6- MARUF VE MÜNKER.. 2

1- Lügat Anlamları: 2

2- Mukayeseli Olarak Istılah Anlamları: 2

3- Kur'an'da Maruf 3

4- Kur'an'da Münker 3

5- Maruf Ve Münker'in Kısa Bir Mukayesesi: 4

6- Mümin Açısından Maruf Ve Münker 4

7- Münafıkların Özelliği Olarak Münkeri Emir Ve Marufu Nehiy: 5

8- Toplumun Fertlerini İlgilendirmesi Yönüyle Maruf Ve Münker 6

a- Kadınları İlgilendirmesi Yönüyle Maruf 6

b- Ebeveyni (Anne-Baba) İlgilendirmesi Yönüyle Maruf 6

c- Yetimleri İlgilendirmesi Yönüyle Maruf: 6

d- Vasiyyeti İlgilendirmesi Yönüyle Maruf: 6

e- Konuşmada Maruf Ve Münker : 7


6- MARUF VE MÜNKER

 

1- Lügat Anlamları:

 

Maruf ve münker kavramları isimdir. Maruf idare etmek, işleri düzenlemek, atın yelesini kırkmak, çok koku sürünmek, kokusu güzel olmak ve kavmin reisi, başkanı olmak, bilmek, idare etmek anlamkarına gelmektedir [1].

Münker ise, n-k-r kökünden ism-i meful olup, bilmemek, tanımamak, zeki ve güzel görüşlü olmak anlamlarına gelmekle beraber, güç ve şiddetli olmak, hoş olmamak manasına da gelir ve bu kökten gelen isimler değişik kalıplarda farklı anlamlar içerir. Mesela inkar kelimesi aynı kökten gelmektedir ki, bir şeyi kabul etmemek, reddetmek veya bilmemek demektir. Münker kelimesi, cemaat, insan topluluğu anlamında olursa münkerûn; bunun dışndaki durumlarda ise menâkîr şeklinde çoğul yapılır [2].

 

2- Mukayeseli Olarak Istılah Anlamları:

 

Kur'an, insanların bir çok iyi ve müspet durum, tutum ve davranışlarını maruf kapsamına alırken, bu kelimeyi insanların genel düşünce çerçevesi içinde aklın kabul edip reddetmediği şey olarak mütalaa eder. Kuşkusuz burada münkeri ve bunun zıddı olan marufu belirleyen tüm insanlar arası ortak bir ölçü vardır. Maruf ve münker karşıt iki  durumdurlar, biri istenen, diğeri istenmeyendir.

Burada değişik tarzda yapılan bazı tanımlar üzerinde de biraz durmak istiyorum.

1. Ebu'l-Ferec İbnu'l-Cevzî, en-Nüzhe isimli eserinde maruf ve münkeri yukarıdaki tariflerden farklı şekilde tanımlar. Ona göre, marifetten türetilmiş bir isim olan maruf, dinin vücub veya mendup diye emrettiği hususlar;   nükr kelimesinden türetilen münker ise, dinin mahzurlu gördüğü şeyleri irtikâb etmektir [3].

2. Gazali ise, münkerin, yapılması şer'an mahzurlu olan hususlar olduğunu beyan ederek, kendisinin, bundan dolayı masiyet lafzından, münker kelimesine döndüğünü ve münkerin masiyetten daha genel olduğunu kaydeder.[4]

3. Reşid Rıza marufu, "akl-ı selimin güzelliğini tanıdığı faydalı, fıtrat ve maslahata uygun olduğundan, temiz kalblerin kendisi ile sevinç duyduğu şeydir. Çükü sağlam ve temiz fıtratlı akıl, dinin gerektirdiğini reddetmeye ve ona itiraz etmeye güç yetiremez" diye tarif ederken; münkeri de "akl-ı selimin hoş görmediği ve kendisinden kalblerin nefret edip aynı şekilde yüz çevirdiği şeydir" diye tanımlamaktadır [5].

4. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır ise daha geniş bir tarif yapmaktadır. Ona göre ise, marifetten tanınan, bilinen anlamında bir sıfat olan maruf, aklen veya dinen güzelliği tanınan, bilinen her fiilin ismi olup, zıddı münkerdir. Bunun içerisine adalet, itidal, hakkaniyet, ihsan, cömertlik, tatlı dil, güzel davranma ve benzeri davranışlarla, adeten güzel olan her şey dahildir [6].

5. İbn Teymiye de maruf ve münker davranışları şöyle sıralar. Allah ve Resul'ünün emrettiği zahir ve batına mütaallik hususlara inanmak, dini yalnız Allah'a halis kılmak, Allah'a tevekkül etmek, Allah ve Resul'ünü onların dışında kalan her şeyden fazla sevmek, Allah'ın rahmetini ummak, doğruyu konuşmak, sözü yerine getirmek, emanetleri sahiplerine vermek, anne ve babanın rızasını elde etmek, akrabayı ziyaret etmek, iyilik ve takvada yardımlaşmak; komşuya, yetime, miskine ve yolda kalmışlara, kocaya, zevceye, kişinin maiyatinde bulunanlara iyilik etmek; söz ve harekette adil davranmak; senden alakayı kesenle alaka kurmak, seni mahrum edene vermek, sana zulmedeni affetmek gibi yüce ahlaka davet etmek de Allah ve Resul'ünün emrettikleri hususlardandır. Birlik ve beraberliği temin etmek, ihtilaf ve tefrikaya meydan vermemek de iyiliği emretmekten sayılır. Allah ve Resul'ünün kendisinden nehyettiği münker (kötülük)'e gelince, onun en büyüğü ve en çirkini Allah'a ortak koşmaktır [7].

6. Yapılan bu tanımlardan yola çıkarak marufu ve münkeri şöyle tarif edebiliriz:

"Dinen ve aklen iyi ve güzel olan, yerine getirildiğinde ferdin ve toplumun refahını sağlayan, ayrıca bütün insanların hayrına olacak hususları, onların faydaları doğrultusunda uygulayarak, dünya ve ahiret saadetini kazandıracak tüm şeyler maruf; aksi davranışlar ise münkerdir".

Bu tanımın içerisine tüm insanlığın hayrına olacak hususları dahil etmemizin sebebini ise şu şekilde izah edebiliriz. Günümüz insanı, mutsuzluktan, çevresinde cereyan eden olaylardan, insanlara karşı yapılan haksız davranışlardan ve dünyada uygulanan çifte standar uygulamalardan yakınmaktadır. Bir tarafta servetin belli ellerde toplandığı bir toplum veya toplumlar, diğer taraftan açlıktan ölen insanlar. Bir tarafta suçsuz, günahsız insanların katledilmesi, diğer taraftan bunlara seyirci kalan insanlar, yani iki zıt kutup. Halbuki itidalli davranma tüm bu haksızlıkların ortadan kaldırılmasına yardımcı olacaktır ki, Kur'an'ın önemle üzerinde durduğu ve insanların biribirlerine karşı üstünlüklerinin ancak takva ile olacağı gerçeği bunu yansıtmakta ve vurgulamaktadır.

Görüldüğü gibi yukarıdaki tanımlar bazen çok dar, bazen de oldukça kapsamlıdır. Bunun bir çok sebebi olabilir. Ancak burada sadece birkaçına değinmek istiyorum:

1. Gerek maruf ve gerekse münker kavramlarının ayetlerde daha ziyade mutlak olarak zikredilmeleri ve bu tür kavramların yoruma ve dolayısıyla gelişmeye açık olmalarıdır.

2. Maruf ve münker kavramları, Kur'an'da, bazen çok özel anlamlara gelse bile, genel olarak bu manalara tahsis edilmemiş ve böylece çeşitli tanımlar yapılmıştır. Fakat görüldüğü gibi, bu tarifler, genel bir ifadeyle, daha ziyade dinin ve aklın kabul ettiği hususlar olarak değerlendirilmiştir.

3. Bu tariflerin bazılarında, aslında maruf ve münker olan davranışlar sıralanırken, bazılarında da bu kelimeler gerçekten ıstılahi diyebileceğimiz bir biçimde formüle edilmişlerdir.

4. Daha sonraki dönemlerde ise bunlara ilaveten, toplumda kabul edilen, dine ve akla uygun olan tüm yapıcı ahlaki davranışların maruf, aksi hususların da münker kavramı içerisine birer birer eklendiği görülmektedir. Bu da bize yine bu kavramların gelişme seyrini göstermektedir.

5. Önemli bir nokta da tariflerde bazen "aklın ve dinin" ifadesi yer almaktadır. Kanaatimizce bu tür yaklaşımlar kişilerin bağlı bulundukları mezhebin görüşlerini yansıtmak veya bunlara da değinmek istemelerinden olabilir. Gerçekte ise maruf ve münker kavramları ister müfret isterse terkip halinde olsun, yapılan tariflerden de     anlaşılacağı gibi bir noktayı vurgulamaktadır. Bu ise, toplumun iyileştirilmesi, ilerleme ve gelişme kaydetmesinde bu iki kavramın rollerinin öneminin büyük olduğunu göstermektedir.

6. Bir noktada tanımlar bize aynı zamanda kavramın gelişme seyrinin yanı sıra, toplumun  da gelişme seyrini hatırlatmaktadır. Bunun sebebini şöyle açıklamak mümkündür.

Kur'an'nın indiği dönemden günümüze kadar bu kavramlar çeşitli merhalelerden geçmiştir. Aslında Kur'an'daki tüm kavramların bu merhalelerden geçtiğini söylemek mümkündür. Fakat, özellikle bazı kavramlar mezhebler tarafından, bazıları ise daha değişik faktörlerden dolayı, ilk dönemlerdeki safiyetini kaybetmiş, bazen de anlam değişikliğine uğramışlardır. Maruf ve münker kavramları ise hem mezhebler ve hem de siyasiler tarafından ele    alınmış birer kavram olmaları nedeniyle haklarında çok şeyler söylenmiştir. [8]

 

3- Kur'an'da Maruf

 

Kur'an'ı Kerim'de a-r-f ve n-k-r kelimeleri çeşitli kalıplarda 108 defa geçmektedir. A-r-f 71 ayette; n-k-r ise 37 ayette geçer. A-r-f kökünden gelen kelimelerin ekserisi isim olarak yer almakta olup sayıları 44'dür. 27 ayette çeşitli kalıplarda fiil şeklinde geçmektedir. İsim şekli daha ziyade maruf veya emr-i bi'1-maruf biçimindedir.

Maruf kelimesi Nisa sûresi 6 ve 114. ayetlerde karz-ı hasen anlamına gelmektedir. Aynı kelimenin Kur'an'da, zinet, yani kadının iddetinden sonra kendini süslemesi anlamına da geldiği görülmektedir. Maruf, hayırla dua etmek anlamına da gelir ki, Bakara 263. ayette "kişinin kardeşine dua etmesi, peşinden eza gelen sadakadan daha hayırlıdır" kasdedilen anlam budur.

Kur'an'da maruf kelimesinin aynı zamanda tevhid, peygamberlere tabi olma gibi manalara da gelmektedir. A-r-f kökünden gelen diğer isimlerden ikisi "urf şekliyledir ki, bunlardan birinde "urf’ maruf anlamındadır ve emir kelimesi ile bir terkip oluşturur. Bu ayette Allah, Elçisi'ne şöyle buyurur:

"Af yolunu tut, marufu (urf) emret ve bilgisizlere (câhilin) aldırış etme." [9]

Başka bir ayette geçen "marufe" kelimesi (24 Nur 53) ise bilinen, belli anlamlarında kullanılan bir isimdir. İki ayette ise a'râf şekli geçmektedir 7 A'râf 46 ve 48. Lügatte "urf" kelimesinin çoğulu olarak gelen a'râf, Cennet'le Cehennem arasında bir sûr, en yüksek yer, en yüksek sûr anlamlarına gelmektedir" [10].

Öncelikle şunu ifade edelim ki, a'râf kelimesi, Kur'an'ın sûrelerinden birisinin adıdır ve bu sûreye bu adın verilmesi ile ilgili olarak, Elmalılı:

"Cennet ile Cehennem beyninde bir sûr olan A'râf ve eshab-ı A'rafûn zikrini mütezammin olduğundan dolayı sûretü'l-A'râf... nâm ile yâd edilmiştir" demekte ve sûrenin neden a'râf diye isimlendiğini kısaca izah etmektedir [11]. Ayetlerde geçen a'râf kelimesi, cennetle, cehennem arasında yüksek bir yer veya surdur. Fakat mutasavvıflar a'râf kelimesine çok farklı bir anlam verirler. Her şeyde Allah'ı sıfatlarıyla görme makamı bunlardan biridir" [12].

Bir ayette şöyle buyrulmaktadır "Rabbinizden bir lütuf istemenizde bir günah yoktur. Arafat'tan indiğinizde Allah'ı Meş'ar-i Haram'da anın…[13]

 

4- Kur'an'da Münker

 

N-k-r kelimesi Kur'an'da daha ziyade şirk, peygamberleri yalanlama gibi anlamlara gelmekte olup 37 ayette geçmektedir. Bu ayetlerden sadece dördünde fiil şekli ile geçmekte ve bunlardan da üçünde inkar etmek anlamına gelmektedir. Bir ayette ise Hz. Süleyman ile Belkis arasında geçen tarihi bir olayın akışı içinde Hz. Süleyman'ın sözü olarak şöyle denilir:

"Onun tahtını tanınmaz (nekkirû) hale getirin. Bakalım tanıyabilecek mi, yoksa tanımayacak mı?" [14].

N-k-r kelimesi diğer ayetlerde ise çeşitli kalıplarda isim olarak geçmektdir. Bu isimler içerisinde münker kavramı çok geçmekte olup, nehy kelimesi ile bir terkip oluşturmakta ve emr bi'l-marufun karşıtı olarak nehy ani'l-münker biçiminde ifade edilmektedir ki, bunun üzerinde de ilerde durulacaktır.

Kur'an'da beş ayrı ayette nekîr kelimesi geçmektedir ve bunların bütününde bu kelime inkar etmek anlamında bir mastardır [15]. Üç ayette de nükr kelimesi mastar olarak zikredilir ki, buralarda "kötü" anlamına geldiği görülür" [16]. Bir ayette de nükür kelimesi geçer ve daha ziyade "tanınmamış, görülmemiş" manalarına gelir" [17]. Ayrıca bir ayette "münkirûn" [18], iki ayette ise "kavmim münkerûn" [19] ifadesi yer almaktadır. Buna göre yukarıdaki ayetlerde münkir kelimesinin çoğulu münkirûn ve münker kelimesinin çoğulu da münkerûn gelmiştir. Ayette geçen münkirûn kelimesi ile Hz Yusuf’un kardeşlerine işaret edilerek "onlar, onu tanımadılar, tanımıyorlardı" denmektedir. "Kavmun münkerûn" ise, Hz. Lût ve Hz. İbrahim'e gelen ve onlar tarafından tanınmayan bir topluluk olduğu anlaşılmaktadır ki, bu topluluk meleklerdir. Bir ayette de ahirete inanmayanların kalplerinin inkarcı olduğu ifade edilerek münkire kelimesi kullanılmakta ve şöyle buyrulmaktadır:

"İlahınız bir tek ilahtır. Ama ahirete inanmayanların kalpleri inkarcıdır, kendileri de büyüklük taslarlar" [20].

 

5- Maruf Ve Münker'in Kısa Bir Mukayesesi:

 

Maruf kelimesinin geçtiği ayetlerden bazılarında "kavlün marufun” ifadesi yer alır.[21] Aynı şekilde münker kelimesi de kavi kelimesi ile bir terkip halinde görülür. Nitekim zıhar ayeti diye bilinen ayette:

"Şüphesiz onlar çirkin ve yalan bir söz söylüyorlar" [22] buyrulmaktadır. Böylece biz, aynı yerde geçmese bile "kavkın marufun" ifadesinin "münkeren mine'l-kavl”in zıddı olduğunu söyleyebiliriz.

Bazı ayetlerde ise maruf veya münker değişik kelimelerle zikredilmektedir. Mesela maruf kelimesi sadaka, ıslâh[23], hayra çağırmak[24], tâibûn, âbidûn, hâmidûn, sâihûn, râkiûn, sâcidün ve hâfızûn li hududillah[25] gibi kavramlarla birlikte geçer. Münker de fahşâ, bağy[26] gibi kelimelerle zikredilir ki, burada şunu söyleyebiliriz:

Kur'an'da tüm kavramların birbirleri ile irtibatları vardır ve kanaatimizce bu kavramları kesin çizgilerle birbirinden ayırmak çok zor ve hatta imkansız gibidir. Mesela müsbet anlam ifade eden birr, hayır, infak, ihsan ve benzeri kavramlarla, iman, salah, takva ve benzeri kavramlar bu kabildendir. Yani kesin çizgilerle biribrlerinden ayrılamazlar. Aynı şekilde menfi anlamda da münker, fahşâ, şer, seyyi’, habis ve benzeri kavramlarda da durum aynıdır. [27]

 

6- Mümin Açısından Maruf Ve Münker

 

Müminler iki tür özelliğe sahiptir. Bunlardan bir kısmı müminin nefsini ilgilendiren, kendinin olgunlaşmasını sağlayan özellikler; ikincisi ise, kendini yetiştiren ve olgunlaştıran müminin toplumdaki konumunu vurgulayan özelliklerdir. İkinci tür özelliklerin en önemlilerinden birisi de kanaatimizce, iyiliği emredip (emr bi'l-maruf), kötülüğü yasaklama (nehy ani'l-münker) prensibidir. Nitekim, Allah, müminlerle bir alış veriş yaptığını belirtmekte ve cennet karşılığında onların canlarını ve mallarını satın aldığını zikretmekte ve şöyle buyurmaktadır:

"İşte bu alış verişi yapanlar) tevbe eden, ibadet eden, hamdeden, seyahat eden, rüku' ve secde eden, iyiliği emredip kötülükten meneden ve Allah'ın yasaklarını koruyanlardır. O müminleri müjdele" [28]

Bu ayette ifade edilen hususlara bakıldığında müminlerin hem kendilerine ve hem de topluma karşı görevleri sıralanmaktadır ki, bunlar müminde bulunması istenilen özelliklerdir. Bu özelliklerden tevbe, genel anlamda olan ibadet, seyahat etme, rüku' ve secde müminin kendi nefsine yönelik; iyiliği emretme, kötülüğü yasaklama ve Allah'ın sınırlarını (hudûd) koruma da onun toplum içindeki görev ve sorumluluğuna işaret etmektedir. Çünkü iyiliği emredip, kötülükten sakındırma işi, İslam toplumunu bozulmaktan koruyan, yapıcı bir kurumudur. Yerinde ve uygun bir biçimde yapıldığında çok yararlı olacağı açıktır ki, bu husus üzerinde ileride durulacaktır.

Başka bir ayette de mümin erkek ve kadınların aynı vasıfla vasıflandıkları görülür ve şöyle buyrulur:

"İnanan erkek ve kadınlar birbirlerinin velisidir. İyiliği emrederler ve kötülükten menederler. Namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah'a ve Resulü'ne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Allah, azizdir, hakîmdir" [29]

Allah, bu ayette İslam toplumunda bu vazifeyi yerine getirmede kadın-erkek ayrımının olmayacağını zikretmektedir. Bu hususta değerli bilginlerden İzzet Derveze: "Ayetlerde kadın müminelerin, erkeklerle zikredilmesi, başka bir manayı da içerir. O da, İslam toplumunda kadının erkekle aynı seviyede olmasının Kur'an merkezinde olduğunu yerleştirmektir. İslamî sorumlulukta ehliyet, siyaset ve toplumun içerisinde, özellikle de emr bi'1-maruf ve nehy ani'l-münker, toplumun fayda ve hayrına olan yardımlaşma gibi konularda kadının erkekle eşit olduğu vurgulanır" [30] şeklinde bir açıklama yapmakta ve Kur'anî gerçekleri yansıtmaktadır.

Yine müminlerin bir özelliği olarak, yeryüzünde iktidar olmaları halinde, zorbaların yoluna sapmayıp, ayette: “Namazı kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emreder, köyülükten vazgeçirmeye çalışırlar" [31] diye buyrularak, onların daima bu ölçüler içerisinde hareket etme mecburiyetinde oldukları da zikredilir.

Marufu emretmek ve münkeri nehyetmek özel olarak Hz. Peygamber'in vasıfları arasında da zikredilir. Nitekim Hz. Peygamber'le, yahudi ve hırıstiyanlar arasındaki ilişkiden bahseden bir ayette, onların Peygamber'e uymaları gerektiği ifade edilirken şöyle buyrulur:

"...O peygamber, onlara marufu emreder ve kötülüğü yasaklar." [32]

Buradaki iyiliğin emredilmesi ile, Allah'a iman etmek, O'na emrettiği ve yasakladığı işlerde itaatin; kötülüğün yasaklanması ile de, Allah'a şirk koşmanın ve yasakladıklarından vazgeçirmenin gerekli olduğu belirtilir.

Kur'an- Kerim'de aslında iyiliği emretme ve kötülüğü yasaklama özelliği sadece Hz. Muhammad'in getirdiği bu dine inananların bir vasfı olarak geçmez. Ehl-i Kitab'a mensup insanlar arasında da bu özelliğe sahip kişilerin bulunacağı belirtilir. Nitekim, onların hepsinin bir olmadığı, içlerinden, geceleri secdeye kapanıp Allah'ın ayetlerini okuyanların bulunduğu zikredilerek şöyle buyrulur:

"Ehl-i kitab olanların hepsi bir değildir...Onlar Allah'a ve ahiret  gününe inanırlar, iyiliği emreder, kötülükten meneder, hayır işlerine koşarlar..." [33]

O halde marufu emredip, kötülüğü yasaklama özelliği sadece Hz. Peygamber ve ümmetine has bir özellik değildir. Buradan şöyle bir neticeye varılabilir. Allah'a inanan insanların ortak noktalarından birisi "iyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklamak"tır. [34]

 

7- Münafıkların Özelliği Olarak Münkeri Emir Ve Marufu Nehiy:

 

Kur'an'da inanmayanlar ikiye ayrılarak onların bir kısmının inanmadıklarını açıkça izhar ettikleri, bir kısmının ise gerçekten inanmayıp, ama müminlerle beraber olduklarında inandıklarını, müminlerden ayrıldıklarında ise inanmadıklarını açıkladıkları ve bu tür insanların psikolojik olarak kalben hasta oldukları vurgulanır ve çeşitli misallerle durumları anlatılır [35].

Konumuzu ilgilendiren yönü ile meseleye bakıldığında müminlerin marufu emredip, münkeri yasaklamalarına karşılık, münafıkların bunun tam aksini yaptıkları ve böyle bir davranış içerisinde oldukları zikredilerek şöyle buyrulur:

"Münafık olan erkek ve kadınlar da birbirlerindendir. Kötülüğü (münker) emrederler, iyilikten (marul) menederler ve ellerini sıkı tutarlar. Allah'ı unuturlar, bu yüzden Allah da onları unutur. Münafıklar, işte onlar fasıktır." [36]

Ayette geçen münker lafzına, her türlü kötülük dahil edilebilir. Ancak burada münkerle, daha ziyade Peygamber'i yalanlamak ve iyiliği yasaklamak; marufla da, Peygamber'e inanmak akla gelmektedir.

Müminlerin olduğu gibi, münafıkların da özelliklerinin biri içe dönük, diğerinin de dışa yönelik boyutunun olduğunu belirtmek istiyoruz. Onların kendilerini dışarıya karşı iman etmiş gibi gösterip, gerçekte iman etmemeleri, kalblerinde gizli bir hastalığın olması iç yapılarının özelliklerinden bazılarını yansıtırken; bu yapılarının bir gereği olarak da dışta mümkeri emredip, iyiliği yasaklamaları, aslında kendileri müfsid oldukları halde "bizler ıslah edenleriz" [37] gibi iddiaları da dışa yönelik hususlarından bir kısmını yansıtmaktadır. Münafıklar, toplumun düzenini, barışını sağlamaya yönelik olumlu faaliyetlerde bulunup "gerçek muslih" olmadıklarından, onların oluşturduğu toplumda da iyilik, güzellik, sulh ve sükun egemen olamaz.[38]

 

8- Toplumun Fertlerini İlgilendirmesi Yönüyle Maruf Ve Münker

 

a- Kadınları İlgilendirmesi Yönüyle Maruf

 

Maruf kavramının Kur'an-ı Kerim'de özel anlamda kullanıldığı yerlerden birisi, kadınlar hakkındadır. Kur'an'da maruf kavramı nikah, talak, kocası ölmüş ve iddetini beklemiş kadınlarla ilgili olarak yer alır.

Şunu belirtelim ki, Kur'an-ı Kerim'de evliliğin ilk adımı olan nikah konusundan başlayarak, bir ömür boyunca karı-kocayı ilgilendiren aile hukukuna ait meseleler, özellikle de geçimsizlik söz konusu olduğında nasıl bir yol takip edilmesi gerektiği detaylı diyebileceğimiz bir şekilde Kur'an'da belirtilmiştir. Konumuzu ilgilendiren yönü ile meseleye baktığımızda, bir ayette şöyle buyrulmaktadır: "...mehirlerini de maruf bir şekilde verin..." [39]

 

b- Ebeveyni (Anne-Baba) İlgilendirmesi Yönüyle Maruf

 

Kur'an'ın genel esprisi içerisinde Allah'a kulluktan sonra anne ve babaya hürmet ikinci derecede yer alarak onların önemi zikredilir ve hatta onlara karşı takınılacak tavrın genel hatları da belirtilir(17 İsra 23-24). Anne ve babaya karşı tutum ve davranıştan bahsedilirken, onların sadece kişiyi Allah'a eş koşmaya yönlendirme durumunda onlara itaat edilemeceği belirtilir(29 Ankebut 8; 31 Lokman 15). Hatta ayetin sahabeden Sa'd b. Ebi Vakkas hakkında indi" edilmektedir. Sa'd b. Ebi Vakkas'ın annesi, oğlunun müslüman olduğunu ve hicret etmek istediğini duyunca, kasdederek: "(O) dönünceye kadar eve girmeyeceğim" d Bunun üzerine Sa'd'ın annesine iyilik yapması, ancak Allah'a ortak koşmada anne ve babasına itaat etmemesi, bunun dışında onlara itaat etmesi gerektiğini ifade eden ayetin indiği rivayet edilmektedir [40]. Görüldüğü gibi kişinin anne ve babasına daima iyilik yapması istenirken, hicret gibi o günün şartlarında çok önem arzeden bir konuda bile, anne ve babanın görüşleri doğrultusunda hareket edilmesi istenmektedir. Ancak onların Allah'a şirk koşma yolundaki sözlerine uyulmayacağı açıktır.

Lokman sûresinin 15 ayetinde ise farklı olarak "...dünyada onlara karşı maruf üzere ol..." denilmektedir. Anne ve babaya karşı maruftan kasıt ne olabilir? Maruftan maksat, güzel davranmak, onlara itaat etmek gibi hususular akla gelir ki, bir bakıma "geçerli muameleler" diyebileceğimiz bir durumu içermektedir.[41]

 

c- Yetimleri İlgilendirmesi Yönüyle Maruf:

 

Kur'an-ı Kerim'de, yetimlerle ilgili önemli bir probleme parmak basılmaktadır. Babasını kaybetmiş, şefkat ve merhamete her zamankinden daha çok muhtaç olan yetimler hakkında nasıl davranılması gerektiği ayetlerde açıkça belirtilmiştir. Kur'an'ın indiği dönemde, yetimlere karşı yapılan haksızlıklar, özellikle onların mallarından istifade etme düşüncesi ve onlarla bunun için evlenme ve benzeri hususları zikredebiliriz. Bu haksızlıkların önlenmesi yolunda Kur'an-ı Kerim'de bazı ayetler nazil olmuş ve bu durum düzeltilmiş hatta yetimlere karşı kimlerin iyi niyetli, kimlerin de art niyetli olduğunun Allah tarafından bilineceği de zikredilmiştir. [42]

Kur'an-ı Kerim'de yetimlerle ilgili alınan tedbirlerin üç yönünün bulunduğunu söyleyebiliriz. Bunlar:

a) Yetime karşı katı ve sert davranmamak. Zira Kur'an, yetime sert davrananı, ahireti ve cezayı inkar edeni, başına geleceklere inanmayan kimse seviyesinde tutmuştur. Bu kişi dünya hayatının isteklerine tutunmuş bir maddeci, dünyada sadece kendini düşünen bir bencildir.

b) Allah: "Allah'a kulluk edin, O'na bir şeyi ortak koşmayın, ana-babya... yetimlere... iyilik edin" [43] buyurarak, onlara karşı iyi muamele etmenin gerekliliğini buyurmuştur.

c)  Yetimin malını koruma ve uygun bir şekilde faydalanmaktır. Zira Allah bu konuda:

"Yetimin malına erginlik çağına erişinceye kadar en iyi şeklin dışında yaklaşmayın..." [44] diye buyurmaktadır.[45]

 

d- Vasiyyeti İlgilendirmesi Yönüyle Maruf:

 

Bakara sûresinin 180. ayetinde:

"Birinize ölüm geldiği zaman, eğer mal bırakıyorsa, ana-babaya, yakınlara marufla vasiyyet, Allah'a karşı gelmekten sakınanlara bir borç olarak size farz kılındı" diye buyrulmaktadır.

Bu ayette geçen maruf, mirastan başkalarını mağdur etmeyecek şekilde yapılacak olan vasiyyet demektir. Bu ise dinde ve insanların örf ve adetlerinde hoş görülen bir tarzda, adil davranarak ve ölçüyü de kaçırmadan yapılacak bir vasiyyettir. Ahzab sûresinin 6. ayetinde geçen maruftan maksadın, doğrudan vasiyyet olduğu ve bunun da akrabaya yapılmayıp, hariçteki dostlara yapılan vasiyyeti, şeklinde yorumlanmaktadır [46].

 

e- Konuşmada Maruf Ve Münker :

 

Kur'an-ı Kerim'de bazı ayetlerde "kavlun marufun" ve "münkeren mine'l-kavl ve zûr" ifadesi geçer ve Allah insanların sözle nasıl davranmaları gerektiğini ihsas ettirmektedir. Nitekim "kavlun marufun" ifadesinin geçtiği ayetlerde daha ziyade özel bazı durumlar söz konusu edilmektedir. Mesela "sefih" [47] bir durumda olan kişilere karşı güzel söz söylemek(4 Nisa 5) ki, bu da, onlara güzel vaadlerde bulunmak, ona bakacağını dile getirmek şeklînde açıklanabilir.

Ayrıca bir ayette de yine "kavlun marufun" ifadesi geçmektedir. Burada müminlerin, "müminler (cihad hakkında) bir sûre indirilmeli değil miydi?" [48] şeklinde bir düşünce içerisinde oldukları zikredilmekte ve sonra bu arzu edilen husus indirildiğinde kalblerinde eğrilik bulunan insanların şaşırıp kaldıkları dile getirilmekte ve aslında onların "itaat etmeleri ve maruf söz" [49] söylemeleri gerektiği belirtilmektedir. Burada geçen "maruf söz", Allah tarafından onların, yani münafıkların daha önceden söylemeleri gerektiği belirtilen sözleridir. Onlar böyle bir sûre indirilmeden önce itaat edip güzel söz söylemeleri gerekirdi diye yorumlanır [50].

"Kavlun marufun" ifadesinin geçtiği diğer bir ayette de, Allah, sadaka verip, hayır yapıp sonra bunu insanların başına kakan birisinin, yaptığı bu davranışıyla, aynı şekilde yardım edip de bunu devamlı gündeme getirmeyenlerin bir mukayesesi yapıldıktan sonra şöyle buyrulmaktadır:

"Güzel bir söz (kavlun marufun) söylemek ve affetmek, peşinden eziyet gelen sadakadan daha iyidir. Allah, ganîdir ve halimdir." [51] Ayette geçen "maruf söz" genel anlamdadır. Bundan dolayı buna, güzel ve temiz söz, dua, ünsiyet, Allah katında kabul edilen şey, soru sorana karşı cevap verme ve benzeri anlamlar verilebilir. Unutmamak gerekir ki, güzel söz, muhatabın dikkatini çekerek onun kalbinin meylini ve verilecek mesajın onun tarafından iyi bir şekilde anlaşılmasını sağlar.[52]

 



[1] Bkz.. Cevheri, Sıhah, IV. 1400; Ezheri, Tehzibu'1-Luğa, II, 344; İbn Manzur, Lisanu'l-Arap, IX, 236; Asım Efendi,  Kamus Tercümesi, III, 672

[2] Asım Efendi, Kamus Tercümesi, III, 724. Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış, Anadolu Yayınları: 165.

[3] Ebu'l-Ferec, en-Nüzhe, s. 544

[4] Gazali, İhya, II, 324

[5] Reşit Rıza, Tefsiru'l-Menar, IX, 227

[6] Elmalılı, Tefsir, II, 780-781

[7] İbn Teymiye. İyiliği Emretmek ve Kötülükten Alıkoymak, s. 17

[8] Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış, Anadolu Yayınları: 165-169.

[9] A'râf: 7/199.

[10] Ebubekir er-Razi, Tefsiru Garibi'l-Kur'an. s. 338

[11] Elmalılı.Tefsir, III, 2118-2119

[12] Ahmet Gümüşhanevi, Camiu’I-Usul, s.3.

[13] Bakara: 2/198. Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış, Anadolu Yayınları: 169-170.

[14] Neml: 27/41

[15] Hac: 22/44; Sebe', 34/45; Fâtır. 35/26; Şura. 42/47; Mülk,67/ 18

[16] Kehf: 18/74, 87; Talak, 65/8

[17] Kamer: 54/6

[18] Yusuf: 12/58

[19] Hicr: 15/63; Zariyât, 51/25

[20] Nahl: 16/22. Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış, Anadolu Yayınları: 170-171.

[21] Bakara: 2/235, 263; Nisa: 4/5, 8; Muhammed: 47/41.

[22] Mücadele: 58/2.

[23] Nisa: 4/114.

[24] Âli îmrân: 3/104.

[25] Tevbe: 9/112.

[26] Nahl: 16/90; Ankebût: 29/45.

[27] Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış, Anadolu Yayınları: 172.

[28] Tevbe: 9/112.

[29] Tevbe: 9/71.

[30] İzzet Derveze, et-Tefsiru'l-Hadis, XII, 186

[31] Hacc: 22/41

[32] A'râf: 7/157.

[33] Âl-i İmrân: 3/113-114.

[34] Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış, Anadolu Yayınları: 172-175.

[35] Bakara. 2/6-20

[36] Tevbe: 9/67.

[37] Bakara: 2/11

[38] Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış, Anadolu Yayınları: 175-176.

[39] Nisa: 4/ 25. Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış, Anadolu Yayınları: 176.

[40] Vahidîi Esbabu'n-Nüzul. s.351-352

[41] Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış, Anadolu Yayınları: 176-177.

[42] Bakara: 2/ 220)

[43] Nisa: 4/36

[44] En'am: 6/152; 17 İsra 34

[45] Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış, Anadolu Yayınları: 177-178.

[46] Elmalılı, Tefsir, VI, 3872. Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış, Anadolu Yayınları: 178-179.

[47] Buradaki süfeha ile kimlerin kasdedildiği konusunda çeşitli yorumlar yapılmaktadır. Ancak bu yorumlar daha ziyade, bu kelime ile yetim olup, aynı zamanda aklı yeterli olmayan kişiler olduğu noktasında yoğunlaşmaktadır ki, ayetin siyak ve sibakına uygun olan da budur.(Bkz., et-Taberi, Tefsir, IV, 245-247)

[48] Muhammed: 47/20

[49] Muhammed: 47/21

[50] Taberi, Tefsir, XXVI. 55

[51] Bakara: 2/263.

[52] Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış, Anadolu Yayınları: 179-180.