13- ZALİMLER VE ZULÜM HAKKINDA SÜNNETULLÂH (ZULÜM
KÂNUNU)
Adaletin Tercih Edilen Tarifi:
Her Şeyde, Herkes İçin Zulmün Haram Oluşu:
Zalimin Tevbesi, Ondan Âhiret Azabını Kaldırır Mı?
Zalimin Dünyâda Cezalandırılması:
Bir Zalimi, Diğer Bir Zalimin Üzerine Musallat Etmesi Bir
Cezalandırma Biçimidir:
Milletlerin Kendi Zulümleriyle Helak Olması:
Zalim Milletlerin Helaki İçin Belli Bir Ecel (Süre)
Vardır:
Sünnetullâh, Zalim Milletlerin Helakiyle Uygunluk
Arzeder:
Bir Devlet Küfür İle Ayakta Durur Ama Zulüm İle Durmaz:
İbn-i Teymiyye'nin Zalim Bir Devletin Helaki Hakkındaki
Sözü:
Kânun Tatbikinde İltimas, Helake Götüren Zulümdür:
Devletin Zulüm Sebebiyle Helak Olmasının Delili:
Ülkelerin Harab Olması Zulmün Eseridir:
Zalimlerin Cezasının Ertelenmesi:
Zulmün Cezasından Ümmeti Korumanın Yolları:
4- Zalimin Zulmüne Yardım Etmemek:
5- Zulmün Devamı İçin Zalime Yardım Etmemek:
Müslüman Cemaat, Zulüm Ve Zâlimler Hakkında Sünnetullâh:
Cemaatin Unutmaması Gereken Şey:
Müslüman Cemâatin Zâlimlere Meyletmekten Sakınması
Lâzımdır:
Zalimlerle Bulunmamanın İstisnai Yönü:
İstisnayı Geniş Tutmak Ve Bunda Acele Etmek:
Cemaatin, Kusur Ve Yükümlülüklerini Ümmete Göstermesi
Gerekir:
Zulüm Sebebiyle İnsanları Küfre Düşmekten Sakındırmak:
Lisânu'l Arab'ta [1]
"Zulüm, bir şeyi kendi yerinden başka bir yere koymak. Zulüm, haksızlık
etmek ve haddi aşmak esasına dayanır. Hak sahiplerinin haklarına mani olanlara
"zaleme" denir. Birbirlerine zulmettiler, demektir"
denilmektedir.
El- Müfredat'ta [2]"Lügatçılara
ve çoğu ehl-i ilme göre zulüm, bir şeyi eklemek veya eksiltmek yahut da yer ve
zamanından değiştirmek suretiyle hususi yerinden başka bir yere
koymaktır." denilmektedir.
Firuzabadi [3] de
"Zulüm, hakkı terk etmenin azına ve çoğuna kullanılır" demektir.[4]
Sahih-i Buhari'nin
şerhinde İmam Askalani (773/1371) şöyle demektedir:
"Zulüm, bir şeyi
meşru olan yerinden başka bir yere koymaktır. [5]
İmam Ayni (762/1361)
ise "zulüm, haktan sapma ve haddi aşma esasına dayanır. Şer"i mânâsı
ise, meşru olan yerinden bir başka yere koymaktır [6]
demektedir.[7]
Zulüm, adaletin zıddı
ve karşıtıdır. Öyleyse Adalet nedir?
Lisan'ul Arabda
"Adalet, zihinlere doğru dürüst olan (müstakim) diye yerleşen bir kelime
olup sapmak kelimesinin karşıtıdır. Hakim adaletle hükmettiğinde denilir. Hak
ile doğru hükmetmektir. İnsanların adili, sözünden ve hükmünden razı olunan
kimsedir [8]
denilmiştir.
El-Müfredat'ta
"Adalet, benzerler arasında eşitliği sağlamaktır." Denilmektedir. [9]
İbn-i Esir (606/1209)
en-Nihaye'sinde "(Adalet) kişinin kendisiyle heva ve arzularına
meyletmeyip hükmünde (zulme) sapmadığı bir niteliktir [10]
demektedir.
Firuzâbadi (476/1083)
ise şöyle diyor:"
Adalet, zulmün
zıddıdır. Hükmünde doğru davranana adil denir. [11]
Adaletin (ki zulmün
zıddı idi) ve zulmün tarifleri ışığında, adaleti, bir şeyi şer'i yerine koyma,
her şeyin yer, mertebe, hüküm ve lutüf bakımından hakkını vermek şeklinde tarif
etmek mümkündür.[12]
Zulmün ve zulme yanaşmanın
haramlığı hakkında Kur'an'da kendi ismiyle anılan bir çok apaçık âyetler
mevcuttur. Ve bu, adaletin emredilmesi şeklindedir. Çünkü adaletle emretmek,
zulümden nehyetmek demektir. Şu âyet kabilindendir:
"Allah adaleti emreder". [13]
Bu mutlak (kayıtsız ve
genel) bir emir olduğundan, her türlü adaletin herkes için emri söz konusudur.
Şu halde kafir olsun, zalim olsun hiç bir kimseye zulüm caiz değildir. Şeyh'ul
İslam İbn Teymiyye (662/1263) şöyle demektedir: "Bu sebeble adalet, her
şeyde ve herkese vacib bir emir olurken, zulüm de her şeyde ve herkese haram
olmaktadır. Öyleyse, müslüman, kâfir olsun veya zâlim olsun hiç kimseye
zulmetmek helal olmaz. Allah (c.c.
buyuruyor ki:
"Ey insanlar, Allah için adaletle şahidlik
edenler olun. Bir topluluğa karşı duyduğunuz kin, sizi adaletten saptırmasın.
Adil davranın, takvaya yakışan budur." [14]
(Şeneânu Kavmin)
demek, kâfir bir kavme olan buğzu, kızgınlığı demektir. [15]
Yine İbn Teymiyye
"Çünkü adalet ki kitablar ve peygamberler onunla gelmiştir, zulmün
zıddıdır. Zulüm ise haramdır. Nitekim bir Hadis-i Kudside, Peygamber (a.s)
Rabb'inden şöyle rivayet ediyor:
"Ey kullarım! Zulmü kendime haram kıldım.
Aranızda da onu size haram kıldım. Zulmetmeyiniz.” [16]
Malumdur ki zulüm,
masîyettir (günah)tır. Zalim, zulmünden tevbe etmezse, âhirette onunla ceza
görür. Fakat (bir daha dövmemek üzere) nasuh ve makbul bir tevbe edince, onun
tevbesi zulmünün âhiretteki cezasını düşürür. Ancak, zulmü haksız yere adam
öldürmesi veya öldürmeksizin bedenine eziyet vermesi, yahutta bir başkasının
hakkını gasbetmesi gibi kul haklarıyla ilgili ise, tevbesi zulmünün âhiretteki
cezasını düşürür mü? Şeyh'ül İslam İbn-i Teymiyye bu meseleyi ele alarak şöyle
demektedir:
"Sırf tevbe Allah
hakkını, dolayısıyla azabı düşürür. Mazlumun hakkını ise düşürmez. Tevbe edenin
tevbesi ile mazlumun hakkı düşmez. Ancak, mazlumdan zulmen aldığının aynısını
iade etmesi, tevbesinin makbul olmasını sağlar. Dünyada olmasa bile, âhirette
mutlaka iade edecektir. Öyle ise, tevbe eden zalime düşen, iyiliklerini
(hasenat) öylesine artırmalıdır ki, mazlumların hakkı verildiğinde kendisi
müflis (sermayesini yitirmiş) durumda kalmasın. Bununla beraber, Allah (c c),
dilediğinin, şirkten başka günahını afvetmeyi dilemesi gibi, kendi katından
mazluma vermeyi dilediği zaman buna kimse engel olamaz. [17]
Genelde zalim -Zulüm
ve Zalimler Hakkında Sünnetullâh gereği- başkasına yaptığı zulmünden dolayı,
daha dünyâda iken ceza görür. Buna, Ebu Davud'un rivayet ettiği hadis delil
olmaktadır:
"Allah'ın, âhirete saklamakla beraber, bağy
ve sıla-i rahm gibi daha dünyâda iken sahibine cezayı layık gördüğü hiç bir
günah yoktur."
Bu hadisin şer'inde:
"Allah (c.c.)/ bağy, yâni zulüm ve sultana karşı gelmek, ber de sıla-i
rahm, yâni akrabalarla ilişkiyi kesmek gibi bir günahın cezasını âhirete
bırakmakla birlikte, işleyene acilen reva görüvermemiştir. [18]
denilmiştir.
Üstelik, mazlumun
duası da makbuldür. Buharinin İbn-i Abbas'tan rivayet ettiği hadiste, Peygamber
(a.s)'ın Yemen'e gönderirken Muaz b. Cebel'e şöyle dediği nakledilir:
"...Mazlumun
bedduasından' sakın. Çünkü onunla Allah (c.c.) arasında verde yoktur."
Bu hadisin Askalani'ye
ait şerhinde "Yâni, mazlumun sana beddua etmemesi için zulümden kaçın. Ayrıca
burada zulmün her türlüsünden sakındırma söz konusudur.
"Onunla Allah
arasında perde yoktur" demek, yâni o bedduaya mani olacak bir engel
yoktur, öyle ise mazlum, asi de olsa, Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği hadiste
olduğu gibi, duası makbuldür. Peygamber {a.s) buyuruyor ki:
"Günahkâr da olsa mazlumun duası makbuldür.
Onun günahı kendine aittir.” [19]
Bu hadis-i şeriften şu
hükmü çıkarmak mümkündür: Mazlum, adeta zulmedene beddua yapıyor ki, Allah,
dünyâda ondan intikam alarak zalime olan kinini söndürüp kalbine şifa versin.
Allah dilerse dünyâda iken zalimi cezalandırmak suretiyle mazlumun duasını
kabul eder.[20]
Genelde zalimin daha
dünyâda iken zulmünün cezasını çeker, demiştik. Fakat genelde ifademizden
anlaşıldığı gibi, her zalim, daha dünyâda iken hemen cezalanır, şeklinde bir
anlam çıkarılmaz. Çünkü, zalime mühlet vermesi (imhal) Allah'ın sünnetindendir.
Onu cezalandırmayı ihmal etmesi söz konusu değildir. Bazan onu dünyâda
cezalandırmaması, bizim bilmediğimiz, ama Allah'ın bildiği, istidrac (nimet
verip zulmünü veya küfrünü artırmak istemesi) gibi bir hikmetten dolayıdır. Ya
mazlum başkalarına zulmetmişti de, düştüğü durum onun zulmünün bir cezası
olarak karşısına çıkmıştır. Ya da Allah, zalimin ilerde düzelip samimi bir tevbe
edeceğini ve kendine zulmeden hakkını alacağını biliyor. Yahut ta, cezasının
gecikmesine sebep olan başka hikmetlerden dolayı Allah (c.c.) zalime zaman
tanıyor olabilir. Allah'ın hikmetini ve kulları hakkındaki sünnetlerinin her
birini bütün yönüyle kavrayanlayız. Ancak zulüm, naklettiğimiz hadiste olduğu
gibi, zulmü yapana cezanın tez gelmesini sağlar. Zulme uğrayanın duası makbul
ve müstecabdır. Ki o, çoğu kez kendisine zulmedene acil bir intikamla beddua
eder. Bütün bunlar, cezanın zalime tezelden gelmesinin sebeblerindendir. Fakat
sebeblerin de ötesinde, Allah'ın kulları hakkındaki hikmeti ve nüfuzlu
meşiyyeti (dilemesi) vardır.[21]
Allah'ın, "Zulüm
ve Zalimler" hakkındaki bir sünneti (kânunu) de, fertleri birbirine
zulmeden bir milletin başına, yaptıklarının bir cezası olarak, zalim bir
idareciyi musallat etmesidir. Nitekim Cenab-ı Hakk buyuruyor ki:
"İşte kazandıkları (günahlan)ndan ötürü
zalimlerden bir kısmım diğer bir kısmının peşine böyle takarız." [22]
Bu âyetin tefsirinde:
"Bir kısım zalimleri diğer bir kısmının üzerine salarız (musallat ederiz).
O da onları zillet ve felakete götürür. Bu, zalimler için bir tehdittir. Eğer
zulmünden vazgeçmezse, Allah ona diğer bir zalimi musallat edecektir. Nefsine
zulmeden zalim, halkına zulmeden yönetici ve ticaretinden insanlara zulmeden
tüccar gibi bütün zalimler bu âyetin kapsamına girmektedir [23]
denilmektedir İmam-i Razi (544/1149),
bu âyetin tefsirinde "âyet gösteriyor ki, halk, ne
zaman zalim durumunda olurlar ise, Allah (c.c.) onlara kendileri gibi başka bir
zalimi musallat eder. Bu zâlim idareciden kurtulmak istedikleri zaman da zulmü
terkederler" demektedir. [24]
Âlûsî (1270/1853) de
bu âyetin tefsirinde şöyle demektedir:
"Âyetten
anlaşılmaktadır ki, yönetilenler zâlim olunca, Allah (c.c.) kendileri gibi
zalim birini onlara musallateder. Hadis-i Şerifte de zaten:
"Nasılsanız öyle yönetilirsiniz."
Buyrulmaktadır. [25]
Allah'ın "Zulüm
ve Zalimler" hakkındaki sünnetinden birisi de, onların, âhirette
kurtulmayacakları gibi dünyâda da iflah olmamalarıdır. Allah (c.c.) şöyle
buyuruyor:
"De ki: 'Ey kavmim, gücünüz yettiğince
yapacağınızı yapın, ben de yapacağımı yapıyorum. Yakında (dünyâ) yurdu (nu)n
sonunun kimin olduğunu bileceksiniz. Muhakkak ki zulmedenler, kurtuluş yüzü
görmezler!" [26]
Bu, Allah'ın, elçisi
Hz. Muhammed'e (a.s) küfürlerinde ısrar eden kavmine (âyette geçen sözleri)
söylemesini istediği hitaptır. Aynı zamanda korkunç bir tehdittir de.
Yâni, doğru
zannediyorsanız, yolunuzda, yerinizde öylece devam edin. Ben de yolumda ve
istikametimde devam etmekteyim. İlerde bileceksiniz, bu dünyâda iyi neticeler
kiminmiş. Elbette Resulünün ve O'na tâbi olan inananlarındır. Nitekim Allah (c.c.)
va'detti, va'dini yerine getirip Resulünü kafirlere karşı destekledi. Resûlu ve
mü'minler için söz konusu olan iyi neticelerin de sebebine işareten sünnetinin;
"zalimler iflah olmaz" şeklinde olup mü'minlere muhalif olanların
zalim olacağını bildirdi. Zulüm, daha kapsamlı olduğundan küfrün yerine kullanıldı.
Bu daha faydalıdır. Çünkü zalim kurtulmayacağına göre, zulüm çeşitlerinin en
kötüsü olan küfrün mensubu kafir nasıl kurtulur ki?
Haklar hususunda
insanlara zulmedenleri kapsadığı gibi, Allah'ın nimetlerine nankörlük ederek
veya uluhiyette O'na ortak koşarak nefislerine zulmedenler de "Kurtulmayan
Zalimler"in kapsamına girerler. Sünnet (Kanuni İlahi) değişmez. O da,
zalimlerin iflah olmayacakları, yardım görmeyecekleri ve arzularına nail
olmayacakları kunundur. Allah'ın adil sünnet ve adeti gereği, zalimler için
kurtuluş söz konusu olmayınca, bunun ehl-i hak ve ehl-i adalet olan
peygamberler ve onlara uyan müminlere özgü olduğu şu âyetlerde ifade
edilmiştir:
"Elbette biz elçilerimize ve inananlara hem
dünyâ hayatında hem de şahidlerin (şahidliğe) duracakları günde yardım
ederiz." [27]
"Gönderilen peygamber kullarımıza şu sözümüz
geçmişti: 'Mutlaka kendilerine yardım edilecektir. Ve galip gelecek olanlar,
mutlaka bizim ordumuzdur." [28]
Allah'ın "Zulüm
ve Zalimler" hakkındaki bir sünnetide, milletlerin kendi zulümleriyle
helak olmalarıdır. Bu umûmî sünnetin (kânun) izahı kabilinden Kur'an"da
pek çok âyet bulunmaktadır:
"Böylece zulmeden milletin ardı kesildi."
[29]
"Zalim toplumdan başkası mı helak edilir?."
[30]
"İnanmadıkları için sizden önceki nice
nesilleri helak etmişizdir." [31]
Son âyette geçen sebeb
durumunda ki (lemmâ) kelimesi, başka bir fiillin oluşmasından dolayı, fiilin
meydana gelmiş olmasına delalet eden zarfdır. Yâni bu kelime, sebeb durumunda
ki "zulm’ün meydana gelmesiyle (geçmiş) milletlerin yok olup gittiklerine
delalet etmektedir.
Zulüm İki Çeşittir:
1-
Kişilerin, günahları ve Allah'ın itaatından çıkmaları ve birbirlerine
zulmetmeleri sebebiyle nefislerine zulümleri.
2- Halkının
haklarını yok yere harcayan, onları, devamlılıktan uzak, sıkıntlı ve perişan
bir yaşantıya sürükleyen ve düşmanların istilasına elverişli hale getiren
idarecilerin zulmü.
Bu konuda Allah'ın şu
sözü ne kadar doğrudur. [32]
"(Halkı) zulmeden nice şehri kırıp geçirdik ve
onlardan sonra başka bir topluluk getirdik." [33]
İşte bu kânun
milletler arasında sürekli ve kaçınılmaz bir sünnettir. Zulümleri sebebiyle yok
olup gitmelerinin bir zamanı vardır. Bu zaman, durumlarının ve düşmanlarının
(zayıf ve kuvvetli oluşları gibi) hallerinin değişmesiyle değişir. İşte bu, âyette
işaret edilen "ecelleri'dir:
"Her ümmetin bir süresi vardır. Süreleri
(ecelleri) gelince ne bir an geri kalırlar,
ne de ileri giderler." [34]
Zalim milletlerin yok
olması için belli bir ecel söz konusudur. Şöyle ki, zalim milletlerin devamı
belli bir süre ile sınırlıdır. Bu süre sona erince ecelleri gelmiş demektir.
Tıpkı ömrünün müddeti bitip eceli geldiğinde insanın ölüp yok olması gibi. Bunu
şöyle izah etmek mümkündür: Bir millet içerisinde zulüm, insandaki hastalık
gibidir. Hastalık, kendisi için takdir edilen sürenin bitiminden sonra hastanın
ölümünü hızlandırır. Bu sürenin bitimiyle artık onun ölüm zamanı yaklaşmıştır.
Aynı şekilde millet içerisinde zulüm, Allah'ın ecel olarak bildirdiği muayyen
müddetin bitmesiyle yıkıma, yok olmaya götüren yıkıcı iz ve alametlerin meydana
gelmesiyle o milletin helakini hızlandırır. Yâni Allah'ın, milletlerin ecelleri
için koymuş olduğu umûmî sünnetinin gereği takdir ettiği müddet, o millette var
olan adalet gibi devam faktörleri veya zamanla ortaya çıkan zulüm gibi bozulma
ve yıkım amillerine bağlıdır.
"Her ümmetin bir süresi vardır. Süreleri
(ecelleri) gelince (-onlar), ne bir an geri kalırlar, ne de öne geçerler, (tam
vaktinde bitip giderler)." [35]
Âlûsi (1270/1853) bu
âyet hakkında şunları söylemektedir:
"Yâni, helake
uğramış her milletin bir eceli, köklerinin kazınması için konulmuş belli bir
süreleri vardır. [36] Bu
milletin helaki, muhakkak olsa da, geliş zamanı bizim için malum değildir. Yâni
yakinen biliyoruz ki, zalim bir millet "Zulüm ve Zalimler" hakkındaki
Sünnetullâh gereği kesin helak olacaktır. Fakat yok oluşunun vaktini bilmemiz
ve kavramamız mümkün değildir. Hiç kimse buna ne bir gün ne de bir yıl tayin
edemez. Bu Allah katında belli saatlerde sınırlanmıştır. Bu sebeble Allah (c.c)
şöyle buyurmuştur:
"Süreleri (ecelleri)'ne gelince bir an geri
kalırlar, nede öne geçerler.” [37]
Sünnetullâh, zalim
milletlerin helakine uygundur. Allah (c.c.) şöyle buyurur:
"(Ya Muhammed), bu sana anlattıklarımız, o
şehirlerin haberlerinden (başlarına gelen olaylardan)dır. Onlardan kimi hâlâ
ayakta, kimi de biçilmiştir. Biz onlara zulmetmedik. Fakat onlar kendilerine
zulmediyorlardı. Rabb'inin emri geldiği zaman, Allah'tan başka çağırdıkları
tanrıları, kendilerinden hiçbir şeyi savamazâr ve onların ziyanlarını
artırmaktan başka bir işe yaramadı! İşte Rabb'in, zulmeden şehirleri yakaladığı
zaman böyle yakalar. Çünkü onun
yakalaması, çok acı ve çok çetindir." [38]
Allah (c.c.) (biz
onlara zulmetmedik) buyuruyor. Helak etmekle biz onlara zulmetmedik. Fakat
yaptıkları sebebiyle nefislerine zulmederek helak olup gittiler, demektir.
(İşte Rabb'in, zulmeden
şehirleri yakaladığı zaman böyle yakalar) Yâni, Allah'ın azabı geçmiş
milletlere özgü değildir. Aksine, bütün zalimleri cezalandırma hususunda O'nun
sünneti (kânunu) birdir. Kimsenin, helakin sadece geçmiş zalimlere özgü
olduğunu zannetmesi doğru değildir. Çünkü Allah onların durumlarını hikâye
ederek buyuruyor ki:
(İşte Rabb'in,
zulmeden şehirleri yakaladığı zaman böyle yakalar). Anlaşılıyor ki, helake
götüren bu durumlarda geçmiş zalimlere ortak olan herkes, aynı çetin azaba
çarptırılmada da onlara ortak olacaktır. Ayet, zulmün vehametinden
sakındırıyor. Öyle ise, zalim kendine verilen mühlet ve tanınan süre ile aldanıp durmasın. [39]
Allah Teala şöyle buyruyor:
"Halkı islah edici kimseler olsaydı, Rabb'in,
o şehirleri haksız yere helak edecek değildi." [40]
Kâfir bir devlet adil
olabilir. Yâni, kânunları insanlara zulmetmediği gibi, ne insanlar nefislerine,
ne aralarında birbirlerine zulmetmezler. İşte bu devlet, -küfrü ile beraber
ayakta kalır. Çünkü, bir devleti yanlız küfrü sebebiyle helak etmesi Allah'ın
sünnetinden' değildir. Fakat devlet, küfrüne, yöneticilerin halkına, insanların
birbirine olan zulümlerini eklerse durum farklı olur. Bunu ilim ehli ve
müfessirler söylemektedirler. İmam Razi (544/1149) tefsirinde şunları
söylemektedir: "Bu âyetteki zulümden maksat şirktir. Yâni Allah Teala,
aralarındaki muamelelerinde düzeltici, bozgunculuktan uzak oldukları ve
birbirlerine dürüst davrandıkları sürece yanlız şirkleri sebebiyle bir şehir
halkını helak etmez. [41]
Kurtubi Tefsirinde ise
şunlar yazılıdır:
"Zulüm, şirk ve
küfür demektir. (Halkı İslah edici kimseler) demek, yâni aralarındaki hak
alış-verişlerinde İslah ediciler demektedir. Âyetin mânâsı şöyledir:
Allah, fesadı
karıştırmadıkça, yanlız küfürleri sebebiyle onları helak etmemiştir. Nitekim
Şuayb (a.s)'ın kavmini ölçü ve tartıda hile yapmaları, Lüt kavmini de livata
(eşcinsellik) gibi bir çirkefi işlemeleri sebebiyle helak etmiştir. [42]
Şeyh-ul İslam İbn-i
Teymiyye (662/1263) şöyle der:
"İnsanların
işleri, dünyâda, günaha bulaşmayan haklar konusundaki zulümdense, ancak içinde
bir takım günahların bulunduğu adaletle düzgünlük arzeder. Bunun için Allah,
kâfir de olsa, adil devleti ayakta tutar ama müslüman da olsa zalim olana geçit
vermez, denilmiştir. Yine dünya, adalet ve küfürle devam eder ama zulüm ve
İslâm'a davet etmez, denilmiştir. Adalet, herşeyin ölçüsüdür. Dünyâ işlerinde
adalet icra edilirse, (icra edenler kâfir oldukları için) âhirette mükâfat
alamasalar da, (o adalet sayesinde) dünyâ ayakta kalır. Fakat adalet icra
edilmese dünyâ ayakta kalmaz. Halkın imanı da olsa, ( adaleti uygulamaya
koymadıkları için) imanları âhirette onlara fayda sağlamayacaktır. [43]
Kânunun, tüm insanlara
aynı ölçüde, iltimassız (kimseyi kayırmadan) tatbik edilmesi gönüllere rahatlık
verir. Haklı olan zayıfa, kuvvetli olanın zulmünden emin olduğu kanaatini
verir. Çünkü devlet, onun yanında mahkemelerinin adalet ve ciddiyetle, herkese
ve kimseyi kayırmaksızın tatbik ettiği kânunlarının temsilcisidir. Her kim ki,
devlet, kanunlarıyla onun yanındadır, o kimse, ne kadar nüfuz, kuvvet ve mevki
sahibi olsalar da, başkalarından daha güçlüdür.
Bu konum bozulup
kânunlar herkese tatbik olunmayınca, kayırmalar (iltimas) baş gösterince ve
hele hakim bunu başlatınca bu, devletin bizzat işlediği ve yardımcı olduğu veya
susup mani olmadığı bir zulümdür. Devlet bizzat zulme sarılır ve onu örtbas
ederse, artık o devlette helak ve yok oluş sebebi baş göstermiştir. Devlet
zamanla yok olur gider. Bu Resulüllah' (a.s) ın bizi sakındırdığı durumdur.
Buhari ve Müslim'in Hz. Aişe'den rivayet ettikleri bir hadiste şöyle
denilmektedir:
"Mahzum
kabilesine mensup olan hırsız bir kadının durumu kureyş'i fazlaca meşgul
etmişti ki bu hırsızlık konusunda Resûlullah'la kim konuşabilir? Deyip
duruyorlardı. Buna Resûlullah'ın sevdiği Üsatne b.Zeyd ancak cesaret edebilir
dediler. O da konuyu açınca Resûlullah'ın yüzünün rengi değişti. Ve buyurdu ki:
"Allah'ın
hududundan bir had (ceza) konusunda benden şefaat mi bekliyorsun?" Üsame:
Estağfirullah, Ya Resülallah! dedi. Akşam olunca Resûlullah kalkıp hutbe okudu.
Allah'ı layıkı veçhile sena ettikten sonra buyurdu ki:
"Bundan sonra (Emma ba'd), sizden öncekiler,
ancak içlerinden soylu birinin hırsızlık yapması durumunda onu salıvermeleri,
ama güçsüz birinin hırsızlık yapması durumunda da ona ceza (had) uygulamaları
sebebiyle helak oldular. Nefsimi kudreti elinde bulundurana yemin olsun ki ben
Muhammed'in kızı Fatıma hırsızlık etsede elini keserim. Sonra emretti, o
hırsızlık eden kadının eli kesildi." [44]
Bu hadisin şerh'inde:
"Bu hadiste, evlat da olsa, akraba da olsa, asilzade de olsa gerekli
kimselere haddi yerine getirmede iltimasın terki konu edilmektedir. Bu iş,
oldukça sıkı tutulmuş olup, bu hususta ruhsat kullananı da hadis reddetmiştir" denilmiştir [45]
Hırsızlık eden kadın
hakkında bahsi geçen hadiste Resûlullah (a.s) şöyle buyuruyordu:
"Sizden öncekiler, ancak içlerinden soylu
birinin hırsızlık yapması durumunda onu salıvermeleri, ama güçsüz birinin
hırsızlık yapması durumunda ise ona ceza (had)
uygulamaları sebebiyle helak oldular".
Kânunun tatbikinde
iltimas, devletin bizzat yaptığı veya yardımcı olduğu bir zulümdür. Oysa
devletin zulmü bertaraf ve mazlumları himaye ederek zalimleri cezalandırması
beklenirdi. Zulmün en ağır ve acı olanı da, şeni korumakla yükümlü olandan
gelen zulümdür. Zulmün bu ve diğer seni çeşitlerini bizzat devlet uygular veya
göz yumar yahut yardımcı pozisyonunda bulunursa, halkın zihninde kötü bir
izlenim bırakır, devlet hakkında var olan ümitleri korku ve endişeye dönüşür ve
devlete olan güvenleri sarsılır. Ayrıca bu durum onları devleti önemsememeye,
idareyi zayıflatmaya, idarenin devamından yana olmamaya ve onu müdafaa etmemeye
sevkeder. Daha kötüsü, onları devletin yıkımını, düşman istilasıyla bile olsa
yok olup gitmesini isteme gibi bir düşüncenin kucağına atar. Sonra da lisan-ı
halleriyle şöyle derler:
"Devlet artık
bizim için güven duyduğumuz, himaye gördüğümüz, haklarımızın korunması
konusunda huzur içinde olduğumuz ve zalimlerin düşmanlıklarına meydan
verilmeyen büyük bir ev durumunda değildir."
Zulüm, bilfiil devlet
eliyle devam eder veya örtbas etmek, bertaraf etmemek yahut görmezlikten
gelinmek suretiyle yayılma gösterirse, iş, devleti kendilerine düşman gören
insanlarla iş birliği yapıp devleti yıkmak üzere harekete geçen mazlumlara
kalır. Bu dediğim, mazlumları tahrik etmek için değildir. Zulmederek onları bu
hale düşüren, bu konuda zalime yardımcı olan veya gücü yettiği halde zulme
engel olmayan devletin durumunu ortaya koymaya çalışıyorum.[46]
İnsanların çalışmayı
bırakıp, üretimden uzak durmaları ve bulunduğu yerden sürekli kaçıp gitmeleri
sebebiyle, ülkelerin iktisadî bakımdan çöküşü ve uygarlık açısından yıkımı da
zalim devletin yok olmasında rol oynayan zulüm eseridir. Bütün bunlar, devletin
ekonomik ve askeri gücünde etkili olurken kimi sahalarda hazırlık için
harcanabilecek mali kaynakları da azaltır. Güçsüz, mazlum ve düşkün halkına
acımasız da olsa, devleti harici düşmanları karşısında zayıf düşürür. Bu durum
ise, güçlü devletlerden olan düşmanların devlete veya kimi bölgelerine hucûm ve
istilasına yahut devleti yok etmek konusunda gerekli zaiyat ve sıkıntılara
teşvike yol açar.
Alimlerimiz (Allah
rahmet eylesin), zulmün ülkeleri harap etmedeki etkinliğine işaret etmişlerdir.
Kurtubi Tefsirinde: "Zulüm ve cevr (eziyet etme) halkını öldürmek ve göç
etttirmek suretiyle ülkeleri harap eder. Artık o yerde bereket kalkar"
denilir. [47] Alûsi Tefsirinde ise:
"İbn-i Abbas'tan
rivayet edilmiştir. O şöyle der:
Allah'ın kitabında
zulmün, evleri yıktığını görüyorum. Ve şu âyeti okudu:
"İşte şunlar, zulümleri yüzünden çökmüş,
(ıssız kalmış) evleridir. Şüphesiz bunda bilen bir kavim için ibret vardır."
[48]
"El-Halim",
Allah'ın güzel isimlerindendir. O'nun Hilm'i geniştir, tüm insanları kapsar.
Zulmettikleri için onları cezalandırmada acele etmez. Allah Teala şöyle
buyurmaktadır:
"Eğer Allah, insanları, yaptıkları (her)
haksızlıkla cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı kalmazdı.
Yani, şayet yaptıklarından dolayı insanları
cezalandırmış olsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı kalmazdı. Fakat onları takdir
edilen bir süreye kadar ertelet, süreleri geldiği zamanda bir saat dahi, ne
geri kalırlar ne de ileri geçerler, derhal mahvolup giderler” [49]
İnsanların helak
edilmesiyle yeryüzündeki bütün canlılar da yok olup giderdi. Fakat Allah (c.c.)
yumuşak muamele eder, (suçu) örter, belli ve tayin edilmiş süreye kadar bekler.
Yâni cezalandırmada acele etmez. Çünkü bunu yapsa canlı namına hiçbir şey
kalmaz [50].
Zulüm, ümmetin
helakine sebeb olunca, şer'an zalime karşı çıkmak, zulmüne mani olmak, ona
boyun eğmemek ve meyletmemek vacibdir. Ümmet ancak bununla içine düştüğü zulmün
sebeb olduğu helakten ve hak ettiği cezaya çarpılmaktan kurtulur. Şimdi zulüm
ve cezasından korunmanın, işaret ettiğimiz, yollarını anlatalım:[51]
Tirmizi'nin, Cami'nde
Hz. Ebubekir'den rivayet ettiği hadiste, O'nun şöyle dediğini nakleder:
"Ey insanlar! Siz şu âyeti okuyorsunuz:
"Ey inananlar, siz kendinize bakın, siz doğru
yolda olduğunuz takdirde sapan kimse size zarar veremez." [52]
Ben Resulullah'ın
şöyle dediğini işittim:
"İnsanlar bir zalimi görürler, ona mani
olmazlar. Bu sebeble hemen hepsi cezalanır."
Bu hadisin şerhinde:
"Yâni, önlemeye
güçleri yettiği halde önlemezlerse hemen hepsine umûmî ceza gönderilir [53]
denilmiştir.
Görülüyor ki, zulmüne
mani olunması ve hoş görülmemesi gereken "zalim", zalim idareci ve
diğer zalimleri de içermektedir. Tıpkı melakine ve daha başka şeylere sebeb
olan azab ve cezanın ümmetin tamamını kapsadığı gibi. [54]
Zulümden uzak kalmak,
zalime boyun eğmemek ve ona karşı direnmek... Bütün bunlar, müslüman ferdte
olması ve öylece yetişmesi gereken hasletlerdir. Çünkü bunlar, İslami
kimliğinin oluşması için zaruri olup müslümanın asli özelliğini ve esas
kıymetini ortaya koyan temel vasıflardır. Allah (c.c.) şöyle buyurur:
"Bir zulüm ve saldırıya uğradıkları zaman
(kahramanca biribirlerine yardım ederek) kendilerini savunurlar." [55]
Onların direnmesi,
Allah'ın onlara verdiği ile yetinip, taşkınlık yapmamalarıdır. Böyle bir
direniş karşısında övülmüşlerdir. Çünkü haddi aşmadan hakkı alan, -kan sahibi,
yâni kısas veya diyet isteme konumunda ise- öldürmede israf etmeyen ve ırzını
korumak için kılıca sarılıp bertaraf eden kimse itaatkârdır. Her itaatkâr
(muti) ise övülmüştür. [56]
Tefsiri Kutubi'de:
"Yâni zalim biri
tarafından bir zulme maruz kaldıklarında teslimiyet göstermezler." [57]
denilmiştir.
Sahih-i Buhari'de
İbrahim en-Nehai'nin şöyle dediği kayıtlıdır; "Ashab horlanmaktan, zelil
bir duruma düşürülmekten hoşlanmazlardı. Ama güçlü olduklarında da afvederlerdi.
[58]
Zikrettiğimiz âyetin
tefsirinde Alusi (1270-1853) şöyle der:
"Kendilerine
karşı çıkandan -Allah verdiğince- intikam alırlar, aşırı gitmezler. Günahını
itiraf eden acizin afvedilmesi övülmüştür. Israrlı düşmana karşı koymak da
güzel görülmüştür." [59]
Zulme düşmek ve zulmün
yaygınlaşması gibi ümmeti helake sürükleyen ve (umûmî) cezaya çarptırılmasına
sebeb olan davranışlardan korunma yollarından biri de, her nasıl olursa olsun
zalimlere meytetmemektir. Ta ki, zulmetmekten aciz ve zayıf kalsınlar. Hele
bunlar, bir de zalim idareciler olurlarsa...Çünkü onlar zulmü, ya yardımcıları
ve hak sahiplerinin susmaları veya kendilerine meyletmeleri sayesinde yaparlar.
Allah (c.c.) zalimlere meyletmekten sakındırarak buyuruyor ki:
"Sakın zulmedenlere en ufak bir meyil
duymayın, sonra size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur.
Sonra (Allah tarafından da) size yardım edilmez." [60]
Zemahşerî (538/1143)
bu âyetin tefsirinde şöyle der: (Meyletmeyiniz), bir şeye meylettiği zaman
(erkenehu) denilir. Yasak (nehiy) zalimlerin arzularına boyun eğmeyi, onlarla
beraber olmayı, sohbetlerinden ayrılmamayı, ziyaretlerinde bulunmayı,
dalkavukluk etmeyi, yaptıklarına rıza göstermeyi, onlara benzemeyi,
şekilleriyle şekillenmeyi, övgüyü andıran ifadeler kullanmayı ve (iltifat ve
tasvib anlamı taşıyacağı için) onların süs ve giyimlerine en küçük bir bakışı
bile kapsamaktadır. (Meyletmeyin); "Rûkun" az bir meyil demektir.
(Zulmedenlere) deyip de (zalimlere) denilmemesinin incelendiğini bir düşün.[61]
Zalime yardım edenler
de aynı onun gibi zalim olacakları için zalime yardımcı durumunda olmak caiz
değildir. Bütün şekil ve türleriyle zalime meyletmek caiz olmadığına göre,
fiili yardımda bulunmak haydi haydi caiz olmaz. Gerçek şu ki, zalim bir idareci
avanesinin ve yandaşlarının yardımıyla zulüm yapmaya imkan bulur, yoksa yalnız
kendisi zulüm yapmaz. Hangi şekliyle olursa olsun, zalime yardım etmek caiz
değildir. Çünkü bu, onu desteklemek, zulmünü icra etmesine müsaade etmek
demektir. Bu sebeble, zalim bir idareciye azab geldiği zaman, aynı şekilde (bu
zulmü onaylayan) yardımcılarına da gelir. Çünkü onlar da onun kadar
zalimdirler. Nitekim Firavun'a gelen azab avanesine de gelmişti. Cenab-ı Hakk
şöyle buyuruyor:
"Gerçekten Firavun, Haman ve askerleri
hatalıydılar (yanılıyorlardı)."
[62]
Allah hepsini bu
âyette "hata" vasfı ile bir araya getirmiştir. Hataları, Firavun'un
zulmetmesi, (veziri) Haman ve askerlerinin de buna yardımcı olmalarıdır. Bu
sebeble azab Firavun'a inince yardımcılarına da inmişti:
"Biz hem onu, hem de askerlerini yakaladık.
Onları denize atıp boğduk." [63]
"Biz onu ve askerlerini tuttuk, denize attık;
bak o zalimlerin sonu nasıl oldu" [64]
Allah (c.c.) hepsini
"zalim" olarak vasıflandırdı. Firavun'a ve ona yardım ettikleri için
askerlerine "zalimler" diyerek hepsini aynı azabla helak ettiğini
haber vermiştir. [65]
Zalimin zulmüne imkan
verecek tarzda devamına yardımcı olunamaz. Devam ve bekası için dua edilmez.
Çünkü bekasında zulmünün daimi olmasını işitmek söz konusudur. Hadis-i Şerifte;
"Zalimin bekası için dua eden kimse Allah'ın
mülkünde O'na asi olunmasını istemiştir" buyurulmuştur. [66]
Süfyanu's Sevri;
"Çölde susuzluktan ölmek üzere olan bir zalimi görürsek ona su verelim mi?
diye soranlara, "Hayır" cevabını vermişti. "Ama ölür"
denilince de, "Bırakın ölsün" demişti. [67]
Müslüman cemaat
Allah'ın:
"İçinizden hayra çağıran, iyiliği buyurup
kötülükten men'eden bir topluluk olsun; işte onlar kurtuluşa erenlerdir."
[68]
Emrine icabet etmek
için toplantı yerlerine devam ederler. Cemaatin, Emr-i bil'maruf ve Nehy-i
ani'l Münker farizasını yerine getirmesi gerekir. Zulme maruz kalmak ve
toplumda zulüm beklentisi içinde olmak bir münkerdir. Zulmün en çirkini ise
hakimin (idareci) zulmüdür. Bu durumda cemiyete düşen, Emr-i bi'l Maruf ve
Nehy-i Ani'l Münker kaideleri ışığında bulunduğu yeri seçip cesaretle tavrını
ortaya koymasıdır. Peygamber (a.s) in şu hadisi bu gerçeği ifade etmektedir:
"Sizden bir kimse çirkin bir iş (münker)
gördüğünde onu eliyle değiştirsin. Buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin,
buna da gücü yetmezse kalbiyle değiştirsin. Ki bu imanın en zayıf olanıdır. "[69]
Cemaatın aklında bulundurup unutmaması gereken bir şey vardır ki, o da kendinin fertten kuvvetli, devletten zayıf olduğu ve İslami cihâdın doğru olan metodu üzerine kendisini göz altında tuttuğudur, Bu durumda bulundukça cemaata düşen, bu gerçekler ışığında ve şeriatın onayladığı uslub ve metodla tavır sergilemesidir.[70]
Müslüman cemaatin, iyi niyetle de olsa, zalimlere meyletme anlamı taşıyan davranışlardan son derece kaçınması lazımdır. Çünkü, iyi niyet, bazan belli şartlar dahilinde sahibinden günahı kaldırsa da hatayı yanlışı doğruya, haramı helale çevirmez. Buna göre cemmatin, lideriyle ve üyeleriyle (kadrosuyla), zalim idarecilerin arasında cemaati temsilen bulunması, onları tasvib etmediğini ilan etmeksizin, onlarla birlikte halkın önünde görülmesi, cemaatin zalim idarecilere dalkavukluk ettiği vaya onları destekledeğinin intibaını vererek insanları samimiyetlerinde şüpheye düşürücü davranışlarda bulunması caiz değildir. Aksi halde onlar kendi sorumluluklarına cemaati de ortak ederler. Dahası insanlar cemaatten ayrılır, dağılmaya ve hak doğru olanı söylese de onu dinlememeye başlarlar. Çünkü insan davranışı kendisine ters düşen kimselerden, özellikle zalim idarecilere dalkavukluk etme ve onlara destekçi olma konusunda muhalif olanlardan, hak da olsa kabul etmemek üzere yaratılmıştır. Hele de dalkavukluk ve destekçi, insanları İslam davasına çağıran müslüman cemaat olursa...[71]
Zalimlerin aralarında
bulunmak, onlarla oturmak, onlardan istekte bulunmak gibi görüş itibariyle
"meyil" anlamı taşıyan durumlardan ayrı tutulan özel bir husus
(istisna) vardır ki o da; ya böyle bir davranışa mecbur eden konunun veya
zalimlere "meyil" denilebilecek kimi davranışları mubah kılan şer'i
bir zorunluluğun varlığıdır. İmam er-Razi (544/1149), (Zulmedenlere meyl
etmeyiniz) âyetinin tefsirinde şöyle der;
"Bir zararı defetmek, acil bir menfaati çekmek için zalimlerle bulunmak, onlara "meyl" etmeme yasağına dahil değildir." [72]
Alusi (1270/1853), Şer'i bir sebeb yokken onlarla birlikte bulunmayı "meyil" olarak nitelendirmektedir. [73] Buna göre şer'i bir sebebin bulunmasıyla, onlarla bulunmak caizdir. [74]
Genel kaidenin dışında kalan istisnai almada cemaatin işi geniş tutmaması laçkalaştırmaması gerekir. Çünkü istisnalarda hoşgörü (müsamaha) olmaz. Ayrıca, istisnayı alma hususunda acele etmemesi lazımdır. Aksine, önce üzerine düşen, bu istisnayı almaktan başka bir çarenin olmadığına, bir zararı bertaraf etmesi, bıraktığı bir menfaatten daha büyük ve öncelikli olacağı için maslahatının (fayda) mefsedetinden (zarar) daha önemli olduğuna iyice kanaat getirmesidir. Bu takdiri bir durum olup cemaatin inisiyatifine bırakılmıştır. Allah (c.'c), takva ve ihlasına göre cemaati -inşallah- doğruyu yapmaya muvaffak kılar. Cenab-ı Hakk (c.c),
"Kim Allah'tan korkarsa (Allah) ona bir çıkış (yolu) yaratır." [75] buyuruyor. Fakat iş, istisnanın alınıp alınmayacağı veya hangisinin daha faydalı olacağını bilmeyecek şekilde müşkil ve kapalı olursa, bu durumda cemaatin istihare duası ve namazıyla, istisnayı alıp almamadaki doğruyu bildirmesini Allah'tan istemesi lazımdır.[76]
Zalimlere meyletmesi sebebiyle müslüman cemaat, âyette anılan azaba çarpılacaktır:
"Sakın zulmedenlere en ufak bir meyil duymayın, sonra size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra (Allah tarafından da) size yardım edilmez." [77]
Yâni zalimlere meylettiğiniz zaman "ateşin sizi tutması" bu meylin akıbeti olacaktır. Yâni zalimlerin ve onlara meyledenlerin cezası olan "ateş" size dokunacaktır. Çünkü zalimlere meyil zulümdür. Öyleyse meyleden zalim olur. (Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur, Yani sizi Allah'ın azabından kurtaracak bir dostunuz da yoktur. (Sonra size yardım edilmez) ne, herhangi bir sebeble ne de Allah'ın yardım ve desteğiyle bir yardımcınız olmaz. Çünkü zalimlere meyleden, onlardan olur. Allah (c.c.) ise zalimlere yardım etmez.
"Rabbimiz sen birini ateşe soktun mu, onu
perişan etmişsindir, zalimlerin yardımcıları yoktur." [78]
Müslüman cemaata
düşen, kusur ve yükümlülüklerini ümmete göstermesidir. Kusurları, zalim
idarecinin karşısında susmak, eğilmek, ona meyletmek ve destek olmak suretiyle
zulmüne yardımcı olmalarıdır. İşte onların bu kusurları olmasa, zalim, yetkisini
kötüye kullanmayacak ve zulmünü sürdürecekti. Ümmet ondan kurtulmayı istediği
an, isterse birbirlerine zulüm etsinler veya içlerinde isyan yaygın bir durumda
olsun, aralarında söz birliği de olmasın ve ne şekilde olursa olsun zalim
idareciye yardım ediyor olsunlar, onu despotluğa (tasallut) götürecek bütün
sebebleri ortadan kaldırmaya ciddi bir gayretle yükümlülüklerini yerine
getirmeleri gerekir. Ayrıca zalim idareciyi onaylamama, ona olan fiili
hoşnutsuzluğu hayata geçirmek için gerekli gücü oluşturma ve fiilen zulmü
ortadan kaldırma gibi sorumlulukları da yerine getirmesi gerekir. Bu İslam ve
Allah yolunda cihâd sancağını taşıyan İslam cemaatinin etrafında toplanıp
kenetlenmeyi gerekli kılan bir kıyamdır.
Zalim idareciyi korkutucu yaptırım gücünün ve duyulacak sesinin olması için her seçkin mü'minin bu müslüman cemaata katılma mecburiyeti vardır. Böylece ya zulmünü terkeder, adaletin gereğini yaparak Allah'ın şeriat ve hidâyetine yapışır, ya da idareyi bırakarak bütün yetkilerinden feragat eder.
Çünkü memleket yahut devlet, babasının çiftliği veya tarlası olmadığı gibi, halk da onun kölesi değildir.[79]
Müslüman cemaata düşen, insanları küfre düşmekten, hüküm ve kuvvette devamlı olduğu zannıyla zalim idareciyi desktekleyerek, Allah'a itirazda bulunup O'nu suçlayarak -Allah'a sığınırız-İslamdan çıkmaktan (riddet) men'etmektir. Şeytan, insanların küfürlerini ya sözleriyle yahut müslüman olduklarını vesikalandırmaya çalışmalarıyla süsler. Bununla beraber Allah (c.c), onlara zalim bir idareciyi musallat eder. Üstelik bu idareci, zulmüyle beraber kafir ve mürted (dinden dönmüş) de olabilir. Allah (c.c), onu mazlum insanların intikamını ondan almak için azabını da indirmez. Bu durumda cemaata düşen, onlara cehaletlerini, söyledikleri sözlerin küfür ve İslam'dan çıkmak (riddet) olduğunu, İslami ölçülerle hükmeden ve şeriattan ayrılmayan adil bir idareci istedikleri zaman, evvela kendi aralarında adaleti icra etmeleri gerektiğini açıklamasıdır. Çünkü Hz. Ömer (r.a) gibi adil bir idareci isteyen halkın, Hz. Ömer'in halkı gibi adil olması gerekir. Zira: "Nasılsanız öyle yönetilirsiniz" sözü temel bir kuraldır.
Ayrıca, Müslüman cemaatin; hayatın, Allah'ın umûmî sünnetlerine uygun olarak cereyan ettiğini insanlara anlatması da gerekir. Esbab (sebebler) ve Müsebbeblerde olan Sünneti, hak ve bâtıl mücadelesindeki Sünneti hep bu kabildendir. Allah (c.c), hayat kânunlarını ve toplum içerisindeki umûmî sünnetlerini insanlar için devre dışı bırakmaz. Kaldı ki onların durumları, Allah'a Resulullah'tan ve onun arkadaşlarından daha sevimli değildir. Allah (c.c.) onların çektiği eziyet ve Allah yolunda karşılaştığı musibetleri, yeryüzünden tağutları kaldırarak Allah'ın yardımına mazhar oluncaya kadar can feda edişlerini bize anlatmış ve hikaye etmiştir. Müslümanların, tağutları ortadan kaldırmanın ve zalim idarecileri bertaraf etmelerinden rahatsızlık duyarak yanlız "ol" çekmeleriyle, üzüntülerini dile getirmeleriyle veya müslüman olduklarını delillendirip durmalarıyla olmayacağını bilmeleri lazımdır. Kendileri evlerinde oturup, müslümanlıklarıyla övünüp dururken, Allah'ın zalim idarecileri yok etme gereğinden bahsederler. İsterler ki, Allah meleklerini göndersin de melekler onların yerine savaşsınlar, zalim idareciyi bertaraf etsinler, neticede onun şerrinden onları kurtarsınlar. Hayır! yok öyle şey! Gerçek sünnetleriyle yol bulan; zalim veya kafir idareciden kurtulmak istediğinde ise bütün türleriyle ve bunun için gerekli gücü hazırlamak suretiyle şer'i cihâda tutunandır. Onun atması gereken en iyi adım, söz ve gayret birliğidir. Müslüman cemaatın etrafında bütün bir kadro olarak topluca ve birlikte... Çünkü, cemaat, iyiliği emreder, kötülüğü nehyeder. Zulmü kaldırmak, vazgeçmedikleri zaman zalimleri idareden uzaklaştırmak bu cümledendir. [80]
[1] İbn Manzûr, Lisânu'l Arab, c.15, s.266
[2] Râğıb el-İsfehânî, el-Müfredât, s.315
[3] Fîrûâbâdî, Besâir Zevi't Temyîz, c.4, s.230
[4] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların
Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 146.
[5] Şerh-u Sahîh-i Buhârî, c.5, s.95
[6] Aynî, Umdetu'l Gârî, c.12, s.238
[7] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların
Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 146.
[8] Lisânu'l Arab, c.13, s.156.
[9] Râğıb el-İsfehani, el-Müfredât, s.325
[10] İbnu'l Esir, en-Nihâye, c.3, s.189
[11] Firuzâbâdî, Besâir, c.4, s.28. Kimi gereksiz lüğavî teferruatlara tercümede
yer verilmedi (Çev.) Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri,
İhtar Yayıncılık: 147.
[12] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların
Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 147.
[13] Nahl: 16/90.
[14] Maide: 5/8
[15] Fetevâ-i İbn-i Teymiye, c.l, s
[16] a.g.e., c.l, s.353. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi
Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 148.
[17] ' Fetevâ-i İbn-i Teymiye, c.l, s.362. İbn-i
Teymiye'nin "Mazlumların hakkı verildiği zaman müflis kalmasın" sözü,
Buhârî'nin Ebû Hureyre'den rivayet ettiği şu hadîse işaret ediyor gibi;
Resûlullâh (a.s.) buyurdu ki: Kim bir kardeşinden [ haksız olarak bir şey
almışsa {dinar ve dirhem olarak) kıymetlenmeden aynı gün iade etsin. Eğer iyi
bir ameli varsa ondan haksızlık ettiği kadar alınır, yoksa kardeşinin
günahından ona yüklenir. Askalânî, Şerh-i Sahih-i Buhârî, c.5, s. 161. Prof.
Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 149.
[18] Avnu'l Ma'bûd, Şerh-i Sünen-i Ebî Davûd, c.13, s.244
[19] Askalânî, a.g.e., c.3, s.357-360
[20] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların
Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 150-151.
[21] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların
Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 151.
[22] En'am: 6/129
[23] Tefsîr-i Kurtûbî, c.7, s.85
[24] Tefsîr-i Râzî, c.13, s.194.
[25] Tefsîr-i Âlûsî, c.8, $.27.
Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan,
İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 152.
[26] En'am: 6/135
[27] Gafir: /51
[28] Saffat:
37/171-173 Tefsîr-i İbn-i Kesîr, c.2, s.178-179; Tefsîr-i Âlûsî, c.8, s.31;
Tefsîr-i Menâr, c.8, s.l 19-120; Fîziiâl, c.8, s.113
Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan,
İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 153-154.
[29] En'am: 6/45
[30] En'am: 6/47
[31] Yunus: 10/13
[32] Tefsîr-i Menâr, c.ll, s.315
[33] Enbiya: 21/11
[34] a.g.e.,c.ll,s.315 Yunus: /49. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan,
İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 154-155.
[35] Araf: 7/34
[36] Tefsîr-i Âlûsî, c.8, s.112
[37] Tefsîr-i Menâr, c.8, s.402. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan,
İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 155-156.
[38] Hud: 11/100-102
[39] Tefsîr-i Zemahşerî, c2, s.447; Tefsîr-i Râzî, c.17,
s.517. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar
Yayıncılık: 157-158.
[40] Hud: 11/117
[41] Tefsîr-i Râzî, c.18, s.76
[42] Tefsîr-i Kurtubî, c.9, s.114. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan,
İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 158-159.
[43] İbn Teymiye, Risâletü Emru bi'l Mâruf ve'n Nehyu Ani'l
Münker, s.40. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar
Yayıncılık: 159.
[44] Askalânî, c.12, s.87; Nevevî, c.ll, s.187; Aynî, c.23,
s.276
[45] Askalânî, a.g.e., c.12, s.96. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan,
İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 159-161.
[46] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların
Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 161-162.
[47] Tefsîr-i Kurtubî, c.9, s.334
[48] Tefsîr-i ÂIûsî, c.19, s.215. Neml: 27/52. Prof. Dr.
Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 162-163.
[49] Nahl: 16/61.
[50] İbn-i Kesîr, c.2, s.35. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan,
İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 163.
[51] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların
Hikmetleri, İhtar Yayıncılık:164.
[52] Maide: 5/105
[53] Tuhfetu'l Ahvezî Şerhu Câmiu't Tirmizî, c.8, s.423
[54] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların
Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 164.
[55] Şûra: 26/39
[56] Tefsîr-i Zemahşerî, c.4, s.229
[57] Tefsîr-i Kurtubî, c.16, s.39
[58] Askalânî, Şerh-i Sahîh-i Buhârî, c.5, s.99
[59] Tefsîr-i Âlûsî, c.25, s.47. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan,
İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 165.
[60] Hud: 11/113
[61] Tefsîr-i Zemahşerî, c.2, s.433, Düşünme yönü şudur:
Zulmedenler başka, zulmü kendisine adet edinen zâlimler başkadır. Âyette zulmü
adet edinmediği halde en ufak bir zulme yeltenenlere dahi hafif bir meylin
olmaması gereğine dikkat çekilmektedir. (Çev.)
Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan,
İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 166.
[62] Kasas: 28/8
[63] Zariyat: 51/40
[64] Kasas: 28/40
[65] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların
Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 167.
[66] Tefsîr-i
Zemahşerî, c.2, s.433, Keşşafin
muharrici (Hadîslerini tahrîc eden), "Bu hadîsi Beyhakî Şuabu'l
İman'da rivayet etti ve bunu Ebû Nuaym Hilye'de Süfyanu's Sevrî'nin sözü diye
zikretti" der
[67] Tefsîr-i Zemahşerî, c.2, s.433. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan,
İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 168.
[68] Al-i İmran: 3/104
[69] Al-i İmran: 3/192. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi
Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 168-169.
[70] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların
Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 169.
[71] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların
Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 169-170.
[72] Tefsîr-i Râzî, c.18, s.72
[73] Tefsîr-i Âlûsî, c.12, s.154
[74] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların
Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 170.
[75] Talak: 65/2
[76] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların
Hikmetleri, İhtar Yayıncılık:170-171.
[77] Hud: 11/113
[78] Al-i İmran: /192. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi
Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 171-172.
[79] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların
Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 172-173.
[80] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların
Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 173-174.