ZULMÜN KELİME VE ISTILAH ANLAMI
1- İnsan İle Allah Arasındaki İlişkilerde Zulüm:
2- İnsanın Öteki İnsanlarla Olan İlişkilerinde Zulüm:
3 - İnsan İle Nefsi (Kendisi) Arasındaki İlişkilerde Zulüm;
2- İnsanlar Yaratılmışlar Ve Sınırlandırılmışlardır
1- Allah'ı İnkâr Etmek En Büyük Zulümdür
4- Peygamberlerin Getirdiklerini Kabul Etmemek
ZULMÜN BULUNDUĞU YERDEN HİCRET
“Binasını Allah korkusu üzerine kuran kimse mi hayırlıdır, yoksa yıkılacak bir uçurumun kenarına kurup da onunla birlikte kendisi de cehennem ateşine göçüp giden mi?
Allah zalimler sürüsünü doğruya yöneltmez.”[1]
Tarih boyunca insanlar doğru ile yanlış, başka bir ifadeyle hak ile batıl arasında dolaşmışlardır. İnsanlardan bazıları Allah'ın kendisine indirdiğini kabul edip ona uyarak doğruya, hakka uymuşlar; bazıları ise fıtratlarının gereğini yerine getirmekten kaçınıp, yaratılışlarının özgünlüklerinden kendilerini sıyırmağa çalışarak, yani batılı seçerek zulüm yoluna yönelmişler, kendilerine ve başkalarına emrolunduklarmın dışında tekliflerde bulunarak bu dünyada butlanı, yok olanı, gereksizi seçmişlerdir. Kısaca insanların hayat tarzlarını şu iki esasa göre değerlendirmek lâzımdır; hak ve batıl. Biz, araştırmamızda gerek sözlük, gerek Kur'an terminolojisi yönünden 'batıl' kelimesinin yerine, özdeş anlamda olan “zulüm” kelimesini kullanacağız. Bu durumda: insanların yaşayış biçimlerini gene iki tarzda değerlendirmek mümkün olacaktır; “Hak” ve karşıtı “zulüm”.
Bir nevi derleme sayılabilecek bu incelemede Kur'an'a göre terminolojik yönden zulüm kavramı bir seminer çalışması niteliğinde verilmeğe çalışılmıştır. “Zulüm” kelimesiyle aynı kökten gelen “zulmet” kavramı üzerinde durulmamıştır.[2]
Zulmün kelime anlamı [3]
Zulüm; “yersiz hareket etmek, yersiz yapmak” müteaddi (geçişli) fiil olarak kullanıldığı zaman, “hak yemek, doğru yoldan sapmak” anlamına gelir.
Aynı kökten türetilmiş fiiller, “kararmak, karanlığa girmek, karartmak, hakkını yemek, zulüm çekmek, zulümden yakmmak, nurun gitmesi” anlamlarını taşırlar. [4]
Zulüm kelimesi, “aleyhinde hareket etmek, zulüm yapmak, işkence, eziyet etmek, bir şeyi asıl yerinin dışında bir yere koymak” anlamlarında kullanıldığı gibi, hak kelimesinin karşıtı olarak da kullanılır.
Bazı atasözlerinde zulüm kelimesi anlamının gerçek açıklığı ile ifade edilmiştir:
Koyunlarına kurdu çoban yapan zalimdir.
Kazılması gerekmeyen yeri kazan zulmetmiştir.
Zulüm “hakkı azaltmak, doğru yoldan sapmak ve tecavüz” anlamlarını da taşır: [5]
Elmalılı Hamdı Yazır, zulmü şu şekilde tarif etmiştir: “Zulüm, hakkı tecavüz edip, hakkı yerinin dışına koymaktır.”[6]
Dilbilimcilere ve bilginlerin çoğunluğuna göre zulüm, bir şeyi veya işi kendine bağlı olarak yerinde ve zamanında yapmayarak o şeye - fazla veya eksik- kendisine ayrılan konumun dışında bir konum vermektir. Buna göre kendi zamanma uygun olmadan, gerçekleştirilen bir eyleme örnek olarak:
“Zamansız su verdiğimde, su kabına zulmetmiş olurum.” denir. Zamansız sağılan süte de “zalim” denir.
“Kazılması gerekmeyen yeri kazarsam o yere zulmetmiş olurum.” Böyle yere “mazlûme” (zulme uğramış), buradan kazılarak çıkarılmış toprağa da “zalim” (zulme uğramış) denir.
Belli bir dairenin çemberinin dışına taşınrsa, dışa taşma -az da olsa- bu harekete zulüm denir. Buna göre büyük günahlara da küçük günahlara da zulüm denir. Bu yüzden Hz. Adem, haddi aştığı zaman, ona zalim dendiği gibi İblis'e de zalim denmiştir. Oysa bu iki günah arasında çok büyük bir fark vardır. Düşünürlerden bazıları zulmü üç kısma ayırmışlardır: [7]
Zulmün bu türünün en büyükleri küfür, şirk ve nifaktır. Küfür, şirk ve nifakın en büyük zulüm oldukları Kur'an'da çeşitli ayetlerde bildirilmiştir.
Lokman suresinde Lokman (as) 'in diliyle şirkin (Allah'a hükmünde ve tanrılığında ortak koşma) en büyük zulüm olduğu bildirilir.
Kendisine hikmet verildiği bildirilen Lokman, bu yetenek ile olayları sonuçları ile kavrayacak durumda idi. Yapılan bir işin bir değeri olduğunu ve bu değere göre halikında hüküm verileceğini bilen Lokman (as.) oğluna (ve bizlere) şu nasihatta bulunuyor: “Oğlum Allah'a şirk koşma, muhakkak ki şirk gerçekten de büyük bir zulümdür.”[8]
“Yalan söyleyerek Allah'a iftira edenden daha zalim kimdir? Bu zalimler, Rabb'lerine arzolunacaklar ve şahitler de şöyle diyecekler: “- İşte bunlar Rabb'lerine karşı yalan söyleyenlerdir.” Haberiniz olsun Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir. O zalimler Allah yolundan çevirirler ve yolu eğriltmeğe çalışırlar, ahireti de inkâr ederler.
Bunlar yeryüzünde Allah'ı aciz bırakamazlar. Allah'tan başka kendilerini kurtaracak dostları da yoktur. Bunlara kat kat azap edilir; çünkü bunlar işitemez ve göremezlerdi, işte bunlar kendilerine yazık etmiş kimselerdir. Uydurdukları putlar da uzaklaşıp kaybolmuştur.”[9]
Allah'ın lanetine hak kazanmış olan zalimler gerçekleri görme ve duyma yetenekleri kaybolmuş ve Allah'a iftira atacak kadar ileri gitmişlerdir.
İnsanların büyük bir kısmı kitle halinde hareket ettikleri için kendileri karar verme ve iradelerini kullanma kabiliyetinde değillerdir. Bunlar kendilerine öncülük yapan kişilerin zulümlerinin kurbanı olurlar. İslam dinine göre insanın hayatındaki islami belirti, onun sürü hayatından kurtulup iradesi ile hareket eder hale gelmesidir. Bu yüzden insanların ortak oldukları zulümlere zayıflıklarını, bilgisizliklerini veya bazı güçlü kişilerin kendilerini yanıltmalarını bahane olarak göstermeleri bir yarar sağlamayacaktır.
“(Rablerini inkâr edenler) Allah'ın huzuruna çıkarlar. Güçsüzleri büyüklük taslayanlara şöyle derler: “Biz size uymuştuk, Allah'ın azabının bir kısmını bizden uzaklaştırır mısınız?” Büyüklük taslayanlar da şöyle cevap verirler: “Eğer Allah bizi doğru yola ulaştırmış olsaydı, biz de size doğru yolu gösterirdik. Artık sızlansak da sabretsek de farketmez, çünkü bizim kaçacak hiçbir yerimiz yoktur.”
“(Hükümleri verilip) de iş bitince şeytan: Doğrusu Allah size gerçeği söz vermişti. Ben de söz verdim ama yalancı çıktım. Esasen sizi zorlayacak bir gücüm de yoktu. Sizi çağırdım, siz de geldiniz. O halde beni değil kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Beni Allah'a ortak etmenizi daha önce kabul etmemiştim. Çünkü zalimlere elbette acıklı bir azap vardır.”[10]
Pek çok ayette “Zalimlere gelince... Onlar için acıklı bir azap hazırladık.” cümlesi tekrarlanmıştır.[11]
İnsanlar başka bir çıkış yolu bulamadıkları zaman, Allah'ın hakimiyetini kabul ederler. Fakat kendilerine biraz imkân ve nimet verilince, hemen Allah'ı inkâra veya ona ortak koşmağa kalkışırlar. Bu insanın fıtratında varolan bir özelliktir. İnsan, değil sadece Allah'ın kendisine verdiği fıtrî nimetleri, sonradan verilmiş fazladan nimetleri de inkâr etmeğe, bunlara karşı nankörlük yapmağa kalkışır. Aşağıdaki ayetler bu durumu izah ediyorlar.
“Bu dünya hayatı bir oyun ve bir eğlenceden ibarettir. Gerçekten son yurt dar-ı ahiret, işte hayat o. Bir bilseler. Baksana gemiye bindiklerinde dinin sadece Allah'a ait olduğunu kabul ederek dua ederler de kendilerini karaya çıkardık mı derhal Allah'a ortak koşmağa kovulurlar. Böylece kendilerine verdiğimiz nimetlere nankörlük etsinler
ve hayattan zevk alsınlar bakalım. Fakat ilerde bilecekler.”
“Görmediler mi ki çevrelerindeki insanlar çarpılıp, yağma edilirken biz kendilerine güven, içinde yaşanılan kutsal bir yer yapmışız. Hâlâ batıla inanıp da Allah'ın nimetlerini inkâr mı ediyorlar? Allah'a karşı yalan uydura, yahut hak kendilerine gelince yalanlayandan daha zalim kim olabilir.” [12]
“Allah'a karşı yalan uydurandan, kendisine gelmiş olan gerçeği yalan sayandan daha zalim kim olabilir? İnkarcılar için cehennemde bir durak olmaz olur mu?” [13]
“Müslüman olmağa çağrılmışken Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir? Allah zalim olan topluluğu doğru yola eriştirmez.” [14]
İnsanlar mutlak anlamda bilgiye ve kesin yargı gücüne sahip olmadıkları için bilgi, davranış ve kararlarında her zaman doğruyu bulamazlar. Bu yüzden insanların bir mutlak bilgi, irade ve yargı sahibi tarafundan kontrol edilmeleri gerekir. Aynı zamanda insanlar işlerinde ve ilişkilerinde daima iyiniyet sahibi olmalı ve her işin sonunda Allah'a yönelmelidirler.
Zulüm, sonunda işleyenini bulan bir fiil olduğu için İslam'da cezalar, yapılan fiilin cinsindendir. Bir haksızlık ya karşılığında ilâhî irade tarafından tesbit edilmiş ceza ile ödenebilir ya da haksızlığa uğrayan kimse, affetme yetkisine sahiptir.
“Kötülüğün cezası gene aynı cinsten bir kötülüktür. Ama kim affeder ve barışırsa onun karşılığı Allah'a aittir. Kuşkusuz ki Allah zalimleri sevmez.”
“Kim kendisine yapılan zulümden sonra hakkını alırsa işte onların aleyhine bir yol yoktur.” [15]
“İnsanlara zulmedenlere yeryüzünde haksız yere Allah'ın emirlerine isyan edenlere (karşı gelmeğe) bir yol vardır. İşte can yakıcı azap bunlaradır.” [16]
İsra suresi 33. ayette geçen “zulüm” kelimesi de insanların birbirleri ile olan ilişkilerindeki zulüm olgusunu konu almaktadır. [17]
İnsana, seçme, isteme ve iyiyi kötüden ayırdedebilme yeteneği verilmiştir. İnsan bu yeteneğini aynı zamanda hürriyetini kullanma imkânına sahip olduğu için yaptığı hareketlerden yani eylemlerinden sorumlu tutulacaktır.
İnsanın kendine zulmetmesi eziyet etmek, zarar vermek, bedenine yapacağı herhangi bir işkence veya haksızlık anlamında düşünülmemelidir. Bunlar da haksızlıktır ama bunlar insanın kendi hürriyet alanı içindeki haksızlıklarıdır. Asıl insanın kendine zulmetmesi, sorumluluğunu kavramaması, kendisine yüklenilmiş olan ilahi görevi yerine getirmemesi ve dolayısıyla da bunların cezasını mutlak anlamda ahirette kendi üzerinde çekmesidir. ! Öte yandan insan dünya hayatında bedenine karşı da iyi davranmak, onun hakkını da vermek zorundadır. Ancak bedenin hakkını vermek demek yüksek mevkilere çıkmak, iyi imkânlar elde etmek ya da başarılı olmak anlamına gelmez. İnsan, bedeni ihtiyaçlarını temiz fıtratının kurallarına uygun olarak tatmin etmelidir. Yani helal ve temiz rızıklarla.
Çünkü insanın maddi varlığının uyması gereken kurallar manevî varlığının bağlı olması gereken kuralları gibi Allah'ın sünnetine ve vahyine uygun olmak zorundadır.
“Sana vahyettiğimiz ve kendinden öncekileri tasdik eden bu kitap gerçeğin ta kendisidir. Gerçekten Allah kullarından haberdardır, onları görücüdür.”
“Sonra biz bu Kitab'ı kullarımızdan seçtiklerimize miras bıraktık. Onlardan kimisi nefsine (kendine) zulmeder, kimisi orta yolu tutar, kimi de Allah'ın izniyle hayırlı işlerde öne geçer. İşte asıl fazilet budur.” [18]
Hz. Süleyman (as) ile Saba Melikesi arasında geçen olaylarla ilgili kıssada nefse zulmetme olayı ilginç bir şekilde ortaya konmaktadır.
“(Süleyman) kuşları gözden geçirdikten sonra şöyle dedi: “Hüdhüd'ü niçin göremiyorum. Yoksa kayıplara mı karıştı?” Çok geçmeden (Hüdhüd) gelip: “Ben, dedi, senin bilmediğin birşeyi öğrendim. Sebe'den sana çok doğru ve önemli bir haber getirdim. Gerçekten onlara hükümdarlık eden, kendisine her türlü imkân verilmiş ve büyük bir tahta sahip bir kadınla karşılaştım. Onun ve kavminin Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan kendilerine yaptıkları işi süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş, bunun için hidayete giremiyorlar. Göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğinizi de açıkladığınızı da bilen Allah'a secde etmezler. Halbuki o çok büyük arşın sahibi olan Allah'tan başka ilah yoktur.” [19]
Süleyman’la (as) aralarında geçen olaylar ve yazışmalardan sonra büyük bir dünya saltanatına sahip olan Saba Melikesi, Süleyman (as)'ın sarayına gelir. Onun sarayda gördüğü ilâhî ilim saltanata dayalı ihtişam ve kudret, geleneksel inançlarının yıkılmasına, İslam dinini kabul etmesine neden olur.
Süleyman (as) cinlerden biri aracılığı ile Saba Melikesi'nin tahtını kendi sarayına getirtir. Ve sanki kendi tahtı imiş gibi takdim eder. Normal yollarla tahtın Melike'den önce gelmesine imkân yoktur.
“Melike gelince “Senin tahtm da böyle mi?” dendi. O şöyle cevap verdi:
“Tıpkı o. Zaten bize önce bilgi verilmiş ve biz de teslimiyet göstermiştik.”
(Melike Süleyman (as)'in sahip olduğu kudrete teslimiyet göstermişti ama daha müslüman olmamıştı. Çünkü
“Onu, Allah'tan başka taptığı şeyler (müslüman) olmaktan alıkoymuştu. Çünkü kendisi inkarcı bir kavimdendi.”
“Ona “Köşke gir.” dendi. Melike köşkün zeminini görünce derin bir su sandı ve eteğini çekti, Süleyman “Bu billurdan yapılmış şeffaf bir zemindir.” dedi. Melike dedi ki:
“Rabbim ben gerçekten kendime zulmetmişim. Süleyman'ın önünde Alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum.”
Bu ayetlerin sonunda geçen ve Saba Melikesi tarafından söylenen “nefsime (kendime) zulmettim” sözleri insanın kendine yapabileceği zulmü özlü bir şekilde ifade etmektedir.
Melike saltanat sahibidir. Ülkesi ve kendisi refah ve huzur içindedir. Halkı kendisinden memnundur. Onların hareketlerini şeytan süslemiş, yaptıkları işlerin yani düzenlerinin iyi olduğunu sanıyorlar. Allah'ı bırakmışlar Allah'ın gizli, açık, yerde ve göklerde olan herşeyi bileceğini unutmuşlar, güneşe tapınarak zamanlarını geçiriyorlar. Demek ki Melike'nin nefsine zulmetmesi Allah'a ibadet etmeği bırakarak başka tanrılar edinmiş olmasıdır. Onun, kavmini yönetirken haksızlık yapmamağa dikkat etmiş olduğu ve halkına, onların karakterlerine ve sosyal yapılarına uygun davrandığı aynı sûrede belirtilmektedir. Hatta Süleyman (as)'ın mektubunu aldıktan sonra bile yönettiği toplumun geleneklerine bağlı kalmağa devam etmesi ve halkın dinine olan bağlılığını sürdürmesi kitle yapı ve psikolojisine verdiği önemi belirtiyor. Demek ki Saba Melikesi, modern çağın yönetim kurallarını genel çerçeve içinde uyguluyordu. Modern anlamda adil bir yönetici idi. Peki Melike'nin de sonunda kabul ettiği zulüm olgusu nereden geliyor?
Her güzel ve uyumlu görülen hareket doğru kabul edilemez. Bir hareketin doğru olması için ilâhî iradeye uygun olması gerekir. Melike, davranışlarının ilâhi iradeye uygun olmadığını kavramış ve bu yüzden “Gerçekten ben kendime zulmetmişim.” demiştir.
Kasas süresindeki Musa (as)'ın “Nefsime zulmettim.” sözü ise tamamen farklı bir olguyu simgelemektedir.
“Musa, ahalisinin habersiz olduğu bir sırada şehre girdi. Orada biri kendi tarafından, diğeri düşman tarafından iki adanu birbiriyle döğüşür buldu. Kendi tarafından olanı düşmana karşı ondan yardım diledi. Musa ötekine bir yumruk vurunca adam öldü. “Bu şeytan işidir, o gerçekten saptırıcı ve apaçık bir düşmandır.” dedi.”
“Musa “Doğrusu kendime zulmettim. Beni bağışla.” dedi. Allah da onu bağışladı. Çünkü çok bağışlayıcı ve çok esirgeyici olan ancak O'dur.” [20]
Musa (as) bir haksızlığı önlemek için harekete geçmiş ve bu haksızlığı önlemiştir. Niyeti adamı öldürmek olmadığı halde adam, kaza eseri oluvermiştir. Haksızlığı önlemek, hakkı gerçekleştirmektir. Musa (as) hakkı gerçekleştirmek konusunda kontrolsüz davranmış, aşırı gitmiştir. Görünüşte öldürülen adam haksızlığa uğramıştır. Fakat Musa (as) “kendime zulmettim.” demektedir. Çünkü o kendisine verilen ilimle (14. ayet) yapılan her haksız hareketin sonunda işleyicisini bulacağını bilmekte ve bu yüzden hemen bağışlanmasını dilemektedir.
“Biz her peygamberi ancak Allah'ın izniyle kendilerine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah'tan bağışlanmayı dileseler, Rasul de onlar için istiğfar etseydi, Allah'ı ziyadesiyle affedici ve esirgeyici bulurlardı.”
“Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan olay konusunda seni hakem kılıp, sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın onu tanı anlamıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.” [21]
Bu ayetlerde insanların kendilerine zulmetmeleri, başkalarına haksızlık yapmaları veya adalete uygun davranmamaları anlamında kullanılmıştır. Zulmün giderilmesi ilahi hükmün gerçekleşmesi ile mümkündür.
Ayette zulüm olgusu önceki ayetlerde olduğu gibi, hareketi yapanın kendisine dönüşmüş olarak bildiriliyor.
“Biz “Ey Adem! Sen ve eşin beraberce cennete yerleşin. Orada kolaylıkla, istediğiniz zaman, her yerde cennet nimetlerinden yiyin. Sadece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz ikiniz de kendilerine zulmedenlerden olursunuz.” dedik.” [22]
Bu ayette “zulüm” sadece Allah'ın emrine, mutlak iradesine tek bir konuda bile olsa karşı gelmek anlamındadır. Ağacın nitelikleri belli olmadığına veya herhangi bir zararından bahsedilmediğine göre, yanaşılmanın yasaklanmasının sebebi ağacın Adem’le Havva’ya verebileceği maddi bir zarar olamaz. Bu takdirde zulüm soyut niteliği ile ortaya çıkmış oluyor. Allah'ın büyük küçük, gerekçeli gerekçesiz her emrine yani iradesine karşı çıkmak zulümdür. Herşey aslına döndüğüne ve inişan hayatı da doğuşundan başlayıp kendisine tayin edilen kaderle ahirete yöneldiğine göre dünyada yapılacak işlerde görünür nedenler değil ilâhî irade aranmalıdır.
Aşağıdaki ayette boşanma ile ilgili kurallar bildiriliyor. Bu kurallar insanlar arasındaki ilişkilerle ilgilidir. Hukuki kurallardır. Bu kurallara uymayanların da, nefislerine zulmetmiş olacakları bildiriliyor.
“Kadınları boşadığmız ve onlar da bekleme sürelerini bitirdikleri zaman ya onları iyilikle tutun yahut iyilikle bırakın. Fakat onları haksızlık ederek ve zor kullanarak tutmayın. Kim öyle yaparsa kendine zulmetmiş olur. Allah'ın ayetlerini oyuncak yerine koymayın. Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini, kendisiyle size öğüt vererek indirdiği Kitab'ı ve hikmeti hatırlayın. Allah'tan korkun. Bilin ki Allah herşeyi bilir.” [23]
Zulmün her üç çeşidi de aslmda nefse zulümdür. Çünkü insan birincide zulmü istemekle ve ona karar vermekle nefsine zulmetmektedir. Böylece zulmeden her insan zulme kendisi başlamış ve kendinden başlamıştır.
Zulüm dönüşlü bir harekettir. Bir başlangıcı (nedeni), bir oluşu, bir de sonucu (karşılığı) vardır. İnsanın hareketlerinde nisbi irade hürriyeti bulunduğu için yapılan zulümlerin nedeni insanın iradesidir. Olay dünyada meydana gelir, karşılığı ise mutlak anlamda ahirette fakat nisbi anlamda dünyada meydana gelir.
Zulmün karşılığının dünyada meydana gelmesi ya Allah'ın haksızlığa karşı uygulanmak üzere koyduğu kanunların tatbik edilmesi veya insanlara genellikle ibret olarak Allah'ın taşkınlık yapanları dünyada cezalandırması ile gerçekleşir. Bazı geçmiş kavimlerin başına gelen gazaplar bu çeşittendir.
Zulmün ahirette sonuçlandığını ve mutlak anlamda karşılığının ahirette verileceğini aşağıdaki ayetler belirtiyor.
“Kim dünya hayatını ve onun süsünü istemekte ise onların yaptıklarının karşılığını orada tam olarak veririz. Ve onlar orada hiçbir zarara uğratılmazlar.”
“İşte onlar ahirette kendileri için ateşten başka hiçbir şeyleri olmayan kimselerdir. Dünyada yaptıkları da boşa gitmiştir.
Halen yapmakta oldukları şeyler zaten batıldır.” [24]
“Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kimdir. Onlar kıyamet gününde Ralerine arzedilecekler. Şahitler de : “İşte bunlar Rablerine karşı yalan uyduranlardır.” diyecekler. Biliniz ki Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir.”
“Onlar Allah'ın yolundan alıkoyarlar ve onu eğriltmek isterler. Çünkü onlar özellikle ahireti inkâr ederler.” [25]
Zulüm olan davranışları yapanların sonunda bu davranışlarının karşılığını çektikleri insanlara ibret olmak üzere anlatılmıştır. Azgın ve sapık kavimler yaptıklarının karşılığını dünyada görmüşler, Allah'ı inkâr etmek, onun emirlerine karşı gelmek ve ona eş koşmaktaki isyanları dolayısıyle Allah'ın gazabına uğramışlardır. Bu şekilde işledikleri zulümlerin karşılığı daha dünyada iken onları bulmuştur. Hud suresinde, Nuh kavmi, Hud kavmi olan Ad, Salih kavmi olan Semud, İbrahim kavmi ve Musa kavmi yaptıkları zulümlerle ve bu zulümlerinin sonucu uğradıkları cezalarla anlatılırlar. Bu kavimler yaptıkları zulümlerin karşılığını çeşitli şekillerle helak edilerek nefislerinde tatmışlardı. Yani zukimleri kendilerine dönmüştür. Kıssaların sonunda Allah şöyle buyurur:
“Onlara biz zulmetmedik, fakat onlar kendilerine zulmettiler. Rabbinin azap emri geldiğinde Allah'ı bırakıp da taptıkları tanrıları onları hiçbir şekilde koruyamadı ve kayıplarını artırmaktan başka bir işe yaramadılar.”[26]
Yahudilerin Allah tarafından bazı cezalara maruz kalmaları kendilerine özel yasakların getirilmiş olması kendi zulümleri dolaıyısıyladır.
“Ve bir vakit İsrail oğullarından şöyle ahd ve misak aldık. “Allah'tan başkasına tapmayacaksınız, ana-babaya, yetimlere ve yoksullara iyilik yapın. İnsanlara güzellikle söyleyin, namazı kılın, zekâtı verin. Sonra pek azınız müstesna, verdiğiniz bu sağlam sözden yüz çevirdiniz.”[27]
“Tih sahrasında üstünüze bulutla gölge yaptık. Size kudret helvası ve bıldırcın gönderdik. “Bu helal rızıklardan yiyin!” dedik. Onlar itaat etmemekle bize zulmetmediler. Onlar ancak kendi nefislerine zulmetmişlerdi.” [28]
“Yahudilerin zulmetmeleri ve Allah yolundan alıkoymaları, yasaklandıkları halde faiz almaları ve insanların mallarını haksız yere yemeleri nedeniyle daha önce kendilerine helal kılman temiz şeyleri kendilerine haram kıldık. Onlardan kâfir olanlara can yakıcı azap hazırladık.” [29]
“Biz yahudilere tırnaklı hayvanların hepsini haram ettik. Sığır ve koyunun iç yağlarını da haram yaptık. Bunların sırtlarına ve bağırsaklarına yapışanlar yahut kemiklerine yapışanlar müstesnadır. Biz haramı onlara zulümlerinden dolayı ceza yaptık. Şüphe yok ki biz her hususta sadıkız.” [30]
Yoksa aslında bunların hepsi kendilerine haram değildi. Bir zamanlar bıldırcın etiyle beslenmişlerdi. Sonra başkaldırma ve zulümleri, peygamberleri öldürmeleri, faiz almaları, hak yolundan engellemeleri, haksız yere başkalarının mallarını yemeleri, helali haram, haramı helal saymak gibi aşırılıklarından dolayı sonradan kendileri birçok temiz rızıklardan mahrum edildiler.[31]
Allah, verdiği haberde de doğru sözlüdür, korkutmalarında da doğru sözlüdür. Bu yüzden isyana ceza olarak bazı şeylerin haram kılınacağı haberi ve korkutmasının da doğruluğunda şüphe yoktur. Allah'ın helal kıldığını haram, haram kıldığını helal kılanlar sonunda darlık ve yoksullukla cezalandırılırlar.[32]
Bu şekildeki zulmün sonucu daha dünyada iken işleyeni bulmuş olur. Allah onlara bu cezayı yaptıklarının karşılığı olarak verir. Bu konudaki ilâhi hüküm “Biz onlara zulmetmiyorduk, onlar kendilerine zulmediyorlardı.” ifadesiyle gelmiştir. Çünkü ilâhî takdirde zulüm, hedefi belli bir hareket olarak tesbit edilmiştir. O hedefini bulacaktır. Zulmün hedefi bizzat işleyenin kendisidir.
“İnanıp da inançlarına zulüm bulaştırmayanlar. İşte güven onlarındır. Ve doğru yolda olanlar da onlardır.”[33]
Ayette inançlara zulüm karışması olayı, inancını tatbik ederken haksızlığa düşmek değil, Allah'a hükmünde ve tasarrufunda ortak koşmak anlamındadır.
Hz. İbrahim diğer bütün varlıkların tanrı olma ihtimalini reddedip gökleri ve yeri yaratan tek bir tanrıya, Allah'a kulluk etmek gerektiği kanaatine sahip olunca kavmi onunla tartışmağa kalktı. O bütün tartışmaları reddederek:
“Siz Allah'ın haklarında hiçbir hüküm göndermediği şeyleri O'na ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin ortak koştuğunuz putlardan nasıl korkarım. Şimdi biliyorsanız (söyleyin). İki gruptan hangisi güvende olmağa daha layıktır.” [34]
Elbette inançlarına zulüm karıştırmayanlar. Çünkü onlar sonunda kendilerine dönecek bir haksızlığı işlememişlerdir.
Yukardaki ayetler inince Ashabtan bazıları dehşete kapıldılar. Çünkü herkes ufak tefek haksızlık yapabilirdi.
“İbni Cerir, Abdullah b. İdris'ten rivayet ederek diyor ki: Bu ayeti kerime nazil olunca Rasulullah'ın ashabına çok ağır geldi. Onlar dediler ki:
“Hangi birimiz nefsine zulmetmez ki?” Rasulullah:
“Mesele sizin sandığınız gibi değil. Burada bahsedilen husus Lokman'm oğluna tavsiyesinde olduğu gibidir.” “Allah'a şirk koşma. Çünkü şirk en büyük zulümdür.” [35]
“Yine İbni Cerir, îbni Müseyyeb'den naklediyor. Ömer b. Hattab ayeti okuyunca dehşete kapıldı. Übeyy b. Ka'b'ın yanına vardı. Dedi ki:
“Ey Eba Münzir. Allah'ın Kitabı'ndan bir ayet okudum ki onun karşılığında kimse kendini kurtaramaz. Übeyy b. Ka'b
“Hangisidir o?” dedi. Hz. Ömer ayeti kerimeyi okudu ve dedi ki
“Hangimiz kendi nefsine zulmetmez ki!” Buna karşılık Übey şu cevabı verdi:
“Allah bağışlasın seni ya Ömer. Duymadın mı ki Hak Teala “Muhakkak ki şirk en büyük zulümdür.” buyurur, İşte Ayeti kerimede geçen imanlarına haksızlık karıştırmayanlardan murad şirk karıştırmayanlardır.”
“Yine İbni Cerir Ebül Eş'arî El Abdi'nin babasından rivayet ediyor ki Zeyd b. Sehvan Selman-ı Farisi'ye sordu.
“Ey Eba Abdullah Allah'ın Kitabından bir ayet okudum, beni son derece duygulandırdı.” dedi ve ayeti okudu. Selman buyurdu ki:
“Orada kasdolunan Allah'a şirk koşmaktır. Nitekim bu hususu bir başka ayeti kerimede bildirmiştir.” Bunun üzerine Zeyd dedi ki:
“Biliyor musun, senden duyduğum bu söz beni ne kadar sevindirdi. Sanki bütün malik olduğum şeyleri kaybetmiş de yeniden bulmuş gibi oldum.” [36]
Zulmün genellikle ahirette sonuçlanan bir eylem olduğunu aşağıdaki ayet ifade ediyor.
“Eğer yerde ne varsa hepsi ve onunla beraber bir misli daha o zulmedenlerin olsaydı, kıyamet gününde azabm fenalığından (kurtulmak için) elbette bunları feda ederlerdi. Halbuki o gün onlar için Allah tarafından hiç hesaba katmadıkları şeyler ortaya çıkmıştır.”
“Onların dünyadaki kazandıkları kötülükler açığa çıkmış, alaya aldıkları şey kendilerini sarmıştır.” [37]
İnsanlar zulmederek kendilerini başkalarından kurtaramazlar, kendilerini güçlendiremezler, tam aksine geçmiş kavimlerde olduğu gibi zulümleri dolayısıyla alçalırlar ve gerilerler.
Allah insanlara işledikleri zulümlerin karşılıksız kalmayacağını bildirmek için görevliler göndermiştir. Bu görevliler, bazen peygamberler, bazen de bu peygamberlerin ümmetlerinden olan salih kişilerdir. Bunlar kavimlerim çeşitli zaman ve şekillerde yaptıkları zulümlerden dolayı korkutmuşlardır.
“İman etmiş olan adam dedi ki: “Doğrusu ben sizin için Nuh, Ad, Semud ve onlardan sonra gelenlerin durumu gibi, peygamberleri yalanlayan toplulukların uğradıkları günün benzerinden korkuyorum. Allah kullarına bir zulüm dileyecek değildir.”
“Ey kavmim! Gerçekten sizin için o bağrışıp çağrışma gününden korkuyorum.”
“Arkanıza dönüp kaçacağınız gün, sizi Allah'ın azabından kurtaracak kimse yoktur. Allah kimi saptırırsa, artık onu doğru yola iletecek de yoktur.”[38]
“Sura üfürüldü mü, işte bu, geleceği vadedilen gündür.”
“Herkes yanında bir sürücü ve bir de şahit ile beraber gelmiştir.”
“Andolsun sen bundan gaflette idin. Şimdi biz senin perdeni kaldırdık. Bugün artık sözün keskindir.”
“Yanındaki arkadaşı: “İşte yanımdaki hazır” (der) (Allah)
“Haydi ikiniz her inatçı kâfiri, hayra bütün hızıyla engel olanı, azgın şüpheciyi, Allah ile beraber başka ilah edineni şiddetli azaba birlikte atın.” buyurur. Yanındaki şeytan
“Rabbimiz! Ben onu azdırmadım. Fakat kendisi derin bir sapıklıktaydı.” der.
“(Allah) “Benim katımda çekişmeyin. Size bunu önceden bildirmiştim. Benim katımda söz değişmez. Ben kullara asla zulmetmem.” der.”[39]
Kelime anlamı ile yukarda göstermeğe çalıştığımız manaları kapsayan zulüm, Kur'an'da da sözlük anlamına yakın hatta özdeş anlamlarda kullanılmıştır.
Yalnız hatırımızdan çıkarmamamız gereken şey, bu Kur'anî kavramı kullanırken Kur'an mantığını gözümüzün önünden ayırmamaktır. Kur'an'ın kendine özgü özel bir mantığı ve açıklama biçimi vardır. Her kavramı olduğu gibi “zulüm” kavramını da bu özelliği ile birlikte incelemek gerekir.
İslam dinine göre evreni ve insanı yaratan Allah'tır. Allah'ın insanı yaratırken ona yüklediği ödev kul olduğunu unutmaması, kulluğunu gerektiği şekilde yapmasıdır. [40]
Allah, insanları kendisine ibadet etmeleri için yaratmıştır. İlk insan Hz. Âdem ve eşi yaratıldıkları zaman cennettedirler. Allah, onların bir ağaca yaklaşmalarını yasaklamıştır. Fakat onlar bu yasağı çiğnemişler ve zalimlerden olmuşlardır. İlk insanların başından geçen bu olaydaki gibi tüm insanların yaratılışında da durum aynıdır; yalnız onlar hayatlarına cennette başladılar; insanlar ise dünyada. Allah evreni yaratırken ondaki hareketleri, de tesbit etmiş, yönlerini ayarlamıştır. İnsanın kendisi için de bir yol çizilmiştir.
Varlıkların, daha doğru bir anlatım ile yaratıklara sınırlarını aşmamaları görevlerini kötüye kullanmamaları gerekir. Dikkat edersek insanın dışındaki varlıkların, özellikle cansızlar olarak adlandırdıklarımızın görevlerini yapmaktan geri kalmadıklarını görürüz. Her varlık evrendeki yerini almış ve hareketini sürdürmektedir. [41]
Diğer varlıklara göre insan özel bir duruma sahiptir. İnsan belirli bir amaçla en güzel biçimde yaratılmış [42]ve akıl sahibi olarak “emaneti” yüklenmiştir.[43]İnsanları diğer varlıklardan “emaneti yüklenmiş olması” ayırır. Yaratılışındaki belirgin özellik de emaneti yerine getirebilme yeteneğidir. Bu emanet, kulluk görevini yapabilmesi için ona yüklenmiştir.
“Biz emaneti göklere, yere ve dağlara arzettik, yüklenmeğe yanaşmadılar, ondan korktular. Sonunda onu insan yüklendi. İnsan gerçekten çok zalim ve çok bilgisiz bulunuyor. Çünkü Allah, münafık erkek ve kadınlara, müşrik erkek ve kadınlara azab edecek, mümin erkek ve kadınların da tövbelerini kabul edecektir. Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.”[44]
Ayetin sonunda insandan “zalûm” yani çok çok zülmedici olarak söz ediliyor. Münafıklara azap, müminlere ise bağışlama olduğu bildiriliyor. Nedir bu emanet ve insan neden çok zulmedicidir? Bu zulüm kime ya da neyedir? Ne zulümdür, ne zülüm değildir? Zulmün karşılığı nedir, zalimler ve mazlumlar sonunda ne olacaklardır? Gibi sorular işte bu ayetle karşımıza çıkmaktadır. [45]
Önce, Ahzab suresinin 72. ayetindeki “emanet” kelimesini açıklığa kavuşturalım.
“Emanet” mastar sığasında bir kelime olup, eminlik, yani başkalarının hukuku konusunda emniyet edilip inanılan şeye isim olmuştur. Fakat genel olarak insanı diğer varlıklardan ayıran özelliklerin tümü emanet sözünün içine girmiş olmalıdır. İnsanları insanca yaşamağa çağıran, onun bu imtihan dünyasında hazırlıklarını tamamlayabileceği, ahiretini kazandırıcı şeylerin hepsi “emanet” tir.
“İnsanlardan bir kısmı vardır ki bunlar Allah'ın rızasını kazanmak için kendini satın alır. Allah kulları için çok bağışlayıcıdır.” [46]
Zulüm burada insanın emanete haksızlık etmesi ile ortaya çıkmaktadır. Eğer insan emaneti korumaz, ona gereken ilgiyi göstermezse çok çok zalimlerden olmuştur demektedir. Çünkü O, yaratıcısı, özelliklerinin tesbit edicisi, yaşayışının düzenleyicisi, var edicisi ve rızıklandırıcısı olan emanet sahibine hıyanette bulunmuş, onun takdir ettiği yolu beğenmemiş, mutlak yargıya başkaldırmıştır. Doğuştanlığa (fıtrat) karşı çıkmaktan daha büyük zulüm olabilir mi? Bu, insanın özvarlığını inkâr etmesidir.
İnsanın fıtrî özelliklerini değiştirmeğe kalkması, bedenî ve ruhî ihtiyaçlarını kendini yaratan Allah'ın koyduğu kurallara göre değil de bunun dışındaki kurallara göre tatmin etmeğe çalışması, kendisine teklif edilen emanete hıyanet etmesi demektir.
Genellikle zulüm olayı dışardan bir varlık tarafından yapılan bir hareket, ya da davranış gibi algılanırsa da, aslında zulüm, doğrudan doğruya insanın öz varlığı ile ilgilidir. Çünkü insan yaratılışına uygun hareket etmek zorundadır, fıtratını bozmamalı, örtmemeli, gereğini yerine getirmelidir. Eğer bunu yapmıyor; doğuştanlığmm (fıtrat) gereğini yerine getirmiyorsa asıl o zaman zalim olmaktadır. Kendisinin zalimi, özvarlığının zalimi, nefsinin zulmedicisi, kıyıcısı, hakkını yiyicisi. Dünyada yaptığı işlerde, eylemlerde (ameller, işler, hareketler), insan görünüşte her ne kadar başkasına zulmediyormuş gibi görünüyor ise de, birtakım eylemlerinde haksız olduğu halde kazançlı çıkıyorsa, başkalarına kendi yararına zarar veriyor. Sınırlarını aşarak isyan ediyor, insanların düzenlemelerini Allah'ın emirlerine yeğliyor, üstün tutuyorsa ve bu yapı onun için iyi, güzel, mutlu, neşeli, kârlı gibi görünüyorsa da aslında bu durum özvarlığma kıymaktan, nefsine zulmetmekten başka bir şey değildir. Çünkü sonucunda bunun karşılığını görecektir.
Bu konu ile ilgili âyetleri hatırımızdan geçirdiğimiz zaman insanın dışındakilere yaptığı haksızlıkların gerçekte tekrar kendisine dönmekte olduğunu görürüz.
“Allah'ın va'di haktır, fakat onların çoğu bilmezler.”[47] Bu hak olan va'de karşı çıkanlar kendilerine yazık etmiş, nefislerine zulmetmiş kimselerdir.
“Elçilerin getirdikleri haktır, ona kafa tutanlar özvarlıklarına isyan ederler.”
“Kim kötülük eder ya da özvarlığına (nefsine) zulmeder, sonra da Allah'tan bağışlanmasını isterse o, Allah'ı çok yarlığayıcı ve çok esirgeyici bulur.” [48]
Hz. Musa Mısır'a girerken kavga eden iki kişiyi görmüş, kendinden olanı kurtarmak için diğerini –istemeyerek- bir vuruşta öldürmüş, bunun haksızlık olduğunu anlayınca kendine kıydığını anlamış ve şunları söylemişti:
“Rabbim cidden ben nefsime zulmettim; artık beni yarlığa...” [49]
Hz. Adem ile Havva'yı şeytan aldatıp bunun sonucu olarak cennetten çıkarıldıkları zaman Allah onlara aşağıdakileri demişti:
“Ben size bu ağacı yasak etmedim mi?”
Onlar da:
“Rabbimiz biz nefsimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz, esirgemezsen kesin zarara uğrayıcılardan olacağız.” dediler.” [50]
Bunlar ve daha birçok ayette açıklananlara bakılırsa insanların başkalarına yaptıkları her haksızlık kendisine yapılmıştır. Çünkü insanlar ahirette geçici hayatlarında yaptıklarının mükâfatını alacaklar, karşılığını göreceklerdir. Bu arada dünyada yaptıkları onların ahiretteki durumlarını oluşturacaktır. İnsan başkasma haksızlık yaparak kendini harcamam alıdır. Başkalarının hakkını korurken aynı zamanda kendi hakkını da korumalı, kendine yapılan zulme de rıza göstermemelidir.
İnsanın buradaki geçici üstünlüğünün karşılığı öbür dünyada kendisine yüklenmiş olacaktır. Bu bakımdan zulmü incelerken uzun dönemde ele almalı, değerlendirmemizi ona göre yapmalıyız. İnsan -yükümlülükler- imanın fıtratı - insanın hareketleri ve gerçek arasmdaki uyumsuzluk zulmü meydana getirmektedir. Zulüm bir haksızlık olduğu için karşılığında bir ceza takdir edilmiştir. İnsanın yükümlülüklerinden herhangi birini yerine getirmemesi veya ilahi emirlere aykırı hareketlerde bulunması zulümdür. Bu zulmün karşılığı olan ceza, hakkın tahakkuk etmesi (hakkın yerine gelmesi) dolaylı ya da dolaysız olarak insanı ilgilendirir, bazıları ise başkalarına karşıdır. İnsan zalimane hareket ettiği zaman kendini ilgilendiren konularda kendisine zulmetmiş, başkalarını ilgilendiren konularda ise, ahirette bunların cezası tekrar kendini bulacağı için gene kendine zulmetmiş olur.
Bu durumda Kur'an'm semantiğine, diline göre zulüm, yapılan haksızlık kimin üzerinde meydana gelirse gelsin insanın kendisine dönmektedir. [51]
İslama göre apaçık ortada olan bir gerçektir bu. İnsanlar yaratılmışlardır, evren yaratılmıştır. Tüm etrafımızda gördüklerimiz ve görme gücümüz dışındaki varlıklar, hep yaratıktırlar. Her varlığın bir görevi vardır o da kulluk etmektir.
“İnsanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin; umulur ki takva sahibi olursunuz.” [52]
İlk insan ve eşi yaratıldıkları zaman cennete konulmuşlardır. Onlara herşey serbest bırakılmıştır. Denenmeleri için bir ağaç yasaklanmıştır. Onlara yakışan hareket bu yasağa uymaktır. Ama onlar uygunu, doğruyu yapmazlar, ağaca yaklaşırlar, ondan yerler. Bu hareketleri onların zalimlerden olmalarına yetmiştir. Çünkü: “zulüm hakkı tecavüz edip bir hakkı mevziinin gayrıya koymaktır. Demek ki Cenab-ı Hak cennette büyük bir hürriyet vermekle beraber ona yine bir had tayin etmiş ve yaklaştıkları takdirde zalimler zümresine dahil olacaklarını bildirmiştir. Bu şunu tahsis (kesinleştirir, nasslaştırır) eder ki: hilâfet-i Ademiyye mutlak değildir. Ve bunun bir haddi mahsusu vardır ki tecavüzü zulümdür.”[53] Hz. Âdem'e bunun üzerine Allah şöyle buyurur:
“Hepiniz oradan inin. Benden size bir hidayet gelir; kim benim “hidayetimi izlerse onun için korku yoktur! Onlar üzülenlerden olmayacaklardır da. O küfredenler, âyetlerimizi yalan sayanlar, onlar ateşin arkadaşıdırlar. Orada bir daha çıkmamak üzere kalıcıdırlar dedik.” [54]
Hz. Âdem'in hayatındaki bu bölüm bize zulmü kapsamı ile anlatmaktadır. İnsanlara bir hidayet gönderilecektir. Onlar da hidayetin sınırlarını asmayacaklardır. Bu hidayet elçiler ve aracılıkları ile gönderilen kitaplardır. Daha uygun deyim ile Allah'ın dinidir. Kim Allah'ın dinine uygun hareket etmişse doğuştanlığma (fıtrat) uygun hareket etmiş, kim de bunu aşraışsa kendine kıymış olmaktadır. Peygamberler hidâyete götürücüdürler, hidâyeti göstericidirler. İslâm hidâyettir.
“İslâmdan başka bir din arayandan bu din kabul olunmaz ve o âhirette onlar bekledikleri sonuçtan büyük şaşkınlık ve acıya uğrayanlardır.
Kendilerine apaçık deliller gelmiş, o peygamberin bir gerçek olduğuna tanıklık etmişlerken, inancın arkasından gerçeği örtmeğe (küfre) sapan kavmi Allah nasıl hidayete erdirir. Allah zâlimler topluluğunu hidâyete erdirmez.”[55]
“Her ümmetin bir peygamberi vardır. Rasülleri geldiği zaman aralarında adaletle hükmolunur. Ve onlara asla zulmedilmez.”[56]
Böylece Allah'ın dini olan İslam, hidayete götürücü olarak gösterilmekte ve bunu tatbik etmek insana en uygun hareket olmaktadır. Gerçekten Allah'ın insanlara gönderdiğinde uygunsuzluk yoktur.
“Şüphesiz ki Allah insanlara hiçbir şeyle zulmetmez, fakat insanlar kendi kendilerine zulmederler.” [57]
“Allah zalimleri çok iyi bilendir.” [58]
Kur'an'ın bildirisine göre insanların: kendilerine çizilen bu sınırı aşmamaları gerekir. Tarihleri boyunca insanlara gerçeği bulmaları için peygamberler gönderilmiş, doğuştanlıklarına uygun hayat biçimi sürekli olarak hatırlatılmıştır. Yine hayatın sadece bu dünya ile son bulmadığı, ahiretin asıl olduğu, insanların dünyada bir imtihan için bulundukları, akılları, güçleri ölçüsünde, emrolundukları gibi doğruca hareket etmek zorunda bulundukları belirtilmiştir. Baş tarafta da ifade etmeğe çalıştığımız gibi, tüm insan hareketlerini uzun döneme göre değerlendirmek lâzımdır. [59]
İnsanı inanç ve eylemleri (amel, hareket, iş) ile beraber bir bütün halinde ele almak gerekirse de, eylemlerin inançların fonksiyonları olduğu göz önüne getirilince inanç ve eylem ayırımına ihtiyaç vardır.
İnanç, islâmın temelini oluşturur. İnsan yolunu seçerken, seçtiği şeye inanacaktır. Asıl olan inanmaktır. İslamın inanç temelleri Allah inancı ile başlar. Zulüm de burada başlamakta; en büyük zulüm Allah gerçeğini örtmeğe çalışmak ya da ona ortaklar isnad etmek olarak nitelendirilmektedir. [60]
Gerçekten küfür demek “gerçeği örtmek” demektir. Küfrün sözlük ve terim anlamı da budur. Zulmün en büyüğü fıtratı örtülmemiş her insanın kavrayabileceği, do-ğuştanlığı bozulmamış her akilimin idrak edebileceği tüm varlıkların yaratıcısı ve eğiticisi olan “Allan” gerçeğini inkâr etmek, örtmeğe çalışmaktır. Bu bilimsizliğin, insanlığını yitirmenin, yaşayış nedeninin kavranılmamasımn sorumluluğu idrak edememenin sonucudur.
“Allah (gerçeğini) nasıl örtüyorsunuz? Siz ölülerdiniz diriltti. Sonra, öldürülürsünüz. Sonra diriltilirsiniz, sonra ona döndürülürsünüz.”[61]
“Onlar gökleri ve yeri yaratan Allah'ın kendileri gibisini yaratmağa giıciı yeter olduğunu görmediler mi? Allah onlar için bir ecel tesbit etti ki, onda hiçbir kuşku yoktur. Böyle iken zalimler ancak gerçeği örtmek için direnirler.”[62]
Allah'ın varlığını inkâr etmenin en büyük zulüm olduğunu yukardaki ayetler açıkça ortaya koymaktadır. Kur'an'da bu konu ile ilgili birçok ayet daha vardır. Aslında böyle bir konuyu açıklayabilmek için “küfür” kavramı olan her ayeti almak gerekir. Çünkü küfür kavramı da zulüm kavramının bir içlemi durumundadır. Fakat burada konuyu uzatmamak için bu kadarla yetinilecektir. [63]
İnsanlar arasında Allah'ın varlığını kabul ettiği halde ona ortak koşanlar, tek yarlığayıcı ve yargılayıcı olduğunu kabul etmeyen ya da onunla kendi arasına aracılar koyan, kulluğunu Allah'ın dışındaki varlıklara ayıran kişiler ona ortak koşmuş olmakta, bunun sonucu olarak zulüm işlemiş bulunmaktadırlar; hem de çok büyük bir zulüm.
Allah'ı anmaktan, amellerinde onun adına hareket etmekten vazgeçenlere şeytan musallat edilir. Şeytanın emrine girerek Allah'ın emrini, hidayetini bırakıp dünya mallarına yegâne sebep olarak bağlanmak zulümdür. Dünya mallarına son neden olarak bağlananlar acı çekeceklerdir. Allah'ı hatırlamayanlar onu anmaktan yüz çevirenler şeytanın dostlarıdır. Dünya malına sarılan şeytanın dostları zalimlerdir.[64]
Şirk koşarak, zulümde bulunanlar konusunda Kur'an'da açıklayıcı örnekler verilmiştir:
Hz. Musa, Tur'a çıktığı zaman İsrailoğullarından Samiri isimli biri, onları hak yoldan saptırarak kendi yaptığı altından bir buzağıya tapmalarını sağlamıştı. îsrap Oğulları bu buzağıya taptıkları, onu tanrı seviyesine çıkardıkları için zalimlerden olmuşlardır.
Bunun gibi Allah'tan başka varlıklai-a hüküm sahibi olarak bakmak kulluğu onlara ayırmak, ona tapınmak da zulümdür.
“Allah'ı bırakıp da sana ne fayda ne zarar veremeyecek olan şeylere ibadet edersen “kendine zulmedenlerden” olursun.” [65]
Allah'a ortaklar veya ortak koşmanın zulüm olduğunu gösteren ayetlerden bazıları:
“İnsanlar için Allah'tan başkasını emsal edinen adamlar da vardır ki onlara Allah'a olan sevgi gibi muhabbet beslerler; inananların Allah'a sevgisi ise sağlamdır. Zulmedenler azabı gördükleri zaman asıl kuvvetin gerçekten Allah'ın olduğunu göreceklerdir. Allah'ın çok çetin azabı olduğunu bir bilselerdi.” [66]
Hz. Lokman'in oğluna tavsiyesi:
“Oğlum. Allah'a hiçbir şeyi ortak koşma. Şirk, gerçekten büyük bir zulümdür.” [67]
“Meryem oğlu Mesih, Allah'ın kondisidir diyenler, gerçeği örtmüşlerdir. Oysa Mesih:
“İsrailoğulları, benim de rabbim, sizin de rabbiniz olan Allah'a kulluk ediniz. Zira kim Allah'a ortak koşarsa, kuşkusuz Allah da ona cennetini haram kılar. Onun varacağı yer ateştir. Zalimlerin hiç yardımcıları da yoktur demişti.” [68]
“Yoksa onların Allah'ın izin vermediği şeyleri dinden kendilerine şeriat yapan ortakları mı var? O ayırım günü (Amellerin, iyi ve kötülerinin birbirinden ayrılacağı belli günün takdir edildiğine dair Allah'ın sözü) olmasaydı yargıları verilmişti. Kuşkusuz zalimler için çetin bir azap vardır.
Sen zalimlerin işleyip kazandıkları yüzünden korkulara düşeceklerini -ki bu onların başına gelecektir- göreceksin. İman edip de iyi amellerde bulunanlarsa cennetlerin bahçelerindedirler. Rablerinden ne dilerlerse onlarındır. İşte bu büyük erdemin kendisidir.” [69]
“Hakkında Allah'ın hiçbir delil indirmediği şeyleri ona eş tanıdıklarından dolayı gerçeği örtenlerin kalplerine korku salacağız. Onların yurtları ateştir. Zalimlerin dönüp varacağı yer ne kötüdür”. [70]
Bu ayetlerde Allah'a ortak koşanlar, onun ilahlığmda ve hükmünde ortaklan bulunduğunu sananların zalim oldukları bildirilmektedir. Allah'a sadece tanrılığında eş koşmak değil, onun emirlerine karşı çıkmak, ayetlerini yalan saymak suretiyle hükmüne başkaldırmak da zulmün bir çeşididir. Bu tip hareket ne adına yapılırsa yapılsın, ister bilim, ister belirli bir sistem, ister kuruntulardan oluşan ve adına bilimsel gibi laflar eklenmiş kuramlar (nazariyeler), ister birtakım ulu kişiler adma yapılsın hepsi aynıdır.
Çünkü Allah'ın düzeninde değişiklik yoktur. Allah'm ötedenberi devam eden sünneti budur. Allah'm sünnetinde asla değişiklik bulamazsın. [71]
“Allah'a karşı yalan düzenden daha zalim kimdir? Onlar rablerine arzedileceklerdir. Tanıklar da:
“İşte bunlar yalan söyleyenlerdi,” diyecekler. Haberiniz olsun Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir.”[72]
“Allah'a karşı bir yalan uydurandan ya da onun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kimdir? Gerçekten zalimler kurtuluşa eremeyeceklerdir.” [73]
“O halde Allah'a karşı yalan uydurandan ya da, ayetini yalan sayandan daha zalim kimdir. Onların kitabtan nasibleri kendilerine erişecektir. Sonunda elçilerimiz canlarını almağa geldikleri zaman:
“Allah'ı bırakıp da tapageldikleriniz nerede?” Diyecekler.
“Onlar bizi bırakıp gitti.” (Diye cevap verecekler.)
Kendileri aleyhlerine gerçekten küfredenler olduklarına tanıklık edecekler.”[74]
Allah'ın kitabında olmayan bir şeyi, varmış gibi göstererek yasak olan işleri yapmak, haramı helal etmek zulümdür. “Artık bundan sonra kim Allah'a karşı yalan uydururlar, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” [75]
Daha birçok yerlerde de açıklandığı gibi Kur'an'ın söyleyiş biçiminde bir çağn, bir meydan okuyuş vardır. Hakikattir de o onun için. Onun gerçeğini örtmeğe çalışanlar, görmezlikten gelenler elbette kendilerine yazık etmektedirler. [76]
Peygamberlerin getirdiklerine inanmayanlar da zalim olmuşlardır. İnsanlara Allah'ın hidayetini, rahmetini getiren peygamberlerdir. Onlar insanların doğru yolu bulmaları, kendilerine zulüm etmelerini önlemek için gönderilmişlerdir.
“Her ümmetin bir rasulü vardır, Rasülleri geldiği zaman aralarında adaletle hükmedilir. Ve onlara asla zulüm edilmez.” [77]
Peygamberin hepsinin birden çağrıları İslamadır. Allah yanında din İslamdır.
“İslama çağrıldığı halde Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir? Allah zalimler topluluğuna hidayet etmez.” [78]
Peygamberler gerçeği rablerinden getirerek söylerler, izni ile Allah'a itaat edilmesini sağlama uğraşı yaparlar. İnsanlar ise buna ya uyarlar ya da karşı çıkarak öz varlıklarına (nefislerine) kıymış olurlar. Allah'ın ayetlerini kabul etmemekte olanların durumları acıklıdır.
“Ayetlerimizi yalanlayarak sırf öz varlıklarına zulmedenlerin durumu ne kötüdür.” [79]
Allah'ın kitapları, Peygamberleri hakkında ileri geri konuşanların da zalimlerden oldukları açıktır.
“Ayetlerimiz hakkında (uygunsuz) konuşanları gördüğün zaman onlar Kur'an'dan başka bir sözle meşgul oluncaya kadar kendilerinden yüz çevir, eğer şeytan seni unutturursa o zaman hatırladıktan sonra artık o zalimler topluluğu ile birlikte oturma.” [80]
Bütün peygamberler çağrılarını yapmağa başladıkları zaman, zulme uğramışlar, çeşitli güçlüklerle karşılaşmışlardır. Doğuştanlıkları (fıtratları) küfrün çeşitli araçları ile örtülen topluluklar peygamberlerin getirdikleri gerçekleri görmek istememişler, bir grubu artık küfür örtülerinin kat kat olması nedeni ile bir grubu ise önceki yaptıklarının etkisi ile zulümlerine devam etmişlerdir. Bu yüzden çok kavimler helak edilmiş, yeryüzünden kaldırılmıştır. Ad, Semud, Medyen, Nuh kavimleri zulümlerinin karşılığı olarak bu dünyadan çeşitli şekillerde ortadan kaldırılmışlardır. Bütün bu olayların sebebi insanların zulümde diretmeleridir.
Hz. Nuh'un zamanında zalimler işi azıya almışlardı. Bunun üzerine Hz. Nuh'a:
“O zalimler senden uzak olsun.” denilmişti.
“Nuh kavmi de peygamberlerini yaîanladıklan zaman biz onları boğduk ve kendilerini insanlara ibret yaptık. Biz zalimler için acıklı bir azap hazırladık.” [81]
“Hz. İsa ise apaçık delilleri getirdiği zaman ben size gerçek hikmeti getirdim. Bir de hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz sorunlardan bir kısmım size açıklayayım diye (geldim). Artık Allah'tan korkun, bana uyun.
Allah benim de rabbim sizin de rabbinizdir. Hadi ona kulluk edin. Doğru yol budur. Sonra aralarında gruplar yine anlaşmazlığa düştüler. Artık acıklı günün azabından yazık o zalimlere.” [82]
“Andolsun ki Musa size apaçık deliller getirdi. Siz ondan sonra buzağıyı (tanrı) edindiniz. Siz zalimlersiniz.” [83]
İnsanlar ahirete inanma konusunda da zulme düşmüşlerdir. İslâmın inanç esaslarından birisi de ahirete inanmadır, insanlar bu dünyadaki eylemlerinin karşılığını öbür dünyada göreceklerdir. Kısa ve birtakım görevlerle geldiği bu dünya hayatında insan, çeşitli yükümlülükler karşısmdadır.
Kendisine yapılan haksızlıkların ve yaptığı amellerin karşılığını görmelidir. İşte bu yüzden ahiret yaratılmıştır. Öbür dünyadaki azap ve iyilikler bu dünyada yapılanların karşılığıdır. Allah'a inanmayan ya da zulümde diretenler ahirete de inanmak istemezler çünkü, zalimler zulümlerinin karşılığını görmekten korkarlar. Oysa Allah kullarına zulmedici değildir. Bu yüzden öbür dünyadaki sorgu ve karşılıklar hazırlanmıştır.
“Melekler kâfirlerin yüzlerine ve sırtlarına vura- vura:
“Tadın cehennem azabını, derlerken ve bu şekilde canlarını alırken görmelisin”
Bunun sebebi ellerinizin önce yaptığıdır. Bir de Allah'ın kullarına gerçekten zulmedici olmadığıdır.”[84]
“O gün herkes özvarlığı için uğraşacak, ne yaptıysa kendisine eksiksiz verilecek... Onlara asla zulmedilmez.”[85]
“Gerçekten Allah alemlere zulmedici değildir.”[86] Kıyamette de zulmedilmez. Kıyameti, öldükten sonra tekrar' dirilmeyi ve zulümlerinin karşılığının verileceğini kabul etmıyenler için Kur'an'da Söyle deniliyor:
“Allah'ın huzuruna çıkmayı yalan sayanlar en büyük zarara (kayba) uğramışlardır. Sonunda kendilerine ansızın kıyamet gelip çattığı zaman yüklerini sırtlarına yüklenerek demişlerdir ki:
“Oradaki gevşekliğimizden dolayı yazık bize!”
Dikkat edin o taşıyıp, yüklenecekleri şeyler ne kadar kötüdür. Dünya hayatı bir oyundan, bir oyalanmadan başka bir şey değildir. Ahiret yurdu ise sakınanlar için kesin olarak daha hayırlıdır. Hâlâ aklınız başınıza gelmeyecek mi?
Onların söyledikleri seni tasalandırmasın. O zalimler bile bile Allah'ın ayetlerini inkâr ediyorlar.” [87]
“Allah'ın vaadi haktır. Fakat onların çoğu bilmezler.” [88]
Oysa Allah, Kur'an'ı insanlara bir hidayet olarak göndermiştir, bütün kitapları olduğu gibi.
“Gerçek, bu Kur'an öyle bir şeye götürür ki en adil ve en doğru yoldur o. Güzel amellerde bulunan müminlere kendileri için, bir ecir olduğunu müjdeler.” [89]
Müminler için rahmet kaynağı olaı Kur'an'ı, Allah'ın diğer apaçık delillerini inkâr ettikleri gibi inkâr edenler, zulmü artırıcı bir rol oynar.
“Biz Kur'an'dan ara ara onu indiriyoruz ki müminler için şifa ve rahmettir, zalimlerin ise ziyanından başkasmı artırmaz.
İnsana nimet verdiğimiz zaman yüz çevirip yan çizer. Şer dokununca ise pek karamsar olur.”[90]
Dünya nimetlerine aldanarak Allah'a nazire yapmaya kalkışmak, tanrılık yansında bulunmak zulmün bir çeşididir. Bu durumdakiler zalimlerdir. Güçlü kuvvetli ya da zengin olan kişilerin bu durumlannı ileri sürerek Allah'ı ve ahiret gününü inkâra kalkışmaları bu çeşit zulümdendir. Devlet-başkanlığı, krallık, padişahlıklarına güvenerek inkâra kalkışanlar zalimlerin en büyükleridir.
“Allah, kendisine mülk verdiği için İbrahim ve rabbi konusunda çekişeni görmedin mi? İbrahim:
“Benim rabbim hem diriltir, hem öldürür,” demişti. Oda:
“Ben de hem diriltir, hem öldürürüm,” dedi. İbrahim:
“Allah güneşi doğudan getiriyor. Hadi, sen de onu batıdan getir, deyince o kâfir şaşırıp kalmıştı.
Allah, zalimler güruhunu başarıya ulaştırmaz.” [91]
Böylece maddî güçleri kendilerinde toplayanlar zulümde ileri giderek gerçek yargı sahibi olan Allah'ın işine kanşmaya başlamışlardı:
“Zalimler Allah yolundan men edegelenler, onu eğriltmek isteyenlerdir. Onlar ahireti de inkâr edicidirler.” [92]
İslâmın özel tarih anlayışı, yani gerçek olan tarihe göre insanlık Hz. Adem'le başlar. Onun soyundan üreyerek çağımıza kadar devam eder gelir. İlk insan olan Hz. Adem'e cennetten çıkarıldıktan sonra çağının gerek ve şartlarına göre bir şeriat verilmiştir. Ona ve çocuklarına bu şeriata göre hareket etmeleri emredilmiştir. Verilen bu şeriat ilk insan ve çevresindekilerin şuursuz ve bilim ötesi yaşayıştan kurtulmalarını sağlayacak, doğuştanlıklarına uygun olduğu için mutlu yaşamlarını ve öte dünyada kurtulanlardan olmalarını temin edecektir. Fakat insan Kur'an'da açıkça belirtildiği gibi “Çok çok haksızlık yapıcı ve çok çok bilgisiz bir hayat sürücü” dür. Fıtratındaki özellik nedeniyle gerçeği bulabilecek şekilde yaratılan insan, çoğu zaman bu nimetleri kendisine elçiler, mucizeler, kitaplar, alametler gönderilmesine rağmen inkâr yoluna gitmiş, böylece çoğu zaman kendine kıyıcılardan olmuştur.
Hz. Adem'den beri kuşak kuşak devam eden, çoğalan yeni yeni kavimler oluşturan insanlara peygamber gönderilmiş, bir kısmı doğuştanlığma uygun olanı seçerek kurtuluşa ermiş, kimi ise haksızlığı benimseyerek kendine kıyıcılardan olmayı yeğletmiştir.
“Her ümmet için bir elçi vardır” ayetinin sonucu olarak kendilerine gönderilen elçileri kabul etmeyen, bilinçsiz ve bilimsiz yaşamayı üstün tutan kavimlerden bir kısmı çeşitli araçlar ve biçimlerle helak edilmişlerdir. Bu helak edilen kavimlerden Kur'an'da özet olarak söz edilmekte ve çağımızda kendilerine zulmetmekte, yazık etmekte, kıymakta olan insan ve toplumlara bunlar birer örnek olarak sunulmaktadır.
“Onlara kendilerinden öncekilerin Nuh, Ad, Semud kavimlerinin, İbrahim kavminin, Medyenlilerin, Mu'tefikelerin haberi gelmedi mi? Peygamberleri onlara apaçık mucizeler getirmişti. Demek ki Allah zulmediyor değildi. Fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.” [93]
Kur'an'ın insanlığa plan bu sözü, kendisine zulmeden, kıyan kavimlerin helak olduklarının apaçık bilindiğini ve insanların bile bile zulümde diretmemelerini, onları gözlerinin önüne getirerek bu hareketlerinden vazgeçmelerini, yoksa kendilerinin de aynı duruma düşeceklerini bildirmektedir. Nice ülkeler, uluslar zulümleri yüzünden yok edilmişlerdir.
“Biz nice ülkeleri yok ettik. Öyle ki onlara geceleyin, ya da onlar öğle uykusundayken (kaylûle) azabımız gelip çattı. Kendilerine gazabımız gelince feryatları “Biz gerçekten zalimlerdik” demelerinden başka bir şey olmadı.”[94]
İşte bu ayetler, kavimlerin bilinçsizce yaşadıkları zaman nasıl helak olduklarını göstermektedir.
“(Kâfirler) kendilerine meleklerin gelmesinden ya da rabbinin emrinin kavuşmasından başka bir şey mi beklerler? Onlardan öncekiler de böyle yaptılar. Allah onlara zulmetmedi, ama, kendi kendilerine zulmettiler onlar. Bu nedenle yaptıkları kötülükler (yaptıklarının karşılığı) onları çarpmış, alay ettikleri şeyler çepeçevre kendilerini kuşatıvermişti.” [95]
Ama bütün bunlara rağmen insanlar zulümleri yüzünden hemen helak edilmezler. Helak olan uluslar zulümde son aşamaya gelmiş olan uluslardır. Artık insan olarak yaşamaları gerekmeyecek kadar işi azıya almış olanlar... Tüm insanlık ise yine yaşamları boyunca gerçeği ve gerçek olmayanı seçmeye bırakılmışlardır. Bu dünyada helak olmasalar bile öbür dünyada zulümlerinin cezasını çekmek zorundadırlar.
“Eğer Allah insanları zulümleri yüzünden hemen yakalayacak olsa idi yeryüzünde hiç bir canlı bırakmazdı. Fakat o bunları belirlenmiş (adlandırılmış) bir süreye erteler. Ecelleri geldiği zaman ise onlar ne bir saat geri kalabilirler, ne de bir saat öne geçebilirler.” [96]
Zulümleri yüzünden hemen helak olmayan bu uluslar ve insanlar ahirette zulümlerinin karşılıklarını göreceklerdir.
“Allah zalimleri çok iyi bilendir.” [97]
“O gün herkes özvarlığı için uğraşacak, herkes ne yaptıysa kendisine eksiksiz verilecek, onlara asla zulmolunmayacak.” [98]
Kur'an'da zalim uluslardan, milletlerden, ümmetlerden bahsedilmiş ve bu ulusların ümmetlerin durumu Kur'an'm çağrısı içerisinde bulunan insanlara örnek olarak gösterilmiştir. Bu zalim uluslardan belli başlıları şunlardır:
Nuh kavmi: Bir sûre, Nuh sûresi baştan sona Nuh (a.s.)'dan ve onun ulusundan bahsetmektedir. Kur'an'da diğer ayetlerde de Nuh'un kavminin gerçeği kabul etmeyenleri zalimler olarak nitelendirilmişlerdir.[99] O zalimler karşılık olarak tufanda boğulmuşlardır. [100]
“Onlar peygamberlerini yalanladıları zaman korkunç bir suda boğulmuşlar ve insanlara ibret olarak gösterilmişlerdi. Ve sonunda onlara acıklı bir azap hazırlanmıştır.” [101]Tufan o kadar büyük olmuştur ki yerleri ve gökleri kaplayan bu tufanın sonunda:
“Ey yer suyunu yut, ey gök sen de tut, denilmişti. Su kesildi. İş olup bitirildi. (Gemi) Cûdi üzerinde durdu. O zalimlerin topluluğuna “uzak olsunlar” denildi.” [102]
Nuh sûresinde Hz. Nuh'un öyküsü şöyle anlatılmaktadır:
“Gerçekten Nuh'u kavmine gönderdik. Onlara acıklı azap gelmeden önce kavmini korkut, diye. Dedi ki:
“ Kavmim gerçek ki ben sizi apaçık korkutan bir elçiyim. Allah'a kulluk edin, O'ndan korkun, bana itaat edin ki Allah sizin günahlarınızdan bir kısmını yarlığasın, sizi belirli bir süreye kadar geciktirsin. Kuşkusuz Allah'ın (çizdiği) süre dolunca ertelenmez, bir bilseydiniz.” Dedi ki:
“Rabbim, ulusuma gece-gündüz çağrıda bulundum. Ama benim çağrım kaçmaktan başka bir şey artirmadı. Ben senin onları yarlığaman için ne zaman davet ettiy-sem, onlar parmaklarını kulaklarına tıkadılar, giysilerine büründüler, ayak dirediler, büyüklük tasladılar. Bunun üzerine ben onları en yüksek sesle çağırdım. Sonra onları hem açıkça hem de gizli gizli davet ettim. Artık dedim, rabbinizden bağışlanma dileyin, çünkü o çok yarlığayıcıdır. Üstünüze bol bol bulutlar salıverir, mallarınızı, oğullarınızı çoğaltır, size bahçeler verir, ırmaklar akıtır.
“Ne oluyor da size Allah'ın ağırbaşlılık vermesini istemiyorsunuz. Görmediniz mi Allah yedi kat göğü birbiri ile uyuşur durumda nasıl iyaratmış. Onların içinde ay'ı bir nur yapmış, güneşi de bir kandil olarak asmıştır? Allah sizi yerden bitki gibi nasıl bitirmiştir. Sonra sizi yine ona döndürecek, sizi yeni bir çıkarışla tekrar çıkaracak. Allah yeri sizin için bir döşek yapmıştır; onun geniş yollarında gezip dolaşasınız diye.” Nuh dedi ki:
“Rabbim, onlar bana karşı başkaldırdılar. Malları ve çocukları hüsrandan başkasını artırmayan kimselere uydular. Şunlar da büyük tuzaklara düştüler. Sakın taptıklarınızı bırakmayın ha. Hele Ved'den, Suvaa'dan, Yeğus'tan, Yeük'ten ve Nesr'den sakın vazgeçmeyin, dediler. Birçoklarını da sapıttılar. Sen o zalimlerin sapıklıklarından başkasını artırma.
...Onlar günahlarından dolayı suda boğuldular. Arkalarından da ateşe atıldılar. O zaman kendileri için Allah'tan başka kimseyi bulamadılar. Nuh demişti ki:
“Rabbim yeryüzünde kâfirlerden (gerçeği örtenlerden) kimseyi bırakma. Çünkü eğer sen onları bırakırsan, kullarını yoldan çıkarırlar. Kötüden, gerçeği örtenden başkasını da doğurmazlar.”
“Rabbim beni, anamı, babamı, inanarak evime girenleri, erkek müminleri ve kadın müminleri sen bağışla. Zalimlerin helakinden başkasını artırma.” [103]
İşte Nuh'un ulusuna (kavmine) çağrısından ve zalimlerin ona karşı aldıkları konumdan Kur'an'da böylece sözedilmektedir. Ayetler açıkça meseleyi açıkladıkları için yorum yapmağa lüzum kalmamaktadır.
“Her ümmetin bir rasulü vardır. Rasülleri geldiği zaman aralarında adaletle hükmolunur. Ve onlara asla zulmolunmaz.” [104]
Ama insanlar bazen zulmü tercih etmekte hem peygamberlerine zulmetmekte, hem de kendilerinin zalimleri olmaktadırlar.
“Allah, korkudan emin ve sakin bir ülkeyi örnek olarak çıkardı. Rızkı da kendisine bol bol geliyordu. Fakat o ülke Allah'ın iyiliklerine nankörlük etti. Allah da o ülkeyi hareketlerinde direnmeleri yüzünden açlık ve korku giysisi ile donandırdı. Andol-sun ki onlara bir peygamber de gelmiştir. Ama onu yalanlamışlardı. Derken onlar zulümlerini sürdürürken azap yakalayıverdi.” [105]
İşte bunun gibi Medyen kavmi de Hz. Şuayb'e inanmayarak zulmetmeleri yüzünden yok edilmişlerdir.[106]
Semud kavmi de Medyen kavmi gibi hak yoldan uzaklaştıkları gibi zalimlerden olmuşlar ve onların sonuçlarına uğramışlardır.[107]
Kur'an'da Lut kavminden söz edilirken “Ne zaman ki emrimiz geldi, üstünü altına getirdik, tepelerine balçıktan pişirilmiş, istif edilmiş taşlar yağdırdık ki onlar rableri katında damgalanmışlardı. Onlar zalimlerden uzak değildiler.” denilmişti. [108]
Hz. Musa'nın çağrısını yaptığı İsrail ulusu ise onun getirdiklerini terk ederek Allah'tan başkasına taptıkları için kırk yıl Tih çölünde beklemeye terk edilmişlerdir.
Bunlar ve bunlara benzer diğerlerine baktığımız zaman aslında bu kavimlerin kendilerine zulmetmiş olduklarını görmekteyiz. Bu ulusların öykülerinin sonucunun Kur'an'daki anlatımı şöyledir:
“Onlara biz zulmetmedik, ama onlar kendilerine zulmettiler. Bu nedenle Allah'ı bırakıp da taptıkları tanrılar rabbinin emri geldiği zaman onlara hiç bir yarar sağlamadı, zararlarını artırmaktan başka bir işe yaramadı.”[109]
Allah'ın, ayetler, mucizeler göndermesi bazen insanların lehine değil aleyhine olabilir. Çünkü bunlar, çevrelerindeki her akıllının anlayabileceği delilleri görmeyerek bir de gelen bu ayetleri ve mucizeleri kabul etmeyerek ayrıca bunları kabul etmemenin cezasını da çekeceklerdir.
“Bizi ayetler göndermemizden alıkoyan neden ancak öncekilerin onları yalanlamış olduklarıdır. Biz Semud'a gözleri göre göre o dişi deveyi verdik de onun yüzünden zulmettiler; oysa biz ayetleri ancak korkutmak için göndeririz.”[110]
Zulmedenler, kıyıcılar yaptıkları fısktan dolayı azaba düşürülmüşlerdir.
“Zalimleri ise yapmakta oldukları fısklar yüzünden şiddetli bir azap ile yakaladık.”[111]
“Onlar bize zulmetmediler. Fakat kendilerine zulmediyorlardı.” [112]
“Bana haber verin bakalım; Eğer Allah'ın azabı ansızın ya da açıktan gelip size çatarsa zalimler güruhundan başkası helake uğratılmış olur mu?” [113]
Değer yargıları toplumlara, nazariyelere ve hatta bireylere göre değişen bir özellik göstermektedir. Her nazariyenin her toplumun ve her insanın kavramlar konusundaki yargıları da değişiktir. Bütün nazariye ve düzenlerin kavramlarmdaki bu ayrılık, îslâmda da hususi bir şekilde kendini gösterir. İslam bir yaşayış biçimi ve inanç olarak kendisi ile ilgili özel kavramlarını da beraberinde getirmiştir. Onunla ilgili kavramları bütünü içinde kaynağı ile düşünmek gerekir. Özellikle manevî bilimlerde usûl önemli bir yer tutmaktadır. Usulsüz hiçbir bilim yoktur diyebiliriz. Bu nedenle îslamın “ilim - bilim” anlayışını ve- onun bilimsizliğe karşı savaşını kendi bütünü ve kaynağı içinde değerlendirmelidir.
“Bilim adına zulüm” başlığı altında bu bölümü, îslâm'm bilim anlayışı ve onun dışındakilerin bilim anlayışma göre ele almak, incelemek gerekir. Önce İslâm'm sonra İslâm'ın dışındakilerin bilim anlayışları bilinmeden bu konudaki zulüm açıklanamaz.
İslâmm “ilim” anlayışına göre evrendeki tüm olayların bilicisi Allah'tır. Mutlak alim Allah'tır. “Mutlak ilim” de onun yanındadır. Allah insanlara eşya ile insanlar arasındaki (süje - obje) ilişkilerin bir kısmını çözme, kavrama, bilebilme yeteneğini vermiştir. Bununla birlikte elçileri aracılığı ile “sınırları”, “insanların yetenekleri dışında olanları “bildirici”, “bilmedikleri fakat bilmeleri gereken genellikleri” gösterici bir “hidayet” göndermiştir. İnsanların doğuştanlık-larma göre ilmi kavrama olanakları sınırlıdır. İnsanların doğuştanlıklarını takdir eden ve onlara sınırlarını gösteren Allah'ın bu iki “fiil”i arasında bir düzensizlik bir çelişki olamayacağı için insanların bilgisinin kaynağı “Kutsal Kitaplar” ve “peygamberlerin tebliği” dir. İnsanların, gerçeğin bilgisinden bilgi edinme yeteneklerini de “vahy”den sayabileceğimize göre; bilgi vahydir. İnsanın bilgisi vahyden alabildiği kadarıdır. Bu durumda ister deneysel olsun, ister manevi olsun tüm bilimler (Kur'an dışı ayırım) vahye uygun olmak zorundadır. Vahye uygun olmayan (kuramlar) nazariyeler ve kesinleştiği zannedilen, basma bilim sözcüğü eklenmiş görüşler ilimden olma, bilim olma niteliğini kaybetmiş şahsî kuruntu olmaktan öte gidemezler. Bu tip düşünce ve kuruntular vahyin çerçevelediği bilim anlayışıyla çelişkiye düştükleri zaman artık, bilimsel değil “bilim dışı” sözlerdir.
İslamın bu bilim anlayışına karşı, onunla çelişen görüşler bilim dışı kaldıkları için “gayrı îslâmî bilim” anlayışından söz etmek gereksizdir. Çünkü onlar bilim değil “sanı, zan” dırlar. Zan olan yerde bilimden söz açmak lüzumsuz ve hatta imkânsız bir uğraştır.
İnsanlar çoğunlukla gereksiz işlerle uğraşırlar. Emrolundukları gibi yaşamaktansa, düzensiz ve serüvenci bir hayatı üstün tutarlar. Serüvenleri ise sonsuz hayatları üzerine bir kumardır; hiçbir zaman kazanılamayacak bir kumar. Güçlerinin yetmiyeceği sınırları zorlarken haddi aşmış olurlar, bilimden nasiblerini almadan, onu kavramadan, vahyden kaynaklanmadan uğraştıkları bu lüzumsuz işler yüzünden insan türünün çoğu zalim olmuşlar; insanlara, dolayısı ile kendilerine zulmederek sonsuz hayatlarını mahvetmişlerdir.
“Hayır, onlar ilmini kavramadıkları şeyi yalan saydılar. Kendilerine te'vili de gelmemişti. Evvelkiler de böyle yalanlamışlardı. Bak o zalimlerin sonu ne olmuştur.” [114]
İlahi kaynaktan beşlenmeyen bu tip bilimciler uzun çalışmalar, uğraşmalardan sonra ortaya birtakım kuramlar koyarlar. Bu kişilerin evrendeki olaylar karşısında ortaya çıkardıkları bilimsel kuramlar her an yanılma tehlikesi ve imkânı ile karşı karşıyadır. Çoğu zaman da yanılmaktadır. Örneğin:
“İnsan raslantz eseri dünyaya geldi” ya da
“İlk din totemizmdir.”
“Tüm insan eylemlerinin kökeninde ekonomik istemler yatar.”
“Bilimin kaynağı akıldır.” v.b. Bu ve buna benzer görüşler, kendilerini ortaya atan kişilerin kendi dünya görüşlerinin sonucudurlar. Kendi düşüncelerinin dışındaki görüşlerin temsilcileri tarafından reddedilmişler, çürütülmüşlerdir. Şahsi dünya görüşlerinden kaynaklanan bu görüşler çoğunlukla insanlara doğuştanlıklarrnı kaybeetenler tarafından yöneltilmiş, fıtrattan ve vahyden döndürücü görüşlerdir.
Oysa Allah'ın vahyi gerçek ilimdir. “Onlar, kendilerine ilim verilmiş insanların göğüslerinde parlayan apaçık ayetlerdir. Bizim ayetlerimizi zalimlerden başkası inkâr etmez.”[115]
Bunun karşısına çıkanlar ilim - bilim adına zanlanna dayanarak, kendilerine ve insanlara zulmetmektedirler.
“Allah'ın gizlediklerini de açığa vurduklarını da bildiğini bilmiyorlar mı? İçlerinde Kitab'ı bilmeyen ümmiler var. Onlar ancak zandan başkasını da bilmezler.” [116]
Bu zalimler vahyin sözlerini de değiştirirler. “Fakat içlerinde zalimler sözü kendilerine söylenenden başka bir şekle koydular. Biz de üstlerine zulmeder oldukları, için gökten murdar bir azap indirdik.” [117]
Bir kısmını kabul eder bir kısmını hükümsüz sayarlar. Ve en önemlisi ilme dayanmadan insanları saptırmış olurlar.
“Deveden de iki, sığırdan da iki. İki erkeği mi yoksa iki dişiyi mi, ya da bu iki dişinin rahimlerine sarınıp bürüneni mi, haram etti? Yoksa size tavsiye ettiği zaman siz hazır mı idiniz?
İnsanları “ilme dayanmadan saptırmak” için yalan düzüp de Allah'ın üstüne atandan daha zalim kimdir? Şüphesiz Allah o zalimler sürüsüne “Hidayet” vermez.” [118]
Bazıları ise üzerinde bunca kişilerin yollarını saptırıp insanlarm da sapıtmaları için hayatlarını tükettikleri yanlış nazariyelere hiç kaynağını araştırmadan -örtülmüş doğuştanlığının gereği budur- bilim sanatı ile dayanıp yani ilim anlayışını dayandırıp yanlışları kökleştirirler, insanların fıtratlarının örtülmesine sebep olurlar. Fıtratı örtmek için çalışanlar bilmeyerek de yardımcı olsalar kendilerine zulmetmektedirler.
“Allah'a karşı yalan düzenden ya da kendisine hak gelince onu yalan sayandan daha zalim kimdir? Kâfirlere cehennemde barınacak yer mi yok?” [119]
Nemi suresi 44. ayette Belkıs zannına tâbi olarak taptığı şeyden dolayı nefsine zulmetmiştir.
İşte bu ve bunun gibi bütün kuruntu sahipleri aslında kendilerine zulmetmekten başka bir şey yapmıyorlardı. Çünkü onlar sonradan bozulmuş ve üstü küfr tabakaları ile örtülmüş aynı zamanda batıla yöneltilmiş doğuştanlıkları ile zanlarına uyuyorlar, bunu gerçeklik, kesinlik sayıyorlar, diğer insanlara da takdim ederek, onların da doğu ştanlıklarının bozulmasını sağlamış oluyorlardı.
“Hayır. Onlar kendilerine ilim verilmiş insanlarm sinelerinde parlayan apaçık ayetlerdir. Bizim ayetlerimizi zalimlerden başkası bilerek inkâr etmez.”[120]
İlim gerçek anlamı ile Allah'ın yanındadır. İnsanlara ise başlangıçda denildiği gibi vahyden bildirilen kadarı verilmiştir. Bu nedenle insanlar vahyden kendilerine bildirilen kadarı ile ve buna dayanarak yine vahyin bir başka şekli olan fıtri ilimden edinebilme yetenekleri ile ilmi kavramağa çalışmalıdırlar. Vahyden kaynaklanmayan hiçbir görüş ilim değildir, hiçbir kişi de bilgin değildir, aksine zalimlerin en büyüğüdür. [121]
İnsana yakışan Allah'ın dinini yaşamaktır. Bir ülkede mü'minler inançlarının gerektirdiği şekilde yaşıyamıyorlarsa o ülkede zulüm görmektedirler. Eğer oradaki inananlar zulmün kendilerini ezmesine rıza gösteriyorlarsa bu durumda kendilerine yazık ediyorlar, kendi kendilerine zulmediyorlar demektir. Kendilerine zulmetmeleri, Allah'ın emirlerine uymak, dinini yaşamak imkânı varken ya da uygulanan, yaşanan yere geçebilmeleri mümkün iken zulüm ülkesinde dinlerinin gereklerinden hepsini ya da bir kısmını yapamamalarından, yerine getirememelerindendir.
“İnananlar yeryüzünde zulüm görmeyerek yaşayacakları bir yer aramalılar, yoksa oluşturmaya çabalamalıdırlar. Yeryüzünde zulüm kanunlarının geçerli olmadığı ya da müminler için uygulanmadığı yer varken oraya gitmeyip zulüm diyarında çaresiz ve araştırmasız bekleyenler nefislerinin, kendilerinin zalimleridir, zulmlerinin cezasını göreceklerdir.” [122]
“Öz varlıklarının zalimleri olarak canlarını alacağı kimselere melekler derler ki:
“Ne yapıyordunuz?” Onlar:
“Biz yer yüzünde âcizlerdik,” derler. Melekler de:
“Allah'ın yeri geniş değil miydi? Siz oradan hicret edeydiniz ya?” derler.
İşte onlar... onların barınacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir yerdir. Erkeklerden, kadınlardan, çocuklardan, zaaf ve acz içinde bırakılıp da hiçbir çareye gücü yetmeyenler ve bir yol bulamayanlar müstesna. İşte onlar... Allah'ın onları affedeceği umulabilir. Allah çok bağışlayıcı, çok yarlığayıcıdır.” [123]
Peygamberimizin Medine'ye hicretinden sonra Mekke'de kalan mallarını ve mevkilerini kaybetmek istemeyen müslümanlar için inen bu ayet onları Allah'ın emirlerinin rahatça yaşanabileceği yere gitmeye zorlarken, aynı zamanda kendilerine zulmetmemelerini söylüyordu. Yalnız bu ayette hicret etmeye hiçbir yol bulamayanlar, tüm yollara başvurduktan sonra hicreti sağlayamayan acz ve zaaf içindeki kadınlar, çocuklar ve erkekler istisna edilmekte, diğerlerine ise hicret gerekli kılınmaktadır.
Bütün arz, Allah'ın insanlara yararlanmaları için verdiği nimetidir. İnsanların kulluklarını yapabilecekleri zemin yeryüzüdür. Yeryüzündeki herhangi bir ülkede (insanların sınırladıkları ülkelerde), zulüm egemen ve inananlar ibadetlerini (geniş anlamda) istedikleri gibi yapamıyorlarsa, kendilerine bırakılmış, yararlanmaları için yaratılmış “yer”in başka bir bölümünde kulluklarını sürdürmelidirler. Gerek kendilerine zulmeden, gerek insanlara doğuştanlıklarının dışında bir şeyle hükmeden zalimlerin yurdunda müslümanlar fıtratları gereğince yaşamıyorlarsa buna uygun, elverişli yere göçmelidirler. Hicret ibadetini yerine getirmelidirler; zulme uğradıkları için bu zulümden kurtulmaya çalışan, bu yüzden de hicret eden kişilere Allah, uygun yeri bulmaları yolunda yardımını esirgemeyecektir.
“Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenleri biz dünyada elbette güzel bir şekilde yerleştiririz. Ahiretteki karşılık ise daha büyüktür, bilselerdi.
Onlar direnen ve sabredenler ve ancak rablerine güvenip dayanmakta olanlardır.” [124]
Müslümanlar kendi özvarlıklarına zulmeden, zulümde son dereceye ulaşarak insanlara da zulmü uygulamak istiyenlerin ülkelerinde bulunabilirler. Bu zalimlerin güçleri çok fazla olabilir. Ama bütün bunlara rağmen:
“Siz özvarlıklarına zulmedenlerin ülkelerine de yerleştiniz. Onlara yaptıklarınız sizin için meydana çıktı, size birçok örnekler de gösterdik. Zalimler birtakım tuzaklar kurmuşlardı. Oysa onların tuzaklarından dağlar yerinden oynayıp gitmiş bile olsa Allah'ın onlara cezaları vardır.”[125]
İnsanın zulmedenlerden olmaması gerektiği gibi zalimlerle birlik de olmaması, onların eylemlerine katılmaması gerekmektedir. Dar anlamı ile kişisel zulüm, geniş ve uluslararası anlamı ile kitlesel zulüm (emperyalizm) müslümanın kendisi ve dışındakiler için karşı çıkması gereken olgulardandır. İnsanların üzerinden zulmü, kıyıcılığı, emperyalizmi kaldırmağa çalışmak müslümanın fıtrî görevidir. İnanan kişi bunları yeryüzünden kaldırmağa çalışmalı, hiç olmazsa, işbirliğinden kaçınmalı, kendini zulme bulaştırmamahdır.
“Zulmedenlere meyletmeyiniz. Sonra sizi ateş gibi çarpar. Zaten sizin Allah'tan başta dostunuz yoktur. Sonra yardım da göremezsiniz.”
İşte Kur'an'daki bu anlatıma göre müslümanların müslüman olmayanlardan, zalimlerden dostları yoktur. Diğer insanlar zaten müslüman olmayarak, Allah'ın hakimiyetini kabul etmeyerek inananlardan ayrılmışlardır. Onlarla beraber olmak müslümanlann Allah'tan olan yardımlarının kesilmesini doğuracaktır. Bir müslüman için bundan daha acıklı bir durum olamaz. Ayrıca Allah zalimlere hiçbir şekilde yardım edilmemesini, aksi takdirde bunun da zulüm olacağını bildirmiştir. Kesin olarak müminlere zulmedenlerle birlik olmak reddedilmiştir.
“Allah sizi ancak sizinle din savaşı yapmış, sizi yurtlarınızdan çıkarmış, çıkarılmanıza arka çıkmış olanlarla dostluktan men eder. Kim onları dost edinirse bunlar zalimlerin kendileridir.” [126]
Bu ayetle sadece zalimlerle dostluk değil, ne için olursa olsun zalimlerle işbirliği yapanların da zalim olacaklarını, zalimlere yardım edenlerin, onları üstün sayanların onlara gerektiğinden fazla değer verenlerin yerleri cehennemin yakıt deposu olduğu halde onları üstün tutanların hepsi zalim olarak ilan ediliyor.
“İnananlar! Babalarınızı, kardeşlerinizi -eğer küfrü sevip, inanmağa yeğ tutuyorlarsa- dostlar edinmeyiniz; İçinizden onların dostluğunu kabul edenler zalimlerdir.” [127]
İnananlar aralarında yakın münasebet bulunan kimselerin zalim olanları ile de dostluk kurmamalıdırlar, inananlardan (müminlerden) başka hiç kimseyi dost saymamalı, onlara güvenmemeli, ilişkilerini zulmün çerçevesi içine girmeyecek şekilde düzenlemelidirler. Allah, Ehl-i Kitap'tan oldukları halde Yahudileri ve Nasranileri (Hristiyanlar) bile dostlar edinmemizi söylemiş, onların ancak kendilerinin dostları olabileceklerini bildirmiştir.
“İnananlar! Yehud ve Nasara'yı dost saymayın, onlar ancak birbirlerinin dostudurlar. İçinizde kim onlara yardakçılık ederse onlardan sayılır. Allah zalimleri doğru yola çıkarmaz.” [128]
İnananlar için çeşitli hayat biçimleri vardır. İnsan çok değişik yerlerde yaşayabilir. İyi ya da kötü hayatını sürdürebilir. Ama önemli olan emrolunduğu gibi yaşamak, insan olarak fonksiyonunu yerine getirmektir. İnanmanın gerektirdiklerinden biri de inandığı gibi yaşamağa çalışmak, zulme karşı çıkmak, ona boyun eğmemektir. Müslüman, Allah'ın istekleri doğrultusunda yaşarken zalimler de kendi yerlerinde ayrıca yaşamlarını sürdüreceklerdir. Zulümlerinde aşırı giderek onu inananların üzerine de teşmil etmeye (yaygınlaştırmaya) çalışacaklardır. Bu durumda müslünıanlarm görevi, inanmayanların zulümlerini kabul etmemektir. Ayrıca müslüman kendi üzerinde başkasının hakkını bırakmadığı gibi kendi hakkını da başkasının üzerinde bırakmamalıdır. Onun tüm haklarını almak, korumak, bir vazifesidir.
“Ancak inanan ve salih amelde bulunanlar, Allah'ı her zaman zikredenler ve zulme uğradıkları zaman öçlerini alanlar böyle değildir. O zalimler yakında hangi sarsılış ile sarsılacaklarını bileceklerdir.” [129]
İnananları yok: etmeye kalkanlar, onlara savaş açanlar zalimlerdir. Müminlere, zulmü üzerlerinden gidermek için savaş açma izni verilmiştir. Bu izin ile müslümanlar ancak haksızlığa uğradıkları zaman onu kaldırmak için savaşmak zorunda oldukları gibi dünyadaki tüm haksızlıklara, emperyalist (zalim, haksız) her harekete de savaş açmak zorundadırlar.
“Kendileri ile savaş edilenlere uğradıkları o zulümden dolayı (Karşılığa) izin verildi. Kuşkusuz Allah onlara yardım etmeğe gücü yetendir.” [130]
Bunun daha ilersinde kâfirlerle, gerçeği örtenlerle yeryüzünde Allah'ın yolundan ayırıcı, insanların tabiî eğilimlerini engelleyici bir fitne kalmaymcaya kadar savaşmaya ve din, yeryüzündeki tek egemenlik Allah'a ait oluncaya kadar cihad etmeye Kur'an'da teşvik vardır. Bundan kaçanlar zalimler olarak belirtilmekte ve ancak zalimlere düşmanlık olduğu söylenmektedir.
“Onlarla fitne ortadan kalkıncaya ve din Allah'ın oluncaya kadar savaşın. Zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur.” [131]
İşte böylece zulme, zalime karşı savaşa çağrılan inananların zulme baş eğmeleri değil ona baş kaldırmaları, bunun için ellerinden geldiğince hazırlıkta bulunmaları gerekmektedir.
“Siz de onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve bağlanıp beslenen atlar hazırlayın ki bununla Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilemediğiniz fakat Allah'ın bildiği diğerlerini korkutasınız. Allah yolunda ne harcarsanız size eksiksiz ödenir ve asla zulme uğratılmazsınız.” [132]
Kur'an'da insanların zulme rıza göstermemeleri, onunla, savaş etmeleri, her türlü haksızlığa karşı çıkmaları bildirilirken, aynı zamanda zulme rıza göstererek kendilerinin zalimleri olan eski toplumların durumlarından da örnekler verilmiş, bu mesele canlı ve açık bir şekilde anlatılmıştır. Zulme rıza gösteren eski toplumlardan bizlere örnek verilen bazılarının hikâyelerini aşağıda sunuyoruz:
“Bir zamanlar Musa, kavmine şöyle demişti:
“Kavmim, Allah'ın size verdiği nimetini düşünün çünkü içinizden peygamberler çıkardı. Sizi egemen yaptı ve size alemlerden hiç birine vermediğini verdi.”
“Kavmim, Allah'ın size yazdığı kutlu yere girin geri dönmeyin; yoksa dağınıklığa düşer perişan olursunuz.”
“Musa, dediler, orada bir kavim var ki hepsi zorlu (zorlayıcı). Onlar oradan çıkmadıkça biz giremeyiz. Ancak çıkarlarsa gireriz.”
Onların korktukları kimselerden Allah'ın inanç nimetine kavuşturduğu iki er çıktı ve:
“Üzerlerine saldırıp kapıyı tutun. Bir kez oraya girdiniz mi yenmişsiniz demektir. Hadi gerçekten inananlardansanız. Allah'a tevekkül eden kişilerden olunuz,” dediler.
“ Musa, dediler. Onlar orada bulundukça biz hiç bir zaman oraya giricilerden olmayacağız. Hadi sen Rabbine git. İkiniz harbedin işte biz burada kalıcılarız. Musa:
“Ya Rab, görüyorsun ben kendimle kardeşimden başkasına söz geçiremiyorum. Artık bizimle o fasıklar topluluğunun arasını ayır,” dedi. Allah (buyurdu ki) :
“ Artık o yer onlara kırk yıl haram kılındı. Oldukları yerde dönüp sersem sersem duracaklar. Artık acıma o fasık kavme.” [133]
“Onlara Adem'in iki oğlunun öyküsünü gereğince oku. Hani her ikisi de birer yakınlık sundular da birinden kabul olundu, ötekinden kabul olunmadı. Biri:
“Seni mutlaka öldüreceğim,” dedi. Öteki:
“Yok, dedi. Allah ancak korunanlardan kabul eder. Yemin ederim ki sen beni öldürmek için bana el uzatırsan da ben sana öldürmek için elimi uzatacak değilim. Ben Alemlerin rabbı olan Allah'dan korkarım. Ben isterim ki sen benim günahımı kendi günahını da yüklenip gidip o ateşe layıklardan olasın.”
Zalimlerin cezası işte budur.” [134]
Bu iki ayete baktığımız zaman insanların lüzumsuz korkulara, heyecanlara kapılarak zulme rıza göstermeleri, onu kabul etmelerinin onları nasıl helake götürdüğünü, nasıl azaba, ateşe sürüklediğini ve zulmü kabul etmeyenlerin ise Allah'dan korkularından dolayı bu işi yaptıkları için mükâfatlandırılacaklarını açıkça görmüş oluruz. [135]
Kur'an'da insanların sorunları için çözüm yolları gösterilirken, çoğu yerlerde hikâye (kıssa) metodu kullanılarak örnekler verilmiştir. Zulüm kavramı anlatılırken de bu usûl bazı yerlerde kullanılmıştır. Kur'anda zalimlerin durumlarını tasvir eden ayetlerden bazılarını aşağıda sıralıyoruz:
1- “Biz daha önce İbrahim'e de rüştünü verdik ve biz onu bilenlerdendik. O zaman babasına ve kavmine:
“Sizin taptığınız bu heykeller nedir?” dedi. Onlar:
“Biz atalarımızı bunların üzerinde bulduk,” dediler. O da:
“Gerçekten siz de, atalarınız da apaçık bir sapıklık içindesiniz,” dedi. Onlar:
“Sen bize gerçeği mi getirdin, yoksa şakacılardan mısın?” dediler. O:
“Hayır, dedi. Sizin Rabbiniz hem göklerin, hem yerin Rabbidir ki bunları yaratmıştır. Ben buna şahidim.
Allah'a iyemin ederim ki siz arkanıza dönüp gittikten sonra ben putlarınıza bir pusu kuracağım.”
Derken, o bunları paramparça etti. Yalnız büyüğünü, belki ona başvururlar diye bıraktı. Onlar:
“Bizim tanrılarımıza bunu kim yaptı? dediler. Galiba zalimlerden biri olacak. İbrahim denen bir gencin bunları diline doladığını işitmiştik, o halde İbrahim'i insanların önüne getirin belki onlar aleyhine tanıklık ederler.”
“İbrahim, dediler, sen mi tanrılarımıza bu işi yaptın?”
“Bu işi onların şu büyük olanı yapmış olabilir. Söylemeye güçleri yetiyorsa onlara sorun.”
Bunun üzerine (İbrahim kavmi kendi kendilerine) birbirlerine:
“Kuşkusuz zalimler sizsiniz dediler.” [136]
2- “Onlara iki adamı örnek ver. Biz onlardan birine iki tane üzüm bağı vermiş, çevrelerini hurmalıklarla donatmış ve ortalarına da bir ekinlik yapmıştık. Bu iki bağ eksiksiz olarak ürünlerini vermişlerdi. Aralarından bir de ırmak fışkırtmıştık.
Adamm başka geliri de vardı. Derken o, konuşurken arkadaşına:
“Ben malca senden zenginim. Toplulukça senden güçlüyüm” dedi.
O, kendine böylece zulmederek bağa girdi.
“Bunun sonsuza dek yokolacağmı sanmıyorum, dedi. Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Eğer ben rabbime döndürülerek götürülursem, vallahi, bundan daha iyi bir sonuç bulurum.” Arkadaşı ona:
“Seni bir topraktan, sonra da bir damla sudan yaratıp, yine bu içinde bulunduğun düzeye getiren Allah'ı kabul etmeyerek inkâr mı ediyorsun?” diye cevap verdi. Fakat ben:
“O Allah benim rabbimdir. Rabbime hiç bir varlığı ortak tutmam ben.”
Bağına girdiğin zaman “Bu Allah'ın dilediğidir. Allah'dan başka bir kuvvet sahibi yoktur” demen gerekmez miydi? Malca ve çoklukça beni kendinden güçsüz görüyorsan, Rabbimin bana senin bağından daha hayırlısını vermesi, seninkinin üstüne gökten yıldırımlar göndererek kaygan bir toprak haline getirmesi mümkündür. Ya da olabilir ki suyun, yerin dibine çekilir de sen onu bir daha arayıp bulmaya güç yetiremezsin.
Sonunda tüm serveti kuşatıldı. Uğrunda harcadıklarına karşı avuçlarını ovuşturakaldı. Çardakları da yere çökmüştü. Keşke: “Rabbime ortak koşmasaydım,” diyordu. Ona Allah'dan başka yardım edecek biri kalmamıştı. Kendisi de öç alabilecek güçte değildi.
İşte burada yardım ve hüküm Allah'ındır. O doğrulukça da hayırlıdır, sonuçça da hayırlıdır.”[137]
3- “Allah kimi şaşırtırsa bundan sonra onun koruyucusu yoktur. Zalimleri azabı gördükleri zamangöreceksin.” “Geri dönmeye bir yol var mı?” diyeceklerdir. Onların ateşe arzolunurken alçak bir durumda boyunlarını büke büke göz ucuyla baktıklarını göreceksin. İnsanlar onlara şunu derler;
“Gerçek çaresizler kıyamet günü kendilerini de yandaşlarını da çaresiz bırakanlardır.
Gözünüzü açın zalimler sürekli bir azab içindedirler.” [138]
4- “Onlar yerde gezip kendilerinden öncekilerin ne olduklarını görmediler mi? Öncekiler kuvvet bakımından daha üstün idiler. Toprağı ekmişler, alt üst etmişler, bunları daha bayındır hale getirmişlerdi.
Peygamberleri onlara da nice nice deliller getirmişti. Demek Allah onlara zulmetmiyordu. Onlar kendilerine zulmediyorlardı.” [139]
5- “Kuşkusuz Rabbin o kendi yolundan sapanı çok iyi bilendir. O doğru yoldakileri de çok iyi bilendir. Artık o yalanlayanları tanıma.
Sen onlara yağcılık yapasın, onlar sana yağcılık yapalar, onlar bunu isterler.
Son derece yemin edici, değersiz, çekiştirici, koğuculuk için gezen, hayır yapmayı engelliyen, aşırı haksızlık yapan, çok günahkâr, kaba, haşin, bütün bunlardan başka kulağı kesik (soysuzlukla damgalanmış) kişiyi tanıma, mal ve oğulları var diye.
(Bunlar) karşılarında ayetlerimiz okunduğu zaman “öncekilerin masalları” demişlerdir.
Biz yakında onun burnuna (hortumu üzerine) damga basacağız.
Biz o bahçe sahiplerini nasıl belaya uğrattı isek, bunları da belalandırdık.
Onlar sabah olunca bahçeyi devşireceklerine, biçeceklerine yemin etmişlerdi. Bunu kesin olarak söylemişlerdi.
Oysa onlar uyurken hemen Rabbinden gizli bir bela sardı da o simsiyah kesiliverdi. Sabaha karşı birbirlerini çağırdılar:
Ürünlerinizi devşirecekseniz erkence çıkın, dediler. Aralarında fısıldaşarak erkence yola çıktılar:
“Sakın bugün hiçbir yoksul karşımıza çıkıp oraya girmesin, (diye)
Sanki onları engellemeye gücü yeteceklermiş gibi.
Fakat bahçeyi görünce “herhalde biz yanlış gelenleriz.” dediler.
“Hayır biz mahrumlarız.” Ortancaları:
“Ben size demedim mi kesinlikle Allah'ı tenzih etmeli değil mi idiniz?” dedi.
“Seni tenzih ederiz Rabbimiz, gerçekte biz zalimlermişiz,” dediler.”[140]
6- Genel anlamda zalimlerin Allah yanındaki durumlarını gösteren ayet.
Capcanlı, her an gözümüzün önündeki insanların yaşayışlarını ilahi ifade ile gözümüzün önüne seren, onları bir genelleme ile örneklendiren Allah kelamı:
“Binasını Allah korkusu üzerine kuran kişi mi hayırlıdır, yoksa yapısını yıkılacak bir yarın (uçurumun) kenarına kurup da onunla birlikte kendisi de cehennem ateşine çöküp giden mi? Allah zalimler kavmine hidayet etmez.” [141]
İbadet için yaratılanlar sadece insanlar değildir. Cinler de kulluk için yaratılmışlardır.
“Ben insanı ve cinni ancak bana kulluk etmeleri için yarattım.” [142]
Cinler de insanlar gibi mükellef varlıklardır. Onların da iyileri kötüleri vardır. Kur'an'da cinlerin zalimlerinden şöyle bahsediliyor:
“O hepsini toplayacağı gün:
“Cin topluluğu gerçekten şu insanoğluna etmediğinizi bırakmadınız,” der. Cin topluluğunun dostları olan insanlar:
“Rabbimiz diyecekler, birbirimizden yararlandık. Ve bizim için tesbit ettiğin ecele ulaştık. Allah:
“Ateş barmağımzdır diyecek, Allah'ın dilediği zamandan başka hepiniz oradasınız. Gerçekten Rabb'in hakim ve alimdir.
İşte biz zalimlerin kimini kimine kazandıklarından dolayı böyle musallat ederiz.
“İnsan ve cin topluluğu! Aranızdan size ayetlerimi anlatır, bu buluşacağınız günü haber verir peygamberler gelmedi mi?”
“Kendi aleyhimize şahitlik ediyoruz,” dediler. Dünya hayatı onları aldattı da öz-varlıklarının üzerine gerçeği örtücü olduklarına tanıklık ettiler.” [143]
Dikkat edersek bu ayetlerde cin toplumundan olanlarla insanlar arasındaki bir yardımlaşmadan, insanların cinlerle ilişkilerinden söz edilmektedir. İnsanların iyilikte ve kötülükte yardımlaşmaları normal olaylardandır. Yaşayış tarzları ayrı olan cinler de insanlara benzer bir şekilde yaşamakta haksızlık, iyilik, kötülük gibi özellikler taşımaktadırlar. Ama önemli olan insanlar ile cinler arasındaki yardımlaşmadır. Ayetlerin gösterdiğine göre, zalim cinler insanlara şu veya bu şekilde zulümde yardımcı olmaktadırlar.[144] Zaten zalimlerin en büyüğü olan İblis de cinlerdendir. [145]
Kur'an'a göre zulmün ne olduğunu anlatmağa çalışırken, onun insanla çevresindekiler ve kendi özvarlığı arasında meydana gelen bir olay olduğunu söylemiştik. Zulüm gerek insanla dışındakiler gerekse insanla özvarhğı arasında olsun iki nesneyi ilgilendirince ortaya bir zulmeden, bir de zulme uğrayan çıkmaktadır. Haksızlık eden, kendine kıyan, işi gereği gibi yapmayan anlamlarına gelen zalim kavramı geniş olarak düşünülürse kişi için müstebit (istibdat), toplum ya da cemiyet için emperyalizm anlamlarını da içermektedir. Ancak burada düşüncemizi daha detaylı olarak ortaya koymak zorunluluğu çıkıyor. İlk zalim, Allah'ın Hz. Adem'i yaratınca ona secde etme emrine başkaldıran İblis'tir. Bu ilk zalim olan İblisten itibaren dünya tarihinde gerek Allah'ın emrine uymayarak, gerekse insanları onların istemedikleri biçimde yöneterek zalimliklerini ilan eden pek çok zalimler geçmiştir. Neron'dan ilk Nasranîleri diri diri kaplanlara yiyecek yapan Romalılara, kendini tann olarak ilan edip halkına istediğini yaptıran Firavunlara, “Beni, Allah müslümanların başına bela gönderdi”. Diye dünyanın bir yarısını yakıp yıkıp yerle bir eden Cengize, tahrif ettikleri din adına insanları uyutan zalim Hristiyan - Yahudi ve batıl din sahibi din adamlarına, Allah'ın yolundan sapmış, fıtratını bozmuş ve bu bozuk, örtülü fıtratlan ile insanların fıtratlannı örtme yolunda yarışa girmiş kuramcılara, gerçeği bilerek ya da bilmeyerek örtmekte olan azgınlara kadar hepsini, yukarda belirttiğimiz iki zulüm çerçevesine alarak onlara zalimler admı vermek gerekmektedir. Bu arada müslüman olmadığı için zalimlerden olmakla birlikte, fıtratlarına uygun düzeni arama hürriyetleri kısıtlanmış olanların bir dereceye kadar özgürlük çabaları, zulme başkaldırmak olarak nitelendirilebilir. İnsanlara fıtratlarına uygun yaşama hakkı verenler daha az zalim olarak nitelendirilebilirler. Biz burada şimdiye kadar yapılmış, Kur'anî olmadığını tahmin ettiğimiz sığ zalim ve zulüm anlayışının dışına taşarak Allah'ın hükümranlığına giren tüm konularda haksız uygulamalarda bulunan kişileri zalimler tanımımızın içine dahil etmekteyiz.
Zalim ile mazlum arasındaki ilişkinin durumu veya zalimlerin ve mazlumların durumlarını, Kur'an'm zaman ve mekân sınırını aşan eşsiz yorumunu göz önünde bulundurarak ondan aldığımız aşağıdaki ayetlerle anlamak daha kolay ve doğruya yakın olacaktır.
1- “Onlara, kendisine ayetlerimizi verdiğimiz kimsenin haberini de oku ki o bunlardan sıyrılıp çıkmış, derken şeytan onu arkasına takmış, sonunda azgınlardan olmuştu. Dileseydik onu bununla yükseltirdik. Ama yere saplandı. Hevasına uydu. Artık onun niteliği üstüne varınca dilini sarkıtıp soluyan ya da kendi haline bırakılınca dilini uzatıp soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte ayetlerimizi yalan sayan kavmin niteliği budur. Artık sen bunu anlat belki iyice düşünürler.
Ayetlerimizi yalanlayarak Özvarlıklarına zulmetmekte olan kavimlerin hali ne kötüdür.”[146]
2- “En büyük zalim İblisin öyküsü: “Hani biz, meleklere:
“Adem'e secde edin, demiştik de İblis'ten başkası hemen secde etmişlerdi. O cinlerden olduğu için rabbinin emrinden dışarı çıkmıştı. Şimdi siz beni bırakıp da onu ve soyunu, sizin düşmanımzken dostlar edinir misiniz? Zalimler için ne kötü bir değiş-tokuş bu. Ben ne göklerin ve yerin yaratılışında, ne kendilerinin yaratılışında onları şahit, tutmadım. Saptırıcıları da yardımcı edinmiş değilim.” [147]
3- “Allah'a karşı yalan düzüp uyduran ya da kendilerine hiç bir şey vahyedilmemişken “bana da kitap vahyolundu” diyenden, bir de “Allah'ın indirdiği gibi ben de indireceğim” diyenden daha zalim kimdir. Ölümün çarpıcıhğı içinde meleklerin ellerini uzatarak:
“Gücünüz yeterse canlarınızı kurtarın. Allah'a karşı söyleyip durduğunuz, onun ayetlerinden kibirlenerek bahsettiğiniz için bugün aşağılayıcı azap ile cezalandırılacaksınız, dedikleri zaman sen onları görmeli idin.”
4- “Rablerinden bir ihtar gelmeye dursun onlar bunu alaya alarak ve kalpleri oyuna dalarak dinliyorlardı. Zalimler gizli fısıltı ile şöyle konuşuyorlardı:
“Bu sizin gibi bir insandan başka mıdır? Kendiniz göre göre şimdi sihre mi inanacaksınız?” [148]
5- “Gerçekleri gördükleri halde maddi menfaatlerini veya kişiliklerini öne sürerek ondan yana olmayanlar.
“Tevrat'ı yüklenip de sonra onun (muhtevasını) yüklenmeyenlerin hali koca koca kitaplar taşıyan eşeğin hali gibidir. Allah'ın ayetlerini yalanlayan topluluğun niteliği çok kötüdür. Allah zalimler topluluğunu başarıya, ulaştırmaz.” [149]
6- “Kendisine rabbinin ayetleri ile öğüt edilip yüz çeviren, iki eliyle önüne sürdüğünü unutandan daha zalim kimdir? Biz onların kalplerine onu iyice anlamalarına engel perdeler, kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen onları doğru yola çağırsan da böyleyken doğru yola gelmezler.”[150]
7- “Gerçeği örtenler:
“Biz ne bu Kur'an'a ne de ondan öncekilere inanırız,” dediler.
O zalimler rableri önünde tutuklu durumda iken: sözü birbirleri arasında evirip çevirerek zayıf olanlar büyüklük taslayanlara:
“Siz olmasaydınız, biz inananlardan olmuştuk,” derler. Büyüklük taslayanlar da zayıf sayılanlara:
“Size hidayet geldikten sonra biz mi sizi ondan çevirdik, hayır, siz kendiniz suçluydunuz,” derler.
Görülmeğe değer bir manzara.” [151]
8- “Yeryüzünde fesat çıkarmak ya da fesada engel olmamak zulümdür. Dünya refahının ardına düşmek, sonunda günahkâr olmak insanı zalim yapar.” [152] Fitne çıkarmak da zulümdür. Fitnenin yalnız zalimlere zararı olmaz.
“Bir de öyle fitneden sakının ki o içinizden yalnız zalimlere zarar vermez. Hem tulin ki Allah azabı zorlu olandır.”[153]
9- Zalimler genellikle emrolundukları gibi yaşamak yerine nefsi istekleri yönünde yaşantürını düzenlerler. Bunun için onlar Allah'ın sözlerini istedikleri gibi değiştirip, işlerine geldikleri gibi yorumlarlar.
“Artık onların inanacaklarını umar mısın? Onlardan bir grup vardır ki Allah'ın kelamını dinlerlerdi de sonra onu akıllarına uygun geldiği şekilde değiştirirlerdi. Bilerek yaparlardı bunu.” [154]
“Fakat içlerinde zalimler sözü kendilerine söylenenden başka şekle koydular. Biz de üstlerine zulmeder oldukları için gökten murdar bir azap indirdik.”[155]
Onlar gerçekleri gizlerler, Allah yoluna engeller koyarlar, insanları kulluk yapmaktan alıkoy arlardı.
“Gerçekten Hakikati gizleyenler, Allah'ın yolundan ve yerli ve misafir insanları eşit kıldığımız Mescid-i Haramdan alıkoymakta olanlar... Kim orada zulüm ve ilhada yeltenirse biz ona acıklı bir azap tattırırız.”[156]
“Allah'ın mescidlerinden adının anılmasını yasaklıyanlardan, mescidlerin harap olmasına koşanlardan daha zalim kimdir? Zalimler oralara ancak korka korka girebilmelidirler. Dünyada rüsvaylık onlarındır. Ahirette en büyük azap yine onların.” [157]
10- “Gerçekleri inkâr edip kâfir olanlar ve zulmedenler... Allah onları asla yarlığayacak değildir. Onları cehennemin yolundan başka yola da sokmayacaktır. Orada süresiz kalıcıdırlar. Bu iş Allah için pek kolaydır.” [158]
“Onlar, Allah'ın yolundan engelliyenler, o yolu eğriltmek isteyenlerdir. Ahireti de inkâr edicidirler onlar.” [159]
11- Zalimler zanlara uyarlar. Onların yollan ilmin dışındadır. Kesinliği yoktur. Varsayılmış, kuruntu ve vehimlerinin gösterdiği yöne doğru başlarını almış gitmektedirler.
“Onlar, gizlediklerini de açıkladıklarını da Allah'ın bildiğini bilmiyorlar mı?
İçlerinde sadece kuruntudan başka bir-şey bilmeyen, kitabı da bilmeyen ümmi kişiler de var.
Sadece zanna uyarlar onlar.
Kitabı kendi elleri ile yazdıktan sonra bunu, Allah'tan diye ucuza satanlara yazıklar olsun.”[160]
12- “Size ne oluyor ki Allah yolunda acz ve ızdırap içinde bırakılıp:
“Rabbimiz, ahalisi zalim olan şu ülkeden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize yanından bir yardımcı yolla, diyen erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda zalimlere çarpışmıyorsunuz.”[161]
Bu anlatılan ve gösterilenlerin önümüze koyduğu korkunç tabloya rağmen Allah kullarına zulmetmek istemez. Allah'ın zerre kadar haksızlık etnıiyeceği kesindir.[162] Buradan hareket ederek mazlumların durumunu kestirmek mümkündür. Allah kullarına zulmetmeyince zalimlerin haklarını gasbettiği kimseler ellerinden geleni yaptıktan sonra işi Allah'a bırakacaklardır. Hakların verilip alındığı, insanların hiçbir haksızlığa terkedilmediği, sınavların değerlendirileceği yerde mazlumlar haklarını alacaklardır. Yalnız unutulmaması gereken mesele zulme boyun eğmeme meselesidir. Çünkü açıklandığı gibi zulme rıza zulümdür. Elinden geleni yaptığı halde zulme uğrayan kişi geleceğini garantileme yolundadır. [163]
İnsanların zulümde çok ileri gittikleri, inanmayan herkesin gerçeği örttüğü için zalim olduğu, inananların bir kısmının ise gereği gibi uyamamalan, dininin emirlerini yerine getiremedikleri için zalimler olduklarını gördük. Bu iki zulüm arasında büyük fark olduğu ilk bakışta anlaşılabilir. Çünkü birinde tümü ile isyan ve sonunda inkâr olduğu için zulüm var, ikincide ise geçici bir zulüm var. (Buradaki zulmü günah ya da hata olarak nitelemek gerekir.)
İnsanlar her ne kadar dışlarından bir etki ile zulmeder gibi görünüyorlarsa da, aslında onları doğuştanhk özelliklerine göre düşünürsek meselenin böyle olmadığı ortaya çıkar. İnsanların bu acıklı durumlarına rağmen Allah hiçbir zaman zulmü istemez ve zulmetmez. Allah kullarına zulmetmek istemediği için onları kendi ilahlığını kavrayabilecek ve böylece ona kulluk yapabilecek bir özellikte yaratmıştır. İnsanlar kul olarak, kulluk edecek biçimde yaratıldıkları halde onlara zaman zaman elçiler göndermiş, çeşitli psiko-sosyal durumlarında akıllarını başlarına almaları için mucizeler, olağanüstü olaylar göstermiştir.
“Her ümmetin bir rasulü vardır. Rasulleri geldiği zaman aralarında adaletle hükmolunur ve onlara asla zulmedilmez.” [164]
Allah insanlara gücünün yeteceğinden daha fazlasını yükleyerek güç durumda bırakmaz. Onun elçileri aracılığı ile bildirdikleri, insanlara güçlükler çıkaran, gereksiz yereyoran teklifler, zorunluluklar değil, onları kurtuluşa çağıran, kurtuluşun yolunu gösteren, bir nimettir.[165] Ama bu nimetler insanların bir bakıma yararına olduğu gibi, onu da kabul etmeyecek şekilde doğuştanlıklannı bozmuş olanlar için bunları da inkâr edebileceklerinden azap kaynağıdır da. Bu nedenle mucizeler ve olağanüstü olaylar çok az gösterilmiş ve insanlarm zararına olmasın diye bunlar kısıtlanmıştır,
“Bizi ayetler (mucizeler) göndermekten alıkoyan neden, ancak öncekilerin onları yalanlamış olduklarıdır. Biz Semud'a gözleri göre göre o dişi deveyi verdik de onun yüzünden zalimler oldular. Halbuki biz ayetleri ancak kurtarmak için göndeririz.” [166]
İnsanlar, insan olmaları nedeniyle hata; yapabilirler. Ellerinde olmayarak, istemeyerek, ya da bilmeyerek, kendilerine veya başkalarına haksızlık edebilirler. Sonradan yaptıklarının bilincine vararak tövbe ederlerse Allah zulmü istemediği için onları bağışlayacaktır.
“Şüphesiz Allah insanlara hiçbir şeyle zulmetmez. Lâkin insanlar kendi kendilerine zulmederler.” [167]
“Fakat o yaptığı haksız hareketten sonra tevbe eder, kendisini düzeltirse Allah onun tevbesini kabul eder.” [168]
Ama zulmünde ileri gederek bunu Allah'a isyan haline getirirse o zaman Allah'ın laneti onların üzerine olur. Allah kulları için esirgeyici ve yarhğayıcı olduğundan onları hiçbir zaman mağdur duruma sokmaz. Bu nedenle onun bütün tevbeleri kabul edeceği umulur. O kendine zulmetmiş olanların tevbesini bile kabul edicidir.
Allah kulları ve alemler için zulmü irade etmez, istemez. Onun düzeninde bir uyumsuzluk olmadığı gibi, ona itaat edenler, tâbi olanlar da en uygun yolu seçmişlerdir. Evrenin düzenleyicisi olan Allah, kullarına zulmedecek değildir. İnsanlar hiçbir zaman zulme uğramıyacaklardır.
“Ahalisi muslin olmuş bir ülkeyi sadece zulümleri yüzünden helak edecek değildir.” [169]
İnsanlar ahirette yaptıklarının tam karşılığını alacaklardır.
“Ey cin ve ins cemaatı, içinizden ayetlerimi aktarır, bu gününüzün gelip çatacağını bildirir peygamberler gelmedi mi?
“Ey Rabbimiz diyecekler, aleyhimize şahitlik ederiz. Dünya hayatı onları aldattı da kâfir olduklarına kendi aleyhlerine tanık oldular.
Bu, ülkeleri halkı gafil iken zulüm yüzünden Rabb'inin helak edici olmadığındandır.” [170]
“O gün herkes öz varlığı iğin uğraşacak. Herkes ne yaptıysa kendisine eksiksiz verilecek. Onlara asla zulmolunmayacak.” [171]
Zaten ahiret Allah'ın kulları için zulmedici olmaması sebebiyle kurulmuş bir mizan, bir düzendir.
“Bunun sebebi ellerinizin önce yaptığıdır. Bir de Allah'ın kullarına zulmedici olmadığıdır.” [172]
“İşte bu da indirdiğimiz feyz kaynağı kitaptır. Artık bana tabi olun ve kötülükten kaçının ki esirgenmiş olasınız.
“Bizden evvel kitap yalnız iki taifeye indirildi biz ise onların okuduklarından kesin olarak gafillerdik dememeniz için.
“Bize de kitap indirilseydi onlardan fazla hidayete ererdik, dememeniz için. (indirdik.)
İşte size rabbinizden apaçık bir beyyine, bir hidayet, bir rahmet gelmiştir. Artık Allah'ın ayetlerini yalan sayandan, onlardan yüz çevirenden daha zalim kimdir. Biz ayetlerimizden yüz çevirenleri bu nedenle yaman bir azap ile cezalandıracağız.” [173]
Yeryüzünde hakimiyet, bütün genişliği ve içeriği ile Allah'ındır. Yaratıcının yaratıklar için hayat biçimlerini tesbit ettiğini, onların sınırlarını ve görevlerini belirlediğini daha önceki bölümlerde görmüştük. Burada sınırları aşanların, haddi çiğneyenlerin durumlarını göreceğiz.
İslama göre insanın hayatını inançlar ve ameller olarak değerlendirmek mümkündür. Kur'anda ve önceki kitaplarda inanca ait hükümler olduğu gibi pratik hayata, amellere ait hükümler de vardır. Dikkat edecek olursak, insanın bütün hayatı biçimlendirilmiştir bu kitaplarda. Peygamberler insanlara hayatları ile örnek olmuşlardır. Kutsal kitaplarda örnekleri ile bilinçli bir yaşama tarzı gösterilmiştir. İnsana yaşaması gereken hayat her yönüyle açıklanmıştır. İnsan zamanın gelişen ve yenileşen sorunlarını kaynağına göre uygulama yeteneğine de sahiptir. Bu yeteneği ve kendisine verilmiş ilahi Kitab'a sahip olan insan, kendisine çizilen yolda inançla ve bilinçle yürüyecektir; sınırlarını aşmayarak, koruyarak, fıtratını bozmayarak, kötüye kullanmayarak, emrolunduğu gibi hayat tarzını sürdürecektir, sürdürmelidir. Çünkü doğuştanlığına uygun yol budur. Yaratılışı bunu gerektirir. İnsanın, hadlerin sınırlarını aşma ve onları değiştirme konusunda yetkisi yoktur. Hadler yaratıcı tarafından çizilmiştir. İnsanın fıtratına uygundur. İnsan hadlerin bir parçasıdır; onları aşmağa ya da kendisi yeni sınırlar saptamağa çalıştığı zaman fıtratını kaybetmeğe de, başlamış demektir. Fonksiyonunu yitirmiştir. Boşlukla karşı karşıya gelmiştir. Artık sonsuz şıklar arasında bocalayacaktır. Mutluluğu kaybetmiştir. Çünkü gerçeği kaybetmiştir. Her insana göre değişen, dört milyarda bir tutarlılığı olabilecek toplum ve düzen anlayışına bırakmıştır kendini, kaynağı olmayan bilinçsizlik çölüne düşmüştür. Yazık etmiş, kıymıştir öz-varlığma. Zalimdir. Zavallı ve zalim... Allah'ın hükmüne karışmış, yetkisini aşmış, bilmediğini yapmağa kalkışmış, bilinçsizliğe yönelmiştir. Ve bu yüzden bilinçsizliğinin karşılığını da görecektir. Bu dünyada insanların birbirleri ile kurdukları ilişkilerde meydana gelen her haksızlık zulümdür. Zulüm etmenin sınırları hadlerdir.
Had kavramını, insanların yaşayışlarını uydurmaları için çizilmiş ilahi sınırlar olarak tarif edebiliriz. Bu sınırlar insanın inanç ve amel tüm hayatını kuşatırlar. Fakat genellikle sosyal ve hukuki sınırlar had olarak bilinegelmiştir.
“Hadler” kavramı ile insanların ilişkilerindeki zulüm üzerinde durulacaktır.
Genel olarak had:
Bu dünyada haksızlık olarak yapılan her hareket haddi aşma, yani zulümdür.
“Kötülüğün karşılığı ona denk olan bir kötülüktür ve cezadır. Fakat bağışlayanın ya da barışı sağlayanın karşılığı Allah yanındadır. Kuşkusuz o zalimleri sevmez.
Kendine yapılan zulmün ardından hakkını alanın üzerine birşey düşmez.
O yol ancak insanlara zulmetmekte yeryüzünde haksızlık, azgınlık, isyankârlık yapmakta olanlara karşıdır. İşte bunlara pek acıklı bir azap var.
Sabredenlere ya da bağışlayana... İşte bu azmolunacak işlerdendir.” [174]
“İnananlar! Allah'ın size helal kıldıklarını haram kılmayınız, haddi aşmayınız. Allah haddi aşanları sevmez.”[175]
“Namazlarında sessiz ve uyucu olan, boş laftan ve yararsız şeylerden yüz çeviren, zekât görevlerini yapan, ırzlarını koruyan müminler kurtuluşa ermişlerdir. Zevcelerine ve sağ eüerinin sahip olduğu kişilere karşı durumları müstesna. Çünkü bunlar kınanmış değildir.
O halde kim bunun ötesine arzu duyarsa, onlar haddi aşanlardır.” [176]
İnsanlara muamele inançlarına göredir, mevkilerine göre değil:
“Sabah akşam rablerine sırf onun cemalini dileyerek çağrıda bulunanları kovma. Onların hesabından hiçbir şey sana, senin hesabından hiçbir şey onlara ait değildir. Onları kovarsan zalimlerden olursun.” [177]
Aile münasebetlerinde hadler:
“Hem kadınlarınızı boşadmiz da iddetlerini bitirdiler mi, artık onları ya (kendilerine ricatle) iyilikle tutun, ya iyilikle bırakın, ama onları sırf zulmedebilmeniz için, zararlarına olarak tutmayın. Kim böyle yaparsa muhakkak özvarlığına zulmetmiş olur, Allah'ın ayetlerini oyuncak yerine koymayın. Allah'ın üzerinizdeki nimetini ve size Öğüt vermek için indirdiği kitabı ve ondaki hikmeti düşünün. Allah'tan korkun ye bilin ki Allah her şeye kadirdir.”[178]
İlahi kitaplarda yazılan hadleri aşmak değiştirmek zulümdür:
“Biz onda onların üzerine şunu da yazdık. Cana-can, göze-göz, kulağa-kulak, dişe-diş ve yaralar birbirine kısastır. Fakat kim bunu sadaka olarak bağışlarsa o kendisine keffarettir.
Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse onlar zalimlerin ta kendileridir.” [179]
Allah'ın koyduğu kuralları değiştirerek onların yerine yeni kurallar uydurmak zulümdür:
“Yoksa onların Allah'ın izin vermediği şeyleri dinden kendilerine şeriat yapan ortakları mı var? O ayırım günü olmasaydı; yargıları verilmişti. Kuşkusuz zalimler için çetin bir azap vardır.
Sen zalimlerin işleyip kazandıkları yûzünden korkulara düştüklerini -ki bu onların başına gelecektir- göreceksin. İman edip de iyi amellerde bulunanlarsa cennetlerin bahçelerindedirler, Rablerinin huzurunda ne dilerlerse onlarındır. İşte bu büyük erdemin kendisidir.” [180]
Malları birbirine karıştırmak zulümdür:
Başkasının malına göz dikip onu haksız yere almak zulümdür. Ortaklar zulüm konusunda çok dikkatli olmalıdırlar. Davud (a.s.)'ın başından geçen bir olayda iki kişiden birinin diğerinin koyununu haksız yere almasının zulüm olduğundan bahsedilmiştir.[181]
(Malları Allah yolunda gerektiği zaman gerektiği şekilde harcamamak, Allah'ın emrettiği:) “Zekâtı yerli yerinde vermek, Allah yolunda malları her zaman infak etmek Allah indinde iyi bir şeydir. Ama faiz yiyenlere gelince durum değişir. Faiz yiyenler, gereksiz benzetimlere giderek hadleri aşanlar” [182]“Allah'tan bu konularda korkmayanlar, ona savaş açmış kişilerdir. Halbuki Allah'ın hadlerini uygulayanlar, ne başkalarına zulmetmiş olurlar ne de zulme uğrarlar.” [183]
Andlaşmalan bozmak, verilen sözü tutmamak da birer zulümdürler:
“Onlar anlaştıktan sonra Allah'a verdikleri sözü yalanlıyorlar, Allah'ın emrettiği şeyin yerine ulaşmasını engelliyorlar ve yeryüzünü ifsad ediyorlar. İşte onlar hüsranda olanlardır.”[184]
Bu konu İslâm hukukunun tamamım içine alır. Biz sadece birkaç örnek vererek, yetineceğiz. Önemli olan hukuki konularda haksızlık yapmanın ve İslâmî sınırları aşmanın zulmün bir çeşidi olduğunun anlaşılmasıdır.[185]
[1] Tevbe: 9/109
[2] Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 7-8.
[3] Bu bölüm, Ragib el-İsfehanî'nin, Bl-Müfredat adlı eserinin “Zulüm” maddesinin genişletilmiş bir özeti mahiyetindedir.
[4] B. Topaloğlu - H. Karaman, Yeni Kamus. İrfan Y. 1966.
[5] El-Müncid-el Ebcedi.
[6] Elmaiılı, Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili c. I, s. 322.
[7] Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 9-11.
[8] Lokman: 31/13.
[9] Hud: 11/18-21.
[10] İbrahim: 14/21-22.
[11] Şura: 42/42, İnsan: 76/31.
[12] Ankebut: 29/64-68.
[13] Zümer 39/32.
[14] Saff: 61/7. Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 11-15.
[15] Şura: 42/40-41.
[16] Şura: 42/42.
[17] Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 15-16.
[18] Fatır: 35/31-32.
[19] Neml: 27/20-26.
[20] Kasas: 28/15-16.
[21] Nisa: 4/64-65.
[22] Bakara: 2/35.
[23] Bakara: 2/231.
[24] Hud: 11/15-16.
[25] Hud: 11/18-19.
[26] Hud:11/101.
[27] Bakara 2/83.
[28] Bakara: 2/57.
[29] Nisa: 4/160-161.
[30] En'am: 6/146.
[31] Hak Dini Kur'an Dili, E. Hamdi Yazır, c. 3, s. 2079.
[32] İbid.
[33] En'am: 6/82.
[34] En'am: 6/81.
[35] Lokman: 31/13.
[36] Fi Zılâl il-Kur'an c. 5, s. 314 -315.
[37] Zümer: 39/47-48.
[38] Mü'min: 40/30-33.
[39] Kaf: 50/20-29.
[40] Zariyat: 51/56.
[41] Yasin: 36/38-40.
[42] Tin: 95/4.
[43] Ahzab: 33/72.
[44] Ahzab: 33/72-73.
[45] Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 17-36.
[46] el-Bakara: 2/207.
[47] Yunus: 10/55.
[48] Nisa: 4/110.
[49] Kasas: 28/16.
[50] Araf: 7/22-23.
[51] Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 36-40.
[52] Bakara: 2/21.
[53] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, c. 1, s. 322.
[54] Bakara: 2/38-39.
[55] Al-i İmran: 3/85-86.
[56] Yunus: 10/47.
[57] Yunus: 10/44.
[58] Enam: 6/58.
[59] Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 40-43.
[60] Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 45.
[61] el-Bakara: 2/28.
[62] İsra 17/99.
[63] Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 45-46.
[64] Bak. Zuhruf: 43/36-38.
[65] Yunus: 10/106.
[66] Bakara 2/165.
[67] Lokman: 31/13.
[68] Maide: 5/72.
[69] Şura: 42/21-22.
[70] Al-i İmran: 3/151. Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 47-49.
[71] Fetih: 48/23.
[72] Hud: 11/18.
[73] En'am: 6/21.
[74] Araf: 7/37.
[75] Al-i İmran: 3/94.
[76] Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 50-51.
[77] Yunus: 10/47.
[78] Saf: 61/7.
[79] Araf: 7/177.
[80] Enam: 6/68.
[81] Furkan: 25/37.
[82] Zuhruf: 43/63-65.
[83] Zuhruf: 43/63-65. Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 51-54.
[84] Enfal: 8/50-51.
[85] Nahl: 16/111.
[86] Al-i İmran: 3/108.
[87] Enam: 6/31-33.
[88] Yunus: 10/55.
[89] İsra: 17/9.
[90] İsra: 17/82-83.
[91] el-Bakara: 2/258.
[92] Araf: 7/45. Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 54-58.
[93] Tevbe: 9/70.
[94] Araf: 7/4-5.
[95] Nahl: 16/33-34.
[96] Nahl: 16/61.
[97] Nahl. 6/58.
[98] Enam: 16/111.
[99] Hud: 11/37.
[100] Hud: 11/37.
[101] Furkan 25/37.
[102] Hud: 11/44.
[103] Nuh: 71/26-28.
[104] Yunus: 10/47.
[105] Nahl: 16/112-113.
[106] Hud: 11/94.
[107] Hud: 11/95.
[108] Hud: 11/82-83.
[109] Hud: 11/101.
[110] İsra: 17/59.
[111] Araf: 7/165.
[112] el-Araf: 7/160.
[113] En'am 6/47. Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 59-68.
[114] Yunus: 10/39.
[115] Ankebut: 29/49.
[116] Bakara: 2/77-78.
[117] A'raf: 7/162.
[118] En'am: 6/144.
[119] Ankebut: 29/68.
[120] Ankebut: 29/49.
[121] Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 69-75.
[122] Nisa: 4/97'ye bak.
[123] Nisa: 4/97-99.
[124] Nahl: 16/41-42.
[125] İbrahim: 14/ 45-46. Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 77-80.
[126] Mümtahine: 60/9.
[127] Tevbe: 9/23.
[128] Maide: 5/51. Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 81-83.
[129] Şuara: 26/227.
[130] Hacc: 22/39.
[131] Bakara: 2/193.
[132] Enfal: 8/60.
[133] Maide: 5/20-26.
[134] Maide: 5/27-29.
[135] Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 85-90.
[136] Enbiya: 21/51-64.
[137] Kehf: 18/32-44.
[138] Şuara: 42/44-45.
[139] Rum: 30/9.
[140] Kalem: 68/7-29.
[141] Tevbe: 9/109. Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 91-96.
[142] Zariyat: 51/56.
[143] En'am: 6/128-130.
[144] En'am: 6/128.
[145] Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 97-98.
[146] Araf: 7/175-177.
[147] Kehf: 18/50-51.
[148] Enbiya: 21/2-3.
[149] Cum'a: 62/5.
[150] Kehf: 18/ 57.
[151] Sebe': 34/31-32.
[152] Bak: Hud: 11/116.
[153] Enfal: 8/25.
[154] Bakara: 2/75.
[155] Araf: 7/162.
[156] Hacc: 22/25.
[157] Bakara: 2/114.
[158] Nisa: 4/168-169.
[159] Araf: 7/45.
[160] Bakara: 2/77-79.
[161] Nisa: 4/75.
[162] Nisa: 4/40.
[163] Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 99-107.
[164] Yunus: 10/47.
[165] Mü'minûn: 23/62.
[166] İsra: 17/59.
[167] Yunus: 10/44.
[168] Maide: 5/39.
[169] Hud: 11/117.
[170] En'am: 6/130-131.
[171] Nahl: 16/111.
[172] Enfal: 8/51.
[173] Enam: 6/155-157. Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 109-113.
[174] Şuara: 42/40-43.
[175] Maide: 5/87.
[176] Mü'minûn: 23/ 1-7.
[177] Enam: 6/52.
[178] Bakara: 2/231.
[179] Maide: 5/ 45.
[180] Şuara: 42/21-22.
[181] Sad: 38/23-24.
[182] Bak. Bakara: 2/275.
[183] Bak. Bakara: 2/277 -279.
[184] Bakara: 2/27.
[185] Konuyla ilgili daha geniş bilgi sahibi olmak isteyenlerin müracaat edecekleri ayetler şunlardır: Talak: 65/1, Bakara: 2/270-272, Nisa: 4/10 ve 29-30, Bakara: 2/150-51, Maide: 5/107, Hucurat: 49/11, Tevbe: 9/36, Âl-i İmran: 3/94. Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 114-120.