Mâîde, yemekli sofra demektir. Sûrenin bu isimle anılması, biraz sonra anlatacağımız Hz. İsa'nın duasına konu olan "sofra" ile yakından ilgilidir. Gerçi bazı müfessirler bu sofranın "İslam nimeti sofrası" olduğunu söylemişler ve bu surenin hemen başında yer alan:
"Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim ve sizin için din olarak islâm'ı seçtim."[288] ayetinin manasmca, İslâm nimetinin tamamen kurtarılmış ve iman ehline sunulmuş olmasını delil olarak göstermişlerdir.
Rivayete göre Hz. İsa'nın davetine, sadece on iki kişi icabet etmiştir. Kur'an bu insanlara "Havariler" demektedir.[289] Havari kelimesi, beyaz ve halis manasına geldiği gibi samimi dost manasına da kullanılmaktadır. Hz. İsa'nın ashabına
Havari denmesinde, bu kelimenin birinci manası tercih edilmiştir.
Havariler, yeni iman ettikleri sırada Hz. İsa'dan şöyle bir istekte bulunmuşlardı:
Havariler demişlerdi ki: "Ey Meryem oğlu isal Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?..."[290]
Havarilerin bu sorularının arka planında olağanüstü bir mucize isteği vardır. Halbuki mucizeler asıl gaye değil, Peygamberliğin doğruluğunu anlamada birer delildirler. Mümin kimse ise, zaten iman etmiştir. Ayrıca bir mucize istemeye ihtiyaç duymaz. Gerçekte mucize istemek küfrün işaretidir. Hakk'm gücünü deneme sevdasıdır. Bunu dine yeni müşteri ve talip olan kimseler yapar. Şu halde müminin mucize isteğinde ısrar etmesi asla uygun olamayacağı gibi, mucize istiyor görünmesi bile imanında bir şüpheyi ima edeceği için edep dışıdır, işte bu gerekçelerden dolayı Hz. İsa, havarilerine şu uyarıyı yapar:
...İsa dedi ki: "Eğer müminlerseniz Allah'tan korkun."[291]
Yani sizin böyle bir isteğiniz, Allah'ın kudretinde ve benim nübüvvetimin sıhhatinde şüphede olduğunuzu ima eder ve iman iddianızı şüpheli gösterir.[292]
Bu tavır üzerine Havariler, özür dileme makamında isteklerini ve samimiyetlerini açıklıyarak şöyie dediler:
"İstiyoruz ki ondan yiyelim; gönüllerimiz tatmin bulsun, .senin bize doğruyu söylediğini bilelim ve buna tanıklık edenlerden olalım."[293]
Hz. İsa, onların maksatlarının masum bir niyete dayalı olduğunu anlayınca sevindi ve ferahladı. Havarilerin bu isteklerinden vazgeçmeyeceklerini anlayıp dua etmeye karar verdi.
Meryem oğlu İsa şöyle yakardı: "Allah'ım, ey Rabbimizl Üzerimize gökten bir sofra indir de bizim hem öncekilerimizi' hem sonrakilerimize bir bayram olsun, senden bir mucize olsun. Rızıhlandır bizi. Rızik verenlerin en hayırlısı sensin."[294]
Hz. İsa (a.s.)'m bu duasına dikkat edilirse içinde birçok incelikleri taşıdığı hemen farkedilir. Havariler sofrayı isteyip maksatlarım anlatırken yemeği öne almışlar ve diğer dini, ruhani istekleri geriye bırakmışlardı. Halbuki Hz. Isa dini maksatları öne almış ve yemek yemek, gıdalanmak gibi dünyevi istekleri ifadeyi sonraya bırakmıştır. Bunun yanında rızıkla kalmayıp rızkı veren Allah'a geçmiş, O'nu yüceltmekle şükrünü de yerine getirmiştir. Bunlar düşünülünce, ruhların mertebeleri arasında ne büyük bir farkın olduğu ortaya çıkmış oluyor.
Bu duaya Cenab~ı Hakk'tan şu karşılık gelir:
Allah dedi ki: "Ben onu üzerinize indireceğim. Ama bundan sonra küjre sapanınıza öyle bir azapla azap edeceğim ki, alemlerden hiçbir kimseye böyle bir azap yapmamışım."[295]
Kur'an "sofra"nm (Mâide) gönderilip, gönderilmediği konusunda susar ve bu noktada sıhhatli bilgi kaynağı yoktur. Sofranın gönderilmiş- olması mümkündür. Ama yine aynı derecede ayet 115'te yer alan uyandan sonra, havarilerin isteklerini geri almış olmaları da mümkündür.
Hz. İsa (a.s.)'ın ikinci duası, Mâide Sûresi'nin 118. ayetini oluşturmaktadır. Bu duanın yapılış gerekçesini, Kur'an bize şu şekilde anlatmaktadır:
Afîah şunu da söyledi: "Ey Meryem oğlu Isa! Allah'ın yanında, beni ve annemi de iki tanrı olarak kabul edin diye insanlara sen mi söyledin? İsa dedi: "Haşa). Teşbih ederim seni. Hakkım olmayan bir-şeyi söylemek benim haddime değildir. Eğer onu söylemişsen sen onu elbette bilirsin. Sen benim içimde olanı bilirsin ama ben senin zatında olanı bilmem. Çünkü sen, evet sen gayblan çok iyi bilensin."[296]
"Onlara senin bana emrettiğin şu sözden başka bir şey söylemedim: Benim ve sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin. içlerinde olduğum sürece üzerlerine tanıktım. Sen beni vefat ettirince üzerlerine yalnız sen gözetleyici oldun. Ve sen zaten herşey üzerinde bir şâhid'sin, bir tanıksın."[297]
Dikkat edilirse 116. ayet müthiş bir azarlama ile başlamaktadır. Şüphe yok ki bu azarlamanın asıl hedefi Hz. Isa değil, O'nu ilah edinen üçlü tanrı inanışı sahipleridir. Bu ayetten anlaşılıyor ki, Allah'tan başka isa'yı ilah edinenler bulunduğu gibi, annesi Hz. Meryem'i de ilah kabul edinenler varmış.
Bu iftiraya en basit bir insan bile tahammül edemezken azamet sahibi bir ulu peygamber nasıl tahammül edebilir? Allah O'nu risaleti ile donatıp seçmezden evvel ve sonra kendisine yı-ğınlarca nimetler ihsan etmiştir. Salih ve dosdoğru yolunda bir kul olduğu halde, uluhiyet iddiası ile sorguya çekilirken ne haldedir o?
İşte bunun için Hz. Isa Allah'a sığman, huşu ve huzur, dehşet ve çırpınışlarla dolu cevap ile başlıyor sözlerine. Kendisinin söylenen sözlerden uzak olduğuna Allah'ın zatını şahid tutuyor. Ayrıca Allah'ın huzurunda küçüklüğünü belirterek kul olmanın ve ilahlığm özelliklerini açıklıyor. Sonunda ise onların bütün işini Allah'a havale ederek sadece O'nun kulu olduklarını belirtiyor ve şöyle dua ediyor:
"Onlara azap edersen, onlar senin kullarındır. Ama onlun bağışlarsan hiç kuşkusuz sen tüm gücün sahibi, tüm hikmetlerin sahibisin."[298]
Hz. Isa (a.s.) bu duasıyla Allah'ın azap ve bağışlamasında-ki hikmeti bize sanki şu şekilde öğretiyor.
"Ey Rabbim! Ne azap etmende bir haksızlık, ne de bağışlamanda bir tarafgirlik ve her iki durum için bir isabetsizlik düşünülebilir. Ne istersen yaparsın; ne yaparsan aynen hikmet ve şeref olur; yüce şeref senin, yüksek hikmet senindir. Ne hükmüne kanşılabilir; ne de hikmetine itiraz edilebilir. Her korkunun ve her ümidin kaynağı sensin, llahlık ve hükümranlık ancak senindir. Tek ilah ancak sensin."[299]
Eğer bu başlığın akma tek bir cümle yazmam gerekseydi şöyle yazardım:
"O'nun duası, Kur'an'dı."
Çünkü biliyorum ki Hz. Aişe'ye sahabeden birisi, Hz. Peygamber'in ahlakını sorduğu zaman, O, şu cevabı vermişti:
"Sîz Kur'an okumuyor musunuz? O'nun ahlakı Kur'an'dı."
Konuya bu çerçeveden baktığımızda, Hz. Peygamber konuşan, yürüyen Kur'an'dı. O, Kur'an'la oturuyor, onunla kalkıyor, onunla nefes alıyor ve onunla yaşıyordu. Bu nedenle Hz. Peygamber'in aile hayatı, özei yaşayışı, devlet idaresi ve askeri komutanlığı, eğitim ve öğretimi, kısacası tüm söz, hareket ve davranışları örnek alınmalı ve birer dua eylem olarak değerlendirilmelidir.
Kur'an, Hz. Peygamber (s.a.v.)'m bu örneklik özelliğini şu ayetle vurgulamaktadır:
Andohun Allah Resulünde sizin için, Allah'ı ve ahire t gününü arzu edenlerle, Allah'ı çok ananlara güzd bir örnek vardır.[300]
Hz. Muhammed, Hz. Adem'le başlayan peygamberlik zincirinin son halkasıdır. Kur'an kendisine inmesine rağmen Kur'an'da adı sadece 4 yerde geçmektedir.
"Muhammed, yalnız ve yalnız bir Resal'dür, ondan önce de Resuller gelip geçmiştir.."[301]
"Muhammed, sizin erkeklerinizden herhangi birinin babası değildir; O, Allah'ın Resulü ve Peygamberlerin sonuncusudur."[302]
"İman edip güzel ve iyi hareketlerde bulunanlara ve Muham-med'e indirilene -ki o Rableri tarafından gelen bir haktır- iman edenlere gelince, Allah onların günahlarım örtmüş, gönüllerini tertemiz etmiştir."[303]
"Muhammed, Allah'ın Resûlü'dür. O'nunla beraber olanlar, küfre sapanlara karşı zorlu ve sert, kendi aralarında merhametlidirler. Onları, rükua gider, secde eder halde görürsün..."[304]
Kur'an-ı Kerim'in 47. sûresinin adı da Muhammed'dir.
Kur'an Hz. Peygamberin gönderiliş nedenini bize şöyle açıklar.
Ey Peygamber! Hiç kuşkusuz biz seni bir tanık, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik.[305]
Ve Allah'ın izniyle bir davetçi, ışık saçan bir kandil olarak...[306]
Biz seni, bütün insanlara bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik, başka değil. Ama İnsanların çokları bilmiyorlar.[307]
Şu bir gerçek ki, biz seni hak ile bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Hiçbir ümmet yoktur ki, \çinden bir uyana geçmemiş olsun.[308]
Yemin olsun ki, Allah müminlere lütujta bulunup onları min-nettar bırakmıştır. Kendi içlerinden onlara öyle bir resul gönderdi ki, onlara Allah'ın ayetlerini okuyor; on fan temizleyip arındırıyor; onlara Kitap'ı ve hikmeti öğretiyor Oysa onlar, bundan önce açık bir sapıklığın tam İçindeydiler.[309]
Yine Kur'an'ı Kerim Hz. Peygamber'in kişiliğini ortaya koyarken şu ayetlere dikkatimizi çeker:
Ve gerçekten Sen, çok büyük bir ahlak üzerindesin.[310]
Eğer siz ona yardım etmezseniz bilin ki, Allah ona zaten yardım etmişti. Hani küfredenler onu iki kişinin ikincisi olarak yurdundan çıkardıklarında, mağarada bulundukları bir sırada arkadaşına şöyle diyordu: "Tasalanma, Allah bizimle." Bunun üzerine Allah ona sükunet indirmiş ve kendisini sizin görmediğiniz ordularla desteklemişti de, küfre sapanlann sözünü sefil kılıp alçaltmıştı. Allah'ın sö^ü ise yüce olanın ta kendisidir. Allah Aziz'dit: Hakim'dir.[311]
Bu ayet Hz. Muhammed'in azimli, iradesi kuvvetli, imanlı ve her durumda Allah'a inanan ve güvenen biri olduğunu belirtiyor. Kavmi O'nu öldürmeye ve ortadan kaldırmaya karar vermiş olmasına rağmen, tek bir arkadaşıyla birlikte bir mağaraya sığınmak zorunda kalmış olmasına rağmen, bu tehlikeli anda bile cesaretinin kırılmadığını ifade ediyor.
İster af dile onlar için, ister dileme. Yetmiş kez af dilesen de onlar için, Allah onları affetmeyecektir. Çünkü onlar Allah'ı da, Resulünü de inkar ettiler Allah, yoldan çıkmış böyle bir topluluğa kılavuzluk etmez.[312]
Ayet Hz. Peygamber'in çok cömert, merhametli ve yumuşak kalpli bir insan olduğunu açıklıyor ve diyor ki: Kendisi, en amansız düşmanlarının bile mağfireti için Allah'a yalvarmıştı. Ama Allah, bu tür insanların bağışlanmayacağım kendisine bildirmişti.
Allah'tan bir rahmet sayesindedir ki, sen onlara yumuşak dav-randın. Eğer kaba-saba, katı yürekli olsaydın senin çevrenden kesinlikle dağılır giderlerdi. O halde bağışla onları, af dile onlar için; iş ve yönetim konusunda da onlarla şuraya git. Bir kez azmettin mi de artık Allah'a güvenip dayan. Allah tevekkül edenleri sever.[313]
Ayet, Allah Resûlü'nün iyi huylu ve nazik olduğunu, kimseye sert, kötü davranmadığını, bu nedenle, herkesin O'nu sevdiğini belirtiyor.
Şimdi sen, bu söze inanmazlarsa, belki de arkalarından kendini eritircesine üzüleceksin.[314]
Ayet Resûlullah (s.a.v.)'in Allah'ın kullarını doğru yola getirmeyi canla başla istediğini, her şeyini bu uğurda feda ettiğini ve bütün çabalarına rağmen, etrafındakilerîn sapıklıklarında ısrar etmelerinden büyük ıstırap-ve üzüntü duyduğunu ifade ediyor.
Andolsun, içinizden size onurlu bir Resul gelmiştir. Sizi rahatsız eden şey onu da üzer. Çok düşkündür size. Müminlere ise daha şefkatli, daha merhametlidir.[315]
Ayet, Hz. Peygamber'in kendi ümmetini ne kadar çok sevdiğini, iyiliklerini ne kadar istediğini, onların acı ve üzüntülerini nasıl paylaştığım ve onlar için adeta bir rahmet ve iyilik meleği olduğunu söylüyor. Bunun açık anlamı ise Hz. Peygamber'in, bütün insanlığın acılarını, kaygılarını aynı anda benliğinde duyan kozmik ve külli bir vücud olduğudur. Ancak ayet Hz. Peygamber'in müminleri acıma, kollama ve onlara düşkünlük noktasında özel bir tavır sergilediğini de göstermektedir. Yani, Aüah Resûlü'nun rahmetinde bütün insanlığı kuşatan geniş bir daire bulunduğu gibi, kamil insanları kucaklayan daha özel bir daire de bulunmaktadır.
Ve biz Seni, ancak alemlere bir rahmet olarak gönderdik.[316]
Ayet, Hz. Peygamber'in sadece kendi ülkesi veya milleti için değil, bütün dünya için bir rahmet olarak geldiğini belirtiyor. Rahmeti herşeyi çepeçevre kuşatmış bir Allah'ın, en büyük ilahi kitabının tebligcisi elbelteki ancak alemlerin rahmeti olabilirdi. O rahmet Peygamberi'ni, egoizm ve kinlerine paravan yapmak için zahmet temsilcisi gibi göstermeye kalkan zihniyetlerden Allah'a sığınır, rahmet elçisi Peygamber'imize ve O'nun aziz Ehî-i beyt'ine salat ve selam ederiz.
Hiç kuşkun olmasın Rabbin senin durumunu biliyor. Gecenin üçte ikisinden daha azını, yarısını, üçte birini ayakta geçiriyorsun. Seninle beraber olanlardan bir grup da öyle.[317]
Ayet Allah Resûlü'nun gece saatlerce Allah'a ibadet ve dua ettiğini bildiriyor.
Arkadaşınız ne saptı ne de azdı. O, kuruntudan, keyfinden konuşmuyor.[318]
Ayet Hz. Peygamber'in doğru bir insan olduğunu, hayatında Hak yolundan hiç ayrılmadığını, kötü nasihat ve düşüncelerden etkilenmediğini ve nefsinin isteğine uyup Hakk'a karşı bir tek söz söylemediğini kaydediyor.
114 sûreden meydana gelmiş olan Kur'an, Hz. Peygamber'e toptan değil 23 sene içerisinde kısım kısım, ayet ayet indirilmiştir. Bu nedenle Kur'an içinde yer alan Hz. Peygamber'e ait olan dualar, diğer peygamberlerin duaları gibi geçmiş zaman kipiyle değil "De ki" veya "söyle" emri ile emir kipi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ilk duası Ali İmran Sûresi'nin 26-27. ayetleri oluşturmaktadır ve şöyle başlamaktadır.
Şöyle yakar: "Ey mülkün Malik'i, sahibi olan Allah'ım/ Sen mülk ve saltanatı dilediğine verir, mülk ve saltanatı dilediğinden çekip alırsın. Dilediğini yüceltir aziz edersin, dilediğini alçaltır zelil kılarsın. İmkân, mal ve nimet Senin elindedir. Sen, herşeye kadirsin."[319]
"Geceyi gündüzün içine sokarsın; gündüzü de gecenin içine sokarsın. Diriyi ölüden çıkarırsın; ölüyü diriden çıkarırsın. Dilediğini hesapsızca nzıhlanâvnmn,"[320]
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in yaptığı bu dua "Uluhiyet" gerçeğinden doğarı önemli uyarı taşımaktadır. Nedir bu uyan?
Tek bir ilah vardır. Öyleyse tek basma mülkün sahibi de odur. Hiç şüphe yok ki ortaksız "Mülkün maliki" O'dur, Sonra O, kendi mülkünden dilediğine dilediği kadar mülk verir. Bu mülkiyet, emanet olarak verilen bir mülkiyettir. Dilediği zaman, dilediği kimseden mülkünü geri alır. Çünkü gerçek sahibi O'dur. Bu nedenle, bu dünyada hiç kimsenin dilediği gibi davranışta bulunacağı bir mülkü yoktur. Mülkün esas sahibi insanlar değildir, insanoğlunun mülkiyeti emaneten alman bir mülkiyettir. Eğer insan Allah'ın mülkünde O'nun şartlarının karşıtı bir eylemde bulunmaya kalkışırsa, onun mülkiyet hakkı batıl olur. Mü'minler, dünyada kullanmak üzere mülkiyet hakkını, Allah'ın elinden borç veya ödünç olarak alırlar.
Yine Allah dilediğini "Aziz", dilediğini "zelil" eder. O'nun verdiği hükme muhalefet edecek, hükmünü reddedecek kimse yoktur. Bütün işlerin esas sahibi O'dur. Allah'ın bu hakimiyeti, tamamen hayrın kendisidir. Çünkü bu hakimiyeti O, hak ve adalet üzere kurmuştur. Hak ve adalet ile dilediğinin elinden mülkü alır. Hak ve adalet ile dilediğim aziz eder; dilediğini zelil eder. Her durumda, O'nun yaptığı şeylerin hepsi gerçek hayrın tecellisidir.
"Gecenin gündüze, gündüzün geceye geçirilmesi"; ister mevsimler esnasında birisinden alınıp diğerine eklemek manasına olsun, ister akşam sabah karanlıktan aydınlığa, aydınlıktan karanlığa geçmek suretiyle olsun... Bütün bunlar kainatın gizli ve dakik ipini Allah'ın kendi kudret elinde tuttuğunun göstergesidir
Hayat ve ölüm de böyle. Yavaş yavaş ve dereceli olarak biri diğerim takip ediyor. Canlılar dünyasında geçen her saniyede hayat ile birlikte ölüm de hareket ediyor. Hiçbir akıl sahibi, butun bunların kör bir tesadüfün eseri olduğunu iddia edemez.
insan nasıl olur da bu ilahi düzenin işleyişini gördükten sonra, O'nun düzenini bırakıp da kendi kendine uydurduğu düzenlerin peşine düşebilir?..
Ve yine insanlar, rızıklarmın Allah tarafından verildiklerini bildikleri halde nasıl olur da, birbirlerini kul edinir köleleşti-rirler?.. [321]
Hz. Peygamber'in bir başka duası Isra Suresi'nin 80. aye-tiyle bize duyurulmaktadır. Başka bir deyişle ifade edersek Allah, kendisine duada bulunması için, Peygamberi'ne bu duayı öğretiyor.
Şöyle yakar: "Rahbiml Beni gireceğim yere doğruluk-dürüstlükle sok; çıkacağım yerden doğruluk-dürüstlükle çıkar. Katından bana yardımcı bir güç, kanıt ver."[322]
Bu dua Hicret'in yaklaştığını açıkça göstermektedir. Bu nedenle Allah, Peygamberi'ne şöyle bir uyanda bulunmaktadır: "Nerede ve ne durumda olursan ol, hakkı takip etmelisin. Eğer bir yerden hicret edersen, hak yolunda hicret etmelisin ve nereye gidersen hak için gitmelisin."
Allah Resûlü'nün, Cenab-ı Hakk'tan bir yardımcı kuvvet istemesi şu anlama gelmektedir: "Bu bozulmuş dünyayı ıslah edebilmem için ya bana bir güç ve yetki ver ya da devletlerden birini benim yardımcım kıl." Çünkü sapıklığı, günahkarlığı kontrol etmek ve adaleti uygulamak için güç gerekir.
Hasan Basri ve Katade de, bu ayeti böyle tefsir etmişlerdir. Büyük müfessirlerden îbn Cerir ve Ibn Kesir de bu görüştedir. Bu görüş Hz. Peygamber (s.a.v.)'in bir hadisi ile de destekleninektedir:
"Allah, Kur'an ile yok edilemeyen kötülükleri, Sultan (güç) ile yok eder."
Bu, islâm'a göre ıslah için "siyasi gücün" gerektiğinin bir delilidir. Çünkü sadece uyarı ve tebliğ İslah için yeterli değildir. Bunun yamsıra, Allah kendi dininin hakimiyeti ve kanununun uygulanması için Peygamberi'ne bizzat bu duayı öğrettiğine göre, güç sahibi olmayı istemek sadece helal değil, aynı zamanda övülen bir harekettir ve bunun dünyevi bir istek olduğunu söyleyenler büyük bir yanılgı içindedirler. Gerçekte asıl "dünyevi" olan şey, kişinin kendi çıkan için güç kazanmayı isteyip arzula-masıdır. Bunun tersine Allah yolunda, O'nun rızası için güç kazanmayı istemek dünyaya tapmak değil, tam aksine Allah'a ibadet etmek demektir. Şayet cihad için kılıç talep etmek yanlış değilse, ilahi hükümler için güç talep etmek de yanlış değildir.[323]
Hz. Peygamber (s.a.v.)'e ait olan bir diğer dua da, Tâhâ Sûresi'nin 114. ayetini meydana getirmektedir.
O Melik, hak hükümdar olan Allah yüceler yücesidir. Sana vahyi tamamlamadan önce, Kur'an hakkında aceleci olma. Şöyle de: "Rabbim, ilmimi arttır."[324]
Bu ayette melek, Hz. Peygamber'i Allah'ın emri ile vahiy sırasında beliren bir şeye karşı uyarıyor. Uyarının metninden, Melek vahyi kendisine öğretirken Hz. Peygamber'in o bölümü ezberlemeye çalıştığı ve kendi kendine tekrarladığı anlaşılmaktadır. Doğal olarak bu hareket, Peygamber (s.a.v.)'in vahyi dinlerken ve kavrarken dikkatinin dağılmasına neden olmuş olabilir. Bu nedenle, vahyi öğrenmenin doğru şeklinin ona bildirilmesi gerekmiş ve O'na vahyin geldiği sırada ezberlemeye çalışmaması söylenmiştir.
Bu cümle, Taha Suresi'nin bu bölümünün, nazil olan ilk vahiylerden olduğunu göstermektedir. Çünkü ilk nazil olan diğer sûrelerden, Peygamber'in Kur'an'ı vahyolunduğu sırada ezberlemeye çalıştığını ve Allah'ın onu bu konuda uyardığını görmekteyiz.[325] Sonraları Peygamber, (s.a.v.) vahyi nasıl okuyacağını öğrendikten sonra bu durum bir daha meydana gelmemiştir. Bu nedenle sonraki surelerde bu konuyla ilgili uyanlar yer almamıştır.[326]
Yaşar Nuri Öztürk de "Kur'an'daki islâm" adlı kitabında sözünü ettiğimiz ayette Hz. Peygamber'e verilen emrin esprisini değerlendirirken şu yaklaşımda bulunmaktadır.
Burada iki emir verilmiştir:
1- Kur'an vahyi tamamlanmadan Kur'an'la son hükmü vermede acele etme.
Bu emir, Kur'an'm bir bütün olarak düşünülmesi gerektiğini ve bu bütün içinde hiçbir ayetin hüküm dışı tutulamayacağını ifade eder. Bundan da anlaşılır ki, Kur'an'm bazı ayetleri "nesh" edilmiştir. Yani hükümden düşürülmüştür demek, Kur'an'a iftiradır. Hükümden düşürülmüş hiçbir Kur'an ayeti yoktur. Her ayet hüküm dayanağıdır. Burada bugün yürürlük alanı bulamazsa bir başka yerde yarın yürürlük alanı bulur.
Kur'an bütün zamanlann ve mekanların kitabıdır. Bir yer ve zamanda uygulama alanı doğmayan ayetleri neshedilmiş göstermek Kur'an'm evrenselliğini ve zamanustülügunü zedeleyen şeytani bir aldanıştır.
2- ilminin artırılması için dua et:
Vahiy, ilim üstüdür, ama ilim dışı değildir. Vahiy, Hz. Pey-gamber'e geldikten sonra ilim haline dönüşür. Hz. Peygamber de dahil hiç kimse ilim dışı kalamaz ve ilme sırtını dönen Kur'an'dan onay alamaz. Kur'an'a göre ilim, Allah'ın varlığına tanıklık eden en büyük ve güvenilir güçlerden biridir. Kur'an, vahyin en büyük muhatabı olan Hz. Muhammed (s.a.v.)'e bile ilim istemeyi emretmekle bu konuda, deyim yerinde ise, suyu baştan kesmiş ve insanlığa en etkili dersi vermiştir.
llimsizîik, körlük getirir. Körlüğün olduğu yerde ise iman ve ilahi aydınlık barınamaz.[327]
Bu iki yazar arasında ayeti yorumlamada ortaya çıkan farkhhk üzerinde durmuyor, bunu bir düşünce zenginliği olarak kabul edip, tercihi okuyucuya bırakıyorum.
Hz. Peygamber'in dualarının yoğun olarak bulunduğunu gördüğümüz bir başka sûre, "Müminun Sûresi"dir. Bu sure içerisinde 93, 94, 97, 98 ve 118. ayeller Allah Resûlü'ne ait duaları oluşturmaktadır. Şimdi bu duaları sırasıyla vermeye çalışalım.
De ki: "Rabbim! Tehdit edildikleri şeyi bana mutlaka göstere-ceksen,[328]
Beni o zalimler topluluğunun içinde tutma Rabbim."[329]
Bu dua -Allah esirgesin- Hz. Peygamber'in cezaya dahil edileceği tehlikesinin bulunduğu veya bu duayı etmemiş olsaydı, cezaya dahil edilebilirdi anlamında değildir. Bu hitap biçimi, herkesin Allah'ın cezasından korkması gerektiği uyarısında bulunmak için seçilmiştir. Kimse cezanın gelmesini istememeli, buna rağmen gelirse işlediği kötülükte ısrar etmemelidir. Allah'ın cezası, kendisinden yalnızca günahkarların değil, dindar insanların bile korkması gereken bir şeydir. Çünkü, Allah'ın gazabı geldiğinde, yalnızca günahkarları kapsamakla kalmaz, dindarları da içine alabilir. Bu bakımdan şerli ve kötü bir toplumda yaşamak zorunda olanlar, her zaman dua ile Allah'a sığmmalıdırlar. Çünkü azabın ne zaman geleceği bilinmez.[330]
Ve, de ki: "Rabbim! Şeytanın kışkırtmalarından sana sığınırım"[331]
"Ve onların benim yanımda bulunmalarından da sana sığınırım Rabbim'"[332]
Hz. Peygamber (s.a.v.) bu duasında, Kur'an'da insanın "apaçık bir düşmanı"[333] olarak nitelendirilen şeytandan Allah'a sığınmaktadır. Aynı zamanda da bir önder ve örnek olarak, ümmetine her zaman şeytanın vesvesesinden korunmak gerektiğini hatırlatmaktadır.
Şeytan her şeyden önce, insanın düşmanıdır; Allah'ın düşmanı değil.. Şeytanın Allah karşısındaki tavrı isyan ve nimete nankörlük tavrıdır,[334] Yani şeytan Allah'ın dengi değil, bendesi, kuludur. Asi, nankör bir kuldur. Kur'an bu noktanın altım çizmekle, varlık ve oluşta iki ilah veya yaratıcı kudret tasavvuruna imkan vermemek peşindedir. Şeytanın, Allah'ın düşmanı olduğunu düşünmek, hayır ve şer için iki ayrı gücün varlığını kabule götürür ki, bu, Kur'an'm temel anlayışı olan "Tevhid (birlik)" ilkesine terstir. Şeytan her ne kadar bir şer ve karanlık kuvvetiyse de, Allah'ın irade ve takdiri içinde faaliyet gösterir. Mutlak kudret onu, oluş diyalektiğinin bir kutbu, bir parçası olarak, bizzat kendi hür iradesiyle varlık alanına çıkarmıştır. O, insanın aksine ve insanı tahrip için çalışır; Allah'ın aksine, Allah'ı zor durumda bırakmak için değil. Esasen, Kur'an, İblis'e Allah'ı kabul ve O'nun yüceliğini itiraf ettirerek, Seylan'ın ikinci bir ilah gibi algılanmasını baştan engellemiştir.
Seylan'ın Kur'an'da geçen sıfatlarının başında "recim" (taşlanmış, kovulmuş) sıfatı gelmektedir. Bu sıfat ona, Hz. Adem'e secdeden kaçındığında, bizzat Allah tarafından verilmiştir.[335] Kur'an bu recim sıfatını şeytan için daha başka yerlerde de kullanır ve recim şeytandan Allah'a sığınmayı emreder.[336] Özellikle Kur'an okumaya başlarken recim şeytandan Allah'a sığmılmalıdır.[337] Din dilinde buna "îsti-aze" veya "euzü çekmek" denir.
Hz. Peygamber'in Müminun Sûresi'ndeki son duası, aynı zamanda sûrenin de son ayetidir ve şöyle başlamaktadır:
De ki: "Rabbim! Affet, merhamet et. Sen merhametlilerin en hayırlısısın."[338]
Rahmet, Allah'ın ilk ve en belirgin vasfıdır. Azap ve gazap istisna ve şartlı iken rahmet ve lütuf genel ve istisnasızdır. "Azabımı dilediğime isabet ettiririm, rahmetime gelince o, her şeyi topye-hun sarıp çevrelemiştir."[339]
O halde, her seviyede günahların mutlaka bir merhamet edicisi olduğundan, Allah her seviyede günahlara en ileri derecede merhameti gösterecektir. Bunun pratik sonucu, hiçbir günahın insanı Allah'ın rahmeti dışına çıkaramayacağıdır.
Allah'ın rahmeti, insanın elde edip biriktirebileceği her türlü değerden daha üstün ve güvenilirdir.[340] O halde, kurtuluşu ümit etme bakımından, ibadet ve ameline güvenmekten Allah'ın rahmetine güvenmek yeğdir. Böyle olunca, Allah'ın rahmetine güvenen günahkar olmak, kendi ibadetine güvenen ibadetli olamaya tercih edilir. Bu demektir ki, en mükemmel yol, hem ibadet ve amel sergilemek, hem de bunlara değil, Allah'ın rahmetine güvenmektir.
Rahmetin bir yaratıcı, hayat verici ve bağışlayıcı güç olarak tecellisi Allah'ın Rahman ve Rahim sıfatlan vasıtasıyla oluyor. Allah'ın alemle irtibatı rahmet üzredir. Bu yüzdendir ki, Kur'an, temel konusu olan "Uluhiyet" bahsine ilk ayetlerinde yer verir ve bunlar da Allah'ı Rahman ve Rahim olarak nitelendirir.
Kur'an'da yaratana verilen 99 ilahi ismin bu ikisini daha ilk ayetinde yani besmelede ve ardından da üçüncü ayetinde[341] zikretmesi, üzerinde olduğumuz nokta bakımından çok önemlidir.
İşte bu gerçeklikten dolayı Allah, Hz. Peygamber (s.a.v.)'den yukarıda verdiğimiz duayı yapmasını istemiş ve Rahmetinin sonsuzluğunu ifade etmede peygamberinin dilinden kendisini "merhametlilerin en hayırlısı" olarak tanıtmıştır.
Kur'an'da Hz. Peygamber (s.a.v)'e ait vereceğimiz son dua örneği Zümer Sûresi'nin 46. ayetidir ve bu ayette Allah Resulü şöyle yakarmaktadır:
De ki: "Ey Allah'ım! Ey gökleri ve yeri yaratan, ey görülemeyeni ve görüleni bilen! Sen hüküm vereceksin kulların arasında, ihtilaf ettikleri şeyler hakkında."[342]
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in yapmış olduğu bu duanın taşıdığı hikmeti anlamak, bu ayetin kendinden önceki ayetlerle olan ilişkisini kavramakla mümkündür. Kur'an özellikle 38. ayetle başlayan ve 45. ayette yoğunlaşan bir düşünceye dikkatimizi çekmektedir. Bu düşünce, Kur'an'da "bağışlanmaz bir günah" olarak nitelendirilen şirktir ve 38. ayet, çok açık bir şekilde müşriklerin akidevi yapılarını bize sergilemektedir.
Onlara "gökleri ve yeri kim yarattı" diye sorsan, yemin olsun ki "Allah" diyecekler. De onlara: "Peki Allah dışındaki yakardıklan-mz hakkında ne diyorsunuz? Allah bana zarar vermek istese, O'nun vereceği zararı uzaklaştırabilirlcr mi? Yahud bana bir rahmet dikse, O'nun rahmetini tutabilirler mi?" De ki: "Bana Allah yeter! Tevekkül edenler O'na dayanıp güvenirler."[343]
işte şirkin gerçek yapısı.. Bu akidevi yapıda Allah inancı vardır; hatta bu inanç içinde kendisine inanılan Allah, gökleri ve yeri yaratan bir varlıktır. Ama ne var ki; müşrikleri bu inanca ve itiraflara rağmen döndürüp çeviren bozukluk "Allah ile beraber, Allah'ın yanma veya yerine koydukları sahte ilahlara verdikleri yetkiler ve ayırdıkları paylardır."
Kur'an bu çelişkinin üzerinde ısrarla durmakta ve Resû-lü'ne "yalnız kendisine güvenip dayanmasını" tavsiye ederek 45. ayette müşriklerin bir başka çarpıcı özelliğini daha gündeme getirmektedir.
Allah yalnız başına anıldığında, ahirete inanmayanların kalpleri nefretle ürperir: O'nun dışındakiler anıldığında ise hemen müjdelenmiş gibi sevinirler.[344]
Bu ayet, Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanında geçen bir hadiseyi anlatıyor. Müşrikler putları anıldığı zaman sevinip gülüyor, tevhid anıldığında ise sıkılıp nefret ediyorlar. Fakat ayetin anlamı sadece Allah Resûlü'nün yaşadığı zamanla kayıtlı değil şüphesiz. Çünkü biz bu "Ruh haleti"nin çeşitli çevre ve zamanlardaki tekrarına sıkça şahit oluyoruz.
Kimi insanlar, mabud olarak yalnız Allah'a, kanun olarak yalnız O'nun şeriatına ve prensip olarak sadece O'nun yoluna davet olundukları vakit ruhları daralır, sıkılırlar. Ne zaman ki beşeri kanun ve nizamlar söz konusu edilse neşeleri yerine gelir; yüzleri güler; bunlar hakkında gönül rahatlığı ile konuşurlar.. İşte bizzat bunlardır Allah'ın bu ayette çizdiği tipler ve bunlardır her zaman ve her yerde boy gösterenler. Bunlar basireti bağlanmış, tabiatı bozulmuş, sapmış saptırılmış kişilerdir. [345]
Zümer Sûresi'nin bu 45. ayeti, aynı zamanda din meselesinin omurga noktasını veren ayetlerden biridir. Burada, insanoğlunun Allah'ı ortaksız anma noktasına gelmesinin kolay olmadığı, bir çok insanın Allah'a iman adı altında bir tür "ilahlar panteonu"na inandığı, eşsiz Kur'an üslubuyla verilmiştir.
Bu ayette verilen tevhid esprisini daha iyi anlamak için Mümin Sûresi 12. ayeti de dikkate almakta yarar vardır. Anılan ayet, azaptan kurtulmak niyazmda bulunan küfre batmışlara şu ilginç cevabın verileceğini söylüyor: "Bu hale düştünüz. Çünkü yalnız ve tek olarak Allah'a çağrıldığınızda inkar etmiştiniz; O'na ortak koşulduğunda ise iman ediyordunuz-" Ayetin kullandığı kelimeler dikkate alınırsa buradaki inkar, açık putperestliğin inkarı değil, görünüşte iman taşıyanların örtülü şirkidir. Yani ortada iman iddiası vardır. Fakat bu iman Allah'ı bir takım yardımcıları devreye sokmadan biricik mabud olarak alma noktasına yükseitile-memiştir. Burada sözü edilen örtülü putçuluk, tarih içinde birçok masum Allah adamının da şirk aracı yapılmasına yol açmıştır. Yüzlerce temiz insanın adları, eserleri hatta mezarları şirk aleti yapılmıştır. Elbetteki bunlar Allah'ın huzurunda davacı olacaklardır.
Allah'ın tek başına amlışmdan rahatsız olmak, din hayatında ve pratik görünüm açısından Allah'ın Kitabı'nı yeterli görmemek şeklinde tecelli eder. Örtülü imansızlık illetine tutulanlar Allah'ın Dini'ni, Allah'ın Kitabı'na teslim etmeye kalktığınızda korkunç bir rahatsızlık duymakta ve onlarca, yüzlerce kişi ve kitabı (Şüreka ve zübür) Allah'ın Kitabı'yla yarıştırırcasma hararetle ileri sürmektedirler. Bunlar: "Kur'an da ne oluyor? Bak burada kimler ve neler var. Kur'an öyle diyor ama ulemamız, efendilerimiz, hazretlerimiz şöyle buyuruyorlar" diyerek, âdeta Kur'an'm şüreka (ortaklar) ve zübür (uydurma kutsal kitaplar) tarafından kontrol ve tashih edilmesi gerektiğini ileri sürerler. Bu örtülü şirklerini, Allah'ın Dini'ne fatura etmek için de ilahi kitaba, Allah'ın tam tersini söylediği sıfatları yakıştırırlar. "Kur'an mücmeldir" derler. Oysa ki Allah, Kur'an'ı "mufassal kitap" olarak anmaktadır. "Kur'an muğlaktır." derler; oysa ki Cenab-ı Hakk Kitabı'nı mübeyyin, mübin yani herşeyi açık açık gösteren diye bir çok yerde nitelendirmektedir, Şüreka olmadan Kur'an'm asla anlaşılmayacağını, bunun imkansız denecek kadar zor olduğunu söylerler." Oysa ki, Kur'an'm sahibi, tam dört yerde aynı ifadeyle şunu söylemektedir: Tekrar tekrar yemin olsun ki, biz bu Kur'an'ı öğüt alınsın diye kolaylaştır imsizdir. Bu böyle iken düşünüp öğüt olacak kimse yok mu?"[346]
İşle bütün bu basiretsizliğe verilecek cevap, bu gibi durumlarda bizzat Allah'ın Resûlü'ne telkin ettiği ve bizim de üzerinde durduğumuz duadır.
"De ki: Ey Alah'ım! Ey gökleri ve yeri yaratan, ey görülemeyeni ve görüleni bilen! Sen hüküm vereceksin kulların arasında, ihtilaf ettikleri şeyler hakkında."[347]
Bu dua, göğü yeri gören saf bir fıtrata sahip olanın duası-dır. Gökleri ve yeri yoktan vareden Allah'tan başka bir yaratıcı bulmak, bu yüzden mümkün değildir Onun yönelip de -varlığını- ikrar vz itiraf edeceği tek yaratıcı Allah'tır. O, O'nu, kendine layık sıfatıyla, semaların ve arzın yaratanı, "gizlinin de aşikarın da alimi" olmakla, her yerde gizli açık her şeyi gören olduğunu ikrar eder. Allah'ım! "Kullarının arasında ihtilaf etmekte oldukları şeyler hakkındaki hükmü sen vereceksin." Kendisine dönüldüğü gün Hakem yalnız O'dur. Onlar muhakkak O'na döneceklerdir.[348]
[1] Tirmızı, Da'avet, 69
[2] Necmettin Şahinler, Kur’an’da Peygamber Duaları, Beyan Yayınları, İstanbul 2002: 7-8.
[3] Araf/23
[4] Araf/19
[5] Araf/20
[6] Araf/21
[7] Araf/22
[8] Araf/27
[9] Necmettin Şahinler, Kur’an’da Peygamber Duaları, Beyan Yayınları, İstanbul 2002: 9-10.
[10] Kamer/10
[11] Nûh/21
[12] Nûh/22
[13] Nûh/26
[14] Nûh/27
[15] Nûh/28
[16] Hud/36
[17] Hud/37
[18] Hud/47
[19] Hud/41
[20] Hud/42
[21] Hud/43
[22] Hud/45
[23] Hud/46
[24] Necmettin Şahinler, Kur’an’da Peygamber Duaları, Beyan Yayınları, İstanbul 2002: 11-13.
[25] Nahl/120
[26] Tevbe/114
[27] Bakara/124
[28] Bakara/125
[29] Bakara/126
[30] Bakara/127
[31] Bakara/128
[32] Bakara/129
[33] Bakara/260
[34] Meryem/41
[35] Meryem/42
[36] Meryem/43
[37] Meryem/44
[38] Meryem/45
[39] Meryem/46
[40] Meryem/47
[41] Meryem/48
[42] Tevbe/113
[43] Tevbe/114
[44] İbrahim/35
[45] İbrahim/36
[46] İbrahim/37
[47] İbrahim/38
[48] İbrahim/39
[49] îbra-him/40
[50] Ibrahim/41
[51] Bakara/126
[52] Hud/74-75
[53] Saffat/99
[54] Saffat/100
[55] Saf-fat/101
[56] Nisa/125
[57] Mümtehine/4
[58] Mümtehine/5
[59] Tevbe/113
[60] Meryem/47
[61] Ibrahim/41
[62] $uara/86-87
[63] Tevbe/114
[64] Mevdudi, Tefhimu'l Kur'an, C.6, s. 241-243 Necmettin Şahinler, Kur’an’da Peygamber Duaları, Beyan Yayınları, İstanbul 2002: 14-24.
[65] En'am/86
[66] Enbiya/74
[67] Saffat/133
[68] Araf/80
[69] Neml/55
[70] Şuara/169
[71] Ankebut/30
[72] Şuara/160-174
[73] Şuara/162-164
[74] Bakara/41
[75] Bakara/44
[76] Araf/80
[77] Arâf/82
[78] Ankebut/29
[79] Ankebut/30
[80] Ankebut/31-35
[81] Hicr/76; Saffat/137 Necmettin Şahinler, Kur’an’da Peygamber Duaları, Beyan Yayınları, İstanbul 2002: 25-30.
[82] Nisa/163
[83] Sa'd/44
[84] Enbiya/83
[85] Enbiya/84
[86] Sa'd/41
[87] Sa'd/42
[88] Sa'd/43
[89] Mevdudi, Tefhi-mu'1-Kur'an, C. 5, S. 79
[90] Necmettin Şahinler, Kur’an’da Peygamber Duaları, Beyan Yayınları, İstanbul 2002: 31-33.
[91] Sa'd/45
[92] Sa'd/47
[93] Meryem/50
[94] Yusuf/18
[95] Yusuf/111
[96] Yusuf/33
[97] Yusuf/23-32
[98] Yusuf/33
[99] Yusuf/34
[100] Mevdudi, Temîmu'l-Kur'an, C 2, s. 457
[101] Yusuf/101
[102] Yusuf/9-17
[103] Yusuf/55-56
[104] Yusuf/99
[105] Yusuf/100
[106] Mevdudi, Tefhimu'l-Kur'an, C. 2, s. 496-497
[107] Said Nursi, Mektubat, s. 261-262 Necmettin Şahinler, Kur’an’da Peygamber Duaları, Beyan Yayınları, İstanbul 2002: 34-39.
[108] Araf/85
[109] M. Hamdi Yazır, IV/2805-2809
[110] Arat/85
[111] Araf/86
[112] Araf/87
[113] Araf/88
[114] Araf/89
[115] Araf/89
[116] Araf/90
[117] A'raf/91
[118] Araf/92
[119] Araf/93 Necmettin Şahinler, Kur’an’da Peygamber Duaları, Beyan Yayınları, İstanbul 2002: 40-41.
[120] Meryem/51
[121] Kasas/16
[122] Kasas/8-13
[123] Kasas/]4
[124] Kasas/15
[125] Kasas/18
[126] Kasas/19
[127] Kasas/20
[128] Kasas/21
[129] Kasas/22
[130] Kasas/23
[131] Kasas/24
[132] Kasas/25
[133] Kasas/26
[134] Kasas/27
[135] Kasas/28
[136] Kasas/29
[137] Kasas/30
[138] Kasas/31
[139] Kasas/32
[140] Kasas/33
[141] Kasas/34
[142] Taha/25
[143] Taha/26
[144] Taha/27
[145] Taha/28
[146] Taha/29
[147] Taha/30
[148] Taha/31
[149] Taha/32
[150] Taha/33
[151] Taha/34
[152] Taha/35
[153] Taha/36
[154] Zuhruf/52
[155] Kasas/33
[156] Kasas/34
[157] Şuara/12
[158] Şuara/13
[159] Şuara/14
[160] Mevdudi, Tefhımu'l-Kur'an, C. 4, s.15-16
[161] Ta-ha/41
[162] Taha/42
[163] Taha/43
[164] Taha/41-44
[165] Taha/45
[166] Taha/46
[167] Yunus/75
[168] Yunus/76
[169] Yunus/77
[170] Yunus/78
[171] Yunus/79
[172] Yunus/80
[173] Yunus/81
[174] Yunus/82
[175] Yunus/83
[176] Yunus/84
[177] Yunus/85
[178] Yunus/86
[179] Yunus/87
[180] Yunus/88
[181] Yunus/89
[182] Araf/128
[183] Araf/129
[184] S. Kutup, Fizılali'l Kuran, C. 8, s. 54
[185] A'raf/138-141
[186] A'raf/42
[187] Araf/143
[188] Araf/144
[189] Hulasatü'l Beyan, M. Vehbi, C.5, s. 1751
[190] Kıyame/23
[191] Y.N. Öztürk, Kur'an'daki İslâm, s. 108
[192] Araf/148
[193] A'raf/149
[194] Arâf/150
[195] Araf/151
[196] Araf/155
[197] Araf/155 devamı
[198] A'raf/156
[199] Araf/156 devamı
[200] Mâide/20
[201] Md.ide/21
[202] Mâide/22
[203] Mâide/23
[204] Mâide/24
[205] Mâide/25
[206] Mâide/26
[207] Necmettin Şahinler, Kur’an’da Peygamber Duaları, Beyan Yayınları, İstanbul 2002: 42-59.
[208] Bakara/251
[209] Nisa/163
[210] Enbiya/79
[211] Enbiya/80
[212] Sad/17
[213] Sad/18
[214] Sad/19
[215] Sad/20
[216] Sebe/10
[217] Sebe/11
[218] Neml/15
[219] Elma-hh Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, C.6 s. 131 Necmettin Şahinler, Kur’an’da Peygamber Duaları, Beyan Yayınları, İstanbul 2002: 60-61.
[220] Nisa/163
[221] En'am/ 84
[222] Enbiya/79
[223] Neml/15
[224] Neml/16
[225] Neml/17
[226] Neml/18
[227] Enbiya/81
[228] Enbiya/82
[229] Neml/17
[230] Nemi/18
[231] Neml/19
[232] Mevdudi, Tefhimu'l-Kur'an, C. 4, s. 101
[233] Neml/29
[234] Neml/30
[235] Neml/31
[236] Neml/32
[237] Neml/33
[238] Neml/34
[239] Neml/35
[240] Neml/36
[241] Neml/37
[242] Neml/38
[243] Neml/39
[244] Neml/40
[245] îbrahim/8
[246] Sad/34
[247] Sad/35
[248] Mevdudi, Tefhimu'l-Kur'an, C. 5, s. 76
[249] Fahrü'r-Razi Tefsiri, XXVI, 210.
[250] Necmettin Şahinler, Kur’an’da Peygamber Duaları, Beyan Yayınları, İstanbul 2002: 62-68.
[251] Enbiya/87; En'am/86
[252] Kalem/48
[253] Saffat/139
[254] Saffat/140
[255] Saffat/141
[256] Saffat/142
[257] Enbiya/87
[258] Enbiya/88
[259] Saffat/143
[260] Saffat/144
[261] Saffet/145
[262] Saffat/146
[263] Saffat/147
[264] Kalem/48
[265] Kalem/49
[266] Kalem/50 Necmettin Şahinler, Kur’an’da Peygamber Duaları, Beyan Yayınları, İstanbul 2002: 69-71.
[267] Meryem/2
[268] Meryem/3
[269] Meryem/4
[270] Meryem/5
[271] Meryem/6
[272] M. Vehbi, VIII, s. 3187
[273] Bediüzzaman Said Nursi. Lem'alar, 222.
[274] Meryem/7
[275] Meryem/8
[276] Meryem/9
[277] Meryem/10
[278] Meryem/İl
[279] Al-i İmran/38
[280] Enbiya/89
[281] Enbiya/90 Necmettin Şahinler, Kur’an’da Peygamber Duaları, Beyan Yayınları, İstanbul 2002: 72-74.
[282] Bakara/87
[283] Bakara/253
[284] Al-i îmran/45
[285] Meryem/46
[286] Nisa/171
[287] Mâide/46
[288] Mâide/3
[289] Saf/14
[290] Mâide/ 112
[291] Mâide/112 devamı
[292] Elmahlı, C. 3, s. 365
[293] Mâide/113
[294] Mâide/114
[295] Mâide/115
[296] Mâide/116
[297] Mâide/117
[298] Mâide/118
[299] Necmettin Şahinler, Kur’an’da Peygamber Duaları, Beyan Yayınları, İstanbul 2002: 75-80.
[300] Ah-zab/21
[301] Ali tmran/144
[302] Ah-zab/40
[303] Muhammed/1-2
[304] Feth/29
[305] Ahzab/45
[306] Ahzab/46
[307] Sebe/28
[308] Fatır/24
[309] Ali Imran/164
[310] Kalem/4
[311] Tevbe/40
[312] Tevbe/80
[313] AI-i lm-ran/159
[314] Kehf/6
[315] Tevbe/128
[316] Enbiya/107
[317] Müzzemmil/20
[318] Necm/2-3
[319] Al-i îmran/26
[320] Âl-i îmran/27
[321] S. Kutup, Fızılal-ıl Kur'an, C.2. s. 251-254
[322] lsra/80
[323] Mevdudi, Tefhimu'l-Kur'an, C. 3, s. 131
[324] Taha/114
[325] Kıyamet/16-19
[326] Mevdudi, Tehfimu'l-Kur'an, C.3, s. 278-279
[327] Y.N. Öztürk, Kur'an'daki İslâm, S. 157-158
[328] Müminun/93
[329] Mümi-nun/94
[330] Mevdudi, Tefhimu'l-Kur'an, C. 3, s. 433
[331] Mümirrun/97
[332] Müminun/98
[333] Bakara/168
[334] lsra/27
[335] Hicr/34
[336] Alı Imran/36
[337] Nahl/98
[338] Müminrm/118
[339] Araf/156
[340] Al-i lmran/157
[341] Fatiha/2
[342] Zümer/46
[343] Zümer/38
[344] Zümer/45
[345] S. Kutup, C. 12, s. 467
[346] Kamer/17,22,32, 40
[347] Zümer/46
[348] Necmettin Şahinler, Kur’an’da Peygamber Duaları, Beyan Yayınları, İstanbul 2002: 81-96.