c3- Mümin Ve Bazı Özellikleri:
Kur'an'a göre Allah
yeri ve gökleri, dünya nimetlerini, hayatı ve ölümü, kimleri daha güzel amel
işleyecekleri hususunda insanları denemek için yaratmış [1] yine
aynı maksatla insanları yeryüzünün halifesi kılmıştır.[2] Allah,
dünyada iken kimin daha güzel amel işlediğini ortaya çıkaracak ve hiçbir
haksızlığa meydan vermeksizin herkesi
ameline göre yargılayacaktır.[3] Zerre
kadar iyi ameli olan da kötü ameli olan da karşılığını görecektir.[4]
Bununla birlikte kötü ameli olanlar yalnızca kötülüklerinin dengiyle
cezalandırılırken iyi amel işleyenler fazlasıyla mükafatlandırılacaktır [5].
Kur'an'da içki, kumar,
haksız yere adam öldürme gibi büyük günahlar "şeytanın ameli" [6]
olarak ifade edilmiştir. Allah, bilgisizce kötü amel işleyip de ardından tevbe
edeni bağışlar. Buna karşılık kötü amelleri hayatının sonuna kadar sürdüren,
sonra ölüm gelip çatınca tevbe etmek isteyen kimsenin bu tevbesini kabul etmez [7].
Kur'an'da insanları
ilgilendiren en önemli iki kavram, iman ve ameldir. Diğer bütün kavramlar
bunların etrafında dolaşır. Aslında Kur'anî kavramları zaten birbirinden kesin
çizgilerle ayırmak mümkün değildir. [8]
İman, insanın kendi
derinliğine dalarak Allah'a doğru yükselme, hayatın bütün zahmet ve çileleri
arasında Yaratıcıya yol bulma sırrını ihsas ettiren bir duygu yumağıdır. İman,
insanı iş ve vazifeye bağlamak suretiyle bunlardaki derin hikmetleri ve
sebeplerini kavratır. İman insana ruhun en yüksek tekamüle erişme duygusunu
kazandırır. İmanın zayıfladığı toplumlarda itaat ve disiplin çok azalır ve
zayıflar. İnsanlar arasındaki sevgi ve ilgi bağları kopar, toplumda belirsizlik
hakim olmaya başlar. Bu genel açıklamalardan sonra şimdi Kur'an'da iman kavramına
kısaca bakabiliriz.
İman, nefsin mutmain
olması, korkunun giderilmesi ve kişinin güven içinde olması anlamındaki
"emn" kelimesinden alınmıştır ve bu kelime Kur'an'da çeşitli
kalıplarda 883 defa yer almaktadır.
İman kelimesinin,
Kur'anda çok önemli bir yeri vardır. Hatta ayetlere bakıldığında imanın
şartları diyebileceğimiz hususlar zikredilmektedir. İman kavramı hem Mekki ve
hem de Medeni ayetlerin mihenk taşıdır. Hemen her surede imanın bir yönüne ya
doğrudan ya da dolaylı olarak mutlaka değinilmektedir.
Ayetlerde bir müminin
neye inanıp neye inanmayacağı vurgulanmaktadır. Örneğin Nisa suresinde bu durum şöyle
açıklanmaktadır:
"Ey inananları Allah'a, Peygamber'ine,
Peygamber'ine indirilen Kitab'a ve dana önce indirilmiş bulunan kitaplara
inanın. Kin' Allah i, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününün
inkar ederse, derin bir sapıklığa sapmış olur". [9]
Bakara suresinin 285.
ayetinde de şöyle denilir:
"Rabbinden kendisine indirilene, Allah'ın
Elçi'si de, inananlar da inandı. Hepsi Allah'a, meleklerine, kitaplarına,
peygamberlerine inandı. Biz peygamberlerinden hiç birini ayırmayız. İşittik,
itaat ettik. Rabbîmiz bizi bağışlamanı dileriz. Dönüş ancak sanadır ".
Bu ayetlerde görüldüğü
gibi nelere inanıp nelere inanılmayacağı gayet açık bir biçimde belirtilir.[10]
Kur'an'da iman
kelimesinin geçtiği ayetlere bakıldığında genelde şu hususlarla karşılaşılır.
İman kelimesi ya küfrün zıddı olarak bir mukayese içinde sunulur ya da iman
kelimesi gibi Kur'an'ın müspet anlamda kulun kurtuluşunu sağlamaya yarayan
salih amelle birlikte yer alır.
Bu açıdan Kur'an'da
küfür, imanın tam zıddı olarak verilmektedir. Aslında iman ile küfür arasındaki
bu temel karşıtlığın, İslam'da tüm insani vasıfların birbirine temelden zıt
iki ahlaki kategoriye ayrıldığının çok açık bir biçimde sunuluşunu da
göstermektedir. Bu temel ikilem tüm İslaınî ahlak sisteminin bamtelidir.
Kur'an'ın her yerinde bu temel ayrım
sezilebilir [11].
Burada şunu belirtelim
ki, Kur'an üslup olarak özellikle kavramları karşıtları ile birlikte
vermektedir. Bunun pek çok faydası vardır, ama en önemlisi Kur'an okuyan kişi/
kişiler okudukları anda mukayese yapma imkanını bulmalarıdır.
Burada iman ile küfrün
birbirinin zıddı olduğunu gösteren tipik örneklerden bir kaç tanesini
vereceğim. Bir ayette şöyle denilmektedir:
"Yemin ederim ki, Allah, iman edip salih amel
işleyenleri altından nehirler akan cennetlere koyacaktır, bu dünyada hayatın
tadını çıkarıp, davarların yediği gibi yiyip içen kafirlerin varacakları yer
ise ateştir" [12]
Başka bir ayette de
şöyle buyrulur:
"İman edip güzel işler yapanlar, onlar bir
bahçe içinde mutlu kılınırlar. İnkar edip ayetlerimizi ahiret buluşmasını
yalanlayanlara gelince, onlar azabın içinde hazır bulundurulurlar". [13]
Bu ayetlerde mümin ile
kafir arasında çok önemli iki belirleyici unsur yatmaktadır; Birincisi, bu ikisinin
bu dünyada yaptıkları açısından müminin ilgisi sadece takva ile ifade edilecek
işleredir, kafirin ise günlerini dünyevi zevklerin peşinde geçirmesidir.
İkincisi ise, kıyamet günü ellerine ne geçeceği açısından. Mümin cennetle
ödüllendirilecek, kafir ise cehenneme gidecektir [14].
Allah kendisine tam,
samimi ve içten gelerek inanan kişiyi şöyle vasıflar:
"Gerçek mümin
ancak, Allah'a ve Elçi'sine inanan sonra şüphe etmeyen malıyla canıyla Allah
yolunda mücahede edendir'. [15]
Buna karşılık çıkar
için inandıklarını söyleyenleri de sövle tavsif eder:
"Bedeviler, 'iman ettik' dediler. De ki, 'siz
iman etmediniz ancak müslüman olduk' deyin. İman sizin kalplerinize
girmemiştir. Eğer Allah'a ve Elçi'sine itaat ederseniz Allah yapıp
ettiklerinizden hiçbir şey eksiltmez. Çünkü Allah Gafur'dur, Rahim'dir".
[16]
Ayette inanan ve
inancında ciddi olanların vasıfları tereddüt ve şüpheye düşmeme, inancı koruma
ve müminleri kollama uğruna mal ve canını adama şeklinde açıklanmıştır.
Kur'an'da, Allah'ın,
insanlara imanı sevdirildiği ve onu kalplerde süslediği ifâde edilirken bir
noktada küfrün karşıtı olabilecek hususlar da zikredilir:
"Bilin ki, Allah'ın Elçi'si içinizdedir. Eğer
o, çoğu işte size uysaydı, gerçekten zorlukla karşılaşır, sıkıntıya düşerdiniz.
Ama Allah, size imanı sevdirmiş ve onu gönüllerinizde/ kalplerinizde
süslemiştir. Ve size küfrü, bozukluğu/fıs ki ve isyan etmeyi çirkin
göstermiştir. Allah'tan bir lütuf ve nimet olarak rüşte ermiş olanlar işte onlardır. Allah, alimdir, hakimdir"
[17]
İman-Küfür Mukayesesi Kur'an'da
bazen aynı ayette bazen de birbirini takip eden ayetlerde geçer. Bu mukayese
aslında mümin-kafir arasında olmaktadır ama fiil olarak inanan veya
inanmayanların nelerle karşılaşacakları da belirtilmektedir.
"İnkar edenler için çetin bir azap var, inanıp
iyi işler yapanlara da mağfiret ve büyük bir mükafat vardır" [18]
ayetinde bu durum
açıkça görülmektedir.
Bazı ayetlerde de
iman-küfür yine şöyle ifade edilir:
"İnkar edenlere gelince onlara dünyada da,
ahirette de şiddetli bir şekilde azap edeceğim. Onların yardımcıları da
olmayacaktır. İnanıp, iyi işler yapanlara da, mükafatlarını tam olarak
verecektir. Allah zalimleri sevmez" [19].
Görüldüğü gibi Kur'an,
iman ile küfrü çeşitli yönleri ile ele almaktadır. İman-küfür sınırında en
belirleyici Özellik inananların, başta Allah'ın mutlak birliği olmak üzere
Kur'an'da inanılması istenen hususlara inanmaktır. İnanmayanların ise başta
Allah'ın ayetlerini inkar etme, O'nun varlığını, birliğini ve ahiret gününü
kabullenmemeleri gelmektedir. Nitekim ayette şöyle buyrulur:
"İnkar edip, ayetlerimizi ve ahiret
buluşmasını yalanlayanlara gelince, onlar azabın içinde hazır bulundurulurlar"
[20]
İman-küfür sınırında Kur'an'da çok önemli bir husus
ayette şöyle vurgulanır:
"İnanan, hicret eden ve Allah yolunda
mallarıyla ve canlarıyla mücahede edenler; hicret edenleri barındırıp onlara
yardım edenler, işte onlar birbirinin dostlarıdırlar...Küfre sapanlar da
birbirlerinin dostlarıdır. Eğer şu dikkat çekilenleri yapmazsanız yeryüzünde
bir fitne büyük bir bozgun çıkar" [21]
Nasıl küfür,
ayıplanacak vasıflar küresine dahil tüm özellikleri bünyesinde barındıran
dayanak noktasını teşkil etmekte ise, "inanç" ya da
"itikat" yani iman da olumlu ahlaki değerlerin tam manası ile
merkezidir. İman tüm İslamî erdemlerin çıktığı kaynaktır. Temel değerleri
oluşturan odur ve İslam'da Allah'a ve vahiylerine karşı içten bir inanışı
içermeyen hiç bir fazilet düşünülemez [22].
İnkar edenlerin neleri
kabul etmedikleri de Kur'an'da zikredilir ki, bunlar genelde şu hususlardır:
1. Allah'ın
birliğini inkar:
"...Yalnız Allah'a çağrıldığınızda inkar
etmiştiniz. O'na ortak koşulduğunda ise iman ediyordunuz. Bugün hüküm
yücelerin yücesi Allah'ındır".[23]
2. Sadece
dünya hayatını ve maddi nimetleri tercih etme:
"İnkar edenlere, dünya hayatı süslü görünür.
Onlar inananlarla alay ederler, oysa Allah, sakınanlar, kıyamet günü onların
üstünde olacaklardır. Allah dilediğine hesapsız rızık verir". [24]
3. Mallarını
Allah yolunda harcamaktan çekinme:
"Doğrusu inkar edenler,.mallarını, Allah
yolundan alıkoymak için sarfederler ve daha da sarfedeceklerdir. Ama sonra
içleri yanacak, hem de mağlup olacaklar ve inkar edenler cehenneme sürüleceklerdir".
[25]
4. Ahiret
gününü inkar etme:
"İnkar edenler: 'Saat/kıyamet bize
gelmeyecektir' dediler. De ki, 'hayır, gaybı bilen Rabbine and olsun ki, size
muhakkak gelecektir. Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey bile O'nun ilmi
dışında değildir. Şüphesiz, bundan daha küçük ve daha büyük olan her şey apaçık
Kitaptadır". [26]
5. Allah'ın dini olan gerçeği, bazen hurafe,
bazen de yalan ve aldatma olarak niteleme:
"Ayetlerimiz onlara apaçık olarak okunduğu
zaman, 'bu adam, babalarınızın taptıklarından sizi alıkoymaktan başka bir şey
istemiyor". [27]
6. Kur'an
hakkında yalan, uygunsuz söz ve suçlamaya teşvik etme. Nitekim ayette onların
şöyle dedikleri bildirilir:
"İnkar edenler: 'Bu Kur'an'ı dinlemeyin,
(okunurken) gürültü çıkarın, belki bastırırsınız' dediler".[28]
Kur'an'da iman ve
bunun içerdiği hususları sadece iman kelimesi ile görmeyiz. İmanın içerdiği
esasları takva ve birr kelimeleri ile de bulabiliriz. Hatta öyle ki, Kur'an'da
muttaki (takva sahibi), ebrar (birr kelimesinin çoğuludur ve genel olarak
iyilik yapan demektir) ve özelliklerinden bahseden, ayetlere bakıldığında hem
iman ve hem de müminlerin tüm olumlu ahlakî işlevlerin arasında birlik görülür.
[29]
Öncelikle birr
kavramının içeriğine bir bakalım. Bir ayette şöyle denmektedir
"Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz
iyilik değildir. Asıl iyilik Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara,
peygamberlere inanır, akrabaya, yetimlere, çaresizlere, yada kalmışa,
yoksullara, özgürlüğüne kavuşmak gayretinde olanlara malı seve seve verir,
namazı kılar, zekatı öder. Böyleleri söz verdiklerinde ahitlerine vefalıdırlar-
bolluk ve bereket zamanı kadar, zorluk, sıkıntı ve şiddet zamanında da
sabırlıdırlar. İşte bunlardır özü ile sözü bir olanlar. Ve işte bunlardır
korunan takva sahipleri". [30]
Burada anlatılan
özelliklere bakıldığında Kur'an'da inanılması gereken hususlar
vurgulanmaktadır. Mutlak manada alındığında, iman son derece geniş ve kapsamlı
bir kavramdır. Şu da gayet açıktır ki, mutlak manada, iyi amelin olmadığı yerde
iman olamaz. Kur'an buna şahittir.
Bütün tartışmanın püf
noktası, hali hazırda görmüş olduğumuz gibi, iman kelimesinin mutlak manada
kullanıldığı zaman, manasında amelleri barındırdığıdır. Böyle bir görüş,
Kur'an'ın sık sık "iman edip, salih amellerde bulunanlar tabirini
kullanması ile ortaya çıkmaktadır. [31]
Takva kavramına
gelince bunda da muttaki'yi (takva sahibi) anlatan ayetlerde şunları
okumaktayız.
"İşte o kitap ki, içinde şüphe yoktur ve
muttakiler için yol göstericidir. Onlar ki, gayba inanıp namazlarını kılarlar
ve kendilerine verdiğimiz rızıktan harcarlar. Sana indirilene ve senden önce
indirilene inanırlar Ahirete de kesinlikle iman ederler. İşte onlar
Rabblerinden bir hidayet üzeredirler ve umduklarına erenler, işte onlardır".
[32]
Bu ayette anlatılan
özellikler başka bir ayette muhsinlerin vasıfları olarak vurgulanmaktadır:
“Bunlar hikmetli kitabın ayetleridir. Güzel davrananlara (muhsinin) yol
gösterici ve rahmet olarak indirilmiştir. Onlar ki, namazı kılarlar, zekatı
verirler ve onlar ahirete de kesin olarak inanırlar. İşte onlar Rabbleri
tarafından gösterilen doğru bir yol üzerindedirler ve onlar umduklarına
ereceklerdir." [33]
Aslında muhsin
Kur'an'da çok önemli bir derecedir. Kur'an'a göre inanan ve salih amel işeleyen
aynı zamanda takva sahibi olanlar muhsindirler. Nitekim bir ayette şöyle
denmektedir: salih amel işleyenlere, bundan böyle korunup iman ederek iyi işler
yaptıkları sonra takvaya sarılıp imanda kemale erdikleri sonra bir mertebe daha
korunup, güzellikler sergiledikleri takdirde daha önce tatmış oldukları
haramdan ötürü hiçbir günah yoktur. Allah güzel düşünüp güzel davrananları
(muhsinin) sever”.[34]
Kur'an'da mümin nasıl
anlatılmaktadır. Bu konuda sağlıklı sonuçlara varabilmemiz için Kur'an'ın bu
konuda neler dediğinin iyi tespit edilmesine bağlıdır. Öncelikle şunu ifade
edelim ki, Kur'an'da "mü'min" ifadesinin en çok geçen bir kavramdır
ve zaten Kur'an'ın merkezinde iki insan tipi yatmaktadır: Mümin ve kafir.
Müminim dedikten sonra
yapması lazım gelen bazı davranışlarla elbette kişiler karşılaşacaklardır.
Kur'an buna da salih amel demektedir. Bu genel ifadelerin ardından şunu sorabiliriz.
Acaba Kur'an nasıl bir mümin istemektedir.
Kur'an'da müminlerin
en önemli vasıfları olarak, mümin, müslim, muttaki, mühted ve muhsin ifadeleri
yer almaktadır. Aslında bu vasıfların birbiri ile çok yakın irtibatları vardır.
Sanki bunlar biri birinin yerine kullanılabilir özellikleri taşımaktadırlar.
Nitekim mittakin dendiğinde veya bunun özellikleri Kur'an'da sıralandığı zaman
aynı durumun mümin, muhsin kavramlarıyla da vurgulandığı görülür. Bundan dolayı
İbn Teymiye, Kur'an ve Sünnett'te mutlak anlamda iman denince, birr, takva ve
din lafızlarının da aynı anlamları vurgulayacağı kanaatindedir [35]. Bu
vasıfların her birinin içerisine dahil edilecek alt başlıklar bulunmaktadır.
Ancak biz genel olarak bu vasıfları biraz açmayı düşünüyoruz.
Kur'an'da gerçek mümin
ve özelliklerinden de sık sık bahsedilir. Bu durumun Kur'an'da özel bir yeri
vardır. Zira Kur'an'a göre mümin sadece tanımlarda kalmaz, nasıl davranışlarda
bulunduğu ve neler yapması gerektiği hatta nasıl bir kişiliğe sahip olacağı da
belirlenir. Kısacası gerçek müminin kelimelerle hemen hemen eksiksiz bir
tanımını Kur'an bize anlatır. Bu ayetlerden bazıları şunlardır:
"Gerçek müminler, ancak onlardır ki, ne vakit
Allah anılsa kalpleri ürperir ve onun ayetleri onlara okunduğunda imanlarını
artırır ve ümitlerini Rabblerine bağlarlar ve bizim kendilerine bahşetmiş
olduğumuzdan harcamada bulunurlar. Bunlar hakiki anlamda mümin olanlardır"
[36]
Bu sözlü tanım
kelimenin gerçek anlamında muinin kişiyi gerçekten muttaki Allah'ın adının
anılmasının bile kalbinde derin bir huşu hissi uyandırmaya yettiği ve tüm
yaşamı o köklü dürüstlük haleti ruhiyesince tanzim olunan bir insan olarak
resmetmektedir. Onun şahsiyetine de ışık tutmaktadır [37].
"Gerçek müminler pişman olup Allah'a rücu
(tevbe) edenler, kulluk edip O'nu yücelten, oruç tutan, eğilen, secde eden,
murufu emreden, münkeri yasaklayan, Allah'ın hudutları dahilinde kalanlardır.
Müminlere müjde ver" [38]
Aşağıdaki ayetlerde
ise özellikle gerçek müminlere yaraşan fiiller sıralanmaktadır:
"Rahim'in
kulları, dünya üzerinde tevazu ile adım atan ve cahiller kendileri ile muhatap
olduklarında onlara selam diyenler, geceyi Rabbleri huzurunda ayakta ve secdede
geçirenler. Rabbimiz, bizi cehennem azabından uzak tut, doğrusu O'nun azabı
korkunçtur. Ne kötü bir yurt ve ne kötü bir ikametgahtır o, diyenler. Harcama
yaptıkları zaman ne ölçüyü kaçıran ne de esirgeyen, bunun yerine iki aşırı uç
arasında uygun bir tavır takınanlar. Allah'tan başkasından medet ummayan, haklı
bir sebep olmaksızın Allah'ın öldürülmesini yasakladığı bir canlıyı öldürmeyen,
zina da etmeyen. Yalancı şahitlik etmeyen ve faydasız konuşmaya şahit
olduklarında vakarla geçip giden. Allah'ın ayetleri kendilerine hatırlatıldığında
gözleri kör ve kulakları da sağır olmayan. Ve şöyle diyenlerdir:
“Rabbimiz, bize zevce ve evlat sevinci ver ve bizi senden korkanlara
örnek kıl." [39]
"Tevazu ile dua eden, boşlaftan uzak duran,
infakta geri kalmayan, hanımları ve ellerinin altındaki köleler hariç
iffetlerini koruyan, yaptığı anlaşmaya ve verdiği söze sadık, namaz konusunda
son derece dikkatli olan müminler kurtuluşa ereceklerdir. Bunlar Cenneti miras
alacak olan varislerdir ve orada ebediyen kalacaklardır". [40]
Yukarıdaki ayetlerde
Kur'aıvın verdiği ideal mümin tipi belirlenmektedir. Bu ayetlerin Mekke
döneminde indiği hatırlanacak olursa, şunu söylemek gerekir:
Kur'an inmeye
başladığı ilk günden itibaren ayetlerde vurgulanan ve belirtilen tipler
oluşturmak istemiştir. Zaten bu şekilde Mekke'de oluşturulan mümin tipler,
Medine'ye hicret ettikten sonra bocalamamış, oradaki mevcut yapıya olumlu
katkıda bulunmak suretiyle o insanlar üzerinde de derin etkiler bırakmışlardır.
Kur'an'da mümin ismi
ile anılan bir sure bulunmaktadır: Bu sure Kur'an'ın 23. Sûresi olup Mekke
devrinin sonlarına doğru inmiştir ve 118 ayettir. Bu sûrenin ilk ayetleri
kanaatimizce mümin imajının ilk ve önemli belirtilerini bize çok kısa ve öz
olarak anlatmaktadır ki, bu özellikler, kurtuluşa eren müminlerin belirgin
vasıflandır. Ayetlerde Allah şöyle buyurmaktadır:
"Müminler felaha ulaştı ki onlar,
namazlarında saygılıdırlar; boş şeylerden yüz çevirirler; zekatı verirler,
ırzlarını korurlar...; ve onlar emanetlerine ve ahitlerine özen gösterirler;
onlar namazlarını da korurlar..."[41]. Bu
ayetlerde ifade edilen hususlara kısaca bir göz atalım:
1. Namazda
huşu içinde olmak:
Aslında dikkat
edilecek olursa bu ayette Allah müminlerin en belirgin özelliklerinden
birisinin namazlarında saygılı olmaları ve namazlarını devamlı kılmaları
gerektiğini beyan etmektedir. Bu noktada Hz. Peygamber'den nakledilen şu hadis
de adeta bu ayetin tefsiri mahiyetindedir. Muaz İbn Cebel'in naklettiği uzunca
bir hadiste Hz. Peygamber'le birlikte bir yolculuk esnasında, Resulullah, ona:
"Sana bütün işlerin başını, direğini ve
zirvesini haber vereyim mi?"
demiş, o da :
"Evet ya
Resulallah" deyince, Hz. Peygamber:
"İşlerin başı, İslam; onun direği namaz;
zirvesi ise cihaddır" buyurmuştur. [42]
2. Boş
şeylerden yüz çevirmek:
Bu husus bugün
müminlerin daha bir önem göstermeleri gereken bir noktadır. Zira bir
müminin boş zamanı da yoktur ve boş
şeylerle de asla meşgul olamaz. Burada şu ayeti hatırlamak gerekir:
"Onlar yalan ve boş sözün yanında
bulunmazlar, boş sözle karşılaştıkları zaman vakar ile (oradan) geçip giderler"
[43].
Bugün acaba biz bunu yapabiliyor muyuz? O boş olarak geçirdiğimiz zaman
dilimleri içerisinde neler yapabiliriz hiç düşündünüz mü? Eskiden
kahvehanelerin ismi kıraathane yani kitap okunan yerler idi. İnsanlarımız bir
taraftan çaylarını yudumlarken diğer taraftan da birşeyler okuyorlardı. Kitap,
gazete, dergi vs. Ama şimdi ne yapıyoruz. Saatlerce televizyon seyrediyor
3. Zekatı
verirler: Zekat müminin topluma karşı önemli bir hizmetidir. Çünkü kişi
toplumda yaşıyorsa elbette onun topluma karşı sorumluluğu olacak demektir.
Burada da önemli bir problemi dile getirmeliyiz. Zekat zengin müminlere farzdır
ve bütün müminlerin çabası zekatı alan değil, veren konumuna gelmek için gayret
sarfetmelidirler. Bunun yolu da çalışmaktan ve kazanmaktan geçmektedir.
4. Irzlarını
korurlar: Irzı korumak noktasında kadın ve erkek aynı seviyede mesuldürler.
Zira Kur'an'da bu konuda kadın ve
erkeğin aynı düzeyde mesul ve mükellef oldukları dile getirilmektedir [44]. Bu
noktada kadın ve erkeğin aynı hassasiyeti göstermesi gerekir. Zina toplumları
mahveder. Aile hayatını öldürür. Kişilerin onurlarını rencide eder ve toplumda
tamir edilmesi imkansız yaralar açar. Batı bugün bunun sıkıntısını çekmektedir.
Gayr-ı meşru ilişkilerden doğan çocuklarla batının başının dertte olduğu
anlatılmaktadır. Bir de ateizm gibi bir çıkmazla karşı karşıya kalınca batı
iyiden iyiye şaşırmış vaziyettedir ve yeni arayışlar içerisine girmektedir.
5.
Emanetlere Özen Göstermek: Emanet aslında çok genel bir kavramdır. Kılasik
kaynaklarda daha ziyade emanet, Allah'ı
bilmek, O'un farz kıldığı şeyler, taat, din, farzlar ve hadler, teklif,
kelime-i tevhid, azaları korumak, akıl, adalet gibi anlamlara gelmektedir [45].
Ayrıca emanet, korunması için birine veya bir yere bırakılan eşya anlamına da
gelmektedir. Ama bu kavram Kur'an'da müminlerin özellikleri arasında geçer ve
müsbet bir anlam ifade eder. Emanetin ehline verilmesi fikri Kur'an'da
vurgulanmakta ve Allah'ın bir emri olarak bizlere belirtilmektedir:
"Allah size emanetleri ehline vermenizi, insanlar arasında
hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size böylece ne güzel
öğüt veriyor. Doğrusu Allah, işiten, görendir" [46], Bu
ayette geçen emanet çok değişik anlamlara gelebilir. Aslında kelimenin ilk
bakışta anlamı, kendisine emanet olarak bırakılan bir şeye hıyanetlik etmemek
olduğu akla gelmektedir. Ancak bu ayette bu anlamın ötesinde her konuda kendine
emanet olarak bırakılan veya verilen hususların korunması ve yerine getirilmesi
şeklinde bir anlamın da olabileceğini akıldan çıkarmamak gerekmektedir. Bunu
kısaca açacak olursak, bize emanet olarak verilen canımızı korumak, onun
sağlığına dikkat etmekten tutunda, siyasi, iktisadi kısaca her türlü
problemlerin çözümünde emanetin bu işlerden iyi anlayan ve bilenlere verilmesi konusunda
duyarlı ve tutarlı davranmanın da bu emanete dahil olduğunu söyleyebiliriz.
Kur'an'da ehli kitap içerisinde emaneti yerine getirenlerin bulunduğu
belirtilirken, onların bir kısmının da buna riayet etmediği anlatılır ve adeta
müslümanların böyle olmayacakları veya böyle olmamaları gerektiği hatırlatılır [47].
6.
Ahitlerine sadıktırlar: Bu, müminlerin tititzlikle yerine getirmeleri gereken
bir davranıştır. Bu ifadenin iki anlamı vardır:
a) Allah'a
karşı verdikleri sözü yerine getirmek
b) İnsanlara
karşı verdikleri sözü yerine getirmek: Dikkat edilirse burada insanlara karşı
verilen sözü yerine getirme ifadesini kullandım. Yani müminlere karşı verilen
sözü yerine getirme şeklinde bir ifade kullanmadım. Zira bu anlatım her ikisini
de kapsamaktadır ve Kur'an'ın ruhuna da uymaktadır. Zira Kur'an'ın ilk
uygulayıcısı olan Hz. Peygamber (sav)'in tavrı da budur. Nitekim o, düşmanları
ile yaptığı anlaşmaların metnine hep sadık kalmış ve asla kendisi yapılan
anlaşmaya muhalif hareket etmemiştir. Nitekim Kur'an'da da onun barış yapması
ve Allah'a dayanıp teslim olması istenir [48].
7. Muttaki,
takva sahibi: Takva, Allah'tan korkmak, O'nun emir ve yasaklarına harfiyyen
uyup, O'na gerçek anlamda kul olmaya çalışmak demektir. Takva bir mümini dış
tehlikelere karşı koruyan değerli bir elbisedir. Bu elbiseyi giyme şerefine
ancak gerçek iman sahipleri nail olabilir. Allah bu elbiseyi, şerefli
kullarından salih olanlara
giydirecektir. Bu elbiseyi giyme şerefine nail olan kullar ise Rablerine karşı
tüm davranışlarında sadık olurlar. Zira
onlar bilirler ki Allah kendisinin emir ve yasaklarına uyan kişileri bu dünyada
güvenilir bir makama getirecek ve ahirette de nimet cennetlerine koyacaktır.
Zira bu konuda Allah şöyle buyurur:
"Takva sahipleri, emin bir makamdadırlar,
cennetlerde ve çeşme başlarında..." [49]
Ayetlerde müttakin
olan müminlerin en belirgin özellikleri olarak ahdini yerine getirmek, sözünde
durmak zikredilmektedir. Bu vasıf gerçekten kişinin hayatında en çok dikkat
etmesi ve uyması gereken bir özelliktir. Çok dar anlamda birisine verdiğiniz
sözü yerine getirmekten tutun da ticari hayatta, hatta tüm yabancı devletlerle
yapacağınız antlaşmalara sadık kalma noktasını bile içerir.
8. Mühtedun.
Yani hideyete ermek. Hidayete ulaşmak
elbette bir müminin en önemli hedeflerinden biridir. Ama buna nasıl ulaşılır. Bunun yolunu Allah, bir ayette
şöyle belirlemektedir:
"Ben, tevbe eden, inanan ve yararlı iş yapan
sonra da hidayete eren kimseyi elbette bağışlayıcıyımdır" [50].
Şu halde hidayet
tevbe, iman ve bunun gereğini yerine getirmeye bağlanmıştır.
9.
Müminlerin bir diğer özelliği de muhsindir: Buda genellikle kişinin iyilik
yapma vasfını içerir. Aslında bu iyiliğin sınırı yoktur. Kendi yakınlarına
karşı yapılacak her türlü maddi ve manevi yardımı içerir. Bunun yanında vatanına,
milletine ve hatta tüm insanlara karşı yapılacak maddi ve manevi yardımı da
içerisine alır. Muhsin, sözde ve davranışlarda da olur. Nitekim:
"İnsanlara karşı güzel söz söyleyin"
[51]
"İyilikle kötülük bir değildir, Öyle ise
(kötülüğü de) iyilikle bertaraf et" [52]
ve():
"Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel nasihatla
çağır. Onlarla güzel bir şekilde mücadele et" [53]
anlamlarındaki ayetlerde müminlerin ihsan vasıfları dile getirilmektedir.
Müminler barış
zamanında bu güzel vasıfları korurlar. Ama şunu da belirtelim ki savaş
zamanında elbette imanlarından aldıkları cesaretle düşmanları yerle bir
edeceklerdir. Bu ruh müminin daima içinde saklıdır. Zira o Kur'an'da ifade
edildiği gibi"...birbirlerine karşı
merhametli, kafirlere karşı ise şedid" [54]
olmak mecburiyetindedir. Fakat bu durum da yine Kur'an'da dile getirildiği gibi
barış zamanında olmaz.
"Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de ona
yanaş ve Allah'a dayan. Çünkü O, işitendir, bilendir" [55]
anlamındaki ayet bize barışa uymamız gerektiğini ve gereğini yapmamızı
istemektedir.
Bu ayette şu önemli
noktalara işaret edilmektedir:
a) Barış
yapmak ve ona sadık kalmak,
b)
Düşmanlarla anlaşma yapmanın mümkün
olacağı ve bunun yapılması gereğinin vurgulanması,
c) Mümin
açısından barıştan sonra Allah'a teslimiyettir. Bu teslimiyetin içinde asla
miskinlik yoktur. Daima uyanık olmak ve anlaşmanın gereğini yerine getirmek.
Netice olarak
diyebiliriz ki, Kur'an'da mümin, muttaki, mühted, müslim ve muhsin kavramları
bir müminin nasıl olması gerektiğini genel olarak anlatmaktadır. Buna göre
mümin kendi içinde tutarlı, kendine, ailesine, çevresine, topluma ve hatta
bütün insanlığa kaşı ödev ve sorumluluğunu bilen, bu duygu ve düşünce
içerisinde hareket eden bir kişidir. Böyle kişilerden oluşan toplum mutlak
surette her alanda ilerler, gelişir. Çünkü Kur'an'dan aldığı ahlakla
ahlaklanır.
Burada şunu belirtelim
ki, bu yazdıklarım bir ütopya değildir. Kur'an böyle bir toplumu çıkarmıştır ve
yine de çıkaracaktır. Yeter ki bizler Allah'ın istediği, Peygamber'in örnek
olarak yetiştirdiği kişilerin ahlakı vasıflarıyla vasıflanalım ve bu bilinç
içerisinde hareket edip, kendimizi, ailemizi, çevremizi, toplumumuzu
yetiştirelim.[56]
[1] Hud: ll/7;Kehf, 18/7; Mülk, 67/2
[2] Yunus: 10/14
[3] Tevbe: 9/94, 105; Yasin, 36/54
[4] Zilzal: 99/7-8
[5] Nur: 24/38; 34 Sebe 37-38; Mü'min. 40/40
[6] Maide: 5/90; Kasas, 28/15
[7] Nisa: 4/17-18
[8] Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış,
Anadolu Yayınları: 117-118.
[9] Nisa: 4/136
[10] Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış,
Anadolu Yayınları: 118-119.
[11] Izutsu, Kur'an'da Dini ve Ahlaki Kavramlar, s. 249
[12] Muhammed: 47/12.
[13] Rum: 30/15-16.
[14] İzutsu, Kur'an'da Dini ve Ahlaki Kavramlar, s. 249
[15] Hucurat: 49/15
[16] Hucurat: 49/14
[17] Hucurat: 49/7-8).
[18] Fatır: 35/7
[19] Ali İmran, 3/56-57
[20] Rum: 30/16.
[21] Enfal : 8/72-73
[22] İzutsu, Kur'an'da Dini ve Ahlaki Kavramlar, s. 245.
Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış, Anadolu Yayınları:
119-123.
[23] Mü'min: 40/12.
[24] Bakara: 2/212.
[25] Enfal: 8/36.
[26] Sebe: 34/3.
[27] Sebe: 34/43.
[28] Fussilet: 41/26. Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı
Kavramlara Bakış, Anadolu Yayınları: 123-124.
[29] Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış,
Anadolu Yayınları: 124-125.
[30] Bakara: 2/77.
[31] Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış,
Anadolu Yayınları: 125.
[32] Bakara: 2/2-5
[33] Lokman: 31/2-5.
[34] Maide: 5/93. Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı
Kavramlara Bakış, Anadolu Yayınları: 126-127.
[35] Bkz. İbn Teymiye. Kitabu'l-İman. s. 158
[36] Enfal: 8/4.
[37] İzutsu, Kur'an'da Dini ve Ahlaki Kavramlar, s. 246
[38] Tevbe: 9/112.
[39] Furkan: 25/63-68, 72-74.
[40] Mü’minun: 23/8-11.
[41] Mü’minun: 23/1-5. 8-9
[42] Tirmizi, İman, 8; Ahmed İbn Hanbel, V. 231. 237
[43] Furkan: 25/72
[44] Nûr: 24/2
[45] Bkz., Taberi, XXII, 54-57; Semerkandi, III. 63: İbn
Atiyye, IV. 402: Razi. XXV. 235: Ö. Dumlu, K.K. Maruf ve Münker, s. 147
[46] Nisa: 4/58
[47] Bkz: Al-i İmran 3/75
[48] Enfal: 8/61
[49] Duhan: 44/51-52
[50] Taha: 20/82
[51] Bakara: 2/83
[52] Fussilet: 41/33
[53] Nahl: 16/125
[54] Fetih: 48/29
[55] Enfal: 8/61
[56] Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış,
Anadolu Yayınları: 127-136.