KURAN’DA ZULÜM KAVRAMI 2

Önsöz. 2

ZULMÜN KELİME VE ISTILAH ANLAMI 2

1- İnsan İle Allah Arasındaki İlişkilerde Zulüm: 2

2- İnsanın Öteki İnsanlarla Olan İlişkilerinde Zulüm: 3

3 - İnsan İle Nefsi (Kendisi) Arasındaki İlişkilerde Zulüm; 4

1- Zulüm Nedir: 8

2- İnsanlar Yaratılmışlar Ve Sınırlandırılmışlardır 9

İNANÇTA ZULÜM... 10

1- Allah'ı İnkâr Etmek En Büyük Zulümdür 10

2- Allah'a Ortak Koşmak Zulmü. 10

3- Allah'a Yalan İsnad Etmek. 11

4- Peygamberlerin Getirdiklerini Kabul Etmemek. 11

5- Ahiret Gününe İnanmamak. 12

TOPLUMLARDA ZULÜM... 13

Zalim Kavimler  (Uluslar) 13

BİLİM ADINA ZULÜM... 15

ZULMÜN BULUNDUĞU YERDEN HİCRET.. 16

ZALİMLERLE DOSTLUK.. 17

ZULME BOYUN EĞMEK.. 18

ZALİMLERDEN ÖRNEKLER.. 19

CİNLERİN ZALİMLERİ 20

ZALİMLER VE MAZLUMLAR.. 20

ALLAH ZULMÜ İSTEMEZ.. 22

HADDİ AŞMAK KONUSUNDA ZULÜM... 23


KURAN’DA ZULÜM KAVRAMI

 

Önsöz

 

“Binasını Allah korkusu üzerine kuran kimse mi ha­yırlıdır, yoksa yıkılacak bir uçurumun kenarına kurup da onunla birlikte kendisi de ce­hennem ateşine göçüp giden mi?

Allah zalimler sürüsünü doğruya yöneltmez.”[1]

Tarih boyunca insanlar doğru ile yan­lış, başka bir ifadeyle hak ile batıl arasında dolaşmışlardır. İnsanlardan bazıları Allah'­ın kendisine indirdiğini kabul edip ona uya­rak doğruya, hakka uymuşlar; bazıları ise fıtratlarının gereğini yerine getirmekten kaçınıp, yaratılışlarının özgünlüklerinden kendilerini sıyırmağa çalışarak, yani batılı seçerek zulüm yoluna yönelmişler, kendile­rine ve başkalarına emrolunduklarmın dı­şında tekliflerde bulunarak bu dünyada butlanı, yok olanı, gereksizi seçmişlerdir. Kı­saca insanların hayat tarzlarını şu iki esasa göre değerlendirmek lâzımdır; hak ve batıl. Biz, araştırmamızda gerek sözlük, gerek Kur'an terminolojisi yönünden 'batıl' keli­mesinin yerine, özdeş anlamda olan “zulüm” kelimesini kullanacağız. Bu durumda: in­sanların yaşayış biçimlerini gene iki tarzda değerlendirmek mümkün olacaktır; “Hak” ve karşıtı “zulüm”.

Bir nevi derleme sayılabilecek bu ince­lemede Kur'an'a göre terminolojik yönden zulüm kavramı bir seminer çalışması nite­liğinde verilmeğe çalışılmıştır. “Zulüm” ke­limesiyle aynı kökten gelen “zulmet” kavra­mı üzerinde durulmamıştır.[2]

 

ZULMÜN KELİME VE ISTILAH ANLAMI

 

Zulmün kelime anlamı [3]

Zulüm; “yersiz hareket etmek, yersiz yapmak” müteaddi (geçişli) fiil olarak kul­lanıldığı zaman, “hak yemek, doğru yoldan sapmak”  anlamına gelir.

Aynı kökten türetilmiş fiiller, “karar­mak, karanlığa girmek, karartmak, hakkını yemek, zulüm çekmek, zulümden yakmmak, nurun gitmesi”  anlamlarını taşırlar. [4]

Zulüm kelimesi, “aleyhinde hareket et­mek, zulüm yapmak, işkence, eziyet etmek, bir şeyi asıl yerinin dışında bir yere koy­mak” anlamlarında kullanıldığı gibi, hak kelimesinin karşıtı olarak da kullanılır.

Bazı atasözlerinde zulüm kelimesi anla­mının gerçek açıklığı ile ifade edilmiştir:

Koyunlarına kurdu çoban yapan zalimdir.

Kazılması gerekmeyen yeri kazan zul­metmiştir.

Zulüm “hakkı azaltmak, doğru yoldan sapmak ve tecavüz” anlamlarını da ta­şır: [5]

Elmalılı Hamdı Yazır, zulmü şu şekilde tarif etmiştir: “Zulüm, hakkı tecavüz edip, hakkı yerinin dışına koymaktır.”[6]

Dilbilimcilere ve bilginlerin çoğunluğu­na göre zulüm, bir şeyi veya işi kendine bağ­lı olarak yerinde ve zamanında yapmayarak o şeye - fazla veya eksik- kendisine ayrılan konumun dışında bir konum vermektir. Buna göre kendi zamanma uygun olmadan, gerçekleştirilen bir eyleme örnek olarak:

“Zamansız su verdiğimde, su kabına zulmet­miş olurum.” denir. Zamansız sağılan süte de “zalim” denir.

“Kazılması gerekmeyen yeri kazarsam o yere zulmetmiş olurum.” Böyle yere “mazlûme” (zulme uğramış), buradan kazılarak çıkarılmış toprağa da “zalim” (zulme uğra­mış) denir.

Belli bir dairenin çemberinin dışına taşınrsa, dışa taşma -az da olsa- bu hare­kete zulüm denir. Buna göre büyük günah­lara da küçük günahlara da zulüm denir. Bu yüzden Hz. Adem, haddi aştığı zaman, ona zalim dendiği gibi İblis'e de zalim den­miştir. Oysa bu iki günah arasında çok bü­yük bir fark vardır. Düşünürlerden bazıları zulmü üç kısma ayırmışlardır: [7]

 

1- İnsan İle Allah Arasındaki İlişkiler­de Zulüm:

 

Zulmün bu türünün en büyükleri küfür, şirk ve nifaktır. Küfür, şirk ve nifakın en büyük zulüm oldukları Kur'an'da çeşitli ayetlerde bildirilmiştir.

Lokman suresinde Lokman (as) 'in diliy­le şirkin (Allah'a hükmünde ve tanrılığın­da ortak koşma) en büyük zulüm olduğu bildirilir.

Kendisine hikmet verildiği bildirilen Lokman, bu yetenek ile olayları sonuçları ile kavrayacak durumda idi. Yapılan bir işin bir değeri olduğunu ve bu değere göre halikında hüküm verileceğini bilen Lok­man (as.) oğluna (ve bizlere) şu nasihatta bulunuyor: “Oğlum Allah'a şirk koşma, mu­hakkak ki şirk gerçekten de büyük bir zu­lümdür.”[8] 

Yalan söyleyerek Allah'a iftira eden­den daha zalim kimdir? Bu zalimler, Rabb'lerine arzolunacaklar ve şahitler de şöyle diyecekler: “- İşte bunlar Rabb'lerine kar­şı yalan söyleyenlerdir.” Haberiniz olsun Al­lah'ın laneti zalimlerin üzerinedir. O zalim­ler Allah yolundan çevirirler ve yolu eğrilt­meğe çalışırlar, ahireti de inkâr ederler.

Bunlar yeryüzünde Allah'ı aciz bıraka­mazlar. Allah'tan başka kendilerini kurta­racak dostları da yoktur. Bunlara kat kat azap edilir; çünkü bunlar işitemez ve göre­mezlerdi, işte bunlar kendilerine yazık etmiş kimselerdir. Uydurdukları putlar da uzak­laşıp kaybolmuştur.”[9]

Allah'ın lanetine hak kazanmış olan za­limler gerçekleri görme ve duyma yetenek­leri kaybolmuş ve Allah'a iftira atacak ka­dar ileri gitmişlerdir.

İnsanların büyük bir kısmı kitle halin­de hareket ettikleri için kendileri karar ver­me ve iradelerini kullanma kabiliyetinde değillerdir. Bunlar kendilerine öncülük ya­pan kişilerin zulümlerinin kurbanı olurlar. İslam dinine göre insanın hayatındaki islami belirti, onun sürü hayatından kurtulup iradesi ile hareket eder hale gelmesidir. Bu yüzden insanların ortak oldukları zulümle­re zayıflıklarını, bilgisizliklerini veya bazı güçlü kişilerin kendilerini yanıltmalarını bahane olarak göstermeleri bir yarar sağla­mayacaktır.

“(Rablerini inkâr edenler) Allah'ın hu­zuruna çıkarlar. Güçsüzleri büyüklük taslayanlara şöyle derler: “Biz size uymuş­tuk, Allah'ın azabının bir kısmını bizden uzaklaştırır mısınız?” Büyüklük taslayanlar da şöyle cevap verirler: “Eğer Allah bizi doğru yola ulaştırmış olsaydı, biz de size doğru yolu gösterirdik. Artık sızlansak da sabretsek de farketmez, çünkü bizim kaça­cak hiçbir yerimiz yoktur.”

“(Hükümleri verilip) de iş bitince şey­tan: Doğrusu Allah size gerçeği söz vermiş­ti. Ben de söz verdim ama yalancı çıktım. Esasen sizi zorlayacak bir gücüm de yoktu. Sizi çağırdım, siz de geldiniz. O halde beni değil kendinizi kınayın. Artık ben sizi kur­taramam, siz de beni kurtaramazsınız. Beni Allah'a ortak etmenizi daha önce kabul etmemiştim. Çünkü zalimlere elbette acıklı bir azap vardır.”[10]

Pek çok ayette “Zalimlere gelince... On­lar için acıklı bir azap hazırladık.” cümlesi tekrarlanmıştır.[11]

İnsanlar başka bir çıkış yolu bulamadık­ları zaman, Allah'ın hakimiyetini kabul ederler. Fakat kendilerine biraz imkân ve nimet verilince, hemen Allah'ı inkâra veya ona ortak koşmağa kalkışırlar. Bu insanın fıtratında varolan bir özelliktir. İnsan, de­ğil sadece Allah'ın kendisine verdiği fıtrî ni­metleri, sonradan verilmiş fazladan nimet­leri de inkâr etmeğe, bunlara karşı nankör­lük yapmağa kalkışır. Aşağıdaki ayetler bu durumu izah ediyorlar.

“Bu dünya hayatı bir oyun ve bir eğlen­ceden ibarettir. Gerçekten son yurt dar-ı ahiret, işte hayat o. Bir bilseler. Baksana ge­miye bindiklerinde dinin sadece Allah'a ait olduğunu kabul ederek dua ederler de ken­dilerini karaya çıkardık mı derhal Allah'a ortak koşmağa kovulurlar. Böylece kendile­rine verdiğimiz nimetlere nankörlük etsinler

ve hayattan zevk alsınlar bakalım. Fakat ilerde bilecekler.”

“Görmediler mi ki çevrelerindeki insan­lar çarpılıp, yağma edilirken biz kendileri­ne güven, içinde yaşanılan kutsal bir yer yapmışız. Hâlâ batıla inanıp da Allah'ın nimetlerini inkâr mı ediyorlar? Allah'a karşı yalan uydura, yahut hak kendilerine ge­lince yalanlayandan daha zalim kim olabilir.” [12] 

“Allah'a karşı yalan uydurandan, ken­disine gelmiş olan gerçeği yalan sayandan daha zalim kim olabilir? İnkarcılar için ce­hennemde bir durak olmaz olur mu?” [13]

“Müslüman olmağa çağrılmışken Al­lah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir? Allah zalim olan topluluğu doğru yola eriştirmez.” [14]

 

2- İnsanın Öteki İnsanlarla Olan İliş­kilerinde Zulüm:

 

İnsanlar mutlak anlamda bilgiye ve ke­sin yargı gücüne sahip olmadıkları için bil­gi, davranış ve kararlarında her zaman doğruyu bulamazlar. Bu yüzden insanların bir mutlak bilgi, irade ve yargı sahibi tarafundan kontrol edilmeleri gerekir. Aynı za­manda insanlar işlerinde ve ilişkilerinde da­ima iyiniyet sahibi olmalı ve her işin sonun­da Allah'a yönelmelidirler.

Zulüm, sonunda işleyenini bulan bir fiil olduğu için İslam'da cezalar, yapılan fiilin cinsindendir. Bir haksızlık ya karşılığında ilâhî irade tarafından tesbit edilmiş ceza ile ödenebilir ya da haksızlığa uğrayan kimse, affetme yetkisine sahiptir.

“Kötülüğün cezası gene aynı cinsten bir kötülüktür. Ama kim affeder ve barışırsa onun karşılığı Allah'a aittir. Kuşkusuz ki Allah zalimleri sevmez.”

“Kim kendisine yapılan zulümden son­ra hakkını alırsa işte onların aleyhine bir yol yoktur.” [15]

“İnsanlara zulmedenlere yeryüzünde haksız yere Allah'ın emirlerine isyan eden­lere (karşı gelmeğe) bir yol vardır. İşte can yakıcı azap bunlaradır.” [16]

İsra suresi 33. ayette geçen “zulüm” ke­limesi de insanların birbirleri ile olan iliş­kilerindeki zulüm olgusunu konu almakta­dır. [17]

 

3 - İnsan İle Nefsi (Kendisi) Arasında­ki İlişkilerde Zulüm;

 

İnsana, seçme, isteme ve iyiyi kötüden ayırdedebilme yeteneği verilmiştir. İnsan bu yeteneğini aynı zamanda hürriyetini kullan­ma imkânına sahip olduğu için yaptığı ha­reketlerden yani eylemlerinden sorumlu tu­tulacaktır.

İnsanın kendine zulmetmesi eziyet et­mek, zarar vermek, bedenine yapacağı her­hangi bir işkence veya haksızlık anlamında düşünülmemelidir. Bunlar da haksızlıktır ama bunlar insanın kendi hürriyet alanı içindeki haksızlıklarıdır. Asıl insanın ken­dine zulmetmesi, sorumluluğunu kavrama­ması, kendisine yüklenilmiş olan ilahi göre­vi yerine getirmemesi ve dolayısıyla da bun­ların cezasını mutlak anlamda ahirette ken­di üzerinde çekmesidir. ! Öte yandan insan dünya hayatında be­denine karşı da iyi davranmak, onun hakkı­nı da vermek zorundadır. Ancak bedenin hakkını vermek demek yüksek mevkilere çıkmak, iyi imkânlar elde etmek ya da başa­rılı olmak anlamına gelmez. İnsan, bedeni ihtiyaçlarını temiz fıtratının kurallarına uy­gun olarak tatmin etmelidir. Yani helal ve temiz rızıklarla.

Çünkü insanın maddi varlığının uyması gereken kurallar manevî varlığının bağlı ol­ması gereken kuralları gibi Allah'ın sünne­tine ve vahyine uygun olmak zorundadır.

“Sana vahyettiğimiz ve kendinden ön­cekileri tasdik eden bu kitap gerçeğin ta kendisidir. Gerçekten Allah kullarından ha­berdardır, onları görücüdür.”

“Sonra biz bu Kitab'ı kullarımızdan seç­tiklerimize miras bıraktık. Onlardan kimisi nefsine (kendine) zulmeder, kimisi orta yolu tutar, kimi de Allah'ın izniyle hayırlı işlerde öne geçer. İşte asıl fazilet budur.” [18]

Hz. Süleyman (as) ile Saba Melikesi arasında geçen olaylarla ilgili kıssada nef­se zulmetme olayı ilginç bir şekilde ortaya konmaktadır.

“(Süleyman) kuşları gözden geçirdikten sonra şöyle dedi: “Hüdhüd'ü niçin göremiyo­rum. Yoksa kayıplara mı karıştı?” Çok geç­meden (Hüdhüd) gelip: “Ben, dedi, senin bil­mediğin birşeyi öğrendim. Sebe'den sana çok doğru ve önemli bir haber getirdim. Gerçekten onlara hükümdarlık eden, kendi­sine her türlü imkân verilmiş ve büyük bir tahta sahip bir kadınla karşılaştım. Onun ve kavminin Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan kendilerine yap­tıkları işi süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş, bunun için hidayete gi­remiyorlar. Göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğinizi de açıkladığınızı da bilen Allah'a secde etmezler. Halbuki o çok büyük arşın sahibi olan Allah'tan baş­ka ilah yoktur.” [19]

Süleyman’la (as) aralarında geçen olay­lar ve yazışmalardan sonra büyük bir dünya saltanatına sahip olan Saba Melikesi, Süley­man (as)'ın sarayına gelir. Onun sarayda gördüğü ilâhî ilim saltanata dayalı ihtişam ve kudret, geleneksel inançlarının yıkılma­sına, İslam dinini kabul etmesine neden olur.

Süleyman (as) cinlerden biri aracılığı ile Saba Melikesi'nin tahtını kendi sarayına getirtir. Ve sanki kendi tahtı imiş gibi takdim eder. Normal yollarla tahtın Melike'den önce gelmesine imkân yoktur.

Melike gelince “Senin tahtm da böyle mi?” dendi. O şöyle cevap verdi:

“Tıpkı o. Zaten bize önce bilgi verilmiş ve biz de tes­limiyet göstermiştik.”

(Melike Süleyman (as)'in sahip olduğu kudrete teslimiyet göstermişti ama daha müslüman olmamıştı. Çünkü

“Onu, Allah'tan başka taptığı şeyler  (müslüman) olmaktan alıkoymuştu. Çünkü kendisi inkarcı bir kavimdendi.”

“Ona “Köşke gir.” dendi. Melike köşkün zeminini görünce derin bir su sandı ve ete­ğini çekti, Süleyman “Bu billurdan yapılmış şeffaf bir zemindir.” dedi. Melike dedi ki:

“Rabbim ben gerçekten kendime zulmetmi­şim. Süleyman'ın önünde Alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum.”

Bu ayetlerin sonunda geçen ve Saba Me­likesi tarafından söylenen “nefsime (kendi­me) zulmettim” sözleri insanın kendine ya­pabileceği zulmü özlü bir şekilde ifade et­mektedir.

Melike saltanat sahibidir. Ülkesi ve ken­disi refah ve huzur içindedir. Halkı kendi­sinden memnundur. Onların hareketlerini şeytan süslemiş, yaptıkları işlerin yani dü­zenlerinin iyi olduğunu sanıyorlar. Allah'ı bırakmışlar Allah'ın gizli, açık, yerde ve göklerde olan herşeyi bileceğini unutmuş­lar, güneşe tapınarak zamanlarını geçiriyor­lar. Demek ki Melike'nin nefsine zulmetme­si Allah'a ibadet etmeği bırakarak başka tanrılar edinmiş olmasıdır. Onun, kavmini yönetirken haksızlık yapmamağa dikkat et­miş olduğu ve halkına, onların karakterle­rine ve sosyal yapılarına uygun davrandığı aynı sûrede belirtilmektedir. Hatta Süley­man (as)'ın mektubunu aldıktan sonra bile yönettiği toplumun geleneklerine bağlı kal­mağa devam etmesi ve halkın dinine olan bağlılığını sürdürmesi kitle yapı ve psikolo­jisine verdiği önemi belirtiyor. Demek ki Saba Melikesi, modern çağın yönetim kural­larını genel çerçeve içinde uyguluyordu. Mo­dern anlamda adil bir yönetici idi. Peki Me­like'nin de sonunda kabul ettiği zulüm olgu­su nereden geliyor?

Her güzel ve uyumlu görülen hareket doğru kabul edilemez. Bir hareketin doğru olması için ilâhî iradeye uygun olması ge­rekir. Melike, davranışlarının ilâhi iradeye uygun olmadığını kavramış ve bu yüzden “Gerçekten ben kendime zulmetmişim.” de­miştir.

Kasas süresindeki Musa (as)'ın “Nefsi­me zulmettim.” sözü ise tamamen farklı bir olguyu simgelemektedir.

“Musa, ahalisinin habersiz olduğu bir sırada şehre girdi. Orada biri kendi tarafın­dan, diğeri düşman tarafından iki adanu birbiriyle döğüşür buldu. Kendi tarafından olanı düşmana karşı ondan yardım diledi. Musa ötekine bir yumruk vurunca adam öldü. “Bu şeytan işidir, o gerçekten saptırıcı ve apaçık bir düşmandır.” dedi.”

“Musa “Doğrusu kendime zulmettim. Be­ni bağışla.” dedi. Allah da onu bağışladı. Çünkü çok bağışlayıcı ve çok esirgeyici olan ancak O'dur.” [20]

Musa (as) bir haksızlığı önlemek için harekete geçmiş ve bu haksızlığı önlemiştir. Niyeti adamı öldürmek olmadığı halde adam, kaza eseri oluvermiştir. Haksızlığı ön­lemek, hakkı gerçekleştirmektir. Musa (as) hakkı gerçekleştirmek konusunda kontrol­süz davranmış, aşırı gitmiştir. Görünüşte öl­dürülen adam haksızlığa uğramıştır. Fakat Musa (as) “kendime zulmettim.” demekte­dir. Çünkü o kendisine verilen ilimle (14. ayet) yapılan her haksız hareketin sonunda işleyicisini bulacağını bilmekte ve bu yüz­den hemen bağışlanmasını dilemektedir.

“Biz her peygamberi ancak Allah'ın iz­niyle kendilerine itaat edilmesi için gönder­dik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri za­man sana gelseler de Allah'tan bağışlanma­yı dileseler, Rasul de onlar için istiğfar et­seydi, Allah'ı ziyadesiyle affedici ve esirge­yici bulurlardı.”

“Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan olay konusunda seni hakem kılıp, sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın onu tanı anlamıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.” [21]

Bu ayetlerde insanların kendilerine zulmetmeleri, başkalarına haksızlık yapma­ları veya adalete uygun davranmamaları anlamında kullanılmıştır. Zulmün giderilmesi ilahi hükmün gerçekleşmesi ile mümkündür.

Ayette zulüm olgusu önceki ayetlerde olduğu gibi, hareketi yapanın kendisine dö­nüşmüş olarak bildiriliyor.

Biz “Ey Adem! Sen ve eşin beraberce cennete yerleşin. Orada kolaylıkla, istediği­niz zaman, her yerde cennet nimetlerinden yiyin. Sadece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz ikiniz de kendilerine zulmedenlerden olursunuz.” dedik.” [22]

Bu ayette “zulüm” sadece Allah'ın em­rine, mutlak iradesine tek bir konuda bile olsa karşı gelmek anlamındadır. Ağacın ni­telikleri belli olmadığına veya herhangi bir zararından bahsedilmediğine göre, yanaşıl­manın yasaklanmasının sebebi ağacın Adem’le Havva’ya verebileceği maddi bir zarar olamaz. Bu takdirde zulüm soyut niteliği ile ortaya çıkmış oluyor. Allah'ın büyük küçük, gerekçeli gerekçesiz her emrine ya­ni iradesine karşı çıkmak zulümdür. Herşey aslına döndüğüne ve inişan hayatı da doğu­şundan başlayıp kendisine tayin edilen ka­derle ahirete yöneldiğine göre dünyada ya­pılacak işlerde görünür nedenler değil ilâhî irade aranmalıdır.

Aşağıdaki ayette boşanma ile ilgili ku­rallar bildiriliyor. Bu kurallar insanlar ara­sındaki ilişkilerle ilgilidir. Hukuki kurallar­dır. Bu kurallara uymayanların da, nefisle­rine zulmetmiş olacakları bildiriliyor.

Kadınları boşadığmız ve onlar da bek­leme sürelerini bitirdikleri zaman ya onları iyilikle tutun yahut iyilikle bırakın. Fakat onları haksızlık ederek ve zor kullanarak tutmayın. Kim öyle yaparsa kendine zulmet­miş olur. Allah'ın ayetlerini oyuncak yerine koymayın. Allah'ın sizin üzerinizdeki nime­tini, kendisiyle size öğüt vererek indirdiği Kitab'ı ve hikmeti hatırlayın. Allah'tan kor­kun. Bilin ki Allah herşeyi bilir.” [23]

Zulmün her üç çeşidi de aslmda nefse zulümdür. Çünkü insan birincide zulmü is­temekle ve ona karar vermekle nefsine zulmetmektedir.  Böylece zulmeden her insan zulme kendisi başlamış ve kendinden başla­mıştır.           

Zulüm dönüşlü bir harekettir. Bir baş­langıcı (nedeni), bir oluşu, bir de sonucu (karşılığı) vardır. İnsanın hareketlerinde nisbi irade hürriyeti bulunduğu için yapı­lan zulümlerin nedeni insanın iradesidir. Olay dünyada meydana gelir, karşılığı ise mutlak anlamda ahirette fakat nisbi anlam­da dünyada meydana gelir.

Zulmün karşılığının dünyada meydana gelmesi ya Allah'ın haksızlığa karşı uygu­lanmak üzere koyduğu kanunların tatbik edilmesi veya insanlara genellikle ibret ola­rak Allah'ın taşkınlık yapanları dünyada ce­zalandırması ile gerçekleşir. Bazı geçmiş ka­vimlerin başına gelen gazaplar bu çeşitten­dir.

Zulmün ahirette sonuçlandığını ve mut­lak anlamda karşılığının ahirette verileceğini aşağıdaki ayetler belirtiyor.

“Kim dünya hayatını ve onun süsünü is­temekte ise onların yaptıklarının karşılığını orada tam olarak veririz. Ve onlar orada hiçbir zarara uğratılmazlar.”

“İşte onlar ahirette kendileri için ateş­ten başka hiçbir şeyleri olmayan kimseler­dir. Dünyada yaptıkları da boşa gitmiştir.

Halen yapmakta oldukları şeyler zaten ba­tıldır.” [24]

“Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kimdir. Onlar kıyamet gününde Ralerine arzedilecekler. Şahitler de : “İşte bun­lar Rablerine karşı yalan uyduranlardır.” diyecekler. Biliniz ki Allah'ın laneti zalim­lerin üzerinedir.”

“Onlar Allah'ın yolundan alıkoyarlar ve onu eğriltmek isterler. Çünkü onlar özellik­le ahireti inkâr ederler.” [25]

Zulüm olan davranışları yapanların so­nunda bu davranışlarının karşılığını çek­tikleri insanlara ibret olmak üzere anlatıl­mıştır. Azgın ve sapık kavimler yaptıkları­nın karşılığını dünyada görmüşler, Allah'ı inkâr etmek, onun emirlerine karşı gelmek ve ona eş koşmaktaki isyanları dolayısıyle Allah'ın gazabına uğramışlardır. Bu şekil­de işledikleri zulümlerin karşılığı daha dün­yada iken onları bulmuştur. Hud suresinde, Nuh kavmi, Hud kavmi olan Ad, Salih kavmi olan Semud, İbrahim kavmi ve Musa kavmi yaptıkları zulümler­le ve bu zulümlerinin sonucu uğradıkları cezalarla anlatılırlar. Bu kavimler yaptıkları zulümlerin karşılığını çeşitli şekillerle helak edilerek nefislerinde tatmışlardı. Yani zukimleri kendilerine dönmüştür. Kıssaların sonunda Allah şöyle buyurur:

“Onlara biz zulmetmedik, fakat onlar kendilerine zulmettiler. Rabbinin azap emri geldiğinde Allah'ı bırakıp da taptıkları tan­rıları onları hiçbir şekilde koruyamadı ve kayıplarını artırmaktan başka bir işe yara­madılar.”[26]  

Yahudilerin Allah tarafından bazı ceza­lara maruz kalmaları kendilerine özel ya­sakların getirilmiş olması kendi zulümleri dolaıyısıyladır.

“Ve bir vakit İsrail oğullarından şöyle ahd ve misak aldık. “Allah'tan başkasına tapmayacaksınız, ana-babaya, yetimlere ve yoksullara iyilik yapın. İnsanlara güzellikle söyleyin, namazı kılın, zekâtı verin. Sonra pek azınız müstesna, verdiğiniz bu sağlam sözden yüz çevirdiniz.”[27]

“Tih sahrasında üstünüze bulutla gölge yaptık. Size kudret helvası ve bıldırcın gön­derdik. “Bu helal rızıklardan yiyin!” dedik. Onlar itaat etmemekle bize zulmetmediler. Onlar ancak kendi nefislerine zulmetmiş­lerdi.” [28]

“Yahudilerin zulmetmeleri ve Allah yo­lundan alıkoymaları, yasaklandıkları halde faiz almaları ve insanların mallarını haksız yere yemeleri nedeniyle daha önce kendile­rine helal kılman temiz şeyleri kendilerine haram kıldık. Onlardan kâfir olanlara can yakıcı azap hazırladık.” [29]

“Biz yahudilere tırnaklı hayvanların hepsini haram ettik. Sığır ve koyunun iç yağlarını da haram yaptık. Bunların sırtları­na ve bağırsaklarına yapışanlar yahut ke­miklerine yapışanlar müstesnadır. Biz hara­mı onlara zulümlerinden dolayı ceza yaptık. Şüphe yok ki biz her hususta sadıkız.” [30]

Yoksa aslında bunların hepsi kendileri­ne haram değildi. Bir zamanlar bıldırcın etiyle beslenmişlerdi. Sonra başkaldırma ve zulümleri, peygamberleri öldürmeleri, faiz almaları, hak yolundan engellemeleri, hak­sız yere başkalarının mallarını yemeleri, he­lali haram, haramı helal saymak gibi aşırı­lıklarından dolayı sonradan kendileri birçok temiz rızıklardan mahrum edildiler.[31]

Allah, verdiği haberde de doğru sözlü­dür, korkutmalarında da doğru sözlüdür. Bu yüzden isyana ceza olarak bazı şeylerin haram kılınacağı haberi ve korkutmasının da doğruluğunda şüphe yoktur. Allah'ın he­lal kıldığını haram,  haram kıldığını helal kılanlar sonunda darlık ve yoksullukla ceza­landırılırlar.[32]

Bu şekildeki zulmün sonucu daha dün­yada iken işleyeni bulmuş olur. Allah onla­ra bu cezayı yaptıklarının karşılığı olarak verir. Bu konudaki ilâhi hüküm “Biz onla­ra zulmetmiyorduk, onlar kendilerine zul­mediyorlardı.” ifadesiyle gelmiştir. Çünkü ilâhî takdirde zulüm, hedefi belli bir hare­ket olarak tesbit edilmiştir. O hedefini bu­lacaktır. Zulmün hedefi bizzat işleyenin kendisidir.

“İnanıp da inançlarına zulüm bulaştırmayanlar. İşte güven onlarındır. Ve doğru yolda olanlar da onlardır.”[33]  

Ayette inançlara zulüm karışması ola­yı, inancını tatbik ederken haksızlığa düş­mek değil, Allah'a hükmünde ve tasarru­funda ortak koşmak anlamındadır.

Hz. İbrahim diğer bütün varlıkların tan­rı olma ihtimalini reddedip gökleri ve yeri yaratan tek bir tanrıya, Allah'a kulluk et­mek gerektiği kanaatine sahip olunca kavmi onunla tartışmağa kalktı. O bütün tartışma­ları reddederek:

“Siz Allah'ın haklarında hiçbir hüküm göndermediği şeyleri O'na ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin ortak   koştuğunuz putlardan nasıl korkarım. Şimdi biliyorsanız (söyleyin). İki gruptan hangisi güvende ol­mağa daha layıktır.” [34]

Elbette inançlarına zulüm karıştırma­yanlar. Çünkü onlar sonunda kendilerine dö­necek bir haksızlığı işlememişlerdir.

Yukardaki ayetler inince Ashabtan ba­zıları dehşete kapıldılar. Çünkü herkes ufak tefek haksızlık yapabilirdi.

“İbni Cerir, Abdullah b. İdris'ten riva­yet ederek diyor ki: Bu ayeti kerime nazil olunca Rasulullah'ın ashabına çok ağır gel­di. Onlar dediler ki:

“Hangi birimiz nefsine zulmetmez ki?” Rasulullah:

“Mesele sizin sandığınız gibi değil. Burada bahsedilen hu­sus Lokman'm oğluna tavsiyesinde olduğu gibidir.” “Allah'a şirk koşma. Çünkü şirk en büyük zulümdür.” [35]

“Yine İbni Cerir, îbni Müseyyeb'den nak­lediyor. Ömer b. Hattab ayeti okuyunca deh­şete kapıldı. Übeyy b. Ka'b'ın yanına vardı. Dedi ki:

“Ey Eba Münzir. Allah'ın Kitabı'ndan bir ayet okudum ki onun karşılığında kimse kendini kurtaramaz. Übeyy b. Ka'b

“Hangisidir o?” dedi. Hz. Ömer ayeti keri­meyi okudu ve dedi ki

“Hangimiz kendi nef­sine zulmetmez ki!” Buna karşılık Übey şu cevabı verdi:   

“Allah bağışlasın seni ya Ömer. Duymadın mı ki Hak Teala “Muhak­kak ki şirk en büyük zulümdür.” buyurur, İşte Ayeti kerimede geçen imanlarına hak­sızlık karıştırmayanlardan murad şirk ka­rıştırmayanlardır.”

“Yine İbni Cerir Ebül Eş'arî El Abdi'nin babasından rivayet ediyor ki Zeyd b. Sehvan Selman-ı Farisi'ye sordu.

“Ey Eba Abdullah Allah'ın Kitabından bir ayet okudum, beni son derece duygulandırdı.” dedi ve ayeti okudu. Selman buyurdu ki:

“Orada kasdolunan Allah'a şirk koşmaktır. Nitekim bu hususu bir başka ayeti kerimede bildirmiş­tir.” Bunun üzerine Zeyd dedi ki:

“Biliyor musun, senden duyduğum bu söz beni ne kadar sevindirdi. Sanki bütün malik oldu­ğum şeyleri kaybetmiş de yeniden bulmuş gibi oldum.” [36]

Zulmün genellikle ahirette sonuçlanan bir eylem olduğunu aşağıdaki ayet ifade ediyor.

“Eğer yerde ne varsa hepsi ve onunla beraber bir misli daha o zulmedenlerin ol­saydı, kıyamet gününde azabm fenalığın­dan  (kurtulmak için)  elbette bunları feda ederlerdi. Halbuki o gün onlar için Allah tarafından hiç hesaba katmadıkları şeyler or­taya çıkmıştır.”

“Onların dünyadaki kazandıkları kötü­lükler açığa çıkmış, alaya aldıkları şey ken­dilerini sarmıştır.” [37]

İnsanlar zulmederek kendilerini başka­larından kurtaramazlar, kendilerini güçlendiremezler, tam aksine geçmiş kavimlerde olduğu gibi zulümleri dolayısıyla alçalırlar ve gerilerler.

Allah insanlara işledikleri zulümlerin karşılıksız kalmayacağını bildirmek için gö­revliler göndermiştir. Bu görevliler, bazen peygamberler, bazen de bu peygamberlerin ümmetlerinden olan salih kişilerdir. Bunlar kavimlerim çeşitli zaman ve şekillerde yap­tıkları zulümlerden dolayı korkutmuşlardır.

İman etmiş olan adam dedi ki: “Doğ­rusu ben sizin için Nuh, Ad, Semud ve onlar­dan sonra gelenlerin durumu gibi, peygam­berleri yalanlayan toplulukların uğradıkları günün benzerinden korkuyorum. Allah kul­larına bir zulüm dileyecek değildir.”

“Ey kavmim! Gerçekten sizin için o bağ­rışıp çağrışma gününden korkuyorum.”

“Arkanıza dönüp kaçacağınız gün, sizi Allah'ın azabından kurtaracak kimse yoktur. Allah kimi saptırırsa, artık onu doğru yola iletecek de yoktur.”[38]

Sura üfürüldü mü, işte bu, geleceği vadedilen gündür.”

“Herkes yanında bir sürücü ve bir de şahit ile beraber gelmiştir.”

“Andolsun sen bundan gaflette idin. Şimdi biz senin perdeni kaldırdık. Bugün ar­tık sözün keskindir.”

“Yanındaki arkadaşı: “İşte yanımdaki hazır” (der) (Allah)

“Haydi ikiniz her inat­çı kâfiri, hayra bütün hızıyla engel olanı, az­gın şüpheciyi, Allah ile beraber başka ilah edineni şiddetli azaba birlikte atın.” buyu­rur. Yanındaki şeytan

“Rabbimiz! Ben onu azdırmadım. Fakat kendisi derin bir sapık­lıktaydı.” der.

“(Allah) “Benim katımda çekişmeyin. Size bunu önceden bildirmiştim. Benim ka­tımda söz değişmez. Ben kullara asla zulmet­mem.” der.”[39]

Kelime anlamı ile yukarda gösterme­ğe çalıştığımız manaları kapsayan zulüm, Kur'an'da da sözlük anlamına yakın hatta özdeş anlamlarda kullanılmıştır.

Yalnız hatırımızdan çıkarmamamız ge­reken şey, bu Kur'anî kavramı kullanırken Kur'an mantığını gözümüzün önünden ayır­mamaktır. Kur'an'ın kendine özgü özel bir mantığı ve açıklama biçimi vardır. Her kav­ramı olduğu gibi “zulüm” kavramını da bu özelliği ile birlikte incelemek gerekir.

İslam dinine göre evreni ve insanı ya­ratan Allah'tır. Allah'ın insanı yaratırken ona yüklediği ödev kul olduğunu unutma­ması, kulluğunu gerektiği şekilde yapması­dır. [40]

Allah, insanları kendisine ibadet etme­leri için yaratmıştır. İlk insan Hz. Âdem ve eşi yaratıldıkları zaman cennettedirler. Al­lah, onların bir ağaca yaklaşmalarını yasak­lamıştır. Fakat onlar bu yasağı çiğnemişler ve zalimlerden olmuşlardır. İlk insanların başından geçen bu olaydaki gibi tüm insan­ların yaratılışında da durum aynıdır; yalnız onlar hayatlarına cennette başladılar; insan­lar ise dünyada. Allah evreni yaratırken on­daki hareketleri, de tesbit etmiş,    yönlerini ayarlamıştır. İnsanın kendisi için de bir yol çizilmiştir.

Varlıkların, daha doğru bir anlatım ile yaratıklara sınırlarını aşmamaları görevle­rini kötüye kullanmamaları gerekir. Dikkat edersek insanın dışındaki varlıkların, özel­likle cansızlar olarak adlandırdıklarımızın görevlerini yapmaktan geri kalmadıklarını görürüz. Her varlık evrendeki yerini almış ve hareketini sürdürmektedir. [41]

Diğer varlıklara göre insan özel bir du­ruma sahiptir. İnsan belirli bir amaçla en güzel biçimde yaratılmış [42]ve akıl sahibi olarak “emaneti” yüklenmiştir.[43]İnsanları diğer varlıklardan “emaneti yüklenmiş olması” ayırır. Yaratılışındaki belirgin özellik de emaneti yerine getirebilme yeteneğidir. Bu emanet, kulluk görevini yapabilmesi için ona yüklenmiştir.

Biz emaneti göklere, yere ve dağlara arzettik, yüklenmeğe yanaşmadılar, ondan korktular. Sonunda onu insan yüklendi. İnsan gerçekten çok zalim ve çok bilgisiz bu­lunuyor. Çünkü Allah, münafık erkek ve kadınlara, müşrik erkek ve kadınlara azab edecek, mümin erkek ve kadınların da töv­belerini kabul edecektir. Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.”[44]

Ayetin sonunda insandan “zalûm” yani çok çok zülmedici olarak söz ediliyor. Müna­fıklara azap, müminlere ise bağışlama oldu­ğu bildiriliyor.    Nedir bu emanet ve insan neden çok zulmedicidir? Bu zulüm kime ya da neyedir? Ne zulümdür, ne zülüm değil­dir? Zulmün karşılığı nedir, zalimler ve maz­lumlar sonunda ne olacaklardır? Gibi soru­lar işte bu ayetle karşımıza çıkmaktadır. [45]

 

1- Zulüm Nedir:

 

Önce, Ahzab suresinin 72. ayetindeki “emanet” kelimesini açıklığa kavuşturalım.

“Emanet” mastar sığasında bir kelime olup, eminlik, yani başkalarının hukuku ko­nusunda emniyet edilip inanılan şeye isim olmuştur. Fakat genel olarak insanı diğer varlıklardan ayıran özelliklerin tümü ema­net sözünün içine girmiş olmalıdır. İnsanları insanca yaşamağa çağıran, onun bu imtihan dünyasında hazırlıklarını tamamlayabileceği, ahiretini kazandırıcı şeylerin hepsi “ema­net” tir.

“İnsanlardan bir kısmı vardır ki bunlar Allah'ın rızasını kazanmak için kendini sa­tın alır. Allah kulları için çok bağışlayıcı­dır.” [46]

Zulüm burada insanın emanete haksız­lık etmesi ile ortaya çıkmaktadır. Eğer in­san emaneti korumaz, ona gereken ilgiyi göstermezse çok çok zalimlerden olmuştur demektedir. Çünkü O, yaratıcısı, özellikleri­nin tesbit edicisi, yaşayışının düzenleyicisi, var edicisi ve rızıklandırıcısı olan emanet sahibine hıyanette bulunmuş, onun takdir ettiği yolu beğenmemiş, mutlak yargıya başkaldırmıştır. Doğuştanlığa (fıtrat) karşı çık­maktan daha büyük zulüm olabilir mi? Bu, insanın özvarlığını inkâr etmesidir.

İnsanın fıtrî özelliklerini değiştirmeğe kalkması, bedenî ve ruhî ihtiyaçlarını ken­dini yaratan Allah'ın koyduğu kurallara gö­re değil de bunun dışındaki kurallara göre tatmin etmeğe çalışması, kendisine teklif edilen emanete hıyanet etmesi demektir.

Genellikle zulüm olayı dışardan bir var­lık tarafından yapılan bir hareket, ya da davranış gibi algılanırsa da, aslında zulüm, doğrudan doğruya insanın öz varlığı ile il­gilidir. Çünkü insan yaratılışına uygun ha­reket etmek zorundadır, fıtratını bozmamalı, örtmemeli, gereğini yerine getirmelidir. Eğer bunu yapmıyor; doğuştanlığmm (fıtrat) ge­reğini yerine getirmiyorsa asıl o zaman za­lim olmaktadır. Kendisinin zalimi, özvarlığının zalimi, nefsinin zulmedicisi, kıyıcısı, hakkını yiyicisi. Dünyada yaptığı işlerde, eylemlerde (ameller, işler, hareketler), in­san görünüşte her ne kadar başkasına zulmediyormuş gibi görünüyor ise de, birtakım eylemlerinde haksız olduğu halde kazançlı çıkıyorsa, başkalarına kendi yararına zarar veriyor. Sınırlarını aşarak isyan ediyor, in­sanların düzenlemelerini Allah'ın emirleri­ne yeğliyor, üstün tutuyorsa ve bu yapı onun için iyi, güzel, mutlu, neşeli, kârlı gibi gö­rünüyorsa da aslında bu durum özvarlığma kıymaktan, nefsine zulmetmekten başka bir şey değildir. Çünkü sonucunda bunun kar­şılığını görecektir.

Bu konu ile ilgili âyetleri hatırımızdan geçirdiğimiz zaman insanın dışındakilere yaptığı haksızlıkların gerçekte tekrar ken­disine dönmekte olduğunu görürüz.

“Allah'ın va'di haktır, fakat onların ço­ğu bilmezler.”[47] Bu hak olan va'de karşı çıkanlar kendilerine yazık etmiş, nefislerine zulmetmiş kimselerdir.

“Elçile­rin getirdikleri haktır, ona kafa tutanlar özvarlıklarına isyan ederler.”

“Kim kötülük eder ya da özvarlığına (nefsine) zulmeder, sonra da Allah'tan ba­ğışlanmasını isterse o, Allah'ı çok yarlığayıcı ve çok esirgeyici bulur.” [48]

Hz. Musa Mısır'a girerken kavga eden iki kişiyi görmüş, kendinden olanı kurtar­mak için diğerini –istemeyerek- bir vuruşta öldürmüş, bunun haksızlık olduğunu anlayınca kendine kıydığını anlamış ve şun­ları söylemişti:

“Rabbim cidden ben nefsime zulmettim; artık beni yarlığa...” [49]

Hz. Adem ile Havva'yı şeytan aldatıp bunun sonucu olarak cennetten çıkarıldıkla­rı zaman Allah onlara aşağıdakileri demişti:

“Ben size bu ağacı yasak etmedim mi?”

Onlar da:

“Rabbimiz biz nefsimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz, esirgemezsen kesin za­rara uğrayıcılardan olacağız.” dediler.” [50]

Bunlar ve daha birçok ayette açıklanan­lara bakılırsa insanların başkalarına yaptık­ları her haksızlık kendisine yapılmıştır. Çün­kü insanlar ahirette geçici hayatlarında yaptıklarının mükâfatını alacaklar, karşılı­ğını göreceklerdir. Bu arada dünyada yap­tıkları onların ahiretteki durumlarını oluş­turacaktır. İnsan başkasma haksızlık yapa­rak kendini harcamam alıdır. Başkalarının hakkını korurken aynı zamanda kendi hak­kını da korumalı, kendine yapılan zulme de rıza göstermemelidir.

İnsanın buradaki geçici üstünlüğünün karşılığı öbür dünyada kendisine yüklenmiş olacaktır. Bu bakımdan zulmü incelerken uzun dönemde ele almalı, değerlendirmemi­zi ona göre yapmalıyız. İnsan -yükümlü­lükler- imanın fıtratı - insanın hareket­leri ve gerçek arasmdaki uyumsuzluk zul­mü meydana getirmektedir. Zulüm bir hak­sızlık olduğu için karşılığında bir ceza tak­dir edilmiştir. İnsanın yükümlülüklerinden herhangi birini yerine getirmemesi veya ila­hi emirlere aykırı hareketlerde bulunması zulümdür. Bu zulmün karşılığı olan ceza, hakkın tahakkuk etmesi (hakkın yerine gel­mesi) dolaylı ya da dolaysız olarak insanı ilgilendirir, bazıları ise başkalarına karşıdır. İnsan zalimane hareket ettiği zaman kendi­ni ilgilendiren konularda kendisine zulmet­miş, başkalarını ilgilendiren konularda ise, ahirette bunların cezası tekrar kendini bu­lacağı için gene kendine zulmetmiş olur.

Bu durumda Kur'an'm semantiğine, dili­ne göre zulüm, yapılan haksızlık kimin üze­rinde meydana gelirse gelsin insanın ken­disine dönmektedir. [51]

 

2- İnsanlar Yaratılmışlar Ve Sınırlan­dırılmışlardır

 

İslama göre apaçık ortada olan bir gerçektir bu. İnsanlar yaratılmışlardır, evren yaratılmıştır. Tüm etrafımızda gördükleri­miz ve görme gücümüz dışındaki varlıklar, hep yaratıktırlar. Her varlığın bir görevi vardır o da kulluk etmektir.

“İnsanlar! Sizi ve sizden öncekileri ya­ratan Rabbinize kulluk edin; umulur ki tak­va sahibi olursunuz.” [52]

İlk insan ve eşi yaratıldıkları zaman cennete konulmuşlardır. Onlara herşey ser­best bırakılmıştır. Denenmeleri için bir ağaç yasaklanmıştır. Onlara yakışan hareket bu yasağa uymaktır. Ama onlar uygunu, doğ­ruyu yapmazlar, ağaca yaklaşırlar, ondan yerler. Bu hareketleri onların zalimlerden olmalarına yetmiştir. Çünkü: “zulüm hakkı tecavüz edip bir hakkı mevziinin gayrıya koymaktır. Demek ki Cenab-ı Hak cennette büyük bir hürriyet vermekle beraber ona yine bir had tayin etmiş ve yaklaştıkları tak­dirde zalimler zümresine dahil olacaklarını bildirmiştir. Bu şunu tahsis (kesinleştirir, nasslaştırır) eder ki: hilâfet-i Ademiyye mutlak değildir. Ve bunun bir haddi mahsusu vardır ki tecavüzü zulümdür.”[53] Hz. Âdem'e bunun üzerine Allah şöy­le buyurur:

Hepiniz oradan inin. Benden size bir hidayet gelir; kim benim “hidayetimi izler­se onun için korku yoktur! Onlar üzülenler­den olmayacaklardır da. O küfredenler, âyetlerimizi yalan sayanlar, onlar ateşin ar­kadaşıdırlar. Orada bir daha çıkmamak üze­re kalıcıdırlar dedik.” [54]

Hz. Âdem'in hayatındaki bu bölüm bize zulmü kapsamı ile anlatmaktadır. İnsanla­ra bir hidayet gönderilecektir. Onlar da hi­dayetin sınırlarını asmayacaklardır. Bu hi­dayet elçiler ve aracılıkları ile gönderilen ki­taplardır. Daha uygun deyim ile Allah'ın di­nidir. Kim Allah'ın dinine uygun hareket et­mişse doğuştanlığma (fıtrat) uygun hareket etmiş, kim de bunu aşraışsa kendine kıymış olmaktadır. Peygamberler hidâyete götürü­cüdürler, hidâyeti göstericidirler. İslâm hi­dâyettir.

“İslâmdan başka bir din arayandan bu din kabul olunmaz ve o âhirette onlar bek­ledikleri sonuçtan büyük şaşkınlık ve acıya uğrayanlardır.

Kendilerine apaçık deliller gelmiş, o pey­gamberin bir gerçek olduğuna tanıklık et­mişlerken, inancın arkasından gerçeği ört­meğe (küfre) sapan kavmi Allah nasıl hi­dayete erdirir. Allah zâlimler topluluğunu hidâyete erdirmez.”[55] 

“Her ümmetin bir peygamberi vardır. Rasülleri geldiği zaman aralarında adalet­le hükmolunur. Ve onlara asla zulmedil­mez.”[56]  

Böylece Allah'ın dini olan İslam, hida­yete götürücü olarak gösterilmekte ve bunu tatbik etmek insana en uygun hareket ol­maktadır. Gerçekten Allah'ın insanlara gön­derdiğinde uygunsuzluk yoktur.

“Şüphesiz ki Allah insanlara hiçbir şey­le zulmetmez, fakat insanlar kendi kendile­rine zulmederler.” [57]

“Allah zalimleri çok iyi bilendir.” [58]

Kur'an'ın bildirisine göre insanların: kendilerine çizilen bu sınırı aşmamaları ge­rekir. Tarihleri boyunca insanlara gerçeği bulmaları için peygamberler gönderilmiş, doğuştanlıklarına uygun hayat biçimi sü­rekli olarak hatırlatılmıştır. Yine hayatın sadece bu dünya ile son bulmadığı, ahiretin asıl olduğu, insanların dünyada bir imtihan için bulundukları, akılları, güçleri öl­çüsünde, emrolundukları gibi doğruca ha­reket etmek zorunda bulundukları belirtil­miştir. Baş tarafta da ifade etmeğe çalıştı­ğımız gibi, tüm insan hareketlerini uzun dö­neme göre değerlendirmek lâzımdır. [59]

 

İNANÇTA ZULÜM

 

İnsanı inanç ve eylemleri (amel, hare­ket, iş) ile beraber bir bütün halinde ele al­mak gerekirse de, eylemlerin inançların fonksiyonları olduğu göz önüne getirilince inanç ve eylem ayırımına ihtiyaç vardır.

İnanç, islâmın temelini oluşturur. İnsan yolunu seçerken, seçtiği şeye inanacaktır. Asıl olan inanmaktır. İslamın inanç temel­leri Allah inancı ile başlar. Zulüm de bura­da başlamakta; en büyük zulüm Allah ger­çeğini örtmeğe çalışmak ya da ona ortaklar isnad etmek olarak nitelendirilmektedir. [60]

 

1- Allah'ı İnkâr Etmek En Büyük Zu­lümdür

 

Gerçekten küfür demek “gerçeği ört­mek” demektir. Küfrün sözlük ve terim anlamı da budur. Zulmün en büyüğü fıtratı ör­tülmemiş her insanın kavrayabileceği, do-ğuştanlığı bozulmamış her akilimin idrak edebileceği tüm varlıkların yaratıcısı ve eği­ticisi olan “Allan” gerçeğini inkâr etmek, örtmeğe çalışmaktır. Bu bilimsizliğin, insanlığını yitirmenin, yaşayış nedeninin kavranılmamasımn sorumluluğu idrak edememe­nin sonucudur.

“Allah  (gerçeğini)  nasıl örtüyorsunuz? Siz ölülerdiniz diriltti.   Sonra, öldürülürsü­nüz. Sonra diriltilirsiniz, sonra ona döndürülürsünüz.”[61]  

“Onlar gökleri ve yeri yaratan Allah'ın kendileri gibisini yaratmağa giıciı yeter ol­duğunu görmediler mi? Allah onlar için bir ecel tesbit etti ki, onda hiçbir kuşku yoktur. Böyle iken zalimler ancak gerçeği örtmek için direnirler.”[62]  

Allah'ın varlığını inkâr etmenin en bü­yük zulüm olduğunu yukardaki ayetler açık­ça ortaya koymaktadır. Kur'an'da bu konu ile ilgili birçok ayet daha vardır. Aslında böyle bir konuyu açıklayabilmek için “kü­für” kavramı olan her ayeti almak gerekir. Çünkü küfür kavramı da zulüm kavramının bir içlemi durumundadır. Fakat burada ko­nuyu uzatmamak için bu kadarla yetinilecektir. [63]

 

2- Allah'a Ortak Koşmak Zulmü

 

İnsanlar arasında Allah'ın varlığını kabul ettiği halde ona ortak koşanlar, tek yarlığayıcı ve yargılayıcı olduğunu kabul et­meyen ya da onunla kendi arasına aracılar koyan, kulluğunu Allah'ın dışındaki varlık­lara ayıran kişiler ona ortak koşmuş olmak­ta, bunun sonucu olarak zulüm işlemiş bu­lunmaktadırlar; hem de çok büyük bir zu­lüm.

Allah'ı anmaktan, amellerinde onun adına hareket etmekten vazgeçenlere şeytan musallat edilir. Şeytanın emrine girerek Al­lah'ın emrini, hidayetini bırakıp dünya mal­larına yegâne sebep olarak bağlanmak zu­lümdür. Dünya mallarına son neden olarak bağlananlar acı çekeceklerdir. Allah'ı hatır­lamayanlar onu anmaktan yüz çevirenler şeytanın dostlarıdır. Dünya malına sarılan şeytanın dostları zalimlerdir.[64]

Şirk koşarak, zulümde bulunanlar ko­nusunda Kur'an'da açıklayıcı örnekler veril­miştir:

Hz. Musa, Tur'a çıktığı zaman İsrailoğullarından Samiri isimli biri, onları hak yoldan saptırarak kendi yaptığı   altından bir buzağıya tapmalarını sağlamıştı. îsrap Oğulları bu buzağıya taptıkları, onu tanrı seviyesine çıkardıkları için zalimlerden olmuşlardır.                                                  

Bunun gibi Allah'tan başka varlıklai-a hüküm sahibi olarak bakmak kulluğu on­lara ayırmak, ona tapınmak da zulümdür.

“Allah'ı bırakıp da sana ne fayda ne zarar veremeyecek olan şeylere ibadet eder­sen “kendine zulmedenlerden” olursun.” [65]

Allah'a ortaklar veya ortak koşmanın zulüm olduğunu gösteren ayetlerden bazı­ları:

“İnsanlar için Allah'tan başkasını emsal edinen adamlar da vardır ki onlara Allah'a olan sevgi gibi muhabbet beslerler; inanan­ların Allah'a sevgisi ise sağlamdır. Zulme­denler azabı gördükleri zaman asıl kuvve­tin gerçekten Allah'ın olduğunu görecekler­dir. Allah'ın çok çetin azabı olduğunu bir bilselerdi.” [66]

Hz. Lokman'in oğluna tavsiyesi:

“Oğlum. Allah'a hiçbir şeyi ortak koş­ma. Şirk, gerçekten büyük bir zulümdür.” [67]

“Meryem oğlu Mesih, Allah'ın kondisidir diyenler, gerçeği örtmüşlerdir. Oysa Me­sih:

“İsrailoğulları, benim de rabbim, si­zin de rabbiniz olan Allah'a kulluk ediniz. Zira kim Allah'a ortak koşarsa, kuşkusuz Allah da ona cennetini haram kılar. Onun varacağı yer ateştir. Zalimlerin hiç yardım­cıları da yoktur demişti.”  [68]

“Yoksa onların Allah'ın izin vermediği şeyleri dinden kendilerine şeriat yapan or­takları mı var? O ayırım günü (Amellerin, iyi ve kötülerinin birbirinden ayrılacağı bel­li günün takdir edildiğine dair Allah'ın sö­zü) olmasaydı yargıları verilmişti. Kuşkusuz zalimler için çetin bir azap vardır.

Sen zalimlerin işleyip kazandıkları yü­zünden korkulara düşeceklerini -ki bu on­ların başına gelecektir- göreceksin. İman edip de iyi amellerde bulunanlarsa cennetlerin bahçelerindedirler. Rablerinden ne di­lerlerse onlarındır. İşte bu büyük erdemin kendisidir.” [69]

“Hakkında Allah'ın hiçbir delil indir­mediği şeyleri ona eş tanıdıklarından dolayı gerçeği örtenlerin kalplerine korku salaca­ğız. Onların yurtları ateştir. Zalimlerin dö­nüp varacağı yer ne kötüdür”. [70]

 

3- Allah'a Yalan İsnad Etmek

 

Bu ayetlerde Allah'a ortak koşanlar, onun ilahlığmda ve hükmünde ortaklan bu­lunduğunu sananların zalim oldukları bildi­rilmektedir. Allah'a sadece tanrılığında eş koşmak değil, onun emirlerine karşı çıkmak, ayetlerini yalan saymak suretiyle hükmü­ne başkaldırmak da zulmün bir çeşididir. Bu tip hareket ne adına yapılırsa yapılsın, ister bilim, ister belirli bir sistem, ister ku­runtulardan oluşan ve adına bilimsel gibi laflar eklenmiş kuramlar (nazariyeler), is­ter birtakım ulu kişiler adma yapılsın hep­si aynıdır.

Çünkü Allah'ın düzeninde değişiklik yoktur. Allah'm ötedenberi devam eden sün­neti budur. Allah'm sünnetinde asla deği­şiklik bulamazsın. [71]

“Allah'a karşı yalan düzenden daha za­lim kimdir? Onlar rablerine arzedileceklerdir. Tanıklar da:

“İşte bunlar yalan söyleyenlerdi,” di­yecekler. Haberiniz olsun Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir.”[72]

Allah'a karşı bir yalan uydurandan ya da onun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kimdir? Gerçekten zalimler kurtulu­şa eremeyeceklerdir.” [73]

“O halde Allah'a karşı yalan uydurandan ya da, ayetini yalan sayandan daha zalim kimdir. Onların kitabtan nasibleri kendile­rine erişecektir. Sonunda elçilerimiz canlarını almağa geldikleri zaman:  

“Allah'ı bırakıp da tapageldikleriniz nerede?” Diyecekler.

“Onlar bizi bırakıp gitti.” (Diye cevap verecekler.)

Kendileri aleyhlerine gerçekten küfre­denler olduklarına tanıklık edecekler.”[74]

Allah'ın kitabında olmayan bir şeyi, varmış gibi göstererek yasak olan işleri yap­mak, haramı helal etmek zulümdür. “Artık bundan sonra kim Allah'a karşı yalan uydururlar, işte onlar zalimlerin ta kendileri­dir.[75]

Daha birçok yerlerde de açıklandığı gi­bi Kur'an'ın söyleyiş biçiminde bir çağn, bir meydan okuyuş vardır. Hakikattir de o onun için. Onun gerçeğini örtmeğe çalışan­lar, görmezlikten gelenler elbette kendile­rine yazık etmektedirler. [76]

 

4- Peygamberlerin Getirdiklerini Kabul Etmemek

 

Peygamberlerin getirdiklerine inanmayanlar da zalim olmuşlardır. İnsanlara Al­lah'ın hidayetini, rahmetini getiren peygam­berlerdir. Onlar insanların doğru yolu bul­maları, kendilerine zulüm etmelerini önle­mek için gönderilmişlerdir.

“Her ümmetin bir rasulü vardır, Rasülleri geldiği zaman aralarında adaletle hük­medilir. Ve onlara asla zulüm edilmez.” [77]

Peygamberin hepsinin birden çağrıları İslamadır. Allah yanında din İslamdır.

“İslama çağrıldığı halde Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir? Allah zalimler topluluğuna hidayet etmez.” [78]

Peygamberler gerçeği rablerinden geti­rerek söylerler, izni ile Allah'a itaat edilme­sini sağlama uğraşı yaparlar. İnsanlar ise buna ya uyarlar ya da karşı çıkarak öz var­lıklarına (nefislerine) kıymış olurlar. Al­lah'ın ayetlerini kabul etmemekte olanların durumları acıklıdır.

“Ayetlerimizi yalanlayarak sırf öz var­lıklarına zulmedenlerin durumu ne kötü­dür.” [79]

Allah'ın kitapları, Peygamberleri hak­kında ileri geri konuşanların da zalimlerden oldukları açıktır.

“Ayetlerimiz hakkında (uygunsuz) ko­nuşanları gördüğün zaman onlar Kur'an'dan başka bir sözle meşgul oluncaya kadar kendilerinden yüz çevir, eğer şeytan seni unutturursa o zaman hatırladıktan sonra artık o zalimler topluluğu ile birlikte otur­ma.” [80]

Bütün peygamberler çağrılarını yapma­ğa başladıkları zaman, zulme uğramışlar, çeşitli güçlüklerle karşılaşmışlardır. Doğuştanlıkları (fıtratları) küfrün çeşitli araçları ile örtülen topluluklar peygamberlerin getirdikleri gerçekleri görmek istememişler, bir grubu artık küfür örtülerinin kat kat olması nedeni ile bir grubu ise önceki yap­tıklarının etkisi ile zulümlerine devam et­mişlerdir. Bu yüzden çok kavimler helak edilmiş, yeryüzünden kaldırılmıştır. Ad, Semud, Medyen, Nuh kavimleri zulümleri­nin karşılığı olarak bu dünyadan çeşitli şe­killerde ortadan kaldırılmışlardır. Bütün bu olayların sebebi insanların zulümde diret­meleridir.

Hz. Nuh'un zamanında zalimler işi azı­ya almışlardı. Bunun üzerine Hz. Nuh'a:

“O zalimler senden uzak olsun.” de­nilmişti.

“Nuh kavmi de peygamberlerini yaîanladıklan zaman biz onları boğduk ve kendi­lerini insanlara ibret yaptık. Biz zalimler için acıklı bir azap hazırladık.” [81]

“Hz. İsa ise apaçık delilleri getirdiği za­man ben size gerçek hikmeti getirdim. Bir de hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz so­runlardan bir kısmım size açıklayayım di­ye (geldim). Artık Allah'tan korkun, bana uyun.

Allah benim de rabbim sizin de rabbinizdir. Hadi ona kulluk edin. Doğru yol bu­dur. Sonra aralarında gruplar yine anlaş­mazlığa düştüler. Artık acıklı günün aza­bından yazık o zalimlere.” [82]

“Andolsun ki Musa size apaçık deliller getirdi. Siz ondan sonra buzağıyı (tanrı) edindiniz. Siz zalimlersiniz.” [83]

 

5- Ahiret Gününe İnanmamak

 

İnsanlar ahirete inanma konusunda da zulme düşmüşlerdir. İslâmın inanç esasla­rından birisi de ahirete inanmadır, insanlar bu dünyadaki eylemlerinin karşılığını öbür dünyada göreceklerdir. Kısa ve birtakım görevlerle geldiği bu dünya hayatında in­san,  çeşitli yükümlülükler karşısmdadır.

Kendisine yapılan haksızlıkların ve yaptığı amellerin karşılığını görmelidir. İşte bu yüz­den ahiret yaratılmıştır. Öbür dünyadaki azap ve iyilikler bu dünyada yapılanların karşılığıdır. Allah'a inanmayan ya da zu­lümde diretenler ahirete de inanmak iste­mezler çünkü, zalimler zulümlerinin karşı­lığını görmekten korkarlar. Oysa Allah kul­larına zulmedici değildir. Bu yüzden öbür dünyadaki sorgu ve karşılıklar hazırlan­mıştır.

“Melekler kâfirlerin yüzlerine ve sırt­larına vura- vura:

“Tadın cehennem azabını, derlerken ve bu şekilde canlarını alırken görmelisin”

Bunun sebebi ellerinizin önce yaptığı­dır. Bir de Allah'ın kullarına gerçekten zul­medici olmadığıdır.”[84] 

“O gün herkes özvarlığı için uğraşacak, ne yaptıysa kendisine eksiksiz verilecek... Onlara asla zulmedilmez.”[85]  

“Gerçekten Allah alemlere zulmedici de­ğildir.”[86] Kıyamette de zul­medilmez. Kıyameti, öldükten sonra tekrar' dirilmeyi ve zulümlerinin karşılığının veri­leceğini kabul etmıyenler için Kur'an'da Söyle deniliyor:

“Allah'ın huzuruna çıkmayı yalan sayanlar en büyük zarara (kayba) uğramış­lardır. Sonunda kendilerine ansızın kıya­met gelip çattığı zaman yüklerini sırtlarına yüklenerek demişlerdir ki:

“Oradaki gevşekliğimizden dolayı ya­zık bize!”

Dikkat edin o taşıyıp, yüklenecekleri şeyler ne kadar kötüdür. Dünya hayatı bir oyundan, bir oyalanmadan başka bir şey değildir. Ahiret yurdu ise sakınanlar için kesin olarak daha hayırlıdır. Hâlâ aklınız başınıza gelmeyecek mi?

Onların söyledikleri seni tasalandırma­sın. O zalimler bile bile Allah'ın ayetlerini inkâr ediyorlar.” [87]

“Allah'ın vaadi haktır. Fakat onların ço­ğu bilmezler.” [88]

Oysa Allah, Kur'an'ı insanlara bir hida­yet olarak göndermiştir, bütün kitapları ol­duğu gibi.

“Gerçek, bu Kur'an öyle bir şeye götü­rür ki en adil ve en doğru yoldur o. Güzel amellerde bulunan müminlere kendileri için, bir ecir olduğunu müjdeler.” [89]

Müminler için rahmet kaynağı olaı Kur'an'ı, Allah'ın diğer apaçık delilleri­ni inkâr ettikleri gibi inkâr edenler, zulmü artırıcı bir rol oynar.

“Biz Kur'an'dan ara ara onu indiriyo­ruz ki müminler için şifa ve rahmettir, za­limlerin ise ziyanından başkasmı artırmaz.

İnsana nimet verdiğimiz zaman yüz çe­virip yan çizer. Şer dokununca ise pek ka­ramsar olur.[90]

Dünya nimetlerine aldanarak Allah'a nazire yapmaya kalkışmak, tanrılık yansın­da bulunmak zulmün bir çeşididir. Bu durumdakiler zalimlerdir. Güçlü kuvvetli ya da zengin olan kişilerin bu durumlannı ile­ri sürerek Allah'ı ve ahiret gününü inkâra kalkışmaları bu çeşit zulümdendir. Devlet-başkanlığı, krallık, padişahlıklarına güvene­rek inkâra kalkışanlar zalimlerin en büyük­leridir.

“Allah, kendisine mülk verdiği için İb­rahim ve rabbi konusunda çekişeni görme­din mi? İbrahim:

“Benim rabbim hem diriltir, hem öldü­rür,” demişti. Oda:

“Ben de hem diriltir, hem öldürürüm,” dedi. İbrahim:

“Allah güneşi doğudan getiriyor. Ha­di, sen de onu batıdan getir, deyince o kâfir şaşırıp kalmıştı.

Allah, zalimler güruhunu başarıya ulaş­tırmaz.” [91]

Böylece maddî güçleri kendilerinde top­layanlar zulümde ileri giderek gerçek yar­gı sahibi olan Allah'ın işine kanşmaya baş­lamışlardı:

“Zalimler Allah yolundan men edegelenler, onu eğriltmek isteyenlerdir. Onlar ahireti de inkâr edicidirler.” [92]

 

TOPLUMLARDA ZULÜM

 

Zalim Kavimler  (Uluslar)

 

İslâmın özel tarih anlayışı, yani gerçek olan tarihe göre insanlık Hz. Adem'le baş­lar. Onun soyundan üreyerek çağımıza ka­dar devam eder gelir. İlk insan olan Hz. Adem'e cennetten çıkarıldıktan sonra çağı­nın gerek ve şartlarına göre bir şeriat ve­rilmiştir. Ona ve çocuklarına bu şeriata gö­re hareket etmeleri emredilmiştir. Verilen bu şeriat ilk insan ve çevresindekilerin şu­ursuz ve bilim ötesi yaşayıştan kurtulmala­rını sağlayacak, doğuştanlıklarına uygun ol­duğu için mutlu yaşamlarını ve öte dünya­da kurtulanlardan olmalarını temin ede­cektir. Fakat insan Kur'an'da açıkça belirtildiği gibi “Çok çok haksızlık yapıcı ve çok çok bilgisiz bir hayat sürücü” dür. Fıtratındaki özellik nedeniyle gerçeği bulabilecek şekilde yaratılan insan, çoğu zaman bu ni­metleri kendisine elçiler, mucizeler, kitap­lar, alametler gönderilmesine rağmen inkâr yoluna gitmiş, böylece çoğu zaman kendine kıyıcılardan olmuştur.

Hz. Adem'den beri kuşak kuşak devam eden, çoğalan yeni yeni kavimler oluşturan insanlara peygamber gönderilmiş, bir kıs­mı doğuştanlığma uygun olanı seçerek kur­tuluşa ermiş, kimi ise haksızlığı benimse­yerek kendine kıyıcılardan olmayı yeğletmiştir.

“Her ümmet için bir elçi vardır” ayeti­nin sonucu olarak kendilerine gönderilen el­çileri kabul etmeyen, bilinçsiz ve bilimsiz yaşamayı üstün tutan kavimlerden bir kıs­mı çeşitli araçlar ve biçimlerle helak edil­mişlerdir. Bu helak edilen kavimlerden Kur'an'da özet olarak söz edilmekte ve ça­ğımızda kendilerine zulmetmekte, yazık et­mekte, kıymakta olan insan ve toplumlara bunlar birer örnek olarak sunulmaktadır.

“Onlara kendilerinden öncekilerin Nuh, Ad, Semud kavimlerinin, İbrahim kavminin, Medyenlilerin, Mu'tefikelerin haberi gelmedi mi? Peygamberleri onlara apaçık muci­zeler getirmişti. Demek ki Allah zulmediyor değildi. Fakat onlar kendilerine zulmediyor­lardı.” [93]

Kur'an'ın insanlığa plan bu sözü, kendi­sine zulmeden, kıyan kavimlerin helak ol­duklarının apaçık bilindiğini ve insanların bile bile zulümde diretmemelerini, onları gözlerinin önüne getirerek bu hareketlerin­den vazgeçmelerini, yoksa kendilerinin de aynı duruma düşeceklerini bildirmektedir. Nice ülkeler, uluslar zulümleri yüzünden yok edilmişlerdir.

“Biz nice ülkeleri yok ettik. Öyle ki on­lara geceleyin, ya da onlar öğle uykusundayken (kaylûle) azabımız gelip çattı. Kendilerine gazabımız gelince feryatla­rı “Biz gerçekten zalimlerdik” demelerin­den başka bir şey olmadı.”[94] 

İşte bu ayetler, kavimlerin bilinçsizce yaşadıkları zaman nasıl helak olduklarını göstermektedir.

“(Kâfirler) kendilerine meleklerin gel­mesinden ya da rabbinin emrinin kavuş­masından başka bir şey mi beklerler? On­lardan öncekiler de böyle yaptılar. Allah on­lara zulmetmedi, ama, kendi kendilerine zulmettiler onlar. Bu nedenle yaptıkları kötülükler (yaptıklarının karşılığı) onları çarp­mış, alay ettikleri şeyler çepeçevre kendile­rini kuşatıvermişti.” [95]

Ama bütün bunlara rağmen insanlar zulümleri yüzünden hemen helak edilmez­ler. Helak olan uluslar zulümde son aşama­ya gelmiş olan uluslardır. Artık insan ola­rak yaşamaları gerekmeyecek kadar işi azı­ya almış olanlar... Tüm insanlık ise yine ya­şamları boyunca gerçeği ve gerçek olmaya­nı seçmeye bırakılmışlardır. Bu dünyada helak olmasalar bile öbür dünyada zulüm­lerinin cezasını çekmek zorundadırlar.

“Eğer Allah insanları zulümleri yüzün­den hemen yakalayacak olsa idi yeryüzün­de hiç bir canlı bırakmazdı. Fakat o bun­ları belirlenmiş (adlandırılmış) bir süreye erteler. Ecelleri geldiği zaman ise onlar ne bir saat geri kalabilirler, ne de bir saat öne geçebilirler.” [96]

Zulümleri yüzünden hemen helak olma­yan bu uluslar ve insanlar ahirette zulüm­lerinin karşılıklarını göreceklerdir.

“Allah zalimleri çok iyi bilendir.” [97]

“O gün herkes özvarlığı için uğraşacak, herkes ne yaptıysa kendisine eksiksiz verilecek, onlara asla zulmolunmayacak. [98]

Kur'an'da zalim uluslardan, milletler­den, ümmetlerden bahsedilmiş ve bu ulus­ların ümmetlerin durumu Kur'an'm çağrısı içerisinde bulunan insanlara örnek olarak gösterilmiştir. Bu zalim uluslardan belli baş­lıları şunlardır:

Nuh kavmi: Bir sûre, Nuh sûresi baş­tan sona Nuh (a.s.)'dan ve onun ulusundan bahsetmektedir. Kur'an'da diğer ayetlerde de Nuh'un kavminin gerçeği kabul etme­yenleri zalimler olarak nitelendirilmişlerdir.[99] O zalimler karşılık olarak tu­fanda boğulmuşlardır. [100]

Onlar peygamberlerini yalanladıları zaman kor­kunç bir suda boğulmuşlar ve insanlara ib­ret olarak gösterilmişlerdi. Ve sonunda on­lara acıklı bir azap hazırlanmıştır.” [101]Tufan o kadar büyük olmuştur ki yerleri ve gökleri kaplayan bu tufanın so­nunda:

“Ey yer suyunu yut, ey gök sen de tut, denilmişti. Su kesildi. İş olup bitirildi. (Gemi) Cûdi üzerinde durdu. O zalimlerin topluluğuna “uzak olsunlar” denildi.” [102]

Nuh sûresinde Hz. Nuh'un öyküsü şöyle anlatılmaktadır:

“Gerçekten Nuh'u kavmine gönderdik. Onlara acıklı azap gelmeden önce kavmini korkut, diye. Dedi ki:

Kavmim gerçek ki ben sizi apaçık korkutan bir elçiyim. Allah'a kulluk edin, O'ndan korkun, bana itaat edin ki Allah si­zin günahlarınızdan bir kısmını yarlığasın, sizi belirli bir süreye kadar geciktirsin. Kuş­kusuz Allah'ın (çizdiği) süre dolunca erte­lenmez, bir bilseydiniz.” Dedi ki:

“Rabbim, ulusuma gece-gündüz çağrı­da bulundum. Ama benim çağrım kaçmak­tan başka bir şey artirmadı. Ben senin on­ları yarlığaman için ne zaman davet ettiy-sem, onlar parmaklarını kulaklarına tıka­dılar, giysilerine büründüler, ayak diredi­ler, büyüklük tasladılar. Bunun üzerine ben onları en yüksek sesle çağırdım. Sonra on­ları hem açıkça hem de gizli gizli davet et­tim. Artık dedim,  rabbinizden bağışlanma dileyin, çünkü o çok yarlığayıcıdır. Üstünü­ze bol bol bulutlar salıverir,  mallarınızı, oğullarınızı çoğaltır, size bahçeler verir, ır­maklar akıtır.                                              

“Ne oluyor da size Allah'ın ağırbaşlı­lık vermesini istemiyorsunuz. Görmediniz mi Allah yedi kat göğü birbiri ile uyuşur du­rumda nasıl iyaratmış. Onların içinde ay'ı bir nur yapmış, güneşi de bir kandil olarak asmıştır? Allah sizi yerden bitki gibi nasıl bitirmiştir. Sonra sizi yine ona döndürecek, sizi yeni bir çıkarışla tekrar çıkaracak. Al­lah yeri sizin için bir döşek yapmıştır; onun geniş yollarında gezip dolaşasınız diye.” Nuh dedi ki:

“Rabbim, onlar bana karşı başkaldırdılar. Malları ve çocukları hüsrandan baş­kasını artırmayan kimselere uydular. Şun­lar da büyük tuzaklara düştüler. Sakın tap­tıklarınızı bırakmayın ha. Hele Ved'den, Suvaa'dan, Yeğus'tan, Yeük'ten ve Nesr'den sakın vazgeçmeyin, dediler. Birçoklarını da sapıttılar. Sen o zalimlerin sapıklıklarından başkasını artırma.

...Onlar günahlarından dolayı suda boğul­dular. Arkalarından da ateşe atıldılar. O za­man kendileri için Allah'tan başka kimseyi bulamadılar. Nuh demişti ki:

“Rabbim yeryüzünde kâfirlerden (ger­çeği örtenlerden) kimseyi bırakma. Çünkü eğer sen onları bırakırsan, kullarını yoldan çıkarırlar. Kötüden, gerçeği örtenden başka­sını da doğurmazlar.”

“Rabbim beni, anamı, babamı, inanarak evime girenleri, erkek müminleri ve ka­dın müminleri sen bağışla. Zalimlerin hela­kinden başkasını artırma.” [103]

İşte Nuh'un ulusuna (kavmine) çağrı­sından ve zalimlerin ona karşı aldıkları ko­numdan Kur'an'da böylece sözedilmektedir. Ayetler açıkça meseleyi açıkladıkları için yorum yapmağa lüzum kalmamaktadır.

“Her ümmetin bir rasulü vardır. Rasülleri geldiği zaman aralarında adaletle hükmolunur. Ve onlara asla zulmolunmaz.” [104]

Ama insanlar bazen zulmü tercih et­mekte hem peygamberlerine zulmetmekte, hem de kendilerinin zalimleri olmaktadır­lar.

“Allah, korkudan emin ve sakin bir ül­keyi örnek olarak çıkardı. Rızkı da kendi­sine bol bol geliyordu. Fakat o ülke Allah'ın iyiliklerine nankörlük etti. Allah da o ülke­yi hareketlerinde direnmeleri yüzünden aç­lık ve korku giysisi ile donandırdı. Andol-sun ki onlara bir peygamber de gelmiştir. Ama onu yalanlamışlardı. Derken onlar zu­lümlerini sürdürürken azap yakalayıverdi.” [105]

İşte bunun gibi Medyen kavmi de Hz. Şuayb'e inanmayarak zulmetmeleri yüzün­den yok edilmişlerdir.[106]

Semud kavmi de Medyen kavmi gibi hak yoldan uzaklaştıkları gibi zalimlerden olmuşlar ve onların sonuçlarına uğramış­lardır.[107]  

Kur'an'da Lut kavminden söz edilirken “Ne zaman ki emrimiz geldi, üstünü altına getirdik, tepelerine balçıktan pişirilmiş, istif edilmiş taşlar yağdırdık ki onlar rableri ka­tında damgalanmışlardı. Onlar zalimlerden uzak değildiler.” denilmişti. [108]

Hz. Musa'nın çağrısını yaptığı İsrail ulu­su ise onun getirdiklerini terk ederek Allah'­tan başkasına taptıkları için kırk yıl Tih çö­lünde beklemeye terk edilmişlerdir.

Bunlar ve bunlara benzer diğerlerine baktığımız zaman aslında bu kavimlerin kendilerine zulmetmiş olduklarını görmek­teyiz. Bu ulusların öykülerinin sonucunun Kur'an'daki anlatımı şöyledir:

“Onlara biz zulmetmedik, ama onlar kendilerine zulmettiler. Bu nedenle Allah'ı bırakıp da taptıkları tanrılar rabbinin emri geldiği zaman onlara hiç bir yarar sağla­madı, zararlarını artırmaktan başka bir işe yaramadı.”[109]  

Allah'ın, ayetler, mucizeler göndermesi bazen insanların lehine değil aleyhine ola­bilir. Çünkü bunlar, çevrelerindeki her akıl­lının anlayabileceği delilleri görmeyerek bir de gelen bu ayetleri ve mucizeleri kabul et­meyerek ayrıca bunları kabul etmemenin cezasını da çekeceklerdir.

“Bizi ayetler göndermemizden alıkoyan neden ancak öncekilerin onları yalanlamış olduklarıdır. Biz Semud'a gözleri göre göre o dişi deveyi verdik de onun yüzünden zul­mettiler; oysa biz ayetleri ancak korkutmak için göndeririz.”[110]  

Zulmedenler, kıyıcılar yaptıkları fısktan dolayı azaba düşürülmüşlerdir.

“Zalimleri ise yapmakta oldukları fısklar yüzünden şiddetli bir azap ile yakala­dık.”[111]  

“Onlar bize zulmetmediler. Fakat ken­dilerine zulmediyorlardı.” [112]

“Bana haber verin bakalım; Eğer Allah'­ın azabı ansızın ya da açıktan gelip size ça­tarsa zalimler güruhundan başkası helake uğratılmış olur mu?” [113]

 

BİLİM ADINA ZULÜM

 

Değer yargıları toplumlara, nazariyele­re ve hatta bireylere göre değişen bir özel­lik göstermektedir. Her nazariyenin her top­lumun ve her insanın kavramlar konusun­daki yargıları da değişiktir. Bütün nazariye ve düzenlerin kavramlarmdaki bu ayrılık, îslâmda da hususi bir şekilde kendini gös­terir. İslam bir yaşayış biçimi ve inanç ola­rak kendisi ile ilgili özel kavramlarını da be­raberinde getirmiştir. Onunla ilgili kavram­ları bütünü içinde kaynağı ile düşünmek ge­rekir. Özellikle manevî bilimlerde usûl önemli bir yer tutmaktadır. Usulsüz hiçbir bilim yoktur diyebiliriz. Bu nedenle îslamın “ilim - bilim” anlayışını ve- onun bilimsizliğe karşı savaşını kendi bütünü ve kaynağı için­de değerlendirmelidir.

“Bilim adına zulüm” başlığı altında bu bölümü, îslâm'm bilim anlayışı ve onun dı­şındakilerin bilim anlayışma göre ele almak, incelemek gerekir. Önce İslâm'm sonra İs­lâm'ın dışındakilerin bilim anlayışları bilin­meden bu konudaki zulüm açıklanamaz.

İslâmm “ilim” anlayışına göre evrende­ki tüm olayların bilicisi Allah'tır. Mutlak alim Allah'tır. “Mutlak ilim” de onun yanın­dadır. Allah insanlara eşya ile insanlar ara­sındaki (süje - obje) ilişkilerin bir kısmını çözme, kavrama, bilebilme yeteneğini ver­miştir. Bununla birlikte elçileri aracılığı ile “sınırları”, “insanların yetenekleri dışında olanları “bildirici”, “bilmedikleri fakat bil­meleri gereken genellikleri” gösterici bir “hi­dayet” göndermiştir. İnsanların doğuştanlık-larma göre ilmi kavrama olanakları sınır­lıdır. İnsanların doğuştanlıklarını takdir eden ve onlara sınırlarını gösteren Al­lah'ın bu iki “fiil”i arasında bir düzensiz­lik bir çelişki olamayacağı için insanların bilgisinin kaynağı “Kutsal Kitaplar” ve “peygamberlerin tebliği” dir. İnsanların, ger­çeğin bilgisinden bilgi edinme yeteneklerini de  “vahy”den sayabileceğimize göre;    bilgi vahydir. İnsanın bilgisi vahyden alabildiği kadarıdır. Bu durumda ister deneysel olsun, ister manevi olsun tüm bilimler (Kur'an dışı ayırım) vahye uygun olmak zorundadır. Vahye uygun olmayan (kuramlar) nazari­yeler ve kesinleştiği zannedilen, basma bi­lim sözcüğü eklenmiş görüşler ilimden ol­ma, bilim olma niteliğini kaybetmiş şahsî kuruntu olmaktan öte gidemezler. Bu tip düşünce ve kuruntular vahyin çerçeveledi­ği bilim anlayışıyla çelişkiye düştükleri za­man artık, bilimsel değil “bilim dışı” sözler­dir.

İslamın bu bilim anlayışına karşı, onun­la çelişen görüşler bilim dışı kaldıkları için “gayrı îslâmî bilim” anlayışından söz etmek gereksizdir. Çünkü onlar bilim değil “sanı, zan” dırlar. Zan olan yerde bilimden söz aç­mak lüzumsuz ve hatta imkânsız bir uğraş­tır.

İnsanlar çoğunlukla gereksiz işlerle uğ­raşırlar. Emrolundukları gibi yaşamaktansa, düzensiz ve serüvenci bir hayatı üstün tu­tarlar. Serüvenleri ise sonsuz hayatları üze­rine bir kumardır; hiçbir zaman kazanılamayacak bir kumar. Güçlerinin yetmiyeceği sınırları zorlarken haddi aşmış olurlar, bi­limden nasiblerini almadan, onu kavramadan, vahyden kaynaklanmadan uğraştıkları bu lüzumsuz işler yüzünden insan türünün çoğu zalim olmuşlar; insanlara, dolayısı ile kendilerine zulmederek sonsuz hayatlarını mahvetmişlerdir.

“Hayır, onlar ilmini kavramadıkları şeyi yalan saydılar. Kendilerine te'vili de gelme­mişti. Evvelkiler de böyle yalanlamışlardı. Bak o zalimlerin sonu ne olmuştur.” [114]

İlahi kaynaktan beşlenmeyen bu tip bi­limciler uzun çalışmalar, uğraşmalardan sonra ortaya birtakım kuramlar koyarlar. Bu kişilerin evrendeki olaylar karşısında or­taya çıkardıkları bilimsel kuramlar her an yanılma tehlikesi ve imkânı ile karşı karşı­yadır. Çoğu zaman da yanılmaktadır. Örne­ğin:

“İnsan raslantz eseri dünyaya geldi” ya da

“İlk din totemizmdir.”  

“Tüm insan ey­lemlerinin kökeninde ekonomik istemler ya­tar.”

“Bilimin kaynağı akıldır.” v.b. Bu ve buna benzer görüşler, kendilerini ortaya atan kişilerin kendi dünya görüşlerinin so­nucudurlar. Kendi düşüncelerinin dışındaki görüşlerin temsilcileri tarafından reddedil­mişler,   çürütülmüşlerdir. Şahsi dünya gö­rüşlerinden kaynaklanan bu görüşler ço­ğunlukla insanlara doğuştanlıklarrnı kaybeetenler tarafından yöneltilmiş, fıtrattan ve vahyden döndürücü görüşlerdir.

Oysa Allah'ın vahyi gerçek ilimdir. “Onlar, kendilerine ilim verilmiş insanların gö­ğüslerinde parlayan apaçık ayetlerdir. Bi­zim ayetlerimizi zalimlerden başkası inkâr etmez.”[115] 

Bunun karşısına çıkanlar ilim - bilim adına zanlanna dayanarak, kendilerine ve insanlara zulmetmektedirler.

“Allah'ın gizlediklerini de açığa vurduk­larını da bildiğini bilmiyorlar mı? İçlerinde Kitab'ı bilmeyen ümmiler var. Onlar ancak zandan başkasını da bilmezler.” [116]

Bu zalimler vahyin sözlerini de değişti­rirler. “Fakat içlerinde zalimler sözü ken­dilerine söylenenden başka bir şekle koy­dular. Biz de üstlerine zulmeder oldukları, için gökten murdar bir azap indirdik.[117]

Bir kısmını kabul eder bir kısmını hü­kümsüz sayarlar. Ve en önemlisi ilme da­yanmadan insanları saptırmış olurlar.

“Deveden de iki, sığırdan da iki. İki er­keği mi yoksa iki dişiyi mi, ya da bu iki di­şinin rahimlerine sarınıp bürüneni mi, haram etti? Yoksa size tavsiye ettiği zaman siz hazır mı idiniz?

İnsanları “ilme dayanmadan saptırmak” için yalan düzüp de Allah'ın üstüne atan­dan daha zalim kimdir? Şüphesiz Allah o zalimler sürüsüne “Hidayet” vermez.” [118]

Bazıları ise üzerinde bunca kişilerin yol­larını saptırıp insanlarm da sapıtmaları için hayatlarını tükettikleri yanlış nazariyelere hiç kaynağını araştırmadan -örtülmüş doğuştanlığının gereği budur- bilim sanatı ile dayanıp yani ilim anlayışını dayandırıp yanlışları kökleştirirler, insanların fıtratla­rının örtülmesine sebep olurlar. Fıtratı ört­mek için çalışanlar bilmeyerek de yardımcı olsalar kendilerine zulmetmektedirler.

“Allah'a karşı yalan düzenden ya da kendisine hak gelince onu yalan sayandan daha zalim kimdir? Kâfirlere cehennemde barınacak yer mi yok?” [119]

Nemi suresi 44. ayette Belkıs zannına tâ­bi olarak taptığı şeyden dolayı nefsine zul­metmiştir.

İşte bu ve bunun gibi bütün kuruntu sahipleri aslında kendilerine zulmetmekten başka bir şey yapmıyorlardı. Çünkü onlar sonradan bozulmuş ve üstü küfr tabakaları ile örtülmüş aynı zamanda batıla yöneltil­miş doğuştanlıkları ile zanlarına uyuyorlar, bunu gerçeklik, kesinlik sayıyorlar, diğer in­sanlara da takdim ederek, onların da do­ğu ştanlıklarının bozulmasını sağlamış olu­yorlardı.

“Hayır. Onlar kendilerine ilim verilmiş insanlarm sinelerinde parlayan apaçık ayet­lerdir. Bizim ayetlerimizi zalimlerden baş­kası bilerek inkâr etmez.”[120]

İlim gerçek anlamı ile Allah'ın yanında­dır. İnsanlara ise başlangıçda denildiği gibi vahyden bildirilen kadarı verilmiştir. Bu ne­denle insanlar vahyden kendilerine bildiri­len kadarı ile ve buna dayanarak yine vah­yin bir başka şekli olan fıtri ilimden edine­bilme yetenekleri ile ilmi kavramağa çalış­malıdırlar. Vahyden kaynaklanmayan hiç­bir görüş ilim değildir, hiçbir kişi de bilgin değildir, aksine zalimlerin en büyüğüdür. [121]

 

ZULMÜN BULUNDUĞU YERDEN HİCRET

 

İnsana yakışan Allah'ın dinini yaşamak­tır. Bir ülkede mü'minler inançlarının ge­rektirdiği şekilde yaşıyamıyorlarsa o ülke­de zulüm görmektedirler. Eğer oradaki ina­nanlar zulmün kendilerini ezmesine rıza gösteriyorlarsa bu durumda kendilerine ya­zık ediyorlar, kendi kendilerine zulmediyor­lar demektir. Kendilerine zulmetmeleri, Allah'ın emirlerine uymak, dinini yaşamak imkânı varken ya da uygulanan, yaşanan yere geçebilmeleri mümkün iken zulüm ül­kesinde dinlerinin gereklerinden hepsini ya da bir kısmını yapamamalarından, yerine getirememelerindendir.

“İnananlar yeryüzünde zulüm görmeyerek yaşayacakları bir yer aramalılar, yoksa oluşturmaya çabalamalıdırlar. Yeryüzünde zulüm kanunlarının geçerli olmadığı ya da müminler için uygulanmadığı yer varken oraya gitmeyip zulüm diyarında çaresiz ve araştırmasız bekleyenler nefislerinin, kendi­lerinin zalimleridir, zulmlerinin cezasını gö­receklerdir.”  [122]

Öz varlıklarının zalimleri olarak can­larını alacağı kimselere melekler derler ki:

“Ne yapıyordunuz?” Onlar:

“Biz yer yüzünde âcizlerdik,” derler. Melekler de:

“Allah'ın yeri geniş değil miydi? Siz oradan hicret edeydiniz ya?” derler.

İşte onlar... onların barınacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir yerdir. Erkek­lerden, kadınlardan, çocuklardan, zaaf ve acz içinde bırakılıp da hiçbir çareye gücü yetmeyenler ve bir yol bulamayanlar müs­tesna. İşte onlar... Allah'ın onları affedece­ği umulabilir. Allah çok bağışlayıcı, çok yarlığayıcıdır.” [123]

Peygamberimizin Medine'ye hicretinden sonra Mekke'de kalan mallarını ve mevki­lerini kaybetmek istemeyen müslümanlar için inen bu ayet onları Allah'ın emirlerinin rahatça yaşanabileceği yere gitmeye zorlarken, aynı zamanda kendilerine zulmetme­melerini söylüyordu. Yalnız bu ayette hic­ret etmeye hiçbir yol bulamayanlar, tüm yollara başvurduktan sonra hicreti sağlaya­mayan acz ve zaaf içindeki kadınlar, çocuk­lar ve erkekler istisna edilmekte, diğerleri­ne ise hicret gerekli kılınmaktadır.

Bütün arz, Allah'ın insanlara yararlan­maları için verdiği nimetidir. İnsanların kul­luklarını yapabilecekleri zemin yeryüzüdür. Yeryüzündeki herhangi bir ülkede (insan­ların sınırladıkları ülkelerde), zulüm ege­men ve inananlar ibadetlerini (geniş anlam­da) istedikleri gibi yapamıyorlarsa, kendi­lerine bırakılmış, yararlanmaları için yara­tılmış “yer”in başka bir bölümünde kulluk­larını sürdürmelidirler. Gerek kendilerine zulmeden, gerek insanlara doğuştanlıklarının dışında bir şeyle hükmeden zalimlerin yurdunda müslümanlar fıtratları gereğince yaşamıyorlarsa buna uygun, elverişli yere göçmelidirler. Hicret ibadetini yerine getir­melidirler; zulme uğradıkları için bu zulüm­den kurtulmaya çalışan, bu yüzden de hic­ret eden kişilere Allah, uygun yeri bulma­ları yolunda yardımını esirgemeyecektir.

“Zulme uğradıktan sonra Allah yolun­da hicret edenleri biz dünyada elbette güzel bir şekilde yerleştiririz. Ahiretteki karşılık ise daha büyüktür, bilselerdi.

Onlar direnen ve sabredenler ve ancak rablerine güvenip dayanmakta olanlardır.” [124]

Müslümanlar kendi özvarlıklarına zul­meden, zulümde son dereceye ulaşarak in­sanlara da zulmü uygulamak istiyenlerin ülkelerinde bulunabilirler. Bu zalimlerin güçleri çok fazla olabilir. Ama bütün bun­lara rağmen:

“Siz özvarlıklarına zulmedenlerin ülke­lerine de yerleştiniz. Onlara yaptıklarınız sizin için meydana çıktı, size birçok örnek­ler de gösterdik. Zalimler birtakım tuzaklar kurmuşlardı. Oysa onların tuzaklarından dağlar yerinden oynayıp gitmiş bile olsa Al­lah'ın onlara cezaları vardır.”[125]

 

ZALİMLERLE DOSTLUK

 

İnsanın zulmedenlerden olmaması ge­rektiği gibi zalimlerle birlik de olmaması, onların eylemlerine katılmaması gerekmek­tedir. Dar anlamı ile kişisel zulüm, geniş ve uluslararası anlamı ile kitlesel zulüm (em­peryalizm) müslümanın kendisi ve dışında­kiler için karşı çıkması gereken olgulardan­dır. İnsanların üzerinden zulmü, kıyıcılığı, emperyalizmi kaldırmağa çalışmak müslü­manın fıtrî görevidir. İnanan kişi bunları yeryüzünden kaldırmağa çalışmalı, hiç ol­mazsa, işbirliğinden kaçınmalı, kendini zul­me bulaştırmamahdır.

“Zulmedenlere meyletmeyiniz. Sonra sizi ateş gibi çarpar. Zaten sizin Allah'tan başta dostunuz yoktur. Sonra yardım da gö­remezsiniz.”

İşte Kur'an'daki bu anlatıma göre müslümanların müslüman olmayanlardan, za­limlerden dostları yoktur. Diğer insanlar zaten müslüman olmayarak, Allah'ın haki­miyetini kabul etmeyerek inananlardan ay­rılmışlardır. Onlarla beraber olmak müslümanlann Allah'tan olan yardımlarının ke­silmesini doğuracaktır. Bir müslüman için bundan daha acıklı bir durum olamaz. Ay­rıca Allah zalimlere hiçbir şekilde yardım edilmemesini, aksi takdirde bunun da zulüm olacağını bildirmiştir. Kesin olarak mümin­lere zulmedenlerle birlik olmak reddedilmiş­tir.

“Allah sizi ancak sizinle din savaşı yap­mış, sizi yurtlarınızdan çıkarmış, çıkarılma­nıza arka çıkmış olanlarla dostluktan men eder. Kim onları dost edinirse bunlar zalim­lerin kendileridir.” [126]

Bu ayetle sadece zalimlerle dostluk de­ğil, ne için olursa olsun zalimlerle işbirliği yapanların da zalim olacaklarını, zalimlere yardım edenlerin, onları üstün sayanların onlara gerektiğinden fazla değer verenlerin yerleri cehennemin yakıt deposu olduğu halde onları üstün tutanların hepsi zalim ola­rak ilan ediliyor.

“İnananlar! Babalarınızı, kardeşlerinizi -eğer küfrü sevip, inanmağa yeğ tutuyor­larsa- dostlar edinmeyiniz; İçinizden on­ların dostluğunu kabul edenler zalimler­dir.” [127]

İnananlar aralarında yakın münasebet bulunan kimselerin zalim olanları ile de dostluk kurmamalıdırlar, inananlardan (mü­minlerden) başka hiç kimseyi dost sayma­malı, onlara güvenmemeli, ilişkilerini zul­mün çerçevesi içine girmeyecek şekilde dü­zenlemelidirler. Allah, Ehl-i Kitap'tan olduk­ları halde Yahudileri ve Nasranileri (Hristiyanlar) bile dostlar edinmemizi söylemiş, onların ancak kendilerinin dostları olabile­ceklerini bildirmiştir.

“İnananlar! Yehud ve Nasara'yı dost saymayın, onlar ancak birbirlerinin dostu­durlar. İçinizde kim onlara yardakçılık eder­se onlardan sayılır. Allah zalimleri doğru yola çıkarmaz.” [128]

 

ZULME BOYUN EĞMEK

 

İnananlar için çeşitli hayat biçimleri vardır. İnsan çok değişik yerlerde yaşayabi­lir. İyi ya da kötü hayatını sürdürebilir. Ama önemli olan emrolunduğu gibi yaşamak, in­san olarak fonksiyonunu yerine getirmek­tir. İnanmanın gerektirdiklerinden biri de inandığı gibi yaşamağa çalışmak, zulme karşı çıkmak, ona boyun eğmemektir. Müs­lüman, Allah'ın istekleri doğrultusunda ya­şarken zalimler de kendi yerlerinde ayrıca yaşamlarını sürdüreceklerdir. Zulümlerin­de aşırı giderek onu inananların üzerine de teşmil etmeye (yaygınlaştırmaya) çalışacak­lardır. Bu durumda müslünıanlarm görevi, inanmayanların zulümlerini kabul etme­mektir. Ayrıca müslüman kendi üzerinde başkasının hakkını bırakmadığı gibi kendi hakkını da başkasının üzerinde bırakmamalıdır. Onun tüm haklarını almak, korumak, bir vazifesidir.

“Ancak inanan ve salih amelde bulu­nanlar, Allah'ı her zaman zikredenler ve zulme uğradıkları zaman öçlerini alanlar böyle değildir. O zalimler yakında hangi sarsılış ile sarsılacaklarını bileceklerdir.” [129]

İnananları yok: etmeye kalkanlar, onla­ra savaş açanlar zalimlerdir. Müminlere, zulmü üzerlerinden gidermek için savaş aç­ma izni verilmiştir. Bu izin ile müslümanlar ancak haksızlığa uğradıkları zaman onu kaldırmak için savaşmak zorunda oldukla­rı gibi dünyadaki tüm haksızlıklara, emper­yalist (zalim, haksız) her harekete de savaş açmak zorundadırlar.

“Kendileri ile savaş edilenlere uğradık­ları o zulümden dolayı (Karşılığa) izin ve­rildi. Kuşkusuz Allah onlara yardım etmeğe gücü yetendir.” [130]

Bunun daha ilersinde kâfirlerle, gerçeği örtenlerle yeryüzünde Allah'ın yolundan ayırıcı, insanların tabiî eğilimlerini engel­leyici bir fitne kalmaymcaya kadar savaş­maya ve din, yeryüzündeki tek egemenlik Allah'a ait oluncaya kadar cihad etmeye Kur'an'da teşvik vardır. Bundan kaçanlar zalimler olarak belirtilmekte ve ancak zalimlere düşmanlık olduğu söylenmektedir.

“Onlarla fitne ortadan kalkıncaya ve din Allah'ın oluncaya kadar savaşın. Za­limlerden başkasına düşmanlık yoktur.” [131]

İşte böylece zulme, zalime karşı savaşa çağrılan inananların zulme baş eğmeleri de­ğil ona baş kaldırmaları, bunun için ellerin­den geldiğince hazırlıkta bulunmaları ge­rekmektedir.

Siz de onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve bağlanıp beslenen atlar hazırlayın ki bununla Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilemediğiniz fakat Allah'ın bildiği diğerle­rini korkutasınız. Allah yolunda ne harcar­sanız size eksiksiz ödenir ve asla zulme uğ­ratılmazsınız.” [132]

Kur'an'da insanların zulme rıza göster­memeleri, onunla, savaş etmeleri, her türlü haksızlığa karşı çıkmaları bildirilirken, aynı zamanda zulme rıza göstererek kendileri­nin zalimleri olan eski toplumların durum­larından da örnekler verilmiş, bu mesele canlı ve açık bir şekilde anlatılmıştır. Zulme rıza gösteren eski toplumlardan bizlere örnek verilen bazılarının hikâyelerini aşağı­da sunuyoruz:

Bir zamanlar Musa, kavmine şöyle de­mişti:

“Kavmim, Allah'ın size verdiği nime­tini düşünün çünkü içinizden peygamberler çıkardı. Sizi egemen yaptı ve size alemler­den hiç birine vermediğini verdi.”

“Kavmim, Allah'ın size yazdığı kutlu yere girin geri dönmeyin; yoksa dağınıklığa düşer perişan olursunuz.”

“Musa, dediler, orada bir kavim var ki hepsi zorlu (zorlayıcı). Onlar oradan çık­madıkça biz giremeyiz. Ancak çıkarlarsa gi­reriz.”

Onların korktukları kimselerden Allah'­ın inanç nimetine kavuşturduğu iki er çıktı ve:

“Üzerlerine saldırıp kapıyı tutun. Bir kez oraya girdiniz mi yenmişsiniz demektir. Hadi gerçekten inananlardansanız.  Allah'a tevekkül eden kişilerden olunuz,” dediler.

“ Musa, dediler. Onlar orada bulun­dukça biz hiç bir zaman oraya giricilerden olmayacağız.  Hadi sen Rabbine  git.  İkiniz harbedin işte biz burada kalıcılarız. Musa:

“Ya Rab, görüyorsun ben kendimle kardeşimden başkasına söz geçiremiyorum. Artık bizimle o fasıklar topluluğunun arası­nı ayır,” dedi. Allah (buyurdu ki) :

“ Artık o yer onlara kırk yıl haram kı­lındı. Oldukları yerde dönüp sersem sersem duracaklar. Artık acıma o fasık kavme.” [133]

“Onlara Adem'in iki oğlunun öyküsünü gereğince oku. Hani her ikisi de birer yakınlık sundular da birinden kabul olundu, ötekinden kabul olunmadı. Biri:

“Seni mutlaka öldüreceğim,” dedi. Öte­ki:

“Yok, dedi. Allah ancak korunanlar­dan kabul eder. Yemin ederim ki sen beni öldürmek için bana el uzatırsan da ben sa­na öldürmek için elimi uzatacak değilim. Ben Alemlerin rabbı olan Allah'dan korka­rım. Ben isterim ki sen benim günahımı ken­di günahını da yüklenip gidip o ateşe layık­lardan olasın.”

Zalimlerin cezası işte budur.” [134]

Bu iki ayete baktığımız zaman insanla­rın lüzumsuz korkulara, heyecanlara kapı­larak zulme rıza göstermeleri, onu kabul et­melerinin onları nasıl helake götürdüğünü, nasıl azaba,  ateşe sürüklediğini ve zulmü kabul etmeyenlerin ise Allah'dan korkula­rından dolayı bu işi yaptıkları için mükâfatlandırılacaklarını açıkça görmüş oluruz. [135]

 

ZALİMLERDEN ÖRNEKLER

 

Kur'an'da insanların sorunları için çö­züm yolları gösterilirken, çoğu yerlerde hi­kâye (kıssa) metodu kullanılarak örnekler verilmiştir. Zulüm kavramı anlatılırken de bu usûl bazı yerlerde kullanılmıştır. Kur'an­da zalimlerin durumlarını tasvir eden ayet­lerden bazılarını aşağıda sıralıyoruz:

1- “Biz daha önce İbrahim'e de rüştünü verdik ve biz onu bilenlerdendik. O zaman babasına ve kavmine:

“Sizin taptığınız bu heykeller nedir?” dedi. Onlar:

“Biz atalarımızı bunların üzerinde bulduk,” dediler. O da:

“Gerçekten siz de, atalarınız da apa­çık bir sapıklık içindesiniz,” dedi. Onlar:

“Sen bize gerçeği mi getirdin, yoksa şakacılardan mısın?” dediler. O:

“Hayır, dedi. Sizin Rabbiniz hem göklerin, hem yerin Rabbidir ki bunları yarat­mıştır. Ben buna şahidim.

Allah'a iyemin ederim ki siz arkanıza dönüp gittikten sonra ben putlarınıza bir pusu kuracağım.”

Derken, o bunları paramparça etti. Yalnız büyüğünü, belki ona başvururlar di­ye bıraktı. Onlar:

“Bizim tanrılarımıza bunu kim yaptı? dediler. Galiba zalimlerden biri olacak. İb­rahim denen bir gencin bunları diline doladığını işitmiştik, o halde İbrahim'i insanla­rın önüne getirin belki onlar aleyhine ta­nıklık ederler.”

“İbrahim, dediler, sen mi tanrılarımı­za bu işi yaptın?”

“Bu işi onların şu büyük olanı yap­mış olabilir. Söylemeye güçleri yetiyorsa on­lara sorun.”

Bunun üzerine (İbrahim kavmi kendi kendilerine)   birbirlerine:

“Kuşkusuz zalimler sizsiniz dediler.” [136]

2- “Onlara iki adamı örnek ver. Biz onlardan birine iki tane üzüm bağı vermiş, çevrelerini hurmalıklarla donatmış ve orta­larına da bir ekinlik yapmıştık. Bu iki bağ eksiksiz olarak ürünlerini vermişlerdi. Ara­larından bir de ırmak fışkırtmıştık.

Adamm başka geliri de vardı. Derken o, konuşurken arkadaşına:

“Ben malca senden zenginim. Toplu­lukça senden güçlüyüm” dedi.

O, kendine böylece zulmederek bağa girdi.

“Bunun sonsuza dek yokolacağmı san­mıyorum, dedi. Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Eğer ben rabbime döndürüle­rek götürülursem, vallahi, bundan daha iyi bir sonuç bulurum.” Arkadaşı ona:

“Seni bir topraktan, sonra da bir dam­la sudan yaratıp, yine bu içinde bulunduğun düzeye getiren Allah'ı kabul etmeyerek inkâr mı ediyorsun?” diye cevap verdi. Fakat ben:

“O Allah benim rabbimdir. Rabbime hiç bir varlığı ortak tutmam ben.”

Bağına girdiğin zaman “Bu Allah'ın di­lediğidir. Allah'dan başka bir kuvvet sahi­bi yoktur” demen gerekmez miydi? Malca ve çoklukça beni kendinden güçsüz görü­yorsan, Rabbimin bana senin bağından da­ha hayırlısını vermesi, seninkinin üstüne gökten yıldırımlar göndererek kaygan bir toprak haline getirmesi mümkündür. Ya da olabilir ki suyun, yerin dibine çekilir de sen onu bir daha arayıp bulmaya güç yetiremezsin.

Sonunda tüm serveti kuşatıldı. Uğrun­da harcadıklarına karşı avuçlarını ovuşturakaldı. Çardakları da yere çökmüştü. Keş­ke: “Rabbime ortak koşmasaydım,” diyordu. Ona Allah'dan başka yardım edecek biri kalmamıştı. Kendisi de öç alabilecek güçte değildi.

İşte burada yardım ve hüküm Allah'ın­dır. O doğrulukça da hayırlıdır, sonuçça da hayırlıdır.”[137]

3-Allah kimi şaşırtırsa bundan son­ra onun koruyucusu yoktur. Zalimleri azabı gördükleri zamangöreceksin.”   “Geri dön­meye bir yol var mı?” diyeceklerdir. Onla­rın ateşe arzolunurken alçak bir durumda boyunlarını büke büke göz ucuyla baktık­larını göreceksin. İnsanlar onlara şunu der­ler;

“Gerçek çaresizler kıyamet günü ken­dilerini de yandaşlarını da çaresiz bırakan­lardır.

Gözünüzü açın zalimler sürekli bir azab içindedirler.” [138]

4- Onlar yerde gezip kendilerinden öncekilerin ne olduklarını görmediler mi? Öncekiler kuvvet bakımından daha üstün idiler. Toprağı ekmişler,  alt üst etmişler, bunları daha bayındır hale getirmişlerdi.

Peygamberleri onlara da nice nice deliller getirmişti. Demek Allah onlara zulmetmi­yordu. Onlar kendilerine zulmediyorlardı.” [139]

5- “Kuşkusuz Rabbin o kendi yolun­dan sapanı çok iyi bilendir. O doğru yoldakileri de çok iyi bilendir. Artık o yalan­layanları tanıma.

Sen onlara yağcılık yapasın, onlar sana yağcılık yapalar, onlar bunu isterler.

Son derece yemin edici, değersiz, çe­kiştirici, koğuculuk için gezen, hayır yap­mayı engelliyen, aşırı haksızlık yapan, çok günahkâr, kaba, haşin, bütün bunlardan başka kulağı kesik (soysuzlukla damgalan­mış) kişiyi tanıma, mal ve oğulları var diye.

(Bunlar) karşılarında ayetlerimiz okun­duğu zaman “öncekilerin masalları” demiş­lerdir.

Biz yakında onun burnuna (hortumu üzerine)  damga basacağız.

Biz o bahçe sahiplerini nasıl belaya uğ­rattı isek, bunları da belalandırdık.

Onlar sabah olunca bahçeyi devşireceklerine, biçeceklerine yemin etmişlerdi. Bu­nu kesin olarak söylemişlerdi.

Oysa onlar uyurken hemen Rabbinden gizli bir bela sardı da o simsiyah kesiliverdi. Sabaha karşı birbirlerini çağırdılar:

Ürünlerinizi devşirecekseniz erkence çıkın, dediler. Aralarında fısıldaşarak er­kence yola çıktılar:

“Sakın bugün hiçbir yoksul karşımı­za çıkıp oraya girmesin, (diye)

Sanki onları engellemeye gücü yeteceklermiş gibi.

Fakat bahçeyi görünce “herhalde biz yanlış gelenleriz.” dediler.

“Hayır biz mah­rumlarız.” Ortancaları:

“Ben size demedim mi kesinlikle Al­lah'ı tenzih etmeli değil mi idiniz?” dedi.

“Seni tenzih ederiz Rabbimiz, gerçek­te biz zalimlermişiz,” dediler.”[140]

6- Genel anlamda zalimlerin Allah yanındaki durumlarını gösteren ayet.

Capcanlı, her an gözümüzün önündeki insanların yaşayışlarını ilahi ifade ile gö­zümüzün önüne seren, onları bir genelleme ile örneklendiren Allah kelamı:

“Binasını Allah korkusu üzerine kuran kişi mi hayırlıdır, yoksa yapısını yıkılacak bir yarın (uçurumun) kenarına kurup da onunla birlikte kendisi de cehennem ateşi­ne çöküp giden mi? Allah zalimler kavmi­ne hidayet etmez.”  [141]

 

CİNLERİN ZALİMLERİ

 

İbadet için yaratılanlar sadece insanlar değildir. Cinler de kulluk için yaratılmışlar­dır.

“Ben insanı ve cinni ancak bana kulluk etmeleri için yarattım.” [142]

Cinler de insanlar gibi mükellef varlık­lardır. Onların da iyileri kötüleri vardır. Kur'an'da cinlerin zalimlerinden şöyle bah­sediliyor:

“O hepsini toplayacağı gün:

“Cin topluluğu gerçekten şu insanoğ­luna etmediğinizi bırakmadınız,”  der. Cin topluluğunun dostları olan insanlar:

“Rabbimiz diyecekler, birbirimizden yararlandık. Ve bizim için tesbit ettiğin ecele ulaştık. Allah:

“Ateş barmağımzdır diyecek, Allah'­ın dilediği zamandan başka hepiniz orada­sınız. Gerçekten Rabb'in hakim ve alimdir.

İşte biz zalimlerin kimini kimine ka­zandıklarından dolayı böyle musallat ederiz.

“İnsan ve cin topluluğu! Aranızdan size ayetlerimi anlatır, bu buluşacağınız gü­nü haber verir peygamberler gelmedi mi?”

“Kendi aleyhimize şahitlik ediyoruz,” dediler. Dünya hayatı onları aldattı da öz-varlıklarının üzerine gerçeği örtücü olduk­larına tanıklık ettiler.” [143]

Dikkat edersek bu ayetlerde cin toplu­mundan olanlarla insanlar arasındaki bir yardımlaşmadan, insanların cinlerle ilişki­lerinden söz edilmektedir. İnsanların iyilik­te ve kötülükte yardımlaşmaları normal olaylardandır. Yaşayış tarzları ayrı olan cinler de insanlara benzer bir şekilde yaşa­makta haksızlık, iyilik, kötülük gibi özellik­ler taşımaktadırlar. Ama önemli olan insan­lar ile cinler arasındaki yardımlaşmadır. Ayetlerin gösterdiğine göre, zalim cinler in­sanlara şu veya bu şekilde zulümde yardım­cı olmaktadırlar.[144] Zaten zalimlerin en büyüğü olan İblis de cinler­dendir. [145]

 

ZALİMLER VE MAZLUMLAR

 

Kur'an'a göre zulmün ne olduğunu an­latmağa çalışırken, onun insanla çevresin­dekiler ve kendi özvarlığı arasında meyda­na gelen bir olay olduğunu söylemiştik. Zu­lüm gerek insanla dışındakiler gerekse in­sanla özvarhğı arasında olsun iki nesneyi ilgilendirince ortaya bir zulmeden, bir de zulme uğrayan çıkmaktadır. Haksızlık eden, kendine kıyan, işi gereği gibi yapmayan an­lamlarına gelen zalim kavramı geniş olarak düşünülürse kişi için müstebit (istibdat), toplum ya da cemiyet için emperyalizm an­lamlarını da içermektedir. Ancak burada düşüncemizi daha detaylı olarak ortaya koymak zorunluluğu çıkıyor. İlk zalim, Al­lah'ın Hz. Adem'i yaratınca ona secde etme emrine başkaldıran İblis'tir. Bu ilk zalim olan İblisten itibaren dünya tarihinde gerek Allah'ın emrine uymayarak, gerekse insanları onların istemedikleri biçimde yöneterek zalimliklerini ilan eden pek çok zalimler geçmiştir. Neron'dan ilk Nasranîleri diri diri kaplanlara yiyecek yapan Romalılara, ken­dini tann olarak ilan edip halkına istediği­ni yaptıran Firavunlara, “Beni, Allah müslümanların başına bela gönderdi”. Diye dün­yanın bir yarısını yakıp yıkıp yerle bir eden Cengize, tahrif ettikleri din adına insanları uyutan zalim Hristiyan - Yahudi ve batıl din sahibi din adamlarına, Allah'ın yolundan sapmış, fıtratını bozmuş ve bu bozuk, örtü­lü fıtratlan ile insanların fıtratlannı örtme yolunda yarışa girmiş kuramcılara, gerçeği bilerek ya da bilmeyerek örtmekte olan az­gınlara kadar hepsini, yukarda belirttiğimiz iki zulüm çerçevesine alarak onlara zalim­ler admı vermek gerekmektedir. Bu arada müslüman olmadığı için zalimlerden olmak­la birlikte, fıtratlarına uygun düzeni arama hürriyetleri kısıtlanmış olanların bir dere­ceye kadar özgürlük çabaları, zulme baş­kaldırmak olarak nitelendirilebilir. İnsan­lara fıtratlarına uygun yaşama hakkı ve­renler daha az zalim olarak nitelendirilebilirler. Biz burada şimdiye kadar yapılmış, Kur'anî olmadığını tahmin ettiğimiz sığ za­lim ve zulüm anlayışının dışına taşarak Al­lah'ın hükümranlığına giren tüm konular­da haksız uygulamalarda bulunan kişileri zalimler tanımımızın içine dahil etmekteyiz.

Zalim ile mazlum arasındaki ilişkinin durumu veya zalimlerin ve mazlumların durumlarını, Kur'an'm zaman ve mekân sı­nırını aşan eşsiz yorumunu göz önünde bu­lundurarak ondan aldığımız aşağıdaki ayet­lerle anlamak daha kolay ve doğruya yakın olacaktır.

1- “Onlara, kendisine ayetlerimizi ver­diğimiz kimsenin haberini de oku ki o bun­lardan sıyrılıp çıkmış, derken şeytan onu arkasına takmış, sonunda azgınlardan ol­muştu. Dileseydik onu bununla yükseltir­dik. Ama yere saplandı. Hevasına uydu. Ar­tık onun niteliği üstüne varınca dilini sar­kıtıp soluyan ya da kendi haline bırakılın­ca dilini uzatıp soluyan köpeğin durumu gi­bidir. İşte ayetlerimizi yalan sayan kavmin niteliği budur. Artık sen bunu anlat belki iyice düşünürler.

Ayetlerimizi yalanlayarak Özvarlıklarına zulmetmekte olan kavimlerin hali ne kö­tüdür.”[146]  

2-En büyük zalim İblisin öyküsü: “Hani biz, meleklere:

“Adem'e secde edin, demiştik de İblis'ten başkası hemen secde etmişlerdi. O cin­lerden olduğu için rabbinin emrinden dışarı çıkmıştı. Şimdi siz beni bırakıp da onu ve soyunu, sizin düşmanımzken dostlar edinir misiniz? Zalimler için ne kötü bir değiş-tokuş bu. Ben ne göklerin ve yerin yaratılışında, ne kendilerinin yaratılışında onları şahit, tutmadım. Saptırıcıları da yardımcı edinmiş değilim.”  [147]

3- “Allah'a karşı yalan düzüp uydu­ran ya da kendilerine hiç bir şey vahyedilmemişken “bana da kitap vahyolundu” di­yenden, bir de “Allah'ın indirdiği gibi ben de indireceğim” diyenden daha zalim kim­dir. Ölümün çarpıcıhğı içinde meleklerin el­lerini uzatarak:

“Gücünüz yeterse canlarınızı kurta­rın. Allah'a karşı söyleyip durduğunuz, onun ayetlerinden kibirlenerek bahsettiğiniz için bugün aşağılayıcı azap ile cezalandırı­lacaksınız, dedikleri zaman sen onları gör­meli idin.”

4- “Rablerinden bir ihtar gelmeye dursun onlar bunu alaya alarak ve kalpleri oyuna dalarak dinliyorlardı. Zalimler gizli fısıltı ile şöyle konuşuyorlardı:

“Bu sizin gibi bir insandan başka mı­dır? Kendiniz göre göre şimdi sihre mi ina­nacaksınız?” [148]

5- “Gerçekleri gördükleri halde maddi menfaatlerini veya kişiliklerini öne sürerek ondan yana olmayanlar.

“Tevrat'ı yüklenip de sonra onun (muh­tevasını) yüklenmeyenlerin hali koca koca kitaplar taşıyan eşeğin hali gibidir. Allah'ın ayetlerini yalanlayan topluluğun niteliği çok kötüdür. Allah zalimler topluluğunu başa­rıya, ulaştırmaz.” [149]

6-Kendisine rabbinin ayetleri ile öğüt edilip yüz çeviren, iki eliyle önüne sür­düğünü unutandan daha zalim kimdir? Biz onların kalplerine onu iyice anlamalarına engel perdeler, kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen onları doğru yola çağırsan da böyleyken doğru yola gelmezler.”[150]

7- “Gerçeği örtenler:

“Biz ne bu Kur'an'a ne de ondan ön­cekilere inanırız,” dediler.

O zalimler rableri önünde tutuklu du­rumda iken: sözü birbirleri arasında evirip çevirerek zayıf olanlar büyüklük taslayanlara:

“Siz olmasaydınız, biz inananlardan olmuştuk,” derler. Büyüklük taslayanlar da zayıf sayılanlara:

“Size hidayet geldikten sonra biz mi sizi ondan çevirdik, hayır, siz kendiniz suç­luydunuz,” derler.

Görülmeğe değer bir manzara.” [151]

8- “Yeryüzünde fesat çıkarmak ya da fesada engel olmamak zulümdür.    Dünya refahının ardına düşmek,  sonunda günah­kâr olmak insanı zalim yapar.” [152]  Fitne çıkarmak da zulümdür. Fit­nenin yalnız zalimlere zararı olmaz.

“Bir de öyle fitneden sakının ki o içi­nizden yalnız zalimlere zarar vermez. Hem tulin ki Allah azabı zorlu olandır.”[153]

9- Zalimler genellikle emrolundukları gibi yaşamak yerine nefsi istekleri yö­nünde yaşantürını düzenlerler. Bunun için onlar Allah'ın sözlerini istedikleri gibi de­ğiştirip, işlerine geldikleri gibi yorumlarlar.

“Artık onların inanacaklarını umar mı­sın? Onlardan bir grup vardır ki Allah'ın kelamını dinlerlerdi de sonra onu akıllarına uygun geldiği şekilde değiştirirlerdi. Bilerek yaparlardı bunu.” [154]

“Fakat içlerinde zalimler sözü kendile­rine söylenenden başka şekle koydular. Biz de üstlerine zulmeder oldukları için gökten murdar bir azap indirdik.”[155]

Onlar gerçekleri gizlerler, Allah yoluna engeller koyarlar, insanları kulluk yapmak­tan alıkoy arlardı.

“Gerçekten Hakikati gizleyenler, Allah'­ın yolundan ve yerli ve misafir insanları eşit kıldığımız Mescid-i Haramdan alıkoy­makta olanlar... Kim orada zulüm ve ilhada yeltenirse biz ona acıklı bir azap tattırı­rız.”[156]  

“Allah'ın mescidlerinden adının anıl­masını yasaklıyanlardan, mescidlerin harap olmasına koşanlardan daha zalim kimdir? Zalimler oralara ancak korka korka girebil­melidirler. Dünyada rüsvaylık onlarındır. Ahirette en büyük azap yine onların.” [157]

10- “Gerçekleri inkâr edip kâfir olan­lar ve zulmedenler... Allah onları asla yarlığayacak değildir. Onları cehennemin yo­lundan başka yola da sokmayacaktır. Ora­da süresiz kalıcıdırlar. Bu iş Allah için pek kolaydır.” [158]

“Onlar, Allah'ın yolundan engelliyenler, o yolu eğriltmek isteyenlerdir. Ahireti de inkâr edicidirler onlar.” [159]

11- Zalimler zanlara uyarlar. Onla­rın yollan ilmin dışındadır. Kesinliği yoktur. Varsayılmış, kuruntu ve vehimlerinin gös­terdiği yöne doğru başlarını almış gitmek­tedirler.

Onlar, gizlediklerini de açıkladıklarını da Allah'ın bildiğini bilmiyorlar mı?

İçlerinde sadece kuruntudan başka bir-şey bilmeyen, kitabı da bilmeyen ümmi ki­şiler de var.

Sadece zanna uyarlar onlar.

Kitabı kendi elleri ile yazdıktan sonra bunu, Allah'tan diye ucuza satanlara yazık­lar olsun.”[160]

12- “Size ne oluyor ki Allah yolunda acz ve ızdırap içinde bırakılıp:

“Rabbimiz, ahalisi zalim olan şu ül­keden çıkar, bize tarafından bir sahip gön­der, bize yanından bir yardımcı yolla, diyen erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda za­limlere çarpışmıyorsunuz.”[161]

Bu anlatılan ve gösterilenlerin önümü­ze koyduğu korkunç tabloya rağmen Allah kullarına zulmetmek istemez. Allah'ın zerre kadar haksızlık etnıiyeceği kesindir.[162] Buradan hareket ederek mazlumların durumunu kestirmek mümkündür. Allah kullarına zulmetmeyince zalimlerin hak­larını gasbettiği kimseler ellerinden gele­ni yaptıktan sonra işi Allah'a bırakacak­lardır. Hakların verilip alındığı, insanların hiçbir haksızlığa terkedilmediği, sınavların değerlendirileceği yerde mazlumlar hakla­rını alacaklardır. Yalnız unutulmaması ge­reken mesele zulme boyun eğmeme mesele­sidir. Çünkü açıklandığı gibi zulme rıza zu­lümdür. Elinden geleni yaptığı halde zulme uğrayan kişi geleceğini garantileme yolun­dadır. [163]

 

ALLAH ZULMÜ İSTEMEZ

 

İnsanların zulümde çok ileri gittikleri, inanmayan herkesin gerçeği örttüğü için zalim olduğu, inananların bir kısmının ise gereği gibi uyamamalan, dininin emirlerini yerine getiremedikleri için zalimler olduk­larını gördük. Bu iki zulüm arasında büyük fark olduğu ilk bakışta anlaşılabilir. Çün­kü birinde tümü ile isyan ve sonunda inkâr olduğu için zulüm var, ikincide ise geçici bir zulüm var. (Buradaki zulmü günah ya da hata olarak nitelemek gerekir.)

İnsanlar her ne kadar dışlarından bir etki ile zulmeder gibi görünüyorlarsa da, as­lında onları doğuştanhk özelliklerine göre düşünürsek meselenin böyle olmadığı orta­ya çıkar. İnsanların bu acıklı durumlarına rağmen Allah hiçbir zaman zulmü istemez ve zulmetmez. Allah kullarına zulmetmek istemediği için onları kendi ilahlığını kavra­yabilecek ve böylece ona kulluk yapabilecek bir özellikte yaratmıştır. İnsanlar kul ola­rak, kulluk edecek biçimde yaratıldıkları halde onlara zaman zaman elçiler gönder­miş, çeşitli psiko-sosyal durumlarında akıl­larını başlarına almaları için mucizeler, ola­ğanüstü olaylar göstermiştir.

“Her ümmetin bir rasulü vardır. Rasulleri geldiği zaman aralarında adaletle hükmolunur ve onlara asla zulmedilmez.” [164]

Allah insanlara gücünün yeteceğinden daha fazlasını yükleyerek güç durumda bırakmaz. Onun elçileri aracılığı ile bildirdik­leri, insanlara güçlükler çıkaran, gereksiz yereyoran teklifler, zorunluluklar değil, on­ları kurtuluşa çağıran, kurtuluşun yolunu gösteren,   bir nimettir.[165]  Ama bu nimetler insanların bir bakıma ya­rarına olduğu gibi, onu da kabul etmeyecek şekilde doğuştanlıklannı bozmuş olanlar için bunları da inkâr edebileceklerinden azap kaynağıdır da. Bu nedenle mucizeler ve ola­ğanüstü olaylar çok az gösterilmiş ve insanlarm zararına olmasın diye bunlar kısıtlan­mıştır,

“Bizi ayetler (mucizeler) göndermekten alıkoyan neden, ancak öncekilerin onları ya­lanlamış olduklarıdır. Biz Semud'a gözleri göre göre o dişi deveyi verdik de onun yü­zünden zalimler oldular. Halbuki biz ayetle­ri ancak kurtarmak için göndeririz.” [166]

İnsanlar, insan olmaları nedeniyle hata; yapabilirler. Ellerinde olmayarak, istemeye­rek, ya da bilmeyerek, kendilerine veya baş­kalarına haksızlık edebilirler. Sonradan yap­tıklarının bilincine vararak tövbe ederlerse Allah zulmü istemediği için onları bağışla­yacaktır.

“Şüphesiz Allah insanlara hiçbir şeyle zulmetmez. Lâkin insanlar kendi kendileri­ne zulmederler.” [167]

“Fakat o yaptığı haksız hareketten son­ra tevbe eder, kendisini düzeltirse Allah onun tevbesini kabul eder.” [168]

Ama zulmünde ileri gederek bunu Al­lah'a isyan haline getirirse o zaman Allah'ın laneti onların üzerine olur. Allah kulları için esirgeyici ve yarhğayıcı olduğundan on­ları hiçbir zaman mağdur duruma sokmaz. Bu nedenle onun bütün tevbeleri kabul edeceği umulur. O kendine zulmetmiş olanla­rın tevbesini bile kabul edicidir.

Allah kulları ve alemler için zulmü ira­de etmez, istemez. Onun düzeninde bir uyumsuzluk olmadığı gibi, ona itaat eden­ler, tâbi olanlar da en uygun yolu seçmişler­dir. Evrenin düzenleyicisi olan Allah, kullarına zulmedecek değildir. İnsanlar hiçbir zaman zulme uğramıyacaklardır.

“Ahalisi muslin olmuş bir ülkeyi sade­ce zulümleri yüzünden helak edecek değil­dir.” [169]

İnsanlar ahirette yaptıklarının tam kar­şılığını alacaklardır.

“Ey cin ve ins cemaatı, içinizden ayetle­rimi aktarır, bu gününüzün gelip çatacağı­nı bildirir peygamberler gelmedi mi?

“Ey Rabbimiz diyecekler, aleyhimize şahitlik ederiz. Dünya hayatı onları aldattı da kâfir olduklarına kendi aleyhlerine tanık oldular.

Bu, ülkeleri halkı gafil iken zulüm yü­zünden Rabb'inin helak edici olmadığından­dır.” [170]

“O gün herkes öz varlığı iğin uğraşacak. Herkes ne yaptıysa kendisine eksiksiz veri­lecek. Onlara asla zulmolunmayacak.” [171]

Zaten ahiret Allah'ın kulları için zulmedici olmaması sebebiyle kurulmuş bir mi­zan, bir düzendir.

“Bunun sebebi ellerinizin önce yaptığı­dır. Bir de Allah'ın kullarına zulmedici ol­madığıdır.” [172]

“İşte bu da indirdiğimiz feyz kaynağı kitaptır. Artık bana tabi olun ve kötülükten kaçının ki esirgenmiş olasınız.

“Bizden evvel kitap yalnız iki taifeye indirildi biz ise onların okuduklarından ke­sin olarak gafillerdik dememeniz için.

“Bize de kitap indirilseydi onlardan fazla hidayete ererdik, dememeniz için. (in­dirdik.)

İşte size rabbinizden apaçık bir beyyine, bir hidayet, bir rahmet gelmiştir. Artık Allah'ın ayetlerini yalan sayandan, onlar­dan yüz çevirenden daha zalim kimdir. Biz ayetlerimizden yüz çevirenleri bu nedenle yaman bir azap ile cezalandıracağız.” [173]

 

HADDİ AŞMAK KONUSUNDA ZULÜM

 

Yeryüzünde hakimiyet, bütün genişliği ve içeriği ile Allah'ındır. Yaratıcının yara­tıklar için hayat biçimlerini tesbit ettiğini, onların sınırlarını ve görevlerini belirledi­ğini daha önceki bölümlerde görmüştük. Burada sınırları aşanların, haddi çiğneyen­lerin durumlarını göreceğiz.

İslama göre insanın hayatını inançlar ve ameller olarak değerlendirmek mümkün­dür. Kur'anda ve önceki kitaplarda inanca ait hükümler olduğu gibi pratik hayata, amellere ait hükümler de vardır. Dikkat edecek olursak, insanın bütün hayatı biçim­lendirilmiştir bu kitaplarda. Peygamberler insanlara hayatları ile örnek olmuşlardır. Kutsal kitaplarda örnekleri ile bilinçli bir yaşama tarzı gösterilmiştir. İnsana yaşama­sı gereken hayat her yönüyle açıklanmıştır. İnsan zamanın gelişen ve yenileşen sorunla­rını kaynağına göre uygulama yeteneğine de sahiptir. Bu yeteneği ve kendisine veril­miş ilahi Kitab'a sahip olan insan, kendisi­ne çizilen yolda inançla ve bilinçle yürüye­cektir; sınırlarını aşmayarak, koruyarak, fıt­ratını bozmayarak,   kötüye kullanmayarak, emrolunduğu gibi hayat tarzını sürdürecek­tir, sürdürmelidir.  Çünkü doğuştanlığına uygun yol budur. Yaratılışı bunu gerektirir. İnsanın, hadlerin sınırlarını aşma ve on­ları değiştirme konusunda yetkisi yoktur. Hadler yaratıcı tarafından çizilmiştir.    İn­sanın fıtratına uygundur. İnsan hadlerin bir parçasıdır; onları aşmağa ya da kendisi ye­ni sınırlar saptamağa çalıştığı zaman fıtra­tını kaybetmeğe de, başlamış demektir. Fonk­siyonunu yitirmiştir. Boşlukla karşı karşıya gelmiştir. Artık sonsuz şıklar arasında bocalayacaktır. Mutluluğu kaybetmiştir. Çün­kü gerçeği kaybetmiştir. Her insana göre değişen, dört milyarda bir tutarlılığı olabi­lecek toplum ve düzen anlayışına bırakmış­tır kendini, kaynağı olmayan bilinçsizlik çö­lüne düşmüştür. Yazık etmiş, kıymıştir öz-varlığma. Zalimdir. Zavallı ve zalim... Allah'ın hükmüne karışmış, yetkisini aşmış, bilmediğini yapmağa kalkışmış, bilinçsizli­ğe yönelmiştir. Ve bu yüzden bilinçsizliğinin karşılığını da görecektir. Bu dünyada insan­ların birbirleri ile kurdukları ilişkilerde meydana gelen her haksızlık zulümdür. Zu­lüm etmenin sınırları hadlerdir.

Had kavramını, insanların yaşayışlarını uydurmaları için çizilmiş ilahi sınırlar ola­rak tarif edebiliriz. Bu sınırlar insanın inanç ve amel tüm hayatını kuşatırlar. Fakat ge­nellikle sosyal ve hukuki sınırlar had ola­rak bilinegelmiştir.

“Hadler” kavramı ile insanların ilişki­lerindeki zulüm üzerinde durulacaktır.

Genel olarak had:

Bu dünyada haksızlık olarak yapılan her hareket haddi aşma, yani zulümdür.

Kötülüğün karşılığı ona denk olan bir kötülüktür ve cezadır. Fakat bağışlayanın ya da barışı sağlayanın karşılığı Allah ya­nındadır. Kuşkusuz o zalimleri sevmez.

Kendine yapılan zulmün ardından hak­kını alanın üzerine birşey düşmez.

O yol ancak insanlara zulmetmekte yer­yüzünde haksızlık, azgınlık, isyankârlık yap­makta olanlara karşıdır. İşte bunlara pek acıklı bir azap var.

Sabredenlere ya da bağışlayana... İşte bu azmolunacak işlerdendir.” [174]

“İnananlar! Allah'ın size helal kıldıkla­rını haram kılmayınız, haddi aşmayınız. Al­lah haddi aşanları sevmez.”[175] 

Namazlarında sessiz ve uyucu olan, boş laftan ve yararsız şeylerden yüz çeviren, ze­kât görevlerini yapan, ırzlarını koruyan mü­minler kurtuluşa ermişlerdir. Zevcelerine ve sağ eüerinin sahip olduğu kişilere karşı du­rumları müstesna. Çünkü bunlar kınanmış değildir.

O halde kim bunun ötesine arzu duyar­sa, onlar haddi aşanlardır.” [176]

İnsanlara muamele inançlarına göredir, mevkilerine göre değil:

“Sabah akşam rablerine sırf onun ce­malini dileyerek çağrıda bulunanları kov­ma. Onların hesabından hiçbir şey sana, se­nin hesabından hiçbir şey onlara ait değil­dir. Onları kovarsan zalimlerden olursun.” [177]

Aile münasebetlerinde hadler:

“Hem kadınlarınızı boşadmiz da iddetlerini bitirdiler mi, artık onları ya (kendile­rine ricatle) iyilikle tutun, ya iyilikle bırakın, ama onları sırf zulmedebilmeniz için, zararlarına olarak tutmayın. Kim böyle ya­parsa muhakkak özvarlığına zulmetmiş olur, Allah'ın ayetlerini oyuncak yerine koy­mayın. Allah'ın üzerinizdeki nimetini ve size Öğüt vermek için indirdiği kitabı ve on­daki hikmeti düşünün. Allah'tan korkun ye bilin ki Allah her şeye kadirdir.”[178]

İlahi kitaplarda yazılan hadleri aşmak değiştirmek zulümdür:

“Biz onda onların üzerine şunu da yaz­dık. Cana-can, göze-göz, kulağa-kulak, dişe-diş ve yaralar birbirine kısastır. Fakat kim bunu sadaka olarak bağışlarsa o kendisine keffarettir.

Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse onlar zalimlerin ta kendileridir.” [179]

Allah'ın koyduğu kuralları değiştirerek onların yerine yeni kurallar uydurmak zu­lümdür:

“Yoksa onların Allah'ın izin vermediği şeyleri dinden kendilerine şeriat yapan or­takları mı var? O ayırım günü olmasaydı; yargıları verilmişti. Kuşkusuz zalimler için çetin bir azap vardır.

Sen zalimlerin işleyip kazandıkları yûzünden korkulara düştüklerini -ki bu on­ların başına gelecektir- göreceksin. İman edip de iyi amellerde bulunanlarsa cennet­lerin bahçelerindedirler, Rablerinin huzu­runda ne dilerlerse onlarındır. İşte bu bü­yük erdemin kendisidir.” [180]

Malları birbirine karıştırmak zulüm­dür:

Başkasının malına göz dikip onu haksız yere almak zulümdür. Ortaklar zulüm ko­nusunda çok dikkatli olmalıdırlar. Davud (a.s.)'ın başından geçen bir olayda iki kişi­den birinin diğerinin koyununu haksız ye­re almasının zulüm olduğundan bahsedilmiştir.[181]

(Malları Allah yolunda gerektiği zaman gerektiği şekilde harcamamak, Allah'ın em­rettiği:) “Zekâtı yerli yerinde vermek, Al­lah yolunda malları her zaman infak et­mek Allah indinde iyi bir şeydir. Ama faiz yiyenlere gelince durum değişir. Faiz yiyen­ler, gereksiz benzetimlere giderek hadleri aşanlar” [182]“Allah'tan bu konularda korkmayanlar, ona savaş açmış kişilerdir. Halbuki Allah'ın hadlerini uygu­layanlar, ne başkalarına zulmetmiş olurlar ne de zulme uğrarlar.” [183]

Andlaşmalan bozmak, verilen sözü tut­mamak da birer zulümdürler:

“Onlar anlaştıktan sonra Allah'a ver­dikleri sözü yalanlıyorlar, Allah'ın emretti­ği şeyin yerine ulaşmasını engelliyorlar ve yeryüzünü ifsad ediyorlar. İşte onlar hüs­randa olanlardır.”[184]

Bu konu İslâm hukukunun tamamım içine alır. Biz sadece birkaç örnek vererek, yetineceğiz. Önemli olan hukuki konularda haksızlık yapmanın ve İslâmî sınırları aş­manın zulmün bir çeşidi olduğunun anlaşılmasıdır.[185]



[1] Tevbe: 9/109

[2] Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 7-8.

[3] Bu bölüm, Ragib el-İsfehanî'nin, Bl-Müfredat adlı eserinin “Zulüm” maddesinin genişletil­miş bir özeti mahiyetindedir.

[4] B. Topaloğlu - H. Karaman, Yeni Kamus. İrfan Y.  1966.

[5] El-Müncid-el Ebcedi.

[6] Elmaiılı, Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Di­li c. I, s.   322.

[7] Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 9-11.

[8] Lokman: 31/13.

[9] Hud: 11/18-21.

[10] İbrahim: 14/21-22.

[11] Şura: 42/42, İnsan: 76/31.

[12] Ankebut: 29/64-68.

[13] Zümer 39/32.

[14] Saff: 61/7. Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 11-15.

[15] Şura: 42/40-41.

[16] Şura: 42/42.

[17] Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 15-16.

[18] Fatır: 35/31-32.

[19] Neml: 27/20-26.

[20] Kasas: 28/15-16.

[21] Nisa: 4/64-65.

[22] Baka­ra: 2/35.

[23] Bakara: 2/231.

[24] Hud: 11/15-16.

[25] Hud: 11/18-19.

[26] Hud:11/101.

[27] Bakara 2/83.

[28] Bakara: 2/57.

[29] Nisa: 4/160-161.

[30] En'am: 6/146.

[31] Hak Dini Kur'an Dili, E. Hamdi Yazır, c. 3, s. 2079.

[32] İbid.

[33] En'am: 6/82.

[34] En'am: 6/81.

[35] Lokman: 31/13.

[36] Fi Zılâl il-Kur'an c. 5, s. 314 -315.

[37] Zümer: 39/47-48.

[38] Mü'min: 40/30-33.

[39] Kaf: 50/20-29.

[40] Zariyat: 51/56.

[41] Yasin: 36/38-40.

[42] Tin: 95/4.

[43] Ahzab: 33/72.

[44] Ahzab: 33/72-73.

[45] Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 17-36.

[46] el-Bakara: 2/207.

[47] Yunus: 10/55.

[48] Nisa: 4/110.

[49] Kasas: 28/16.

[50] Araf: 7/22-23.

[51] Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 36-40.

[52] Bakara: 2/21.

[53] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, c. 1, s. 322.

[54] Bakara: 2/38-39.

[55] Al-i İmran: 3/85-86.

[56] Yunus: 10/47.

[57] Yunus: 10/44.

[58] Enam: 6/58.

[59] Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 40-43.

[60] Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 45.

[61] el-Bakara: 2/28.

[62] İsra 17/99.

[63] Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 45-46.

[64] Bak. Zuhruf: 43/36-38.

[65] Yu­nus: 10/106.

[66] Bakara 2/165.

[67] Lokman: 31/13.

[68] Maide: 5/72.

[69] Şura: 42/21-22.

[70] Al-i İmran: 3/151. Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 47-49.

[71] Fetih: 48/23.

[72] Hud: 11/18.

[73] En'am: 6/21.

[74] Araf: 7/37.

[75] Al-i İmran: 3/94.

[76] Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 50-51.

[77] Yu­nus: 10/47.

[78] Saf: 61/7.

[79] Araf: 7/177.

[80] Enam: 6/68.

[81] Furkan: 25/37.

[82] Zuhruf: 43/63-65.

[83] Zuhruf: 43/63-65. Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 51-54.

[84] Enfal: 8/50-51.

[85] Nahl: 16/111.

[86] Al-i İmran: 3/108.

[87] Enam: 6/31-33.

[88] Yunus: 10/55.

[89] İsra: 17/9.

[90] İsra: 17/82-83.

[91] el-Bakara: 2/258.

[92] Araf: 7/45. Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 54-58.

[93] Tevbe: 9/70.

[94] Araf: 7/4-5.

[95] Nahl: 16/33-34.

[96] Nahl: 16/61.

[97] Nahl. 6/58.

[98] Enam: 16/111.

[99] Hud: 11/37.

[100] Hud: 11/37.

[101] Furkan 25/37.

[102] Hud: 11/44.

[103] Nuh: 71/26-28.

[104] Yunus: 10/47.

[105] Nahl: 16/112-113.

[106] Hud: 11/94.

[107] Hud: 11/95.

[108] Hud: 11/82-83.

[109] Hud: 11/101.

[110] İsra: 17/59.

[111] Araf: 7/165.

[112] el-Araf: 7/160.

[113] En'am 6/47. Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 59-68.

[114] Yunus: 10/39.

[115] Ankebut: 29/49.

[116] Bakara: 2/77-78.

[117] A'raf: 7/162.

[118] En'am: 6/144.

[119] Ankebut: 29/68.

[120] Ankebut: 29/49.

[121] Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 69-75.

[122] Nisa: 4/97'ye bak.

[123] Nisa: 4/97-99.

[124] Nahl: 16/41-42.

[125] İbrahim: 14/ 45-46. Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 77-80.

[126] Mümtahine: 60/9.

[127] Tevbe: 9/23.

[128] Maide: 5/51. Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 81-83.

[129] Şuara: 26/227.

[130] Hacc: 22/39.

[131] Bakara: 2/193.

[132] Enfal: 8/60.

[133] Maide: 5/20-26.

[134] Maide: 5/27-29.

[135] Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 85-90.

[136] Enbiya: 21/51-64.

[137] Kehf: 18/32-44.

[138] Şuara: 42/44-45.

[139] Rum: 30/9.

[140] Kalem: 68/7-29.

[141] Tevbe: 9/109. Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 91-96.

[142] Zariyat: 51/56.

[143] En'am: 6/128-130.

[144] En'am: 6/128.

[145] Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 97-98.

[146] Araf: 7/175-177.

[147] Kehf: 18/50-51.

[148] Enbiya: 21/2-3.

[149] Cum'a: 62/5.

[150] Kehf: 18/ 57.

[151] Sebe': 34/31-32.

[152] Bak: Hud: 11/116.

[153] Enfal: 8/25.

[154] Bakara: 2/75.

[155] Araf: 7/162.

[156] Hacc: 22/25.

[157] Ba­kara: 2/114.

[158] Nisa: 4/168-169.

[159] Araf: 7/45.

[160] Bakara: 2/77-79.

[161] Nisa: 4/75.

[162] Nisa: 4/40.

[163] Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 99-107.

[164] Yu­nus: 10/47.

[165] Mü'minûn: 23/62.

[166] İsra: 17/59.

[167] Yunus: 10/44.

[168] Maide: 5/39.

[169] Hud: 11/117.

[170] En'am: 6/130-131.

[171] Nahl: 16/111.

[172] Enfal: 8/51.

[173] Enam: 6/155-157. Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 109-113.

[174] Şuara: 42/40-43.

[175] Maide: 5/87.

[176] Mü'minûn: 23/ 1-7.

[177] Enam: 6/52.

[178] Bakara: 2/231.

[179] Maide: 5/ 45.

[180] Şuara: 42/21-22.

[181] Sad: 38/23-24.

[182] Bak. Bakara: 2/275.

[183] Bak. Bakara: 2/277 -279.

[184] Bakara: 2/27.

[185] Konuyla ilgili daha geniş bilgi sahibi ol­mak isteyenlerin müracaat edecekleri ayetler şun­lardır: Talak: 65/1, Bakara: 2/270-272, Nisa: 4/10 ve 29-30, Bakara: 2/150-51, Maide: 5/107, Hucurat: 49/11, Tevbe: 9/36, Âl-i İmran: 3/94. Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 114-120.