KUR'AN'DA ŞİRK KAVRAMI 2

Önsöz. 2

Sunuş. 2

Peygamberlerin Temel Öğretileri 2

Peygamberlerin Cezaya Çarptırılan Kavimleri Ve Çarpıldıkları Ceza Türü. 5

II- KUR'AN'DA ŞİRK'İN TARİFİ 5

III- ŞİRKE DÜŞMENİN SEBEPLERİ 7

IV- ŞİRK'İN İNSAN HAYATI ÜZERİNE ETKİLERİ 8

V- ARAPLARIN ÖNEMLİ TANRI VE TANRIÇALARI 9

Tapılan Diğer Yaratıklar 9

Allah'ın Kızları Olarak İtikad Edilen Melekler 10

VI- ARAPLAR ARASINDAKİ ŞİRKİN SEBEPLERİ 10

VII- DÜNYANIN DİĞER KISIMLARINDAKİ ŞİRK.. 10

VIII- KİTAP EHLİ VE ŞİRK.. 12

IX- KUR'AN'DA TEVHİD KAVRAMI 13

Sonuç. 14


KUR'AN'DA ŞİRK KAVRAMI

 

 

Önsöz

 

Mukaddes Kitabın bütününü veya bir kısmını tetkik eden bir Kur'an okuyucusu, Kur'an’ın, tevhid kavramını sürekli vurgu­ladığına elbette şahid olacaktır. Geçmişte vahyolvnan bütün mukaddes hitaplar gibi Kur'an, bütün ilâhî mesajların özü olan tev­hid kavramını te'yid etmektedir. Her türlü şirk kavramını da şiddetle reddetmektedir.

Kur'an'daki şirk kavramına ait bazı gö­rüşleri ortaya koymak için bu kitabı yazma­ya teşebbüs ettik. Sunuş yazımız, insanın halifeliği kavramıyla, tevhid ilişkilerini bir­likte takdim etmektedir. O, ayni zamanda “Tevhid”in, geçmiş peygamberlerin toplam öğretilerinin genel bir özü olduğu gerçeği­ni de açıkça belirtmektedir.

Belli başlı 13 peygamberin en önemli öğ­retileri, tüm peygamberlerin ilâhi mesajları arasındaki yakın ilişkileri açıklamak için ele alınmıştır.

Şirkin tanımı Kur'an'ın ışığında kesin bir şekilde açıklığa kavuşturulmuştur. Bu araştırma, karanlık şirk okyanusunun çağ­lar boyunca, Kur'an'ın belirttiği insanlara nüfuz eden birçok sebeplerini de içine al­maktadır. Şirkin insan hayatı üzerine yap­tığı etkiler, sayılamayacak kadar çoktur.

Bu araştırmanın diğer önemli bir konu­su da ameli şirktir. Olaylar kendi zıtlanyla daha iyi muhakeme edilir. Bu amaçla önce Araplar arasındaki şirkin bütün özelliği in­celenmiş ve onu oluşturan faktörler ortaya konmuştur. Dünyanın çeşitli kısımlarındaki şirk'e, Kur'an'ın, onların köklerini kazıyaca­ğı açısından bakılmıştır.

Kitap ehli arasındaki şirk ise, çok kısa bir şekilde ele alınmıştır. Kur'an'ın “Tevhid” kavramının tanımı, yüce Allah'a iman sa­hasını tayin etmek için yapılmış ve nihayet asırlar boyu sürüp gelen bu “İlâhi tevhid mesajının” dünyaya her çağda yayılması gerektiği vurgulanmıştır.[1]

 

Sunuş

 

Allah insanı en güzel şekilde yarattı ve onu yarattıklarının birçoğundan üstün kıldı. Göklerde ve yerde ne varsa hepsini kendinden (bir lütuf olarak) ona boyun eğdirdi. Zira in­sanlar yeryüzünde onun halifesi oldular. Yü­ce yaratıcının ona verdiği böyle kesin bir imti­yazdan sonra yaratılışının amacına uygun iş­ler yapması, Allah'ı tanıması ve yaratılışının bir tamamlayıcısı olarak her şeyde ona yönelme­si icabetmektedir.

Geçmişte indirilen diğer kutsal kitaplar gi­bi Kur'an, Allah'ın halifeliğini başarabilmesi ba­kımından insanlığa rehberlik için gerekli ve ka­çınılmaz bir konuyu önemle takdir etmektedir. Bunlar, Tevhid, Peygamberlik ve öbür dünya îıayatıdır. Bu konular İçinde “Tevhid” diğer­lerine nazaran daha önemli bir yer tutar. İlâ­hî Ruh'un, ta ezelden beri insanlığa rehberlik hususunda uygunluğunu tavsiye ettiği İslâm di­ni, hep tevhid olmuştur. O, bütün müessesele­rin İslâmî hareket ve disiplinlerin özü olmuştur. İslâmî hayatın kapsamlı yasası, en ufak hâdisede bile tevhidin dışına çıkmaz. O, in­sanın mükellefliğinin bu sütunlara anlamlı bir şekilde kesinlikle bağlı kalacağını emniyetle ile­ri sürer. Bu müesseselere karşı gelip reddeder­se en aşağı seviyeye düşüp hayvandan da aşa­ğı olacaktır.

Dünyanın bütün geçmiş milletleri, kendi aralarında, peygamberlerin ilâhî rehberlik ko­nularını yaydıklarına şahid olan insanlar bul­muşlardır. İnsanlığa rehberlik için yeryüzüne 124 bin peygamber gönderilmiştir, bunlardan sadece 25 tanesinin ismi Kur'an'da belirtilmiş­tir. [2]

 

Peygamberlerin Temel Öğretileri

 

1- Nuh Peygamber (aleyhisselâm)'a:

“And olsun ki biz Nuh'u kendi kavmine gönderdik. “Ben sizin için apaçık bir uyarı­cıyım; Allah'tan başkasına kulluk etmeyin, Doğrusu ben hakkınızda can yakıcı bir gü­nün azabından korkuyorum” dedi.”[3]

“Size Rabbimin gönderdiği gerçekleri bildiriyor, öğüt veriyorum, sizin bilmediği­niz şeyleri Allah katından ben biliyorum.”[4]

2- Hûd Peygamber (aleyhisselâm)'a:

“Âd kavmine de kardeşleri Hûd'u gön­derdik. Şöyle dedi: “Ey kavmim! Allah'a kul­luk edin. O'ndan başka ilâhınız yoktur; (yok­sa putları Allah'a ortak koşmakla) sadece iftira edicilerden olursunuz.” [5]

“Size Rabbimin sözlerini bildiriyorum. Ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm.”[6]

“...... Hûd: “Doğrusu ben Allah'ı şahid tutuyorum; siz de şahid olun ki, ben sizin (Allah'a) ortak koştuklarınızdan uzağım.” “Ben ancak benim de sizin de Rabbiniz olan Allah'a güvenirim...”(dedi)” [7] 

3- Salih Peygamber (aleyhisselâm)'a:

“Semûd kavmine de kardeşleri Salih'i gönderdik. “Ey kavmim! Allah'a kulluk edin; O'ndan başka ilâhınız yoktur; sizi yer yü­zünde yaratıp orayı imâr etmenizi dileyen O'dur. Öyleyse O'ndan mağfiret dileyin, son­ra da O'na tevbe edin. Doğrusu Rabbim si­ze yakın ve duaları kabul edendir” dedi.”[8]

4- Şuayb Peygamber (aleyhisselâm)’a:

“Medyen halkına da kardeşleri Şuayb'ı gönderdik. Şöyle dedi: “Ey kavmim! Allah'a kulluk edin; O'ndan başka ilâhınız yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik tutmayın. Doğrusu ben sizi bolluk içinde görüyorum ve hakkı­nızda kuşatıcı bir günün azabından korku­yorum.” [9]

5- İbrahim Peygamber (aleyhisselâm) 'a:

“Ey Muhammed! Onlara İbrahim'in kıssasını anlat. İbrahim babasına ve kavmine “Nelere tapıyorsunuz?” demişti.

“Putlara tapı­yoruz, onlara kulluk ediyoruz” demişlerdi. İbrahim “peki” dedi, “siz onlara dua ettiği­niz zaman onlar sizi işitiyorlar mı? Yahut size bir fayda ve zarar verebiliyorlar mı?' demişti.

“Hayır ama babalarımızı da bu şe­kilde ibadet eder bulduk” demişlerdi. İbra­him:

“Şimdi gördünüz mü, siz ve eski atala­rınız nelere tapıyorsunuz? Doğrusu onlar benim düşmanımdır. Yalnız âlemlerin Rabbi (benim dostumdur), dedi.”[10]   

İbrahim, babası Azer'e “putları tanrı mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni ve kav­mini açık bir sapıklık içinde görüyorum' demişti. Yakînen bilenlerden olması için İb­rahim'e göklerin ve yerin hükümranlığını şöylece gösteriyorduk; Üzerine gece basın­ca bir yıldız gördü,

“işte bu benim Rabbim” de'di, yıldız batınca,

“batanları sevmem” de­di. Ay'ı doğarken görünce,

“işte bu benim Rabbim” dedi. O da batınca,

“Rabbim beni doğruya eriştirmeseydi and olsun ki, sapık­lardan olurdum” dedi. Güneşi doğarken gö­rünce,

“işte bu benim Rabbim, bu daha bü­yük” dedi. O da batınca dedi ki:

“Ey kav­mim! Doğrusu ben sizin Allah'a ortak koş­tuğunuz şeylerden uzağım.” Doğrusu ben yüzümü tamamen gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim. Ve artık ben (puta ta­panlardan)  O'na ortak koşanlardan değilim.”[11]  

“Doğrusu onlar benim düşmanımdır. Dostum ancak âlemlerin Rabbidir. Beni ya­ratan da, doğru yola eriştiren de O'dur. Be­ni yediren de, içiren de O'dur. Hasta oldu­ğumda bana O şifa verir. Beni öldürecek, sonra da diriltecek O'dur. Ahiret gününde yanılmalarımı bana bağışlamasını umdu­ğum O'dur. Rabbim bana hikmet ver ve be­ni salihler arasına kat.”[12] 

“İbrahim, şüphesiz Allah'a boyun eğen ve O'na yönelen bir önderdi. Ortak koşanlardan değildi.” [13]

6- Lut Peygamber (aleyhisselâm)'a:

“Lût kavmi de gönderilen elçileri yalan­ladı. Kardeşleri Lût, onlara demişti ki: Al­lah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah'tan sakının ve bana ita­at edin. Buna karşı sizden bir ücret istemi­yorum, benim ecrim ancak âlemlerin Rabbine aittir.”[14]

7- İlyas Peygamber  (aleyhisselâm)'a:

“Doğrusu İlyas da peygamberlerdendi. Kavmine demişti ki:

“Allah'a karşı gelmek­ten sakınmaz mısınız? Yaratanların en iyisi olan, sizin de Rabbiniz, önceki babalarınızın da Rabbi olan Allah'ı bırakıp da Baal putu­na mı taparsınız?”  [15]

8- Yâkub Peygamber (aleyhisselâm)a

“Yoksa Yâkub can verirken sizler ya­nında mı idiniz? O zaman Yâkub Oğulları­na:  

“Benden sonra kime kulluk edeceksi­niz?” diye sormuştu; onlar da:

“Senin ilâhına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilâhı olan tek Allah'a kulluk edeceğiz, bizler O'na teslim olmuşuzdur' demişlerdi.”[16]

9- Yûsuf Peygamber (aleyhisselâm):

“Yûsuf ...”Doğrusu ben, Allah'a inan­mayan ve Ahireti de inkâr eden bir kavmin dinini terkettim. Atalarım  İbrahim,  İshak ve Yâkub'un dinine uydum. Allah'a herhan­gi bir şeyi ortak koşmak bize yaraşmaz. Bu (tevhid) Allah'ın bize ve insanlara olan bir lûtfudur, fakat insanların çoğu şükretmezler.” dedi.

“Ey mahpus arkadaşlarım! Ayrı ayrı bir sürü uydurma Rabler mi daha iyidir, yoksa her şeyden üstün tek Allah mı?”[17]

“Allah'ı bırakıp taptığınız, sizin ve ba­balarınızın adlandırdığı putlardan başka bir şey değildir. Allah onların doğru oldu­ğuna dair bir delil indirmemi ştir. Hüküm vermek ancak Allah'a aittir, kendisinden başkasına değil, O'na tapmanızı emretmiş­tir. Bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler.”[18]

10- Süleyman Peygamber (aleyhisselâm) 'a:

“Süleyman'a bu meselenin hükmünü bildirmiştik, her birine hüküm ve ilim ver­dik. Dâvud'la beraber teşbih etsinler diye dağları ve kuşları buyruk altına aldık. Bun­ları biz yapmıştık.” [19]

(Elçisi Süleyman Peygambere bildirmiş­ti ki:)

“Ora (Sebe) halkına hükmeden, her şeyden kendisine bolca verilen ve büyük bir taht'a sahip olan bir kadın buldum; onun ve kavminin Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Göklerde ve yerde gizli olanları ortaya koyan, gizlediğiniz ve açık­ladığınız şeyleri bilen Allah'a secde etmeme­leri için şeytan, kendilerine, yaptıklarını gü­zel göstermiş, onları doğru yoldan alıkoy­muştur. Bunun için doğru yolu bulamazlar. O çok büyük Arşın sahibi olan Allah'tan başka tanrı yoktur.” [20]  

11- Musa Peygamber (aleyhisselâm)a:

“Musa'nın ardından kavmi, kendileri­nin ziynet takımlarından yapılmış, canlıymış gibi böğüren bir buzağı heykeli yaparak onu ilâh edindiler, O buzağının kendileriyle konuşmadığını ve kendilerine yol da göster­mediğini görmediler mi? Onu ilâh olarak be­nimsediler ve zâlimlerden oldular.”[21]

“Musa kavmine kızgın ve üzgün bir hal­de dönünce, “Benim arkamdan ne kötü ol­muşsunuz! Rabbinizin emrinin çabucak gel­mesini mi istiyorsunuz?' dedi. Levhaları ye­re attı ve kardeşinin başından tutup kendi­ne doğru çekti. Harun:

“Ey annem oğlu! Bu insanlar beni hırpaladılar, az kalsın beni öldürüyorlardı. Bana, düşmanları sevindirecek şekilde davranma, beni bu zalim mil­letle bir sayma”, dedi.” [22]

“Mûsâ; Rabbim! Beni ve kardeşimi ba­ğışla, bize acı, sen merhametlilerin merhametlisisin, dedi.” [23]

“Buzağıyı ilâh olarak benimseyenler, Rablerinin öfkesine ve dünya hayatında al­çaklığa uğrayacaklardır. İşte biz iftira eden­leri böylece cezalandırırız.”[24]

“Fir'avun:

“Âlemlerin Rabbi de nedir?” dedi. Mûsâ:

“Kesin olarak inanacaksınız, bi­lin ki O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bu­lunanların Rabbidir”, dedi.[25]

12- İsa Peygamber (aleyhisselâm)'a:

“İsa, açık delillerle geldiği zaman de­mişti ki: “Size hikmetle ve ayrılığa düştü­ğünüz şeylerin bir kısmını açıklamak üze­re geldim. Allah'a karşı gelmekten sakının, bana itaat edin.”[26]

“Doğrusu Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Artık O'na kulluk edin, doğru yol budur.” [27]

“Allah, “Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara, “Beni ve annemi Allah'tan başka iki ilâh olarak benimseyin” dedin?” demişti de, “Hâşâ, hak olmayan sözü söylemek ba­na yaraşmaz. Eğer söylemişsem, şüphesiz sen onu bilirsin, sen benim nefsimde olanı bilirsin, ben senin nefsinde olanı bilmem. Doğrusu gaybları bilen ancak sensin” demiş­ti. “Ben onlara sadece, “Rabbim ve Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin” diye bana em­rettiğini söyledim...”[28]  

13- Muhammed Peygamber (aleyhisselâm) 'a:

“De ki: “Ey cahiller! Bana Allah'tan baş­kasına kulluk etmemi mi emredersiniz?” Ey Muhammed! And olsun ki sana da, senden önceki peygamberlere de vahyolunmuştur: And olsun, eğer Allah'a ortak koşarsan iş­lerin şüphesiz boşa gider ve hüsranda ka­lanlardan olursun.”

“Hayır, yalnız Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol.” [29]

“And olsun ki, peygamber kullarımıza söz vermişizdir: Onlar şüphesiz yardım gö­receklerdir. Bizim ordumuz, şüphesiz üstün gelecektir.” [30]

“Ey Muhammed!  Senin için söylenenler, senden önceki peygamberler için de söy­lenmişti. Doğrusu Rabbin hem bağışlayan ve hem de can yakıcı azap verendir.”[31]

“Allah, Nuh'a buyurduğu şeyleri, size de din olarak buyurmuştur. Ey Muhammed! Sana vahyettik; İbrahim'e, Musa'ya, İsa'ya da buyurduk ki: “Dine bağlı kalın, onda ay­rılığa düşmeyin.” Putperestleri çağırdığın şey, onların gözünde büyümektedir. Allah dilediğini kendine seçer, kendisine yönele­ni de doğru yola eriştirir.”[32]

“O'nu bırakıp tanrılar mı edindiler? De ki: “Kesin delilinizi getirin, işte benim ve üm­metimin kitabı ve benden öncekilerin kitap­ları.” Hayır; onların çoğu gerçeği bilmez de yüz çevirirler.” [33]

“Sen af yolunu tut, bağışla, uygun ola­nı emret, bilgisizlere aldırış etme. Şeytan se­ni dürtecek olursa Allah'a sığın, doğrusu O işitir ve bilir.”[34]

“Allah'a karşı gelmekten sakınanlar, şeytan tarafından bir vesveseye uğrayınca, Allah'ı anarlar ve hemen gerçeği görürler.”[35]

“Ey Muhammed! De ki: O Allah bir tek­dir. Allah her şeyden müstağni ve her şey O'na muhtaçtır. O doğmamış ve doğurmamıştır. Hiç bir şey O'na denk değildir.”[36]

Yukarıda zikredilen âyetlerden şu ger­çekler çıkarılmaktadır:

a) Allah'ın bütün peygamberleri esasta insanları İslâm'ın "Tevhid Akidesine" çağır­mıştır.

b) Bu peygamberler “Tevhid kavramı­na” tamamen tezat teşkil eden her çeşit “şirk'i” lânetlemişlerdir.

c) Keza onlar, insanlara rehberlik husu­sunda kendi muhteşem hayatlarını bir model olarak takdim etmişler ve kendilerinden ön­ce gelen peygamberlerin öğretilerini kabul etmişlerdir.

d) İlâhi görevlerini yaparken, dünyaca güçlü hiç bir şeyden korkmamışlardır.

e) İnsanlığa rahberlik için, tek bir ortak metodu takip etmişlerdir.

Kur'an'dan çıkarılan bu gerçeklerle aşi­kâr olmuştur ki, Kur'an'da zikredilen bütün peygamberler, insanları, yeryüzünde Allah adına tasarruf etme yetkisi (vekillik) gibi bir imtiyazdan ebediyyen yoksun bırakan, şiddetli, müzmin ve öldürücü bir hastalık olan şirkten kurtarmak için tek bir ortak te­davi şeklini sunmuşlardır. Bu sebepledir ki, nihaî prensipler kitabı olan muhteşem Kur'an, esas itibariyle, peygamberlerin kutsal görevlerinin kolayca kavranması için sadece 25 peygamberi örnek göstermiştir.

Aşağıdaki tablo, bazı ünlü peygamberler zamanındaki halkların “Şirk” üzere amel et­tiklerinden dolayı, Kur'an'da zikredilen cezalara çarptırıldıklarını göstermektedir. [37]

 

Peygamberlerin Cezaya Çarptırılan Kavimleri Ve Çarpıldıkları Ceza Türü

 

Nuh Aleyhisselâm zamanı:

Müşrikler suya gark olup yok olmuş­lardır.

Hûd Aleyhisselâm zamanı:

Yedi sene kuraklık. Bu kuraklıktan son­ra bulutların rengi, siyah, beyaz ve kır­mızıya dönüşmüş, bir hafta da sürekli fırtına kopmuş, zelzeleyle her şey yok olup gitmiştir.

Lût Aleyhisselâm zamanı:

Bütün halk gökten yağan taşlarla yok olup gitmiştir.

Şuayb Aleyhisselâm zamanı:

Halk deprem ve gökten yağan ateşle yok olmuştur.

Mûsâ ve Harun Aleyhimesselâm zamanı:

Firavun ve ordusu Kızıldeniz'de boğul­muştur.

İlyas Aleyhisselâm zamanı:

Müşrikler gökten yağan ateşle helak ol­muştur.

O dönemlerde bütün dünya üzerinde, insanlar arasında şirk çok yaygındı. Geç­mişte ve zamanımızda milyonlarca insan, bu öldürücü şirk hastalığının kurbanı ol­muştur. Onun tahripkârlığı nedeniyle Pey­gamberimiz Muhammed Aleyhisselâmdan önce 124 bin peygamber gönderilmiştir. Pey­gamberlerin sonuncusu, Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselam'dır ki, şeriatı bir­çok müslüman âlim ve müctehidler tarafın­dan yürütülmektedir. Bu sebeptendir ki, Allah'ın nurunun kalblere girmesine engel ve mutlak bir karanlık olan şirk'i Kur'an'ın ışığı altında dikkatlice incelemek esas ol­muştur. [38]

 

II- KUR'AN'DA ŞİRK'İN TARİFİ

 

Şirk kelimesi, ortaklık sözcüğünden gel­me, edebî anlamı, ortağı, şeriki olmadır ki, eşi ve dengi mânasına gelmektedir. Şirk'in şeriattaki anlamı putperest olmadır. Eğer insan, yüce yaratıcıya diğer yaratıkları eş koşarsa, şirk ehli, yani müşrik olur. Şirk, Allah'a karşı her çeşit ortaklığı reddeden tevhidin zıddıdır. Mukaddes Kur'an bunu şöylece doğrulamaktadır:

“... O ancak tek bir ilâhtır. Doğrusu ben O'na ortak koşmanızdan masumum, de.”[39]

Büyük Günah:

Şirk, Kur'an'da en büyük günah olarak belirtilmiştir.

“...Allah'a ortak koşan kimse şüphesiz büyük bir günahla iftira etmiş olur.”[40]

Büyük Adaletsizlik (Haksızlık):

“Lokman oğluna öğüt vererek: 'Ey oğul­cuğum, Allah'a eş koşma. Doğrusu O'na eş koşmak büyük haksızlıktır”,  demişti.”[41]

Büyük Cehalet:

İsrail oğullarının denizden geçmelerini sağladık. Puta gönülden tapan bir millete rastladılar. “Ey Mûsâ! Onların tanrıları gibi bize de bir tanrı yap” dediler. Mûsâ:

“ Doğ­rusu siz bilgisiz bir milletsiniz,” dedi.”[42]

“O'nu bırakıp tanrılar mı edindiler? De ki, “kesin delilinizi getirin. İşte benim ve ümmetimin kitabı ve benden Öncekilerin ki­tabı.” Hayır onların çoğu gerçeği bilmez de yüz çevirirler.”[43] 

Apaçık Sapıklık:

“Allah, kendisine ortak koşulmasını el­bette bağışlamaz, bundan başkasını diledi­ğine bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse derin bir sapıklığa sapmış olur.” [44]

“Allah'ı bırakıp da, kıyamet gününe ka­dar cevap veremeyecek şeylere yalvaran­dan daha sapık kimdir? Çünkü, yalvardıkları şeyler yalvarışlarından habersizdir.”[45]

Büyük Alçaklık:

“Allah'a ortak koşmaksızın O'na yöne­lerek pis putlardan kaçının, yalan sözden de çekinin. Allah'a ortak koşan kimse, gök­ten düşüp de kuşların kaptığı veya rüzga­rın bir uçuruma attığı şeye benzer.”[46]

“Buzağıyı tanrı olarak benimseyenler, Rablerinin öfkesine ve dünya hayatında al­çaklığa uğrayacaklardır. İftira edenleri böy­lece cezalandırırız.” [47]

Ahlâk Bozukluğu:

“İbrahim şöyle demişti: “Rabbim! Bu şehri güvenli kıl; beni ve oğullarımı putla­ra tapmaktan uzak tut.” [48]

Zatına Göre Hareket:

Yeryüzündekilerin çoğunluğuna itaat edersen seni Allah yolundan saptırırlar. On­lar ancak zanna uyarlar, sadece tahminde bulunurlar.” [49]

Hakkı Batılla Karıştırma:

“Ey kitap ehli! Niçin hakkı bâtıla karış tırıyor ve bile bile hakkı gizliyorsunuz?”[50]

Dünya Hayatına Düşkünlük:

“And olsun ki, onların hayata, diğer in­sanlardan ve hatta Allah'a eş koşanlardan da daha düşkün olduklarını görürsün. Her biri ömrünün bin yıl olmasını ister. Oysa uzun ömürlü olması onu azaptan uzaklaştırmaz. Allah onların yaptıklarını görür.”[51]

Halkı,  Sağlam Temellerden Uzak Tutma:

Allah'tan başka dostlar edinenlerin durumu, kendine yuva yapan örümceğin du­rumu gibidir. Evlerin en dayanıksızı ise şüphesiz örümceğin yuvasıdır. Keski bilse­ler.”[52]

Beyhude Arzuların Kölesi Olmak:

“Ey kitap ehli! Haksız olarak dininizde taşkınlık etmeyin. Daha önce sapıtan, çoğu­nu saptıran ve doğru yoldan ayrılan bir mil­letin heveslerine uymayın, de.”[53]

Kalblerin Korku ile Doldurulması:

“Hakkında hiç bir delil indirmediği şe­yi Allah'a ortak koşmalarından ötürü, inkâr edenlerin kalbine korku salacağız. Onların varacağı yer cehennemdir. Zalimlerin dura­ğı ne kötüdür.” [54] 

Cennetin Kapılarının Onlara Kapanması:

“...Kim Allah'a ortak koşarsa, muhak­kak Allah ona cenneti haram eder, varaca­ğı yer ateştir, zulmedenlerin yardımcıları yoktur.[55]

“Allah, kendisine ortak koşmayı elbette bağışlamaz. Bundan başkasını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse şüphe­siz büyük bir günahla iftira etmiş olur.”[56]

Tevhid İnancında Olanlara Karşı Düşman­lık Yapanlar:

“Ey Muhammed! İnananlara en şiddetli düşman olarak, insanlardan yahudileri ve Allah'a eş koşanları bulursun. Onlardan, inananlara sevgice en yakın “Biz Hristiyanız” diyenleri bulursun. Bu onların içinde bilginler ve rahipler bulunmasından ve bü­yüklük taslamamalarındandır.”  [57]

 

III- ŞİRKE DÜŞMENİN SEBEPLERİ

 

1- Dünyanın çok büyük ve sınırsız kuvvetlerine sahip olmaları sebebiyle gurura kapılmaları bazı insanları aldatarak, kendi­lerini tanrı ilân edecek ve halkı kendilerine tapmağa zorlayacak çapta şirk ateşine dü­şüren faktörlerden biridir.

Kur'an bunu şu şekilde doğrulamak­tadır:

“(Firavun) sizin en yüce Rabbınız be­nim” dedi.

“Firavun, milletine şöyle seslendi: Ey milletim! Mısır hükümdarlığı ve memleke­timde akan ırmaklar benim değil mi? Gör­müyor musunuz?” [58]

2- Ataya ait gururu apaçık ortaya koy­mak ve halkı, atalarının bâtıl inançlarına sevketmek tam bir şirktir.

Kur'an bu hususu şu şekilde te'yid eder: “Ey Muhammed! Senden önce, herhangi bir kasabaya gönderdiğimiz uyarıcıya, o kasabanın şımarık varlıkları sadece: 'Doğ­rusu babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerini izlemekteyiz' derler­di.”

Gönderilen uyarıcı: “Eğer size, babala­rınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmiş isem de mi bana uymaz­sınız?' dedi. Onlar:

“Doğrusu sizinle gön­derilen şeyi inkâr ediyoruz”, dediler.”[59]

“Onlara: “Allah'ın indirdiğine uyun” de­nilince, “Hayır, atalarımızı yapar bulduğu­muz şeye uyarız” derler. Ya ataları bir şey akledemeyen ve doğru yolda olmayan kim­seler idiyseler?” [60]

3- Şirk, halkı aralarında doğru olanları da Rab tanımağa sevkeder:

“Allah'ın kendisine Kitab'ı, hükmü, pey­gamberliği verdiği insanoğluna: “Allah'ı bı­rakıp bana kulluk edin” demek yaraşmaz, fakat: “Kitabı öğrettiğinize, okuduğunuza göre Rabbe kul olun,” demek yaraşır.”

“Size melekleri, peygamberleri Rab ola­rak benimsemenizi emretmesi de yaraşmaz. Siz müslüman olduktan sonra, size inkâr et­meyi mi emredecek?” [61]

“Ey kitap ehli! Dininizde taşkınlık et­meyin, Allah hakkında ancak gerçeği söyleyin. Meryem oğlu İsa, Mesih, Allah'ın pey­gamberi, Meryem'e ulaştırdığı kelimesi ve kendinden bir ruhtur. Allah'a ve peygambe­rine inanın; “üçtür” demeyin, vazgeçin, bu hayrınızadır. Allah ancak bir tek ilâhtır. Çocuğu olmaktan münezzehtir, göklerde olanlar da, yerde olanlar da O'nundur. Vekil olarak Allah yeter.” [62]

Yahudiler, “Üzeyr Allah'ın oğludur”de­diler; Hıristiyanlar, “Mesih Allah'ın oğludur” dediler. Bu, daha önce inkâr edenlerin söz­lerine benzeterek ağızlarında geveledikleri sözdür. Allah onları yok etsin! Nasıl da uyduruyorlar.”  [63]

4- Şirk, safsatayı daha da güçlendirir:

“O azabın, yayılarak vadilerine doğru yöneldiğini gördüklerinde: “Bu yaygın bulut bize yağmur yağdıracaktır,” dediler. Hûd: “Hayır O, acele beklediğiniz şeydir; can ya­kıcı azab veren bir rüzgârdır; Rabbinin buy­ruğu ile her şeyi yok eder,” dedi. Bunun üze­rine evlerinin harabelerinden başka bir şey görünmez oldu. Biz, suçlu milleti işte böyle cezalandırırız.”

Ey Mekkeli putperestler! And olsun ki, onları, sizi yerleştirmediğimiz yerlere yer­leştirmiştik. Onlara kulaklar, gözler ve kalbler vermiştik, ama kulakları, gözleri ve kalbleri onlara bir fayda sağlamadı. Zira, Al­lah'ın âyetlerini bile bile inkâr ediyorlardı.

Alaya aldıkları şeyler onları kuşatıp yok ediverdi.” [64]

5- Zenginler, şirk dolayısıyla gurura kapılıp aldanırlar:

“Doğrusu uyarıcı göndermiş olduğumuz her kasabanın varlıklı kimseleri, onlara: “Biz sizinle gönderilen şeyleri inkâr ediyo­ruz” diyegelmişlerdir.” [65]

“Malları ve çocukları en çok olan bizle­riz, azaba uğratılacak da değiliz, derlerdi.”[66]

“Ey insanlar! Sizi bana yaklaştıracak o-lan ne mallarınız ve ne de çocuklarınızdır; yalnız inanıp yararlı iş işleyen kimselerin, işte onların yaptıklarına karşılık mükâfat­ları kat kattır. İşte onlar, yüksek derecede güven içindedirler. [67]

6- Şirk, halkı, Allah'a kusur bulmağa zorlamıştır:

“Cinleri -O yaratmışken- kâfirler Al­lah'a ortak koştular. Körü körüne O'na oğullar ve kızlar uydurdular. Haşa, O, onla­rın vasıfladırmalarından yücedir.”[68]

“Allah çocuk edinmemiştir; O'nun ya­nında hiç bir ilâh yoktur. Olsaydı, her ilâh kendi yarattığı ile beraber gider ve birbirin­den üstün olmağa çalışırlardı. Allah onların vasıflandırdıklarından münezzehtir.”[69]

“En güzel isimler Allah'ındır. O'na o isimlerle dua edin. O'nun isimleri konusun­da eğriliğe sapanları bırakın. Onlar yaptık­larının cezasını göreceklerdir.” [70]

7- Şirk, halkı, peygamberleri öldürme­ye teşvik etmiştir:

“Ey Mûsâ! Bir çeşit, yemeğe dayanama­yacağız. Bizim için Rabbma yalvar, bize, ye­rin bitirdiği sebze, hıyar, sarımsak, merci­mek ve soğan yetiştirsin” demiştiniz de, “Ha­yırlı olanı daha düşük şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz? Bir şehre, inin, şüphesiz ora­da istediğiniz vardır”, demişti. Onlara yok­sulluk ve düşkünlük damgası vuruldu. Al­lah'ın gazabına uğradılar. Bu, Allah'ın âyet­lerini inkâr etmeleri ve haksız yere peygam­berleri öldürmelerin dendi; bu karşı gelme­leri ve taşkınlık yapmalarındandı.”[71]

“Doğrusu, ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiç bir peygambere inanma­mak üzere Allah bize ahid verdi,” diyenlere sen ey Muhammed de ki: “Benden önce pey­gamberler size belgeler ve dediğiniz şeyi ge­tirdi. Doğru sözlü iseniz niçin onları öldür­dünüz?” [72]

8- Şirk, kaderi, vahyi, peygamberleri ve kıyamet gününü inkâr ettirmiştir:

“Puta tapanlar, “Allah dileseydi baba­larımız ve biz puta tapmaz ve hiç bir şeyi haram kılmazdık” diyecekler; onlardan ön­cekiler de, bizim şiddetli azabımızı tadana kadar böyle demişlerdi. Onlara, “Bize karşı çıkacak bir bilginiz var mı? Siz ancak zanna uyuyorsunuz ve sadece tahminde bulu­nuyorsunuz” de.” [73]

“Bunlar, Rablerinin âyetlerini ve O'na kavuşmayı inkâr edenlerdir. Bu yüzden iş­leri boşa gitmiştir. Kıyamet günü biz onla­ra değer vermeyeceğiz.

“And olsun ki, Musa'ya kitap verdik, ondan sonra ardarda peygamberler gönder­dik. Meryem oğlu İsa'ya belgeler verdik, O'nu Ruhu'l-Kudüs'le destekledik. Size bir peygamber nefsinizin hoşlanmadığı bir şey getirdikçe, büyüklük taslayarak, bir kısmını yalancı sayıp, bir kısmını öldürür müsü­nüz?”  [74]

9- Nefsin isteklerine uymak ve Allah'dan ziyade yaratıkları sevmek, halkı şirke sürükler.

“De ki: 'Babalarınız, oğullarınız, kardeş­leriniz, eşieriniz, akrabanız, elde ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden evler, sizce Allah'tan, peygamberinden ve Allah yolunda savaş­maktan daha sevgili ise, Allah'ın buyruğu gelene kadar bekleyin. Allah fâsık kimsele­ri doğru yola eriştirmez.” [75]

“İnsanlar arasında, Allah'ı bırakıp O'na koştukları eşleri ilâh olarak benimseyen­ler ve onları, Allah'ı severcesine sevenler vardır. Mü'minlerin Allah'ı sevmesi ise hep­sinden kuvvetlidir. Zalimler azabı gördük­leri zaman bütün kuvvetin Allah'a ait bu­lunacağını ve Allah'ın azabının şiddetli ol­duğunu keski bilselerdi.” [76]

 

IV- ŞİRK'İN İNSAN HAYATI ÜZERİNE ETKİLERİ

 

İmam Fahreddin Razi, “Sadece putlara tapmak “şirk” değildir. Nefsin istekleri (hırs) peşinde koşmak, Allah sevgisi yerine, bu dünya ve gelecek dünya sevgisini tercih et­mek de şirktir. Eğer gönlünüzde Allah'tan başka herhangi bir şeye yer verirseniz, o şeyi O'na ortak koşmuş (şirke düşmüş) olursunuz.”

Şirk, sömürü, ahlâksızlık, fesat, nefret, kıskançlık, sahtekârlık, kibir, sosyal adalet­sizlik ve diğer bütün kötülüklerin hızla ya­yılmasına sebep olan yaratıklara, onu be­nimseyenleri (müşrikleri) köle yapar. Bu se­beple geçmişteki bütün peygamberler, tevhid mesajıyla, şirkin kökünü kazımak ve in­sanlığı bu kölelikten kurtarmak için ellerin­den geleni yapmağa çalışmışlardır.

Kadisiye Savaşı sırasmda İslâm sözcü­sü Rabi bin Amir, Pers Generali Rüstem'in sarayında tevhid'in yüksek    amacını şöyle dile getirmiştir:

“Allah bizi, kulların değil, kendi irade­sini takibetmemiz, insanları Allah'a tâate yöneltmemiz ve onları, kulların dar yolun­dan çıkarıp O'nun daha geniş yoluna sevketmemiz ve çeşitli bâtıl dinlerin baskısı al­tındaki insanları, îslâmın âdil dinine sok­mamız için göndermiştir.”

Müşrikler, onlara taptıkları için daima maddî şeylere bel bağlarlar. Dünyevî arzu­larını elde edemeyecekleri (maddesel istek­lerine kavuşamayacakları) zaman, güvenle­ri sarsılır, kuşku ve korkulan artar. Kur'an bu durumda, mü'minlerin rahat ve huzur hallerini şöyle dile getirmektedir:

“Allah, kendisine karşı gelmekten sakı­nan kimseye kurtuluş yolu sağlar, ona bek­lemediği yerden rızık verir. Allah'a güve­nen kimseye O yeter. Allah buyruğunu ye­rine getirendir. Allah her şey için bir ölçü var etmiştir.”  [77]

Peygamberimiz Muhammed (aleyhissalâtü vesselam) bir defa, İbn Abbas'a şu tav­siyede bulundu:

“Ey delikanlı! Allah'ı anın. Allah sizi koruyacaktır. O'nu önünüzde göreceksiniz. Eğer bütün insanlar birleşseler ve size iyi­lik etmeyi isteseler, Allah hükmetmedikçe buna muvaffak olamazlar. Eğer onlar hep birlikte sana zarar vermeğe yeltenseler, yi­ne Allah hükmetmedikçe bunu başarama­yacaklardır.”

Şirk, bir insanın kendine karşı olan gü­venini yok eder. Bir şirk ehli, kendini bile korumaktan âciz olan yaratıkların eşiğine yüz sürer. O, önemsiz çıkarları için bile di­ğer insanların önünde boyun eğmekten ken­dini alamaz.

Şirk, bir kimseyi hurafeye inanmağa sevkeder. Şirk, insanın içinde öyle şeyler kökleştirir ki, aklın ölçemeyeceği kadar zayıf bir itikadın taşınmasına bile yer bırakmaz. Şirk ehlinin verdiği hükümler, zan üzerine dayandığından, sahibinin şüpheciliğini art­tırarak onu bir septik (felsefî şüpheci) ya­par.

Burada, Cahiliyye devrinde Arap­lar arasında hüküm süren şirk'e bir göz at­mak faydalı olacaktır. Bundan başka Hin­duizm, Budizm gibi eski inançlarda ve ki­tap ehli kavimlerin bâtıl itikatlarında da gö­ze çarpan şirk kavramları vardır. Bunlar, Mukaddes Kur'ân'ın daha iyi bir anlayışla ortaya koyduğu şirk kavramından çok da­ha uzaklarda kalmaktadır. [78]

 

V- ARAPLARIN ÖNEMLİ TANRI VE TANRIÇALARI

 

Cahiliye döneminde Araplar, çok tanrı­ya inanıyorlardı. Kendi heves ve hayalleri­ne göre putlar yapıp, onlara tapıyorlardı. Her kabile ve aşiretin, Kabe içinde putlarını koydukları özel yerleri bulunuyordu. Mek­ke'ye gidemeyenlerin bile kendi kasabala­rında yapıp yerleştirdikleri putları vardı ve bu putlara taparlardı. Kabe, 365 putun mes­keni olmuştu. Mekkeli müşrikler, güzel taş­lara tapmağa çok düşkündüler. Bu taşlar, daha iyisi bulunduğu zaman değiştirilmek­teydi. Bu amaçla, genellikle beyaz taşlar se­çiliyordu.

a) Hübel: Kureyş kabilesinin en büyük putlarından biriydi. O, Mekke'nin ortasın­daki Ahzab kuyusunun yanına yerleştiril­mişti. Halkın gelip bu puta tapması söyle­nirdi. Seferden dönen herkesin, önce bu pu­tu ziyaret edip saçını orada tıraş etmesi ge­rekiyordu.

b) Lât: Taifte yerleştirilmişti. Lât ke­limesi, El-Lahah ve El-Lat sözcüklerinden gel mektedir ki, cinsiyet bakımından dişi ilâh anlamındadır. Yani tanrıça demektir.

c) Uzzâ: Bu kelime, izzet veya saygı ve şeref emreden anlamındaki sözcüklerden gelmedir. Bu put, Kureyş tanrıçalarının baş­kanlarından biriydi. Onun tapınağı, Mekke ile Taif arasındaki Naklah vadisinde, Huraz denilen yerde yapılmıştı.

d) Menât: Bu kelime,  kader anlamına gelen Maniyyah sözcüğünden türetilmiştir. Bu put, bir kader tanrıçasıydı ve ona Medi­ne'deki Huzâa, Evs ve Hazrec kabileleri, ta­rafından tapüırdı. Put, tavaf edilir, kendisi­ne kurbanlar kesilir ve adaklar yapılırdı.

Araplar, Lât, Menât ve Uzzâ'ya tanrı­nın kızları olarak iman ederlerdi. Onlara göre, Lât ve Uzzâ tanrıya o kadar yakındı ki, Tanrı kışın vaktini Lâfın, yazın da Uzzâ'nın evinde geçirirdi.

e) Ved: Bu put, bir erkek şeklindeydi ve ona Benu Kelb aşireti tarafından tapüırdı. Dumat, Landal yakınlarında yerine oturtul­muştu.

f) Suva: Yanku yakınlarındaki Ruhata'ya yerleştirilmişti. Ve ona Huzeyl kabilesi tarafından tapılırdı.

g) Yagus. Bu put, aslan şeklindeydi. Ye­men ve Hicaz arasındaki Lurş'a yerleştiril­mişti. Bu puta, Teym, Madlic ve Kureyş'in bir kolu olan Benu Anam aşiretleri tarafın­dan tapılırdı.

h) Yeük: Bu put da, Hamdan aşiretinin bir kolu olan Khayvan halkı tarafından ta­pılırdı ve bir at şeklindeydi.

ı) Nesr: Bu put, bir akbaba şeklideydi. O'na Zü'1-kala kabilesi tarafından tapılırdı. Belha'de yerleştirilmişti.

Peygamber Efendimiz bazı Arap tanrıla­rının, tarihî esaslarını aşağıdaki şu âyetten çıkarmıştır:

“İnsanlara: “Sakın tanrılarınızı bırakma­yın, Ved, Suva, Yegus, Yeük ve Nesr putla­rından asla vazgeçmeyin” dediler.”[79]

Peygamberimize göre bunlar, Nûh za­manının dindar insanlarıydı. Ölümlerinden sonra sembolleştirilmiş ve bu sembollere de onların adları verilmişti. Zamanla bazı bo­zuk inançlı insanlar, bunlar dindar ve dua­ları kabul edilen insanlar olduklarından, Al­lah ile kendileri arasında aracı olarak kulla­nılmalıdır diye düşünmüşlerdir. Zaman geç­tikçe halk, bu sembollere tapmaya başla­mışlardır.

İsat ve Nâile: Arapların iki putuydu. Onlara göre bu iki put, Kabe içinde cinsî münasebette bulunan iki sevgiliydi. Bu gü­nahlarından dolayı taş kesilmişler, daha sonra da halk bunlara tanrı olarak tapma­ğa başlamıştı.[80]

 

Tapılan Diğer Yaratıklar

 

Bu tanrı ve tanrıçalardan başka onlar, güneşe, aya, yıldızlara, cinlere, hayvanlara, gezegenlere, ceylânlara, atlara, develere, hurma ağaçlarına, kaya ve taşlara da ta­parlardı.

Zat Anvat: Mekke şehrinin yakın­larında büyük bir ağaçtı. Her yıl halk ora­da toplanır, silâhlarını ağaca asar, kurban keser, bir gün de orada eğlenirlerdi.

Zu'l-Halasa: Sanık denilen bir köyde yapılmış bir evdi. Araplar bu eve, kurbari keserek saygı gösterirlerdi. [81]

 

Allah'ın Kızları Olarak İtikad Edilen Melekler

 

Kureyş, Cuhmiya, Benû Salma, Huzaa, Benû Malay aşiretleri, meleklere Allah'ın kızları olarak itikad ederlerdi. Dinî törenler yaparak meleklere taparlardı.

Bu melek heykelleri kadın şeklindeydi. Mukaddes Kur'an, onların, Lât, Menât, Uzzâ'ya ve Allah'ın kızları olarak meleklere karşı olan itikadlarım şu şekilde dile getir­mektedir:

“Ey inkarcılar! Şimdi Lât, Uzza ve bun­dan başka öncüleri olan Menafin ne oldu­ğunu söyler misiniz? Demek erkekler sizin, dişiler Allah'ın mı? Öyleyse bu haksız bir paylaşma.” [82]

Doğrusu âhirete inanmayanlar, melek­lere dişi adını takarlar.” [83]

Cahiliyye dönemindeki Araplar, Allah'a, bu dünyanın yaratıcısı olarak inanıyorlar­dı. Fakat aracı olarak da, yarı tanrılara iman etmekteydiler. Mukaddes Kur'an, onların, Allah'ın varlığına inandıklarını şu açık de­lille dile getirmektedir:

“And olsun ki onlara: “Gökleri ve yeri yaratan, güneşi, ayı buyruğu altında tutan kimdir?” diye sorsan, şüphesiz “Allahtır” der­ler. Öyleyse niçin (aldatılıp) döndürülüyor­lar?”   [84]

 

VI- ARAPLAR ARASINDAKİ ŞİRKİN SEBEPLERİ

 

a) Muayyen varlıkların Allah'a yakın olduklarını, bu sebeple de Allah ile kendi aralarında bu varlıkları “Aracı” olarak kabul etmeleri.

b) Katılıkları, cehalete taraftar oluşla­rı ve muhafazakâr tutumları onları, atala­rından miras kalan şirk'e götürmüş ve bu inanca bağlı kılmıştır.

c) Kabe'nin hâkimi ve dinin koruyucusu pozisyonunda olan Mekkeli Kureyş kabile­si, halkın putlara tapmaktan vazgeçmeleri­ni istememişlerdir.  Bu tanrı ve tanrıçaları­nın güç, kudret ve önemleri hususunda öyle efsaneler ve hurafeler uydurdular ki, halk, bu putlara tanrı olarak tapmaktan kendilerini alamadılar. Bu işin öncüleri, e-konomik sebepler, yüksek prestij ve otorite sahibi olmak için bunu pöyle plânlamışlardır. [85]

 

VII- DÜNYANIN DİĞER KISIM­LARINDAKİ ŞİRK

 

Hindistan, çok eski zamanlardan beri şirkin beşiği olmuştur. Bugün bile yüz mil­yondan fazla Hindu putperestliğe inanmak­tadır. Hinduizmin temel kavramını açıkla­mak için bu teşebbüsü yapmış bulunuyo­ruz.

Pandit Jawaharal Nehru'ya gelince Hindu­izm karanlık (belirsiz), düzensiz, çok yanlı bir inançtır. O, bütün insanlar için bütün sistemleri içine alan karmaşık bir yoldur. Ona bir din desek bile, kurallarına sıkı sı­kıya uymak çok zordur. Eski şeklinde oldu­ğu gibi şimdiki şekliyle de birçok inanç ve hareketleri içine almaktadır. Bir zamanlar en üstün olanlar, başka bir zamanda en aşa­ğı duruma düşmektedir. Bazan durum de­ğiştirerek birbirine tamamen zıt farklı du­rumlar meydana getirmektedir.

Hint felsefesine derinden vukufu olan ta­nınmış Hindu Filozofu Dr. S. Radha Krishan, Hindu inancının esaslarını şöyle belirt­mektedir:

“Hindular, şeytanlara, kahramanlara ve atalara, Politeizm'e (çok tanrıcılık), Monoteizm'e (tek tanrıcılık) ve (indimaç) Panteizm'e inanmaktadırlar. Dinî kitapla­rında, bu görüşlerin hepsini de doğrulayan metinler bulmak zor değildir. Şiva ve Sak­tı mezheplerinin İndus halkından gelme ih­timali vardır. Ağaçlara, hayvanlara, nehir­lere tapma ve diğer mezheplerle birleşerek ayin yapmalar aynı kaynaktan gelmektedir. Bununla beraber, korkmuş ve sindirilmiş aşağı dünyalıların inançları, çok eski yerli kaynaklara dayanmaktadır.”

“Hinduizm, belli bir şekil belirtmeksizin, bağlıları arasındaki ruhsal hayat üze­rine inşa edilmiştir. Hindu Panteon'unda bulunan bütün putlar bazı üstün simaları temsil eder. Brahma, Vişnu, Sıva; aşk ve korkunç yargılama gücünden başka yaratı­cı zekâya da sahip görülürler. Bunlardan her biri bağlıları için, üstün birer tanrı ismi­dir.”

“Hinduizmde, tanrılar her ne kadar şe­kilsiz iseler de, sayısız imajları teyid eder ve onlardan haber verirler.”

Bu filozofa göre, bir ateist bile Hinduizm'de sığınak bulabilir:

“Hindular, bir ateisti bile guruplarına (âyinlerine)  kabul edebilirler.”

Hinduizm'in Vedik din literatürü en azından üçyüz otuz milyon yarı tanrının mevcudiyetini te'yid eder. Bu Aryan inancı­na göre, onlar üstün yaratıklardır. Bu inanç, Yunanlılar, Romalılar ve Zerdüştler arasın­da da yaygındır. Yunanlıların Zeus'u, Roma­lıların Deüs'ü ve Zerdüştlerin Yeztası, Hin-duların inandıkları tanrıların aynıdır.

Mr, Gandi “Annem İnek” adlı bir ma­kalesinde okuyucularını, ineğin, insanlığın annesi olduğuna inandırmağa çalışır.

Gna göre Hinduların, ineğin bütün dün­yaya bir armağan olarak gönderildiğine inanmaları bir görev, bir mecburiyettir. İnek, hayvanlarla insanlar arasındaki kar­deşçe bir duygu ilişkisini temsil eder. Hint felsefesi ineğe, insanlığın annesi gözüyle bakmaktadır. Onlara göre inek, gerçekten insanlığın annesidir. İnek, Hintlilerin büyük dostudur ve Hindistan'a büyük yardımı do­kunmaktadır. Bir Hintli her ne zaman ona baksa, bir hayvan olarak değil, bir mabut olarak bakar ve bu davranışını da bütün dünyaya göstermek ister. Hintli, ineğin ken­di annesinden üstün olduğunu iddia eder, zira inek ona göre bir ana tanrıçadır.

Dr. Gustave Le Bon'a göre: “Hindular, imaj ve sembollere derinden bağlıdırlar. Mabetleri bu sembol ve imajlarla doludur. Bunların başlıcalan da tabiatın bereket gü­cünü sembolleştiren Şıva'nın erkeklik or­ganı ile Yoni'nin dişilik organıdır... Bütün dik ve konik nesneler, onlar tarafından rağ­bet görür.”

Yani, Dr. Gustave Le Bon'a göre Hin­dular, önceleri başlıca bereket tanrılarından biri olan Şıva'nın cinsî organına tapıyorlar­dı.

Radha Krishnan, Hindu politeizmini (çok tanrıcılık)  kabul ederek şöyle der:

“Politeist inançlar, Hindu şuuruna öyle yerleşmiştir ki, kolayca sökülüp atılamaz. Onlara göre birçok tanrılar bir baş tanrıya bağlıdır.

Krishnan, şunları da sözlerine ilâve et­mektedir:

“Toplumun batıl itikatlarıyla, felsefî inançların sadece birkaçının imtizacı kabil olmaktadır. Eski inanç şekillerini ortadan kaldıramayız, zira bu, insanlığın temel miza­cına kayıtsızlık olur. İnananların normal ve entellektüel durumlarmdaki bulgu farkları, onları hemen en yüksek zekâ seviyesine çı­karamaz.”

Asırlarca hükümferma olan politeizm (çok tanrıcılık), Hint halkını 4 temel sınıfa ve yüzlerce de alt sınıflara ayırdı. Manu Shastra'ya göre: Hindulann kutsal kitap­larından birisi, Brahman'ın, doğduğu za­man dünyanın en yüksek mertebesinde yer almış olduğunu belirtmektedir. Dünyada mevcut olan diğer bütün varlıklar Brahman-larm mülküdür. Brahman üç dünyayı da öl­dürecek olsa, kendilerine herhangi bir suç isnad edilemeyecektir. En aşağı Kast sınıfı, ilâh Brahman'ın ayaklarından doğan Sudra'dır. (Dokunulamaz). Bu Kast sınıfının Brahmanların  emirlerini  yerine  getirmele­ri esas sayılmıştır. Sudra, eliyle birine sal­dırır yahut kendinden daha yüksek sınıftan birine vurursa eli kesilir, ayağıyla vurursa ayağı kesilir. Eğer Brahmanlara itaatsizlik ederse, kral onun ağzına ve kulaklarına kaynar yağ dökerek onu cezalandırır.

Sıddharta Gautam, Milâttan önce 560 yılında doğmuştur. O, Hindu kraliyet ailesi arasında yetiştirilmiş ve dünyanın en yaygın inançlarından biri olan Budizm'in kurucusu olmuştur. Bu kişi Hinduizme isyan etmiş ve politeizme düşman olmuştur. Hindistan'daki Kast sistemini gerçek bulmaya­rak Brahmanların dîni üstünlük ve istismarlarını tamamen bertaraf etmiştir.    Bu din, politeizmin (çok tanrıcılık) inkâr edilmesiy­le başlamış, fakat ne yazık ki, Buda'nın bizzat kendisini üstün ilâh ilân etmesiyle so­nuçlanmıştır. Böylece Buda ve Chaytıyah'ın heykeline tapma bir âdet haline gelmiştir. İran Sasanileri çok uzun süreden beri iki esas şeye tapmaktadırlar;  Ateş ve Gü­neş. Papazlarının vazifesi, günahları temiz-. lemek,  mukaddes ateşi asla söndürmemek ve suyun mukaddes ateşe değmesine daima engel olmaktır. Metallerin paslanmasına asla müsaade etmezler, zira madenler de on­larca kutsal sayılıyordu.

Esas itibariyle iki rakip ruhun varlığı­na inanıyorlar, bu inanca göre “Hürmüz” iyilik tanrısı, “Ehriman” da kötülük tanrı­cıdır. Bu iki ruh her zaman savaş halinde­dir ve zaman zaman biri diğerine üstün ge­lir. Onlar da Hindular ve Yunanlılar gibi, Yazdan (yarı tanrı ve tanrıçalar)a inanı­yorlardı.

Babilliler, kâinatı üçe ayırıp şahıslaştırmışlardı. Tanrı “Anu” gökleri temsil etmek­teydi. Arz üzerindeki herşeyin ilâhî biçimi­ne sembolleştiren Enlü mabudu tarafından temsil ediliyordu. Sularla yeraltındaki var­lıkları da uçurum ve boşluklann tannsı Ea sembolleştiriyordu. Güneşi Şamas, Ayı Sin ve gezegen Venüs'ü EnhTin sevgilisi tanrı­ça İştar temsil ediyordu. Babillilerin dinî sistemlerinin esasını altı tanrı oluşturuyor­du.

Bütün Babil tanrıları kavram bakımın­dan insan biçimindeydi. Hepsinin de kadın­ları, oğullan, kızları ve hattâ şeytanî ruhlardan yardımcıları vardı ki, bunların başlıca görevleri, daha büyük tanrıların emirlerini yerine getirmekti. Daha büyük tanrı Baal’dır ki, buna Mukaddes Kur'an'da da yer verilmiştir.

Politeizm (çok tanrıcılık), Yunanlılar arasında da, birçok bakımlardan Hinduiz­min aynıdır. Apollo, Zeüs ve Atena bir üçlü teşkil eder. Bu şahıslaştırılmiş bütün tanrı­lara ölümlülük zaafı atfedümiştir.  “Örümcek ağı karışıkhğındaki Yunan politeizmini elbet biri çözecektir” demektedir çalışkan fakat şanssız olan Platon, Politeizmin esas sebepleri, mitolojiyi meydana getirip sayısız, ilâhlar oluşturan, aşırı sanat, hikâye, şiir edebiyatı olmuştur.

Çinliler, üstün ilâh olarak Şang Ti'ye inanmaktadırlar. Fakat onlar da ruhlara ve diğer tanrılara îmân etmektedirler. Çou Dynasti âyinleri (M. Ö. 1122 -1222) Şung Ti'ye kurban kesmek, güneşe, ay'a, yıldızlara çalı çırpı toplamak, ev ve mutfaktaki Ruhlara da kamış demetleri sunmaktan ibarettir.

Mısır'da yüksek sınıftan olanlar, bir­kaç tanrıya taparlardı. Bunlar arasında en meşhurları, Amon Re, Ptah, Hathar, Khunpus, İzis ve Oziris idi. Daha aşağı sınıftan olanlar ise, hayal ettikleri tanrılara ve hay­vanlara tapıyorlardı. Hayalî tanrılar için, insan biçimci karakter çok yaygındı. Yiye­cek ve içeceğe ihtiyaçları olduğu düşünüle­rek onlara yiyecek ve içecek sunulurdu. Günlük tapınmalarda, ilâhlara giyecek eş­yalar, süs eşyaları verilir ve tütsüler yapı­lırdı. [86]

 

VIII- KİTAP EHLİ VE ŞİRK

 

Kitap ehli olan yahudiler ve hıristiyan-lar, Eski Ahid'e mukaddes kitap olarak iti-kad ederler. Mukaddes Kur'ân'm tevhid prensiplerine göre muhakeme edildiği tak­dirde, Eski Ahit'de belirtildiği şekliyle, Al­lah'ın peygamberleri ve Allah kavramı ko­nusunda, yahudi ve hıristiyanlar küfre düş­müşlerdir. Eski Ahit'teki bu kısım, Allah'a şirk koşmaktadır.

Eski Ahit, bir ilâh olarak takdim ettiği Yahova'nın, Yakup aleyhisselâm tarafından zulmedilip dövüldüğünü iddia etmektedir. Bir ilâh olarak tanıdıkları Yahova Gnotic'lere (realist olan eski bir hıristiyan mezhebi mensuplarına) itibar etmemeyi emretmek­tedir. Tevrat, Yahova'yı insan şeklinde be­lirtmiştir.[87] Eski Ahid'e göre, Yahova masum değildir. Birçok hatalar yapmıştır. Yaptığı her hatadan sonra da piş­manlık duymuştur. [88]O, yahudilere gizlice çalmalarını (hırsızlık etmelerini) emreder. [89]Yahova, sadece yahudilerin Rabbı olduğu için yahudi olmayan herkesi aşağılamaktadır. O, diğer dinlerin ilâh olarak kabul ettiklerine düşmandır. [90]O, yahudiler için yağ­macılığı ve hırsızlığı mubah sayan bir harp tanrısı olarak takdim edilmektedir.

Eski Ahid'e göre, İbrahim ve İshak aleyhisselâmlar, kadınlarının güzelliği sebebiy­le Krallar tarafından öldürülmekten korku­yorlardı. Hanımlarının iffetlerini korumak için, Mısır Firavunlarına ve Filistin Abimeleklerine karşı yalan söyleyerek, yanlarında yaşayan hanımların bakire kız kardeşleri ol­duklarını bildirmişlerdir. Bu hanımların gü­zelliklerinden dolayı, Mısır ve Gerar Lordları onlara, koyunlar, öküzler, erkek ve dişi eşekler, develer, gümüş paralar, erkek ve kadın hizmetçiler ve arazi parçaları bah­setmişlerdi. [91]

Eski Ahid'e göre peygamber Lût aleyhisselâm, Zoar'dan çıkıp gittiği ve dağlarda kaldığı zamanlarda, babalarının neslini de­vam ettirmek için (hâşâ) iki kızı da onun­la yattı ve bu birleşmeden de çocukları ol­du. [92]

Yine bu sapık kitabın iddiasına göre Davud aleyhisselâm, kendisini ona cömertçe takdim eden Uriah'ın güzel karsı Batşeba ile cinsî münasebette bulundu, zira Batşeba bu birleşmeyi yasallaştırıp, kocasını öldürme­yi plânlıyordu. [93]

Böyle bir Allah kavramı ve Allah'ın en masum peygamberlerine karşı bu iftiralar, hiç şüphesiz ki, esas mukaddes kitapların Tevhid akidelerine tezat teşkil eder. Nite­kim mukaddes kitaplardan bu gibi iftirala­rın zamanla kaldırılmış olması bunu isbatlamıştır.

Yahudilik, yahudilerin, Allah'ın seçkin kullan olduğunu telkin eder. Yahudilik bu ırk üstünlüğü züppeliğini, ta baştan beri id­dia etmiştir. Onların öğreti ve mesajları, sa­dece yahudilere hasredilmiş, diğer milletle­rin ve insanlığın iyiliği için yaygınlaştırıl­mıştır.

Bütün bu saçmalıklara yer verilmesi­ne rağmen. Eski Ahit, Kur'ân-ı Kerîm'in in­sanlığın vazgeçilmez bir rehberlik kaynağı olarak sunduğu Tevhid'i, peygamberlik ve öbür dünya hayatına ait bütün prensipleri­ni doğrulamaktadır.

Din Ansiklopedisi, Eski Ahid'e ait olan bu gerçeği şöyle te'yid etmektedir:

“İbrahim'e önceden belirtilen bir yerde vahiygeldi ve Allah bilgisine doğru aynı yönelişler, Mûsâ (aleyhisselâm) zamanında da aynen oldu. Çalılıklar arasından Musa'­ya hitap eden Allah meçhul bir ilâh değil­di. O, sizin babalarınızın ve babalarınızın babalarının da ilâhıydı. İbranîlerin tanrısı Yahevî.[94]

Eski Ahit'in öğretisi mukayese kabul et­meyen bir tek ilâh'a tapınma şeklindeydi. Et­rafında yarı karanlık ve muğlâk mefhum­lar olmasına rağmen, esas ışık kendini açık­ça gösterir. Eski Ahit'teki tarihî vahiy ola­yı, bu karanlık ve şüphelerin ortadan kalk­masıyla, daha açık ve daha kuvvetli bir şe­kilde parlayan bu ışığın tarih olayı ile aynı­dır.”

Bundan başka O, geçmiş bütün peygam­berlerin görevlendirilmelerini şöyle açıkla­maktadır:

“Esas itibariyle peygamberlerin işi, ya­ratılıştan bu yana iki şekilde olmuştur:

1- Onlar, İsrailoğullarına olduğu ka­dar bütün dünyaya da Yahova'nın üstünlü­ğünü ve birliğini öğretmişlerdir.

2- Tam mânası ve bütünüyle, Onun mukaddes doktrinini ilân edip ülke halkla­rına uygulamışlardır ki, bu daha önce hiç uygulanmamıştır.”.

Bu sebeple Mukaddes Kur'an, kitap eh­lini şu genel kurala davet eder:

“De ki: Ey kitap ehli! Ancak Allah'a kul­luk etmek, O'na bir şeyi eş koşmamak, Al­lah'ı bırakıp birbirinizi Rab olarak benim­sememek üzere bizimle sizin aranızda müş­terek bir söze gelin.” [95]

Bu hiç şüphesiz, geçmişteki bütün mu­kaddes kitapların, insanlığın yaratılışından bu yana, insanlığa rehber olan aynı formü­lü ifade eder. Hemen şunu söyleyeyim ki, asırlardır şu üç prensipten meydana gelen şu ilâhî formül, Yeni Ahitte insanlığa rehber olarak sunulan ve yeni formül diye uyduru­lan kuralların takdiminden sonra umursan­maz hale gelmiştir. İnsanlığa yeniden sun­dukları şu dört esas prensip: üçleme (teslis), İsâ aleyhisselâmın ilâhlaştırılması, ilk gü­nah ve bütün günahlara keffaret olan mu­kaddes kan kavramı, Kur'ân-ı Kerîm'in ışı­ğında mütalâa edilince Şirk'ten başka bir anlam taşımaz. [96]

 

IX- KUR'AN'DA TEVHİD KAVRAMI

 

Peygamber Muhammed aleyhisselâm şirk'i şu sözlerle lânetlemiştir:

Eğer siz Rabbiniz olan tek Allah'ın bir­liğine itikad eder, yalnız tapılacak varlık olarak O'na inanırsanız ihlâsla “lâ ilahe il­lallah” deyin ve bu ebedi gerçeğe göre amel edin. Allah'tan başka kimseye yalvarmayın ve ihtiyaçlarınızı samimiyetle O'ndan iste­yin. İster içten, ister dıştan (gizli-açık) olsun bütün ibadetlerinizi sadece O'nun için ya­pın. Bu samimî yalvarışlar, meselâ dolaşır­ken, kurban keserken ve bütün işlerinizde kabulüne sebep olabilir. İbadet ederken Al­lah'tan başka hiç bir şeyi düşünmeyin. Ha­yatınızın her anında Allah'a muhtaçsınız. Yalnız Allah'a ibadet edin ve bir hayal ürü­nü olan bütün sahte mabutlardan uzak du­run. Onlar size ne zarar, ne de fayda vere­bilirler. Sizin için yalnız Allah kâfidir.”

Peygamber Efendimizin, bu ifadesinde belirtmek istediği tevhid'in sınırsız ufukla­rını ve şirkin dar çerçevesini anlamak için şu hususların bilinmesine ihtiyaç vardır:

1- İlim:

Tevhid kelimesinin anlamına tam ola­rak iman edenler, öyle sağlam bir bilgiye sahip olurlar ki, bu bilgi onları Allah'tan başka hiç bir yaratığa taptırmaz. Yani her türlü yaratığa tapmaktan onları korur.

2- Yakin (kesin inanç):

Bir mü'min Allah'a inancında bütün şüphelerden uzak olmalıdır.

3- İhlâs:

Müslüman Allah'a ve O'nun emirlerine karşı samimiyetle bağlanmalıdır. Kur'ân-ı Kerîm bu hususu şöyle te'yid eder:

“Ey Muhammed! De ki: “Dini Allah'a hâlis kılarak O'na kulluk etmekle emrolundum.” [97]

4- Sıdk  (Doğruluk):

Sıdk, münafıklığın zıddıdır. Tevhid için bu husus esas teşkil eder, zira münafıklar dudak ucuyla tevhid kelimesini söylerler, fa­kat onun anlamı kalblerine nüfuz etmez. Yani kalben ona inanmazlar. Kur'ân-ı Ke­rim bu hususu şöyle dile getirmektedir:

“... Kalblerinde olmayanı ağızlarıyla söylerler.” [98]

5- Kabul (Onaylama):

İnkârın zıddıdır. Bir mü'min inandığı şeylerin uygulanmasına olan daveti de ka­bul etmelidir.

6- İnkıyad (teslimiyet, itaat): İnkıyad, Allah'ın emirlerini teslimiyetle yerine getirmek ve yasaklarından kaçınmakla ancak hâsıl olabilir.

Âlimler, Kur'an'da açıkça belirtilen Al­lah'ın yedi sıfatının ışığı altında O'nu tarif etmeğe çalışmışlardır.

1- Hayat:

“O, hem evveldir, hem âhirdir, hem za­hirdir, hem bâtındır...” [99]

“Allah, O'ndan başka ilâh olmayan, kendisini uyuklama ve uyku tutmayan, diri, her an yaratıklarını gözetip durandır...”[100]

“... O'nun benzeri hiç bir şey yoktur...”[101]

“Gözler O'nu görmez; O, bütün gözleri görür...” [102]

“Allah, göklerin ve yerin nurudur.”[103]

Allah bakidir, O'na şekil, biçim, renk izafe edilemez. O, parçalanmaz, varlığının ne başlangıcı vardır, ne de sonu. O, ne bir madde, ne de elementlerden meydana gel­miş bir varlıktır. O, kazara ne bir vücudun içine girmiştir, ne de başka bir mekânı var­dır.

2- İlim:

“O, onların işlediklerini ve işliyeceklerini bilir, dilediğinden başka kimse ilminden hiç bir şeyi kavrıyamaz..,” [104]

“O, göklerin ve yerin Allahı, içinizi dışınızı bilir, kazandıklarınızı da bilir.”[105]

“... Görülmeyeni de görüleni de bilir. O, hakimdir,  haberdardır.” [106]

“...Yerde ve gökte hiç bir zerre Rabbinden gizli değildir. Bundan daha küçüğü ve daha büyüğü şüphesiz apaçık bir kitapta­dır.”[107]

“And olsun ki, insanı biz yarattık; nef­sinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız.” [108]

Allah unutmaktan, ihmal ve hatâdan münezzehtir. İlmi ebedîdir. Varlığının baş­langıcı yoktur.

3- Kudret;

“Bir şeyi dilediği zaman, O'nun buyru­ğu sadece o şeye “Ol!” demektir, hemen olur. Her şeyin hükümranlığı elinde olan ve sizin de kendisine döneceğiniz Allah münez­zehtir.” [109]

“Göklerde olanlar da, yerde olanlar da Allah'ındır. Vekil olarak Allah yeter.”[110]

“Allah her şeyin yaratanıdır. O her şe­ye vekildir.” [111]

“De ki: Allah her şeyin Rabbı iken O'n­dan başka bir rabmı arıyayım?”[112]

“O, kendisinden başka ilâh olmayan, hükümran, çok kutsal, esenlik veren, gü­venlik veren, görüp gözeten, güçlü, buyru­ğunu her şeye geçiren, ulu olan Allah'tır. Allah putperestlerin koştuğu eşlerden mü­nezzehtir.”[113]  

Allah, sonsuz kudret sahibidir, evveli yoktur.

4- İrâde:

“Yüce Arşın sahibi, çok seven ve bağış­layan O'dur. Her dilediğini mutlaka yapan­dır.” [114]

“O, yaptığından sorumlu değildir, onlar ise sorumlu tutulacaklardır.” [115]

“Ey Muhammed; de ki: 'Mülkün sahibi olan Allah’ım! Mülkü dilediğine verirsin, di­lediğinden çekip alırsın-, dilediğini aziz kı­lar, dilediğini alçaltırsın, iyilik elindedir. Doğrusu sen her şeye kaadirsin.”[116]

5- İşitme:

“... O, işitendir, bilendir.” [117]

Allah bütün sesleri kulaksız işitir.  O'nun işitmesi insanların işitmesine benze­mez.

6- Görme:

“Gözler O'nu görmez, O, bütün gözleri görür. O, lâtiftir, haberdardır.” [118]

Allah her şeyi görür. İnsanda olduğu gi­bi gözleri yoktur.

7 - Kelâm (Konuşma):

“…Allah,  Musa'ya hitab etmişti...”[119]

Allah'ın sözleri çeşitli şekillerdedir. Emir, yasaklama, vaad ve tehdit şeklinde söz­ler söylemiştir. O, konuşur, fakat insanlar gibi dille konuşmaz. O, çeşitli peygamberle­rine Cebrail vasıtasıyla konuşmuştur. [120]

 

Sonuç

 

Allah, bütün dünya halkına ve bütün milletlere 124.000 peygamber gönderdi. On­ların görevlerinin zor tarafı, insanlığı şirk bataklığından kurtarmaktı. Çağımız dün­yasının çeşitli kısımlarında yapılan geniş araştırmalar, şu gerçeği açıkça göstermek­tedir ki, geçmiş bütün medeniyetlerin beşiği olan yerlerde, insanların bir tek mabuda taptıklarını görmek dikkat çekicidir. Arke­olojik kazılardan, Mısır menşeli ilimlerde yapılan araştırmalar, ilk Mısır medeniyeti safhasında insanların Oziris denilen bir tek mabuda taptıklarını göstermektedir. Dicle ve Fırat vadisinde yapılan kazılar, ilk insan­ların tek bir mabuda inandıklarını kanıtla­maktadır. Pakistan Mohanjodarosındaki Sind vadisinde yapılan kazılar da aynı şeyi açıklamaktadır ki, onların da tek mâbud 'Oun'a iman ettikleri anlaşılmıştır. Bu bu­luntular,  Kur'ân'ın bildirdiği veçhile, geçmiş peygamberlerin görevlerinin, anlaşılma­sına yardım etmektedir,

Cahiliyye dönemindeki Araplar, çağdaş dünyamızla kıyaslanırsa, medeniyet alanın­da çok geri kalmışlardı. Putperestlik şirki tüm dünyadaki bütün kötülükleri bir araya getirmişti. Bu insanları hakikat yoluna sok­mak, onları sürekli dinamik bir medeniyet içinde tutmak ve aynı zamanda şirk batak­lığından kurtarmak, elbette başarılması ko­lay bir iş değildi.

Peygamber Efendimizin titizlikle öğretti­ği Kur'an doktrini, sadece Arabistan'da de­ğil, bütün dünyadaki hayat tarzını değiştir­di. Yine Kur'an'a göre şirk'in kaçınılmaz te­davisi, sadece son peygamberin (s.a.v) za­manına hasredilmedi. Bütün dünyaya tevhid nurlarını saçmak, ondan sonra gelen müslümanların da mecburî bir görevi oldu. Tarih, İslâm mücedditleri ve âlimlerinin, bu ilâhî rehberliği, asırlarca, bilfiil sürdür­düklerine ve İslâmın evrensel mesajı olan “Lâ ilahe illallah Muhammedün resûlüllah” sözünü kıyamete kadar yayacaklarına ait birçok işaretler göstermektedir. [121]



[1] M. İ. Hafız İsmail Surti, Kur’an’da Şirk Kavramı, Akabe Yayınları, İstanbul, 1985:5-6.

[2] M. İ. Hafız İsmail Surti, Kur’an’da Şirk Kavramı, Akabe Yayınları, İstanbul, 1985:7-8.

[3] Hûd: 11/25-26.

[4] A'raf: 7/62.

[5] Hûd: 11/50.

[6] A'raf: 7/68.

[7] Hûd: 11/54-56.

[8] Hûd: 11/61.

[9] Hûd: 11/84.

[10] Şuarâ: 26/69-76.

[11] En'âm: 6/74-79.

[12] Şuarâ: 26/77-83.

[13] Nahl: 16/120.

[14] Şuarâ: 26/160-164.

[15] Sâffât: 37/123-126.

[16] Bakara: 2/133.

[17] Yûsuf: 12/37- 39.

[18] Yûsuf: 12/40.

[19] Enbiyâ: 21/79.

[20] Neml: 27/23-26.

[21] A'raf: 7/148.

[22] A'raf: 7/150.

[23] A'raf: 7/151.

[24] A'raf: 7/152.

[25] Şuarâ: 26/23-24.

[26] Zuhruf: 43/63.

[27] Zuhruf: 43/64.

[28] Zuhruf: 43/116-117.

[29] Zümer: 39/66.

[30] Sâffât: 37/171-173.

[31] Fussilet: 41/43.

[32] Şûra: 26/13.

[33] Enbiyâ: 21/24.

[34] A'raf: 7/199-200.

[35] A'raf: 7/201.

[36] İhlâs: 112/1-4.

[37] M. İ. Hafız İsmail Surti, Kur’an’da Şirk Kavramı, Akabe Yayınları, İstanbul, 1985: 9-19.

[38] M. İ. Hafız İsmail Surti, Kur’an’da Şirk Kavramı, Akabe Yayınları, İstanbul, 1985: 19-20.

[39] En'âm: 6/19.

[40] Nisa: 4/8.

[41] Lokman: 31/13.

[42] A'raf: 7/138.

[43] Enbiya: 21/24.

[44] Nisa: 4/116.

[45] Ankebût: 29/5.

[46] Hacc: 22/31.

[47] A'raf: 7/152.

[48] İbrahim: 14/35.

[49] En'âm: 6/116.

[50] Âl-i İmrân: 3/71.

[51] Bakara: 2/96.

[52] Ankebût: 29/41.

[53] Mâide: 5/77.

[54] Âl-i İmran: 151.

[55] Mâide: 5/72.

[56] Nisa: 4/48.

[57] Mâide: 5/82. M. İ. Hafız İsmail Surti, Kur’an’da Şirk Kavramı, Akabe Yayınları: 21-25.

[58] Zuhruf: 43/51.

[59] Zuhruf: 43/23-24.

[60] Bakare: 2/170.

[61] Âl-i İmran: 3/79-80.

[62] Nisa: 4/171.

[63] Tevbe: 9/30.

[64] Ahkaf: 46/24-26.

[65] Sebe': 34/34.

[66] Sebe: 34/35.

[67] Sebe': 34/37.

[68] En'âm: 6/100.

[69] Mü'minûn: 23/91.

[70] A'raf: 7/180.

[71] Bakara: 2/61.

[72] Âl-i İmran: 3/183.

[73] En'am: 6/148.

[74] Bakara: 2/2/87.

[75] Tevbe: 9/24.

[76] Bakara: 2/165. M. İ. Hafız İsmail Surti, Kur’an’da Şirk Kavramı, Akabe Yayınları, İstanbul, 1985: 26-32.

[77] Talâk: 65/2-3.

[78] M. İ. Hafız İsmail Surti, Kur’an’da Şirk Kavramı, Akabe Yayınları, İstanbul, 1985: 33-35.

[79] Nuh: 71/23.

[80] M. İ. Hafız İsmail Surti, Kur’an’da Şirk Kavramı, Akabe Yayınları, İstanbul, 1985: 36-39.

[81] M. İ. Hafız İsmail Surti, Kur’an’da Şirk Kavramı, Akabe Yayınları, İstanbul, 1985: 39.

[82] Necm: 53/19-22.

[83] Necm: 53/27.

[84] Ankebût: 29/61. M. İ. Hafız İsmail Surti, Kur’an’da Şirk Kavramı, Akabe Yayınları, İstanbul, 1985: 39-40.

[85] M. İ. Hafız İsmail Surti, Kur’an’da Şirk Kavramı, Akabe Yayınları, İstanbul, 1985: 41.

[86] M. İ. Hafız İsmail Surti, Kur’an’da Şirk Kavramı, Akabe Yayınları, İstanbul, 1985: 42-48.

[87] Eski Ahit 2. cilt bölüm, 13: 20, 21, 24:9-11, 25:8, 12:7, 12.

[88] Eski Ahit bölüm, 23: 14, Samuel 1, 15:10.

[89] Eski Ahit bölüm 3:22.

[90] Es­ki Ahit bölüm, 12:12.

[91] Eski Ahit 1. cilt, bölüm: 6, 12, 20.

[92] Eski Ahit cilt 1, bölüm: 19.

[93] 2 Samuel: 11 -12.

[94] Eski Ahit cilt 2, 3: 6, 15-18.

[95] Âl-i İmran: 3/64.

[96] M. İ. Hafız İsmail Surti, Kur’an’da Şirk Kavramı, Akabe Yayınları, İstanbul, 1985: 49-53.

[97] Zümer: 39/11.

[98] Âl-i İmran: 3/167

[99] Hadîd: 57/3.

[100] Bakara: 2/255.

[101] Şûra: 42/11.

[102] En'âm: 6/103.

[103] Nur: 24/35.

[104] Bakara: 2/255.

[105] En'âm: 6/3.

[106] En'âm: 6/73.

[107] Yûnus: 10/61.

[108] Kaf: 50/16.

[109] Yasin: 36/82-83.

[110] Nisa: 4/132.

[111] Zümer: 39/62.

[112] En'âm: 6/164.

[113] Haşr: 59/23.

[114] Bürûc: 85/14-15-16.

[115] Enbiyâ: 21/23.

[116] Âl-i İmran: 3/26.

[117] En'âm: 6/13.

[118] En'âm: 6/10.

[119] Nisa: 4/164.

[120] M. İ. Hafız İsmail Surti, Kur’an’da Şirk Kavramı, Akabe Yayınları, İstanbul, 1985: 54-58.

[121] M. İ. Hafız İsmail Surti, Kur’an’da Şirk Kavramı, Akabe Yayınları, İstanbul, 1985: 59-60.