6- KÂFİR TOPLUMLARLA İLGİLİ SÜNNETULLAHLAR
1- Kâfir Toplumlar Varlıklarını Sürdüremezler
2- Kâfir Toplumlar Hemen Helâk Edilmezler
3- Allah Kâfir Toplumları, Belki İnanırlar Diye
Sıkıntılar Ve Bolluklarla İmtihan Eder
4- Kâfir Toplumlar İnkârdan Vazgeçip İnanırlarsa Allah
Affeder
5- Azap Geldikten Sonra Kâfirlerin İnanması Fayda Vermez
6- Ataları Körü Körüne Taklit Etmek Toplumları Felakete
Götürür
Allah'ın elçiler
vasıtasıyla gönderdiği ayetleri kabul etmeyenler, uzun zaman varlıklarını devam ettiremezler.
Bu, onların Allah'ın yasalarını yalanlayıp, inkâr etmeleri nedeniyledir.
Kur'an, önceden yaşamış kâfir toplumların yok edilişlerini örnek göstererek,
Mekkelileri ve kıyamete kadar gelecek insanları uyarmaktadır. Allah'ın
yasalarını inkâr edenler sonunda mutlaka mahvolacaklardır. [1]
Elçilerin getirdikleri
mesajları kabul etmeyen toplumlar hemen helâk edilmezler. Onlara biraz süre
tanınır:
"Ayetlerimizi yalanlayanları hiç
bilmeyecekleri yerden yavaş yavaş helake yaklaştıracağız. Onlara mühlet
veriyorum, çünkü benim tuzağım sağlamdır.” [2]
"Sen'den önceki elçilerle de alay edildi de
inkâr edenlere bir süre meydan verdim, sonra onları yakaladım. Cezam nasılmış (gördüler)." [3]
"Ben de kâfirlere bir süre vermiş, sonra
onları yakalamıştım... Nice kent var ki zulmederken ona biraz süre vermiştim,
sonra onu yakalamışımdır. Sonunda dönüş ancak banadır."[4]
"Bir süreye kadar onları, (daldıkları)
gafletleri içinde bırak. Onlar sanıyorlar mı ki, kendilerine verdiğimiz mal ve
oğulları ile onların iyiliklerine koşuyoruz. Hayır, (bu verdiğimiz dünya
nimetleri onlar için bir imtihandır, fakat onlar) farkında değiller."
[5]
"İnkâr edenler sanmasınlar ki, kendilerine mühlet
vermemiz kendileri için hayırlıdır. Biz onlara mühlet veriyoruz ki günahı
artırsınlar. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır."[6]
Kur'an bu ayetlerle
rasullerin doğruda, inkarcıların ise yanlışta olduklarını görecekleri zamanın
yaklaşmakta olduğunu kavrasınlar diye onları uyarmaktadır. [7]
Verilen mühlet esnasında hakikati görebilmeleri için, kendilerine bir takım
ikazlar yapılır. Akıllarını başlarına devşirmeleri için musibetlerle ve
nimetlerle sınanırlar. Ama onlar, ayetlerin de belirttiği gibi bu süreyi
değerlendirememiş, elçilere uyup bu mühletten faydalanamamışlardır.[8]
Bu arada ilâhî çağrı
bütün yönleriyle ve açıklığıyla gün yüzüne çıkacak ve çağrıya muhatap olan
insanlar tarafından yeterince anlaşılacaktır. Zira elçilerin görevlerini
yapmaları, inkarcılar tarafından engelleniyordu, insanların çoğu neyi
reddettiklerini kavrayamıyorlardı. İşte bu mühlet içinde kabul edenler neyi
kabul ettiklerini, inkâr edenler neyi inkâr ettiklerini öğreneceklerdi.
İnkârlarında inat edip diretenler ise bu mühletten hiçbir fayda
bulamamışlardır. Allah mühlet verir, fakat ihmal etmez.[9]
İnkarcı toplumlar
helak edilmeden önce çeşitli felaketlere uğratılmaktadırlar:
"Onlara o büyük azaptan ayrı olarak, daha
yakın azabı da tattıracağız.” [10]
Yakın azap ile dünya
musibetleri, hastalıkları, afetleri kastedilmektedir.[11]
Kur'an bu
düzensizliklerin, bu bozuklukların Allah'a isyandan ileri geldiğini, bunların
insanların yaptıklarından sadece bir kısmının cezası olduğunu, insanların Allah
yoluna dönmeleri için bu olaylarla uyarıldıklarını hatırlatıyor. Çünkü
zorluklarla deneme ve sınamanın tabiatı; henüz iyi tarafları bulunan, hayır
ümidi bulunan fıtratı uyarmak, bir takım iyilik kalıntılarını içinde taşıyan,
fakat aradan geçen uzun zaman nedeniyle üzeri küllenen kalpleri inceltmek,
yumuşatmak, zayıf olan insanları güçlü olan yaratıcısına yöneltmek, içtenlikle
O'na yalvarmalarını sağlamak, merhametini ve bağışlamasını dilemesini temin
etmektir. [12]
Şüphesiz ki acı en
güzel eğiticidir. Bu öyle güzel hayır kaynağıdır ki, potansiyel enerji
halindeki iyilik kaynaklarının kaynamasına neden olur. Diri olan vicdanlarda
duyarlılığı bileyen ve keskinleştiren bir berekettir. Rahmetin gölgelerine
yönelik bir berekettir. Bu rahmet ise, üzüntü ve kederle yoğrulmuş güçsüz
insanların üzerine darlık ve sıkıntı anlarında rahat ve afiyet dolu, tatlı ve
hafif meltemleri estirir. Ola ki yalvarırlar. [13]
"Andolsun biz, Firavun ailesini tuttuk, öğüt
alsınlar diye yıllarca kıtlıkla ve ürünlerini azaltmakla sıktık.[14]"
"(İnkârlarından dönüp bize)
yalvarsınlar diye onları darlık ve sıkıntı ile yakalayıp cezalandırmıştık.”
[15]
“Belki dönerler diye onları (kıtlık, tufan, çekirge gibi) azap(lar) ile
cezalandırdık.” [16]
"Belki dönüp yola gelir)ler diye, mutlaka onlara
o büyük azaptan ayrı olarak, daha yakın azabı da tattıracağız.”[17]
“Belki dönerler diye, (Allah) onlara, yaptıklarının
bir kısmını tattırıyor.” [18]
Bütün bunlar, onların
kibir ve gururlarını kırmak, güç, kuvvet ve zenginliğe olan aşırı güvenlerini
ve bağlılıklarını sarsmak içindir. Bu onlara, kendilerinin üstünde,
mukadderatlarını kontrol eden, yüce bir kudretin olduğunu ikaz etmek içindir ki
bu sayede kalpleri uyarılan alıcı hale gelsin ve Rablerinin önünde diz
çöksünler. Fakat bu usul eğer hakkı anlamaya yöneltmede onlar üzerinde muvaffak
olamazsa, bu sefer de o insanlar bolluk ve refah ile şımartılır [19].
Çünkü fakirlik, şiddet ve hastalıklardan sonra beden ve mal ile ilgili pek çok
nimetin gelmesi, insanı itaat etmeye ve şükürle meşgul olmaya sevk eder.[20] Bu
tıpkı şefkatli bir babanın çocuğuna karşı olan şu davranışına benzer; Baba
çocuğunun iyiliği için ona bazen sert, bazen de yumuşak davranır.[21]
"Senden önceki ümmetlere de elçiler
göndermiştik. (İnkârlarından dönüp, bize) yalvaranlar diye onları darlık ve
sıkıntı ile yakalayıp, cezalandırmıştık. Hiç olmazsa kendilerine böyle
baskınımız geldiği zaman yalvarsalardı! Fakat kalpleri katılaştı ve Şeytan da
onlara yaptıklarını süslü gösterdi. Kendilerine yapılan uyarıları unutunca,
üzerlerine her şeyin kapılarını açıverdik." [22]
“Biz hangi ülkeye bir peygamber gönderdiysek, onun halkını yalvarıp
yakarsınlar diye mutlaka yoksulluk ve darlıkla sıkmışızdır. Sonra kötülüğü
değiştirip yerine iyiliği getirdik de (insanlar) çoğaldılar." [23]
Başlarına gelen
darlık, azap verme ve cezalandırmaya yönelik olmayıp, terbiye maksadıyla olduğu
için, terbiyeyi olan herhangi bir darlığın devamı ise terbiye dışı olacağı ve
darlığı takip eden genişlik ve nimetin zevki ve sevincinin son derece
hissedilir ve fevkalade dikkat çekici olması yönüyle, darlık genişliğe
dönüştürüldü.[24] Kötülüğü iyiliğe
çevirmekle kendilerini o derece refah içinde bir hayat temin
ettik ki, hatta hayvan gibi bol bol
yakından yediler, otladılar [25] ve nefislerini her türlü sorumluluk ve
zorluktan muaf tuttular, nimet kendilerini şımarttı, darlığı unuttular, hiç
bir şeye aldırış etmediler. Gördükleri sıkıntı ve refah hallerinin Allah
tarafından terbiyeye yönelik bir sebep ve hikmetle alakalı olduğunu
düşünmediler. Adam sen de, darlık, bolluk, fakirlik, zenginlik, hastalık,
sağlık, gamlı ve sevinçli haller öteden beri olağan şeylerdir, dediler.
Sıkıntıları vaktiyle atalarının bazen başlarına gelmiş tarihi bir şey gibi
gösterdiler. [26]
"Atalarımıza da darlık ve sevinç dokunmuştu
(onlar da üzüntülü ve sevinçli günler geçirmişlerdi), dediler (de olaylardan
ibret alıp şükretmediler) . Biz de onları, hiç farkında olmadıkları bir sırada
ansızın yakaladık.” [27]
Allah'ın ayetlerini
yalanlayıp inkâr edenler, başlarına gelen musibet ve felaketlerden ders alıp
inanırlarsa. Yüce Allah onların hatalarını bağışlar ve başlarına gelecek azabı
onlardan erteler. Çünkü O, tövbeyi kabul edendir. [28]
"Eğer Kitap Ehli inanıp (Allah'ın azabından) korunsalardı,
onların kötülüklerinden geçerdik ve onları, nimeti bol cennetlere sokardık.
Eğer onlar Tevrat'ı, İncil'i ve Rabb'lerinden kendilerine indirileni gereğince
uygulasalardı, muhakkak ki üstlerinde (ki ağaçların meyvelerinde)n ve
ayaklarının altın(daki ürünler)den yerler.” [29]
“Bu dediklerinden vazgeçmezlerse, elbette onlardan
inkâr edenlere acı bir azap dokunacak. Hala Allah'a tövbe edip, O'ndan af
dilemiyorlar mı? Allah bağışlayan, esirgeyendir." [30]
"Kim bir kötülük yapar, yahut nefsine
zulmeder de sonra Allah'tan mağfiret dilerse Allah'ı bağışlayıcı ve esirgeyici
bulur." [31]
"Kim inanır ve uslanırsa onlara korku yoktur
ve onlar
üzülmeyecektir.” [32]
“Ancak zulmeden, sonra yaptığı kötülüğün yerine iyilik
yapan olursa ona karşı da, Ben bağışlayıcıyım.” [33]
"Dedi: “Ey kavmim,
iyilikten önce neden kötülüğe seviyorsunuz?
Esirgenmeniz için Allah'tan mağfiret dilemeniz gerekmez mi?" [34]
"Hiç olmazsa
kendilerine böyle baskınımız geldiği zaman yalvarsalardı?" [35]
Kur'an’da adı geçen
eski toplumlardan hiç biri iman etmemiştir. Onlardan ancak çok küçük bir grup
iman etmişti. Dolayısıyla o toplumların egemen sıfatı, imansızlık sıfatıdır. [36] Bu
nedenle hepsi de helak edilmiştir. Fakat Yunus (a.s.)'ın kavmi hariç. Onlar
inanmışlar ve Allah'ın azabından kurtulup belirli bir süre daha yaşamışlardı: [37]
"Keşke bir kasaba olsaydı da inansaydı ve
inanması kendisine fayda verseydi. Yalnız Yunus'un kavmi inanınca, dünya
hayatında onlardan rezillik azabını kaldırmış ve onları bir süre daha
yaşatmıştık.” [38]
Ayet, Yunusun
kavminin, inkâr ettikten sonra iman ettiklerine ve o imanlarından da
yararlandıklarına delalet eder." İlâhî azabın yaklaştığına delalet eden
emare ve işaretler belirince, azabı, görmeden hemen tövbe etmişlerdir. [39]
"İnandılar, Biz de onları belirli bir süreye
kadar geçindirdik.” [40]
Toplumlar ilâhî ceza
ile helak edilmeden önce tövbe edip, dönerlerse Allah'ta azaptan döner. Ancak
ilâhî azap gelip de, toplum yok edilirken yapacakları tövbe kabul edilmez.
Çünkü bu tövbe, sapıklığı ısrarla sürdürmüş ve kötülükler tarafından çepeçevre
kuşatılmış günahlarından mecburiyet altında yaptıkları bir tövbedir. Artık
günah işleme imkanı kalmamış, bütün kötülük işleme fırsatlarını pervasızca
kullandıktan sonra köşeye sıkışmış kimselerin tövbesidir bu tövbe. Bu yüzden
Yüce Allah bu tövbeyi kabul etmez. Çünkü böyle bir tövbe, ne kalbin ıslah
olmasını sağlar, ne hayata düzelme, iyileşme getirir ve ne de kişilikte ve
gidişatta olumlu bir değişim göstergesidir.[41]
Son anda tövbenin
kabulüne mani olan şudur: Ölmek üzere olan insan, bir takım haller ve dehşetler
müşahede ettiğinde, bunları müşahede ederken, zaruri olarak Allah'ı tanıyıp
inanır. [42] Nitekim Firavun'un imanı
böyledir: "İsrailoğullarını denizden
geçirdik; Firavun ve askerleri de zulmetmek ve saldırmak için onların
arkalarına düştü. Nihayet boğulma kendisini yakalayınca (Firavun): Gerçekten
İsrailoğullarının inandığından başka Tanrı olmadığına inandım, ben de
müslümanlardanım! dedi. Şimdi mi? Oysa daha önce isyan etmiş; bozgunculardan
olmuştun (denildi)." [43]
Razi, Firavun'un iman
edişinin kabul edilmemesini şöyle izah eder; "O tam azap inerken iman
etmiştir. O esnadaki iman ise makbul değildir. Çünkü azap inerken durum
kaçınılmaz hale gelmiş olur. Bu vakitte ise tövbe makbul olmaz. İşte bu
sebepten ötürü Allah Teala;
"Fakat hışmımızı gördükleri zaman inanmaları
kendilerine bir fayda sağlamadı." [44]
buyurmuştur: [45]
İbn Kesîr ise, imanın
fayda vermeyeceği bir yerde iman etmiştir, diyerek izah eder. [46]
Kur'an bu gerçeği bir
kaç yerde daha vurgular:
"Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da nihayet
kendilerine ölüm gelip çatınca: Ben şimdi tövbe ettim, diyenlere ve kâfir
olarak, ölenlere tövbe yoktur. (Öylelerinin tövbesi makbul değildir). Onlar
için acı bir azap hazırlamışızdır." [47]
"Ne zaman ki hışmımızı gördüler: Tek Allah'a
inandık ve O'na ortak koştuğumuz şeyleri inkâr ettik, dediler. Fakat hışmımızı
gördükleri zaman inanmaları kendilerine bir fayda sağlamadı. Allah'ın kulları
hakkında eskiden beri yürürlükte olan yasası budur.” [48]
Kur'an'da, yok edilen
toplumların ısrarla öne çıkarılan özelliklerinden biri de atalarından kalan her
şeye sıkıca sarılmalarıdır. Atalarının bir işi yapmış olmalan, onu araştırmadan
doğru kabul etmenin garantisi sayılıyordu: [49]
"Onlara İbrahim'in haberini de oku: Babasına
ve kavmine; Neye tapıyorsunuz?, demişti. Putlara tapıyoruz onların önünde
ibadete duruyoruz, dediler. Peki, dedi, siz dua ettiğiniz zaman onlar sizi
işitiyorlar mı? Yahut size fayda veya zarar verebiliyorlar mı? Hayır, ama
babalarımızın böyle yaptıklarını gördük (onun için biz de böyle yapıyoruz),
dediler." [50]
"Onlar da önceden atalarının taptığı gibi tapıyorlar."
[51]
"Onlar babalarını sapık kimseler
buldular. Kendileri de onların izlerinden koşturuyorlar.” [52]
Kendilerini içlerinde
oldukları durumdan kurtarmak için gelen Allah elçilerini de bu düşünceyle inkâr
ediyorlardı:
"Onlara Allah'ın indirdiğine uyun, dense
hayır biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)a uyarız, derler. Peki, ama
ataları bir şey düşünmeyen, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı
(atalarının yoluna uyacaklar)?”[53]
"Biz atalarımızdan böyle bir şey işitmedik."
[54]
"Hayır, (ne bilgileri var, ne de kitapları).
Sadece: Biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerinde
gidiyoruz, dediler. (Bütün delilleri bundan ibaret: Körü körüne taklit). İşte
böyle, senden önce de hangi kente uyarıcı gönderdiysek mutlaka oranın
varlıklıları; Biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onları izlerine
uyarız dediler. Ben size, babalarınızı üzerinde bulduğunuz (din)den daha
doğrusunu getirmiş olsam da (yine babalarınızın yolunu) mu (tutacaksınız)?,
dedi. Doğrusu biz sizinle gönderilen mesajı tanımıyoruz dediler.[55]
Böylece anlaşılıyor
ki, ilâhî yasaları tanımayanlar, atalarının mirasını korumakla, mevcut durumda
herhangi bir değişiklik istemezler. Geçmişte kökleri olan her şey, haklı ve
doğru olarak kabul edilir ve geleceğe yol gösterici olarak yeterli sayılır. İşte
bu, bencil ve çıkarlarıyla statükonun koruyucularının va'z ettikleri ve
kullandıkları mantıktır. [56]
Allah elçileri ise atalar kültürünün ilâhî ilkeler doğrultusunda
değiştirilmesini isterler:
"Ey Salih, şimdi atalarımızın taptıklarına
tapmaktan bizi men mi ediyorsun?” [57]
"Ey Şuayb, senin namazın mı sana, babalarımızın taptığı şeylerden
vazgeçmemizi emrediyor?” [58]
"Dediler ki, Ya demek sen, tek Allah'a kulluk
edelim ve atalarımızın yaptıklarını bırakalım diye mi bize geldin?”[59]
Allah'ın tayin edip
indirdiği delillere bağlı olan hükümlerde geçmişi büsbütün atmak ve ondan
habersiz olarak hep yeni şeyler aramak da doğru değildir. Bir şeye tabi olma
sebebi; eskilik, yenilik veya atalar yolu olup olmaması değil, Allah'ın emrine
ve hakkın deliline uygun olmasıdır. Allah'ın emrine uyan ve yaptığını bilen
atalara uyulur. Aksine Hakk'ın emrini tanımayan, ne yaptığını bilmeyenlere
atalar bile olsa yine uyulmaz. [60]
[1] Bu konu üçüncü bölümde genişçe ele alınacağından,
bütünlük düşüncesiyle burada öz halinde geçmiştir. Nuri Tok, Kur'an'da
Sünnetullah Ve Helak
Edilen Kavimler, Etüt Yayınları: 81.
[2] el-A'râf: 7/182-183
[3] er-Râd: 13/32
[4] el-Hâc: 22/44,48.
[5] el-Mü’minûn: 23/54-56.
[6] Al-i İmrân: 3/178
[7] Allah mesajını bildirmek üzere peygamberlerini
gönderdiğinde her birey ve topluluğa; mesajı anlaması üzerinde düşünmesi ve
yaşama farzını ona uydurması için mühlet verir." Mevdûdî, a.e., II, 339
[8] Râzî, a.g.e,, XIV, 184; "Mühlet vermek, onlara
tıpkı hayvanlara otlakta bir müddet otlama imkanı verilmesi gibi, bir süre
bolluk ve rahatlık içinde bırakmaktır." Râzî, a.£.e.,XIX, 55.
[9] Nuri Tok, Kur'an'da Sünnetullah Ve Helak
Edilen Kavimler, Etüt Yayınları: 81-82.
[10] es-Secde: 32/21
[11] İbn Kesir, a.g.e., VI, 370; Yazır, a.g.e., VI, 288;
Ateş, a.g.e., VII, 168.
[12] Seyyid Kutub, Fî Zilâl, III, 584
[13] Seyyid Kutub, a.y.; "Çünkü şiddetli haller
kalplere rikkat verir ve onları Allah katındaolan şeye yöneltir." Râzî,
a.g.e., XIV, 215.
[14] el-A’râf: 7/130
[15] el-En’âm: 6/42
[16] ez-Zuhruf: 43/48
[17] es-Secde: 32/21
[18] er-Rûm: 30/41.
[19] Mevdûdî, a.g.e. II 70
[20] Razi, a.g.e XIV,
184.
[21] “Meani alimleri şöyle demişlerdir: İyilik ve
kötülüklerden her biri, insanı itaata sevk eder. Nimetler teşvik edici olduğu
için, bela ve müsibetler de korkuttuğu için böyledir. Razi, a.g.e XV, 43.
[22] el-En'âm: 6/42-44
[23] el-A’râf: 7/94-95; Bu ayetlerde bahsedilen ilâhî
uygulama, ayetlerin nazil olduğu Mekke'de aynen oluyordu. Geniş bilgi için bkz,
Mevdûdî, a.g.e., II, 71
[24] Yazir, a.g.e., IV, 83
[25] el-A’râf: 7/95'te geçen "cafev" kelimesinden
mülhemdir. Bkz. Yazır, a.g.e., IV, 84
[26] Yazır, a.g.e., IV, 84
[27] el-A’râf: 7/95 Nuri Tok, Kur'an'da
Sünnetullah Ve Helak
Edilen Kavimler, Etüt Yayınları: 83-85.
[28] en-Nasr: 110/3
[29] el-Mâide: 5/65-66
[30] el-Mâide: 5/73-74.
[31] en-Nisâ: 4/110; en-Nahl, 16/119
[32] el-En’âm: 6/48
[33] en-Neml: 27/11
[34] en-Neml: 27/46
[35] el-En’âm: 6/43
[36] Seyyid Kutub, Fi Zilâl, IV, 476; Ateş, a.g.e., IV, 252
[37] Yûnus: 10/ 98
[38] Râzî, a.g.e., XVII, 164; Ayrıca bkz. İbn Kesîr,
a.g.e., IV, 231-232
[39] Râzî, a.g.e., XVII, 165
[40] es-Saffat: 37/148. Nuri Tok, Kur'an'da
Sünnetullah Ve Helak
Edilen Kavimler, Etüt Yayınları: 85-86.
[41] Seyyid Kutub, Fî Zilâl, II, 283
[42] Râzî, a.g.e., X, 7.
[43] Yûnus: 10/ 90-91
[44] el-Mü'min: 40/85
[45] Râzi, a.g.e., XVII, 154
[46] İbn Kesîr, a.g.e., IV, 227
[47] en-Nisâ: 4/18
[48] el-Mü'min: 40/84-85 Nuri Tok, Kur'an'da
Sünnetullah Ve Helak
Edilen Kavimler, Etüt Yayınları: 86-87.
[49] Bil ki uyma ancak hakkı ve hakikati bulmuş alime
olursa caizdir. Alim sözünü delile dayandırdığı zaman, hakkı ve hakikati bulmuş
bir alim olur. Ama böyle olmadığı zaman, o hakkı ve hakikati bulmuş bir alim
olmaz ve ona uymak caiz olmaz." Râzî, a.g.e., XII, 111
[50] eş-Şuarâ: 26/69-74
[51] Hûd: 11/109
[52] es-Saffât: 37/69-70
[53] el-Bakara: 2/170; el-Mâide: 5/104
[54] el-Mü'min: 23/24
[55] ez-Zuhruf: 43/22-24
[56] Mutahhari, a.g.e., s.134
[57] Hûd: II/62
[58] Hûd: 11/87
[59] El-A’râf: 7/70
[60] Yazır, a.g.e. l, 485. Nuri Tok, Kur'an'da
Sünnetullah Ve Helak
Edilen Kavimler, Etüt Yayınları: 87-89.