1- Genel Anlamda Kadınları İlgilendiren Konulardan
Bahsetmesi
c- Marufu Emir Ve Münkeri Nehiy:
d- Yetim Kızlarla İlgili Ayetler:
e- Kur'an Kadın Ve Erkeğin Nüşuzundan Bahseder:
2- Geçmiş Ve İndiği Dönemde Yaşayan Bazı Kadınlardan
Bahsetmesi:
a2- Adem Ve Havva'nın Yasak Ağaçtan Yemeleri
g- Hz. Peygamber'in Hanımları:
İslam'ın kadına
verdiği önemi anlayabilmek için hem Kur’an’ın indiği ve hem de daha sonra
şekillenen toplumun yapısına iyi bakmak gerekmektedir. Zira biz biliyoruz ki
Kur'an indiği dönemdeki toplumsal problemlere değinmekte ve bunun çözümünü
bazen doğrudan ve bazen de örnekleme, dolayısıyla ibret alma yoluyla sunmakta
ve yaşanılan problemi çözmektedir.
Kur'an'da kadınlarla
ilgili olarak şu tespiti belirtmek istiyorum. Kur'an hem geçmiş dönemlerde
yaşamış müspet ve menfî anlamda kadınlardan bahsetmekte, örnekler sunmakta ve
hem de indiği dönemde yine müspet ve menfi anlamda kadın tiplerinden
bahsetmekte ve doğrudan onları ilgilendiren konuları ele almaktadır. Kur’an’ın
pekçok yerinde bu söylediğim anlamda ayetlerle karşılaşmak mümkündür. Bunun
yanında özellikle Bakara, Nisa, Nur, Ahzap ve Talak surelerinde kadınlarla
ilgili pekçok konuya doğrudan değinilmektedir. Biz bu çalışmamızda daha ziyade
Kur'an'ın önemle üzerinde durduğu ve bahsettiği kadınlara değinmek istiyoruz.
Dolayısıyla öncelikle Kur'an'ın indiği dönemde müspet ve menfi anlamda
bahsettiği kadın tiplerinden ve doğrudan onları ilgilendiren meseleler üzerinde
kısaca durduktan sonra, geçmişte yaşamış ve Kur'an'da örnek olarak bahsedilen
bazı kadınlara da yer vermek suretiyle bu çalışmayı tamamlayacağız.[1]
Kadın konusu İslam
dünyasında ve hatta tüm dünyada tartışılan en önemli konulardan biridir. Bu
tartışma aslında ta yaratılıştan başlayarak günümüze kadar devam edegelmiştir
ve kutsal kitaplar da buna dahildir. Nitekim kadının yaratılışı konusu
Tevrat'ın Tekvin bölümünde geçmekte ve Adem'in eşinin yaratılışı ile ilgili
olarak şu ifade yer almaktadır:
"Ve Rab Allah
dedi: Adamın yalnız olması iyi değildir. Kendisine uygun bir yardımcı
yapacağım...fakat Adam için kendisine uygun yardımcı bulunamadı. Ve Rab Allah
Adamın üzerine derin uyku getirdi ve o uyudu; ve onun kaburga kemiklerinden
birini aldı, ve yerini etle kapadı. Ve Adam dedi: Şimdi bu benim kemiklerimden
kemik ve etimden ettir; buna Nisa denilecek, çünkü o insandan alındı. Bunun
için insan anasını ve babasını bırakacak ve karısına yapışacaktır ve bir beden
olacaklardır. Ve adam ve karısı ikisi de çıplaktılar ve utançları yoktu” [2].
Aslında burada önemli
bir hususu belirttikten sonra Kur'an'ın bu konuyu ele alışını kaydedeceğim.
İnsan denince akla kadın ve erkek gelmektedir. O halde bu yaratılışla ilgili
olarak şunu söylemek mümkündür: Hem kadın ve hem de erkek aynı şeyden
yaratılmış olmaları gerekmektedir.
Şimdi Kur'an'ın konuyu
nasıl aktardığına bir bakalım:
“Ey insanlar, sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan
eşini yaratıp ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinizden korkun..." [3]
ayetinde kadın ve erkeğin yaratılışı dile getirlmektedir. Başka ayetlerde ise
şu ifade yer almaktadır:
"Size kendi cinsinizden eşler yaratması,
Allah'ın ayetlerindendir..."[4]
Buna göre yukarıdaki
ayette geçen "Nefs-i Vahide" yi ''sizi bir cinsten yarattık" [5] diye
anlamak daha doğru olur. Nitekim:
"Ey İnsanlar sizi bir erkek ve bir kadından
yarattık.”[6]
anlamındaki ayet de bu görüşü desteklemektedir.
O halde Kur'an kadın
erkek konusuna öncelikle yaratılışta eşitlik prensibi ile başlamaktadır. Hatta
bunu konu edinirken önemli ilkeler de koymaktadır:
"İnsanları ve cinleri sadece bana kulluk
etsinler diye yarattım"[7],
''Ey İnsanlar sizi bir erkek ve bir kadından yarattık
ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah
yanında en üstün olanınız en muttaki olanınızdır. Allah bilen ve haber alandır” [8]. Bu
temel ilkeler Kur'an'ın kadın ve erkek konusuna nasıl baktığını ve konuya nasıl
açıklık getirdiğini göstermektedir.[9]
İman-Amel Konusunda
Kadın ve erkek arasında bir fark yoktur. Kur'an bu konuda hiçbir ayırım
yapmamaktadır. Nitekim ayetlerde şöyle denmektedir:
"Erkek veya kadın, mümin olarak salih
amellerden işlerse, işte böyle kimseler cennete girerler ve zerre kadar onlara
zulmedilmez" [10].
Al-i İmran suresinde ise:
"Rabbleri
onlara karşılık verdi: Ben sizden erkek-kadın hiçbir çalışanın işini zayi
etmeyeceğim. Hep birbirinizdensiniz. Hicret edenler, yurtlarından çıkarılanlar,
yolunda işkence edilenler, vuruşanlar ve öldürülenler. Elbette onların
kötülüklerini örteceğim ve onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere
sokacağım. Yaptıklarına Allah katından bir karşılık olarak vereceğim. Nimetin
güzeli Allah katındadır" [11].
Bu ayet hakkında şu
olay zikredilmektedir: Hz. Peygamber'in hanımlarından Ümmü Seleme:
"Ey Allah'ın
elçisi, Allah hicret konusunda kadınlarla ilgili olarak bir şey zikrettiğini duymadım"
dedi. Bunun üzerine bu ayet inmiştir" [12].
Başka bir ayette de
şöyle denmektedir:
"Erkek ve kadından her kim inanmış olarak
salih amel işlerse, ona hoş bir hayat yaşatırız. Onların ücretlerini en güzeli
île veririz" [13].
Bunun anlamı gayet
açık olmakla birlikte ayette, hoş bir hayatla yaşatmak bu dünya ile ilgilidir.
Ücretlerinin en güzel bir şekilde verilmesi ise hem bu dünyayı ve hem de
ahireti ilgilendirir. [14]
İyiliği emretme ve
kötülüğü yasaklama meselesini, Kur'anî bağlamda ele aldığımızda bunun inanmış
erkek ve kadınların temel vazifeleri olduğunu anlamada bir sıkıntı olmasa
gerek. Zira ayette mümin erkek ve kadınların, birbirlerinin velisi, kontrolcüsü
olduğu ve yine birbirlerine iyiliği emretme, kötülükten nehyetme vazifesi ile
yükümlü oldukları zikredilmektedir. [15]
Kur'an-ı Kerim, bu
görevi yerine getirecek özel bir grubun yetiştirilmesi gerektiğini beyan
ederken (3 Ali İmran 104), adeta bunların farklı donanımlarla donatılmış
olmaları gerektiğini vurgulamaktadır ki, biz böylesi insanlara bugün
uluslararası platformlarda ihtiyaç olduğunu belirtebiliriz. Hem de kadın ve
erkek olarak yetiştirilmesine her zamankinden daha çok ihtiyaç vardır. Nitekim
ayette şöyle buyrulmaktadır:
"Sizden hayra çağıran, iyiliği emreden ve
kötülükten yasaklayan bir grup bulunsun..." [16]
Özel alanlarda
yetiştirilme işine kadınlar da dahildir, demek sanırım çok mübalağalı olmasa
gerek.
Emr bi'1-maruf ve nehy
ani'l-münker terkibi, genel anlam taşıyan bir ifadedir. Bunu kimin yerine
getireceği konusunda çeşitli görüşlerin beyan edilmesinin sebepleri arasında,
genellikle ayetleri tek tek ele alıp, Kur'an’ı bütünlükten uzaklaşılmasını
söyleyebiliriz. Nitekim: "İlk olarak emr bi'l-maruf ve nehy ani'l-münker
müslümanlara her şart ve mekanda farz kılınmış Kur'an'ın muhkem
prensiplerindendir" [17]
şeklindeki açıklama, kanaatimizce, Kur'anî espriyi yansıtmaktadır. Şu
açıklamalar da Kur'anî gerçeği ortaya koymaktadır:
"İyiliği ve
doğruyu emretmek, kötü olan şeylerden de nehyetmek, büyük-küçük her müslüman
için sadece bir hak değil, aynı zamanda bir görevdir. Din kardeşlerimizin maddi
saadetlerine olduğu kadar, manevi kurtuluşlarına da lakayt kalmamalıyız" [18].
Aslında lakayt kalmama fikrini Kur'an-ı Kerim'de bulmamız mümkündür. Zira
ayette:
"Mümin erkek ve kadınlar, birbirlerinin
velileridir. İyiliği emrederler, kötülükten menederler namazı kılarlar, zekatı
verirler. Allah'a ve Resul'üne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet
edecektir" [19]
buyrularak, mümin erkek ve kadınların birbirlerinin velisi olduğu ve böylece
birbirlerine karşı sorumlu oldukları zikredilmektedir.
Burada başka bir
noktaya dikkat çekmek istiyoruz. Kur'an'ın muhatabı, ister onun Allah kelamı
olduğuna inansın ister inanmasın insandır ve Kur'an'ın temel hedefi de
insanları doğruya yönlendirme, tevhid inancını onlara bildirme, onların iyi
ahlak sahibi olmalarını temin etme ve dolayısıyla onların da Allah'ın birer
kulları olmaları gerektiğinin bilinç ve şuuru içerisinde hareket etmelerini
ihsas ettirmekdir. İşte bu temel hedef göz önüne alınırsa, Kur'an, Hz.
Muhammed'in getirdiğine manaların
"...İnsanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmet
oldukları..."[20]
fikri üzerinde durmakta ve onların genel
özelliklerinin marufu emretme. münkeri yasaklama ve Allah'a inanmak
olduğu vurgulanmaktadır [21]. Bu
ayetin Medine döneminde indiği nazarı dikkate alınırsa, Kur'an, artık bundan
böyle müminlerin bir toplum oluşturduklarını ve onların bilinçli bir şekilde
yaşamaya başladıklarını da belirtmiş olmaktadır. İşte böyle bir toplumun
fertlerinin ayrı ayrı görev ve sorumluluklarının olacağı da kendiliğinden
ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla toplumda bulunan insanların kabiliyetleri
gereği görev ve sorumlulukları da farklı olacaktır. Bunun içinde toplumda
farklı görevler üslenilecektir ve bu da kadın ve erkekğin aynı kulvarda yer
aldıklarının önemli bir göstergesidir. [22]
Kur'an'da genel manada
yetimlerden bahsedilmektedir [23]. Ama
biz burada özellikle Kur'an'ın indiği dönemde yetim kızlarla ilgili olarak
yapılan uygulamaları yansıtan ayetleri ele alacağız.
Nisa suresinde şöyle
denilmektedir:
"Yetim kızlarla evlendiğiniz takdirde, onlar
hakkında adaletli davranamayacağınızdan korkarsanız, hoşunuza giden başka
kadınlarla iki, üç ve dörde kadar evlenin. Onlar arasında da adaletli hareket
edememekten korkarsanız biri ile ya da sahip olduğunuz cariyelerle yetinin".[24]
Kur'an'ın bu ayeti çok
evlilikle ilgili olarak hep ele alınmaktadır. Öncelikle bu ayetin nüzul
sebebine bir bakmak istiyoruz. Konuyla ilgili olarak pekçok rivayet yer
almaktadır. Bunlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
1. Urve b.
ez-Zübeyr, halası Hz. Aişe'ye bu ayeti sorduğunda Hz. Aişe şöyle cevap verir:
"Bu ayet yetim
kız hakkında nazil olmuştur. Bir kız velisinin himayesinde bulunur. Malını
malına katardı. Bu adam mehrinde adaletli davranmadan onunla evlenmek isterdi.
İşte bu gibiler yetim kızlarla evlenmekten men edilmişler, onlar dışında başka
kadınlarla evlenmekle emrolunmuşlardı." [25].
2.
İkrime'den gelen rivayete göre "Kureyş'ten bir adamın birçok kadını bulunur ve ayrıca yanında yetimler de
bulunurdu. Derken kendi malı tükenir, yetimlerin malına meylederdi. Bu ayet bu
yüzden indi." [26]
3. Başka bir
rivayete göre, "Ebu Eyyub karısını boşamak istedi. Resulullah'tan bu
konuda izin istedi. Efendimiz "Ümmü Eyyubu boşamak günahtır, onu nikahında
tut" buyurdular. Bir diğer rivayet
de Enes'ten gelmektedir. "Ebu Talha, Ümmü Seleym'i boşamak istedi.
Resulullah ona
"Ümmü Seleym'i boşamak günahtır bundan vazgeç" buyurdular, ayet bunun
üzerine nazil oldu. [27]
4. Başka bir
rivayette de şöyle denilmektedir: Veliler yetimlerin mallarıyla ticaret
yapıyorlar, kadınlar konusunda son derece rahat hareket ediyorlar ve onlardan
diledikleri kadarıyla evleniyorlardı. Kadınlara karşı bazen adaletli
davrandılar bazen de davranmadılar. Yetimlerle ilgili ayeti nazil olduğu zaman
Allah ayeti kerimesini inzal buyurdu.
Burada şu noktaya
dikkat çekmek gerekmektedir. Ayetin sebebi nüzulü olarak anlatılan bu olayların
hepsinin birden olması mümkün görülmemektedir. Ancak biri veya ikisi olmuş
olabilir. Öyle ise bu tür rivayetleri teenni ile karşılamak gerekir. Ancak
belli ki, bu konuda o günün toplumunda ciddi anlamda sıkıntılar bulunmaktadır
ve Kur'an'da da bu konuyu çözmek ve ondan sonra da benzer konulara ışık tutmak
gayesi yatmaktadır.
Yetim kızlarla ilgili
olarak yine Nisa suresinin 7. Ayetinde şöyle buyurulmaktadır:
"Ana-babanın ve yakınlarının bıraktıklarından
erkeklerin hissesi vardır. Ana-babanın yakınlarının bıraktıklarından kadınların
da hissesi vardır."
Cahiliyye devrinde
Araplar "mızrakları ile çarpışmayan ve yurdunu savunmayan mirasçı
olamaz" derler ve bundan dolayı hem kadınları ve hem de erkek ve kız
çocuklarını mirasçı olarak tanımazlardı. Anlatılanlara göre, Ensardan Evs Bin
Samit vefat etmiş; hanımı Ümmü Kahle ile üç kızı kalmıştı.[28]
Vasileri olan amcazadeler Süveyd ve Urfuta cahiliyye adeti üzerine mirasa el
koymuşlardı. Kadın Hz. Peygamber'e gelerek şikayette bulundu. Hz. Peygamber
"Haydi evine git.! Bakalım Allah
ortaya ne koyacak" buyurmuştu. Bu ayet bunun üzerine indi. [29]
Görüldüğü gibi bu olaylarda
toplumun önemli bir problemi dile getirilmektedir. Kur'an’ın temel hedefi de bu
toplumsal olayları temelden halletmektir. Ama üzülerek ifade edelim ki, bugün
toplumumuzda kız evlatlarına miras vermeme konusunda aileler adeta birbirleri
ile yarışmaktadırlar. [30]
Erkek ve kadının
özellikle evlilik süresince birbirleriyle iyi geçinmeleri gerektiği konusunda
herhalde bir şey söylemeye gerek yoktur. Ama Kur'an kadın ve erkekte var olan
bir huya dikkat çekmektedir. Yani hem kadında ve hem de erkekte olan bir huy:
Nüşuz.
Bu kavram, Kur'an'da
beş ayette yer almaktadır [31].
Ancak bunlardan Nisa suresinde yer alan ayetlerde hem kadının ve hem de erkeğin
nüşuzundan bahsedilmektedir ve biz bu ayetler üzerinde duracağız.
Nisa suresi 34. Ayette
şöyle buyurulmaktadır:
"Nüşuzundan korktuğunuz kadınlara öğüt
verin, yataklarından ayrılın...". Aynı
surenin 128. Ayetinde ise:
“Ve eğer bir kadın, kocasının nüşuzundan yahut kendisinden yüz
çevirmesinden korkarsa anlaşma ile aralarını düzeltmelerinde ikisine de günah
yoktur..." denilmektedir.
Önce bu ayetlerin
nüzul sebepleri hakkında anlatılan olayları zikredelim:
Rivayetlere göre
Ensar'ın ileri gelenlerinden Sa'd b. Rebia'ya karşı hanımı Habibe bint-i Zeyd
b.Züheyr, başka bir rivayete göre Habibe bint-i Muhammed b.Seleme isyan etmiş,
o da karısına bir tokat vurmuş, bunun üzerine kadının babası kızını almış, Hz.
Peygamber'e şikayet etmişti. Hz. Peygamber de kısas tatbik edilmesini uygun
görmüştü. Ancak bu arada ayet bunun üzerine yukarıdaki ayet inmiş ve kısas
tatbik edilmemiştir. Ayetin inişinden sonra Hz. Peygamber de şöyle demiştir:
"Biz bir şey istedik, Allah ise başka şey
istedi. Ama Allah'ın istediği daha hayırlıdır." [32]
Said b.
el-Müseyyib'ten gelen başka bir rivayete göre ise, Muhammed bin Mesleme'nin
kızı Rafı’ b. Hadic'in nikahında bulunuyordu. Yaşlılığı veya başka bir sebepten
dolayı kocası onu boşamak istedi. Kadın, "beni boşama, hoşuna gideni bana
ayır, dedi. O zaman bu ayet-i kerime nazil oldu.” [33]
Görüldüğü gibi
ayetlerin nüzulünde farklı olaylar anlatılmaktadır. Ancak bu olayların ayetin
inişine sebep teşkil edip etmeyecekleri oldukça kuşkulu görülmektedir ve ayetin
anlaşılmasına pek de yardım ettikleri de söylenemez.
Şimdi de kısaca nüşuz
kelimesine verilen anlamları kaydetmek istiyorum. Lügatte, yükselmek, şişmek,
ortaya çıkmak, ayağa kalkmak, normalin dışına çıkmak, isyan etmek, kadın yada
koca birbirlerine karşı gelip kavgaya meydan vermeleri anlamlarına gelen nüşuz
kelimesine daha ziyade dört mana verilmektedir
1. Kadının
kocasına isyan etmesi,
2. Kocanın
bencillik edip, hanımını küçük görmesi. Örneğin kocanın başka kadınları kendi
hanımına tercih etmesi, onları beğenip kendi hanımını beğenmemesi,
3. Kalkmak,
yükselmek,
4. Hayat,
yaşam demektir [34].
Ancak dikkat edilirse
bunlardan ilk ikisi konumuz açısından önem taşımaktadır.
Burada şunu belirtelim
ki, gerek erkek ve gerekse kadının birbirlerine karşı anlayışlı davranmaları,
her iki eşin de duyarlı olduğu konulara temas etmemeleri ve bu konularda hassas
davranmalıdırlar. İlk bakışta kadın ve erkeğin nüşuzunu daha ziyade
geçimsizlik, dik başlılık, eşlerin birbirine karşı saygısız davranmaları, surat
asmaları şeklinde anlamak daha doğru olur. [35]
Zina hadisesinde
sadece kadın zikredilmez. Hem erkek ve hem de kadın bu günah ve yasakta
eşittirler. Ancak toplumdaki yanlış anlayış zinaya başka bir boyut
kazandırmıştır. Ayette şöyle denilmektedir:
"Zinaya yaklaşmayın, çünkü o, açık bir
kötülüktür ve çok kötü bir yoldur”. [36]
Başka bir ayette de
şöyle buyurulmaktadır:
"Zina eden kadın ve zina eden erkeğin her
birine yüz değenek vurun..." [37].
Olaya bu anlayışı
getiren Kur'an, bir noktada temiz toplumu ihsas ettirerek şöyle der:
"Zina eden erkek, ancak zina eden veya
putperest bir kadın ile evlenebilir. Zina eden kadınla da ancak zina eden veya
putperest bir erkek evlenebilir. " [38]
Kur'an zina olayına
oldukça hassasiyet gösterir. Hatta ayetlerde
şöyle denilmektedir:
"Karılarına zina
isnad edip de kendilerinden başka şahidleri olmayanların şahidliği, kendisinin
doğru sözlülerden olduğuna Allah'ı dört defa şahit tutmasıyla olur. Beşinci
yemini ise eğer yalan söyleyenlerden ise Allah'ın lanetinin muhakkak kendi
üzerinde olmasını kabul etmesidir" [39].
Örtünme olayı hep
tartışılmaktadır. Kur'an'ın konuya yaklaşımı şöyledir:
"İnanan kadınlara da söyle: 'Gözlerini
bakılması yasak olandan çevirsinler, ırzlarını korusunlar. Süslerini
göstermesinler. Ancak kendiliğinden görünenler hariç. Baş örtülerini
göğüslerine salıversinler..." [40]
Ayetle ilgili olarak
anlatılan rivayetlere kısaca değinmek istiyorum. Zira bazı rivayetlerde bu ayet
gelmeden önce de kadınların belli bir kıyafetlerinin olduğu, başlarını
örtükleri anlaşılmaktadır. Ama ayetin inişine neden olarak da bazı olaylar
zikredilmektedir.
Haris el-Gâmidi henüz
müslüman olmadan önce Mekke'ye babası ile gelmiş, insanların bir kişinin başına
toplandığını görünce bunun ne olduğunu sormuştu. Babası da "Onlar bir
sabiî'nin başına toplanmışlar" dedi. Haris'in anlattığına göre daha sonra
yaklaşıp bunun Hz. Peygamber olduğunu, insanları imana davet ettiğini ancak
insanların ona eziyet ettiğini görmüşlerdi. Güneş yükseldikten sonra halk onun
başından dağılmış, elinde bir su kabı
ve mendil olan bir kadın Hz. Peygamberin yanına gelerek O'na su vermişti. Bu
sırada ağladığı için başörtüsü açılan kadının boynu görününce Hz. Peygamber:
"Kızım başörtünle gerdanını kapat, babanın
yenileceğinden ve ezileceğinden korkma" demişti. Haris bu kadının kim
olduğunu babasına sorduğunda, babası:
"Bu kız
Zeyneb'tir."diye cevap verdi. Henüz örtünme ayeti inmeden önce Hz. Ömer
çarşıda rastladığı abayesiz bir kadını çubukla dövmüş, kadın onu Hz.
Peygamber'e şikayet edince Ömer kendisini şöyle savunmuştur:
"Ya Resulullah, o
kendisini belli etmedi. Ben üzerinde cilbab görmeyince onu cariye sandım."[41]
Ayetin inişine neden
olarak da şu olay anlatılır:
Cabir b. Abdullah'tan
gelen bir rivayete göre Esma bint-i Mersed kendisine ait bir hurmalıkta
bulunduğu sırada kadınlar örtüsüz olarak yanına gelmeye başlamışlardı.
Ayaklarındaki halhalları vardı ve göğüsleri de görünüyordu. Bu durumu gören
Esma; "Bu ne kadar çirkin bir durum"dedi. Bunun üzerine Allah bu
ayet-i kerimeyi inzal buyurdu." [42]
Örtünme ile ilgili
olarak bir başka ayet de Ahzab suresinin 59. Ayetidir. Ayette şöyle
buyurulmaktadir:
"Ey peygamber! Eşlerine, kızlarına ve
müminlerin kadınlarına dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle, onların
tanınması ve eziyet görmemeleri için en uygun olan budur. Allah çok
bağışlayandır, çok esirgeyendir."
Bu ayetle ilgili
olarak iki rivayete yer vereceğim: Hz. Aişe'nin
şöyle dediği nekledilmektedir:
"Şevde hicâb farz
kılındıktan sonra, hacetini gidermek için dışarı çıkmıştı. İri yapılı bir kadın
olduğu için, önceden onu tanıyan herkes rahatlıkla onun o olduğunu
anlayabilirdi. Ömer onu görünce "Ey Sevde! Vallahi sen kendini bizden
gizleyemezsin, baksana dışarı nasıl çıkıyorsun "dedi. Sevde derki:
"Ömer'in bu sözleri üzerine derhal eve döndüm. Resulullah'a:
"Ey Allah'ın
elçisi! İhtiyacım için çıkmıştım. Ömer bana şöyle şöyle dedi" dedi. Bunun
üzerine Allah hemen Resulüne vahyetti. Sonra bana:
"Size ihtiyacınız için dışarı çıkmanıza izin
verilmiştir" buyurdu. [43]
Muhammed b. Kab
el-Kurâzi'den gelen bir rivayete göre münafıklardan biri, müminlerin hanımlarına
laf atarak onları incitiyordu. Kendisine niçin böyle hareket ettiğini
söyleyince de O:
"Ben onu cariye
zannediyordum."derdi. Bunun üzerine Allah onlara, cariyelerin
elbiselerinden farklı elbise giymelerini, örtülerini üzerlerine salmalarını ve
birgöz dışında yüzlerini örtmelerini emretmiştir.[44]
"Aslında o günün toplunmsal yapısına ve yapılanmasına bakılırsa bu son
rivayetin ayetin inişine daha uygun düştüğü görülmektedir. Zira Medine'de
münafıkların yahudilerle işbirliği yapıp müslümanlar hemen her konuda tedirgin
ettikleri ve hatta rahatsız ettikleri bilinen bir gerçektir. İşte bundan dolayı
bu rivayetlerden ikincisi o günün toplum yapısı bakımından daha Önemlidir.[45]
Mücadele suresinin ilk
ayetleri çok özel bir olay üzerine inmiştir. Kocası ile kavga eden ve neticede
kocasının bir yemini üzerine kocasına varmayan kadın ile kocası hakkında inen
bu ayetler zıhar olayı diye bilinmektedir. Ayetlerde şöyle denilmektedir:
“Allah, kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikayette bulunan
kadının sözünü işitmiştir. Allah zaten sizin konuşmalarınızı dinliyordu. Allah
işitir ve görür, içinizden hanımlarını zıhara yoluyla boşayanlar bilsinler ki
hanımları anaları değildirler, anaları ancak onları doğuranlardır...!"
[46]
Bu ayetin sebebi
nüzulü ile ilgili ayrıntılarda farklılıklar bulunsa da olayın özü şudur:
Havle bint-i Sa'lebe
isimli bir kadının oldukça huysuz, geçimsiz ve yaşlı Evs. b. Samit isimli bir
kocası vardı. Birgün karısı kendisinden birşey istemiş o da öfkelenip "sen bana anamın sırtı gibisin”. [47]
(zıhar) demişti. Kızgınlıkla evden çıkıp gitmiş ve bir müddet sonra eve dönüp
hanımından murat almak istemiş ama kadın sen bana zıhar yaptın, demiş ve bunun
üzerine kadın kocasını Resulullah'a şikayet etmiş:
"Ya Resulullah!
Evs benimle evlendiğinde gençtim. Ancak yaşım ilerleyip çocuklarım olunca, Evs
beni anası gibi kıldı ve kimsesiz bırakıverdi,” dedi.
Resulullah da ona
kocasına merhamet etmesini söylemiş, ancak kadın bundan pek de hoşnut olmamış.
Daha sonra, Havle şikeyetini Allah'a arzederek; "Allah'ım yalnızlığımın
şiddetinden ve bana zor gelecek ayrılık acısından sana şikayette bulunuyorum.
Küçük çocuklarım var, onları Evs'e bırakırsam zayi olacaklar, yanıma alsam aç
kalacaklar dedi ve başını göğe kaldırıp "Allah'ım sana şikayet ediyorum,
peygamberinin lisanına bir vahiy indir" diye yalvardı. Oradan ayrılmak
üzereydi ki, bu ayet nazil oldu. Hz.
Peygamber kadına "Kocana söyle bir
köle azad etsin" dedi. Kadın, "Ey Allah'ın Resulü, onun köle azad
edecek durumu yoktur" dedi. Hz. Peygamber "o halde iki ay oruç
tutsun" dediğinde kadın:
"Buna gücü
yetmez, o yaşlı bir adamdır" diye cevap verdi. Hz .Peygamber "Altmış fakiri doyursun" dediğinde
kadın "Buna da gücü yok" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber "Ben ona bir arak hurma ile yardım edeceğim,
bunları ona ver dağıtsın” buyurdu. Böylece kadın kocasına dönmüş oldu.[48]
Bey'at, Kur'anî
kavramların en önemlilerinden birisidir. Özellikle siyasi anlam taşıması
bakımından çok önem arzetmektedir. Kuran'da bu kelime 15 ayette geçmektedir.
Kelimenin original anlamı satmak ve satın almak demektir [49].
Yani kendi içinde zıt anlam taşıyan kelimelerden birisidir. Bey' alış veriş
demektir:
"Halbuki Allah alış verişi helal ve faizi
haram kılmıştır..."[50].
Ama kelime akit
yapmak, akit üzrine tokalaşmak manasına da gelmektedir [51].
Zira akit yapmak da bir nevi alışveriş yapmaktır. Böylece kelimenin asıl anlamı
korunmuş olmaktadır.
Bir ayette hem satın
almak anlamındaki iştera ve hem de alış veriş manasına gelen bey’ kelimesi
birlikte geçmekte ve kelimenin anlamına daha bir açıklık kazandırmaktadır.
"Allah,
cennet karşılığında müminlerin mallarını ve canlarını satın almıştır Allah
yolunda savaşır, öldürür ve öldürürler. Bu, gerek Tevrat, gerek İncil ve
gerekse Kur'an'da Allah'ın üzerine bir borçtur. Allah'tan başka kim ahdini tam
olarak yerine getirebilir? O halde O'nunla yaptığınız bu alış-verişten dolayı sevininiz. Gerçekten bu büyük
başarıdır." [52]
Burada konumuzu
ilgilendiren yönüyle bey'at kelimesine bakmak istiyoruz: Öncelikle şunu
belirtelim ki, Kur’an’ın indiği dönemde kadınların kendilerine özgü bazı
hakları olmakla birlikte [53]
hemen hemen siyasi alanda hiç hakları yoktu. Ancak aşağıda kaydedeceğimiz
ayette o dönemde siyasî alanda kadınlara verilen ilk hakkın Kur'an tarafından
ortaya konulduğunu göstermektedir:
"Ey Peygamberler! İnanmış kadınlar, Allah'a
hiçbir ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını
öldürmemek, başkasının çocuğunu sahiplenerek kocasına isnadda bulunmamak ve
uygun olanı işlemekte sana karşı gelmemek şartıyla sana bey'at etmek üzere
geldikleri zaman onları kabul et, onlara Allah'tan bağışlanma dile..."[54]
Kur'an iki bey'atın
önemini belirtmektedir. Bunlar:
1. Mekke'nin
fethinden sonra Hz. Peygamber kadın ve erkeklerden kendisine bîat alıyordu.
Bîat sırasında bu
okuyup yemin ettiriyordu.
Abdurrahman İbn Mehdî'den gelen bir rivayete göre, Emîme bint-i Rukayka'nın da
içinde bulunduğu birkaç hanım Hz. Peygamber'e bîat için geldiler. Hz. Peygamber
onlara "Allah'a hiçbir şey ortak
koşmamak..." ayetini okuyarak biatlerini aldı ve "Ve gücünüz yettiği ölçüde" diyerek
ekledi: Onlarda "Gücümüz yettiği ölçüde"dediler. [55]
2.
Bey'atu'r-rıdvan diye isimlendirilen ve Hudeybiye'de Hz. Peygamber'in
ashabından ağaç altında aldığı bey'attir. Bu durum ayette şöyle
belirtilmektedir:
"Allah inananlardan, ağaç altında sana bay'at
ederek el verirlerken, and olsun ki onlardan hoşnut olmuştur".
Bey'at için gelen
kadınlar ve bey'at şekilleri hakkında değişik rivayetler vardır [56].
Ancak burada sadece bey'at eden kadınlarla ilgili olarak önemine binaen şu olayı
aktarmak istiyorum:
Mekke'nin fethinden
sonra Ebu Süfyan'ın karısı Hind'in bey'at etmesi çeşitli tefsirlerde
nakledilmektedir. Esma bint-i Yezid bin Seken bu olayı şöyle anlatır:
"Ben Resülullah'a
bîat eden kadınların içinde idim. Utbe kızı Hind de kadınlar arasındaydı.
Tanınmamak için değişik elbise giymişti ve konuşmuyordu. Hz. Peygamber bu ayeti
okuyunca Hind gizlenerek, "Erkeklerden kabul etmediğini kadınlardan nasıl
kabul edersin?" dedi. Hz. Peygamber, "Hızrısızlık yapmama konusunda"
deyince Hind:
"Bazen Ebu
Süfyan'ın malından haberi olmaksızın birşeyler aldığım olurdu, bunlar bana
helal midir?" dedi. Orada bulunan Ebu Süfyan:
"Geçmişte ve
şimdi benden ne almışsan onların hepsi
sana helaldir"dedi. Bunun üzerine
Hz. Peygamber gülüp onu tanıdı ve "Sen Hind bint-i Utbe'sin öyle
mi"dedi. Hind'de "Evet Ey Allah'ın nebisi, geçmişi affef'dedi. Hz.
Peygamber de "Allah seni affetsin
"buyurdu. Sonra da "zina etmemek hususunda...." ifadesini okudu.
Hind "Hiç hür kadın zina eder mi?" dedi. Yani Cahiliyye döneminde
zina genellikle cariyelerde olduğu için, İslam'da böyle şey olur mu?"
demek istiyordu. Resulullah "Çocuklarını öldürmek hususunda...
buyurduğunda Hind:
"Biz onları
küçükken büyüttük, fakat onları sen öldürdün"dedi. O bu sözüyle oğlu
Hanzale b. Ebi Süfyan'ı kastediyordu. Çünkü o Bedir'de katledilmişti. Hz. Ömer
güldü, Resulullah ise tebessüm etti."Sonra bir iftira uydurup getirmeme
hususunda....." buyuruğunda da Hind "Vallahi iftira çok çirkin bir
şeydir. Allah hep doğru yolda gitmeyi ve güzel ahlakı emrediyor" dedi.
Resulullah en sonunda da "İyi bir
işte sana karşı gelmemeleri hususunda...." buyurdu. Bunun üzerine Hind
de "Vallahi biz bu meclise nefsimizde hiçbir şeyde sana isyan etmek
maksadıyla gelmedik..." dedi. [57]
Kur'an geçmiş
dönemlerde yaşayan kadınlardan müspet ve menfi anlamda bahsetmektedir. Biz
burada insanın yaratılışı ile ilgili konuya değinirken ismi geçmese de
özellikle ilk kadının yaratışı ile ilgili konunun gerek Kuran ve gerekse
Tevrat'ta ele alınışına kısaca değindikten sonra, tarihte iz bırakmış ve
Kur'an'da bahsedilen kadınlardan bazılarını zikredeceğiz. [58]
Tevrat'ta Havva'ın
yaratılışı şöyle ifade edilir:
"Ve Rab Allah
dedi: "Adem'in yalnız olması iyi değildir, kendisine uygun bir yardımcı
yapacağım ve Rab Allah Adem'in üzerine derin bir uyku verdi ve o uyudu ve onun
kaburga kemiklerinden birini aldı ve yerini et ile kapadı ve Rab Allah Adem'den
aldığı bu kaburga kemiğinden bir kadın yaptı ve onu Adem'e getirdi ve Adem:
"Şimdi bu benim kemiklerimden kemik, etimden ettir. Bu insandan alındığı
için ona "nisa"ismi verilsin dedi. [59]
Kur'an'da ise Allah'ın
insanı ve eşini tek bir nefisten yarattığına işaret edilmektedir:
"Ey insanlar; tek bir nefisten yaratan, ondan
eşini vareden ve ikisinden birçok erkek ve kadın meydana getiren Rabbinizden
korkun" [60] Bu
ayette "tek bir nefisten" maksadın Hz.Adem, "eşinden"
maksadın ise Havva olduğuna dair görüş birliği vardır. [61]"
Tefsirlerde anlatılanların
Tevrat'ın metnine uygunluk sağladığına dikkat edilmelidir. Nitekim Süddi olayı
şöyle aktarır:
"Adem, Cennete
yerleştirildi. Onun bir eşi yoktu. Bir yere oturdu ve uyuya kaldı.Uyandığında
yanıbaşında oturan bir kadın gördü. Allah onu Adem'in kaburga kemiğinden
yaratmıştı. Adem;"Sen nesin? "diye sordu. Havva:
"Ben
kadınım" dedi. Adem:
"Niçin
yaratıldın" dediğinde, O:
"Benimle sükûn
bulman için" diye cevap verdi. Melekler Adem'e:
"Onun adı
nedir?" diye sordular Adem:
"Havva"
dedi.
Çünkü o canlı birşeyden
(hayy) yaratılmıştır. Aynı meşhur hadis, İbn Abbas ve İbn Mesud rivayeti ile de
gelmektedir.[62]
"Ey Adem ! Eşin ve sen cennette kal, orada
istediğiniz yerden bol bol yiyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın, yoksa
zalimlerden olursunuz, dedik.” [63]
Cennetten kovulma
olayı ile ilgili ayetler dikkate alındığında Kur'an'daki ifadeler, kaynaklarda
daha ziyade hikaye biçiminde gelen yorumlamalardan oldukça uzaktır. Yaradılış
ile ilgili ayetlerde Adem ve Havva her ikisi de uyarılmıştır. Özellikle Taha,
117. Ayette asıl muhatab olarak Adem olarak görünmektedir:
"Ey Adem, doğrusu
bu senin ve eşinin düşmanıdır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, yoksa bedbaht
olursun."
Buna göre Allah'ın
emir ve yasaklarını doğrudan alıp öğrenen Adem'dir. Havva'ya da yaptıracak olan
odur.
Kitab-ı Mukaddes'e
baktığımızda olayların şöyle devam ettiği görülmektedir:
"Ve Rab Allah'ın
yaptığı bütün kır hayvanlarının en hilekârı yılandı. Ve kadına dedi:
Gerçek, Allah:
Bahçenin hiçbir ağacından yemiveceksiniz dedi mi? Ve kadın yılana dedi:
Bahçenin ağaçlarının
meyvesinden yiyebiliriz, fakat bahçenin ortasında olan ağacın meyvası hakkında
Allah: "Ondan yemeyin ve ona dokunmayın ki. ölmeyesiniz" dedi. Ve
yılan kadına dedi:
"Katiyyen
ölmezsiniz, çünkü Allah bilir ki, ondan yediğiniz gün o vakit gözleriniz
açılacak, ve iyiyi ve kötüyü bilerek Allah gibi olacaksınız. Ve kadın gördü ki
ağaç yemek için iyi ve gözlere hoş ve anlayışlı kılmak için arzu olunur bir
ağaçtı ve onun meyvesinden aldı ve yedi ve kendisi ile birlikte kocasına da
verdi o da yedi. İkisininde gözleri açıldı ve kendilerinin çıplak olduklarını
bildiler ve incir yaprakları dikip kendilerine önlük yaptılar. Ve günün
serinliğinde bahçede gezmekte olan Rab Allah'ın sesini işittiler ve adamla
karısı Rab Allah'ın yüzünden bahçenin ağaçları arasına gizlendiler. Ve Rab
Allah adama seslendi ve ona dedi:
Neredesin? Ve o dedi:
"Senin sesini
bahçede işittim ve korktum, çünkü ben çıplaktım ve gizlendim ve dedi:
Çıplak olduğunu sana
kim bildirdi? Ondan yeme diye sana emrettiğim ağaçtan yedin mi? Ve adam dedi:
Yanıma verdiğin kadın
o ağaçtan bana verdi ve yedim. Ve Rab Allah kadına dedi:
Bu yaptığın nedir? ve kadın dedi:
Yılan beni aldattı ve
yedim. Ve Rab Allah yılana dedi:
“Bunu yaptığın için bütün sığırlardan ve bütün kır hayvanlarından daha
lanetlisin, karnın üzerinde yürüyeceksin. Kadına dedi: Zahmetini ve gebeliğini
ziyadesi ile çoğaltacağım, ağrı ile evlat doğuracaksın ve Adem'e dedi: Karının
sözünü dinlediğin ve ağaçtan yediğin için toprak senin yüzünden lanetli oldu,
ömrünün bütün günlerinde zahmetle ondan yiyeceksin, çünkü ondan alındın ve ona
döneceksin."[64]
Araf, 21 ve 22. ayetlerde İblis'in bu yeminine işaret
edilmektedir;
"Doğrusu ben size öğüt verenlerdenim, diye
ikisine yemin etti. Böylece onların yanılmalarını sağladı".
Bu vesvese içinde
Adem'e secde eden meleklere onu özendirmeye ve sonsuzluk sevdasına düşürmeyi
istedi. Bunun için de yemin edilince Adem ve Havva kimsenin yalan yere yemin
etmeyeceğini sanıp aldandılar ve ağaçtan tattılar. [65]
Şeytanın Havva'ya
vesvese verdiğine ve Havva'nın da Adem'i yoldan çıkardığına, insanlık için
affedilmeyen bir günah, bir suç olarak kabul edildiğine dair Hıristiyanlıktaki
inanca karşılık Kur'an da durum böyle değildir. Adem ve eşi hata etmiştir. Ancak
tevbe etmişlerdir ve bu da kabul edilmiştir. İslam'da da Adem'in cennetten
çıkarılıp yeryüzüne indirilmesi bir nimet olarak kabul edilir. Çünkü Adem
zannedildiği gibi lanetlenmemiş, bütün insanlığın onun soyundan gelmesi
şerefine yükseltilmiştir. Hz. Havva'ya da ayrı bir suç isnad edilmemekte ve bu
ilk batanın çocuklara da geçtiği fikri açıkça ve kesin olarak reddedilmesi
gerekir" [66] ve Kur'an'da bir taraftan
suçun ferdiliği vurgulanırken [67],
diğer taraftan da:
"Onlar birer ümmetti, gelip geçti. O ümmetlerin
yaptıkları kendilerinin, sizin yaptıklarınız sizindir ve siz onların işlemiş
olduklarından sorumlu olacak değilsiniz" [68]
buyruğu konuyu aydınlatmaktadır. [69]
Şeytanın vesvese ile
yasak ağaçtan yiyen Adem ve Havva'nın yaptıkları hatanın hemen farkına
varmaları üzerine cennet yaprakları ile kendilerini örtmeye çalışmalarından
anlaşılmaktadır. Kur'an'da sonuçların hem kadın hem de erkek açısından aynı
olduğu açıktır. Kendi çıplaklıklarını görürler, her ikiside şeytanın ebedî
düşmanlığına mahkûm edilirler ve onunla birlikte her ikisi cennetten
çıkarılırlar [70] ve bunun neticesinde her
ikisi:
“Rabbimiz! Kendimize yazık ettik, bizi bağışlamaz ve bize merhamet
etmezsen biz kaybedenlerden oluruz dediler." [71]
Bu olaydan sonra şu
ayetler adeta Adem ve Havva'nın kurtuluşlarının müjdesini vermektedir:
"Rabbi yine seçip
tevbesini kabul etti, ona doğru yolu gösterdi. Onlara şöyle dedi:
“Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan inin. Elbet size benden bir
yol gösteren gelir, benim yoluma uyan ne sapar ne de bedbaht olur."[72]
Şeytan ikisine de
vesvese vererek günah işlemelerine sebep olmuştu. Ancak şeytanın onları bir
mekandan diğerine geçirmeye kudreti yoktur. Onların yeryüzüne inmesini isteyen
Allah'tır. Şüphesiz Adem, yeryüzüne halife kılınmıştır. Şeytan bu olaydaki
sebeplerden yalnızca biridir [73].
Araf, 24. Ayette şöyle buyurulmaktadır: "Kiminiz kiminize düşman olarak inin, sizin için yeryüzünde bir müddet
yerleşip kalmak ve geçinmek vardır."
Razi' ye göre bu ayet
Adem, eşi ve İblis'i kapsamaktadır. [74]
"Birbirinize
düşman olarak inin" ibaresi ise bir tarafta Adem ve hürriyetini, diğer
tarafta İblis ve zürriyetini kastetmektedir. [75]
Genelde yeni bir
hayata başlamak ve Allah'a ibadetin tebliği konusunda sorumluluk tek başına
Adem'e yüklenmektedir. Havva'nın yeryüzüne indikten sonra da Adem'in rahatı ve
huzuruna çalıştığı, ve genelde çocukları konusunda birlikte zikredildikleri
görülür:
"Eşine
yaklaşınca, eşi hafif bir yük yüklendi ve bu halde bir müddet taşıdı. Hamileliği
ağırlaşınca karı-koca, Rableri olan Allah'a "Bize kusursuz bir çocuk
verirsen ondolsun ki, şükredenlerden oluruz diye yalvardılar. Allah onlara
kusursuz bir çocuk verince, kendilerine verdiği şey hakkında Allah'a ortaklar
koştular.” [76]
Kur'an'da
peygamberlerin eşleri içinde davalarında onları desteklemeyen ve onlara
inanmayan iki kadından bahsedilmektedir. İsimleri verilmeyen bu kadınlar Nuh'un
karısı ve Lut'un karısı diye geçer. [77]
Ancak biz sadece Nuh'un karısından bahsedeceğiz.
Kur'an-ı Kerim'de Nuh
kıssasının anlatıldığı ayetlerde, Hz. Nuh'un kavmini doğru yola daveti ve
kavminin ona verdikleri cevaplar yer alır. Bu ayetlerden anlaşıldığı üzere,
kavmi puta tapmakta ve Nuh'a inanmamaktadırlar. Hz. Nuh'un çağrısına çok az
sayıda insanın inandığı yine ayetlerde bildirilmektedir. [78]
Hatta kavmi daha da ileri giderek şöyle meydan okurlar:
"Ey Nuh! Bizimle cidden tartıştın, hemde çok
tartıştın. Doğru sözlülerden isen tehdit ettiğin azabı başımıza getir" dediler [79].
Tüm kutsal kitapların
doğruluğuna ortak olarak inandıkları Nuh Tufanı'ndan önce Hz. Nuh'a bir gemi
yapması ve kendisine inananlarla birlikte o gemiye binmesi emredilmişti. Bu
olaya değinen ayetlere bakıldığında, kendisine inanlar hakkında ayrıntılı bir
bilginin verilmediği görülmektedir. Ancak Hud, 42-43 ayetlerde oğlunun da Hz.
Nuh'a inanmadığı ve azaba uğrayanlardan olduğu anlaşılmaktadır.
Hz. Nuh'un karısının
ise iman edip etmediği sorusu Tahrim, 10. ayette cevaplanmaktadır:
"Allah küfredenlere Nuh'un karısıyla Lut'un
karısını misal verdi. Onlar, kullarımızdan iki salih kulun nikâhında iken,
hainlik ettiler de, onları Allah'tan hiçbir şey kurtaramadı. O iki kadına,
ateşe girenlerle beraber siz de girin denildi".
Kur'an'da sadece
ayette değinilen Hz.Nuh'un karısı da anlaşıldığı gibi küfür içindeydi ve Nuh'a
inanmamıştı. O halde Kur'an'ın verdiği bilgiye göre, Hz. Nuh'un karısı ve
oğlunun kendisine inanmadığı açıkça görülmektedir. Ancak Kitab-ı Mukaddes'te
olay farklı bir şekilde aktarılmaktadır:
"Ve Rab Nuh'a dedi: Sen bütün evindekilerle
gemiye gir, çünkü seni önümde bu nesil içinde salih gördüm. Ve yeryüzü üzerinde
sular tufanı olduğu zaman Nuh altıyüz yaşında idi, ve tufanın suları yüzünden
Nuh ve oğulları, karısı ve oğullarının karıları kendisi ile beraber gemiye
girdiler."[80]
Kitab-ı Mukaddes'e
göre karısı ve oğulları Hz. Nuh'a inanmış, gemiye girerek Tufan'dan kurtulmuş,
ikinci nesil, Hz. Nuh'un bu kurulan üç oğlundan devam etmiştir. Ancak Hz,
Nuh'un karısının küfürde olduğu açıkça bildirilmektedir. [81]
Kur'an'da ismi
geçmeyip, Firavn'un karısı diye sözü edilen ve tip olarak da Allah'a inanmış
bir şahsiyet diye nitelenen bu kadından şöyle bahsedilir:
"Allah inananlara Firavn'un karısını misal
gösterir: O, Rabbim! katından bana bir ev yap. Beni Firavun'dan ve onun
işlediklerinden kurtar, beni zalim milletten kurtar demişti" [82].
Kafirlerin, zalimlerin
nikahı altında bulunan inanmış kadınlara örnek olarak verilen Asiye, sandığın
içinde ırmağa atılmış olan Musa'yı alıp büyütmüş [83] ve
ilk olarak da Hz. Musa'ya Firavun'a karşı çıkışında iman etmişti. Allah'a iman
ettiğinden dolayı da işkenceye maruz kalmış ve Firavun ona şiddetle azap
etmişti. Hatta bir rivayette Firavn'un emri ile dört ayrı yere kazıklar
çalışmış, Asiye'nin el ve ayakları bunlara bağlanmış ve böyle bir işkence
sonucu öldürülmüştür. Kur'an'daki "kazıklar
sahibi Firavn [84]"
ayetinin buna işaret ettiğini söyleyebiliriz".[85]
Onun hakkında şu yorum
yapılmaktadır:
"O salihattandı"[86].
Hz. Peygamber Asiye
hakkında şöyle buyurmaktadır:
"Cennet ehlinden
olan kadınların en değerlisi Hüveylid kızı Hatice, Muhammed kızı Fatıma, İmran
kızı Meryem ve Firavun'un karısı Asiye'dir."Buharı ve Müslim'in
sahihlerinde Şu'be kanalıyla Ebu Musa el-Eşari'den gelen bir nakile göre
Hz.Peygamber şöyle buyurmaktadır:
"Erkeklerden pekçok kişi kemale erdi. Ancak
kadınlardan Firavn'un karısı Asiye, İmran kızı Meryem ve Hüveylid kızı Hatice
kemale erdi" [87]
Kur'an'da Hz. Süleyman
ile ilgili olarak anlatılan Sebe Melikesi Belkis'ın kaynaklarda tam adı,
"Belkis Binti Şerahil" olarak belirtilmektedir." [88]
Bu kıssa Kur'an'da şu
ayetlerle başlamaktadır:
"...Çokgeçmeden
Hüdhüd gelip Süleyman'a:
"Senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sana
Sebe'den verilen doğru bir haber getirdim. Ora halkına hükmeden, herşeyden
kendisine bolca verilen ve büyük bir tahta sahib olan bir kadın buldum, onun ve
milletinin Allah'ı bırakıp güneşe
secde ettiklerini gördüm. Göklerde ve yerde gizli olanları ortaya koyan,
gizlediğini ve açıkladığınız şeyleri bilen Allah'a secde etmemeleri için
şeytan, kendilerine yaptıklarını güzel göstermiş, onları doğru yoldan
alıkoymuştur. Bunun için doğru yolu bulamazlar. O çok büyük arşırı sahibi olan
Allah'tan başka tanrı yoktur dedi" [89].
Ayetlerden anlaşıldığı
kadarıyla, Hz. Süleyman kuş ordusunu teftiş ederken, Hüdhüd'ü göremeyince ona
kızmış, ve bunun suçunu haklı gösterecek önemli bir kanıt getirmezse
cezalandırılacağını söylemiş çok geçmeden Hühhüd gelerek Seb'e ve melikesinden
haber getirmiştir. [90]
Rivayetlere göre bu melike yirmi yıl Seb'e halkına idarecilik yapmıştır. [91]
İbn Ebu Hatim'in İbn
Abbas'tan naklettiği bir rivayete göre, "Belkıs'ın yanında şerefli, ulu
bin kişi vardı. Her bir ulu kişinin emri altında onikibin soylu kişi vardı.
Bunların herbirinin emri altında da yüzbin savaşçı vardı.".[92]
Nemi, 23. ayette
belirtildiği gibi bu kraliçeye herşeyden bolca verilmişdir ve büyük bir tahta
sahihtir. İbn İshak, 600 tane hizmetçisi olduğunu, arşının ise 80 zira olduğunu
kaydetmektedir. [93] Aslında Belkis'in gerek
kendisi ve gerekse tahtı hakkında değişik görüşler ileri sürülmektedir. Bunlara
Kur'an'ı anlam noktasında hiç de ihtiyaç yoktur ve zaten zaman zaman da
belirttiğim gibi bunlar tahminden öteye geçmezler [94].
Ayetlerde belirtildiği
gibi Hüdhüd'ün bu halk ve kraliçesinden verdiği haberlerde abartılı
konuşmasını, Hz. Süleyman'ı etkilemek istemesine bağlayan Elmalı, Hz.
Süleyman'ın bundan hiç etkilenmediğini ve Hüdhüd'ü söyledikleri konusunda
denemeye yöneldiğini kaydetmektedir. [95]"
Yine Nemi suresinde
olaylar şöyle devam eder:
"Bakalım,
doğru mu söyledin, yoksa yalancılardan mı oldun? Şu yazımı götür kendilerine
bırak. Sonra da bir yana çekil bak, neye dönecekler” [96].
Hz. Süleyman, Belkis
ve kavmine bir mektup yazıp götürmesi için Hüdhüd'e vermişti. Hüdhüd Belkis'in
sarayında onun odasına geldi ve bir oyuktan mektubu içeri bıraktı ve bir kenara
çekildi. Belkis gördüğü bu durum karşısında hayrete düştü, sonra mektubu alıp
mührünü açtı ve okudu. Mektupta şöyle yazıyordu: "Gerçekten o,
Süleyman'dır ve gerçekten o, Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyladır. Bana
karşı başkaldırmayın ve müslüman olarak gelin" Bunun üzerine Belkis,
emirlerini, vezirlerini, devletin ve ülkesinin büyüklerini topladı. [97] Elmalı'ya
göre meclisine danışması şu manadadır:
"Yani şimdiye
kadar devlet işlerinden hiçbirinde keyfi idare yapmadım, sizin oyunuzu almadan
hiçbirini kendiliğinden yürürlüğe koymadım, her ne emir verdimse sizin
huzurunuzda ve sizin görüşlerinizi alarak verdim. Onun için bu mektup işinde
sizinde fikirlerinizle kuvvet almak istiyorum" demek istemiştir. [98]
Daha sonra
etrafındakiler Belkis'e şöyle cevap verdiler:
"Biz, güçlü kimseler ve zorlu savaş
adamlarıyız, emirse senindir, sen emretmene bak" [99].
Yani "Bizim bu
konuda kararımız olamaz, onunla savaşmak istiyorsan biz bundan geri duracak
değiliz" dediler. Hasan el-Basri'ye göre bu kadın onların içinde en akıllı
olanı idi ve Hz. Süleyman'ın durumunu en iyi anlayandı. O biliyordu ki, cinler,
insanlar ve kuşlar onun buyruğuna verilmiştir. Nitekim Hüdhüd'ün mektubu
getirmesi gibi garib bir olaya şahid olmuştu [100].
Taberi'ye göre bu sırada Belkis'ın emrinde onikibin kişilik bir ordu hazır
bekliyordu [101]. Bunları düşünerek cevap
verdi:
"Doğrusu hükümdarlar, bir şehre girdikleri
zaman orasını perişan ederler, halkından şerefli olanlarını aşağılık yaparlar
ve işte böyle davranırlar. Ben onlara bir hediye göndereyim de elçilerin ne ile
döneceklerine bakayım"[102]
Elçiler bu durumu
Belkis'a bildirdiklerinde. O; "Bu yalnız bir melik değildir, onun
karşısında güç gösteremeyiz" demiş ve elçileri tekrar gönderip
"Kavmimin ileri gelenleri ile huzuruna geliyorum, buyruğunu ve davet
ettiğin dinini görme isteğindeyim" diyerek, yanında büyük bir kalabalıkla
hareket etmiş ve tahtını köşklerinin en sağlam yerine koydurup kapıları
kilitleterek koruma altına almıştı. Başka bir rivayete göre; taht iç içe yedi
evin ortasına konulmuştu. [103]
Hz. Süleyman ise,
onların kendisine gelmekte olduklarını kesin olarak anlayınca, buna son derece
sevinmişti. [104] ve Rivayetlere göre 12
bin kişi arasında gelen Belkis'ın hergün haberini almak üzere bir cin
göndermeye başlamıştı. Onlar yaklaştığı zaman emri altındakileri toplayıp şöyle
dedi:
"Ey ileri
gelenler, kendileri bana müslüman olarak gelmeden önce hanginiz onun tahtını
bana getirebilir? Cinlerden bir ifrit dedi ki;
Sen yerinden kalkmadan
onu sana getiririm, eminim ki, buna gücüm yeter. Nezdinde kitaptan da bir bilgi
bulunan da dedi ki:
"Gözünü açıp
kapamadan ben, onu sana getiririm. Süleyman tahtı yanına yerleşivermiş görünce
dedi ki;
"Bu Rabbimin lütfundandır" [105].
Bundan sonra ise olaylar şöyle devam eder; Hz. Süleyman;
"Onun tahtını değişikliğe uğratın, bir
bakalım tanıyacak mı, yoksa tanımayacak mı?" [106]
der.
Hz. Süleyman, Belkis
gelmezden önce onun tahtı getirildiğinde Belkis'ın tahtını tanıyıp
tanryamacağını, onu gördüğü zaman tespit edip edemeyeceğini denemek üzere bazı
niteliklerinin değiştirilmesini emretti. Acaba bunun kendi tahtı olduğunu
söyleyebilecek mi? Yoksa kendi tahtı olmadığını mı söyleyecekti [107]"
"Böylece geldiğinde: Senin tahtın böylemiydi?
denildi. O da sanki bu, odur. Ondan önce de bize bilgi verilmişti ve biz
müslüman olmuştuk " dedi" [108].
"Ona, köşke gir" dendi. Onu görünce,
derin bir su sandı ve iki ayağını açtı. Doğrusu bu, camdan yapılmış,
düzeltilmiş mücellâ bir açıklıktır, dedi" [109]
Köşke girecekken
öndeki alttan su akan zemin, Belkıs'ı şaşırtmış ve bu sudan geçmesi gerektiğini
düşünerek eteklerini toplamıştı. Ancak zeminin cam olduğu, suyun alttan aktığı
kendisine söylendi [110].
Daha sonra Hz. Süleyman onu Allah'a ibadete çağırıp Allah'tan başkasına
tapınmasından dolayı Belkıs'ı azarlamış, bunun üzerine Belkıs:
"Rabbim, ben kendime zulmetmiştim. Süleyman
ile beraber alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum"[111]
diyerek müslüman olmuştu.[112]
Kur'an-ı Kerim'de bir
surede baştan sona kadar anlatılan tek kıssa Yusuf kıssasıdır. Ama kıssa da
sadece Aziz'in Karısı ifadesi yer alır.
Yusuf kıssasında
Mısırlı Aziz'in karısı Züleyha, kaynaklarda Rail veya Raile adıyla geçmektedir.
Maverdi, İbn İshak'tan yaptığı nakilde, bu kadının adının Raîl binti Raaîl
olduğunu kaydetmektedir [113].
Mısırlı zenginin
Kıtfır veya Itfır Bin Rühayb adında bir adam olup Mısır'ın hazinedarı idi.
Karısı Raîl Binti Reaîl için Yusuf u satın aldı ve onu evlatlık olarak ona
verdi [114]. Kur'an'da yer almayan
ve fakat Tevrat'ta belirtildiğine göre Yusuf onyedi yaşında idi [115] ve
müfessirler rivayetler de yine onun yaşını aynı göstererek, bu konuda Kitab-ı
Mukaddes'ten yararlandıkları görülmektedir [116].
Ancak bu tür bilgilere açıkçası ihtiyaç da yoktur. Zira eğer bu tür bilgilere
ihtiyaç olsaydı Kur'an'da mutlaka yer alırdı.
Kur'an-ı Kerim'de
Yusuf 'un salın alınması ile başlayan olaylar şöyle anlatılır:
“Mısır'da onu satın alan kimse karısına, ona güzel bak, belki bize faydası
olur, yahutta onu evlat ediniriz" ded.[117]
Mısırlı Aziz'in çocuğu
olmadığı için Yusuf'u evlat edinmiş ve onun bakımını karısına vermişti. Bundan
sonra olaylar şöyle devam eder:
Evinde bulunduğu kadın
onu kendine çağırdı, kapıları sıkı sıkı kapadı ve sana söylüyorum gel"
dedi.
“O'da Allah'a sığınırım, doğrusu O benim efendimdir, bana iyi bakmıştır.
Muhakkak ki zalimler asla felah bulmaz dedi" [118]
Rivayetlere göre,
Aziz'in karısı Yusuf'a yakışıklılığı ve dehası nedeniyle ona bir sevgi bağı ile
bağlanmıştı.[119] Elmalı'ya göre bu
kadının maksadı Yusufun iffetli veya namuslu biri olup olmadığını denemek
değildi, gerçekten ona gönül vermişti. [120]
Ancak, Yusuf bu davetten Allah'a sığındı. Çünkü bu sırada Rabbin'den gördüğü
bir işaret, hem onu kötü işe yöneltmekten alıkoydu, hem de imanını
kuvvetlendirdi. Böylece Yusuf, Kur'an'da açıklanmayan bir işaret sayesinde Aziz'in karısının davetine uymadı ve onu
reddetti [121]. Elmalı'ya göre
olayların Züleyha'nın isteği doğrultusunda sonuçlanmaması için Allah
korkusundan başka hiç bir engel yoktu. Züleyha evde hiç kimsenin olmadığı bir
zamanı seçmiş, bütün kapıları kilitlemişti. Fakat Yusufun iffet, ismet ve
nezahati o kadar yüksek idi ki, öyle bir anda bile Rabbi'nin burhanını
görmüştü.[122]
"İkisi de kapıya
koştular. Kadın onun gömleğini arkasından boylu boyunca yırttı. Kapının yanında
efendisine rastgeldiler. Kadın dedi ki;
Ailene kötülük etmek
isteyenin cezası, zindana atılmaktan veya acıklı bir azaptan başka ne olabilir?
Dedi ki:
"O beni kendisine ram etmek istedi. Kadının
ailesinden birisi de şahedet etti: "Eğer gömleği önden yırtılmışsa o kadın doğru
söylemiştir.Bu ise yalancılardandır. Eğer gömleği arkadan yırtılmışsa o kadın
yalan söylemiştir. Bu ise doğru söyleyendir.Gömleğinin arkadan yırtılmış
olduğunu görünce (Kadının kocası) dedi ki: "Doğrusu bu, sizin tuzağınızdır, siz kadınların tuzağı büyüktür.Yusuf
sen bundan vazgeç. Ey kadın, sen de günahının bağışlanmasını dile. Çünkü sen
gerçekten suçlulardan oldun”[123].
Yusuf, Rabbin'den bir
burhan gördükten sonra oradan çıkmak istemişti. Hızla kapıya doğru koştuğu
sırada Aziz'in karısı arkadan yetişmiş ve gömleğini yakalamış ve gömleğini
arkadan yırmıştı. Kapıda kocası ile karşılaştıklarında kadın Yusufa iftirada
bulunmuş ve kendisini o anda temize çıkarmıştı. Bunun üzerine Yusuf olanları
anlatmış ve Rabbi'nden bu suçtan temizlenmek için yardım istemişti. Bu sırada
kadının ailesinden birisi olayın sonuçlanması için ayet-i kerimede belirtilen
çözümü önerdi.” [124]
Suçlu olanın
anlaşılmasından sonra, Mısırlı Aziz:
"Siz kadınların tuzağı büyüktür" [125]
diyerek karısının suçlu olduğunu kabul etmiş, Yusufa da "bundan vazgeç
"diyerek olayı kapatmasını istemiştir." [126]
“Bundan sonraki ayetler, olayın etraftan duyulduğunu ve dedikodulara
sebep olduğunu haber vermektedir”[127].
Özellikle yüksek tabakadan olan hanımlar arasında olayların duyulması ve
onların Aziz'in karısını kınamaları nedeniyle Züleyha bu hanımlara haber
gönderip evine davet etmişti. [128]
Züleyha, gelen her bir
kadına bir meyve ve bir bıçak verdi.
"Yusufa "çık
karşılarına" dedi ve kadınlar Yusuf’un güzelliği karşısında ellerindeki
bıçaklarla ellerini kestiler. Züleyha'yı haklı bulan kadınların cevabı ise
şöyle oldu:
"Allah'ı
tenzih melektir" [129]
Olayların devamına
bakıldığında Züleyha'nın elini kesen kadınlara, "İşte sözünü edip, beni
yerdiğiniz budur. And olsun ki, onun olmak istedim, fakat o iffetinden dolayı
çekindi. Emrimi yine yapmazsa, and olsun ki hapse tıkılacak ve kahre
uğrayanlardan olacak" dediği görülmektedir. [130]
Yusufun zindana
atılmasında sadece Züleyha'nın değil, misafir olan bu hanımların da etkili
olduğu, onu şikayet ettükleri düşüncesi de kayda değer. [131]
35. ayette
belirtildiği gibi, deliller Yusufun lehine olmasına rağmen bir süre zindana
atılmış, fakat unutulduğu için orada uzun süre kalmıştı. Bu süre boyunca
zindanda kalan Hz. Yusufun rüya yorumlamasını beğenen hükümdar, onun
getirtilmesini emreder. Bu esnada o, uzun yıllar kaldığı zindandan çıkmamış ve
elçiye şöyle demişti:
"Efendine dön de ona sor; 'Ellerini kesen o
kadınların maksadı neydi. Şüphesiz, Rabbim onların tuzaklarını bilir' dedi"
[132]
Gerçeğin, herkesin
huzurunda ortaya çıkması üzerine hükümdar;
"Onu bana getirin' dedi, onu kendime özel
dost yapayım. Kendisiyle konuşunca, 'sen artık bugün yanımızda mevki sahibisin
ve güvenilir birisisin'dedi" [133]
Bunun üzerine Yusuf
hükümdara, "Beni memleketin
hazineleri üzerine tayin et. Çünkü ben onları iyi korurum, bilirim' dedi" [134]
Burada önemli gördüğüm
iki noktanın altını çizmek istiyorum. Birisi, bilindiği gibi bu arada Aziz
ölmüş ve Yusuf bu kadınla evlenmiştir. Diğeri de Yusuf un bir işe talip olurken
önemli iki hususu söyler. Ben onu korurum ve bilirim. Bu bize bir işe talip
olunacağını gösterirken diğer taraftan da bir işe talip olmak için liyakatli ve
bilgili olmanın gereğini ve önemini ortaya koymaktadır. [135]
Kur'an'da Meryem 34
defa doğrudan [136]
geçmekle birlikte, bazen de "Mesih'in anası Meryem [137]"
şeklinde ifadelerle bu ismi görmekteyiz. Ayrıca Kur'an-ı Kerim'in 19. suresinin
adı da "Meryem" dir. Kur'an-ı Kerim'in bütünü dikkate alındığında
İmran kızı Meryem dışında hiç bir kadının adının geçmediği görülmektedir
Hrıstiyan düşüncesinde
Meryem için temel kaynak olarak kabul edilen kutsal metinlerde Meryem hakkında
yeterli bilginin olmadığı kendilerince de kabul edilmektedir. Bu metinlerde
Meryem, İsa ile olan ilgisi dolayısıyla ele alındığı için [138]
yorumlamalara gidilerek bir düşünce sistemi geliştirilmiştir. Bu metinde Meryem
hakkında şu bilgiler bulunur:
"O, Davud
neslindendir. Zekeriya ve Elizabeth'in akrabasıdır. Nâsıralı Yusuf ile
nişanlandı. Cebrail Nâsıra'da ona İsa'nın doğumunu müjdeledi ve Meryem orada
Kutsal Ruh'dan hamile kaldı. Yusuf, Meryem ile evlendi. İsa'nın doğumu M.Ö 6'da
Beytü'l-Tahim'de oldu. Hirodes'in korkusu ile kaçtıkları Mısır'dan M.Ö 4'den
Nâsıra'ya geri döndüler. Meryem, İsa'nın doğumunun 8. gününde mabedi ve Kudüs'ü
ziyaret gibi yahudi geleneklerini ihmal etmedi.[139]
Bundan sonra onun hakkında yazılanların, hayatı ile ilgili olarak tarihî açıdan
bir önemi yoktur. Bunlar "Meryem hakkında ancak teolojik spekülasyonlar
olabilir" şeklinde değerlendirilmektedir. [140] İlk
metinlerdeki bu kısa ifadeler, teologlar tarafından çeşitli yorumlamalara tabî
tutularak, bir çeşit Meryem'e bağlılık meydana getirilmişti. Başlangıçta
Meryem'e saygıyı amaçlayan bu yaklaşım, giderek rahipleri, azizleri ve kiliseyi
de içine alan bir çizgiye ulaşmıştı. [141]
Meryem'in babasının
adı Kur'an'da "İmran" [142]
olarak zikredilmesine rağmen annesinin adı bildirilmemiştir
Klasik tefsir
kaynakları, Meryem'in annesinin adını Hanna olarak almaktadırlar [143].
İmran'ın ve karısı Hanna'nın çocukları olmuyordu. Hanna bir gün, ağaç üzerinde
bir kuşun yavrusuna yiyecek verdiğini görünce dua edip, Allah'tan bir çocuk
istedi ve onu mabede adayacağını da duasına ekledi .Bunu gönül rızası ile yaptı
[144].
Hamile kalan Hanna çocuğu doğurdunda kız olduğunu görünce, adağını geleneğe
göre nasıl yerine getireceğini bilmeden
şaşkınlık içinde :
''Rabbim, onu kız doğurdum, erkek kız gibi değildir.
Ona Meryem adını verdim. Onu ve soyunu taşlanmış şeytanın şerrinden sana
ısmarlıyorum" [145]
dediği ayette belirtilirken, Allah'ın onun duasını kabul ettiği de devamındaki
ayetten anlaşılmaktadır:
"Rabbi onu güzel bir kabulle karşıladı, güzel
bir bitki gibi yetiştirdi de onu, Zekeriya'nın himayesine bıraktı"[146]
Allah, Meryem'in
ibadet yerindeki durumuna işaret ederek:
"Zekeriya girişinde, onun yanında bir yiyecek
bulunurdu” [147]
buyurmaktadır. Zekeriya bunları Meryem'in yanında gördüğünde:
"Ey Meryem! Bu sana nereden geldi? demiş, O
da "Bu Allah katındandır" [148]
cevabını vermiştir.
Ayette rızık olarak
belirtilen şeyler hakkında ise değişik görüşler bulunmaktadır. [149] Ama
bu görüşlerin her birisi bir tahmindir. Ayetin devamında ise şöyle denmektedir:
"Doğrusu Allah dilediğini hesapsız
rızıklandırır" ifadesi yer almaktadır.
Kur'an'da mübhem
kelimelerin açıklanmaya çalışılmasına karşı olan Muhammed Abduh ise, ayetin
devamındaki bu ifadeden hareket ederek ayeti haklı olarak şöyle
yorumlamaktadır:
"Erzakların
tabiatı değil de mevcudiyeti bir mucizedir . Erzakların tabiatı mucize olmuş
olsaydı, pasajın sonunun "Allah dilediklerini verir " şeklinde
bitmesi gerekirdi. Kur'an herkese kendini açıklar. Kur'an kelimelerinin zahir
anlamlarına ters düşen mucizelerin savunulmasına girmeye de ihtiyaç yoktur. O
halde buradaki mucize; verilen şeyler değil Meryem'in bizzat
rızıklandırılışıdır". [150]
Yeni Ahid'de Meryem'e
melek gelip müjde verinceye kadar Meryem'in hayatından hiç bahsedilmemektedir [151].
değildir. Allah'ın
başka kelimeleri de vardır ve Allah'ın kelimesine doğal olarak Allah denilemez.
Bu nedenle İsa bir kelime olarak Allah'a bağlı iken, bir oğul olarak ancak
Meryem'e bağlıdır [152].
Elmalı'ya göre, kelime, Allah tarafından yapılan bir fiil, bir te'sir, normal
dışı bir yaratma işi, manâlı bir eserdir. Bu lafzın nekre olarak gelmesi
tanınmadık, garib, adet dışı bir şey olduğuna delildir ve bu sebeble İsa'nın
hüviyetini teşkil eder. Gerçekten İsa'nın yaradılışı bilinen adet dışı bir
olaydır [153].
Kur'an'da Meryem'in
hamile kalışı şöyle ifade edilmektedir:
"Onlarla kendi arasına bir perde çekilmişti.
Biz de ruhumuzu ona gönderdik. Ona düzgün bir insan şeklinde göründü. (Meryem)
dedi ki, ben senden daha çok esirgeyen Allah'a sığınırım. Eğer korkuyorsan bana
dokunma. Ben dedi, sadece rabbimin elçisiyim. Sana tertemiz bir erkek çocuğu
hediye edeyim diye geldim. Benim nasıl çocuğum olur, dedi. Bana bir insan
dokunmadı ve ben de kötü bir kadın değilim. Öyledir dedi, Rabbin, O bana
kolaydır. Onu insanlara bir mucize ve bizden bir rahmet kılmak için bunu
yapacağız dedi ve iş olup bitti. Meryem ona gebe kaldı. Onunla uzak bir yere
çekildi" [154]
"Doğum sancısı onu bir hurma dalının altına
sürükledi. "Keşke ben bundan önce ölmüş olsaydım da unutulup
gitseydim."dedi. Onun altından bir ses kendisine şöyle seslendi:
"Sakın üzülme, Rabbin, içinde bulunanı şerefli kılmıştır. Hurma ağacını
kendine doğru silkele, üstüne taze hurma dökülsün" [155].
Bu olayın Mısır'a
giderken olduğunu belirten Sa'lebi Meryem'in bu seyahati Yusuf ile birlikte
yaptığını zikreder. Ancak tespitlere göre bu konuda Matta İncilinden
faydalandığı anlaşılmaktadır. [156]
Taberi de aynı şekilde Mısır'a gidişten bahseder. [157]
Süddî bu konuda,"namaz kılmakta olduğu Beyt el-Makdis'in mihrabının
doğusunda bir yerdi."der. Vehb İbn Münebbih'ten gelen bir rivayete göre;
"Meryem insanlardan kaçarak gitti. Şam ve Mısır ülkesi arasında bir yere
geldiğinde doğum sancısı tuttu. Bu yer Beyt el-Makdis'ten 8 mil mesafede Beyt
el-Lahim adı verilen bir köydür. Hıristiyanlar buranın Beyt el-Lahim olduğundan
şüphe etmezler. [158]
"Ye, iç gözün aydın olsun, insanlardan birini
görecek olursan, ben Rahman'a oruç adadım. Onun için bu gün hiç bir kimseyle
konuşmayacağım, de." [159]
Meryem'e gelen bu
sesin Cebrail ya da doğurduğu çocuğun sesi olduğu konusunda ihtilaf olmakla
birlikte, ayette Meryem'e bu çocuktan dolayı üzülmemesi, Allah'ın ona
bahşettiği rızıklardan faydalanması istenmektedir. Ayetin devamında gelen
konuşmama orucunun hak olduğuna dair Enes ve İbn Ka'b rivayetleri
nakledilirken, İbn Abbas'ın
"Meryem'e yanı başında seriyyen adı verilen bir nehrin
bahsedildiği" görüşü riveyetler arasında yer almaktadır [160].
"Meryem doğumdan sonra bebeği alarak kavmine
getirdi. O'na Ey Meryem sen tuhaf bir iş yaptın dediler. Ey Harun'un kız
kardeşi, baban kötü birisi değildi., annen de iffetsiz değildi" [161].
Ayetin devamında şöyle
denilmektedir:
"Bunun üzerine O çocuğu gösterdi. Biz beşikteki çocukla
nasıl konuşabiliriz? dediler." [162]
Meryem'in bu durumunu
anlayamayan kalabalık, ondan açıklama yapmasını beklerken Meryem'e verilen emir
gereği konuşmamış, çocuğu ile konuşmaları için İsa'yı işaret etmiştir. Ancak
beşikteki bir çocuk ile konuşmanın mümkün olmadığını bilen bu topluluk
Meryem'in kendileri ile alay ettiğini düşünerek iyice sinirlenmişti. Allah' in
kudreti ile mucize gösteren İsa, annesine yapılan kötü ithamları ortadan
kaldırmak üzere konuşmaya başladı ve ilk sözü de Allah'ı çocuk isnadlarından
uzak tutan bir cevap niteliğinde olarak, kendisinin Allah'ın kulu olduğunu ve
O'nun peygamberi olduğunu söylemesiydi. [163]
Kur'an-ı Kerim bu
mucizevi oluşumu çok veciz bir şekilde şu ayetlerle açıklamaktadır:
"Allah, yanında İsa'nın durumu Adem'in durumu
gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra "ol" dedi. Artık olur. Bu
Rabbinden gelen gerçektir. Öyle ise kuşku duyanlardan olma" [164].
Bu ayet-i Kerimede
olduğu gibi Adem de hem babasız hem de anasız yaratılmıştır. Bakire olduğu
halde gebe kalma ve doğurma konusunda da hatırlanacağı gibi ilk itiraz yine
Meryem'den gelmişti. Fakat meleklerin "Allah
böylece dilediğini yapar" [165]
cevabı onu susturmuştur.
Meryem'in İsa'nın
yaradılışında bir fonksiyonu yoktur. Bu olay "ol" emrinin birtecellisidir [166]. Bu
yönü ile Meryem ve oğlu İsa Tanrının kudretine bir işarettir" [167].
"O'nun soyunu ve onu taşlanmış şeytanın
şerrinden sana ısmarlıyorum "diyen Meryem'in annesinin duasına karşılık
"Rabbi, onu güzel bir şekilde kabul buyurdu" cevabı verilmişti"
[168].
Dolayısıyla Allah, bizzat Meryem'in oğlunu ve Meryem'i koruma altına almıştır.
Böylece Meryem'in annesinin duası yerini bulmuştur. Yahudilerin Meryem ile
beraber mabede hizmet eden marangoz Yusuf ile münasebeti dolayısıyla atılan
iftiralarına ise ayette: "Mahrem
yerini koruyana da ruhumuzdan üflemiş onu da oğlunu da alemler için bir ayet
kılmıştık" [169]
şeklinde cevap verilmektedir.
Hz. İsa ve annnesinin
ilah edilmesi konusu da Kur'an'da dile getirilerek bizzat onların dilleriyle
bunun yanlış bir davranış olduğu vurgulanmakta ve Meryem ve İsa'nın bir beşer olduğu
ve ilah olmadıkları Maide suresinde dile getirilmektedir:
"Allah, demişti ki, ey Meryem oğlu İsa, sen
mi, insanlara, beni ve annemi iki ilah edinin, dedin. 'Haşa, dedi, Sen yücesin,
benim için gerçek olmayan bir şeyi söylemek bana yakışmaz..."[170]
"Onu
işaret etti. Dediler ki, beşikteki çocukla nasıl konuşuruz. (O) dediki:
"Ben Allah'ın kuluyum” [171].
Kur'an'da Hz.
Peygamber'in hanımlarının elbette ayrı bir yeri vardır.
Hatta sadece onlara
yönelik ayetler bulunmaktadır:
“Ey peygamber hanımları, siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz,
Eğer korunuyorsanız, sözü kıvrak bir eda ile söylemeyin ki, kalbinde hastalık
bulunan kimse tamah etmesin. Güzel söz söyleyin"[172].
Ayette Peygamber
eşlerinin diğer kadınlar gibi olmadıkları hatırlatılmakta, özellikle erkeklerle
konuşmalarına dikkat etmeleri istenmekte, kötü niyetli insanlara karşı tedbirli
olmalarına dikkat çekilmektedir [173].
Başka bir ayette
de "Nebi, müminlere nefislerinden daha evladır, eşleri de onların
anneleridir".[174]
Rivayete göre bu son
ayet Hz. Peygamber'in evlatlığı olarak bilinen Zeyd'in boşadığı Zeyneb ile
evlenmesi üzerine çıkan dedikodulara cevap vermek için inmiştir. Buna göre Hz.
Peygamber bütün müminlere canlarından daha yakındır ve evlatlığın bir sevgi, şefkat
belirtisinden başka hükmü yoktur. Yeni kurulan toplumsal düzenini oluşturan
ayetlerden biri olan bu ayet, evlatlığın boşadığı hanım ile evlenmenin
caizliğini ortaya koymaktadır.
O halde Hz. Peygamber
(s.a.v.) yalnız bu kişinin değil bütün müminlerin babasıdır. Onun eşleride
müminlerin anneleridir. Buradaki anneliğin sadece onlarla evlenme yasağı
getirdiğini belirten Elmalı; bu ayeti "Onları nikâh etmek haram,
kendilerine hürmet etmek farzdır, bunun dışındaki hususlarda ise öteki yabancı
kadınlar gibidirler." şeklinde açıklamakta ve bu konda Hz. Aişeden gelen
bir rivayeti de nakletmektedir. Buna göre Hz. Aişe şöyle demiştir:
"Biz kadınların
anaları değiliz."[175]
Kurtubi ise,"onlar bütün ümmetin annesidirler, bunu sadece erkeklere
hasretmenin bir manası yoktur" diyerek yine Şabi'den gelen bir rivayeti
nakletmektedir. Hz. Aişe kendisine soru soran bir kadına " Ümmetin
erkeklerinin annesi olduğum gibi ben senin de annenin”demiştir. [176]
Başka bir ayette de:
"Ey Peygamber! Eşlerine şöyle söyle; Eğer bu
dünya hayatını ve süslerini istiyorsanız gelin, size bağışta bulunayım ve
güzellikle salıvereyim. Yok eğer Allah'ı Resulünü ve ahiret yolunu istiyorsanız, muhakkak Allah
içinizden iyi davranan hanımlara büyük mükafaat
hazırlamıştır".[177]
Bu ayet-i kerîmenin
Hz. Peygamber'e hanımları konusunda verilen bir emir olduğu açıkça
görülmektedir. Hanımlarını serbest bırakması, onların isterlerse, peygamberden
başka birisinin yanına gidip, orada dünya hayatını ve süsünü elde
edebileceklerini, isterlerse peygamberin yanında kalıp onun sıkıntılı hayatına
dayanabileceklerini bildirmiştir. [178]
Taberî'ye göre bu
ayet, Hz. Aişe'nin dünyalık bir şey istemesi veya nafakasının arttırılmasını
istemesi üzerine indirilmiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber, bir ay boyunca
hanımlarının yanına gitmemiş. Bu olay nedeni ile Hz. Peygamber'in hanımları
denenmiş ve onlardan söz alınmıştır. [179]
Hz. Peygamber'in
hanımlarının isimleri şöyledir:
1. Hatice,
2. Aişe
binti Ebi Bekr,
3. Hafsa
binti Ömer,
4. Ümmü
Habibe binti Ebi Süfyan,
5. Ümmü
Seleme binti Ebi Ümeyye,
6. Şevde
binti Zem'a,
7. Zeyneb
binti Cahş,
8. Meymune
binti el-Haris,
9. Cüveyriye
binti Haris,
10. Safiye
binti Huyey"
11. Zeynep
binti Huzeyme [180].
Hz. Peygamber'in
hanımlarından sadece ikinci eşi olan
Aişe hakkında kısaca bilgi vermek istiyorum. [181]
Hz. Peygamber(s.a.v.)
Hz. Aişe ile Mekke'de nikahlanmış, hicretten sonra Medine'de evlenmiştir. Hz.
Aişe'ye dörtyüz dirhem mehir vermişti. Bu sırada Hz. Aişe'nin kaç yaşında
olduğu konusunda değişik rivayetler vardır. Dokuz [182]
veya onyedi yaşında [183]
evlendiği rivayet edilmektedir. Hz. Aişe'nin İslam tarihinde çok önemli bir
yeri vardır. Peygamber'in hanımları arasında ilimle tebarüz edenlerden birisi
olması, aktif siyasetin içinde yer alması ona ayrı bir veçhe kazandırmıştır.
Nitekim Cemel savaşında fiilen savaşa iştirak etmesinin yanı sıra tefsir,
hadis, fıkıh gibi alanlarında da kendini göstermesi bakımından önemlidir. Bütün
bunların yanında Kur'an'da özel olarak onunla ilgili ifk hadisesi diye bilinen
husustan bahsedilmektedir. Bu sebepten dolayı burada kısaca bu olayı aktarmak
istiyorum.
İfk hadisesini Hz.
Aişe şöyle anlatmaktadır:
"Resulullah
sefere çıkacağı zaman hanımları arasında kura çeker, hangisinin adı çıkarsa onu
beraberinde götürürdü. Beni Mustalik gazvesine çıkacağı zaman Hz. Peygamber
kura çekmiş ve benim ismim çıkmıştı. Bunun üzerine Resulullah ile sefere ben
çıktım. Bu sefer hicab ayeti nazil olduktan sonra gerçekleştirilmişti. Ben
mahfemin içinde yükletilir ve konak yerinde mahfemin içinde indirilirdim. Bütün
yolculuğumuz böyle oldu. Nihayet
Resulullah gazasını tamamlayıp, Medine'ye doğru yola çıktı, Medine'ye
yaklaştığımız sırada bir konak yerine indik. Gecenin bir kısmını orada
geçirdikten sonra Hz. Peygamber yola çıkılmasını bildirdi. Hareket emri
verildiği zaman, ben tabî ihtiyacımı karşılamak için ordugahtan ayrıldım.
İhtiyacımı giderip yerime geldiğimde göğsümü yokladım. Bir de ne göreyim,
Yemen'in göz boncuğundan dizilmiş gerdanlığım kopup, düşmüş. Hemen geri dönüp
gerdanlığımı aramaya koyuldum. Ancak onu aramak beni yoldan alıkoymuştu. Ne
varki yolda bana hizmet edenler gelip mahfeli beni taşıyan devenin üzerine
yüklemişlerdi. Meğer onlar beni mahfenin içinde sanıyorlarmış. O zaman kadınlar
hafif idiler. Çok yemek yemedikleri için şişman, ağır değillerdi. İşte bu
yüzden bana hizmet eden hizmetçileri mahfeyi yüklemek üzere kaldırdıklarında,
mahfenin ağır olup olmadığının farkına varmadan yüklemişlerdi. Özellikle ben
çok küçük yaşta bir kadındım. Bu nedenle deveyi sürüp oradan uzaklaşmışlardı.
Ordu gittikten sonra gerdanlığımı buldum. Ordu karargahına vardığımda orada ne
çağıran nede cevap veren hiç kimse yoktu. Beni mahfede bulamazlarda gelip
aramaya gelirler düşüncesi ile evvelce bulduğum konak yerine vardım. Bu düşünce
ile yerimde oturup beklerken uyuya kalmışım."[184]
Hz. Aişe'nin
anlattığına göre bundan sonra ordunun arkasından gelip kalan eşyaları
toplamakla görevli olan Saffan es-Sulemi Hz. Aişe'yi bulur ve onu kendi
devesine bindirir. Öğleye doğru orduyu yakalarlar. Bu sırada başını Abdullah b.
Ubeyy b. Selul'un çektiği bir grup insan Hz. Aişe'ye iftira atarlar. Medine'ye
vardıklarında Hz. Aişe hastalanır ve bir ay hasta yatar. Bu sürede dedikodular
yayılır ancak Hz. Aişe'nin hiç haberi olmaz. Bu dönemde Hz. Peygamber'den
gerekli ilgi ve şevkati göremeyen Hz. Aişe şüphelenir ancak aklına kötü bir şey
gelmez. Bir vesile ile Mıstah'ın annesi Selma'dan hakkında anlatılan iftiraları
öğrenir. Hz. Peygamber'den izin alarak babasının evine gider, durumu bir de
annesi Ümmü Rümmân'dan duymak ister. O gece sabaha kadar ağlayıp dua eden Hz.
Aişe hakkında vahiy geciktiği için Hz. Peygamber istişare etmek üzere Usame b.
Zeyd'i ve Hz. Ali'yi yanına çağırtır.
Usame Hz, Aişe'nin
kötülükten uzak olduğunu düşündüğünü belirtmesine rağmen Hz. Ali dünyada Hz.
Peygamber için başka kadınlar da olduğunu bir de Hz. Aişe'nin cariyesi Berire
ile konuşmasını söyler. Berire'nin de hanımının hiç bir kusurunun olmadığını
belirtmesinden sonra Hz, Peygamber o gün mescidde bir konuşma yapar.
İftiracıları bulmak için tartışan Evs ve Hazrec kabileleri güçlükle
yatıştırılır. Hz. Peygamber Hz. Aişe'nin yanına gelerek, suçlu ise tevbe
etmesini, değilse mutlaka Allah'ın bir şekilde temize çıkaracağını söyler. Hz.
Aişe anne ve babasından cevap vermeleri için yardım ister ancak onlar Hz.
Peygamber'e hiçbir şey söylemezler. Bunun üzerine Hz. Aişe Allah'a sığınarak
sabretmek üzere yatağa yatar. Kendi ifadesi ile Allah'ın Hz. Peygamber'e
rüyasında bunu açıklayacağını zannetmekte kendi hakkında vahiy inmesini ise hiç
beklememektedir. Orada bulunanların hiçbiri ayrılmamışken o anda Hz.
Peygamber'e vahiy gelir. Olayın bir iftira olduğu anlaşılır. Annesi Hz. Aişe'ye
"Hz. Peygamber'e teşekkür et" demesine rağmen Aişe ancak Allah'a
hamdedeceğini söyleyerek bunu reddeder. [185]
İfk hadisesi Nur
suresinde anlatılmaktadır:
"Onu işittiğiniz vakit mümin erkeklerle mümin
kadınların kendiliklerinden hüsn-ü zanda bulunup: Bu apaçık bir iftiradır,
demeleri gerekmezmiydi? Buna karşı dört şahit ile gelmeleri gerekmez miydi?
Mademki onlar şahidleri getiremediler, öyleyse onlar Allah katında yalancıların
ta kendileridirler. Dünya ve ahirette Allah'ın lütuf ve rahmeti üzerinize
olmasaydı içine daldığınız yaygaradan dolayı herhalde sizi büyük bir azab
çarpardı" [186].
Bu ayetin ifk olayında
Hz. Aişe hakkında kötü zanda bulunan müminler hakkında indiği nakledilmektedir.
Bu kişiler Allah'a olan imanları nedeniyle yaptıkları bu hatadan tevbe
ettikleri için azabdan kurtulmuşlardır. Bunlar Mistah, Hassan ve Zeyneb binti
Cahş'ın kız kardeşi Hamne bint Cahş'dir. Hz. Aişe bu kadın hakkında şöyle demektedir:
"Resulullah’ın
hanımları içinde Zeyneb'den başka hiçbiri ona müsavi değildi. Zeyneb benim için
ancak hayır söyledi. Hamne'ye gelince o, bu olaydan duyduğu şeyleri yaydı.
Kızkardeşi için benimle zıtlaşıyordu. Bu yüzden mutlu değildi." [187]
Bilindiği gibi
Kur'an'ın ilk inen ayetleri arasında "yakın
akrabalarını uyar" [188]:
ifadesi yer almaktadır. Bu ayetin gereğini yerine getirmek üzere Hz. Peygamber
akrabalarını toplamış, ancak ilk toplantıda gerekli hususları açıklayamamıştır,
Başka bir defasındaki toplantıda meramını açıklamış, akrabaları arasında buna
ilk tepki gösteren Hz. Peygamberin amcası Ebu Lehep olmuştur. Burada başlayan
karşı çıkış daha sonraları şiddetli bir biçimde devam etmiştir. Ebu Leheb'in
karısı da kocasının yanında yer almış ve Hz. Peygambere karşı çok kötü
davranışlarda bulunmuşlardır. Olay şöyle anlatılmaktadır: Hz. Peygamber, yakın
akrabalarını davet için, Batha'ya çıkmıştı. Dağa tırmanıp "Sabahlar
hayırlı olsun' diye seslenince, Kureyş’liler etrafında toplandılar. Hz.
Peygamber şöyle buyurdu:
"Eğer ben size düşmanın sabah veya akşamüstü
geleceğini söylersem, bana inamrmısımz" Onlar "Evet 'dediler.
Bunun üzerine Hz. Peygamber, 'Ben sizi şiddetli bir azaba karşı uyarayım
"dediğinde Ebu Leheb: "Bizi bunun için mi topladın! Yazıklar olsun
sana, iki elin kurusun" diye karşı çıktı. Bu nedenle Tebbet suresi nazil
oldu.[189]
Kur'an-ı Kerim'de
Tebbet (Mesed), Fatiha'dan sonra defaten nazil olan bir sûredir [190]. Bu
surede hem Ebu Lehep ve hem de karısı Ümmü Cemil yerilmekte ve onun hakkında
"Hammalet' el-Hatab" ifadesi yer almakta ve Ümmü Cemil ise boynunda
bir ip olduğu halde ona odun taşıyacağı haber vererek [191]"
şöyle buyurulmaktadı:
"Ebu Leheb'in elleri kurusun; kurudu da!
Mal ve kazandıkları kendisine fayda vermedi. Alevli ateşe yaslanacak. Karısı da
boynunda bir ip olduğu halde ona odun taşıyacaktır"
Ümmü Cemil, bilindiği
gibi Ebu Süfyan'ın kız kardeşidir. Dolayısıyla bu kadın o günkü toplumda önemli
bir ailenin kızıdır. Zira Ebu Süfyan'ın toplumun lideri olduğu bilinmektedir.
Ümmü Cemil'in Tebbet suresinde kendisinin "Odun taşıyıcısı" olarak
nitelendirildiğini duyunca çok kızmış ve Resulullah'a gelerek "Bizi odun
taşırken mi gördün?"diye sormuş ve onunla alay etmiştir. [192] Ama
aslında Kur'an bu ifade ile onunla alay etmektedir. Zira araplar, insanlar
arasında fitne fesat çıkarmak için çalışanlara "Hammalet'el-Hatab"
(odun hamalı) derlerdi. İşte Kur'an bunu ihsas ettirmek için bu ifadeyi
kullanmaktadır [193].
Zaten arapların özellikle cahiliye döneminde kullanılan bazı tabirlere Kur’an’ın
yer verdiği bilinmektedir.
Hz. Peygamber'in soyu
olan Haşimoğulları ile Ümmü Cemil'in soyu Ümeyye Oğulları arasında öteden beri
bir rekabet vardı. Ümmü Cemil iki kabile arasındaki rekabeti devam ettirmek
için kocası Ebu Leheb'i kendi kabilesinin yanına çekmeye muvaffak oldu. Hz.
Peygamber'in kızlarından Rukayya Ebu Leheb'in oğlu Utbe ile nikahlanmıştı.
Tebbet suresi inince Utbe'nin annesi Ümmü Cemil"'Muhammed' bizi
hicvetti" diyerek oğlunu Rukayya'yı boşaması için kışkırtmaya başladı.'Babası
Ebu Lehep de aynı şekilde davranıyordu. Bunun üzerine Utbe zifaftan önce
Rukayye'yi boşadı [194].
[1] Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış,
Anadolu Yayınları: 59.
[2] Tekvin: Bab 2/18-25
[3] Nisa: 4/1.
[4] Nahl: 16/72, Rum, 30/21, Şura. 42/1
[5] Razi: IX. 161
[6] 'Hucurat: 49/13
[7] Zariyat: 51/57
[8] Hucurat:49/13
[9] Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış,
Anadolu Yayınları: 60-61.
[10] Nisa: 4/124
[11] Al-i İmran: 3/195
[12] Taberi. IV. 215: Vahidi, Esbabü'n-Nüzul, s. 143;
Abdulfettah el-Kadı, Esbab-ı Nüzul, Sahabe ve Muhaddislere Göre, s. 107.
Değişik bir rivayette ise Ümmü Seleme'nin. Hicret konusunda erkekler
zikredilmekte ama biz zikredilmemekteyiz, dediği ve bunun üzerine bu ayetin
nazil olduğu rivayet edilmektedir. Bkz.. Taberi, IV, 215
[13] Nahl: 16/97
[14] Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış,
Anadolu Yayınları: 62-63.
[15] Tevbe: 9/71.
[16] Al-i İmran: 3/104.
[17] İzzet Derveze, et-Tefsiru'l-Hadis, V, 113
[18] Abdullah Dıraz, Kur'an'ın Anlaşılmasına Doğru, s. 111
[19] Tevbe: 9/71
[20] Âl-i İmran: 3/110
[21] Âl-i İmran: 3/110
[22] Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış,
Anadolu Yayınları: 63-65.
[23] Bkz.. Bakara: 2/220; Nisa, 4/6,8, 10.36, 127; En'am,
6/152; Enfal, 8/41; İsra, 17/34; Haşr, 59/7; İnsan, 76/8; Fecr. 89/17; Beled.
90/15; Duha 93/6 9; Maun. 107/2
[24] Nisa: 4/3.
[25] Müslim, Tefsir, 5; Ebu-Davud, Nikah.12; Kurtubi. V.l
1; A.Fettah el-Kadi. s. 110. Biraz değişik şekli ile olaya Taberi de yer
vermektedir: "Ey kardeşimin oğlu, bu, vefisinini korumasında olan bir
yetim kızdır. Malı ve güzelliğinden dolayı ona kargı bir ilgi duyar ve az bir
mihirle onunla evlenmek isler. İşte bu gibilerin onları nikahlamaları
nehyolunmuş, ancak mihirlerini tam olarak ikmal etmeleri konusunda adaletli
davranmaları istenmiştir. Aksi halde onların dışında ki kadınlarla evlenmeleri
emrolunmuştur". Taberi, IV, 232
[26] Suyutî, ed-Dürrül-Mensur, II, 427; Elmalılı. II, 507
[27] İbn Kesir, IV, 1545
[28] Elmalılı, II, 515. Rivayetlere göre, bu hanım Ümmü
Kûccete (Kurtubi. V, 46.):Ümmü Kühhane (Taberi. IV. 262.) dir
[29] İbn Kesir. IV, 157; Elmalı. II. 515; S.Ateş,
11.207-208
[30] Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış,
Anadolu Yayınları: 65-68.
[31] Bakara: 2/259; Nisa 4/34, 128: Mücadele, 58/11. Bu
surede kelime aynı ayette iki defa tekrarlanmaktır.
[32] Taberi, V, 58; Kurtubi, V, 168-169; İbn Kesir,
IV.1679; Elmalılı, II, 558; el-Kadi,a.g.e,117-I18
[33] Taberi, V, 331; Kurtubi, V, 403; İbn Kesir, IV,1679;
Elmalılı, III, 98; S. Ateş, II, 378
[34] Mukatil b. Süleyman, el-Vücuh ve'n-Nezair, s. 140
[35] Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış,
Anadolu Yayınları: 68-70.
[36] İsra: 17/32
[37] Nur:, 24/2
[38] Nur: 24/3
[39] Nur: 24/6-7. Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı
Kavramlara Bakış, Anadolu Yayınları: 70-71.
[40] Nur: 24/31
[41] İbnu'l Arabi, Ahkamu’l-Kur'an. III. 1574; S.Ateş, VI,
182
[42] Abdulfettah el-Kadi, s. 290; İbn Kesir, III, 284
[43] Taberi, XXII, 47;
Abdulfettah el-Kadi. s. 336
[44] Abdulfettah el-Kadi, s. 337
[45] Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış,
Anadolu Yayınları: 71-73.
[46] Mücadele: 58/1-4
[47] Cahiliyye döneminde bir adamın karısına böyle
söylemesi demek karısının ona haram olması demekti. Bu olay İslami dönemde
meydana gelen ilk Zıhar idi
[48] İbn Kesir, XIV, 7767 ve 7775; Elmalılı, VII, 450-451;
el-Kadi,s. 405-407. Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış,
Anadolu Yayınları: 73-75.
[49] Bkz., İbn Manzur, Lisanu'l-Arap, VIII, 23
[50] Bakara: 2/275
[51] Bkz., İbn Manzur, Lisanu'l-Arap, VIII. 23
[52] Tevbe: 9/11
[53] Bkz., Rıza Savaş, Hz. Muhammed Devrinde Kadın, s. 22
ve devamı
[54] Mumtehine: 60/12.
[55] İbn Kesir, XIV, 7847.
[56] Bkz.. Rıza Savaş. Hz. Muhammed Devrinde Kadın. s.
70-77
[57] İbn Hişam, II, 63-65; Taberi, XXVIII, 78. Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara
Bakış, Anadolu Yayınları: 75-78.
[58] Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış,
Anadolu Yayınları: 78.
[59] Tekvin: 2/18-24
[60] Nisa: 4/1
[61] Taberi, IV. 224 ve devamı; İbn Kesir. IV. 154; Elmalı,
II. 499-500
[62] Taberi, IV. 223-225; İbn Kesir, II. 291; Kurtubi, I,
297-302. Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış, Anadolu
Yayınları: 79-80.
[63] A'raf: 7/19
[64] Tekvin: 3/1-21
[65] es-Sa'lebi. Kasasu'l Enbiya, s.19
[66] Konuyla ilgili olarak bkz., B.Topaloğlu,. İslamda
Kadın. s. 22-23
[67] Fatır: 35/18
[68] Bakara: 2/134,141
[69] Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış,
Anadolu Yayınları: 80-82.
[70] İbn Kesir, I,8: Elmalılı, IV, 25-27; S.Ateş, III, 321
[71] Araf: 7/23. Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı
Kavramlara Bakış, Anadolu Yayınları: 82-83.
[72] Taha: 20/122-123
[73] Kurtubi: I, 321; Taberi, I. 235-238
[74] S Ateş: III, 322
[75] İbn Kesir: X. 5279.
[76] Araf: 7/189-190. Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı
Kavramlara Bakış, Anadolu Yayınları: 83-84.
[77] Tahrim: 66/10
[78] Hud: 11/40.
[79] Hud: 11/32
[80] Tekvin: 7
[81] Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış,
Anadolu Yayınları: 84-86.
[82] Tahrim: 66/11
[83] İbn Kesir, IV, 395; S.Ateş, IX, 516
[84] Fecr: 89/10.
[85] Bkz., Abdullah Aydemir, İslamî Kaynaklara Göre
Peygamberler, s. 144
[86] H.B.Çantay, II, 690.
[87] İbn Kesir, IV.7979; Kurtubi, IV, 83. Doç. Dr. Ömer
Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış, Anadolu Yayınları: 86-87.
[88] Kurtubi, XIII, 182
[89] Neml: 27/20-26
[90] S.Ateş: VI, 371-372; Taberi, XIX, 148; Razi, XXIV, 197
[91] Elmalılı: VI, 137-146. y
[92] İbn Kesir: XI, 6141
[93] Kurtubi: XIII, 182
[94] İbn Kesir, XI, 6141-6142
[95] Elmalılı: VI, 137-146
[96] Neml: 27/27-28
[97] İbn Kesir: XI, 6143; S.Ateş, VI, 371-372; Taberi, XIX,
152-153
[98] Elmalılı: VI, 137-146
[99] Neml: 27/33.
[100] İbn Kesir: XI. 6145; S.Ateş. VI, 371-372; Taberi, XIX.
155
[101] Taberi: XIX, 154
[102] Neml: 27/34-35
[103] Elmalılı: VI, 137-146.
[104] İbn Kesir: XI, 6147.
[105] Neml: 27/38-40
[106] Neml: 27/41
[107] İbn Kesir: XI, 6152
[108] Neml: 27/42
[109] Neml: 27/44
[110] Kurtubi: XIII, 200-213;
Taberi, XIX, 170-171
[111] Neml: 27/44
[112] Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış,
Anadolu Yayınları: 87-92.
[113] Maverdi: en-Nüket ve'1-Uyun, III, 19
[114] Taberi: XII, 174 ;İbn Kesir, VIII, 4046
[115] Tekvin: 37.
[116] Elmalılı:V.38
[117] Yusuf: 12/21
[118] Yusuf: 12/23
[119] İbn Kesir: VIII, 4047
[120] Elmalılı: V. 40
[121] İbn Kesir. VIII, 4047-4050;
Kurlubi. IX.163-170; Taberi, XII, 183
[122] Elmalılı: V. 40
[123] Yusuf: 12/25-29.
[124] İbn Kesir: VIII. 4058-4059
[125] Yusuf: 12/28
[126] İbn Kesir. VIII, 4059; S.Ateş, IV. 392
[127] Yusuf: 12/30-31
[128] S.Ateş: IV, 393
[129] Yusuf: 12/31
[130] Kurtubi: IX. 172-175
[131] Elmalılı: V, 42
[132] Yusuf: 12/50
[133] Yusuf: 12/54
[134] Yusuf: 12/55
[135] Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış,
Anadolu Yayınları: 92-97.
[136] Al-i İmran: 3/37,42,44
[137] Müminün: 40/50; Maide, 5/75-76
[138] Günay Tümer: s. 33
[139] Günay Tiimer: s. 33
[140] Günay Tiimer: s. 34
[141] Günay Tümer: s. 46,47
[142] Al-i İmran: 3/35
[143] Taberi: III, 244
[144] Kurtubi: IV, 70: B.Topaloğlu, İslamda Kadın, s. 80.
[145] Al-i İmran: 3/35.
[146] Al-i İmran: 3/37
[147] Al-i İmran: 3/37
[148] Al-i İmran: 3/37
[149] Taberi, III, 245; İbn Kesir,
IV, 1240
[150] Jansen. J.J.G., Kur'an'a Bilimsel Filolojik Pratik
Yaklaşımlar, s. 54
[151] G. Tümer: s. 157
[152] Taberi: III, 269
[153] Elmalılı: II, 363-364
[154] Meryem:19/17-22
[155] Meryem: 19/23-25
[156] Günay Tümer: s. 171
[157] Taberi, Tarih: I, 595
[158] İbn Kesir: X, 5130
[159] Meryem: 19/26
[160] Kurtubi: XI, 89-90
[161] Meryem: 19/27-28
[162] Meryem: 19/29
[163] Meryem: 19/30
[164] Al-i İmran: 3/59-60
[165] Al-i İmran: 3/47; Meryem, 19/20
[166] Taberi: 111, 295-297; Kurtubi, IV. 102-103
[167] Müminun: 40/50
[168] Al-i İmran: 36
[169] Enbiya: 21/91; Tahrim, 66/12
[170] Maide: 5/116
[171] Meryem:19/30. Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı
Kavramlara Bakış, Anadolu Yayınları: 97-104.
[172] Ahzab: 33/32
[173] Elmalılı: VI, 309
[174] Ahzab: 33/6
[175] Elmalılı: VI, 295
[176] Kurtubi: XVI, 123
[177] Ahzab: 33/28-29
[178] İbn Kesir: XII, 6513-6514
[179] Taberi: XX, 156-158
[180] İ. Hişam, IV, 395: Rıza Savaş. Hz. Muhammed Devrinde
Kadın, s. 190-197
[181] Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış,
Anadolu Yayınları: 104-107.
[182] İ. Hişam. IV, 396
[183] Mes'udi, II, 309
[184] Kurtubi, XII,
197-210; İbn Kesir, XI,
5812-5813; Abdulfeltah el-Kadi, 281-288; Elmalıh,V, 557-560
[185] Taberi, XVIII. 76-105; İbn Kesir. XI. 5792-5806; İbn
Hişam. IV, 409-415
[186] Nur: 24/12-14
[187] İbn Hişam, IV.412; İbn Kesir. III, 273 ve devamı.Doç.
Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış, Anadolu Yayınları: 107-110.
[188] Şuara: 26/214
[189] İbn Kesir: XV. 8734
[190] Es-Saidi, En Edebi Mesaj Kur'an. s. 19
[191] el-Kadi. Esbab-ı Nüzul. s. 19
[192] Taberi, XXX, 338
[193] Zemahşeri, Keşşaf, IV. 241
[194] Belazuri, Ensabu’l-Eşraf, s. 397-398. Doç. Dr. Ömer
Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış, Anadolu Yayınları: 110-112.