10- VAHİY.. 2

1- Giriş. 2

2- Kullanılan Kelime Açısından Vahiy: 2

3- Vahyedilenler Açısından: 3

4- Vahyedilen Hususlar Açısından: 4

5- Mesaj İletme Açısından: 5

a- Allah'ın İnsanlarla Diyaloğu: 5

b- Allah'ın Peygamberlerine Vahyi: 6

c- Hz. Muhammed'e Vahyi: 6


10- VAHİY

 

1- Giriş

 

Vahiyle ilgili olarak bugüne kadar pekçok müellif tarafından çeşitli eserler yazılmıştır. Bunların kimi makale şeklinde [1], kimi müstakil kitap biçiminde [2] kimi de yazılan bir eserin bir bölümünü oluşturmaktadır [3]. Biz burada bunların bir kısmından istifade edeceğiz. Ancak vahyi biraz değişik bir biçimde tasnif etmeye çalışacağız.

Kur'an'da vahiy kelimesi 78 ayette geçmektedir. Bunlardan sadece altı ayette isim olarak yani "vahiy" şekliyle geçer, diğerleri de çeşitli kalıplarda fiil biçimindedir.

Bilindiği gibi vahiy peygamberlik tarihini çok yakından ilgilendirmektedir. Peygamberler vasıtasıyla da tüm insanlığı aynı derecede ilgilendirmektedir. Ancak öncelikle burada isim ve fiil şekliyle geçen vahiy kelimesinin kısaca açılımını yapmak istiyorum.[4]

 

2- Kullanılan Kelime Açısından Vahiy:

 

Kur'an'da vahiy kelimesinin daha ziyade fiil, bazen de isim şekliyle geçtiğini kaydetmiştim. Fiil olarak geçen vahiy kelimesinin öznesel bakımdan şu değişik şekilleriyle karşılaşılır:

1. Kur'an'da bu kelimenin faili Allah'tır ve bu tür ayetlerin sayısı oldukça fazladır. Vahyin etken şeklini oluşturan bu biçim gerek içerik ve gerekse muhatap açısından son derece zengindir. Bu konu üzerinde detaylı bir biçimde durulacaktır.

2. Vahyin etken şekli ile geçtiği ancak failinin Allah'a isnat edilmediği iki ayette özne şeytandır. En'am suresinin 112 ve  121. Ayetlerinde  durum böyledir. Bu ayetlerde şöyle denir:

"Böylece Biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık. Aldatmak için bunlar birbirlerine yaldızlı sözler (zuhrufe'l-kavl) vahyederler",

"...Şeytanlar sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına vahyederler. En'am suresi Mekke döneminin sonlarına doğru inmiştir. Burada sorun vahyin bu ayetlerde hangi manada kullanılmış olmasındadır..

Vahyin, genel manası seri bir ima ile söz demektir [5]. Ancak burada sözü söyleyen şeytandır. Yani vahyeden şeytandır. Kur'an'ın genel bütünlüğü içinde şeytanın sözünün vesvese şeklinde olduğu görülür" [6].

Burada konuyla ilgili olarak İzutsu'nun şu açıklamalarını aynen aktarmak istiyorum:

"Şurasına da işaret edelim ki, bu iki şahıs (A, B) münasebetlerinde şayet Allah olmayıp da şeytan olsa, o zaman bu konuşmaya vahiy değil, vesvese (fısıldama) denir. Ama yapı itibariyle bu ikisi birbirinden farklı değildir. Konuşmada A ile B arasındaki mesafe bakımından da ikisi arasındaki yegane fark, tabiat üstü konuşmanın şeklinde değil, kaynağında bulunmaktadır:

Vahyin kaynağı Allah, vesvesenin kaynağı şeytandır. Semantik olarak vesvese büyük vahyin alanının içinde küçük bir bölümdür" [7].

En'am süresindeki bu ayetlerden 112. Ayet daha ziyade Allah'ın sosyolojik bir olgusunu ihsas ettirmektedir. Zira her Musa'nın bir firavnu vardır sözü bunu güzel bir biçimde açıklamaktadır ve peygamberin düşmanı olan bu insan ve cin şeytanlarının birbirlerine olan telkinlerinden, fısıltılarından bahsetmektedir. 121. Ayette de hemen hemen aynı anlam söz konusudur. Yani şeytanların vesveseleri ve telkinleri anlamında kullanılmaktadır. Zira vahyin anlamları arasında, şeytanların, insanlara vesvese vermeleri ve onların kalplerine batıl yolla mücadele etme fikrini atmak isteği vardır [8]. Ama semantik olarak vesvese vahyin geniş alanı içinde küçük bir bölümü teşkil eder [9].

3. Bir ayette de özne insandır. Daha doğrusu Hz. Zekeriya"dır. Ayette onun kavmine şöyle dediği belirtilir: "Mabedden kavminin karşısına çıkıp onlara, sabah akşam teşbih edin, diye vahyetti" [10].  Bu ayette geçen    vahyin anlamı ise, Zekeriya'nın üç gün kavmi ile konuşmayacağı sınavı göz önüne alınırsa [11]" işaret etmek, rumuzla, işaretle konuşmak manasına geldiği anlaşılır [12]. Zaten vahyin malaları arasında süratle işaret etmek anlamı da vardır [13]. İlginç bir yorum da Hz. Zekeriya'nın kavmine eliyle yere yazarak meramını anlatması manasının verilmesidir [14].

Burada konuyla ilgili olarak İzutsu'nun şu tesbitini aynen aktarmak istiyorum:

"İslam'dan önceki şiirde vahiy kelimesi 'yazmak', 'harfler' ve 'karakterler' anlamında çok kullanılırdı... Arapça lügatler vahiy kelimesine genellikle sanki birbirleriyle ilişkisi olmayan iki ayrı mana veririler. 1) Revelation (ilham) ve 2) letters (harfler). Bu bize çok önemli bir meseleyi ortaya çıkarır, hemen tamamı cahil olan İslam öncesi Araplar için harflerin, çok esrarengiz şeyler olduğu fikrini verir. Güney Arabistan'da kayalar üzerinde kazılmış işaretleri gördükleri zaman kendilerine çok tuhaf gelen bu yazıtlar karşısında onların nasıl şaşırdıklarını biliyoruz. O zaman kalem olağan üstü bir önem ve çok derin manalar taşıyordu...Yazılı harflerin, bir şeyin işareti olduğunu bütün Araplar bilirlerdi. Yazılı harfler bir mana taşıyorlardı. İşte İslam'dan önceki Arapların çoğu, bu işaretlerin ibi bir mana taşıdıklarını bilmiyordu. Onun için harfler onlara göre esrarengiz şeylerdi. 'Gizlilik' manasıyla birleşmiş konuşma. İşte o zaman yazma böyle bir gizlilik manası ihtiva ediyordu. Görülüyor ki, vahyin birbirinden ayrı olduğu söylenen bu iki manası aslında birbirinden ayrı değil bir ve aynı şeydir" [15].

4. Özne belirtilmeden, yani meçhul kalıp şekliyle vahiy kelimesi kullanılmıştır. Kur'an'da bu şekil 26 ayette yer almaktadır. Ama bu ayetler içerik açısından ele alındığında gerçek öznenin Allah olduğu gayet açık bir biçimde görülmektedir. Nitekim bu ayetlerden bazılarında  Hz. Peygamber'e hitaben şöyle denilmektedir: 

“...İlahınızın tek bir ilah olduğu bana vahy olundu.” [16] Bu konu üzerinde ileride durulacaktır.[17]

 

3- Vahyedilenler Açısından:

 

Kur'an'da vahyedilenler de çeşitlilik arzederler. Başka bir ifade ile Allah mahlukatından bazılarına vahyetmiştir. Şimdi vahyin içeriğinden ziyade kimlere vahyedildiği konusuna kısaca değinmek istiyoruz.

1. Peygamberlere vahyedilmiştir. Aslında bu konu vahyin mihenk taşını oluşturmakta ve vahyin gerçek   manasını vurgulamaktadır Vahyin diğer anlamları aşağıda anlatılacak kısımlarda verilecektir. Burada şunu belirtelim ki, vahiy, gizli ve süratli bir şekilde bildirme" [18], gönderme, şifahen konuşma, kalbine ilka etme [19], bir manayı herhangi bir varlığa gizli ve süratli bir şekilde ilka etme [20] gibi anlamlar içermektedir. Peygamberler söz konusu olunca daha ziyade vahyin bu sözlük anlamları akla gelmektedir. Vahyin terim olarak tanımı çeşitli şekillerde yapılmaktadır [21]. Ancak bu tanımlardan sadece şunu kaydetmek istiyorum: Yüce Yaratıcı'nın genel olarak varlıklara hareket tarzlarını bildirmesi, özel olarak da insanlara ulaştırmak istediği İlahi emir, yasak ve haberlerin tümünü vasıtalı veya vasıtasız bir tarzda gizli ve süratli bir yolla peygamberlerine iletmesidir" [22].

2. Meleklere vahyedilmiştir: Enfal suresi 12. Ayette şöyle duyurulmaktadır "Rabbin meleklere vahyediyordu ki, Ben sizinle beraberim. Siz insanları pekiştirin. Ben inkar edenlerin yüreklerine korku salacağım. Vurun boyunlarının üstüne, vurun onların her parmağına". Allah'ın meleklerine vahyinin levhalar veya kalem vasıtasıyla olacağı kaydedilir [23]. Bu ayet öncesi ve sonrasıyla Bedir savaşından bahsetmektedir. Bu ayette de Allah, meleklere Müslümanlara yardım etmelerini vahyetmiştir. Müslümanlara güven duygusu verip, böylece onların düşmanlara karşı sağlam ve sebatlı davranmalarını sağlamıştır [24].

3. Hz. Musa'nın annesine vahyedilmiştir. Bu konu Kur’an’ın iniş seyrine göre ilk olarak Taha suresinde geçer ve olay şöyle anlatılır:

"Annene vahyedileni vahyetmiştik. Onu sandığa koy, suya at, su onu sahile bıraksın, onu benim de düşmanım onun da düşmanı olan bîri alacaktır" [25] . Bu olay Taha suresinden sonra inen ve Mekki surelerden olan Kasas suresinde de şöyle anlatılır:

"Musa'nın annesine onu emzirmesini vahyettik ki, onu emzir, başına bir şey gelmesinden korkuyorsan onu denize bırak, korkma, üzülme, zira biz, onu tekrar sana geri vereceğiz ve onu peygamberlerden kılacağız" [26]. Her iki ayette de Musa'nın annesine vahiyden bahsedilmektedir. Buradaki vahiyden maksat ne olabilir. Zira ayetlerden kesin olarak anlaşılmaktadır ki, Allah, Musa'nın annesine herhangi bir elçi ile bir durumu bildirmemektedir. Gerçi Allah'ın herhangi bir şeyi mutlaka bir elçi ile bildirmesi şart değildir. Ama buradaki vahyin herhangi bir peygambere vahyin dışında bir anlam ifade ettiği de açıktır. Vahyin ilham manasını göz önüne aldığımızda bu kelimenin içine doğmak, kalbine atmak veya bildirme, haber verme (i'lam) anlamında olduğunu söyleyebiliriz [27].

4. Hz. İsa'nın havarilerine vahyetmiştir:  Maide suresinin 111. Ayetinde şöyle denilir:

"Havarilere, bana ve elçime inanın diye vahhyetmiştim. İnandık, bizim müslüman olduğumuza şahit ol, demişlerdi". Burada ilginç olan husus, vahiy kelimesinin sadece bu ayette, mütekellim ve tekil sigası ile zikredilmesidir ve konuşan Allah'tır. İkinci olarak buradaki vahyin de ilham anlamında olduğu söylenebilir [28]. Ama Ragıp el-İsfehani buradaki vahyin, Hz. İsa vasıtasıyla olduğunu kaydetmektedir [29], ama bu çok da isabetli bir yaklaşım değildir. Ayrıca Allah'ın emretmesi manasına da gelebileceği kaydedilmektedir [30].

5. Bal arısına vahyedilmiştir. Kur'an-ı Kerim'de Nahl suresinin 68. ayetinde şöyle denilmektedir:

"Rabbin bal arısına dağlardan, ağaçlardan ve kurdukları çardaklardan evler edin diye vahyetti".

Vahyin buradaki anlamı balarısının ayette belirtilen hususları yerine getirmesi, yapması, doğuştan gelen, iç güdüsel bir ilhamın bildirilmesidir [31].

6. Yeryüzüne vahyedilmiştir: Zilzal suresinde bu durum şöyle ifade edilir:

"O gün yer haberlerini söyler. Çünkü Rabbin ona vahyetmiştir". Allah'ın yere vahyi ise, ona emretmesi [32], emrine, hizmetine vermesi (teshir) anlamındadır" [33].

Şu halde İzutsun dediği gibi çeşitli kullanılış örneklerini gözden geçirerek vahiy kelimenin asıl semantik şartlarını üç noktada toplamak mümkündür:

1. Vahiy her şeyden önce bir haberleşmedir...

2. Bu haberleşmenin sözlü olması zaruri değildir. Yani haberleşme için kullanılan işaretlerin daima dil işaretleri ile olması gerekli değildir, ama dil işaretleri de kullanılabilir.

3. Bu haberleşmede daima bir sırlılık, gizlilik ve özellik vardır. Başka deyişle bu tür haberleşme esoteriktir. A   ile B arasındaki konuşma tamamen özeldir. A, kendisini açıkça B'ye tanıtır, ama yalnız B'ye, başkası onu  göremez. İkisi arasında mükemmel bir haberleşme vardır, ama, bu haberleşme öyle bir yoldan yapılır ki,   haberleşmenin muhtevasını dışarıdakiler anlayamaz [34].

 

4- Vahyedilen Hususlar Açısından:

 

Kur'an'ı Kerim'de vahiy kavramında dikkati çeken önemli hususlardan birisi de vahyedilen hususlardır. Ayetleri okuduğumuzda Allah'ın vahyettiği hususların çok değişiklik arz ettiği dikkat çekmektedir. Ama burada şunu açıkça belirtelim ki, Allah öncelikle her peygambere bazı talimatlarını vahyetmiştir.

Bu peygamberlerden bazılarına da hem kitap ve hem de yine talimatlarından veya öğretilerinden bazılarını vahyetmiştir. Bunlara değineceğiz. Bununla beraber, burada bizim gayemiz Allah'ın, özellikle vurgulayarak neleri vahyettiğine bakmaktır.

1. Hikmeti vahyeder: İsra suresi 39. Ayette şöyle buyrulur:

"Bunlar, Rabbinin sana vahyettiği hikmetlerdendir. Allah ile beraber başka tanrı edinme, sonra kınanmış ve uzaklaştırılmış olarak cehenneme atılırsın".

Ayette öncelikle dikkati çeken en önemli nokta bunlar manasına gelen ismi İşaret "zalike"dir. Diğer bir husus da bu ismi işaretle belirtilen hususların Allah'ın hikmetinden olarak ifade edilmesidir. Ancak bilindiği gibi hikmet kavramı anlam ve yorum açısından oldukça zengindir. Biz bu ayette belirtilen hikmetin, yine bu surede önceki ayetlerde vahyedildiğini söyleyebiliriz. Böylece bir anlamda müphem olan ismi işaretin kapalılığı giderilmiştir. O halde bu hikmetli işler nelerdir. Kısaca özetleyecek olursak bunlar, açlık korkusu ile çocukların öldürülmemesi ki, bu büyük bir günahtır. Zinaya yaklaşılmaması, hiçbir kişinin haksız olarak öldürülmemesi, yetimin malına yaklaşılmaması, zarar verilmemesi, ahdin yerine getirilmesi, ölçü ve tartının tam olarak yapılması, bilmediği bir şeyin ardına düşülmemesi, yer yüzünde böbürlenerek yürünmemesidir" [35].

Dikkat edilirse ayetlerde zikredilen hususlar bir toplumun ahenkli bir biçimde yaşaması için var olması gereken tüm ahlaki prensiplerdir. O halde buradaki hikmet kelimesi ile ifade edilen bu esaslara uyulması gerekir.

2. Her semaya kendi iş ve oluşunu vahyeder: Ayette şöyle buyrulur:

"Böylece onları, iki günde yedi gök halinde takdir edip her göğe kendi iş ve oluşunu vahyetti. Ve biz, en yakın göğü kandillerle ve bir korumayla donattık. İşte bunlar Aziz ve Alim olanın takdiridir" [36].

Burada Allah'ın her semaya kendi işini vahyettiğini öğreniyoruz. Her ne kadar buradaki semaya vahyin gerçek manada olmayıp, sema ehlinin kast edildiği ve bunların da melekler olduğu kaydedilse de buna katılmak mümkün değildir. Zira Allah'ın her semaya kendi işlerini tabii bir seyir içinde yürütmesi biçiminde anlam vermemiz daha uygun olabilir. Zira biz biliyoruz ki kainatta her varlığın bir görevi vardır ve bunlar bu görevi aksatmadan yürütmektedirler. Faraza güneş, ay ve yıldızlar hep görevlerini yerine getirirler. Bunu bir sistem dahilinde yaparlar. Zira Allah onların varlıklarını sürdürecekleri düzenleri ve yasaları vah yetmiştir [37].

3. En güzel kıssalar vahyeder: Bu konuya gaybi haberlerin vahyedilmesi, bildirilmesi dahildir. Zira Kur'an'da Hz. Peygamber'e en güzel kıssaların [38] vahyedildiğinin yanı sıra ona gaybi haberlerin bildirildiği de ifade edilmektedir [39]. Zaten kıssalar gaybi haberlerdendir. Ama özellikle kıssaların en güzelinin bu Kur'an'da vahyedildiğini bildirmesi demek, Hz. Peygamber'in yaşadığı dönemde kıssa ve hikaye anlatımının çok ağırlıklı olarak toplumda var olduğunu ifade etmemizi sağlamakta ve anlatılan bu kıssaların çoğunun uydurma veya yanlış olduğu anlaşılmaktadır. Halbuki Kuran, bu hikayelerin gerçeğini ve yanlış anlatılanların da doğrusunu ortaya koymuştur. Diğer taraftan Kur'an sadece kıssayı anlatmakla yetinmemiş, onun içerisinde vurgulanmak istenen hususlara, verilecek mesajlara, alınması gereken ibret ve derslere de ağırlıklı olarak ama yeri ve zamanı geldiğinde de bunları tekrarlayarak vahyetmiştir.[40]

 

5- Mesaj İletme Açısından:

 

a- Allah'ın İnsanlarla Diyaloğu:

 

Allah insanlara mesajlarını çeşitli şekillerde iletmektedir. Bunu şu ayet açık bir biçimde ifade etmektedir "Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla, yahut perde arkasından konuşur, yahut da bir elçi gönderir de kendi izniyle dilediğini vahyeder. O, yücedir, hakimdir" [41]. Bu ayette Allah'ın, insanlarla vahiy yolu ile veya perde arkasından veyahut bir elçi göndererek iletişim kuracağı vurgulanmaktadır. Biz daha önce vahyin çeşitli anlamlarını da vererek, Allah'ın gerek insanlara ve gerekse canlı ve cansız varlıklara vahyetmesinin ne anlam ifade ettiğini kaydetmeye çalıştık. Özellikle ayette belirtilen, elçi gönderme noktası üzerinde durmaya çalışacağız. Ancak şunu ifade edelim ki, ayetin birinci bölümü vahiyde 'gizli ve süratliliğe' işaret etmektedir. Ama bununla beraber ayette üç yol belirtilir.

1. Gizli konuşma,

2. Perde arkasından konuşma,

3. Elçi gönderme.

Şunu belirtelim ki, Kur'an'da Allah'ın elçilerine vahiy yolu ile mesajlarını bildirdiği açıktır. Bu mesajları bazen bir melek vasıtasıyla, bazen de doğrudan bildirdiği ifade edilir. Bu doğrudan bildirme Hz. Musa örneğinde olduğu gibi Allah'ın konuşması ile olmaktadır [42]. Zaten yukarıda anlamını kaydettiğimiz ayette konuşma anlamına gelen 'kelleme' fiilinin şimdiki hali olan 'yukellimu' (konuşuyor, konuşur) kelimesi geçmektedir. Ama bu konuşmanın nasıl yapıldığı konusu oldukça karışıktır. Ayette bu durum şöyle ifade edilir:

Musa tayin ettiğimiz vakitte, bizimle buluşmaya gelip de Rabbi onunla konuşunca: '

Rabbim bana kendini göster, sana bakayım' dedi. 'Sen Beni göremezsin, fakat dağa bak, eğer o yerinde durursa sen de beni göreceksin’ dedi. Rabbi dağa tecelli edince onu parça parça etti ve Musa baygın vaziyette yere yığıldı. Kendine gelince 'Sen yücesin, sana tevbe ettim, ben inananların ilkiyim' dedi. 'Ey Musa, ben elçiliklerimle ve konuşmamla seni insanların başına seçtim, sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol dedi'' [43]. Allah'ın insanlarla konuştuğunu gösteren bu ayetler, vahyin Allah'la insan arasında özel konuşmanın adı olduğunu gösterir. Başka bir ifadeyle vahiy "ayetler göndermenin" çok özel bir adıdır [44].

Aslında Kur'an'da vahyin konusunu, Allah'ın elçilerine mesajları oluşturmaktadır. Yukarıdaki ayetlerden bu anlaşılmaktadır. Nitekim bu ayetlerin devamında şöyle buyurulmaktadır:

"Biz Musa için öğüt ve detaylı olarak levhalarda her şeyi yazdık. Bunları kuvvetle tut ve toplumuna da onları en güzel bir şekilde almalarını emret..."[45]

Bütün peygamberler için aynıdır. Nitekim ayette açık bir biçimde bu belirtilmektedir:

"Nuh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsa, Eyyub, Yunus, Harun, Süleyman'a da vahyettik ve Davud'a da Zebur'u verdik"[46].

Burada vahyin doğrudan veya dolaylı olarak meydana gelmesinden ziyade aslolan Allah'ın koymuş olduğu sünnetullahın işlemesidir. O halde "vahiy, Allah'ın konuşmasıdır. Kendi iradesini dil aracılığı ile bildirmesidir. Fakat insana aidolmayan esrarengiz bir dille konuşmasıdır. Burası çok önemli bir husustur. Allah'ın kendi iradesiyle yaptığı bu konuşma olmasa yeryüzünde İslam'ın anladığı manada hiçbir gerçek din olmaz... Allah insana insanın konuştuğu dille hitab etmiştir. Bu, Allah'ın sadece kutsal kitap göndermesi demek değil, bizzat Allah'ın konuşmasıdır. İşte vahyin manası budur. Vahiy, birinci derecede dille alakalıdır [47].

 

b- Allah'ın Peygamberlerine Vahyi:

 

Kur'an'da vahye çok özel bir yer verilmiştir. Vahiy olağan üstü, insan aklının kavrayamayacağı esrarengiz bir olay olarak ele alınmıştır. Bundan dolayı "peygamber" denen aracıya lüzum vardır. Bu bakımdan bu özel şekilde gönderilen ayetler, tabiata aidolan ve bundan dolayı sağduyuya sahip her insanın kavrayabileceği öteki ayetlerden tamamen farklıdır [48].

İşleyen bu sünnetullah çerçevesinde Allah peygamberlerine vahyetmiştir. Hatta Kur'an'da genel olarak bu peygamberlere yapılan  vahyin dışında özellikle nelerin vahyedildiği de konu edilmektedir. Örneğin, Hz. Nuh'a hitaben: "Gözlerimizin önünde ve vahyimiz gereğince gemiyi yap ve zulmedenler hakkında bana hitap etme, zira onlar mutlaka boğulacaklardır" [49], denilmektedir. Aynı durum başka bir ayette de şöyle ifade edilir:

"Biz de ona, gözlerimizin önünde ve vahyimiz gereği o gemiyi yap, diye vahyettik..." [50].

Başta Hz. İbrahim olmak üzere pek çok peygambere hayırlı işler yapma, namaz kılma ve zekat verme gibi hususlar vahyedilmiştir [51]. Ancak Kur'an'da özellikle Hz. Musa'ya vahyedilen hususlar daha detaylı olarak belirtilmektedir. Örneğin Hz. Musa'ya asasını yere atması [52], kavmine su bulmak için asası ile taşa vurması" [53], kardeşi ile birlikte toplumu için Mısır'da evler hazırlamaları, namazı kılıp müminleri müjdelemeleri [54]', kulların geceleyin yürütülmesi [55], denizde onlar için kuru bir yol açması, korkmaması ve endişelenmemesi vahyedilmiştir[56].

 

c- Hz. Muhammed'e Vahyi:

 

Şimdi burada biraz da Hz. Peygamber'e vahyedilen hususlara bir göz atıp, buradan hareketle peygambere vahyin ne anlamlara geleceği üzerinde durmaya çalışacağız.

Öncelikle şunun altının çizilmesi gerekir: Diğer peygamberler için genel olarak vahyedildiği ifade edilen hususların özellikle ahkamla ilgili konularda biraz değişiklikle birlikte Hz. Peygamber'e de vahyedildiği açıktır [57]. Aslında bu vahyin içeriği kanaatimce şu ayette açıklanmaktadır:

"Biz sana böyle Arapça bir Kur'an vahyettik ki, karyelerin anasını ve çevrelerinde bulunanları uyarasın. Asla kendisinde şüphe olmayan toplanma gününe karşı uyarasın. Bir bölük cennettedir, bir bölük de cehennem de"   [58].

Başka bir ayette de:

"Deki, ben ancak sizi vahiyle uyarıyorum. Ama sağırlar, uyarıldıklarında, çağrıyı işitmezler" [59], buyurularak o günün insanının Hz. Muhammed' in davetine karşı tutum ve davranışları dile getirilmektedir.

Bu ve diğer ayetlerde de belirtildiği gibi Kur'an Hz. Peygamber'e vahyedilmiştir. Öyle ki, "Gerçek hükümdar olan Allah, yücedir. Sana vahyedilmesi henüz tamamlanmadan Kur'an'ı acele okumağa kalkma, Rabbim ilmimi artır, de” [60], anlamındaki ayetle de bu açık bir şekilde belirtilmektedir. Bilindiği gibi Hz. Peygamber, inen ayetleri bir an önce ezberleyip unutmamak için acele ile Kur'an ayetlerini okumak istediği ve  bunun üzerine  "Onu tekrarlamak için dilini depretme, onu toplamak ve okutmak bize düşer, sana  Kur'an'ı okuduğumuzda onun okunuşunu takip et. Sonra onun açıklaması bize   düşer" [61], anlamındaki ayetlerin indiği vurgulanmaktadır" [62].

Burada Kur'an'ın Hz. Peygamberce indirilişi üzerinde kısaca durmak istiyorum. Zira Kur'an ile Hz. Peygamber'in sözleri arasındaki fark böylece ortaya konulabilir. Kur'an-ı Kerim'de bir ayette şöyle buyurulmaktadır:

"Doğrusu Biz senin üzerine ağır bir söz bırakacağız" [63], “Dikkat edilmelidir ki, burada Allah, kendi vahyini, insanların konuşma hareketlerinin en yaygın kelimelerinden olan kavi kelimesiyle ifade ediyor. Gerçi bu ayette kavi, çok kuvvetli bir sıfatla 'ağır' sıfatıyla tavsif ediliyor ama  esasında insanların konuşmasını anlatan bir sözdür” [64].

Bu ayette zikredilen ağır sözle ne kastedildiği konusunda iki farklı görüş bulunmaktadır. Bunlardan birisi ağır sözden maksat, Allah'ın indirdiği farzları, hadlerini yerine getirmek ve gece namaza kalkmaktır. Diğeri ise doğrudan   Kur'an'dır” [65]. Şimdi   bu sureyi başından itibaren okursak buradaki ağır sözün Kur'an olduğu fikri daha kolay anlaşılır. Zira Kur'an'dan herhangi bir ayet vahyedildiğinde bizzat inen vahyin ağırlığı Hz. Peygamber'in hareketlerine tesir ederdi. Yani  Hz. Peygamber’e Kur'an'dan bir ayet vahyedildiğinde, farklı bir haleti ruhiye içerisine girdiği derhal görülürdü. Örneğin vahiy anında uykusunun gelmesi [66], gözlerini belli bir   noktaya dikmesi [67], benzinin sararması [68], nefes almasında  belli zorluklar çekmesi, vücudunun ağırlaşması, kendinden geçmesi ve soğuk günlerde bile terlemesi [69], binitinin üzerinde iken vahyin gelmesinden dolayı devenin çökmesi [70], dizinin bir sahabenin dizi üzerinde iken vahyin gelmesi ile birlikte sahabenin büyük bir ağırlık hissetmesi [71] ve benzeri olaylar'' [72].

Buradan şu sonuca varmak istiyorum. Hz. Peygamber'in günlük hayatında, konuşmalarında başından böyle olağan üstü haller geçmemektedir. Ama dikkat edilirse, Kur'an vahyedildiği anda bu hususlar başına gelmektedir. O halde elbette Kur'an ile Hz. Peygamber'in kendisine ait sözleri arasında fark olacaktır. Çünkü 'vahyi, böyle olağanüstü özel bir konuşma durumuna getiren şey, o konuşmada konuşanın Allah ve dinleyeninde insan olmasıdır. Yani burada konuşma üstün bir varlıkla alelade bir varlık arasında cereyan etmektedir. Öyle ki, konuşanla dinleyen arasında hiçbir ontolojik denge yoktur. Normal konuşmada kelimeleri veren ve alan, konuşan ve dinleyen aynı düzeyde ontolojik eşitliğe sahip varlıklardır... Kur'an vahyinde birinci engel yani ortak işaret sistemi yokluğu ortadan kaldırılmıştır. Zira Arap dili, bizzat Allah tarafından Allah ile insan arasında ortaklaşma sistemi olarak seçilmiştir. Fakat ikincisi olan ontolojik engel (mahiyet farklılığı) kolaylıkla bertaraf edilecek cinsten bir engel değildir. Çünkü olay olağan üstü bir olaydır. Zira burada mahiyet itibariyle birbirinden ayrı olan iki varlık arasında gerçek bir dil konuşması vuku bulmaktadır. Allah insana konuşmakta ve insan da O'nun sözlerini anlamaktadır. Bu, vahiydir [73].

Kur'an'ın Arapça bir kitap olarak vahyedildiğini ifade eden ayetler yeterince vardır [74]. Bunlardan birisinde özellikle şöyle buyurulmaktadır:

"Biz sana böyle Arapça bir Kur'an vahyettik" [75]. Kur'an'ın Arapça bir kitap olarak vahyedilmesi Arapça'nın üstünlüğünden dolayı değildir. Sadece Hz. Peygamber'ın ilk muhataplarının Araplar olmasındandır. Çünkü Allah her peygamberi mesajını kendi toplumunun anlayacağı dille göndermiş ve bunu şöyle belirtmiştir:

"Biz her peygamberi yalnız- kendi toplumunun diliyle gönderdik ki, onlara açıklasın" [76].

İşte bu ayet bize göstermektedir ki, Kur'an Arapça olarak vahyedilmek zorunda idi. Zira aksi halde bir de peygamberle toplumu arasında dil problemi olacaktı ki bu da mesajın hem iletilmesini ve hem de anlaşılmasını zorlaştıracaktı. Allah'ın vahyini Arapça göndermesi o dilin diğer dillere üstünlüğünü göstermez. Zira böyle bir anlayış Kur'an'ın "Ey insanlar, biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah yanında en üstün olanınız, en muttaki olanınızdır. Allah bilen ve haber alandır" [77], bu ayetine ters düşmektedir. Dünyada yaşayan her milletin kendine has bir dili olduğu gerçeği ortadadır. Eğer Allah vahiy dilini Arapça olarak seçmişse bu Arapça'nın üstünlüğünden dolayı değil pratik   yararından dolayı olsa gerek [78].

Kur'an'da Hz. Peygamber'den İbrahim milletine tabi olması istenerek şöyle buyrulur:

"Sonra sana, bir hanif olarak İbrahim'in milletine uy, diye vahyettik. O, müşriklerden değildi" [79].

Bu ayette Hz. Muhammed'e müşrik olmayan İbrahim'in tevhid dinine uyması emrediliyor. Bu suretle İbrahim'e bağlılıklarını iddia eden müşriklerin, gerçekte onlarla bağlarının bulunmadığı, çünkü onun bir müşrik atası değil, Allah'ı birleyen bir lider olduğu vurgulanıyor [80].

Hz. Peygamber'e gaybi haberlerin vahyedilmesi konu edilir. Bu, daha ziyade kıssalardan bahseden ayetlerden sonra ifadesini bulur. Al-i İmran suresinde, Hz. İsa'nın annesi olan Meryem'in olayı anlatıldıktan sonra şöyle buyurulmaktadır:

"Bunlar sana vahyettiğimiz görünmez alemin (gayb) haberlerindendir..." [81].

Bu ifade Kur'an'da bundan başka iki ayrı ayette de zikredilir. Bunlardan birisi Yusuf kıssasında [82], diğeri de Hud suresinde Nuh peygamberin gerek kavmi ve gerekse kendi ailesi ile olan ilişkileri anlatıldıktan sonra geçmektedir [83]". Bu ayetlerden ayrıca şunu öğreniyoruz ki, Hz. Peygamber gaybi haberler konusunda kendiliğinden bir şeyler söylememekte, kendisine vahyedilenleri haber vermektedir" [84].

Kur'an'da vahiy konusu ile bağlantısı olan önemli bir nokta da Hz. Peygamber'e vahyedilenlerin bir kitaptan olmasıdır. Bu ifade Kur'an'da değişik üç ayette geçer ve şöyle buyrulur.

"Rabbinin kitabından sana vahyedileni oku, O'nun sözlerini değiştirecek  kimse yoktur, O'ndan başka sığınılacak bir kimse de yoktur" [85]

Kitaptan sana vahyedileni oku ve namazı da kıl. Çünkü namaz fahşa ve münkerden vazgeçirir. Allah'ı anmak ise elbette en büyüktür. Allah ne yaptığınızı bilir" [86].

"Kitaptan sana vahy ettiğimiz, kendinden öncekini doğrulayan gerçektir. Allah kullarının haberini alır ve görür   [87]". Aslında bu ayetlerdeki "Rabbinin kitabından" ve "kitaptan" ifadeleri için Kur'an ve levh-i mahfuz şeklinde yorumlar yapılmaktadır [88]. Bu ifadeler, elbetteki Kur'an'ın diğer kitaplarla bağlantısını dile getirmesi açısından önemlidir. Çünkü bütün kitapların aslı O'nun katındadır.[89]

Vahiyle ilgili ayetlerden birinde şu ifade yer almaktadır:

"Sana bir ruh vahyettik. Sen kitap nedir, böylece iman nedir, bilmiyordun. Fakat Biz onu bir nur yaptık. Kullarımızdan dilediğimizi onunla hidayete iletiriz. Ve şüphesiz ki, sen doğru yola götürüyorsun" [90].  

Ayette dikkatimizi çeken en önemli nokta "emrimizden bir ruh" ifadesidir. Başka bir ayette de vahiy kelimesi geçmeyip, ilka fiili kullanılarak ancak yine emrinden olan ruhun ilkasından bahsedilerek şöyle denilmektedir:  "Dereceleri yükselten Arş'ın sahibidir. Buluşma gününe karşı uyarsın diye emrinden olan ruhu kullarından dilediğine sunar (yulkî)" [91]. Başka bir  ayette de:

Melekleri, kullarından dilediğine emrinden bir ruh ile indirir ki, Benden başka ilah yoktur, öyle ise Benden korkun diye uyarın." [92]

Bu ayetlerde ifade edilen ruh kavramının hangi anlamda kullanıldığı oldukça farklılık göstermekte ve gerçekten vahiy ekseninde çok değişik bir mana ihsas ettirmektedir. Şunu belirtelim ki, Kur'an'da vahyi getiren melek Cebrail'dir [93]. Bu melğin Ruhu'1-Emin diye isimlendiği ifadesini de Kur'an'da bulmaktayız [94]. Ama bu getirme işinin nasıl olduğu konusu oldukça yoruma açıktır. Acaba bir postacı gibi yazılı bir belge mi getirmektedir. Yoksa bir mana mı getirmektedir. Kur'an için söz, konusu olmasa bile Melek'in bazen Hz. Peygamber'e bir insan şeklinde geldiği ve nitekim iman, İslam ve ihsan gibi kavramların hem sorusunu sorup hem de cevabını verdiği ifade edilen hadisten bu anlaşılmaktadır [95]. Ayrıca yukarıdaki ayetlerde, emrinden olan ruhun canlanışı, bazen vahiy, bazen ilka ve bazen de inzal kelimeleri ile geçmesi de bu işin bir başka boyutunu vurgulamaktadır. Zaten Şuara süresindeki ayetlerde "...onu (Kur'an'ı) Ruhu'l-Emin onun kalbine indirdi" veya "ilka etti" ifadeleri ile vahyin Hz. Peygamber'in kendinden geçtiği anda olduğu hissini vermektedir. Ama şunu belirtelim ki, Kur'an'ın tamamının bu şekilde vahyedildiğini söylemek oldukça zordur. Zira melek olmadan da Hz. Peygamber'e Kur'an ayetleri vahyedilmekteydi. Nitekim ayette Allah şöyle buyurmaktadır:

"Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla, yahut perde arkasından konuşur, yahut da bir elçi gönderir de kendi izniyle dilediğini vahyeder. O, yücedir, hakimdir" [96].

Buraya kadar tamamen vahiy eksenli, ama açılım bakımından vahyin Kur'an'da neler ifade ettiğini kısaca açıklamaya çalıştık. Bu açıklamalardan da anlaşılacağı gibi vahyin asıl muhatabı seçilmiş elçilerdir [97], yani peygamberlerdir. Bu vahiy sayesinde peygamberlerin gayesi ise yeryüzünü ıslah etmek ve fesadı kaldırmaktır. Böylece iyiliğin emredildiği, kötülüğün yasaklandığı ahlak esaslarına dayanan ve Allah'ın hakimiyetini esas kılan bir toplum düzeni kurmak için tebliğ etmek ve başarıya ulaşmaktır [98]. O halde vahiyde genelde Allah, melek, peygamber ve insanlar söz konusudur. Bu durumda 'İslam'daki vahiy kavramı, üç şahıs münasebeti! değil, dört şahıs münasebetli bir kavram olur: A-------M-------B-------C.

Kur'an'a göre C, tarihi bakımdan öncelikle Mekke halkı idi, sonra bütün Araplar, daha sonra da bütün kitap ehli ve en sonunda bütün insanlık oldu. B, sadece ilahi vahyi alan bir insan değildir; o, vahyi alıp insanlara aktaran insandır. Bu anlamda nasıl melek Cebrail Allah'ın, Muhammed'e elçisi (resulü) ise Muhammed de Allah ile dünya halkı arasında aracı vazifesini gören bir Allah Elçisi'dir [99].

Peygamberlerin genelde gönderiliş nedenini yukarıdaki cümleler kısmen izah etmektedir. Ama şunu da belirtelim ki, onların gönderilişinin temel nedenleri arasında, insanların insanlıklarını unuttukları, tüm ahlaki değerlerin hiçe sayıldığı, güçlünün daima haklı olduğu düşüncesinin yerleştiği, insana insan olmasından dolayı verilmesi ve duyulması gereken saygının bittiği anlarda peygamberler gönderilmiştir. Onlar da aldıkları vahiy sayesinde bu görevi en güzel bir şekilde ifa etmeye çalışmışlardır. Ama o peygamberlerin milletleri bu ilahi mesaja kulak asmayınca başlarına büyük felaketler gelmiştir. Kur'an bu noktayı şöyle dile getirir:

"Hepsini günahıyla yakaladık. Onlardan kiminin üstüne taş yağdıran bir fırtına gönderdik, kimini korkunç bir ses yakaladı, kimini yere batırdık, kimini de boğduk. Allah onlara zulmedecek değildir. Fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı" [100].

Burada şunu ifade edelim ki, Allah her millete bir uyarıcı, bir peygamber gönderdiğini Kur'an'da beyan etmektedir:

 "...Her millet için de mutlaka bir uyarıcı geçmiştir" [101],

Biz elçi göndermedikçe azap edecek değiliz"[102].

Ama bir iki peygamber hariç, tüm peygamberlere geldikleri ülkelerin bir bakıma aristokrat tabakaları (mele', mütref) karşı çıkmışlar ve onlara engel olmaya çalışmışlardır. İleri sürülen bahaneler hep aynıdır. Ama bunların temelinde kendi saltanatlarının, çıkarlarının elden gitme endişesi yatmaktadır. Yoksa halkın mutlulukları onları pek de ilgilendirmemektedir. Zaman içinde peygamberlere inananların sayıları her gün biraz daha artınca şunları ileri sürerler:

"Bu da sizin gibi bir insandan başka bir şey değildir. Size üstün gelmek istiyor. Eğer Allah dileseydi melekleri indirirdi. Biz önceki atalarımızdan böyle bir şey işitmedik. O bir deli adamdan başka bir şey değildir. Hele bir süreye kadar onu gözetleyin.”[103]

Nuh peygambere karşı yapılan bu davranışların benzeri diğer peygamberlere de yapılmaktaydı [104]. Hz. Peygamber'e karşı da benzer türden davranışlar yapılmıştır. Atalarının izinden ayrılmama fikrini Mekkeli müşrikler dile getirmişler ve hatta Kur'an'da hem Mekkî hem de Medenî ayetlerde aynı iddialar tekrar edilmiştir. Mekki surelerden olan Lokman suresinde bu durum şöyle yansıtılmaktadır: 

"Onlara (Mekkeli müşriklere) Allah'ın indirdiğine uyun dendiğinde, onlar, hayır, babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız, derler. Şeytan onları, alevli ateşin azabına çağırmış olsa da mı?"[105].

 Medine'de inen Bakara suresinde de aynı durumun tekrarlandığı görülür, ama, burada biraz daha ifade sertleşmiştir:

"Onlara Allah'ın indirdiğine uyun dendiğinde, onlar, hayır, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız, derler. Peki ama onların babaları akıllarını çalıştırmayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı? O inkar edenlerin durumları, bağırıp çağırma dışında bir şey işitmeyen varlıklara haykıranın durumuna benzer. Sağırdırlar, kördürler. Bu yüzden akıllarını işletemez onlar" [106].

Burada şunu da belirtelim ki, özellikle Hz. Peygamber için pek çok sıfat yakıştırılmak istenmiştir. Örneğin sihirbaz (sahir) [107] , şair [108], mecnun [109], yalancı [110] , kahin [111] gibi. Benzer durumlar geçmiş peygamberler için de söz konusudur" [112]. Ancak Kur'an'da kahin ve şair gibi vasıflar sadece Hz. Peygamber'e söylenmiştir. Bunu nedeni ise bilindiği gibi cahiliye döneminde şairler oldukça revaçta idiler ve Araplar kehanete de son derece önem verir ve ona inanırlardı. Hatta arraf kelimesinin anlamları arasında doktor ve kahin manasının bulunması manidardır. Arrafın doktor veya kahin gibi manalara gelmesi ise, her birinin kendi bilgisine dayanarak söz söylemeleri gösterilmektedir” [113].

Peygamberler kendi toplumlarına vahiy kaynaklı mesajlar getirmişler ve problemlerini çözmeye çalışmışlardır. Bu mesajla birlikte aynı zamanda kendi  toplumunun desteğini elde etmek için de özel bir gayret göstermişlerdir. Bu durum Hz. Peygamber'de daha net bir şekilde gözükmektedir. Nitekim:

"En yakın akraba ve hısımlarını uyar.” [114]

Ayetini hiçbir zaman gözden uzak tutmamak gerekmektedir. Bu ayetle ilgili olarak denebilir ki, bu ilk inen vahiyler arasında gözükmemektedir. Aksine bana göre sanki bu ayet, tarihi olayların akışına bakarsak ilk inen Alak suresinin beş ayetinden sonra inmiş olabilir. Zira öncelikle Peygamber kendi yakınlarının desteğini almak için ayette de belirtildiği gibi onlara tebliğde bulunmuş, daha sonra tüm insanlara bu tebligatı yapmıştır [115]. Çünkü Hz. Peygamber'e bundan sonra vahiy gelmemiş (fetret devri ki, yaklaşık üç yıldır), bunun üzerine Mekkeliler, 'Allah'ı tarafından Muhammed unutuldu’, hatta 'terk edildi' şeklinde iğneleyici laflar söylemeye başlamışlardır. Ama yine de Hz. Peygamberin söylediklerine inananlar bulunmuş ve onun anlattıkları belli bir muhitte yayılmıştı [116]. Bu fetret döneminden sonra Hz. Peygamber'e Duha suresi nazil olmuş ve onun Rabbi tarafından unutulmadiğı vahyedilmişti [117].

Şunu da belirtelim ki, Hz. Peygamber yakın akrabalarını davet etmek için onları bir araya toplamış, ama bu ilk toplantıda meramını açıklayamamıştır. Amcası Ebu Leheb'in kuşkulu ve manalı bakışlarının bunda etkisinin olduğu söylenebilir. Nitekim ikinci toplantıda Peygamber'in meseleyi açması üzerine Ebu Leheb'in tepki göstermesi sanırım bunu ortaya koymaktadır [118].

 



[1] Bülent  Baloğlu. Kur'an Vahyinin Niteliği ve Hz. Peygamber. I. Kur'an Sempozyumu. , s. 31-48

[2] M- Watle, İslam Vahyi. (Çev. Mehmet Aydın): Muhsin Demirci. Vahiy Gerçeği, İstanbul 1996

[3] Toshihiko Izutsu, Kur'an'da  Allah  ve  İnsan.168-250;  Fazlur Rahman, Ana Konularıyla Kur'an, s. 177-223

[4] Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış, Anadolu Yayınları: 227.

[5] Bkz., Elmalılı, Tefsir, III. 2032

[6] A'raf: 7/20

[7] İzutsu. Kur'an'da Allah ve İnsan. s.154

[8] Ebu Bekir er-Razi, Tefsiru Garibi'l-Kur'an, (tahk. Hüseyin Elmalı), s. 595. Ayrıca bkz.. Ragıp el-İsfehani. el-Müfredat, v-h-y mad

[9] İzutsu, Kur'an'da Allah ve İnsan, s. 205

[10] Meryem: 19/11

[11] Bkz., Ali İmran, 3/38-41; Meryem. 19/1-11

[12] Ebu Bekir er-Razi. Tefsiru Garibi'l-Kur'an. s. 595

[13] Ragıp el-İsfehani, el-Müfredat, v-h-y mad

[14] Ebu Bekir er-Razi, Tefsiru Garibi'l-Kur'an, s. 595

[15] İzutsu, Kur'an'da Allah ve İnsan, s. 199-200

[16] Kehf, 18/110; Enbiya, 21/108; Fussilet, 41/6

[17] Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış, Anadolu Yayınları: 227-230.

[18] Ragıp el-İsfehani, el-Müfredat, v-h-y mad

[19] Ebu Bekir er-Razi, Tefsiru Garibi'l-Kur'an, s. 595

[20] Cürcani. et-Tarifat. vha md

[21] Bkz. Muhsin Demirci, Vahiy Gerçeği, s. 26-27

[22] Muhsin Demirci. Vahiy Gerçeği, s. 27

[23] Bkz., Ragıp el-İsfehani, el-Müfredat, v-h-y mad

[24] Bkz., Süleyman Ateş, Tefsir, III, 490

[25] Taha: 20/38-39

[26] Kasas: 28/7

[27] Bkz., Ebu Bekir er-Razi, Tefsiru Garibi'l-Kur'an. s. 595.

[28] Bkz., Ebu Bekir er-Razi, Tefsiru Garibi'l-Kur'an. s. 595.

[29] Bkz., Ragıp el-İsfehani, el-Müfredat, v-h-y mad. Ragıp el-İsfehani vahiy kelimesinin geçtiği bir ayeti de hatalı anlamıştır. Enbiya 73. Ayette şöyle buyurulmaktadir: "Onları emrimizle doğru yolu gösteren önderler yaptık ve onlara hayırlı işler yapmayı, namaz kılmayı ve zekat vermeyi vahyettik. Onlar bize kulluk ederlerdi". Bu ayeti önceki ayetlerle birlikte okuduğumuzda, ayette geçen hüm zamirinin Lut, İshak ve Yakub peygamberlere raci olduğu görülür. Ama Ragıp el-İsfehani buradaki zamiri genel olarak insanlar diye algılamış ve şöyle mana vermiştir: "Onlara hayırlar yapmayı vahyettik" ayetinde geçen vahiy, enbiya vasıtasıyla ümmetlere yapılan vahiydir". Bkz., Ragıp el-İsfehani. el-Müfredat, v-h-y mad

[30] Ebu  Bekir er-Razi. Tefsiru Garibi’l-Kur'an. s. 595. Ayrıca bkz., Muhammed Lütfi es-Sabbağ. Lemehat fi Ulumi'l-Kur'an, s. 44

[31] Bkz., Muhammed Lütfi es-Sabbağ. Lemehat fi Ulumi'l-Kur'an, s. 44

[32] Ebu Bekir er-Razi, Tefsiru Garibi'l-Kur'an , s. 595

[33] Bkz.. Ragıp el-İsfehani. el-Müfredat. v-h-y mad

[34] Bkz., İzutsu, Kur'an'da Allah ve İnsan, s. 195-198. Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış, Anadolu Yayınları: 231-234.

[35] İsra: 17/31-37

[36] Fussilet: 41/12

[37] Geniş bilgi için bkz., S. Ateş, Tefsir, VIII. 125 ve devamı

[38] Yusuf: 12/3

[39] Ali İmran: 3/44; Hud, 11/49; Yusuf, 12/102

[40] Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış, Anadolu Yayınları: 234-237.

[41] Şura: 42/51

[42] Nisa: 4/164.

[43] A'raf: 7/143-144

[44] İzutsu, Kur'an'da Allah ve İnsan, s. 189

[45] A'raf: 7/145

[46] Nisa: 4/163

[47] İzutsu. Kur'an'da Allah ve İnsan. s. 190. Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış, Anadolu Yayınları: 237-239.

[48] İzutsu. Kur'an'da Allah ve İnsan. s. 190

[49] Hud: 11/37

[50] Müminun: 23/27

[51] Enbiya: 21/73

[52] A'raf: 7/117

[53] A'raf: 7/160; Şuara. 26/63

[54] Yunus: 19/87

[55] Taha: 20/77; Şuara, 26/52

[56] Taha: 20/77. Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış, Anadolu Yayınları: 239-240.

[57] Nisa: 4/163

[58] Şura: 42/7

[59] Enbiya: 21/45

[60] Taha: 20/114

[61] Kıyamet: 75/16-19

[62] Bkz., Taberi, Tefsir, XXIX. 187-188

[63] Müzzemmü: 73/5

[64] İzutsu, Kur'an'da Allah ve İnsan. s. 194

[65] Bkz., Taberi, Tefsir, XXIX, 127; Semerkandi. Bahru’l-Ulum, III. 416; İbn  Atiyye. el-Muharraru'l-Veciz, V. 287: Kurlubi, Tefsir, XIX, 38; İbn Kesir. Tefsir, IV. 435;

[66] Müslim, Salat, 53

[67] Buhari, Tefsir, 74/5

[68] Buhari, Hac, 17

[69] Buhari, Şehadat, 15

[70] Bkz.. Semerkandi, Bahru'l-Ulum, III. 416

[71] İbn Kesir, Tefsir. IV, 435

[72] Geniş bilgi için bkz., Muhammed Lütfi es-Sabbağ, Lemahat fi Ulumi'l-Kur'an, s. 50 v3 devamı: Muhsin Demirci, Vahiy Gerçeği, s. 166

[73] İzutsu, Kur'an'da Allah ve İnsan, s. 194-195

[74] Yusuf: 12/2; Taha, 20/113; Zümer, 39/28; Fussilet, 41/3; Zuhruf, 43/3

[75] Şura: 42/7. Kur'an için apaçık Arapça bir lisan (Nahl. 16/103; Şuara, 26/195), Arap dilinde bir kitap (Ahkaf, 46/12) ifadeleri yer almaktadır. Ayrıca Kur'an için "Biz onu Arapça bir hüküm kaynağı olarak indirdik" İfadesi de yer almaktadır (Rad. 13/37)

[76] İbrahim: 14/4. 74

[77] Hucurat: 49/13.

[78] Konuyla ilgili olarak bkz., İzutsu, Kur'an'da Allah ve İnsan, s. 233-244

[79] Nahl: 16/123

[80] S. Ateş, Tefsir, V, 158

[81] Al-i İmran: 3/44

[82] Yusuf: 12/102

[83] Hud: 11/49

[84] Gaybi bilgi noktasında iki çalışma yapılmıştır. Bunlar Halis Albayrak'ın Kur'an'da İnsan-Gayb İlişkisi, diğeri de Sadi Eren'in Kur'an'da Gayb Bilgisi'dir. Ancak Sadi Eren, Hz. Peygamber'e gaybi haberlere gelecekte vuku bulacak olayların haber verilmesi ile bir kişinin hiçbir kaynaktan haber almadan kendiliğinden geleceğe yönelik haberler vermesini karıştırmaktadır. Nitekim eserinin özellikle, Hz. Peygamber ve Gayb kısmı okunduğunda bu görülecektir

[85] Kehf: 18/27.

[86] Ankebut: 29/45

[87] Fatır: 35/31

[88] Şevkani, Fethu’l-Kadir, IV, 399. Ayrıca bkz., Kasimi, Mehasinu't-Te'vil, XI, 33

[89] Ra'd: 13/39.

[90] Şura: 42/52

[91] Mümin: 40/15

[92] Nahl: 16/2

[93] Bakara: 2/97

[94] Şuara: 26/193

[95] Hadîs için bkz., Müslim, İman,1

[96] Şura: 42/51

[97] Hac: 22/75; Fatır, 35/32

[98] Bu  fikirler için bkz., Fazlur Rahman. Ana Konularıyla Kur'an, s. 183-184

[99] İzutsu, Kur'an'da Allah ve İnsan, s. 225-226

[100] Ankebut: 29/40

[101] Fatır: 35/24

[102] Isra: 17/15

[103] Müminim: 23/24-25

[104] Bkz.. Müminim: 23/33-39

[105] Lokman: 31/21

[106] Bakara: 2/170-171

[107] Sad: 38/4

[108] Enbiya: 21/5; Saffat. 37/36; Tur, 52/30

[109] Saffat: 37/36

[110] Sad,: 38/4.

[111] Tur: 52/29: Hakka. 64/42

[112] Bkz., Yunus: 10/2; Ğafir, 40/24

[113] Ezheri. Tehzibu'1-Luga, II. 347

[114] Şuara: 26/214

[115] Müdessir: 74/1-7

[116] Bkz., Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 95

[117] Duha: 93/1-11.

[118] Bkz., Muhammed  Hamidullah. İslam Peygamberi, I. 96 ve devamı. Doç. Dr. Ömer Dumlu, Kur’an’da Bazı Kavramlara Bakış, Anadolu Yayınları: 240-253.