7- EMR Bİ'1-MARUF VE NEHY ANİ'L-MÜNKER.. 2

1- Konuya Genel Bir Bakış : 2

2- Önemi: 2

3- Bu Görevinin Yerine Getirilmesi : 3


7- EMR Bİ'1-MARUF VE NEHY ANİ'L-MÜNKER

 

1- Konuya Genel Bir Bakış :

 

Emr bi'1-maruf ve nehy ani'l-münker ifadesinin birlikte geçtiği ayetlerde, doğrudan emir ve nehiy biçiminde geçen şekli, Lokman sûresinde, onun oğluna tavsiyeleri arasında yer almakta ve:

"Yavrum, namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten nehyet..." [1] diye buyrulmaktadır. Ali İmran 104. ayette ise Allah bu ümmetin içinden hayra çağıran, marufu emreden ve münkeri engelleyen bir cemaatin, bir grubun bulunmasını, toplumun selameti için böyle bir  topluluğun yetiştirilmesinin gerekliliğini beyan etmektedir.   İyiliği emir ve kötülüğü yasaklama ayetlerde beraberce, yani "emr bi'i-maruf ve nehy ani'l-münker" şeklinde geçer. Fakat sadece bir ayette  "örfü emret.. " [2] diye geçmekte ve bu ayette Hz. Peygamber'e hitab edilmektedir.

Kur'an'da Emr bi'1-maruf ve nehy ani'l-münker ifadesinin geçtiği ayetlerin sayısı az, ama ihtiva ettiği ve kuşattığı anlam bakımından hayli kapsamlıdır. Hatta diyebiliriz ki, çocuktan başlamak şartı ile toplumu oluşturan tüm fertleri ve dolayısıyla toplumu ve devleti ilgilendiren boyutu da vardır.

1. Lokman'ın oğluna tavsiyesini çocuğun bu görev bilinci ile yetiştirilmesinin gereği herhalde tartışılmamalıdır. Zaten bu ayette babanın oğluna yol göstermesi ve onu başta namaz kılmak ve emr bi'1-maruf ve nehy ani'l-münker yapmak konusunda eğittiği ve bu konuda da başına zaman zaman bazı olayların gelebileceğine de dikkat çektiği vurgulanmaktadır" [3].

2. Emr bi'1-maruf ve nehy ani'l-münker ifadesinin geçtiği ayetlerde bir diğer önemli nokta da mümin erkek ve kadınların birbirlerini uyarmaları, hata etmemeleri konusunda dikkatlerini çekmeleri vurgulanmaktadır. Tevbe sûresi 71. Ayette bu durum çok açık bir biçimde belirtilmekte ve şöyle buyurulmaktadır:

"Mümin erkek ve kadınlar, birbirlerinin velileridir. İyiliği emrederler, kötülükten men ederler, namazı kılarlar, zekatı verirler. Allah'a ve Resul'üne  itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir" [4]

Bu ayet aynı zamanda mümin erkek ve kadınların toplumda birbirlerine karşı ve dolayısıyla topluma karşı görev ve sorumluluklarını da dile getirmektedir.

3. Toplum açısından konuya bakıldığında, müminlerin insanlık için çıkartılmış en hayırlı bir  toplum oldukları belirtilmektedir:

"Sizler insanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülüğü yasaklar ve Allah'a inanırsınız..." [5]

Çünkü Kur’an’ın istediği toplumun hem kendi toplumu ve hem de insanlık için çalışan ve onların gelişmeleri yolunda gayret sarfeden bir yapıda olması gerekir.

4. Öte  yandan Kur'an bu toplumun kendi içinde de ihtisaslaşmış insanların yetiştirilmesini de istemektedir:

"Sizden hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten yasaklayan bir grup bulunsun..." [6]

5. Devlet açısından da Emr bi'l-maruf ve nehy ani'l-münkerin önemi vurgulanmaktadır:

"Onlara yeryüzünde iktidar verdiğimizde, namazı kılarlar, zekatı verirler, iyiliği emrederler, kötülüğü yasaklarlar. İşlerin sonucu Allah'a aittir" [7]

 

2- Önemi:

 

Özellikle bilinmesi gerekir ki, bir şeyin önemi, onun ferdi boyutunun yanısıra toplumdaki fonksiyonuna ve toplumun bütün katmanlarını içine alıp almamasına bağlıdır.

İşte bu açıdan bu kavramlara bakıldığında görülür ki, bu kavramlar, toplumun hemen her ferdini, hatta onları idare edenleri bile içerisine almakta ve onlara çeşitli görev ve yükümlülükler getirmektedir. İçerisinde doğrudan emr bi'l-maruf ve nehy ani'l-münkerin geçtiği ayetleri, siyak-sibak çerçevesi ve Kur'an'ın bütünlüğü içerisinde ele alıp, konuya baktığımızda, müminlerin birbirini uyarmaları gerektiği (9 Tevbe 71), toplumun birliği (3 Ali İmran 103-104), çocukların davranışları  (31 Lokman  17), hatta cemiyetin ve dolayısıyla devletin bu  görevdeki fonksiyon ve etkinliğinin gayet veciz bir şekilde Kur'an'ın çeşitli sûrelerine serpiştirildiği görülecektir. Çünkü Allah'ın, yeryüzünde kendilerine imkan verdiği ölçüde, gücü elinde bulunduranların nasıl davranacakları ayette sıralanırken (22 Hacc 41), onların, namaz kılacakları, zekat verecekleri ve bununla ilgili yasal düzenlemeleri zamanında yapacakları, iyiliği emredip,  kötülüğü yasaklayacakları ve işlerin neticede Allah'a varacağını bilen ve dolayısıyla hesap verme ve sorumluluk bilinci içinde hareket edip, adaletten ve haksızlıktan ayrılmayacakları zikredilmektedir.

Kur'an-ı Kerim'de bu görevin  önemi çok açık bir şekilde şöyle belirtilir:

"Sizler insanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülüğü yasaklar ve Allah'a inanırsınız..." [8]

Başka bir ayette de şöyle buyrulmaktadır:

"İnananlar toptan savaşa çıkmamalıdır. Her topluluktan bir taifenin dini iyi öğrenmek ve milletlerini geri döndüklerinde uyarmak üzere kalmaları gerekli olmaz mı? Böylece belki yanlış hareketlerden çekinirler" [9]

Bu son ayette belirtilen husus gerçekten toplumların hayatlarında önemli bir yer tutmaktadır. Çünkü bir toplumun bilgili insanlarının ölmesi demek o toplumun temel taşlarının yok olması demektir.

Emr bi'l-maruf ve nehy ani'l-münkerin önemini anlatan Hz. Peygamber'in pekçok hadisi de vardır. Bu hadislerin birinde Hz. Aişe, Peygamber'in:

"Dua etmeden önce emr bi'l-maruf ve nehy ani'l-münkerde bulunun, yoksa duanız kabul edilmez" dediğini işittiğini nakletmektedir (Bkz., İbn Mace, Fiten, 20 (II, 1327). Bu hadisin farklı bir varyantı da Ahmed b. Hanbel'de bulunmaktadır. IV, 159). Başka bir hadis de İbn Abbas tarafından nakledilmekte ve Resulullah'ın şöyle dediği rivayet edilmektedir:

"Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı göstermeyen, iyiliği emredip kötülüğü de yesaklamayan bizden değildir. [10]

Diğer bir hadiste ise Hz. Peygamber, yol üzerinde oturanların, bu hareketlerinden vazgeçip, yollarda oturmamalarını söyler. Onlar da, yapacakları başka işleri olmadığını söylerler. Bunun üzerine Resulullah:

"...bari yolun hakkım verin" der. Onlar da:

"Yolun hakkı nedir?" diye sorunca, Hz. Peygamber şöyle der:

"Gözü yummak (harama iltifat etmemek), ezayı def etmek, selamı almak, iyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklamaktır. (Müslim, es-Sahih, Selam,3 ve Libas ve'z-zine, 114).[11]

 

3- Bu Görevinin Yerine Getirilmesi :

 

İyiliği emretme ve kötülüğü yasaklama meselesini, Kur'anî bağlamda ele aldığımızda bunun inanmış erkek ve kadınların birer vazifeleri olduğunu anlamada bir sıkıntı olmasa gerek. Zira ayette mümin erkek ve kadınların, birbirlerinin velisi, kontrolcüsü olduğu ve yine birbirlerine iyiliği emretme, kötülükten nehyeme vazifesi ile yükümlü oldukları zikredilmektedir (9 Tevbe 71). Yine aynı sûrede müminlerin özellikleri anlatılırken, onların belirli vasıfları arasında, iyiliği emretme, kötülüğü yasaklama konusu vurgulanmaktadir. (9 Tevbe 112).

Öncelikle şunu belirtelim ki, bu görev hakkında İslam tarihi boyunca çeşitli ihtilaflar çıkmış olmasına rağmen, Kur'an'ın bir emri olarak bunun yapılması gerektiğinde ihtilafın olmaması önem arzetmektedir. Nitekim buna işaret eden Kadı Abdülcebbar;

"Ümmet arasında enir bi'1-maruf ve nehy ani'l-münkerin vücubunda ihtilaf yoktur. Ancak İmamiyye'nin pek azının muhalefet ettikleri anlatılır. Ama onların da bir dayanağı yoktur" demektedir [12].

Emr bi'1-maruf ve nehy ani'l-münker terkibi, genel anlam taşıyan bir ifadedir. Bunu kimin yerine getireceği konusunda çeşitli görüşlerin beyan edilmesinin sebepleri arasında, genellikle ayetleri tek tek ele alıp, Kur'anî bütünlükten uzaklaşılmasını söyleyebiliriz.

Emr bi'l-maruf ve nehy ani'l-münkerin yerine getirilmesi konusunda Kur'anî çerçevede meseleye baktığımızda, sağlıklı bir toplum oluşması için, tedrici bir metotla ve görevi toplumun her katmanına yayarak meselenin halline gidildiğini görebiliriz. Dolayısıyla Kur'an'da bir yönden ferdi mükellefiyet ön planda tutulurken, diğer yönden toplumsal meselelere de değinilmekte ve bunun için de toplumdaki her ferde mesuliyet yüklenmektedir. Ayrıca   Kur'an, bunun yerine getirilme ve yürütülme meselesini hem fert ve hem de devlet planında sunmaktadır. Fakat toplumda her ferdin aynı seviyede bilgi, beceri, kabiliyet ve maharet sahip olmadığı da bilinmektedir. Her şahıs farklı görevdedir. Makam ve mevki sahibi olanların yanında, resmi bir görevi olmayan fakat bilgi ve kabiliyetli olan insanlar da vardır. Toplum bunların toplamından meydana gelmiştir. Kur'an ise toplumun tamamını muhatap kabul etmekte ve mükellef tutmaktadır.

Bu iş aynı zaman da bir öğreticiliktir ve bu öğreticiliğe kim ehilse o yapacaktır. Kadın olsun, erkek olsun bu değişmez. Nitekim kadın sahabiler içerisinde İlmi faaliyetlere iştirak edip hocalık yapanlar vardır.

Bu görev bizzat Hz. Peygamber tarafından yapılmış, ashab da gerek onun sağlığında ve gerekse onun vefatını mütaakiben çeşitli alanlarda bunu yerine getirmişlerdir. Fakat her halde onlar bu görevi yaparken ümmetin birliğini, onların birbirleri ile dayanışma ve kardeşliklerinin bozulmamasına da özen gösteriyorlardı. Hz. Peygamber toplumda bir fitnenin çıkmaması için bazı münafıkların öldürülmesini isteyen ashabına bile müsaade etmemiş ve:

"Onu bırak. İnsanlar, Muhammed, ashabını öldürüyor, demesinler" [13] diye buyurmuştur.

Konuya devlet noktasından bakıldığında, onun, gerek dışarıya karşı ve gerekse içeride çıkabilecek hususları, toplumun huzur ve sükunu, can, mal, ırz ve benzeri konularda güvenliğini sağlamak için elbette bir güce sahip olması gerekir. Bu güç dışarıda düşmana karşı bir caydırıcılık ve vatanı koruma noktasında olmasına karşın içerde sadece toplumun huzuru için kullanılmalıdır. Bu dün olduğu gibi bugün de önemini korumakta ve hatta çevremizde ve dünyada cereyan eden olaylar bunun önemini daha da artırmaktadır. Elbette devlet için hayra davet edip, şerden nehyeden bir kuvvetin varlığı şarttır. Hatta Kur'an-ı Kerim böyle bir güce sahip devletin ve onu idare edenlerin nasıl hareket etmeleri gerektiği konusunda şöyle buyurmaktadır:

"Onlara yeryüzünde iktidar verdiğimizde, namazı kılarlar, zekatı verirler, iyiliği emrederler, kötülüğü yasaklarlar. İşlerin sonucu Allah'a aittir" [14]

Bu ayette bir tek cümle ile devleti idare edenlerin hem kendilerine ve hem de topluma karşı nasıl davranacakları belirtilirken, onların namaz kılıp zekatı vermeleri, toplum için de gerekli düzenlemeleri yerine getirmeleri gerektiği zikredilmektedir. Hatta bunu yerine getirirken elbette adaletten ayrılmamaları da gerekmektedir. Nitekim ayette belirtildiği gibi, bir topluluğa duyulan öfkeden dolayı adaletsiz davranılamaz [15].

Burada "İslam, kılıçla yayılmıştır" veya "İslam dini, kılıç dinidir" gibi görüşler üzerinde de biraz durmak istiyoruz.

Öncelikle şu hususun açıklığa kavuşturulması gerekir ki, kılıçla yayılan İslam dini değildir. Acaba Kur'an-ı Kerim'de şiddeti tasvib eden bir durum var mıdır? Şayet bu nokta aydınlığa kavuşturulursa mesele anlaşılır. Çünkü asıl olan Kur'an'dır ve Hz. Muhammed de bunun ilk uygulayıcısıdır. Daha sonraki dönemlerde tatbikattan doğan aksaklıkları İslam dinine maletmek, onun hatasıymış gibi görmek veya göstermek haksızlık olur.

Kur'an-ı Kerim'de mücadele şekli olarak öncelikle fikir yer almaktadır. Nitekim Mekki sûrelerden olan Nahl sûresinde Hz. Peygamber'in davet metodunun adeta rotası çizilmekte ve şöyle buyrulmaktadır:

"(Ey Muhammed)! Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır, onlarla en güzel şekilde tartış (câdil). Doğrusu Rabbin kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O doğru yolda olanları da en iyi bilendir." [16]

Mekke döneminde, müşrikler tarafından Hz. Peygamber ve ashabına yapılanlar bilinmektedir ve bu dönemde savaşı emreden hiçbir ayetin inmemesi de ayrıca dikkat çekmektedir. Bununla birlikte "Kur'an-ı Kerim'in hiçbir yerinde şiddet hareketinin meşru gösterildiğini görmeyiz. Bütün mesele, hasmın durumuna uygun bir şekilde karşı koyarak adaleti yeniden tesis etmektir. Hatta müslümanlarla aralarında herhangi bir anlaşma bulunmayan müşriklerden himaye isteyenlere bile Kur'an-ı Kerim bu himayenin dürüst bir şekilde verilmesini Hz. Peygamber'e emretmiştir". Peki öyle ise yukarıdaki düşünceler nereden kaynaklanmaktadır. Bu batılı Hıristiyanların propogandasıdır. "Batıda genellikle müslümanların gerek dinlerini kabul ettirmek ve gerekse onu kabul etmeyenleri yok etmek için silah kullanma hakkına sahip oldukları ve hatta bizzat mukaddes kitaplarına göre böyle hareket etmeğe de mecbur bulundukları kanaati hakimdir. Bu mefhuma "Kutsal Savaş" adı verilmektedir ki, Kur'an-ı Kerim'de bunun karşılığı olarak cihad kelimesi gösterilmek istenmiştir". İslam'da cihad vardır ve bu kelime mutlaka silahlı mücadele anlamına gelmez. Çünkü "cihad yolları çok çeşitlidir ve aslında silahla olan cihad onların bir çeşididir. Fakat hiç kimse hiçbir zaman İslam'ın kılıçla yayıldığını ileri süremez". Abdullah Draz'ın da dediği gibi İslam'da savaş konusunda batının malumatı yetersizdir (Kur'an'ın Anlaşılmasına Doğru, s. 60). Çünkü "İslam'da savaşın hangi amaçlarla yapıldığını anlamak için Kur'an-ı Kerim'e bir göz atmak yeterlidir". Bir kere savaşa izin veren ayetlerin Mekke döneminde nazil olmayıp, Medine döneminde inmesi önemli bir olaydır. İkinci olarak savaşı kimin başlattığıdır. Çünkü "harbin bütün mesuliyeti onu ilk defa başlatana ait olacaktır". Önemli bir nokta da, eğer İslam savaşı öngörseydi, Hz. Peygamber'e hitaben:

"Eğer düşmanlar barışa yanaşırlarsa, sen de ona e Allah'a güven. Şüphesiz Allah, işiten ve bilendir.”[17]

anlamındaki buyruğun Kur'an'da yer almaması gerekirdi. Zaten Kur'an-ı Kerim'de daima barış ön planda Tutulmuştur ve bununla ilgili olarak da sulh, silm, muahede, misak, ili ve zimmet kelimeleri zikredilmektedir.[18]

 



[1] Lokman: 31/17

[2] A'raf: 7/199

[3] Lokman, 31/17

[4] Tevbe: 9/73.

[5] Ali İmran: 3/110.

[6] Ali İmran : 3/104.

[7] Hacc: 22/41.Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış, Anadolu Yayınları: 180-182.

[8] Ali İmran: 3/110.

[9] Tevbe: 9/122.

[10] et-Tirmizi, Birr, 15 IV, 322.

[11] Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış, Anadolu Yayınları: 182-183.

[12] Kadı Abdülcebbar, Şerhu Usuli'l-Hamse, s. 741

[13] Bkz., el-Buhari. Tefsir, Sûretü'l-Münafikin, 63

[14] Hacc: 22/41.

[15] Maide 5/8

[16] Nahl: 16/125.

[17] Enfal: 8/61

[18] Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış, Anadolu Yayınları: 184-188.