Peygamberlerin Temel Öğretileri
Peygamberlerin Cezaya Çarptırılan Kavimleri Ve Çarpıldıkları Ceza Türü
IV- ŞİRK'İN İNSAN HAYATI ÜZERİNE ETKİLERİ
V- ARAPLARIN ÖNEMLİ TANRI VE TANRIÇALARI
Allah'ın Kızları Olarak İtikad Edilen Melekler
VI- ARAPLAR ARASINDAKİ ŞİRKİN SEBEPLERİ
VII- DÜNYANIN DİĞER KISIMLARINDAKİ ŞİRK
Mukaddes Kitabın bütününü veya bir kısmını tetkik eden bir Kur'an okuyucusu, Kur'an’ın, tevhid kavramını sürekli vurguladığına elbette şahid olacaktır. Geçmişte vahyolvnan bütün mukaddes hitaplar gibi Kur'an, bütün ilâhî mesajların özü olan tevhid kavramını te'yid etmektedir. Her türlü şirk kavramını da şiddetle reddetmektedir.
Kur'an'daki şirk kavramına ait bazı görüşleri ortaya koymak için bu kitabı yazmaya teşebbüs ettik. Sunuş yazımız, insanın halifeliği kavramıyla, tevhid ilişkilerini birlikte takdim etmektedir. O, ayni zamanda “Tevhid”in, geçmiş peygamberlerin toplam öğretilerinin genel bir özü olduğu gerçeğini de açıkça belirtmektedir.
Belli başlı 13 peygamberin en önemli öğretileri, tüm peygamberlerin ilâhi mesajları arasındaki yakın ilişkileri açıklamak için ele alınmıştır.
Şirkin tanımı Kur'an'ın ışığında kesin bir şekilde açıklığa kavuşturulmuştur. Bu araştırma, karanlık şirk okyanusunun çağlar boyunca, Kur'an'ın belirttiği insanlara nüfuz eden birçok sebeplerini de içine almaktadır. Şirkin insan hayatı üzerine yaptığı etkiler, sayılamayacak kadar çoktur.
Bu araştırmanın diğer önemli bir konusu da ameli şirktir. Olaylar kendi zıtlanyla daha iyi muhakeme edilir. Bu amaçla önce Araplar arasındaki şirkin bütün özelliği incelenmiş ve onu oluşturan faktörler ortaya konmuştur. Dünyanın çeşitli kısımlarındaki şirk'e, Kur'an'ın, onların köklerini kazıyacağı açısından bakılmıştır.
Kitap ehli arasındaki şirk ise, çok kısa bir şekilde ele alınmıştır. Kur'an'ın “Tevhid” kavramının tanımı, yüce Allah'a iman sahasını tayin etmek için yapılmış ve nihayet asırlar boyu sürüp gelen bu “İlâhi tevhid mesajının” dünyaya her çağda yayılması gerektiği vurgulanmıştır.[1]
Allah insanı en güzel şekilde yarattı ve onu yarattıklarının birçoğundan üstün kıldı. Göklerde ve yerde ne varsa hepsini kendinden (bir lütuf olarak) ona boyun eğdirdi. Zira insanlar yeryüzünde onun halifesi oldular. Yüce yaratıcının ona verdiği böyle kesin bir imtiyazdan sonra yaratılışının amacına uygun işler yapması, Allah'ı tanıması ve yaratılışının bir tamamlayıcısı olarak her şeyde ona yönelmesi icabetmektedir.
Geçmişte indirilen diğer kutsal kitaplar gibi Kur'an, Allah'ın halifeliğini başarabilmesi bakımından insanlığa rehberlik için gerekli ve kaçınılmaz bir konuyu önemle takdir etmektedir. Bunlar, Tevhid, Peygamberlik ve öbür dünya îıayatıdır. Bu konular İçinde “Tevhid” diğerlerine nazaran daha önemli bir yer tutar. İlâhî Ruh'un, ta ezelden beri insanlığa rehberlik hususunda uygunluğunu tavsiye ettiği İslâm dini, hep tevhid olmuştur. O, bütün müesseselerin İslâmî hareket ve disiplinlerin özü olmuştur. İslâmî hayatın kapsamlı yasası, en ufak hâdisede bile tevhidin dışına çıkmaz. O, insanın mükellefliğinin bu sütunlara anlamlı bir şekilde kesinlikle bağlı kalacağını emniyetle ileri sürer. Bu müesseselere karşı gelip reddederse en aşağı seviyeye düşüp hayvandan da aşağı olacaktır.
Dünyanın bütün geçmiş milletleri, kendi aralarında, peygamberlerin ilâhî rehberlik konularını yaydıklarına şahid olan insanlar bulmuşlardır. İnsanlığa rehberlik için yeryüzüne 124 bin peygamber gönderilmiştir, bunlardan sadece 25 tanesinin ismi Kur'an'da belirtilmiştir. [2]
1- Nuh Peygamber (aleyhisselâm)'a:
“And olsun ki biz Nuh'u kendi kavmine gönderdik. “Ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım; Allah'tan başkasına kulluk etmeyin, Doğrusu ben hakkınızda can yakıcı bir günün azabından korkuyorum” dedi.”[3]
“Size Rabbimin gönderdiği gerçekleri bildiriyor, öğüt veriyorum, sizin bilmediğiniz şeyleri Allah katından ben biliyorum.”[4]
2- Hûd Peygamber (aleyhisselâm)'a:
“Âd kavmine de kardeşleri Hûd'u gönderdik. Şöyle dedi: “Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. O'ndan başka ilâhınız yoktur; (yoksa putları Allah'a ortak koşmakla) sadece iftira edicilerden olursunuz.” [5]
“Size Rabbimin sözlerini bildiriyorum. Ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm.”[6]
“...... Hûd: “Doğrusu ben Allah'ı şahid tutuyorum; siz de şahid olun ki, ben sizin (Allah'a) ortak koştuklarınızdan uzağım.” “Ben ancak benim de sizin de Rabbiniz olan Allah'a güvenirim...”(dedi)” [7]
3- Salih Peygamber (aleyhisselâm)'a:
“Semûd kavmine de kardeşleri Salih'i gönderdik. “Ey kavmim! Allah'a kulluk edin; O'ndan başka ilâhınız yoktur; sizi yer yüzünde yaratıp orayı imâr etmenizi dileyen O'dur. Öyleyse O'ndan mağfiret dileyin, sonra da O'na tevbe edin. Doğrusu Rabbim size yakın ve duaları kabul edendir” dedi.”[8]
4- Şuayb Peygamber (aleyhisselâm)’a:
“Medyen halkına da kardeşleri Şuayb'ı gönderdik. Şöyle dedi: “Ey kavmim! Allah'a kulluk edin; O'ndan başka ilâhınız yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik tutmayın. Doğrusu ben sizi bolluk içinde görüyorum ve hakkınızda kuşatıcı bir günün azabından korkuyorum.” [9]
5- İbrahim Peygamber (aleyhisselâm) 'a:
“Ey Muhammed! Onlara İbrahim'in kıssasını anlat. İbrahim babasına ve kavmine “Nelere tapıyorsunuz?” demişti.
“Putlara tapıyoruz, onlara kulluk ediyoruz” demişlerdi. İbrahim “peki” dedi, “siz onlara dua ettiğiniz zaman onlar sizi işitiyorlar mı? Yahut size bir fayda ve zarar verebiliyorlar mı?' demişti.
“Hayır ama babalarımızı da bu şekilde ibadet eder bulduk” demişlerdi. İbrahim:
“Şimdi gördünüz mü, siz ve eski atalarınız nelere tapıyorsunuz? Doğrusu onlar benim düşmanımdır. Yalnız âlemlerin Rabbi (benim dostumdur), dedi.”[10]
“İbrahim, babası Azer'e “putları tanrı mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni ve kavmini açık bir sapıklık içinde görüyorum' demişti. Yakînen bilenlerden olması için İbrahim'e göklerin ve yerin hükümranlığını şöylece gösteriyorduk; Üzerine gece basınca bir yıldız gördü,
“işte bu benim Rabbim” de'di, yıldız batınca,
“batanları sevmem” dedi. Ay'ı doğarken görünce,
“işte bu benim Rabbim” dedi. O da batınca,
“Rabbim beni doğruya eriştirmeseydi and olsun ki, sapıklardan olurdum” dedi. Güneşi doğarken görünce,
“işte bu benim Rabbim, bu daha büyük” dedi. O da batınca dedi ki:
“Ey kavmim! Doğrusu ben sizin Allah'a ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.” Doğrusu ben yüzümü tamamen gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim. Ve artık ben (puta tapanlardan) O'na ortak koşanlardan değilim.”[11]
“Doğrusu onlar benim düşmanımdır. Dostum ancak âlemlerin Rabbidir. Beni yaratan da, doğru yola eriştiren de O'dur. Beni yediren de, içiren de O'dur. Hasta olduğumda bana O şifa verir. Beni öldürecek, sonra da diriltecek O'dur. Ahiret gününde yanılmalarımı bana bağışlamasını umduğum O'dur. Rabbim bana hikmet ver ve beni salihler arasına kat.”[12]
“İbrahim, şüphesiz Allah'a boyun eğen ve O'na yönelen bir önderdi. Ortak koşanlardan değildi.” [13]
6- Lut Peygamber (aleyhisselâm)'a:
“Lût kavmi de gönderilen elçileri yalanladı. Kardeşleri Lût, onlara demişti ki: Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum, benim ecrim ancak âlemlerin Rabbine aittir.”[14]
7- İlyas Peygamber (aleyhisselâm)'a:
“Doğrusu İlyas da peygamberlerdendi. Kavmine demişti ki:
“Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Yaratanların en iyisi olan, sizin de Rabbiniz, önceki babalarınızın da Rabbi olan Allah'ı bırakıp da Baal putuna mı taparsınız?” [15]
8- Yâkub Peygamber (aleyhisselâm)a
“Yoksa Yâkub can verirken sizler yanında mı idiniz? O zaman Yâkub Oğullarına:
“Benden sonra kime kulluk edeceksiniz?” diye sormuştu; onlar da:
“Senin ilâhına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilâhı olan tek Allah'a kulluk edeceğiz, bizler O'na teslim olmuşuzdur' demişlerdi.”[16]
9- Yûsuf Peygamber (aleyhisselâm):
“Yûsuf ...”Doğrusu ben, Allah'a inanmayan ve Ahireti de inkâr eden bir kavmin dinini terkettim. Atalarım İbrahim, İshak ve Yâkub'un dinine uydum. Allah'a herhangi bir şeyi ortak koşmak bize yaraşmaz. Bu (tevhid) Allah'ın bize ve insanlara olan bir lûtfudur, fakat insanların çoğu şükretmezler.” dedi.
“Ey mahpus arkadaşlarım! Ayrı ayrı bir sürü uydurma Rabler mi daha iyidir, yoksa her şeyden üstün tek Allah mı?”[17]
“Allah'ı bırakıp taptığınız, sizin ve babalarınızın adlandırdığı putlardan başka bir şey değildir. Allah onların doğru olduğuna dair bir delil indirmemi ştir. Hüküm vermek ancak Allah'a aittir, kendisinden başkasına değil, O'na tapmanızı emretmiştir. Bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler.”[18]
10- Süleyman Peygamber (aleyhisselâm) 'a:
“Süleyman'a bu meselenin hükmünü bildirmiştik, her birine hüküm ve ilim verdik. Dâvud'la beraber teşbih etsinler diye dağları ve kuşları buyruk altına aldık. Bunları biz yapmıştık.” [19]
(Elçisi Süleyman Peygambere bildirmişti ki:)
“Ora (Sebe) halkına hükmeden, her şeyden kendisine bolca verilen ve büyük bir taht'a sahip olan bir kadın buldum; onun ve kavminin Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Göklerde ve yerde gizli olanları ortaya koyan, gizlediğiniz ve açıkladığınız şeyleri bilen Allah'a secde etmemeleri için şeytan, kendilerine, yaptıklarını güzel göstermiş, onları doğru yoldan alıkoymuştur. Bunun için doğru yolu bulamazlar. O çok büyük Arşın sahibi olan Allah'tan başka tanrı yoktur.” [20]
11- Musa Peygamber (aleyhisselâm)a:
“Musa'nın ardından kavmi, kendilerinin ziynet takımlarından yapılmış, canlıymış gibi böğüren bir buzağı heykeli yaparak onu ilâh edindiler, O buzağının kendileriyle konuşmadığını ve kendilerine yol da göstermediğini görmediler mi? Onu ilâh olarak benimsediler ve zâlimlerden oldular.”[21]
“Musa kavmine kızgın ve üzgün bir halde dönünce, “Benim arkamdan ne kötü olmuşsunuz! Rabbinizin emrinin çabucak gelmesini mi istiyorsunuz?' dedi. Levhaları yere attı ve kardeşinin başından tutup kendine doğru çekti. Harun:
“Ey annem oğlu! Bu insanlar beni hırpaladılar, az kalsın beni öldürüyorlardı. Bana, düşmanları sevindirecek şekilde davranma, beni bu zalim milletle bir sayma”, dedi.” [22]
“Mûsâ; Rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla, bize acı, sen merhametlilerin merhametlisisin, dedi.” [23]
“Buzağıyı ilâh olarak benimseyenler, Rablerinin öfkesine ve dünya hayatında alçaklığa uğrayacaklardır. İşte biz iftira edenleri böylece cezalandırırız.”[24]
“Fir'avun:
“Âlemlerin Rabbi de nedir?” dedi. Mûsâ:
“Kesin olarak inanacaksınız, bilin ki O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir”, dedi.” [25]
12- İsa Peygamber (aleyhisselâm)'a:
“İsa, açık delillerle geldiği zaman demişti ki: “Size hikmetle ve ayrılığa düştüğünüz şeylerin bir kısmını açıklamak üzere geldim. Allah'a karşı gelmekten sakının, bana itaat edin.”[26]
“Doğrusu Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Artık O'na kulluk edin, doğru yol budur.” [27]
“Allah, “Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara, “Beni ve annemi Allah'tan başka iki ilâh olarak benimseyin” dedin?” demişti de, “Hâşâ, hak olmayan sözü söylemek bana yaraşmaz. Eğer söylemişsem, şüphesiz sen onu bilirsin, sen benim nefsimde olanı bilirsin, ben senin nefsinde olanı bilmem. Doğrusu gaybları bilen ancak sensin” demişti. “Ben onlara sadece, “Rabbim ve Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin” diye bana emrettiğini söyledim...”[28]
13- Muhammed Peygamber (aleyhisselâm) 'a:
“De ki: “Ey cahiller! Bana Allah'tan başkasına kulluk etmemi mi emredersiniz?” Ey Muhammed! And olsun ki sana da, senden önceki peygamberlere de vahyolunmuştur: And olsun, eğer Allah'a ortak koşarsan işlerin şüphesiz boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun.”
“Hayır, yalnız Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol.” [29]
“And olsun ki, peygamber kullarımıza söz vermişizdir: Onlar şüphesiz yardım göreceklerdir. Bizim ordumuz, şüphesiz üstün gelecektir.” [30]
“Ey Muhammed! Senin için söylenenler, senden önceki peygamberler için de söylenmişti. Doğrusu Rabbin hem bağışlayan ve hem de can yakıcı azap verendir.”[31]
“Allah, Nuh'a buyurduğu şeyleri, size de din olarak buyurmuştur. Ey Muhammed! Sana vahyettik; İbrahim'e, Musa'ya, İsa'ya da buyurduk ki: “Dine bağlı kalın, onda ayrılığa düşmeyin.” Putperestleri çağırdığın şey, onların gözünde büyümektedir. Allah dilediğini kendine seçer, kendisine yöneleni de doğru yola eriştirir.”[32]
“O'nu bırakıp tanrılar mı edindiler? De ki: “Kesin delilinizi getirin, işte benim ve ümmetimin kitabı ve benden öncekilerin kitapları.” Hayır; onların çoğu gerçeği bilmez de yüz çevirirler.” [33]
“Sen af yolunu tut, bağışla, uygun olanı emret, bilgisizlere aldırış etme. Şeytan seni dürtecek olursa Allah'a sığın, doğrusu O işitir ve bilir.”[34]
“Allah'a karşı gelmekten sakınanlar, şeytan tarafından bir vesveseye uğrayınca, Allah'ı anarlar ve hemen gerçeği görürler.”[35]
“Ey Muhammed! De ki: O Allah bir tekdir. Allah her şeyden müstağni ve her şey O'na muhtaçtır. O doğmamış ve doğurmamıştır. Hiç bir şey O'na denk değildir.”[36]
Yukarıda zikredilen âyetlerden şu gerçekler çıkarılmaktadır:
a) Allah'ın bütün peygamberleri esasta insanları İslâm'ın "Tevhid Akidesine" çağırmıştır.
b) Bu peygamberler “Tevhid kavramına” tamamen tezat teşkil eden her çeşit “şirk'i” lânetlemişlerdir.
c) Keza onlar, insanlara rehberlik hususunda kendi muhteşem hayatlarını bir model olarak takdim etmişler ve kendilerinden önce gelen peygamberlerin öğretilerini kabul etmişlerdir.
d) İlâhi görevlerini yaparken, dünyaca güçlü hiç bir şeyden korkmamışlardır.
e) İnsanlığa rahberlik için, tek bir ortak metodu takip etmişlerdir.
Kur'an'dan çıkarılan bu gerçeklerle aşikâr olmuştur ki, Kur'an'da zikredilen bütün peygamberler, insanları, yeryüzünde Allah adına tasarruf etme yetkisi (vekillik) gibi bir imtiyazdan ebediyyen yoksun bırakan, şiddetli, müzmin ve öldürücü bir hastalık olan şirkten kurtarmak için tek bir ortak tedavi şeklini sunmuşlardır. Bu sebepledir ki, nihaî prensipler kitabı olan muhteşem Kur'an, esas itibariyle, peygamberlerin kutsal görevlerinin kolayca kavranması için sadece 25 peygamberi örnek göstermiştir.
Aşağıdaki tablo, bazı ünlü peygamberler zamanındaki halkların “Şirk” üzere amel ettiklerinden dolayı, Kur'an'da zikredilen cezalara çarptırıldıklarını göstermektedir. [37]
Nuh Aleyhisselâm zamanı:
Müşrikler suya gark olup yok olmuşlardır.
Hûd Aleyhisselâm zamanı:
Yedi sene kuraklık. Bu kuraklıktan sonra bulutların rengi, siyah, beyaz ve kırmızıya dönüşmüş, bir hafta da sürekli fırtına kopmuş, zelzeleyle her şey yok olup gitmiştir.
Lût Aleyhisselâm zamanı:
Bütün halk gökten yağan taşlarla yok olup gitmiştir.
Şuayb Aleyhisselâm zamanı:
Halk deprem ve gökten yağan ateşle yok olmuştur.
Mûsâ ve Harun Aleyhimesselâm zamanı:
Firavun ve ordusu Kızıldeniz'de boğulmuştur.
İlyas Aleyhisselâm zamanı:
Müşrikler gökten yağan ateşle helak olmuştur.
O dönemlerde bütün dünya üzerinde, insanlar arasında şirk çok yaygındı. Geçmişte ve zamanımızda milyonlarca insan, bu öldürücü şirk hastalığının kurbanı olmuştur. Onun tahripkârlığı nedeniyle Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâmdan önce 124 bin peygamber gönderilmiştir. Peygamberlerin sonuncusu, Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselam'dır ki, şeriatı birçok müslüman âlim ve müctehidler tarafından yürütülmektedir. Bu sebeptendir ki, Allah'ın nurunun kalblere girmesine engel ve mutlak bir karanlık olan şirk'i Kur'an'ın ışığı altında dikkatlice incelemek esas olmuştur. [38]
Şirk kelimesi, ortaklık sözcüğünden gelme, edebî anlamı, ortağı, şeriki olmadır ki, eşi ve dengi mânasına gelmektedir. Şirk'in şeriattaki anlamı putperest olmadır. Eğer insan, yüce yaratıcıya diğer yaratıkları eş koşarsa, şirk ehli, yani müşrik olur. Şirk, Allah'a karşı her çeşit ortaklığı reddeden tevhidin zıddıdır. Mukaddes Kur'an bunu şöylece doğrulamaktadır:
“... O ancak tek bir ilâhtır. Doğrusu ben O'na ortak koşmanızdan masumum, de.”[39]
Büyük Günah:
Şirk, Kur'an'da en büyük günah olarak belirtilmiştir.
“...Allah'a ortak koşan kimse şüphesiz büyük bir günahla iftira etmiş olur.”[40]
Büyük Adaletsizlik (Haksızlık):
“Lokman oğluna öğüt vererek: 'Ey oğulcuğum, Allah'a eş koşma. Doğrusu O'na eş koşmak büyük haksızlıktır”, demişti.”[41]
Büyük Cehalet:
“İsrail oğullarının denizden geçmelerini sağladık. Puta gönülden tapan bir millete rastladılar. “Ey Mûsâ! Onların tanrıları gibi bize de bir tanrı yap” dediler. Mûsâ:
“ Doğrusu siz bilgisiz bir milletsiniz,” dedi.”[42]
“O'nu bırakıp tanrılar mı edindiler? De ki, “kesin delilinizi getirin. İşte benim ve ümmetimin kitabı ve benden Öncekilerin kitabı.” Hayır onların çoğu gerçeği bilmez de yüz çevirirler.”[43]
Apaçık Sapıklık:
“Allah, kendisine ortak koşulmasını elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse derin bir sapıklığa sapmış olur.” [44]
“Allah'ı bırakıp da, kıyamet gününe kadar cevap veremeyecek şeylere yalvarandan daha sapık kimdir? Çünkü, yalvardıkları şeyler yalvarışlarından habersizdir.”[45]
Büyük Alçaklık:
“Allah'a ortak koşmaksızın O'na yönelerek pis putlardan kaçının, yalan sözden de çekinin. Allah'a ortak koşan kimse, gökten düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgarın bir uçuruma attığı şeye benzer.”[46]
“Buzağıyı tanrı olarak benimseyenler, Rablerinin öfkesine ve dünya hayatında alçaklığa uğrayacaklardır. İftira edenleri böylece cezalandırırız.” [47]
Ahlâk Bozukluğu:
“İbrahim şöyle demişti: “Rabbim! Bu şehri güvenli kıl; beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut.” [48]
Zatına Göre Hareket:
“Yeryüzündekilerin çoğunluğuna itaat edersen seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar, sadece tahminde bulunurlar.” [49]
Hakkı Batılla Karıştırma:
“Ey kitap ehli! Niçin hakkı bâtıla karış tırıyor ve bile bile hakkı gizliyorsunuz?”[50]
Dünya Hayatına Düşkünlük:
“And olsun ki, onların hayata, diğer insanlardan ve hatta Allah'a eş koşanlardan da daha düşkün olduklarını görürsün. Her biri ömrünün bin yıl olmasını ister. Oysa uzun ömürlü olması onu azaptan uzaklaştırmaz. Allah onların yaptıklarını görür.”[51]
Halkı, Sağlam Temellerden Uzak Tutma:
“Allah'tan başka dostlar edinenlerin durumu, kendine yuva yapan örümceğin durumu gibidir. Evlerin en dayanıksızı ise şüphesiz örümceğin yuvasıdır. Keski bilseler.”[52]
Beyhude Arzuların Kölesi Olmak:
“Ey kitap ehli! Haksız olarak dininizde taşkınlık etmeyin. Daha önce sapıtan, çoğunu saptıran ve doğru yoldan ayrılan bir milletin heveslerine uymayın, de.”[53]
Kalblerin Korku ile Doldurulması:
“Hakkında hiç bir delil indirmediği şeyi Allah'a ortak koşmalarından ötürü, inkâr edenlerin kalbine korku salacağız. Onların varacağı yer cehennemdir. Zalimlerin durağı ne kötüdür.” [54]
Cennetin Kapılarının Onlara Kapanması:
“...Kim Allah'a ortak koşarsa, muhakkak Allah ona cenneti haram eder, varacağı yer ateştir, zulmedenlerin yardımcıları yoktur.” [55]
“Allah, kendisine ortak koşmayı elbette bağışlamaz. Bundan başkasını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse şüphesiz büyük bir günahla iftira etmiş olur.”[56]
Tevhid İnancında Olanlara Karşı Düşmanlık Yapanlar:
“Ey Muhammed! İnananlara en şiddetli düşman olarak, insanlardan yahudileri ve Allah'a eş koşanları bulursun. Onlardan, inananlara sevgice en yakın “Biz Hristiyanız” diyenleri bulursun. Bu onların içinde bilginler ve rahipler bulunmasından ve büyüklük taslamamalarındandır.” [57]
1- Dünyanın çok büyük ve sınırsız kuvvetlerine sahip olmaları sebebiyle gurura kapılmaları bazı insanları aldatarak, kendilerini tanrı ilân edecek ve halkı kendilerine tapmağa zorlayacak çapta şirk ateşine düşüren faktörlerden biridir.
Kur'an bunu şu şekilde doğrulamaktadır:
“(Firavun) sizin en yüce Rabbınız benim” dedi.
“Firavun, milletine şöyle seslendi: Ey milletim! Mısır hükümdarlığı ve memleketimde akan ırmaklar benim değil mi? Görmüyor musunuz?” [58]
2- Ataya ait gururu apaçık ortaya koymak ve halkı, atalarının bâtıl inançlarına sevketmek tam bir şirktir.
Kur'an bu hususu şu şekilde te'yid eder: “Ey Muhammed! Senden önce, herhangi bir kasabaya gönderdiğimiz uyarıcıya, o kasabanın şımarık varlıkları sadece: 'Doğrusu babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerini izlemekteyiz' derlerdi.”
“Gönderilen uyarıcı: “Eğer size, babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmiş isem de mi bana uymazsınız?' dedi. Onlar:
“Doğrusu sizinle gönderilen şeyi inkâr ediyoruz”, dediler.”[59]
“Onlara: “Allah'ın indirdiğine uyun” denilince, “Hayır, atalarımızı yapar bulduğumuz şeye uyarız” derler. Ya ataları bir şey akledemeyen ve doğru yolda olmayan kimseler idiyseler?” [60]
3- Şirk, halkı aralarında doğru olanları da Rab tanımağa sevkeder:
“Allah'ın kendisine Kitab'ı, hükmü, peygamberliği verdiği insanoğluna: “Allah'ı bırakıp bana kulluk edin” demek yaraşmaz, fakat: “Kitabı öğrettiğinize, okuduğunuza göre Rabbe kul olun,” demek yaraşır.”
“Size melekleri, peygamberleri Rab olarak benimsemenizi emretmesi de yaraşmaz. Siz müslüman olduktan sonra, size inkâr etmeyi mi emredecek?” [61]
“Ey kitap ehli! Dininizde taşkınlık etmeyin, Allah hakkında ancak gerçeği söyleyin. Meryem oğlu İsa, Mesih, Allah'ın peygamberi, Meryem'e ulaştırdığı kelimesi ve kendinden bir ruhtur. Allah'a ve peygamberine inanın; “üçtür” demeyin, vazgeçin, bu hayrınızadır. Allah ancak bir tek ilâhtır. Çocuğu olmaktan münezzehtir, göklerde olanlar da, yerde olanlar da O'nundur. Vekil olarak Allah yeter.” [62]
“Yahudiler, “Üzeyr Allah'ın oğludur”dediler; Hıristiyanlar, “Mesih Allah'ın oğludur” dediler. Bu, daha önce inkâr edenlerin sözlerine benzeterek ağızlarında geveledikleri sözdür. Allah onları yok etsin! Nasıl da uyduruyorlar.” [63]
4- Şirk, safsatayı daha da güçlendirir:
“O azabın, yayılarak vadilerine doğru yöneldiğini gördüklerinde: “Bu yaygın bulut bize yağmur yağdıracaktır,” dediler. Hûd: “Hayır O, acele beklediğiniz şeydir; can yakıcı azab veren bir rüzgârdır; Rabbinin buyruğu ile her şeyi yok eder,” dedi. Bunun üzerine evlerinin harabelerinden başka bir şey görünmez oldu. Biz, suçlu milleti işte böyle cezalandırırız.”
“Ey Mekkeli putperestler! And olsun ki, onları, sizi yerleştirmediğimiz yerlere yerleştirmiştik. Onlara kulaklar, gözler ve kalbler vermiştik, ama kulakları, gözleri ve kalbleri onlara bir fayda sağlamadı. Zira, Allah'ın âyetlerini bile bile inkâr ediyorlardı.
Alaya aldıkları şeyler onları kuşatıp yok ediverdi.” [64]
5- Zenginler, şirk dolayısıyla gurura kapılıp aldanırlar:
“Doğrusu uyarıcı göndermiş olduğumuz her kasabanın varlıklı kimseleri, onlara: “Biz sizinle gönderilen şeyleri inkâr ediyoruz” diyegelmişlerdir.” [65]
“Malları ve çocukları en çok olan bizleriz, azaba uğratılacak da değiliz, derlerdi.”[66]
“Ey insanlar! Sizi bana yaklaştıracak o-lan ne mallarınız ve ne de çocuklarınızdır; yalnız inanıp yararlı iş işleyen kimselerin, işte onların yaptıklarına karşılık mükâfatları kat kattır. İşte onlar, yüksek derecede güven içindedirler. [67]
6- Şirk, halkı, Allah'a kusur bulmağa zorlamıştır:
“Cinleri -O yaratmışken- kâfirler Allah'a ortak koştular. Körü körüne O'na oğullar ve kızlar uydurdular. Haşa, O, onların vasıfladırmalarından yücedir.”[68]
“Allah çocuk edinmemiştir; O'nun yanında hiç bir ilâh yoktur. Olsaydı, her ilâh kendi yarattığı ile beraber gider ve birbirinden üstün olmağa çalışırlardı. Allah onların vasıflandırdıklarından münezzehtir.”[69]
“En güzel isimler Allah'ındır. O'na o isimlerle dua edin. O'nun isimleri konusunda eğriliğe sapanları bırakın. Onlar yaptıklarının cezasını göreceklerdir.” [70]
7- Şirk, halkı, peygamberleri öldürmeye teşvik etmiştir:
“Ey Mûsâ! Bir çeşit, yemeğe dayanamayacağız. Bizim için Rabbma yalvar, bize, yerin bitirdiği sebze, hıyar, sarımsak, mercimek ve soğan yetiştirsin” demiştiniz de, “Hayırlı olanı daha düşük şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz? Bir şehre, inin, şüphesiz orada istediğiniz vardır”, demişti. Onlara yoksulluk ve düşkünlük damgası vuruldu. Allah'ın gazabına uğradılar. Bu, Allah'ın âyetlerini inkâr etmeleri ve haksız yere peygamberleri öldürmelerin dendi; bu karşı gelmeleri ve taşkınlık yapmalarındandı.”[71]
“Doğrusu, ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiç bir peygambere inanmamak üzere Allah bize ahid verdi,” diyenlere sen ey Muhammed de ki: “Benden önce peygamberler size belgeler ve dediğiniz şeyi getirdi. Doğru sözlü iseniz niçin onları öldürdünüz?” [72]
8- Şirk, kaderi, vahyi, peygamberleri ve kıyamet gününü inkâr ettirmiştir:
“Puta tapanlar, “Allah dileseydi babalarımız ve biz puta tapmaz ve hiç bir şeyi haram kılmazdık” diyecekler; onlardan öncekiler de, bizim şiddetli azabımızı tadana kadar böyle demişlerdi. Onlara, “Bize karşı çıkacak bir bilginiz var mı? Siz ancak zanna uyuyorsunuz ve sadece tahminde bulunuyorsunuz” de.” [73]
“Bunlar, Rablerinin âyetlerini ve O'na kavuşmayı inkâr edenlerdir. Bu yüzden işleri boşa gitmiştir. Kıyamet günü biz onlara değer vermeyeceğiz.
“And olsun ki, Musa'ya kitap verdik, ondan sonra ardarda peygamberler gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya belgeler verdik, O'nu Ruhu'l-Kudüs'le destekledik. Size bir peygamber nefsinizin hoşlanmadığı bir şey getirdikçe, büyüklük taslayarak, bir kısmını yalancı sayıp, bir kısmını öldürür müsünüz?” [74]
9- Nefsin isteklerine uymak ve Allah'dan ziyade yaratıkları sevmek, halkı şirke sürükler.
“De ki: 'Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşieriniz, akrabanız, elde ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden evler, sizce Allah'tan, peygamberinden ve Allah yolunda savaşmaktan daha sevgili ise, Allah'ın buyruğu gelene kadar bekleyin. Allah fâsık kimseleri doğru yola eriştirmez.” [75]
“İnsanlar arasında, Allah'ı bırakıp O'na koştukları eşleri ilâh olarak benimseyenler ve onları, Allah'ı severcesine sevenler vardır. Mü'minlerin Allah'ı sevmesi ise hepsinden kuvvetlidir. Zalimler azabı gördükleri zaman bütün kuvvetin Allah'a ait bulunacağını ve Allah'ın azabının şiddetli olduğunu keski bilselerdi.” [76]
İmam Fahreddin Razi, “Sadece putlara tapmak “şirk” değildir. Nefsin istekleri (hırs) peşinde koşmak, Allah sevgisi yerine, bu dünya ve gelecek dünya sevgisini tercih etmek de şirktir. Eğer gönlünüzde Allah'tan başka herhangi bir şeye yer verirseniz, o şeyi O'na ortak koşmuş (şirke düşmüş) olursunuz.”
Şirk, sömürü, ahlâksızlık, fesat, nefret, kıskançlık, sahtekârlık, kibir, sosyal adaletsizlik ve diğer bütün kötülüklerin hızla yayılmasına sebep olan yaratıklara, onu benimseyenleri (müşrikleri) köle yapar. Bu sebeple geçmişteki bütün peygamberler, tevhid mesajıyla, şirkin kökünü kazımak ve insanlığı bu kölelikten kurtarmak için ellerinden geleni yapmağa çalışmışlardır.
Kadisiye Savaşı sırasmda İslâm sözcüsü Rabi bin Amir, Pers Generali Rüstem'in sarayında tevhid'in yüksek amacını şöyle dile getirmiştir:
“Allah bizi, kulların değil, kendi iradesini takibetmemiz, insanları Allah'a tâate yöneltmemiz ve onları, kulların dar yolundan çıkarıp O'nun daha geniş yoluna sevketmemiz ve çeşitli bâtıl dinlerin baskısı altındaki insanları, îslâmın âdil dinine sokmamız için göndermiştir.”
Müşrikler, onlara taptıkları için daima maddî şeylere bel bağlarlar. Dünyevî arzularını elde edemeyecekleri (maddesel isteklerine kavuşamayacakları) zaman, güvenleri sarsılır, kuşku ve korkulan artar. Kur'an bu durumda, mü'minlerin rahat ve huzur hallerini şöyle dile getirmektedir:
“Allah, kendisine karşı gelmekten sakınan kimseye kurtuluş yolu sağlar, ona beklemediği yerden rızık verir. Allah'a güvenen kimseye O yeter. Allah buyruğunu yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü var etmiştir.” [77]
Peygamberimiz Muhammed (aleyhissalâtü vesselam) bir defa, İbn Abbas'a şu tavsiyede bulundu:
“Ey delikanlı! Allah'ı anın. Allah sizi koruyacaktır. O'nu önünüzde göreceksiniz. Eğer bütün insanlar birleşseler ve size iyilik etmeyi isteseler, Allah hükmetmedikçe buna muvaffak olamazlar. Eğer onlar hep birlikte sana zarar vermeğe yeltenseler, yine Allah hükmetmedikçe bunu başaramayacaklardır.”
Şirk, bir insanın kendine karşı olan güvenini yok eder. Bir şirk ehli, kendini bile korumaktan âciz olan yaratıkların eşiğine yüz sürer. O, önemsiz çıkarları için bile diğer insanların önünde boyun eğmekten kendini alamaz.
Şirk, bir kimseyi hurafeye inanmağa sevkeder. Şirk, insanın içinde öyle şeyler kökleştirir ki, aklın ölçemeyeceği kadar zayıf bir itikadın taşınmasına bile yer bırakmaz. Şirk ehlinin verdiği hükümler, zan üzerine dayandığından, sahibinin şüpheciliğini arttırarak onu bir septik (felsefî şüpheci) yapar.
Burada, Cahiliyye devrinde Araplar arasında hüküm süren şirk'e bir göz atmak faydalı olacaktır. Bundan başka Hinduizm, Budizm gibi eski inançlarda ve kitap ehli kavimlerin bâtıl itikatlarında da göze çarpan şirk kavramları vardır. Bunlar, Mukaddes Kur'ân'ın daha iyi bir anlayışla ortaya koyduğu şirk kavramından çok daha uzaklarda kalmaktadır. [78]
Cahiliye döneminde Araplar, çok tanrıya inanıyorlardı. Kendi heves ve hayallerine göre putlar yapıp, onlara tapıyorlardı. Her kabile ve aşiretin, Kabe içinde putlarını koydukları özel yerleri bulunuyordu. Mekke'ye gidemeyenlerin bile kendi kasabalarında yapıp yerleştirdikleri putları vardı ve bu putlara taparlardı. Kabe, 365 putun meskeni olmuştu. Mekkeli müşrikler, güzel taşlara tapmağa çok düşkündüler. Bu taşlar, daha iyisi bulunduğu zaman değiştirilmekteydi. Bu amaçla, genellikle beyaz taşlar seçiliyordu.
a) Hübel: Kureyş kabilesinin en büyük putlarından biriydi. O, Mekke'nin ortasındaki Ahzab kuyusunun yanına yerleştirilmişti. Halkın gelip bu puta tapması söylenirdi. Seferden dönen herkesin, önce bu putu ziyaret edip saçını orada tıraş etmesi gerekiyordu.
b) Lât: Taifte yerleştirilmişti. Lât kelimesi, El-Lahah ve El-Lat sözcüklerinden gel mektedir ki, cinsiyet bakımından dişi ilâh anlamındadır. Yani tanrıça demektir.
c) Uzzâ: Bu kelime, izzet veya saygı ve şeref emreden anlamındaki sözcüklerden gelmedir. Bu put, Kureyş tanrıçalarının başkanlarından biriydi. Onun tapınağı, Mekke ile Taif arasındaki Naklah vadisinde, Huraz denilen yerde yapılmıştı.
d) Menât: Bu kelime, kader anlamına gelen Maniyyah sözcüğünden türetilmiştir. Bu put, bir kader tanrıçasıydı ve ona Medine'deki Huzâa, Evs ve Hazrec kabileleri, tarafından tapüırdı. Put, tavaf edilir, kendisine kurbanlar kesilir ve adaklar yapılırdı.
Araplar, Lât, Menât ve Uzzâ'ya tanrının kızları olarak iman ederlerdi. Onlara göre, Lât ve Uzzâ tanrıya o kadar yakındı ki, Tanrı kışın vaktini Lâfın, yazın da Uzzâ'nın evinde geçirirdi.
e) Ved: Bu put, bir erkek şeklindeydi ve ona Benu Kelb aşireti tarafından tapüırdı. Dumat, Landal yakınlarında yerine oturtulmuştu.
f) Suva: Yanku yakınlarındaki Ruhata'ya yerleştirilmişti. Ve ona Huzeyl kabilesi tarafından tapılırdı.
g) Yagus. Bu put, aslan şeklindeydi. Yemen ve Hicaz arasındaki Lurş'a yerleştirilmişti. Bu puta, Teym, Madlic ve Kureyş'in bir kolu olan Benu Anam aşiretleri tarafından tapılırdı.
h) Yeük: Bu put da, Hamdan aşiretinin bir kolu olan Khayvan halkı tarafından tapılırdı ve bir at şeklindeydi.
ı) Nesr: Bu put, bir akbaba şeklideydi. O'na Zü'1-kala kabilesi tarafından tapılırdı. Belha'de yerleştirilmişti.
Peygamber Efendimiz bazı Arap tanrılarının, tarihî esaslarını aşağıdaki şu âyetten çıkarmıştır:
“İnsanlara: “Sakın tanrılarınızı bırakmayın, Ved, Suva, Yegus, Yeük ve Nesr putlarından asla vazgeçmeyin” dediler.”[79]
Peygamberimize göre bunlar, Nûh zamanının dindar insanlarıydı. Ölümlerinden sonra sembolleştirilmiş ve bu sembollere de onların adları verilmişti. Zamanla bazı bozuk inançlı insanlar, bunlar dindar ve duaları kabul edilen insanlar olduklarından, Allah ile kendileri arasında aracı olarak kullanılmalıdır diye düşünmüşlerdir. Zaman geçtikçe halk, bu sembollere tapmaya başlamışlardır.
İsat ve Nâile: Arapların iki putuydu. Onlara göre bu iki put, Kabe içinde cinsî münasebette bulunan iki sevgiliydi. Bu günahlarından dolayı taş kesilmişler, daha sonra da halk bunlara tanrı olarak tapmağa başlamıştı.[80]
Bu tanrı ve tanrıçalardan başka onlar, güneşe, aya, yıldızlara, cinlere, hayvanlara, gezegenlere, ceylânlara, atlara, develere, hurma ağaçlarına, kaya ve taşlara da taparlardı.
Zat Anvat: Mekke şehrinin yakınlarında büyük bir ağaçtı. Her yıl halk orada toplanır, silâhlarını ağaca asar, kurban keser, bir gün de orada eğlenirlerdi.
Zu'l-Halasa: Sanık denilen bir köyde yapılmış bir evdi. Araplar bu eve, kurbari keserek saygı gösterirlerdi. [81]
Kureyş, Cuhmiya, Benû Salma, Huzaa, Benû Malay aşiretleri, meleklere Allah'ın kızları olarak itikad ederlerdi. Dinî törenler yaparak meleklere taparlardı.
Bu melek heykelleri kadın şeklindeydi. Mukaddes Kur'an, onların, Lât, Menât, Uzzâ'ya ve Allah'ın kızları olarak meleklere karşı olan itikadlarım şu şekilde dile getirmektedir:
“Ey inkarcılar! Şimdi Lât, Uzza ve bundan başka öncüleri olan Menafin ne olduğunu söyler misiniz? Demek erkekler sizin, dişiler Allah'ın mı? Öyleyse bu haksız bir paylaşma.” [82]
“Doğrusu âhirete inanmayanlar, meleklere dişi adını takarlar.” [83]
Cahiliyye dönemindeki Araplar, Allah'a, bu dünyanın yaratıcısı olarak inanıyorlardı. Fakat aracı olarak da, yarı tanrılara iman etmekteydiler. Mukaddes Kur'an, onların, Allah'ın varlığına inandıklarını şu açık delille dile getirmektedir:
“And olsun ki onlara: “Gökleri ve yeri yaratan, güneşi, ayı buyruğu altında tutan kimdir?” diye sorsan, şüphesiz “Allahtır” derler. Öyleyse niçin (aldatılıp) döndürülüyorlar?” [84]
a) Muayyen varlıkların Allah'a yakın olduklarını, bu sebeple de Allah ile kendi aralarında bu varlıkları “Aracı” olarak kabul etmeleri.
b) Katılıkları, cehalete taraftar oluşları ve muhafazakâr tutumları onları, atalarından miras kalan şirk'e götürmüş ve bu inanca bağlı kılmıştır.
c) Kabe'nin hâkimi ve dinin koruyucusu pozisyonunda olan Mekkeli Kureyş kabilesi, halkın putlara tapmaktan vazgeçmelerini istememişlerdir. Bu tanrı ve tanrıçalarının güç, kudret ve önemleri hususunda öyle efsaneler ve hurafeler uydurdular ki, halk, bu putlara tanrı olarak tapmaktan kendilerini alamadılar. Bu işin öncüleri, e-konomik sebepler, yüksek prestij ve otorite sahibi olmak için bunu pöyle plânlamışlardır. [85]
Hindistan, çok eski zamanlardan beri şirkin beşiği olmuştur. Bugün bile yüz milyondan fazla Hindu putperestliğe inanmaktadır. Hinduizmin temel kavramını açıklamak için bu teşebbüsü yapmış bulunuyoruz.
Pandit Jawaharal Nehru'ya gelince Hinduizm karanlık (belirsiz), düzensiz, çok yanlı bir inançtır. O, bütün insanlar için bütün sistemleri içine alan karmaşık bir yoldur. Ona bir din desek bile, kurallarına sıkı sıkıya uymak çok zordur. Eski şeklinde olduğu gibi şimdiki şekliyle de birçok inanç ve hareketleri içine almaktadır. Bir zamanlar en üstün olanlar, başka bir zamanda en aşağı duruma düşmektedir. Bazan durum değiştirerek birbirine tamamen zıt farklı durumlar meydana getirmektedir.
Hint felsefesine derinden vukufu olan tanınmış Hindu Filozofu Dr. S. Radha Krishan, Hindu inancının esaslarını şöyle belirtmektedir:
“Hindular, şeytanlara, kahramanlara ve atalara, Politeizm'e (çok tanrıcılık), Monoteizm'e (tek tanrıcılık) ve (indimaç) Panteizm'e inanmaktadırlar. Dinî kitaplarında, bu görüşlerin hepsini de doğrulayan metinler bulmak zor değildir. Şiva ve Saktı mezheplerinin İndus halkından gelme ihtimali vardır. Ağaçlara, hayvanlara, nehirlere tapma ve diğer mezheplerle birleşerek ayin yapmalar aynı kaynaktan gelmektedir. Bununla beraber, korkmuş ve sindirilmiş aşağı dünyalıların inançları, çok eski yerli kaynaklara dayanmaktadır.”
“Hinduizm, belli bir şekil belirtmeksizin, bağlıları arasındaki ruhsal hayat üzerine inşa edilmiştir. Hindu Panteon'unda bulunan bütün putlar bazı üstün simaları temsil eder. Brahma, Vişnu, Sıva; aşk ve korkunç yargılama gücünden başka yaratıcı zekâya da sahip görülürler. Bunlardan her biri bağlıları için, üstün birer tanrı ismidir.”
“Hinduizmde, tanrılar her ne kadar şekilsiz iseler de, sayısız imajları teyid eder ve onlardan haber verirler.”
Bu filozofa göre, bir ateist bile Hinduizm'de sığınak bulabilir:
“Hindular, bir ateisti bile guruplarına (âyinlerine) kabul edebilirler.”
Hinduizm'in Vedik din literatürü en azından üçyüz otuz milyon yarı tanrının mevcudiyetini te'yid eder. Bu Aryan inancına göre, onlar üstün yaratıklardır. Bu inanç, Yunanlılar, Romalılar ve Zerdüştler arasında da yaygındır. Yunanlıların Zeus'u, Romalıların Deüs'ü ve Zerdüştlerin Yeztası, Hin-duların inandıkları tanrıların aynıdır.
Mr, Gandi “Annem İnek” adlı bir makalesinde okuyucularını, ineğin, insanlığın annesi olduğuna inandırmağa çalışır.
Gna göre Hinduların, ineğin bütün dünyaya bir armağan olarak gönderildiğine inanmaları bir görev, bir mecburiyettir. İnek, hayvanlarla insanlar arasındaki kardeşçe bir duygu ilişkisini temsil eder. Hint felsefesi ineğe, insanlığın annesi gözüyle bakmaktadır. Onlara göre inek, gerçekten insanlığın annesidir. İnek, Hintlilerin büyük dostudur ve Hindistan'a büyük yardımı dokunmaktadır. Bir Hintli her ne zaman ona baksa, bir hayvan olarak değil, bir mabut olarak bakar ve bu davranışını da bütün dünyaya göstermek ister. Hintli, ineğin kendi annesinden üstün olduğunu iddia eder, zira inek ona göre bir ana tanrıçadır.
Dr. Gustave Le Bon'a göre: “Hindular, imaj ve sembollere derinden bağlıdırlar. Mabetleri bu sembol ve imajlarla doludur. Bunların başlıcalan da tabiatın bereket gücünü sembolleştiren Şıva'nın erkeklik organı ile Yoni'nin dişilik organıdır... Bütün dik ve konik nesneler, onlar tarafından rağbet görür.”
Yani, Dr. Gustave Le Bon'a göre Hindular, önceleri başlıca bereket tanrılarından biri olan Şıva'nın cinsî organına tapıyorlardı.
Radha Krishnan, Hindu politeizmini (çok tanrıcılık) kabul ederek şöyle der:
“Politeist inançlar, Hindu şuuruna öyle yerleşmiştir ki, kolayca sökülüp atılamaz. Onlara göre birçok tanrılar bir baş tanrıya bağlıdır.
Krishnan, şunları da sözlerine ilâve etmektedir:
“Toplumun batıl itikatlarıyla, felsefî inançların sadece birkaçının imtizacı kabil olmaktadır. Eski inanç şekillerini ortadan kaldıramayız, zira bu, insanlığın temel mizacına kayıtsızlık olur. İnananların normal ve entellektüel durumlarmdaki bulgu farkları, onları hemen en yüksek zekâ seviyesine çıkaramaz.”
Asırlarca hükümferma olan politeizm (çok tanrıcılık), Hint halkını 4 temel sınıfa ve yüzlerce de alt sınıflara ayırdı. Manu Shastra'ya göre: Hindulann kutsal kitaplarından birisi, Brahman'ın, doğduğu zaman dünyanın en yüksek mertebesinde yer almış olduğunu belirtmektedir. Dünyada mevcut olan diğer bütün varlıklar Brahman-larm mülküdür. Brahman üç dünyayı da öldürecek olsa, kendilerine herhangi bir suç isnad edilemeyecektir. En aşağı Kast sınıfı, ilâh Brahman'ın ayaklarından doğan Sudra'dır. (Dokunulamaz). Bu Kast sınıfının Brahmanların emirlerini yerine getirmeleri esas sayılmıştır. Sudra, eliyle birine saldırır yahut kendinden daha yüksek sınıftan birine vurursa eli kesilir, ayağıyla vurursa ayağı kesilir. Eğer Brahmanlara itaatsizlik ederse, kral onun ağzına ve kulaklarına kaynar yağ dökerek onu cezalandırır.
Sıddharta Gautam, Milâttan önce 560 yılında doğmuştur. O, Hindu kraliyet ailesi arasında yetiştirilmiş ve dünyanın en yaygın inançlarından biri olan Budizm'in kurucusu olmuştur. Bu kişi Hinduizme isyan etmiş ve politeizme düşman olmuştur. Hindistan'daki Kast sistemini gerçek bulmayarak Brahmanların dîni üstünlük ve istismarlarını tamamen bertaraf etmiştir. Bu din, politeizmin (çok tanrıcılık) inkâr edilmesiyle başlamış, fakat ne yazık ki, Buda'nın bizzat kendisini üstün ilâh ilân etmesiyle sonuçlanmıştır. Böylece Buda ve Chaytıyah'ın heykeline tapma bir âdet haline gelmiştir. İran Sasanileri çok uzun süreden beri iki esas şeye tapmaktadırlar; Ateş ve Güneş. Papazlarının vazifesi, günahları temiz-. lemek, mukaddes ateşi asla söndürmemek ve suyun mukaddes ateşe değmesine daima engel olmaktır. Metallerin paslanmasına asla müsaade etmezler, zira madenler de onlarca kutsal sayılıyordu.
Esas itibariyle iki rakip ruhun varlığına inanıyorlar, bu inanca göre “Hürmüz” iyilik tanrısı, “Ehriman” da kötülük tanrıcıdır. Bu iki ruh her zaman savaş halindedir ve zaman zaman biri diğerine üstün gelir. Onlar da Hindular ve Yunanlılar gibi, Yazdan (yarı tanrı ve tanrıçalar)a inanıyorlardı.
Babilliler, kâinatı üçe ayırıp şahıslaştırmışlardı. Tanrı “Anu” gökleri temsil etmekteydi. Arz üzerindeki herşeyin ilâhî biçimine sembolleştiren Enlü mabudu tarafından temsil ediliyordu. Sularla yeraltındaki varlıkları da uçurum ve boşluklann tannsı Ea sembolleştiriyordu. Güneşi Şamas, Ayı Sin ve gezegen Venüs'ü EnhTin sevgilisi tanrıça İştar temsil ediyordu. Babillilerin dinî sistemlerinin esasını altı tanrı oluşturuyordu.
Bütün Babil tanrıları kavram bakımından insan biçimindeydi. Hepsinin de kadınları, oğullan, kızları ve hattâ şeytanî ruhlardan yardımcıları vardı ki, bunların başlıca görevleri, daha büyük tanrıların emirlerini yerine getirmekti. Daha büyük tanrı Baal’dır ki, buna Mukaddes Kur'an'da da yer verilmiştir.
Politeizm (çok tanrıcılık), Yunanlılar arasında da, birçok bakımlardan Hinduizmin aynıdır. Apollo, Zeüs ve Atena bir üçlü teşkil eder. Bu şahıslaştırılmiş bütün tanrılara ölümlülük zaafı atfedümiştir. “Örümcek ağı karışıkhğındaki Yunan politeizmini elbet biri çözecektir” demektedir çalışkan fakat şanssız olan Platon, Politeizmin esas sebepleri, mitolojiyi meydana getirip sayısız, ilâhlar oluşturan, aşırı sanat, hikâye, şiir edebiyatı olmuştur.
Çinliler, üstün ilâh olarak Şang Ti'ye inanmaktadırlar. Fakat onlar da ruhlara ve diğer tanrılara îmân etmektedirler. Çou Dynasti âyinleri (M. Ö. 1122 -1222) Şung Ti'ye kurban kesmek, güneşe, ay'a, yıldızlara çalı çırpı toplamak, ev ve mutfaktaki Ruhlara da kamış demetleri sunmaktan ibarettir.
Mısır'da yüksek sınıftan olanlar, birkaç tanrıya taparlardı. Bunlar arasında en meşhurları, Amon Re, Ptah, Hathar, Khunpus, İzis ve Oziris idi. Daha aşağı sınıftan olanlar ise, hayal ettikleri tanrılara ve hayvanlara tapıyorlardı. Hayalî tanrılar için, insan biçimci karakter çok yaygındı. Yiyecek ve içeceğe ihtiyaçları olduğu düşünülerek onlara yiyecek ve içecek sunulurdu. Günlük tapınmalarda, ilâhlara giyecek eşyalar, süs eşyaları verilir ve tütsüler yapılırdı. [86]
Kitap ehli olan yahudiler ve hıristiyan-lar, Eski Ahid'e mukaddes kitap olarak iti-kad ederler. Mukaddes Kur'ân'm tevhid prensiplerine göre muhakeme edildiği takdirde, Eski Ahit'de belirtildiği şekliyle, Allah'ın peygamberleri ve Allah kavramı konusunda, yahudi ve hıristiyanlar küfre düşmüşlerdir. Eski Ahit'teki bu kısım, Allah'a şirk koşmaktadır.
Eski Ahit, bir ilâh olarak takdim ettiği Yahova'nın, Yakup aleyhisselâm tarafından zulmedilip dövüldüğünü iddia etmektedir. Bir ilâh olarak tanıdıkları Yahova Gnotic'lere (realist olan eski bir hıristiyan mezhebi mensuplarına) itibar etmemeyi emretmektedir. Tevrat, Yahova'yı insan şeklinde belirtmiştir.[87] Eski Ahid'e göre, Yahova masum değildir. Birçok hatalar yapmıştır. Yaptığı her hatadan sonra da pişmanlık duymuştur. [88]O, yahudilere gizlice çalmalarını (hırsızlık etmelerini) emreder. [89]Yahova, sadece yahudilerin Rabbı olduğu için yahudi olmayan herkesi aşağılamaktadır. O, diğer dinlerin ilâh olarak kabul ettiklerine düşmandır. [90]O, yahudiler için yağmacılığı ve hırsızlığı mubah sayan bir harp tanrısı olarak takdim edilmektedir.
Eski Ahid'e göre, İbrahim ve İshak aleyhisselâmlar, kadınlarının güzelliği sebebiyle Krallar tarafından öldürülmekten korkuyorlardı. Hanımlarının iffetlerini korumak için, Mısır Firavunlarına ve Filistin Abimeleklerine karşı yalan söyleyerek, yanlarında yaşayan hanımların bakire kız kardeşleri olduklarını bildirmişlerdir. Bu hanımların güzelliklerinden dolayı, Mısır ve Gerar Lordları onlara, koyunlar, öküzler, erkek ve dişi eşekler, develer, gümüş paralar, erkek ve kadın hizmetçiler ve arazi parçaları bahsetmişlerdi. [91]
Eski Ahid'e göre peygamber Lût aleyhisselâm, Zoar'dan çıkıp gittiği ve dağlarda kaldığı zamanlarda, babalarının neslini devam ettirmek için (hâşâ) iki kızı da onunla yattı ve bu birleşmeden de çocukları oldu. [92]
Yine bu sapık kitabın iddiasına göre Davud aleyhisselâm, kendisini ona cömertçe takdim eden Uriah'ın güzel karsı Batşeba ile cinsî münasebette bulundu, zira Batşeba bu birleşmeyi yasallaştırıp, kocasını öldürmeyi plânlıyordu. [93]
Böyle bir Allah kavramı ve Allah'ın en masum peygamberlerine karşı bu iftiralar, hiç şüphesiz ki, esas mukaddes kitapların Tevhid akidelerine tezat teşkil eder. Nitekim mukaddes kitaplardan bu gibi iftiraların zamanla kaldırılmış olması bunu isbatlamıştır.
Yahudilik, yahudilerin, Allah'ın seçkin kullan olduğunu telkin eder. Yahudilik bu ırk üstünlüğü züppeliğini, ta baştan beri iddia etmiştir. Onların öğreti ve mesajları, sadece yahudilere hasredilmiş, diğer milletlerin ve insanlığın iyiliği için yaygınlaştırılmıştır.
Bütün bu saçmalıklara yer verilmesine rağmen. Eski Ahit, Kur'ân-ı Kerîm'in insanlığın vazgeçilmez bir rehberlik kaynağı olarak sunduğu Tevhid'i, peygamberlik ve öbür dünya hayatına ait bütün prensiplerini doğrulamaktadır.
Din Ansiklopedisi, Eski Ahid'e ait olan bu gerçeği şöyle te'yid etmektedir:
“İbrahim'e önceden belirtilen bir yerde vahiygeldi ve Allah bilgisine doğru aynı yönelişler, Mûsâ (aleyhisselâm) zamanında da aynen oldu. Çalılıklar arasından Musa'ya hitap eden Allah meçhul bir ilâh değildi. O, sizin babalarınızın ve babalarınızın babalarının da ilâhıydı. İbranîlerin tanrısı Yahevî.[94]
Eski Ahit'in öğretisi mukayese kabul etmeyen bir tek ilâh'a tapınma şeklindeydi. Etrafında yarı karanlık ve muğlâk mefhumlar olmasına rağmen, esas ışık kendini açıkça gösterir. Eski Ahit'teki tarihî vahiy olayı, bu karanlık ve şüphelerin ortadan kalkmasıyla, daha açık ve daha kuvvetli bir şekilde parlayan bu ışığın tarih olayı ile aynıdır.”
Bundan başka O, geçmiş bütün peygamberlerin görevlendirilmelerini şöyle açıklamaktadır:
“Esas itibariyle peygamberlerin işi, yaratılıştan bu yana iki şekilde olmuştur:
1- Onlar, İsrailoğullarına olduğu kadar bütün dünyaya da Yahova'nın üstünlüğünü ve birliğini öğretmişlerdir.
2- Tam mânası ve bütünüyle, Onun mukaddes doktrinini ilân edip ülke halklarına uygulamışlardır ki, bu daha önce hiç uygulanmamıştır.”.
Bu sebeple Mukaddes Kur'an, kitap ehlini şu genel kurala davet eder:
“De ki: Ey kitap ehli! Ancak Allah'a kulluk etmek, O'na bir şeyi eş koşmamak, Allah'ı bırakıp birbirinizi Rab olarak benimsememek üzere bizimle sizin aranızda müşterek bir söze gelin.” [95]
Bu hiç şüphesiz, geçmişteki bütün mukaddes kitapların, insanlığın yaratılışından bu yana, insanlığa rehber olan aynı formülü ifade eder. Hemen şunu söyleyeyim ki, asırlardır şu üç prensipten meydana gelen şu ilâhî formül, Yeni Ahitte insanlığa rehber olarak sunulan ve yeni formül diye uydurulan kuralların takdiminden sonra umursanmaz hale gelmiştir. İnsanlığa yeniden sundukları şu dört esas prensip: üçleme (teslis), İsâ aleyhisselâmın ilâhlaştırılması, ilk günah ve bütün günahlara keffaret olan mukaddes kan kavramı, Kur'ân-ı Kerîm'in ışığında mütalâa edilince Şirk'ten başka bir anlam taşımaz. [96]
Peygamber Muhammed aleyhisselâm şirk'i şu sözlerle lânetlemiştir:
“Eğer siz Rabbiniz olan tek Allah'ın birliğine itikad eder, yalnız tapılacak varlık olarak O'na inanırsanız ihlâsla “lâ ilahe illallah” deyin ve bu ebedi gerçeğe göre amel edin. Allah'tan başka kimseye yalvarmayın ve ihtiyaçlarınızı samimiyetle O'ndan isteyin. İster içten, ister dıştan (gizli-açık) olsun bütün ibadetlerinizi sadece O'nun için yapın. Bu samimî yalvarışlar, meselâ dolaşırken, kurban keserken ve bütün işlerinizde kabulüne sebep olabilir. İbadet ederken Allah'tan başka hiç bir şeyi düşünmeyin. Hayatınızın her anında Allah'a muhtaçsınız. Yalnız Allah'a ibadet edin ve bir hayal ürünü olan bütün sahte mabutlardan uzak durun. Onlar size ne zarar, ne de fayda verebilirler. Sizin için yalnız Allah kâfidir.”
Peygamber Efendimizin, bu ifadesinde belirtmek istediği tevhid'in sınırsız ufuklarını ve şirkin dar çerçevesini anlamak için şu hususların bilinmesine ihtiyaç vardır:
1- İlim:
Tevhid kelimesinin anlamına tam olarak iman edenler, öyle sağlam bir bilgiye sahip olurlar ki, bu bilgi onları Allah'tan başka hiç bir yaratığa taptırmaz. Yani her türlü yaratığa tapmaktan onları korur.
2- Yakin (kesin inanç):
Bir mü'min Allah'a inancında bütün şüphelerden uzak olmalıdır.
3- İhlâs:
Müslüman Allah'a ve O'nun emirlerine karşı samimiyetle bağlanmalıdır. Kur'ân-ı Kerîm bu hususu şöyle te'yid eder:
“Ey Muhammed! De ki: “Dini Allah'a hâlis kılarak O'na kulluk etmekle emrolundum.” [97]
4- Sıdk (Doğruluk):
Sıdk, münafıklığın zıddıdır. Tevhid için bu husus esas teşkil eder, zira münafıklar dudak ucuyla tevhid kelimesini söylerler, fakat onun anlamı kalblerine nüfuz etmez. Yani kalben ona inanmazlar. Kur'ân-ı Kerim bu hususu şöyle dile getirmektedir:
“... Kalblerinde olmayanı ağızlarıyla söylerler.” [98]
5- Kabul (Onaylama):
İnkârın zıddıdır. Bir mü'min inandığı şeylerin uygulanmasına olan daveti de kabul etmelidir.
6- İnkıyad (teslimiyet, itaat): İnkıyad, Allah'ın emirlerini teslimiyetle yerine getirmek ve yasaklarından kaçınmakla ancak hâsıl olabilir.
Âlimler, Kur'an'da açıkça belirtilen Allah'ın yedi sıfatının ışığı altında O'nu tarif etmeğe çalışmışlardır.
1- Hayat:
“O, hem evveldir, hem âhirdir, hem zahirdir, hem bâtındır...” [99]
“Allah, O'ndan başka ilâh olmayan, kendisini uyuklama ve uyku tutmayan, diri, her an yaratıklarını gözetip durandır...”[100]
“... O'nun benzeri hiç bir şey yoktur...”[101]
“Gözler O'nu görmez; O, bütün gözleri görür...” [102]
“Allah, göklerin ve yerin nurudur.”[103]
Allah bakidir, O'na şekil, biçim, renk izafe edilemez. O, parçalanmaz, varlığının ne başlangıcı vardır, ne de sonu. O, ne bir madde, ne de elementlerden meydana gelmiş bir varlıktır. O, kazara ne bir vücudun içine girmiştir, ne de başka bir mekânı vardır.
2- İlim:
“O, onların işlediklerini ve işliyeceklerini bilir, dilediğinden başka kimse ilminden hiç bir şeyi kavrıyamaz..,” [104]
“O, göklerin ve yerin Allahı, içinizi dışınızı bilir, kazandıklarınızı da bilir.”[105]
“... Görülmeyeni de görüleni de bilir. O, hakimdir, haberdardır.” [106]
“...Yerde ve gökte hiç bir zerre Rabbinden gizli değildir. Bundan daha küçüğü ve daha büyüğü şüphesiz apaçık bir kitaptadır.”[107]
“And olsun ki, insanı biz yarattık; nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız.” [108]
Allah unutmaktan, ihmal ve hatâdan münezzehtir. İlmi ebedîdir. Varlığının başlangıcı yoktur.
3- Kudret;
“Bir şeyi dilediği zaman, O'nun buyruğu sadece o şeye “Ol!” demektir, hemen olur. Her şeyin hükümranlığı elinde olan ve sizin de kendisine döneceğiniz Allah münezzehtir.” [109]
“Göklerde olanlar da, yerde olanlar da Allah'ındır. Vekil olarak Allah yeter.”[110]
“Allah her şeyin yaratanıdır. O her şeye vekildir.” [111]
“De ki: Allah her şeyin Rabbı iken O'ndan başka bir rabmı arıyayım?”[112]
“O, kendisinden başka ilâh olmayan, hükümran, çok kutsal, esenlik veren, güvenlik veren, görüp gözeten, güçlü, buyruğunu her şeye geçiren, ulu olan Allah'tır. Allah putperestlerin koştuğu eşlerden münezzehtir.”[113]
Allah, sonsuz kudret sahibidir, evveli yoktur.
4- İrâde:
“Yüce Arşın sahibi, çok seven ve bağışlayan O'dur. Her dilediğini mutlaka yapandır.” [114]
“O, yaptığından sorumlu değildir, onlar ise sorumlu tutulacaklardır.” [115]
“Ey Muhammed; de ki: 'Mülkün sahibi olan Allah’ım! Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden çekip alırsın-, dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın, iyilik elindedir. Doğrusu sen her şeye kaadirsin.”[116]
5- İşitme:
“... O, işitendir, bilendir.” [117]
Allah bütün sesleri kulaksız işitir. O'nun işitmesi insanların işitmesine benzemez.
6- Görme:
“Gözler O'nu görmez, O, bütün gözleri görür. O, lâtiftir, haberdardır.” [118]
Allah her şeyi görür. İnsanda olduğu gibi gözleri yoktur.
7 - Kelâm (Konuşma):
“…Allah, Musa'ya hitab etmişti...”[119]
Allah'ın sözleri çeşitli şekillerdedir. Emir, yasaklama, vaad ve tehdit şeklinde sözler söylemiştir. O, konuşur, fakat insanlar gibi dille konuşmaz. O, çeşitli peygamberlerine Cebrail vasıtasıyla konuşmuştur. [120]
Allah, bütün dünya halkına ve bütün milletlere 124.000 peygamber gönderdi. Onların görevlerinin zor tarafı, insanlığı şirk bataklığından kurtarmaktı. Çağımız dünyasının çeşitli kısımlarında yapılan geniş araştırmalar, şu gerçeği açıkça göstermektedir ki, geçmiş bütün medeniyetlerin beşiği olan yerlerde, insanların bir tek mabuda taptıklarını görmek dikkat çekicidir. Arkeolojik kazılardan, Mısır menşeli ilimlerde yapılan araştırmalar, ilk Mısır medeniyeti safhasında insanların Oziris denilen bir tek mabuda taptıklarını göstermektedir. Dicle ve Fırat vadisinde yapılan kazılar, ilk insanların tek bir mabuda inandıklarını kanıtlamaktadır. Pakistan Mohanjodarosındaki Sind vadisinde yapılan kazılar da aynı şeyi açıklamaktadır ki, onların da tek mâbud 'Oun'a iman ettikleri anlaşılmıştır. Bu buluntular, Kur'ân'ın bildirdiği veçhile, geçmiş peygamberlerin görevlerinin, anlaşılmasına yardım etmektedir,
Cahiliyye dönemindeki Araplar, çağdaş dünyamızla kıyaslanırsa, medeniyet alanında çok geri kalmışlardı. Putperestlik şirki tüm dünyadaki bütün kötülükleri bir araya getirmişti. Bu insanları hakikat yoluna sokmak, onları sürekli dinamik bir medeniyet içinde tutmak ve aynı zamanda şirk bataklığından kurtarmak, elbette başarılması kolay bir iş değildi.
Peygamber Efendimizin titizlikle öğrettiği Kur'an doktrini, sadece Arabistan'da değil, bütün dünyadaki hayat tarzını değiştirdi. Yine Kur'an'a göre şirk'in kaçınılmaz tedavisi, sadece son peygamberin (s.a.v) zamanına hasredilmedi. Bütün dünyaya tevhid nurlarını saçmak, ondan sonra gelen müslümanların da mecburî bir görevi oldu. Tarih, İslâm mücedditleri ve âlimlerinin, bu ilâhî rehberliği, asırlarca, bilfiil sürdürdüklerine ve İslâmın evrensel mesajı olan “Lâ ilahe illallah Muhammedün resûlüllah” sözünü kıyamete kadar yayacaklarına ait birçok işaretler göstermektedir. [121]
[1] M. İ. Hafız İsmail Surti, Kur’an’da Şirk Kavramı, Akabe Yayınları, İstanbul, 1985:5-6.
[2] M. İ. Hafız İsmail Surti, Kur’an’da Şirk Kavramı, Akabe Yayınları, İstanbul, 1985:7-8.
[3] Hûd: 11/25-26.
[4] A'raf: 7/62.
[5] Hûd: 11/50.
[6] A'raf: 7/68.
[7] Hûd: 11/54-56.
[8] Hûd: 11/61.
[9] Hûd: 11/84.
[10] Şuarâ: 26/69-76.
[11] En'âm: 6/74-79.
[12] Şuarâ: 26/77-83.
[13] Nahl: 16/120.
[14] Şuarâ: 26/160-164.
[15] Sâffât: 37/123-126.
[16] Bakara: 2/133.
[17] Yûsuf: 12/37- 39.
[18] Yûsuf: 12/40.
[19] Enbiyâ: 21/79.
[20] Neml: 27/23-26.
[21] A'raf: 7/148.
[22] A'raf: 7/150.
[23] A'raf: 7/151.
[24] A'raf: 7/152.
[25] Şuarâ: 26/23-24.
[26] Zuhruf: 43/63.
[27] Zuhruf: 43/64.
[28] Zuhruf: 43/116-117.
[29] Zümer: 39/66.
[30] Sâffât: 37/171-173.
[31] Fussilet: 41/43.
[32] Şûra: 26/13.
[33] Enbiyâ: 21/24.
[34] A'raf: 7/199-200.
[35] A'raf: 7/201.
[36] İhlâs: 112/1-4.
[37] M. İ. Hafız İsmail Surti, Kur’an’da Şirk Kavramı, Akabe Yayınları, İstanbul, 1985: 9-19.
[38] M. İ. Hafız İsmail Surti, Kur’an’da Şirk Kavramı, Akabe Yayınları, İstanbul, 1985: 19-20.
[39] En'âm: 6/19.
[40] Nisa: 4/8.
[41] Lokman: 31/13.
[42] A'raf: 7/138.
[43] Enbiya: 21/24.
[44] Nisa: 4/116.
[45] Ankebût: 29/5.
[46] Hacc: 22/31.
[47] A'raf: 7/152.
[48] İbrahim: 14/35.
[49] En'âm: 6/116.
[50] Âl-i İmrân: 3/71.
[51] Bakara: 2/96.
[52] Ankebût: 29/41.
[53] Mâide: 5/77.
[54] Âl-i İmran: 151.
[55] Mâide: 5/72.
[56] Nisa: 4/48.
[57] Mâide: 5/82. M. İ. Hafız İsmail Surti, Kur’an’da Şirk Kavramı, Akabe Yayınları: 21-25.
[58] Zuhruf: 43/51.
[59] Zuhruf: 43/23-24.
[60] Bakare: 2/170.
[61] Âl-i İmran: 3/79-80.
[62] Nisa: 4/171.
[63] Tevbe: 9/30.
[64] Ahkaf: 46/24-26.
[65] Sebe': 34/34.
[66] Sebe: 34/35.
[67] Sebe': 34/37.
[68] En'âm: 6/100.
[69] Mü'minûn: 23/91.
[70] A'raf: 7/180.
[71] Bakara: 2/61.
[72] Âl-i İmran: 3/183.
[73] En'am: 6/148.
[74] Bakara: 2/2/87.
[75] Tevbe: 9/24.
[76] Bakara: 2/165. M. İ. Hafız İsmail Surti, Kur’an’da Şirk Kavramı, Akabe Yayınları, İstanbul, 1985: 26-32.
[77] Talâk: 65/2-3.
[78] M. İ. Hafız İsmail Surti, Kur’an’da Şirk Kavramı, Akabe Yayınları, İstanbul, 1985: 33-35.
[79] Nuh: 71/23.
[80] M. İ. Hafız İsmail Surti, Kur’an’da Şirk Kavramı, Akabe Yayınları, İstanbul, 1985: 36-39.
[81] M. İ. Hafız İsmail Surti, Kur’an’da Şirk Kavramı, Akabe Yayınları, İstanbul, 1985: 39.
[82] Necm: 53/19-22.
[83] Necm: 53/27.
[84] Ankebût: 29/61. M. İ. Hafız İsmail Surti, Kur’an’da Şirk Kavramı, Akabe Yayınları, İstanbul, 1985: 39-40.
[85] M. İ. Hafız İsmail Surti, Kur’an’da Şirk Kavramı, Akabe Yayınları, İstanbul, 1985: 41.
[86] M. İ. Hafız İsmail Surti, Kur’an’da Şirk Kavramı, Akabe Yayınları, İstanbul, 1985: 42-48.
[87] Eski Ahit 2. cilt bölüm, 13: 20, 21, 24:9-11, 25:8, 12:7, 12.
[88] Eski Ahit bölüm, 23: 14, Samuel 1, 15:10.
[89] Eski Ahit bölüm 3:22.
[90] Eski Ahit bölüm, 12:12.
[91] Eski Ahit 1. cilt, bölüm: 6, 12, 20.
[92] Eski Ahit cilt 1, bölüm: 19.
[93] 2 Samuel: 11 -12.
[94] Eski Ahit cilt 2, 3: 6, 15-18.
[95] Âl-i İmran: 3/64.
[96] M. İ. Hafız İsmail Surti, Kur’an’da Şirk Kavramı, Akabe Yayınları, İstanbul, 1985: 49-53.
[97] Zümer: 39/11.
[98] Âl-i İmran: 3/167
[99] Hadîd: 57/3.
[100] Bakara: 2/255.
[101] Şûra: 42/11.
[102] En'âm: 6/103.
[103] Nur: 24/35.
[104] Bakara: 2/255.
[105] En'âm: 6/3.
[106] En'âm: 6/73.
[107] Yûnus: 10/61.
[108] Kaf: 50/16.
[109] Yasin: 36/82-83.
[110] Nisa: 4/132.
[111] Zümer: 39/62.
[112] En'âm: 6/164.
[113] Haşr: 59/23.
[114] Bürûc: 85/14-15-16.
[115] Enbiyâ: 21/23.
[116] Âl-i İmran: 3/26.
[117] En'âm: 6/13.
[118] En'âm: 6/10.
[119] Nisa: 4/164.
[120] M. İ. Hafız İsmail Surti, Kur’an’da Şirk Kavramı, Akabe Yayınları, İstanbul, 1985: 54-58.
[121] M. İ. Hafız İsmail Surti, Kur’an’da Şirk Kavramı, Akabe Yayınları, İstanbul, 1985: 59-60.