1. KİTAB-I MUKADDES VE KUR'ÂN-I KERİM'DE DOSTLUK KELİMESİNİN KULLANILIŞI
A- VELAYET VE ADAVETİN ANLAMLARI
1- Velayet Kelimesinin Anlamları
B- KİTABI MUKADDESTE DOST VE DÜŞMAN KAVRAMI
1- Velayet (dost) Anlamına Gelen Kelimeler
2- Adaveti İfade Eden Kelimeler
d- Aslî Suç ve İnanç Özgürlüğü
e- Vâdedilen Toprakların Durumu
C-KURANDA DOST ANLAMINA GELEN KELİMELER
7- Tasavvuf Açısından Velî ve Velayet
D- KURANDA DÜŞMANLIK ANLAMINA GELEN KELİMELER
6- Adavet, Fitne, Buhtan, Fısk, Hile, Hıyanet ve Cürm İlişkisi
2. KUR'ÂN-I KERİM'DE "DOST" VE "DÜŞMAN"IN NİTELİKLERİ VE MUHATAPLARI
A- DOST VE DÜŞMANIN NİTELİKLERİ
1- Velayette Aranan Nitelikler
2- Düşmanda Bulunan Nitelikler
b- İblis'in Kovulması ve Mühlet
4- Seytan'ın Dost ve Düşmanlığı
2- İtikadi Konulardaki Kötülükleri
b- Diğer İnançlardaki Davranışları
3- Hz. Peygambere Karşı Çıkış Sebepleri
b- Haşimoğullarına Karşı Oluşları
5- Hz. Peygambere Ve İnananlara Yapılanlar
6- Kur'ân'da Haber Verilen Müşrikler
8- Mekke'nin Fethi ve Müşriklere Yapılanlar
a- Müslümanların Müşriklerle Dostlukları
b- Müslümanlar Allah'tan Korkmalıdır
c- Put ve Uzantılarını Dost Edinmemek
1- Yahudilerin Hz. Peygambere Davranışları
a- Çocukluk Döneminde Yapılanlar
b- Tebliğden Sonraki Davranışları
2- Yahudilerin İnanç Bozuklukları
b- Peygamber ve Vahye Yaptıkları
3. Yahudilerin Müslümanlara Bakışları
1- Hıristiyanların Dostlukları
a- Peygamberlikten Önceki Dostlukları
b- Peygamberlikten Sonraki Dostlukları
3- İtikadi Konulardaki Hataları
b- Hz. İsa' ve Hz. Meryem'in İlahlığı
c- Ruhbanları İlâh Seviyesine Yükseltmek
d- Peygamber İnancına Yapılanlar
3- Kur'ân'da Zikredilmeyen Din Sahipleri
4- Münafıkların Ortaya Çıkışları
a- Ebû Âmir er-Râhip ve Mescid-i Dırâr
b- Bedir Gazasından Sonra Yapılanlar
d- Hendek Savaşındaki Yapılanlar
e- Beni Mustalik Gazvesînki Tutumları
f- Tebuk Savaşındaki Tutumları
h- İtikadı Konulardaki Hataları
3. KUR'ÂN-I KERİM'E YÜCE ALLAH, HZ. PEYGAMBER VE İNANANLARIN DOSTLUĞU
1- Kur'ân'ın Yüce Allah'ı Tanıtması
c- Rahmetinin Her Şeyi Kapsaması
2- Allah'ın Kullarına Dostluğu
a- İnanmayanların Mevlâsı Oluşu
b- Peygamber ve Kitapla Yapılan Dostluk
c- Dünyada Verilen Mühletle Dostluk
3- Allah'ın İnananlara Dostluğu
a- İnananlara Dünyadaki Dostluğu
b- İnananlara Ahiretteki Dostluğu
1. Peygamber Göndermeden Azap Edilmez
b- İnanmayanlara Dünyadaki Dostluğu
2- Allah ve Resulüne Dost Olmak
3- Müslümanda Bulunması Gereken Özellikler
4- Müslümanların Karşılıklı Dostlukları
a- Kur'ân'ın Çözüm Kaynağı Oluşu
5- Müslümanın Gayr-i Müslime Dostluğu
a- Müşriklerden Sakındırılması
b- Ehl-i Kitaptan Sakındırılması
4. İNSANLIĞIN DOSTLUK AÇISINDAN KARŞILAŞTIRILMASI
A- İnsanların Karşılaştırılması
1- Müşrik-Müslüman Karşılaştırılması
a- İslâm'ın Müşriklere Yaklaşımı
b- Müşriklerin Müslümanlara Yaklaşımı
c- Zamanımızdakî Müşriklerin Durumu
2- Müslüman Yahudi Karşılaştırılması
a- İslâm'ın Yahudileri Değerlendirişi
b- Yahudilerin İnsanları Değerlendirişi
c- Zamanımızda Müslüman-Yahudi İlişkisi
3. Müslüman-Hıristiyan Karşılaştırılması
a- İslâm'ın Hıristiyanları Ele Alışı
b- Hristiyanlığın Müslümanları Değerlendirişi
c- Müslüman-Hıristiyan İlişkisi
1- Kimlerle Dostluk Kurulabilir?
3- Gayr-i Müslimlerden Faydalanma
5- Gayr-i Müslimlerin Stratejisi
a- Manevi Düşmanlardan Korunma Yolları
b- Dış Düşmanlardan Korunma Yolları
ba- İslâm'ı Bir Bütün Olarak Kabul Etmek
bb- Müslümanın Aleyhine Yardım Edilmemeli
1956 yılında Balıkesir ili, Dursunbey ilçesi Sağırlar köyü'nde doğdu. İlk tahsilini burada tamamladı. Daha sonra Dursunbey Kur'ân Kursu'nda hıfzını bitirdi. 1976-1977 de Edirne İmam-Hatip Lisesi'inden,1981 de de Bursa Yüksek İslâm Enstitüsü'nden mezun oldu. 1984 yılında U. Ü. İlahiyat Fakültesi'nin açmış olduğu, Kur'ân-ı Kerim öğretim görevliliği imtihanını kazanarak, aynı fakültede göreve başladı. 1986 da mastırını, 1993 de doktorasını bitirdi. 1994 yılında Yrd. Doç. Olarak Kur'ân-ı Kerim Öğretim Üyeliğine atandı. "Kur'ân-ı Kerim'de Ehli Kitap ve İslâm" isimli basılmış bir eseri ve değişik dergilerde yayınlanan birçok makalesi bulunmaktadır. Evli ve dört çocuk babasıdır. [1]
Kur'ân-ı Kerim'de "Dostluk" denildiğinde, evliya kelimesi akla gelir. Yüce Allah bununla iki zıt anlamı bir arada ifade eder. [2] Dolayısıyla, dost ve düşman olarak birbirine zıt kelimeler çalışmamızı yakinen ilgilendirmektedir. [3] Bunlardan dostluğu ifade etmek için kullanılan kelimenin kapsamı çok geniş bir yelpazeyi oluşturur. Örneğin, velayet kelimesi, Yüce Yaratıcının isimlerinden biridir. [4] İyi insanları da kapsamında bulundurur. Söz konusu kelime hem Yüce Yaratıcıyı, hem de insanları ilgilendirmiş olur. [5] Bu durum, çok geniş ve kapsamlı bir yapıya sahip olan konunun çalışmadaki zorluluğunu beraberinde getirmektedir. Çünkü, adı geçen kelimenin içeriğini belirli bir zaman dilimi ile sınırlamak mümkün olmaz. İnsanlığın ilk yaratılışından yokoluşlarına kadar geçecek süre ilgi alanına girer. Biz burada kelimenin sadece lügat ve terim anlamlarıyla yetinmeyip, muradifiyle birlikte tahlilini yaparak, insanlığa verilmek istenen mesajı ele almaya çalışacağız.
Kur'ân'ın ele aldığı iyi ilişkiler belirli bir din, inanç, maddi ve manevi varlıklarla sınırlanamaz. Yaratılanların tümü bu kavramın kapsamına girdiği gibi, inanç sistemlerinin hepsini de aynı çatı altında toplamamız mümkündür. Yaratılanlar açısından durum böyle olduğu gibi, ilimler açısından da durum farksızdır. Dinî ve dünyevî ilimlerin faydalı ve zararlı yönleri bulunur. Çalışmanın başlığını Kur'ân-ı Kerim'de "Dostluk" ismiyle sınırlamamız, işimizi kolaylaştırmaktadır. Bununla birlikte, konunu daha iyi anlaşılabilmesi için diğer bilim ve dinlerin kaynaklarından faydalanmayı ihmal etmedik.
Bizi böyle bir çalışmaya sevkeden âmil, düşündüğümüz anlamda bir eserin olmayışı, yahut yapılanların çok dağınık olmasıdır. Yoksa, benzer faaliyetlerin yapıldığını bilmekteyiz. [6] Diğer taraftan doktora araştırması esnasında karşılaştığımız inanan ve inanmayan insanlar arasındaki ilişki ve diyalog eksiklikleri, böyle bir konunun lüzumunu doğurmuştur. Yapacağımız araştırmada ilk olarak şu hususlar hedeflenmektedir:
1- Allah ve Resulünün kelimeyle ilgisi hangi bazdadır?
2- Kur'ân-ı Kerim'de geniş yer verilmesinin sebebi ne olabilir?
3- Dostluğun muhatapları ve özellikleri nelerdir?
4- İnanan ve inanmayan insanların iyilik ve kötülüklerinin kriterleri neler olabilir?
5- Cin, şeytan ve nefsin durumu nedir?
6- Karşılıklı ilişkilerde Müslümanların uyacağı prensipler nelerdir? Bu çalışmamız;
a- Ehl-i Kitap kabul edilen din sahiplerini ve kitaplarının konuya yaklaşımını tanımada,
b- Müşrik statüsüne giren insanların dostluğu,
c- Müslüman görünüpte, münafık olan insanların davranışları ve zamanımızdaki uzantılarıyla oluşacak dostluğa ışık tutması açısından ayrı bir önem taşımaktadır. Bu çalışmada hareket alanımız dostluk kelimesiyle sınırlı kalmayıp, kısmen düşmanlığı da içerecektir. Fakat hedefimiz, insanlar arasında geçmiş düşmanlıkları körüklemek değil, bunlardan ders alarak benzer hataları bir daha yapmamaktır.
Çalışmamız dört bölüme ayrılmaktadır:
Birinci bölümde, Velayet ve Adavet kelimelerinin lügat ve terim anlamları, Kitab-ı Mukaddes ve Kur'ân-ı Kerim'de kullanılışları ve Kur'ân-ı Kerim'de aynı anlama gelebilen kelimelerin tahlilleri yapılmaktadır.
İkinci bölümde, söz konusu terimlerin nitelikleri, Şeytan, Müşrik, Ehl-i Kitap ve Münafıkların durumları incelenmiştir.
Üçüncü bölümde. Kur'ân-ı Kerim'de gerçek dost olarak belirtilen Yüce Yaratıcı, Hz. Peygamber ve inananlar ele alınmaktadır.
Dördüncü bölümde, İslâm'ın muhatap kabul ettiği insanların karşılaştırılması yapılır. Kur'ân-ı Kerim ve Kitab-ı Mukaddesin ele aldığı konuların bir değerlendirilmesi yapılarak, neticeye gidilmeye çalışılır. Bunlara ilaveten, Müslüman ve inanmayan insanların karşılıklı ilişkileri Kur'ân açısından değerlendirilerek dostluğun oluşması hedeflenir.
Çalışmamızda kolaylık olması için Türkçe'de kullanılmayan harf-i tarifler ve bazı takılar zorunlu olmadıkça kullanılmamış, transkıripsiyon işaretlerine yer verilmemiştir. Yaptığımız çalışmada, çok sayıda ayet ve hadislere baş vurulmuştur. Bunlardan birinci derecede önemli olanların meallerine yer verilmiş, diğerlerine dipnotlarda işaret edilmiştir. Dipnotlar da mümkün mertebe kısa tutularak, gerekli bilgiler bibliyografyada verilmiştir. [7]
Yrd. Doç. Dr. Remzi Kaya
Yüce Allah birşeyi tanıtırken, iki zıt kutupları zikretmiş olması dikkat çekmektedir. Acı-tatlı, ekşi-tuzlu, soğuk-sıcak, siyah-beyaz, güzel-çirkin, iyi-kötü ve dost-düşman vs. Söz konusu kelimelerden, birinin söylenmesi halinde, zıt anlamı akla gelmektedir. Diğer bir ifade ile, söyleneni en iyi tanıma, onun zıddını bilmeden geçmektedir, işte Yüce Yaratıcı ilk olarak, insanlığın atasını yaratarak cennetine koymuş, daha sonra iyi ve kötü olanı, dost ve düşmanı tanıtmıştır. Bunlara Allah'ın emirleri ve yasakları demek te mümkündür. Hz. Adem'e bildirilenler arasında Şeytanın düşmanlığı ve yasak edilen meyve [8], Cennetin güzelliği ve zatının dostluğu ilk sırayı alır. Neticede zikredilenlerin hepsi meydana gelmiş, Şeytanın düşmanlığı yasak edilen meyvayı yedirmek suretiyle ortaya çıkmıştır. Hz. Adem'in bu yanılgısı, Yüce Yaratıcının gerçek dostluğu ve merhameti neticesinde affa dönüşmüştür. [9]
Kur'ân'ı Kerim'in bildirdiğine göre, İnsan-Şeytan ilişkisi, yaratılmak ve cennetten çıkarılmakla sınırlı kalmamıştır. Onlar arasındaki husumetin dünyada da devam edeceği anlaşılmaktadır. [10] İnsanlığa iki şey emredilmektedir. İyilik ve kötülük. Dost ve düşmanlık. Yaratılanlara iyiliği emreden ve onların iyi olmasını isteyen asıl dost ve insanlara kötülüğü emrederek zorda kalmalarını arzulayan dost görünen gerçek düşman. Bunlardan birincisi, Yüce Yaratıcı olup, bütün yaratılanlara rahmetiyle tecelli etmektedir. İkincisi de, Allah'ın rahmetinden kovduğu İblis'tir. Dünyada ilk olarak insan ve şeytan'nın düşmanlığı Hz. Adem'in oğullarında görülmüştür. [11] Ezeli iki rakip arasında dikkati çeken diğer bir mesele, yaratana itaat ve isyandır. Yaratan kendisine itaat edilmesini emrederken, Şeytan aksini iyi gösterir. [12] Dünyaya birbirlerine düşman olarak gönderilen insan ve şeytanın mücadelesi, [13] kıyamete kadar devam edeceği anlaşılır. Yüce Allah yarattıklarına seslenerek kendisine itaat edenlere mükafat, isyan edenlere de caza verileceğini bildirir. [14] O, gerçek dini tevhit üzerine tesis ederken, [15] insanları imtihan için söz konusu dine inanıp inanmamakta serbest bırakmıştır. [16] Diğer taraftan, aynı anne ve babadan meydana gelen insanları çeşitli renk ve kabilelere ayırmış olması düşmanlık için değil, tam aksine tanışma, yardımlaşma ve dost olmaları içindir. [17] Bunun sağlanması Allah'ın emirlerini yerine getirme ile mümkündür. Allah'ın emirleri yerine getirilmeyip, Şeytanın istek ve arzusuna uyulacak olursa, din, kabile, soy, asabiyet ve mezhep taassubu gibi olumsuzluklarla dostluğu kurmak mümkün olmayacaktır. Oysa, dinlerin ve ırkların farklılığı dostluğun pekişmesi içindir. Allah isteseydi herkesi tek millet ve tek din sahibi yapabilirdi. [18]
Kur'ân-ı Kerim'in ifadelerine göre, inanç bazındaki düşmanlıkların başını şirk ve uzantıları çekmektedir. Dolaysıyla dost ve düşmanlıkların sebepleri hem inanç, hem de maddi bazda olmaktadır. Şeytanın düşmanlığı neticesinde cennetten çıkarılan Hz. Adem ve eşi, dünyaya gönderildikten sonra, [19] onların neslinden de Peygamberler gönderilir. [20] İnsanlığın atasını kandıran Şeytan, kendi asli görevini yaparak, iki kardeşi birbirine düşürür. [21] Burada Şeytan, iki kardeşin arasını açmıştır. Böylelikle kardeşlerden biri, Allah'ın emirlerine tesüm olmuş, diğeri ise, şeytanın yoluna tabi olmuştur. Netice'de ilk insandan itibaren özlenen dostluk, istenilen ölçüde oluşamamıştır.
Benzer düşmanlıkları, Nuh (a.s.)'ın kavminde de görmek mümkündür.
''Onlardan önce Nuh'un kavmi de yalanlamıştı. Kulumuzu yalanladılar ve "cinlenmiştir" dediler. Ve O (na çeşitli eziyetler yapılarak tebliğden uaz geçirmeye) zorlandı. Bunun üzerine: 'Ben yenik düştüm yardım et' diye Rabb'ine yalvardı.." [22] ayeti bunu hatırlatır. Nuh (a.s.)'ın hanımı kocasını inkar ederek düşmanlıkta bulunması [23] ve oğlunun inkar edenler arasında zikredilmesi, adavet kavramının önemini vurgulamaktadır. [24] Bütün bunlar yetmiyor gibi, kendilerini yaratan Allah'ı inkar ederek, putlara tapmış olmaları, düşmanlığın başka bir yönünü akla getirmektedir. [25]
Kur'ân'ın haber verdiğine göre. Peygamberlere inanarak yardım eden dostları olduğu gibi, karşı çıkanlar da olmuştur.
"Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık. (Bunlar) aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler söylerler. Rabbin dileseydi onu yapamazlardı. Artık onları uydurdukları şeylerle baş başa bırak."[26] Ayeti şeytan ve ona uyanları haber vermektedir.
Yüce Yaratıcı, kulların mutluluğu için kendi cinslerinden peygamberler gönderir, inanmayan insanlar, gönderilen peygamberlere karşı çıkarlar. Allah'ta kulların akıllanmaları için zaman zaman ceza verir. Ad kavminin kötülükleri ve neticede yok olmaları, [27] Salih (a.s.} ma yapılanlar ve başlarına gelenler, [28] Lut (a.s.) in ve halkının durumu. [29] Hz. İbrahim ve Nemrut kıssası, Hz. İbrahim'in ateşe atılması, [30] Hz. Yakup'un çektikleri ve Hz. Yusuf'un durumu, [31] Hz. Musa'nın hadisesi, [32] Hz İsa (a.s.)'a ve annesine yapılanlar bunlardan bazılarını oluşturmaktadır. [33] Yukarıya almış olduğumuz misaller, dostluk kavramının olumsuz yönlerini oluşturur. Kur'ân-ı Kerim'in haber verdiği bu bilgiler Hz. Peygamberden önce geçmiş olsa da, başta Hz. Peygamber olmak üzere, O'na inananlara örnek teşkil etmektedir.
Hz. Peygamberden önceki bilgilere bakılacak olursa, eski milletlerin ümmetleri, tevhid çizgisinden uzaklaşarak, farklı inançlar etrafında, kavim-millet bazında odaklanmışlardır. Hz. Peygamberden itibaren durum biraz daha genişleyerek din etkeni, ekonomik çıkarlar ve ırk faktörü dostluğun önemini ortaya koymaktadır. Kur'ân'ın özellikle bahsettiği İsrail-Yahudi, Hıristiyan, Mecûsî, Sâbiî, Ehli Kitap ve Müşrik kapsamına giren insanların dostlukları ve olumsuz durumları hâlâ güncelliğini korumaktadır. İslâm, söz konusu din sahiplerine büyük önem verir. Onlara her fırsatta dostluk elini uzatır. Müslümanlara Hz. Peygamberi örnek almalarını isteyerek, [34] O'nun yaptığı gibi insanlara yaklaşılmasını emretmektedir. Zira, benzer gurupların varlığı her zaman mümkündür. Kur'ân-ı Kerim'deki söz konusu ifadeler, bir yandan Hicaz yöresinde bulunan insanların dost ve düşmanlıklarına örnek teşkil ederken, diğer yandan dünya barışına çekirdek oluşturmaktadır.
Allah'ın kelamı söz konusu kavramları değişik bazlarda ele almaktadır. Konumuzu teşkil eden velayet kelimesi dostluğun simgesini oluşturur. Daha önce ifade edildiği gibi, yaratıcı ve yaratılan için de kullanılmaktadır. [35] Yüce Yaratıcı kendi durumunu belirtirken, 'veliyyün" kelimesini, inananları düşmanlarından sakındırmak için de, "evliya kelimesini kullanır. [36] Dostluğun simgesi olan kelimelerle düşmanları belirtmiş olması dikkati çekmektedir. Son ilâhi kitapta, dost ve dostluğu ifade eden kelime ve terimler evliya lafzından ibaret değildir. Halil, İhveh, Habib, Meveddeh, Nasır, isimlerinin yanında candan dostluğu ifade etmek için de "bitâneh" ve "veliceh" kelimelerinin kullanılması konunun zenginliğini oluşturur. [37]
Kur'ân'da düşmanlığı ifade etmek için, sadece adavet kelimesi kullanılmaz. Suç ve günah anlamına gelen her sözün neticesi düşmanlığı ve günahı ifade etmektedir. Nitekim fahişe, şirk, zina, livâta. bağy, sev', zulüm, fitne, buhtân, fısk, hile, hıyanet, cürm ve mekr kelimeleri birer kötülük ve düşmanlığın karşıtı için kullanılır. [38] Yüce Allah, adı geçen kelimelere çok geniş yer vermektedir. Zira zikredilen kelimelerin tamamının ihtiva ettiği anlamlar, Allah'ın razı olmadığı fiilleri oluşturmaktadır. Bu fiilleri işleyen insanların belirli bir dine mensup olmaları da önemli değildir. Kim işlerse aynı bazda kötülük ve zulüm yapmış olur. İnanan birinin yapmış olması, İslâmî açıdan hiç hoş karşılanmaz.
Kur'ân-ı Kerim'de adı geçen kelimelere geniş yer verilmekle birlikte, Kitâb-ı Mukaddes cümlelerinde de aynı anlama gelen kelime ve deyimleri bulmamız mümkündür. Bununla birlikte, Kur'ân-ı Kerim'in ifadeleri ile Kitâb-ı Mukaddes'te zikredilenlerin birleştiği ve ayrıldığı noktaların tespiti, çalışmamıza netlik kazandıracaktır. İslâm, temel haklarda bütün insanlara aynı ölçülerde yaklaşır. Ehl-i Kitap'ta aynı anlayışı bulmak mümkün olabilir mi? Ön yargı ile yaklaşılmadan Kitab-ı Mukaddes incelenerek karar verilmesi, dostluğun pekişmesine yardımcı olacaktır. Zira, din sahiplerinin peşin hükümlerle birbirlerine yaklaşmış olmaları, istenilen dostluğa set oluşturmaktadır. Dostluğun kurulmasını temin edebilmek için, tarafsız haraket etme zorunluluğu vardır. Bunun için Allah'ın bütün insanlara yaklaşımını ve Hz. Peygamberin tatbikini iyi bilmemiz gerekmektedir. Çünkü O, bütün insanlara aynı şeyleri emretmiştir. Allah'ın emirlerinde değişiklik bulunmamaktadır. [39]
Çalışmamızda uyguladığımız usul ve metotları şu şekilde sıralaya biliriz.
İlk olarak, Kur'ân-ı Kerim ve Kitab-ı Mukaddes ele alınmıştır. Kitaplarda bulunan söz konusu kelime ve kavramlar tespit edildikten sonra İslâm, Yahudi ve Hıristiyan kaynakları taranmıştır. Yüce Allah insanlara birçok peygamber göndermiştir. [40] Bu peygamberlerden bazılarına nispet edilen dinlere ve onların mensuplarına Kur'ân-ı Kerim'de işaret ediliği gözlenir.[41] Hz. Peygamber, Medine döneminden itibaren söz konusu din sahipleriyle yakın ilişki içine girerek, onlara dostluk elini uzatmıştı. Ayrıca, Hz. Peygamberin Gayr-i Müslimlerle olan diplomatik münasebetleri, onlarla yapılan anlaşmalar, dostluğun nasıl kurulacağını göstermesi açısından ayrı bir önem taşımaktadır. Halifeler ve daha sonraki dönemlerde yapılan ilişkiler, çalışmanın zenginliği ve Müslümanlar arasındaki ilişkilerin tespitinde faydalı olmuştur.
Bütün bunlar yapılırken, ayet ve hadislerin ruhundan uzaklaşmamak, ilmî tarafsızlığa riayet etmek için azami titizlik gösterilmiştir. Çalışma süresince yapılanları şu şekilde özetlememiz mümkündür.
1- Kur'ân-ı Kerim'de yer alan adavet ve velayet kelimeleri ve aynı anlama gelebilecek kelime ve terimler konuyla ilgili lügat kitaplarına inilerek hangi anlamlarda kullanıldıkları tespit edilmeye çalışılmıştır. Bunlardan bazılarını zikredecek olursak, Külliyâtı Ebu'l-Baka, Râgıp'ın (ö.5092/1108) "el-Müfredât" ı, Zemahşerî'nin (ö.538/1149), "Esâsu'l Betağa"sı, İbn Manzur'un (ö.711/1311) "Lisânü'l-Arab", ez-Zebîdî'nin (ö. 1205/1790) "Tâcu'l-Arûs'u başvurduğumuz lügat kitaplarından bazılarıdır. Diğer taraftan özellikle Yahudi ve Hıristiyan kaynaklarına inilebilmesi için onların temel kitapları arasında bulunan S.G.F. Brandon'un yayına sunduğu "A Dıctionary Of Comparati ve Religion" u, David Rabinson'un hazırladığı "Concordance to the Good J NewBible" sı, A. Cruden'in "A Comîate Concordance to the Old And New Testamnt" i ve S. Mothews ve G.B, Smith'in yayınladığı "A Dictionary Of Religion And Ethichs" isimli eserler, ilk müracaat ettiğimiz kaynaklar arasında bulunmaktadır.
2- Konumuzu teşkil eden velayet kelimesi ve aynı anlama gelebilecek kelime ve terimlerin muhatapları, müfessirlerin değerlendirmelerine göre tespit edilmeye çalışılmıştır. Bunlar arasında ilk müracaat ettiğimiz kaynaklar, Taberi (ö.103/922), Zemahşeri (ö.535/1140), Râzî (ö.606/1209), Kurtubî (ö.671/1273), İbn Kesîr (ö.774/1374) gibi müfessirlerin yanında, son zamanlarda yazılan tefsir kaynaklarından da istifade edilmiştir.
3- Tefsir kaynaklarından sonra hadis kaynakları arasında ilk sırayı, A.C. Wensinck'in "Concordonce Et İndices De La Tradition Müsullane"si oluşturur. Buradan hareketle, başta kütübü sitte olmak üzere ihtiyaç duyulan kaynaklar taranmıştır. Bunlara ilaveten, Hamidul-İah'ın "el-Vesâifcu's-Siyas(yye"si çalışmamız açısından temel kaynaklar arasında yer almıştır.
4- Fıkıh kaynaklarından ana kaynak kabul edilen kitaplara ilaveten son devirlerde yapılan çalışmalardan Züheyli ve Zeydân'ın "Asâru'l-Harb" ve "Ahkâmu'z-Zimmiylîn'' karşılıklı ilişkiler konusunda faydalandığımız kaynaklar arasında bulunmaktadır.
5- Çalışmamızda kesin neticeye gitmemiz için tarih kitaplarına sık sık müracaat edilmiştir. Bunlardan bazılarını zikretmek gerekirse, İbnü'1-Kelbî'nin (ö.146/763) "Kitâbu't-Esnâm”ı, İbn İshak'ın (ö.151/ 768) "Sîretü İbn-i İshâk" ı, İbn-i Hişâm'ın (ö. 213/828) "es-Siratü'n- Nefaeviyye" si, Yakûbî'nin (ö.292/905) "Tûrîhu't-Yakûubl" si, Taberî'nin (ö. 310/922) "Tarihu'i-Ümemi Vel-Mülûk" ü, İbnü'l Esîr'in (ö. 630/1213) "el-Kâmii fi't-Târih"i. "Encyclopedia Judaica" ve Sekvyn Gurney'in "Chompion M.D. And Dorothy Shorth Readings From Word Religions" u başvurduğumuz kaynaklar arasında bulunmaktadır.
Bütün bu yapılan çalışmalar ile dostluğun nasıl kurulacağı, Hz. Adem'den itibaren Hz. Peygamber arası münasebetler, Hz. Peygamber dönemi ve daha sonraki zamanlarda inanan-inanmayan insanlar arasında cereyan eden dostluk ilişkilerinin hangi bazda olması gerektiği tespit edilmek istendi. İlk insandan itibaren güncelliğini koruyan dostluğun içeriği ve insanlar arasındaki ilişkilerin temel prensiplerinin tespiti, dost ve zıttının ihtiva ettiği nitelikler ve barışın nasıl tesis edilmesi gerektiği hedeflenmektedir. [42]
Velayet ve adavet iki zıt anlama gelen birer kelimedir. Dostluğu-düşmanlığı, iyiliği-kötülüğü, güzelliği-çirkinliği sevgiyi-nefreti, kardeşliği-düşmanlığı ifade eden sözleri, velayet ve adavet kapsamında toplamamız mümkündür. Yüce Allah'ın yarattığı insanlığın ilk günlerinden itibaren, kelimelerin ihtiva ettiği hadiseler cereyan etmeye başlamıştır. O, Hz. Adem'i yaratmış, [43] hemen peşinden kötü olan ve olmayanları kendisine haber vermiştir. [44] Daha sonra ilk Peygamber olarak dünyaya göndermiş, [45] kendisinden meydana gelen evlatları arasında iyi ve kötü ilişkiler meydana gelmiştir. [46] Dolayısıyla, ilk dünyaya gönderilişle başlayan dostluk ilişkisi, son nebî Hz. Muhammed'de dahil olmak üzere, [47] diğer peygamberleri ve onların ümmetlerini de ilgilendirmiştir. [48] Yüce Allah, bu durumu şu ayetiyle haber verir.
"Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık. Bunlar, aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabb'in dileseydi, onu yapamazlardı. Artık onları, uydurdukları şeylerle baş başa bırak." [49]
Bu ayetten Allah'ın gönderdiği peygamberler ve onların ümmetlerinin dost ve düşmanlarının olacağı anlaşılmaktadır. İnsanlar arasındaki müspet ve menfi ilişkiler. Peygamberlerin ölmeleriyle sona ermez. Her asırda güncelliğini korur. Asrımızda dostluğun kurulması için geçmişin bilinmesi ve ders alınması gerekir. Bunun için adı geçen kelime ve muhatapları incelenerek, barışın sağlanması hedeflenmektedir.[50]
Velayet kelimesi "veliye" kelimesinden türetilen bir mastar olup, [51] dost, [52] yardımcı, [53] sahip, [54] vâris, puta tapma, [55] sultan, vali, birinin emrine veya idaresine girme, sevgili, sahip, ortak, komşu, [56] anlamlarının yanında, Farsçada seven, sevilen ve yar anlamlarına geldiği belirtilir. [57] Kur'ân-ı Kerimde dost anlamında en fazla evliya lafzının ve muradiflerinin kullanıldığı dikkati çekmekle birlikte, "bitâneh" [58] "Hulletün" [59] "Ahdân" [60], "Veliceh" [61], Lihveh [62] kelimelerinin de benzer anlamlara geldiği görülür.
Yüce Allah, inananların dostu olduğunu bildirdiği âyetlerin sonlarında nasır, safi', vâk, gibi sıfatlara yer vererek dostun sevilen için, yardımcı, kurtarıcı, koruyucu, yüceltici ve iyiliğe yöneltici özellikleri taşıdığı anlaşılmaktadır. Kur'ân'da geniş kapsamlı dostluk için kardeş anlamına gelen "İhvetün" kelimesi kullanılırken, daha özel anlamlarda "bîtaneh" ''ahdân' ve veliceh" gibi kelimelerin kullanıldığı dikkat çekmektedir. Diğer taraftan söz konusu 'kelimenin ahiretteki azabı ifade etmek [63] ve peygamberin müminlere kendi nefislerinden daha önemli olduğunu bildirmek için, "hak" anlamında da kullanıldığı görülür. [64] Evliyanın yukarıya alınan manalanyla birlikte çocuk, sâhip; yakının dostluğu, Rab, koruyucu, din kardeşliği gibi anlamları da bulunur. [65]
İslâmî kaynaklarda velayet kelimesinin bir çok tanımı yapılmaktadır. İsmi fail olarak ele alındığında velî; isyan ve günah işlemeden Allah'a ibadet eden kişidir kî, Allah'ı seven O'nu dost kabul eden demektir. Söz konusu kelimenin ismi meful sığasıyla tanımı yapılırsa, Allah tarafından sevilen, himaye edilen ve korunan kul şekliyle açıklanabilir. [66]
Velayet umûmi ve hususi olmak üzere ikiye ayrılır. Umumi anlamda her Müslüman, Allah dostu ve bir velîdir. Hususi anlamda ise, Allah'ın sevdiği ve dost kabul ettiği kimselere velî ismi verilir. [67]
Velayet: Yardım etmek, sevgi, zafer, ikram açık ve gizli sevdiği kişilerle beraber olmak demektir. [68] Birinin dostu olan, dostunun devamlı iyiliğini ve mutluluğunu ister. Bunun için dostunun karşılaşacağı tehlikeler daha önceden ikaz edilmelidir. Dosta yakışan, dostunu tehlikelerden korumasıdır. [69] Kur'ân ve sünnetin ışığı altında dost ve dostluğun tanımı yapılacak olursa;
Dost: "'Dostunun zararını gidermeye kadir olan ve devamlı fayda sağlayandır". Bu durumda asıl dost. Yüce Yaratıcı olmakta, ikinci derece inanç ve fikir bazında uyuşabilen insanların dostluğu gündeme gelmektedir. [70]
Adavet kelimesi Arapça "Adüv" kelimesinden türeyen bir yapıyı oluşturur. Mânâ itibariyle düşmanlık, zulüm, dostluğun zıddı, fesad, hırsızlık, tecâvüz, adil olmama, sınırı aşma, [71] Allah'ın koyduğu hükümleri çiğneme gibi kelimeler bu kapsama girmektedir. [72] Kur'ân-ı Kerim'de dostluğun karşıtı olarak, ellinin üzerinde kelime vardır. Bunların ihtiva ettiği anlamlar, Allah'ın emirlerinin dışına çıkarak yapılan veya yapılacak olumsuz fiilleri içerir. [73] Diğer taraftan meveddet, uhuvvet, velî, Halîl ve takva kelimelerinin zıddı düşmanlığı ifade etmektedir. [74] Hz. Peygamberin hadislerinde de "adavet" ve aynı kökten türeyen kelimeler, istenmeyen olumsuzluklar olarak değerlendirilir.[75]
Başkasından intikam almak ve zarar vermek için kalbinde düşünce oluşturmak ve o düşünceyi fiiliyata geçirmek için çalışmaktır. [76] Diğer bir ifadeyle, başkasına zarar vermek için fırsat arayan, iyiliğine olan işlerin tersini yapmaktır [77] Kur'ân ve sünnet baz alınarak bir tanım yapılacak olursa; yaratılanın kendisi gibi yaratılanlara her hangi bir uzvuyla zarar vermesine kötülük denir. [78]
Biz çalışmamızı ilâhi kitapların sonuncusu olan Kur'ân-ı Kerim'i baz alarak neticeye gitmeyi hedeflemişsek te, tarafsız bir karşılaştırma yapabilmek için, mensupları tarafından kutsal kabul edilen Kitab-ı Mukaddes'i incelemeden varılan neticenin noksan olacağını düşünmekteyiz. Zira, milyonlarca insan, Kitab-ı Mukaddesle inanmakta, ilişkileri buna göre tanzim edilmektedir. Kitab-ı Mukaddes ve Kur'ân-ı Kerim'i velayet açısından incelemek, insanlığın sorunlarını çözmede ve dostluğu oluşturmada yardımcı olacaktır. Dolayısıyla Kitab-ı Mukaddes'te yer alan dost ve zıttını ifade eden kelimeleri tahlil ederek bir sonuca ulaşmak konunun anlaşılmasına yardımcı olacaktır. [79]
Kitab-ı Mukaddes'te dost anlamına gelen birçok cümle bulunur. Konuyla ilgili çalışma yaparken, Kitab-ı Mukaddes'in Concordan'sı çalışmamızı hayli kolaylaştırmıştır. Bunun için dostluğun karşılığı olan kelimelerin İngilizcelerinden faydalanılımıştır. Örneğin; "veliye" patron, sponsor, protector defender. "Sıdk' Friend; campanion. "Seyyid" lord, chief mostor, "Velîceh" İntimate, friend. "Evliya" Protector potrons, verili; on the friends kelimelerinin geçtiği yerler tahlil edilmiştir. Bunlar arasında konumuzu birinci derecede ilgilendiren "Evliya" kelimesinin karşıtı olan "protector", mezmurlar bölümünde hayli geçmektedir. Orada Kur'ân-ı Kerim'deki anlamlara benzeyenler olduğu gibi, değişik olanlar da bulunur. Yaptığımız incelemede Kitab-ı Mukaddes cümlelerinde ilâhi dinin özelliklerini yansıtacak, yaratılanlara, dostluğu, kardeşliği, adaleti, insanların sahip olduğu temel hak ve hukukları emredecek ifadeleri bulmakta hayli zorlandık. Dostluğu en güzel emreden cümleler mezmurlar bölümünde yer alır. Örnek olması için bazılarına yer verilecektir.
"Allah'ım sana sığınıyorum. Kovalamalardan beni koru.” [80]
"Benim dostum Allah'tır. Doğru olanları o korur." [81],
"Seni severim Ya Rab, ey kuvvetim, Rab benim kayam ve hisarını ve kurtarıcımdır. Allah'ım sığındığım kayam, kalkanım, kurtuluşumun kuvveti, yüksek kulem." [82],
"Hamde lâyık olan Rabbi çağıracağım ve düşmanlarımdan kurtulacağım." [83],
"Canımız Rabbi bekler, yardımcımız ve kalkanımız odur." [84],
"Sana ümit bağladığımıza göre, inayetin üzerimize olsun." [85], gibi ifadelerle birlikte yaratıcıdan hidâyet dileyip düşmana bırakmama,[86] kalkan, yardımcı, [87] kullar için sığınak, [88] Allah'a haksızlık yoktur, [89] şeklinde birçok kelime bulmak mümkündür. Diğer taraftarı peygamberlerle ilgili bilgi verilirken de,
"Sana yalnız iyilik edip, seni selamete gönderdiğimiz gibi, sende bize hiç kötülük etmedesin diye seninle ahdedelim dedik." [90],
"Sen komşunu sevecek, düşmandan nefret edeceksiniz." [91],
"Ve yalnız kardeşlerinizi selamlarsınız, fazla ne yapmış olursunuz." [92] denilir. Yukarıya almış olduğumuz metinlere dikkat edildiğinde, bir kulun Allah'a sığındığı ve yardım istediği görülür. Diğer taraftan kendi kardeşleri arasında iyiliğin oluşması ve düşmanlardan korunması arzulanır. Bununla birlikte, diğer insanlar için nasıl dostluk kurulacağı net olarak ifade edilmez. Mezmurlar bölümündeki bilgiler insanların birbirleriyle olan ilişkilerinden ziyade, Allah-insan ikilisini içerir. Diğer bölümlerde yer alan cümleciklerde ise, dostluk ve zıd ifadeler birbirine karışmış durumdadır. [93]
Kur'ân-ı Kerim'de olduğu gibi, Kitab-ı Mukaddes'te de dostluğun zıddı olan kelimeleri bulmamız mümkündür. Bunlar arasında düşmanlığı, "enmity, hadred, hostility", öldürmeyi "animosity", kin ve husumeti "Feud", kan davası, savaş ve kavgayı 'army" kelimeleri ifade etmektedir. Bizim hedefimiz kelimelerin geçtiği metinlerin hepsini buraya almak değildir. [94] Amacımız, objektif kriterler içinde Kitab-ı Mukaddes'in insanlığa bakışını ve onlarla dostluğun nasıl kurulacağını tespit ederek, Kur'ân'ın hedeflediği barışın tesisindeki engellerin giderilmesine yardımcı olmaktır. Çünkü insan mefhumunun olduğu yerde hatanın olması her zaman mümkündür. Önemli olan olumsuzluklar içinde mutluluğun oluşmasıdır. Adı geçen ifadeleri değişik başlıklar altında sıralayacak olursak, aşağıdaki şekilde özetlememiz mümkün olur. [95]
Tespit edebildiğimize göre, Yahudilikte din adamlarının önemli bir yeri vardır/Allah'ın dünyada temsilcisi din adamlarıdır. Onların emirlerine uyma zorunluluğu bulunur. Aksi takdirde kim olursa olsun cezalandırılır. Diğer taraftan, halkın malları ve kazançları üzerinde din adamlarının belirli hakkı söz konusudur. O hakkın verilmesi gerekir. Örneğin;
"Levi oğulları, kâhinler yaklaşacaklar; çünkü Allah'ın Rab kendisine hizmet etmek için ve Rabbin ismiyle mübarek kılmak için onları seçti. Her davada, her dövüşte onların sözüne göre olacaktır." [96]
"Her kim Allah'ın Rabbe hizmet etmek üzere orada duran kâhini, yahut hahamı dinlemeyerek küstahlıkla davranırsa, o adam ölecektir. O'na emrettiğin her şeyde kim senin emrine isyan eder ve senin sözlerini dinlemezse öldürülecektir." [97]
"Ve kavimden gerek sığır, gerek koyun kurban edenlerden kahinlerin hakkı şu olacaktır. Kâhine iki kol ve iki çene ve işkembe verilecektir. Kendi buğdayının, yeni şarabının ve zeytin yağının turfandasını ve koyunların yapağısının ilkini ona vereceksin. Çünkü kendisi ve oğulları daima Rabbin ismiyle hizmet etmek üzere dursunlar diye Allah'ın Rab bütün Sıplarından onu seçti." [98]
"Kefaret koçundan ayrıca Rabbe ödenen suç karşılığında kâhinin olacak, İsrail oğullarının kahine takdim ettikleri bütün mukaddes şeylerin her kaldırma takdimesi kâhin'in olacaktır. Ve herkesin takdim ettiği şeyler, Haham'ın olacaktır. [99]
"Ve Hahamların kavimle olan âdeti şu idi. Bir kimse kurban arz ettiği zaman, et haşlanırken, Hahamın hizmetçisi üç dişli çatalla gelirdi. Ve leğene, yahut kazana, yahut tencereye daldırırdı. Çatalın çıkardığı her şeyi Haham onunla alırdı. Oraya gelen bütün İsraillilere. Şilo'da, böyle yaparlardı. İç yağını yakmazdan evvelde Haham'ın hizmetçisi gelirdi. Ve kurban kesen adama derdi. Kahine kızartmalık et ver. Çünkü senden haşlanmış et değil çiğ alacaktır. Ve ona derdi. Şimdi bana vereceksin eğer vermezsen zorla alırım." [100]
Yukarıya aldığımız metinlerde de görüldüğü gibi, Kâhin, Allah tarafından özel olarak seçilmektedir. Hahamın dünya için çalışması gerekmez. Halkın onların ihtiyaçlarını karşılama zorunluğu vardır. Halk ürettiklerinden önce din adamlarının hakkını verir. Kurban kesen, koyununun iç yağını çıkaran ve şarab üreten, önce Haham'ın hissesini ayırır. Maddi konular böyle olduğu gibi, dînî ve dünyevî konularda karar verme yetkisine de din adamı sahiptir. Onun görüşleri doğrultusunda hareket edilmesi gerekir. Aksi durumda, Allah'ın seçtiği özel kişinin emrine karşı gelinmiş olur. [101]
"Nuh çiftçi olmaya başladı. Bir bağ dikti. Ve şaraptan içip serhoş oldu. Çadırının içinde çıplak oldu. Kenan'ın atası olan Ham babasının çıplaklığını gördü. Dışarıda bulunan iki kardeşine söyledi. Sam ile Yafet bir esvap alıp onu kendi iki omuzları üzerine koydular. Geri geri giderek babasının çıplaklığını örttüler Gözleri geri olduğu için çıplaklığı görmediler. Nuh ayıldı. Küçük oğlunun kendisine yaptığını anladı ve dedi ki Kenan lanetli olsun." [102]
Hz. Nuh, şarap içerek serhoş olmuş ve üzerindeki elbiseleri çıkarmıştır. Bunun üzerine oğullarından ikisi üzerini örtmüş ve ilgilenmeyen diğer oğluna lanet etmiştir. Kitab-ı Mukaddes'te zikredilen bu ifadeler, Allah'ın gönderdiği ayetler midir yoksa Hz. Nuh hakkında verilen bilgiler midir? Bu haberler kesin değildir. Yüce Allah peygamberlerine içki içmeyi ve lanet etmeyi emreder mi? Bir peygamber Allah'ın emretmediği şeyleri söyleyebilir mi? Söz konusu soruların cevabını vermek, Ehl-i Kitab mensuplarına düşmektedir. Bize düşen tarafsız bir şekilde ele almaktır. Diğer cümlelere yer vermek gerekirse;
"Allah'ın Rab... senin önünden çok milletleri kovacağı, senin önünde ele vereceği, sen onları vuracağın zaman, onları tamamen yok edeceksin. Onlarla ahdetmeyeceksin. Onlara acımayacaksın." [103]
"Ey sen harap olacak Babil kızı, bize karşılık ettiğinin karşılığını, sana verecek olana ne mutlu! Senin yavrularını tutacak, kayaya çarpacak olana ne mutlu," [104]
"Kendi memleketimde Asurluyu kıracağım. Dağlarımın üzerinde onu ayak altında çiğneyeceğim." [105]
"Deniz kıyısında oturanların, keretiler milletinin vay başına! Ey Kenan, Filistin diyarı, Rabbin sözü size karşıdır. Seni yok edeceğim. Öyle ki artık sende oturan kimse olmayacak." [106]
"Öldürülmüş ve esir edilmiş olanların kanından, düşmanların reislerinin başından oklarımı kanla sarhoş edeceğim. Ve kılıcım et yiyecek. Ey milletler, onun kavmi ile beraber sevinin. Çünkü kullarının kanının öcünü alacak ve hasımlarına intikamla karşılık verecek." [107]
"Rab şöyle diyor:
Ben onları yoklayacağım. Yiğitler kılıçla ölecekler. Oğulları ve kızları açlıkla ölecek. Onlardan kimse kalmayacak. Çünkü anatod erlerine kötülük getireceğim." [108]
"İşte bundan, miras olarak sana milletten, mülk olarak yer yüzünün uçlarını da vereceğim. Onları demir çubuklarla kıracaksın. Bir çömlekçi kabı gibi onları parçalayacaksın." [109]
"Garp tarafından Filistinlilerin sırtına uçup atılacaktır. Şark oğullarını birlikte çapul edecekler. Edam ve Moah üzerine ellerini atacaklar. Ammon oğulları onların sözünü dinleyecekler." [110]
"Atalarının fesadından ötürü, onun oğullarını boğazlayacak yer hazırlayın da ayağa kalkmasınlar. Ve diyarı kendilerine mülk edinmesinler. Dünya yüzünü şehirlere doldurmasmlar. Ve orduların Rabbi diyor onlara karşı kalkacağım. Ve adı ve baki kalanı ve oğlu ve torunu Babilden kesip atacağım. Rab diyor." [111] denilmektedir.
Buraya alınan cümleler, Yüce Allah'tan geldiğine inanılan Tevrat ve incil'e ait ifadelerdir. Metinlerden anlaşıldığı kadariyle, Allah'ın özel askerleri bulunmaktadır. Söz konusu askerler, Allah'ın askeri kabul edilir. Yapılan Allah için yapılmış olur. [112]
Kitab-ı Mukaddes'te dostluğun zıddı olan birçok cümle bulunur. Bu cümlelerde İsrail halkı ve ondan gelen nesil öğülmektedir. Buna göre, adı geçen milletin Allah'ın yanında özel yeri vardır. Onlara tarih boyunca çok değişik nimetler verilmiştir. Allah'ın verdiği nimetlerin değerini yeterince anlayamayan İsrailoğulları, zaman zaman büyük imtihanlardan geçmişlerdir.
"... İsrail onun mirasının sıptıdır. İsmi orduların Rabbidir. Sen benim topuzum ve cenk silahımsın. Seninle milletleri kıracağım. Seninle ülkeleri helak edeceğim. Seninle atı ve binicisini kıracağım. Seninle cenk arabasını ve binicisini kıracağım. Seninle erkeği ve kadını kıracağım. Seninle kocamış adamı ve genci kıracağım. Seninle genç erkeği ve erginliğe ulaşmamış kızı kıracağım. Seninle çobanı ve sürüsünü kıracağım. Seninle çiftçiyi ve çiftini kıracağım. Seninle valiyi ve kaymakamı kıracağım." [113]
"Ey Kenan, Filistinliler diyarı, Rabbin sözü size karşıdır. Seni yok edeceğim. Öyle ki artık sende övünen kimse olmayacak" [114]
"Suriyelileri bitirinceye kadar onları afette vuracaksın." [115]
"Allah'ın Rab o milletleri senin önünde azar azar kovacak. Onları çubukla bitir...., Yoksa senin üzerine kır hayvanı çoğalır. Ve Allah'ın Rab onları senin önünde ele verecek. Ve onları helak edinceye kadar büyük kırgınla kıracak." [116]
"Allah'ın Rab, onu senin eline verdiği zaman, onun her erkeğini kılıçtan geçireceksin. Kadınları, çocukları ve hayvanları şehirde olan her şeyi ve bütün malını kendin için çapur edeceksin. Allah'ın Rab’bin sana verdiği düşmanların malını yiyeceksin. Bütün şehirleri böyle yapacaksın... Nefes alan kimseyi sağ bırakmayacaksın.... Allah'ın sana emrettiği gibi tamamen yok edeceksin." [117]
"Et yeyin ve kan için. Yiğitlerin etini yiyeceksiniz. Dünya beylerinin kanını, koçların, kuzuların, er gençlerin ve boğaların kanını içeceksiniz... Sarhoş oluncaya kadar içeceksiniz." [118]
"Onları kasaplık koyunlar gibi ayır. Öldürme günü için onları hazırla." [119]
"Ele geçen her adamın gövdesi delik deşik edilecek ve tutulan her adam kılıçla düşecek, yavruları da gözleri önünde yere çalınacak, evleri çapul edilip karıları kirletilecek" [120]
Bahis konusu cümlelerde Ehl-i Kitap mensuplarının, diğer milletlere nasıl davranacağı belirtilmektedir. Buna göre, İsrail oğulların dışında kalan her milletin ve toplumun, onların emrinde olması gerekir. Savaş zamanında yapılması gerekenler bellidir. Bu yapılanlar için asla acıma hissi duyulmayacak, toprağın üstünde gübre olacak, [121] ölüleri kuşlar ve canavarlar tarafından yenecektir. [122] Bu işler için her hangi bir acıma ve ayrım yapılmaması gerekir. [123] Daha sonra ise kirecin yanması gibi yakılacaktır. [124] Ölülerin burunları, kulakları kesilip işkence yapılacaktır, [125] bütün insanlığın ölümünden sonra diğer canlılar aynı şekilde telef edilecek, bütün ağaçlar ve su kaynakları tahrip edilecektir. [126] Bunlar yapılırken en ufak gevşeklik gösterilmeyecektir. Şayet ihmal gösterilirse Allah tarafından lanetlenmiş olacaktır. [127]
Kitab-ı Mukaddes'ten alarak numaralarını verdiğimiz metinlerin iyi tahlil edilmesi gerekir. Allah'ın ilâhi dinler açısından bu şekilde emir vermesi mümkün değildir. Kitaplardaki bu bilgilere onların tamamının inanması düşünülemez. Fakat her din mensubu içinde radikal insanların olması ihtimal dahilindedir. Yahudilerin farklı mezhebleri vardır. Bu mezheplerin birleştiği ve ayrıldığı birçok görüşleri bulunur. Hıristiyanlara gelince; onlarında mezheplerine göre inanç ve görüşleri farklıdır. Hz İsa'dan beri kendi aralarında mücadeleleri değişik şekillerde devam ede gelmiştir. Arioscular bu günkü inançları kabul etmezler. Onların inançları tevhid inancına çok yakındır. Diğer taraftan Hıristiyanların içinde bulundukları kültürlere göre insanlara yaklaşımları farklılık arzedebilir.
Ehl-i Kitap arasındaki farklı yaklaşımların benzerleri Müslümanlar arasında da değişik boyutlarda olagelmiştir. Hâraci, Şiî, Mutezilî ve Sünnî grupların kendilerine has görüşleri bulunur. Sağlam dini bilgilerden mahrum olan toplumlardan normal ilişkiler beklemek mümkün olmaz. Dostluğu oluşturmak için sağlam dini bilgi, hoşgörü ile yaklaşım, affedebilme ve her insana karşı adil olma aranmaktadır. Bu duygu ve düşüncelerden uzak olan insan gruplarından her zaman radikal hareketlerin olması beklenir. [128]
Kitab-ı mukaddeste yer alan önemli konulardan biri de. asli suç ve inanç özgürlüğüdür. Buna göre her doğan çocuk suçludur. Hz. Adem'in işlemiş olduğu suçu o da işlemiş olur. Babaların günahından çocuklar da sorumludur. [129] Hz, Adem'in suçu nesilden nesile intikal etmiş. Yüce Allah’da keffaret için oğlunu göndermiştir.[130]
"Çünkü ben, babaların günahını çocukların üzerinde, üçüncü nesil üzerinde, dördüncü nesil üzerinde arayan bir Allah'ım." [131] Hz. İsa beşeriyyetin günahını kaldırmak için çarmıha gerilmiş, [132] ve ölerek gömülmüş, sonra dirilerek, [133] görevini tamamlamış ve Allah'ın sağına yerleşmiştir. [134] İslâm, Kitab-ı Mukaddes'te yer alan bu bilgileri yanlış olarak değerlendirerek, herkesin kendi yaptığından sorumlu olduğunu, [135] Hz. Adem'in yaptığından başkasının mesul tutulamayacağını haber verir.
Dünya üzerinde bulunan Ehl-i Kitab mensuplarının farklı uygulamaları olmakla birlikte, Kitab-ı Mukaddes'te diğer inanç sahiplerinin ibadet yerlerine karşı bir takım yaptırımların olduğu görülmektedir. Örnek vermek gerekirse;
"Onların ilahlarına secde etmeyeceksin. Ve onlara ibadet etmeyeceksin. Onların işlerine göre yapmayacaksın. Fakat onları tamamen devireceksin. Onların dikili taşlarını tamamen parçalayacaksın." [136] denilir.
Buraya aldığımız metindeki görüşlere İlâhi dinler açısından katılmamız mümkün değildir. Zira Kur'ân'a göre, her din sahibi kendi inancını istediği gibi yapabilir. Her inanç sistemi mensupları bazında doğrudur. Biri diğerinin ibadet yerini yıkacak olursa, doğru inancı ortaya çıkarmak mümkün olmaz. Yüce Allah, zorla bir inancın kabul ettirilmesini istememekte, hür iradeye göre karar verilmesini arzulamaktadır. [137]
Kitab-ı Mukaddes, Ahdi Atik ve Ahdi Cedid isimleriyle iki kitaptan oluşur. Hıristiyanlar bu kitabın tamamını kabul ederler. Yahudiler ise, Ahdi Atik denilen Tevrat kısmına inanırlar. Buna göre. Yüce Allah'ın Kitab-ı Mukaddeste Yahudi Milletine bir takım toprakları vaad ettiği ileri sürülür. Bu yerlerin alınması gerekir. Bunun için söz konusu yerlerde, Yahudilerin dışında kalan insanların çıkarılması gerekmektedir. Bu yerlere iki şekilde işaret edilir.
Birincisi; "Kızıldenizden, Filistin denizine kadar, çölden ırmağa kadar sana hudud koyacağım. Çünkü memleketin ahalisini sizin elinize vereceğim" [138] ifadelerin geçtiği yerlerdir.
İkincisi ise; "Yahudilerin ayak bastığı her yer, çölden, Lübnandan, ırmaktan, Fırat ırmağından, garb denizine kadar, kimse onların önünde duramayacak, dehşet ve korku her tarafa yayılacaktır." [139] cümlelerinin geçtiği yerlerdir. Bu belirtilen bilgilere göre, dünyaya sahip olma hakkı Kitap Ehli'nindir. Onların dışında kalan milletlerin söz hakkı bulunmaz. [140] Kitab-ı Mukaddesin içinde yer alan cümleterin durumuna bakılınca, insanlar arasında dostluğun kurulması imkansız görünmektedir. Zîra sözkonusu cümlelerde, Ehl-i Kitap'ın dünyaya hakim olmaları istenmekte, başka inanç sahiplerine bu hak tanınmamaktadır. Durum böyle olunca Kitap Ehli dışında kalan insanların dünyada söz hakkı kalmamaktadır. Yüce Allah ise, Kur'ân-ı Kerim'de olaya daha değişik yaklaşarak, Zebur'da bulunması gereken ayetlere atıfta bulunmaktadır.
"Yemin olsun ki; Biz Tevrat'tan sonraki Zebur'da 'Yeryüzüne benim salih kullarım varis olacaktır.' diye yazdık"[141] buyurarak dünyaya dostluğu, barışı, adaleti ve kardeşliği getirecek kişilerin salih kulların olduğu belirtilmektedir. Zamanımıza kadar gelen Zebur'da ise, Yüce Allah'ın haber verdiği bilgileri bulabilmiş değiliz.[142]
Velâyet kelimesinin lügat ve terim anlamları incelenirken görüldüğü gibi, Kur'ân'da birçok kelime dostluğu ifade etmektedir. Bunlar içinde birinci derecede önemli olan kelimelerin kriteri yapılarak, muhataplarıyla kurulacak ilişkilerde dostluğun nasıl oluşacağı tespit edilmeye çalışılacaktır. [143]
Kur'ân-ı Kerim'de güzel hasletleri bünyesinde bulunduran kelimelerden biri hulledir. Sözlükte, kalbin derinliklerine nüfuz ederek kökleşen samimi dostluk kurmaya denir. Yüce Allah hulle kelimesinden türeyen, Halil ismiyle Hz. İbrahim'i haber verir.
"Hangi insan din yönünden, iyilik edici olarak yüzünü Allah'a teslim edip dost doğru İbrahim'in dinine tabi olandan daha güzel olabilir? Allah, İbrahim'i dost edinmişti." [144]
Hz. Allah, "Allah Halil'i dost edinmişti" ifadesiyle dost ve sevginin en üst seviyesini belirtmiş olmaktadır. Hz. İbrahim, Allah sevgisi dışında her şeyden sıyrılıp, babası ve kavminin taptıklarına serzenişte bulunurken.
“Onlar benim düşmanımdır. Yalnız âlemlerin Rabbi benim dostumdur. Beni yaratan ve yol gösteren O'dur. Bana yediren ve içiren O'dur, Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur. Beni öldürecek ve sonra diriltecek O'dur. Ahirrette hatamı bağışlayacağını umduğum da O'dur, Rabbim bana hüküm ver ve beni salihlere kat "[145] şeklinde dua eder.
Yüce Allah'ta dostuna, "Ben seni insanlara önder yapacağım."[146] demekle kalmamış, "Allah İbrahim'i bir dost edinmiştir" [147] müjdesini vermiştir. Sevginin ve dostluğun zirvesine ulaşan Hz. İbrahim, Allah için malını canını, ailesini ve yavrusunu feda ederek imtihanı kazanmış ve Rabbi tarafından vefa örneği olarak gösterilmiştir. [148] İmam Gazali Hz. Peygamberin, "Eğer kendime candan bir dost edinecek olsaydım Ebubekir'i tercih ederdim. Fakat Muhammed, Allah'ın Halîlini tercih etmiştir [149] anlamındaki hadisi örnek göstererek, Hz. Peygamberin Allah'a olan sevgisini Halil ile, sahabelere karşı olan sevgisini de "Uhuvvet' kelimesiyle ifade ettiğini belirtir. [150] Diğer taraftan Hz. Peygamber "Allah'ım kalbime, kulağıma, gözlerime, ve sinirlerime bir nur ver." [151] buyurmakla Halil sıfatına erişmenin bütün azalarla olacağını belirtmiş olmaktadır. Ayrıca Halil kelimesinin Habib anlamına da geldiği, Hz. peygamber için kullanıldığı nakledilmektedir. [152]
İslâm ahlaken yükselmeyi, ilişkileri geliştirmeyi hedefleyen ilâhi emirler manzumesidir. Bu dinin hedefi kardeşliği pekiştirmek, sulh'u tesis etmektir. Bu münasebetle Kur'ân-ı Kerim'de "Ihveh" kelimesinin önemli bir yeri bulunur. Hz. Peygamberin ilk günden itibaren önemle üzerinde durduğu, inananlar arasında ilk yaptığı işlerin başında İslam kardeşliğini pekiştirmesi gelir. Bu kardeşliğin özünü, Allah ve Peygamberine iman teşkil eder.
"Şüphesiz müminler, birbirleriyle kardeştirler. Öyle ise, dargın olan kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah'tan sakının ki size acısın." [153] ayetiyle inananların kardeşliği vurgulanmış olur.
İslâm'daki bu kardeşlik kan kardeşliği dediğimiz anne-baba'dan meydana gelen kardeşlikten daha önemlidir. Zira Hz. Nuh için; "Ey Nuh! O senin ailenden sayılmaz. O kötü bir iş yapmıştır..." [154] âyeti, inanmayan oğlunu kendi ailesinin dışına itmesine sebep olmuş ve gemiye alınmasına izin verilmemiştir. Kur'ân-ı Kerim ırka çok önem vermekle birlikte, bunu bir mozayik gibi değerlendirir. Dolayısıyla, insanlar arasındaki kan bağı önemli olmakla birlikte, bu bağ, imanla pekişirse kuvvetli ve sürekli olmaktadır. Aksi durumda birliği teminde önemli fakat yeterli değildir. Çünkü Allah'ın birliğini kabul edemeyen insanların dostluğuna güvenmek mümkün değildir. Böyle insanların diğer yaratıklardan bir üstünlüğü bulunmaz. [155]
İslâm kardeşliğinin tesisi iman ile mümkün olmakta, bu da, Kur'ân'a inanmaktan geçmektedir. [156] Tarih, Hz. Peygamberin İslâm ile oluşturduğu kardeşliğin bir benzerini nakletmekten acizdir. Evinde çocuğunun yiyeceğinden başka bir yiyeceği olmayan Ebû Talha'nın, aç olan misafire o yiyeceği yedirmesini haber veren Yüce Allah; "Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile, (kardeşlerini) onları kendilerinden önde tutarlar." [157] İfadeleriyle zamanımız insanlığına önemli bir mesaj verilmiştir. Zira, İslâm'ın dışındaki diğer ilâhi kitaplarda böyle bir ahlak üstünlüğünü bulmak mümkün olmamaktadır.
Hz. Peygamber de bu meseleye şu şekilde işaret etmektedir.
"Allah'ın öyle kulları vardır ki, onlar peygamber ve şehid değillerdir. Fakat peygamberler ve şehitler kıyamet gününde onlara gıbta ederler. Ashap: Ya Resûlullah! onlar kimlerdir? Sorusuna Hz. Peygamber; onlar aralarında aile bağı olmadığı halde Allah içirt bir birini seven ve yardımlaşanlardır. Vallahi onların yüzleri nurdur ve nurdan makamlar üzerindedirler" [158]
Kur'ân-ı Kerim'de Ihveh kelimesi dost ve kardeşliği ifâde etmekle birlikte, ana-baba bir evlât, bir kabileye mensup kişi, herhangi bir hizbin mensubu, sahip ve mensup gibi değişik anlamlar için de kullanıldığı görülmektedir.[159]
Dostluk anlamıyla yakın ilgisi olan kelimelerden bir diğeri habibdir. Sevmek, sevgili âşık, muhabbet vb. anlamlara gelir. [160] Kur'ân-ı Kerim'de Habib kelimesinin değişik sigaları bulunur. [161] Benzer ifadeleri hadis kaynaklarında da bulabilmekteyiz. [162] Yüce Allah söz konusu kelimeyi, Resulü ve inananlar için kullandığı anlaşılır.
Müşrik ve Gayr-i Müslimlerin Allah'ı sevdiklerini iddia etmeleri üzerine, [163] Yüce Allah, kendisinin insanları sevmesi, Resulüne tabi olmaktan ve onu sevmelerinden geçtiğini belirtir. [164] Hz. peygamber de, kendisine inanılmadan ve sevilmeden Allah'ın insanları sevmeyeceğini hatırlatır. [165] Bu münasebetle, Kur'ân-ı Kerim'de yer alan dost ve sevgili kelimelerini birbirinden ayırmak mümkün değildir. Sevgi olmadan dostluk, dostluk olmadan da sevginin devamı istenilen ölçüde olamaz. Kişinin Allah'ı sevmesi, Hz. Peygamberin sevilmesiyle mümkündür. İnsanların bütün halleriyle Hz. Peygambere tabi olmaları gerekmektedir. Böyle olmadan Yüce Yaratıcıya ulaşmaları veya O'nu gereği gibi tanımaları imkansızdır. Tefsir kaynaklarının bildirdiğine göre, Hz. İbrahim canını almaya gelen Azrail'e "Dostunun canını alan hiç dost gördün mü?" sorusuna "Dostuyla yüz yüze, göz göze, gelmekten hoşlanmayan hiçbir dost gördün mü?"' şeklinde karşılık bulur. Bu hâdise üzerine, canının alınması için Hz. İbrahim Allah'a yalvarır. [166]
Konuyla ilgili başka bir hadise şöyledir:
Bir arap Hz. Peygambere:
"Ey Allah'ın Resulü kıyamet ne zaman?" diye sorar. Bunun üzere Hz. Peygamber:
"Onun için ne hazırladın?" sorusuyla cevap verir. Bedevi arap:
"Çok namaz ve orucum yok, ne var ki ben Allah'ı ve Resulünü seviyorum" şeklinde cevap verir. Hz. Peygamber de:
"Kişi sevdiği ile beraberdir." [167] sözleriyle sevmenin ve sevilmenin ne demek olduğunu belirtmiş olur. Hz. Peygamberin "kişi dostunun dini üzerinedir." [168] Sözleri, insanların Allah ve Peygamberini sevmesi gerektiğini hatırlatır. Zira Allah ve Peygamberin insanlardan istediği kulluktur. Kulluk ta İslâm'la mümkündür. Dost ve sevginin ahlâki, psikolojik ve inanç birliği olan insanlar arasında daha kuvvetli ve devamlı olduğunu söylememiz mümkündür. "Söyle arkadaşını, senin kim olduğunu söyleyeyim" atasözü dost ve sevginin klişeleşmiş şeklini oluşturmaktadır. Durum böyle olmakla birlikte, Kur'ân'da yer alan sevgi kelimesi her zaman dost anlamında kullanılmamakta, başka anlamlar için de kullanıldığı gözlenmektedir. [169]
Kur'ân-ı Kerim'de dostluk ve sevgiyi ifade eden kelimeler arasında "meveddeh" kelimesi de bulunur. Meveddeh, sevmek, temenni etmek, sevilmek, istemek, dağ ve kitap gibi anlamlara gelir. [170] Kelimenin Kur'ân-ı Kerim'de çok değişik anlamları vardır. Allah inananların kalbine sevgi verdiğini bildirirken, söz konusu kelime kullanıldığı gibi, [171] erkeğin hanımıyla olan sevgisini belirtmek için de;
"O'nun ayetlerinden biri de, kendileriyle kaynaşmanız için, size kendi nefislerinden eşler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet koymasıdır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için bunda ibretler vardır." [172] buyurur.
Buna göre, erkek kadın ilişkileri Allah'ın bir lutfudur. Allah'ın bu nimeti sayesinde insanlar, aile yuvalarını kurabilmektedirler. Dolayısıyla, aileler arasındaki sevgi, Allah'ın rahmetini ve kullarına olan sevgisinin bir delilini teşkil etmektedir.[173]
Yine Yüce Yaratıcı, Münafıkların kaçırdığı fırsatın neticesinde pişmanlıklarını belirtmek için;
"Eğer Allah'tan size bir nimet erişirse, sizinle kendisi arasında hiç sevgi yokmuş gibi, 'keşke ben de onlarla beraber olsaydım da büyük bir başarı kazansaydım'der." [174] misâlini verir.
Söz konusu ayetin yapısında bulunan meveddeh münafıkların durumunu tasvir etmektedir. [175] Kur'ân-ı Kerim'de zikredilen meveddeh kelimesi dost ve sevgiyi belirtmekle birlikte, benzer ifadeler Hz. Peyamberin hadislerinde de görülür. Zira Hz. Peygamber, dostu Hz. Ebubekr'in durumunu zikrederken, Halil, kardeşlik ve meveddeh ifadelerini kullanması dikkati çekmektedir. [176] İslâmî litaretürde dost, sevgi, Halil ve meveddeh kelimeleri birbiri yerine kullanıldığını, kelimeler arasında çok yakın ilgi bulunduğunu gözlemliyoruz. [177]
Kur'ân-ı Kerim'de nasır kelimesi dostluk anlamına gelmemekle birlikte, dostun sıfatını taşıyan kelimeler arasında zikredilir. Çünkü dostlar birbirlerine yardım ederler. Dost olmayanlar ise, dünya menfaati için bir araya gelirler. Menfaat bitince yardımlaşma da biter. Yüce Allah, inananlara yardımda bulunmaktadır. Sevdiği kulların işini üzerine alacağını belirtir. [178]Allah dostunu yardımsız bırakmaz. Velî de her an sevgilisi olan Allah'ı düşünür. Hiçbir şey onu bu sevgiden uzaklaştıramaz. Bir kimsenin velî olması Allah'ın ve Resulünün hukukuna riayet etmesine bağladır. Böyle durumda da Allah'ın nusret ve yardımı o velî kulunun üzerine olur.
"Allah inananların dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır:" [179] âyetinde bu durum ifade edilir. Diğer taraftan birçok ayette Allah'ın yardımı, iman, dostluk ve salih amele bağlanır. [180] İslâm'a göre; yardımcı ve dost sadece Allah'tır. O'dostlarına sahip çıkar.
"Göklerin ve yerin işleri Allah'ındır. Sizin için Allah'tan başka ne bir dost ve ne de bir yardımcı vardır."[181],
"Yardım, mutlak güç ve hikmet sahibi Allah'ındır." [182]
"Allah sizin sahibinizdir. O ne güzel dost ve ne güzel yardımcıdır." [183]
"Hayır, dostunuz Allah'tır. O yardımcıların en hayırlısıdır." [184]
Âyetlerindeki ifadelerde Yüce Allah, kendisine inananlara dost ve yardımcı olacağını belirtmiş olur.
Hz. Peygamber'e verilen ilâhi kitapta dost kelimesinden sonra yardım kelimesi sıkça zikredilmekle birlikte, yardımların bazı şartları olduğu da anlaşılmaktadır. Bunlar:
a) Allah'a ve Hz. Peygambere iman,
b) Can ve malla çalışma,
c) Salih amel, sıkıntılara sabır ve Allah'a güvenmektir. [185]
İnananlarda belirtilen hasletlerin bulunması halinde zafer müjdelenir.[186] Böyle güzel hasletlere sahip olanlara Allah, yardımı üzerine borç bilmektedir. [187] Yardımla ilgili müstakil sûre inzal eden Yüce Allah, [188] konuyla ilgili kulların şüphelerini gidermek için inanmayanlara mühlet verildiğini hatırlatır.[189]
Yukarıya alınan ayetlerde de ifade edildiği gibi, dost ve yardım, et ve tırnak gibidir. Birini diğerinden ayırmak mümkün olmaz. Dost denildiğinde yardım, yardım denilince de dost ve kardeşlik akla gelir. Zira gerçek dostun yardımı bir menfaate dayanmaz, Allah rızası için olur.[190]
Allah dostlarının vasıfları arasında "keramet" lafzı dikkat çekmektedir. Kerâmetin cömert, nefsi kötülüklerden korumak, güzel huylu gibi anlamları bulunur.[191] Ayrıca Allah'ın sıfatlarından birisi keremdir. İhsan ve yardım anlamlarına gelir. İnsanlar için ahlaklı, övgüye lâyık akla gelir. [192] Allah için rahmeti bol, yaratılanlara acıyan, cömert ve merhametli gibi vasıflar hatıra gelir.
Terim olarak keramet, İslâmi emirlerde mümeyyiz hale gelmiş, Allah'ın kendisine bir takım harikulade imkanlar verdiği sevgili kulun vasıflarını akla getirir. [193] İslâm litaretüründe Allah dostlarından yüksek mertebeye ulaşmış insanlar için, Kerim olan Allah'ın, kullarından bazılarına keremi olarak değerlendirilir. Kur'ân-ı Kerim'de;
"Eğer size yasaklanan büyük günahlardan kaçınırsanız sizin küçük günahlarınızı örteriz. Ve sizi ağırlanacağınız kerim bir yere koyarız. " [194]
"Gerçek biz insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık" [195] buyurulur.
Yukarıya alınan birinci âyette insanların cennetteki durumları haber verilirken, ikinci ayette dünyada verilen nimetler hatırlatılır. [196] Allah'ın dünyada rızasını kazanmış dostları için ise,
"Biliniz ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de. Onlar iman edip de takvaya ermiş olanlardır. Dünya ve ahirette onlara müjde vardır. Allah'ın sözlerinde asla değişme yoktur. İşte bu büyük kurtuluşun kendisidir." [197] müjdesini verir.
Adı geçen ayete dikkat edilecek olursa, keramete ulaşan kullara dünya ve ahirette verilecek mükafatın büyüklüğü hatırlatılmış olur. [198] Bu mükafata erişen Allah dostlarından, daima dostluk gelir. Onlardan kötülük gelmez. İnsanlar onlara gıpta ile bakarlar. Onların özellikleri, devamlı Allah sevgisiyle beraber yaşamalarıdır. Kıyamet gününde Peygamberler ve diğer insanlar, onların alacağı mükafata imrenirler. [199] Onlar, Yüce Yaratıcının dünyada aynası durumundadırlar. Yaratılanlara devamlı nur saçarak faydalı olurlar. Bu fayda maddi ve manevi her şeyi kapsar. Kendileri de bir menfaat beklemezler. Bunların, peygamberlerden sonra insanlığın doğru yolu bulmasında önemli yerleri bulunmaktadır. [200]
Tasavvufta velî ve velayetin önemli bir yeri vardır. Velî kelimesi kullanıldığında Allah dostları, evliya akla gelir. Bunlar Allah'ın emirlerinin dışına çıkmazlar. Allah'ta onların işlerini üzerine alır. [201] Tasavvufta önemli bir yer oluşturan hıfz, söz konusu kelimeyle ilgisi bulunur. Allah'ın velisini hata ve günahtan korumayı isteyince tevbe nasib etmesi, hıfz olarak tanımlanır. [202]
Hz. Peygamber Allah'ın lutfuna ulaşan Hz. Ubeyy için, "Ey Ubeyy Allah sana Kur'ân-ı okumanı emretti" deyince Ubeyy b. Ka'b, "Ya Resulullah, ilâhi huzurda ben zikredildim mi? diye sormuş "Evet orada anıldın" denilince, sevincinden ağlamıştır. [203] İslâm'da velilik ve velayet Hz. Peygambere tabi olmakla mümkündür. [204] İslâm'ın dışında veli ve velayetin meydana gelmesi imkansızdır. İslâmi yaşantıdan uzak insanların veliliğin sıfatı olan keramet iddiasında bulunmaları, İslâm'a göre doğru karşılanmaz. Çünkü velî makamına ermiş olanlar durumlarının açığa çıkmasını istemezler. Bu tip iddialar; Allah'tan ziyâde Şeytan veya uzantısı bir takım güçlerin ürünü olmaktadır. İslâm, bunları reddederek sihir ve benzeri şeylerden sakınılmasını emreder. [205]
Fıkıhta velayet, ana-baba ve mahiyetinde bulunan çocukları ilgilendirir. Çocukların her konuda korunması ve eğitilmesi velayet kapsamındadır. Velayet; başka birisi hakkında tasarrufta bulunarak, onun haklarını korumada söz sahibi olmaktır. Veli ise; günahlardan, lezzet ve şehvetten arınmak demektir. [206] Anne-babanın çocukları, mütevellinin vakıf malları üzerindeki tasarrufa hususî velayet ismi verilirken, hâkim ve vâlî gibi kişilerin kullandığı hakka da umumi velayet denilir. [207] Bunlara ilaveten bir de nikahta velilik vardır ki, bu durum anne-babanın evladı hakkındaki tasarrufudur. [208] Anne babaların kazanmış oldukları tecrübe ile evlatlarının geleceği hakkında karar vermesine yardımcı olmaktadırlar. Evlâtlarına fikir bazında yardım etmeleri, evladın müspet menfi karar vermesi, velayet konusu içinde değerlendirilir. [209]
İslâmi açıdan kadın toplumun bir ferdidir. Sorumluluk bazında kadın ve erkek arasında bir fark bulunmaz. Mesuliyet açısından erkek hangi haklara sahipse, kadında aynı haklara sahiptir. Sosyal, eğitim ve öğretim haklarının icra edilmesinde hiçbir fark yoktur. Kadın ailenin geçimi için meşru olarak çalışabilmektedir. Yalnız bu konuda yetki, birinci derecede erkeğe aittir. Kadın, meşru olma kaydıyla karar verebilir.
Yüce Allah, Hz. Adem ve Havva validemizi yaratmış, ikisine de aynı sorumluluğu vermiştir. [210] Şeytanın kandırmasıyla sorumluluğu sadece Hz. Adem'e yüklenmemiştir.
"Ben sizi o ağaçtan men etmedim mi?" [211] emriyle bu durum açıklanmıştır. Hz. Adem ve Havva validemizin "...Biz kendimize zulmettik..." [212] itiraflarıyla kadın ve erkeğin suç konusunda farklı olduğu anlaşılmaktadır.
Kur'ân-ı Kerim'de kadın ve erkek arasında sorumluluk ve görev bazında bir ayrım bulunmazken, kamu görevine katılıp katılmama hususunda değişik görüşler bulunur. Söz konusu iddiaların ayetlerden ziyade, Hz. Peygamberin hadisi ve örflere dayandığı anlaşılmaktadır. Buna göre, kadınlardan idareci olur mu? Sorusuna verilecek cevap konumuzun aydınlanması açısından önem taşır. Kur'ân-ı Kerim'de, kadının böyle bir görev almasına mani bir ayete rastlanmaz. Yüce Allah, idareci olacak kişide ehil, adil ve yapacağı işlerde Allah ve Peygamberini hakem tayin etme şartlarını arar. [213] Yoksa, bu işleri yapacak kişinin erkek veya kadın olmasında bir sınırlamaya gitmez. Diğer taraftan, Kur'ân-ı Kerim'de Hz. Süleyman'ın muhatap olduğu Sebe Melikesi Belkıs kıssası haber verilir. Adı geçen Melike'nin, yaptığı işlerde istişare etmesi, adaleti ve kararlı tutumu, Müslümanlara örnek gösterilir. Hz. Süleyman'la tanıştıktan sonra, "Rabbim ben kendime zulmetmişim. Süleyman'la birlikte Alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oluyorum..." [214] sözleri, onun makam ve saltanatı iman etmesine engel olamadığını hatırlatır.
Kadın hükümdarla ilgili başka bir örnek, Hz. Peygamberin sünnetinde bulunur. Hz. Peygamber, İslâmi tebliğ çerçevesinde, İran kralına bir mektup gönderir. Fakat kral mektubu parçalar. Hz. Peygamberde buna beddua eder. Neticede Kral ölür. Yerine kızı görevi devralır. Bunun üzerine Hz. Peygamber;
"İşlerini bir kadının iradesine bırakan kavim felah bulmayacaktır." [215] buyurur. Dikkat edilirse bu kadın inançsız bir kadındır. Babası hangi inanç üzerinde ise kızı da aynıdır. İslâm alimleri arasında [216] ayetleri ve zikredilen hadisi şerif delil gösterilerek kadının idareci olamayacağı belirtilmektedir. [217]
Yukarıda numaralarını verdiğimiz ayetlere ve hadise baktığımızda kadının idareci olamayacağı ifade edilmez. Kur'ân-ı Kerim iyi tetkik edildiğinde, gerekli bilgi, beceri ve şartları taşıyan kadından devlet başkanı, başbakan, vali veya başka bir idarecinin olabileceği anlaşılmaktadır. Ayrıca Tevbe suresi 71. ayet ve Hz. Aişe validemizin başkanlığını yaptığı Cemel hadisesi, olayın diğer boyutunu oluştur. Yukarıya özet olarak aldığımız nakillere mutedil olarak yaklaşıldığında, İslâmî açıdan gerekli kriterleri taşıyan her insandan idareci olabilmektedir. Yeterki adil, ehil ve insanlara yaratılıştan verilen haklara saygılı olsun. Söz konusu temel hak ve hukuklar verilip, Allah'ın istediği iyilik, adalet ve dostluk oluşturuluyorsa, bu işleri yapanın cinsiyeti önemli değildir. Bu işleri yapanlar erkek ve kadın olabilir. [218] Tarih boyunca birçok idareci gelip geçmiştir. İçlerinde dostluğu önemseyenler olduğu gibi, zalim olanlar da olmuştur. Kur'ân-ı Kerim, inanan insanları ateşte yakan idarecilerin durumunu bildirir. [219] İnsanlar arasında huzurun temini, dosluğun pekişmesiyle mümkündür. İşte İslâm, bütün insanlara aynı eşitlikte yaklaşarak, sulhun ve dostluğun kurulmasını istemektedir. Yüce Allah iyi ilişkilerin gerçekleşmesi için 'Müslümanlara Allah ve Rasülünün verdiği hükme razı olmalarını [220] ve insanlara şefkatle yaklaşmalarını istemektedir. Yoksa kadının idareci olmasını engelleyen bir hüküm bulunmamaktadır. [221]
Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerim'de dostluğu engelleyen birçok kötü fiili haber vermektedir. Söz konusu âyetler tahlil edildiğinde düşman gizli ve açık olmak üzere ikiye ayrılır. Gizli düşman da kendi arasında ikiye ayrılır.
a- Şeytan: Bütün düşmanlıkların sebebini oluşturur. Bu durumu Yüce Allah, "Ey inananlar, şarap, kumar, dikili taşlar, şans okları şeytanın işi birer pisliktir. Bunlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz." [222] ayetiyle haber verir. Bu ve benzeri âyetlerin bildirdiğine göre, insanlığın zararına olan işleri şeytan yaptırmaktadır.
b- Nefis: İnsanda bulunan nefis, şeytanın istediği şeylerin yapılması için durmadan teşvik etmektedir. Yüce Allah, Yusuf (a.s.)'dan haber verirken, onun konuyla ilgili dediğini "...Israrla kötülüğü emreder..." [223] ifadeleriyle belirtir. Nefis ve şeytandan kaynaklanan öfke, kin ve kibir kötülüklerin esasıdır. Bunlardan korunmak için, İslâm'ın emrettiği manevî tedbirlere ihtiyaç duyulur.
Yukarıda zikredilen gizli düşmanın dışında, başka bir düşman daha vardır. O da, insanın kendisidir. Dolayısıyla Kur'ân, insanın çok değişik yönlerini ele alır. İnanç durumu, inanan ve inanmayan insanların birbirlerine yaklaşımları, Allah ve Resulünün bütün yaratılanlara rahmeti. İnanan insanların yaptıkları sâlih amel, hasene gibi sıfatlarla belirtilirken, inanmayanların halleri düşmanlık, zulüm ve seyyi' gibi vasıflarla açıklanır. Allah Müslümanlara inanan ve inanmayan insanlardan gelebilecek tehlikeleri haber vererek, dünya ve ahiretî kapsayan gerçek dostluğunu sergilemiş olur. Bu arada kötülükleri önlemek için, bazı prensipleri açıklar.
"Sen kötülüğü iyilikle önle, Zira o zaman kendisiyle senin aranda düşmanlık bulunan kişi candan bir dost gibi olacaktır." [224]
Yüce Allah başta adavet kelimesi olmak üzere, birçok kelimeyle kötülüğü ortaya koyar. Çünkü O, daima insanlığın iyiliğini arzulamaktadır. Bunun için barışı temin eden üç esası ve kötülüğün kaynağı olan üç hasleti çok veciz bîr şekilde emreder.
"Allah adaleti, İhsanı ve sılayırahmi emreder. Fuhşu, münkirliği ve zulmü yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor. " [225]
Yukarıya alınan âyette sulhun ve barışın temelini oluşturacak üç önemli haslet zikredilir. Bunlar adalet, ihsan ve sılayırahimdir. İslâm'ın üzerinde durduğu birinci nokta bütün insanlar arasında eşitlik ve adaletin sağlanmasıdır. Yaratılanlar arasında adalet sağlanmadan huzur mümkün olmaz. İhsân; insanın bütün hallerini Alah görüyor gibi davranmasıdır. [226] Zira ihsan sahibi, dâima Allah'ın rızasını düşünerek hareket eder. Böylelikle insanlara karşı iyi davranmış olur. Çünkü, Allah (cc) kulların muhsin seviyesine ulaşmasını istemektedir. [227] Diğer taraftan, âyette yer alan sılayı rahim, Müslümanların akrabalar ve diğer insanlarla olan sıcak ilişkilerin devam etmesini hedeflemektedir. İslâm bir yandan din kardeşliğini emrederken, diğer yandan kan bağının koparılmasına razı olmaz. Sılayı rahim, Allah'ın sevdiği bir haraketidir. Bu ilişkiyle bir yandan yakın akrabalar, diğer yandan da bütün insanlar arasında dostluğun kurulmasını hedefler. Bunun yapılması için yaratılanlar arasında sıcak ilişkilerin devamı gerekir. İnsanlar ön yargılardan uzaklaşarak, başta kendi akrabaları olmak üzere, Allah'ın kullarıyla dostluk bağlarını kurmaları, maddî ve manevî münasebetleri sürdürmelidir.
Ayetin yapısında bulunan diğer üç önemli haslet, fuhuş, inkar ve zulümdür. Söz konusu maddeler insanlar arasındaki iyi ilişkileri tahrip eder. Aile, cemiyet ve bir milleti çürüten asıl vasıflar bunlardır. Bir milletin bünyesinde bunlar varsa, o toplumda istenilen manada mutluluk tesis edilemez. Bununla birlikte, Kur'ân-ı Kerim'de düşmanlığı belirten kelimeler bunlardan ibaret değildir. Allah'ın kelâmında adavetle yakın ilgisi bulunan birçok kelime vardır. Çalışmamızın anlaşılabilmesi için bunlardan önemli gördüklerimize yer vermiş olacağız. [228]
Kur'ân-ı Kerim'de Fâhişetün kelimesi muradifleriyle birlikte yirmi beşe yakın yerde zikredilir. [229] Anlam olarak zina, cimrilik, yalancılık, cahillik, söz ve fillerin en kötüsü gibi manalara gelir.[230] Müfessirler de söz konusu kelimeyi, zina, zinaya giden yol, söz ve fiille işlenen büyük günah, şehvete uymada ileri gitmek gibi lafızlarla izah ederler. [231] Kelimenin kullanışına bakıldığında aşağıdaki anlamları bulmaktayız.
a- Şirk; Yüce Allah;"Onlar bir fenalık yaptıkları zaman, 'Babalarımızı bu yolda bulduk, Allah bize bunu emretti.' derler. De ki: Allah fenalığı emretmez. Bilmediğiniz şeyi Allah'a mı söylettiriyorsunuz?" [232] Buraya alınan ayetteki fahişe kelimesi şirk anlamında kullanılmaktadır.
b- Zina "Kadınlarınızdan zina edenlere, bunu ispat edecek aranızdan dört şahit getirin." [233]
"Ey Peygamber hanımları! Sizden kim açık bir hayasızlık yaparsa onun azabı iki katına çıkarılır. Bu Allah'a göre kolaydır. " [234]. Bu ayetlerdeki fahişe kelimesi zina anlamında kullanılır. [235]
c- Livâta anlamına gelmesi; Fahişe kelimesinin ifade ettiği anlamlardan biri, Lut {a.s.) halkının işlemiş olduğu fiildir. "Lut'u da gönderdik. O kavmine demişti ki, gerçekten siz daha önce hiçbir milletin yapmadığı bir hayasızlığı yapıyorsunuz." [236]
Söz konusu kavminin erkekleri, kendi aralarında evlenmişler, Allah'da onları helak etmiştir. [237]
Yüce Allah'ın Kur'ân'da bildirdiği sevmediği kelimelerden bir diğeri münkir kelimesidir. Örtmek, inkar etmek, nankörlük anlamına gelir. İmanın zıddıdır. Çoğulu küffârdır. [238] İnkar edenler iyi işleri, Allah'ı, peygamberi ve müminleri sevmezler. Böyle olan kişiler şeytanın dostudurlar. [239] Terim olarak münker: İslâm'ın ve akıllı insanların kötü gördüğü bir sıfattır. [240] Diğer bir ifade ile kızgınlık neticesinde haddi aşarak bir zulüm yapmaktır. [241] Yüce Allah'ın zikrettiği beş yüz civarındaki ayetlerle bu inanç ve kötü vasıflara sahip insanların durumu ortaya konulmaktadır. [242] İşte, dostluğun oluşması için insanların mutedil olmaları, kendisine yapılmasını istemediği şeyleri, başkalarına yapmamaları gerekir.
İslâm alimleri münkir yoluyla yapılan düşmanlıkları dört aşamada ele alırlar;
a- Küfr-i İnkar,
b- Küfr-i Cuhûd,
c- Küfr-i İnâdî,
d- Küfr-i Nifak. [243]
Alimler yukarıya alınan inkar çeşitleriyle ilgili, Kur'ân'dan deliller getirerek, onlardan sakınılmasını isterler. [244] Çünkü söz konusu vasıfları taşıyan insanlarla istenilen ölçüde dostluğu oluşturmak mümkün olmaz. Dolaysıyla iyi bir insan inkardan kaçınmalıdır. Zira dostluğu oluşturmak, fıtrat dininin hoşgörüsü sayesinde olacağı anlaşılır. Bütün Peygamberlerin birleştiği ortak noktalara gelinmeden doğruyu bulmak ve huzura kavuşmak Kur'ân açısından imkansız görünür. [245]
Zikredilen kötü hasletlerden biri bağy'dır. Lügat olarak, haddi aşmak, musallat olmak, zulüm etmek, İslâmî emirlerin dışına çıkmak, hased etmek, fesad çıkarmak ve kibirli olmak gibi anlamlara gelir. [246] Müfessirler söz konusu kelimenin geçtiği ayeti incelerlerken; 'bağy'i kibir, zulüm ve haddi aşma, [247] bunun neticesinde şeytanın işi olarak vehme kapılıp kızmak ve sonunda insanlara kötülük yapmak şeklinde değerlendirirler. [248] Hz. Peygamber, bağy ve kapsamını izah ederken, dünyada cezasının verileceği, ahirette de yaptığı karşılıksız kalmayacağı iki kötü vasıftan birinin bağy, diğerinin sılayı rahimi kesme olarak zikreder. [249] Müfredat müellifi de kelimeyi ikiye ayırır,
a- Adaletin ihsan seviyesine yükseltilmesidir ki bu tür bağy öğülmektedir.
b- Hakkı batıl yollara götürmektir, O da kötülenen bir bağydır. [250] Neticede hakkı batıla karıştırarak insanları yanıltmak iyi vasıflar arasında bulunmaz. Bu tür bağy'i Yüce Allah, düşmanlık ve zulüm kapsamında değerlendirir.
Bağy kelimesinin başka anları da vardır. Bunlar;
a- Zulüm [251]
b- Zina [252]
c- Hased [253] ve mâsiyettir. [254] İsimlerini verdiğimiz kelimelere ve dipnotlarda belirttiğimiz âyetlere dikkat edildiğinde söz konusu fiilleri işleyenler kötülük yapmaktadırlar. Allah ise, bu haraketlerin yapılmasını istememektedir. [255]
Kur'ân-ı Kerim'de iyinin zıddı olan kelimeler arasında sev'ün kelimesi de bulunur. Yüce Allah söz konusu kelimeyle kötülüğü, düşmanlığın çeşitlerini ve yapanların durumlarını haber vermektedir. Zikredilen kelimenin görünüşte düşmanlıkla bir ilgisinin olmadığı akla gelse de, kullanılışta böyle olmadığı anlaşılır. Çünkü kelimenin Kur'ân'da birçok anlamı vardır. Örneğin, Firavunun yaptığı işkence, çocukların öldürülmesi, kadınların serbest bırakılması bu kelimeyle haber verilir. Dolaysıyla şiddet ve katliam yoluyla yapılanlar bu kelime ile belirtilmiş olur. [256] Yine Yüce Allah, Salih (a.s.)'ın devesine yapılanı bununla ifade eder. [257] Peygamberleri yalanlayan insanların durumunu, dünya ve ahirette başlarına gelecek belalar, adı geçen kelime ile vurgulanır. [258] Diğer taraftan söz konusu kelimenin zina, [259] şirk, [260] şer, [261] zarar, [262] şetm ve zenb [263] gibi anlamlara geldiği de görülmektedir. [264]
Zulüm başkasının hakkını gasp etmek, İşkence ve bir şeyi asıl yerinden başka bir yere koymak demektir. [265] Kur'ân-ı Kerim'e baktığımızda Allah'ın emrinin dışına çıkanlar, [266] Allah'tan yüz çevirenler [267] ve insanlara kötülük yapanlar bu kapsama girmektedir. [268] Buna göre, masumun hakkını vermeyenler, başka birinin hakkını gasbedenler, kendi hakkının dışındaki hakka tecavüz edenler ve Allah'ın bütün insanlara yaratılıştan verdiği hakları kısıtlayanlar bu kapsama girmektedirler.
Yine adı geçen kelimeyle, şirk, [269] insanın büyük günah işlemesi, [270] inkar, hırsızlık ve amellerin noksanlığı ifade edilmektedir. Bu vasıfları taşıyan insanlara Allah tarafından zâlim lakabı verilir. [271] İnsanların mallarının haksız yere yenmesi, birinin kendisini öldürmesi, bir çeşit zulmü hatırlatır. [272] Zulüm şekliyle yapılan kötülüğe işaret eden Yüce Allah:
"Kötülüğün cezası, yine onun gibi bir kötülüktür. Kim affeder, barışırsa onun mükafatı Allah'a aittir. Doğrusu O, zâlimleri sevmez. Kim zulme uğradıktan sonra kendini savunursa böyle hareket edenlerin aleyhine bir yol yoktur. Ancak şunlar aleyhine yol vardır ki, insanlara zulmedenler ve yeryüzünde haksız yere saldıranlar için acı bir azap vardır." [273] buyurur.
Yukarıya alınan âyette şu hususlar dikkatimizi çekmektedir.
a- Allah zâlim olanları sevmez.
b- Kötülüğe iyilikle karşılık verilmelidir.
c- Kendini savunma hakkı vardır.
d- İnsanlara zulmeden ve haksızlık yapanlar dünya ve ahirette azap görecektir.
Yüce Allah, hangi din ve inançta olursa olsun, yaratılanlara zulüm yapılmasına razı olmaz. Şayet çeşitli vesilelerle kuvvetli olanlar yaratılanlara haksızlık yapmışlarsa, Allah'ın bunun karşılığını dünya ve ahirette vereceği anlaşılır. Zira Yüce Allah, dünyada zulmeden, başkasının hakkına tecavüz eden insanları değişik yollarla ceza vermektedir.
"Zâlimlerden bir kısmını, yaptıklarından ötürü diğer bir kısmına böylece musallat ederiz." [274],
"Allah insanların bir kısmını diğerleriyle savmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve Allah'ın ismi çok anılan mescidler yıkılırdı..." [275]
Buraya alınan âyetlerde görüldüğü gibi, Allah zâlime belirli bir mühlet tanıyarak sonunda kendisi gibi bir zâlimle veya sevgili kulları vasıtasıyla ceza vermektedir. Yukarıya alınan kelimelerle birlikte, zulümle yapılan çirkin fiiller, [276] gıybet ve zan gibi sözler, insanlar arasında oluşacak dostluğa engel teşkil etmektedir. Bu fiilleri işleyenler yaptıklarıyla yaratılanlara haksızlık yaparlar. Barışın ve dostluğun oluşması için, bu gibi vasıfların iyi hale dönüşmesi gerekmektedir. Zira Allah'ın insanlara verdiği kuvvet bir zamanla sınırlıdır. Hiç kimse, içinde bulunduğu imkanlarla sonsuz değildir. Herkes imtihan olmaktadır. Zengin malıyla, alim ilmiyle ve yetkili yüklendiği görevle, Allah'a hesap vereceği anlaşılır. [277]
Yüce Allah'ın ortadan kaldırılmasını istediği düşmanlıklardan biri de fitnedir. Fitne, küfür, şirk, ihtilaf, zulüm, şeytanın filleri gibi anlamlara gelir. [278] Fitne kulların fiilleri arasında olup, belâ, öldürme, günah işleme anarşi çıkarma gibi fillere verilen isim olarak değerlendirilir. [279] Allah'ın kaldırılmasını istediği fitne ve kapsamı çok yönlü bir yapıyı ihtiva eder. Hedefi inkar ve insanlar arasındaki sulhu bozmaktır. Nefse hoş görünen işlerin işlenmesi, insanların arasına dedi kodu yaymak, fitnenin içeriğini oluşturur. Düşmanlığın boyutlarını en fazla genişleten kelime fitnedir. İslam'ın hedefi insanlığın mutluluğunu oluşturmaktır. Fitne bunun tam zıddıdır. Amacı, şirki yaymak, Müslümanlar arasında tefrika çıkarmak ve iç barışı bozmaktır. [280]
Fitnenin vasıfları arasında birliği bozmak, namus mefhumunu ortadan kaldırmak, insanlar arasında bozgunculuk çıkarmak, namuslu ailelere iftira etmek, asılsız haber yayarak devlet ve milletin birliğini bozmak bulunur. Yüce Allah fitnenin önlenmesini isteyerek, Müslümanlara fitne kalmayıncaya, yalnız Allah'a ibadet edilinceye kadar çalışmalarını emreder. [281] Kur'ân-ı Kerim'de değişik anlamlarda kullanılan fitne, şirk, küfür, azap, işkence, öldürme ve intikam anlamları için de kullanılır. [282] Buraya aldığımız fiillerin her biri, insanlar arasında kurulacak dostluğa engel teşkil etmektedir. [283] İslâm, barışın temelini sarsacak, masum insanın haksızlığa uğramasına, zulüm ve kötülük yapılmasına musade etmez. İnsanların kendilerine veya başka yaratılanlara zarar verilmesini uygun karşılamaz. [284] Fitneyi önleyerek sağlanacak barışı ve kardeşliği teşvik eder. [285]
Lügat olarak şaşırtma, acz, haram yeme, yalan, iftira [286] gibi anlamlara gelen kelime, Allah'ın sevmediği şeyleri ihtiva eder. Yüce Allah, bühtan kelimesiyle Hıristiyanların Hz. Meryem'e [287] ve Münafıkların Benû Mustalik Gazasın'dan sonra Hz. Ayşe validemize yapılan iftirayı haber verir. [288]. Kur'ân'da Hz. Aişe'nin durumu zikredilirken; "Onu işittiğiniz zaman, 'bunu konuşmamız bize yakışmaz haşa bu büyük bir iftiradır, demeniz gerekmez miydi?” [289] Sözleriyle inananlar kınanır. Yapılan ve yapılacak günahı belirtirken de;
"Kim bir hata, ya da günah işler de, sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, muhakkak ki büyük bir iftira ve açık bir günah yüklenmiş olur." [290] buyurur.
İslam'a göre kötülük sadece elle yapılan bir fiil değildir. Elle, ayakla, diğer uzuvlarla veya dille yapılmaktadır. Buhtân geneilikle dil ile yapılan bir suç olup, iftiranın en büyüğüdür. Hz. Peygamber bir sözü buhtân olarak kabul ettiğinde, sahabelerin de bu fiilden sakındığı bilinir. [291] Kur'ân-ı Kerim'de buhtân'ı ilgilendiren kelimelerden bir diğeri fısk" ve "fâsık" dır. Namuslu bir kadına zina suçunda bulunup, dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurulması emredilmekte, suça fısk, iftirada bulunana da fâsık denilmektedir. [292] Ayrıca büyük günahlar arasında bulunan inkar, şirk ve yalan söz konusu kelimenin kapsamına dahil edilmektedir. [293]
Kur'ân-ı Kerim'de ele alınış itibariyle yapısında şirk, livâta, düşmanlık, günah, bulunan kelimelerden biri cürmdür. [294] Adı geçen kelime, hem bir şahsı, hem de toplumu içine alır. Manası suç işlemek demektir. [295] Netice itibariyle dünya ve ahireti ilgilendirir. Yüce Allah, " Doğrusu suçlular sapıklık ve çılgınlık içindedirler. Ateşe yüzüstü süründükleri gün onlara 'cehennemin dokunan azabını tadın' denilir. " [296] ayetiyle bu durumu haber verir.
Cürm günah işlemek suretiyle kişiyi ilgilendirdiği gibi, başkasına haksızlık yapıldığı için ikinci kişide etkilenir. Şayet başkasını ilgilendirmiyorsa kişi kendine düşmanlık ve kötülük yapmış olur. Çünkü insanın kendi azaları Allah'ın insanlara verdiği bir emanettir. Emanete hıyanet sorumluluk getirir. Her ne halde olursa olsun, Yüce Allah suç işlenmesini istememektedir. [297] Zira İslâm inancında, zarar ve zarar verdirme yoktur. [298]
Hıyanet; bir şeyi eksiltmek, emaneti yerine getirmemek, Allah'a, Resulüne ve insanlardan birine verdiği sözde durmamak gibi anlamlara gelir. [299] Mekr kelimesi ise; hile yapmak, içi dışı başka olmak ve aldatmak demektir.[300]
Kur'ân-ı Kerim'de yalan söyleme, emaneti yerine getirmeme, verdiği sözde durmama, Allah'ın kitabını tahrif ve zina fiili gibi kötülükler, hainlik kelimesiyle ifade edilmektedir. Bu durumu belirten Yüce Allah;
"Ey iman edenler, Allah'a ve elçisine hıyanet etmeyin. Bile bile emanetlerinize hıyanet etmeyin." [301] Emriyle insanların verdikleri sözü hatırlatır. Zira bu verilen sözler, her kesimden insanlar için geçerlidir. İdareci, memur, esnaf ve normal vatandaşın belirli sorumlulukları vardır. Allah'ın dışında hiçkimse sorumsuz değildir. [302] Kur'ân-ı Kerim'de Tevrat'ı tahrif eden Yahudileri, [303] anlaşmayı bozan Müşrikleri, [304] zina ile itham edilen Hz. Yusuf'a yapılanları, [305] Nuh ve Lut (a.s)'ın hanımlarının yaptığı kötülükler, aynı kelimeyle ifade edilir. [306] Yukarıya alınan misaller, insanlar arasında kurulacak iyi ilişkilere engel teşkil etmektedir. Güven olmadan sağlam ilişki kurulamaz. Dolayısıyla Yüce Allah, söz konusu kötü hasletlerden insanları sakındırarak, barışın ve kardeşliğin esaslarını açıklamaktadır.
Diğer taraftan Kur'ân'da ele alınan mekr kelimesinin anlamında şirk, inkar ve öldürme bulunur. Bir topluma yön veren ilim sahipleri ve önde gelenlerin iyi hasletlere sahip olmaları gerekmektedir. Şayet onlar, günah işler ve yaptıklarına tövbe etmezlerse, kendilerine ve mahiyetlerinde bulunanlara kötülük yapmış olurlar. Bu duruma işaret eden Yüce Allah şöyle buyurur.
"Böylece her kentin ileri gelenlerini, oranın suçluları kıldık ki, orada hile yapsınlar, onlar kendilerinden başkasına hile yapmıyorlar ama farkında değiller" [307]
"Yeryüzünde büyüklük taslamalarını, ve tuzak(lar) kurma(larını artırdı). Kötü tuzak ancak sahibine dolanır." [308]
Buraya alınan ayetlerde mekr kelimesiyle ileri gelen insanlardan bazılarının yaptıkları haber verilmektedir. Buna göre başkasına kurulan tuzaklar dönüp dolaşıp yapana geleceği anlaşılmaktadır. Yüce Allah insanları çeşitli nimetlerle imtihan etmektedir. [309] Her insanın imtihanı farklı olabilmektedir. Mal, zenginlik, idarecilik, güzellik, ilim vs. Akıllı insan bunları insanların ve kendinin menfaati için kullanır. Başkalarının aleyhinde bulunmaz. Çünkü yaptığından dolayı vereceği hesabı düşünür. Yüce Allah'ın dünyada verdiği nimetler, belirli bir zaman dilimiyle sınırlıdır. Nimete sahip olanlar, verilenin sürekli olacağını sanırlar. Kur'ân-ı Kerim'de zenginliği ile meşhur olan Karun'un durumu haber verilir. [310] Zira, hazinelerinin anahtarları katırlarla taşınmaktadır. Allah'a isyan etmesi neticesinde, hepsi yok olur gider. Bu misalde insanlık için büyük ibret vardır. Diğer nimetlerde bunun gibidir. Allah'ın kullarından istediği, verilen nimetleri helal olarah kullanmalarıdır. Aksi durum da nimet azaba dönüşebilmektedir. [311]
Kur'ân-ı Kerim'de yer alan fısk kelimesi; dini emirlere uymamak, kabuğundan çıkmak ,[312] şirk, inkar, yalan söyleme anlamlarına gelir. Fısk sahipleri yalan ve iftira ile başkasına kötülük yaparlarken, [313] şirk ve inkarla kendilerine ve etrafındakilere zarar vermiş olurlar. [314] Allah'ın hoşlanmadığı söz konusu fiilden sakınılması istenilir.
Bâtıl: Boş şey, aslının dışında olan şeyler demektir [315] Kur'ân-ı Kerim'de hakkın zıddı, İslâm'ın dışında olan şeyler, şirk ve şeytanın istediği yollar bâtıl kabul edilir. [316] Yüce Allah batıla yer verirken;
"Bu böyledir. Çünkü Allah haktır. O'ndan başka yalvardıkları ise batıldır..." [317] buyurmakla, tevhid inancının hak, zıddı olan her şey, batıl kabul edilir. Kur'ân-ı Kerim'de faiz, hakkı batıla karıştırma, haksız kazanç elde etme, Papaz ve Hahamların yaptıkları, insanları saptırma, adaletsizlik, kumar, zina, içki gibi Allah ve Resulünün yasak ettiği şeyler batıl olarak vasıflanır. Buna göre, haram kabul edilen yollarla insanlara yapılan muamele düşmanlık olarak değerlendirilir. [318] Yüce Allah Hz. Peygambere son ilâhî kitap olarak verdiği Kur'ân'ında hakkı açıklarken; "De ki: Hak geldi bâtıl gitti. Zaten bâtıl yok olmaya mahkumdur." [319] buyurur. Allah (cc) söz konusu âyetiyle, İslâm'ın dışında kalan bozulmuş dinleri batıl kabul eder. Buna göre asıl doğru Kur'ân'dır. Çünkü son gelen ilâhi kitap o'dur. Hak ve bâtıl kelimelerini yorumlayan müfessirler, bâtılın şirk, şeytan, asıllarından bozulan eski din kalıntıları ve Müşrik inançları şeklinde izah ederler. [320]
Daha önce dost ve düşmanın tanımı yapılarak bilgi verilmişti. [321] Bu tanımlardan hareketle, Kur'ân'ın haber verdiği dost ve düşmanda bulunan nitelikleri belirleye biliriz. Zira dost ve düşmanı tanımadan istenilen hedefe ulaşmak mümkün değildir.
a- Dost, dostunun sıkıntılarını gideren ve gelecek belaları önleyebilendir. Böyle bir dost sadece Yüce Yaratıcıdır. Zira, bütün ümitlerin kesildiği bir anda yardım etme imkanına sahip olan sâdece O'dur. [322]
b- Dost, Yüce yaratıcıyı tanıtan, dünya ve ahiretle ilgili doğru bilgileri veren, lehimize ve aleyhimize olanları tanıtarak doğru karar vermede yardımcı olan, insanların sıkıntıya düşmesine üzülen, yaratılanlara acıyan ve hatalarını affedendir. [323] Böyle bir dost rahmet Peygamberi veya diğer nebiler olabilir. [324]
c- Allah'a ve Peygamberine gönülden bağlanıp onun rızasının dışına çıkmayan, [325] her konuda örnek olarak insanların hayrını düşünen, iyiliği emredip kötülükten sakındırmaya çalışan, sevgisini ve buğzunu Allah ve Resulü için yapan, kötülüğü iyilikle önleyendir. Böyle insanlar Allah dostu olanlardır. Zira, onların hedefi Allah'ın rızası ve sevgisini kazanmaktır. Bunlar Kuran diliyle velî makamında olanlardır.
d- İnançta birlik içinde bulunarak Allah'a, peygambere ve inananlara karşı gelebilecek tehlikeleri önlemede can ve mallarıyla yardım içinde olabilenlerdir. [326] Kur'ân bu durumda olanları inançlı kişiler olarak değerlendirir.
e- Dostun dostluğu dünya menfaati ile sınırlı olmamalıdır. [327] Birbirlerini Allah için sevmeleri gerekir. Böyle insanların birbirleriyle olan sevgileri geçici bir menfaate dayanmaz. [328]
a- Düşmanlık, muhatabının hayrını istememektir. Buna göre, insanlığın kötülüğünü isteyenlerin özellikleri, şeytan ve nefsin isteklerini yerine getirmek olarak özetlenir. Yüce Allah konuyla ilgili şunları haber verir: "Üzerlerini şeytan istila etmişte Allah'ı hatırlamayı kendilerine unutturmuştur. Bunlar şeytanın fırkalarıdır. Dikkat edin! Hiç şüphe yok ki şeytanın hizbi, hüsrana uğrayanların ta kendileridir. Allah'a ve peygambere muhalefet edenler var ya! Onlar en alçaklar arasındadırlar." [329]
"Biz şeytanları inanmayanların dostu kıldık." [330]
"Allah kirlenmişi temizden ayırt etmeksizin müminleri bulunduğunuz halde bırakacak değildir." [331] Düşman olarak belirtilen şeytanın insanları saptırma yolları olarak, şirk, bidatler, günahlara teşvik ve boş şeylerle meşgul ettirme şekliyle özetlenir. [332]
b- Allah'ın gönderdiği fıtrat dinini bozup, tevhidten uzak yanlış inançlar icat etmektir.[333]
c- İslam'ın yayılmasını, Müslümanların kuvvetlenmesini, birlik içinde olmalarına karşı çıkmaktır.
d- Can emniyeti, inanç özgürlüğü, adaletle muamele gibi temel haklara saygı göstermemek, verilen sözde durmamak ve başka din sahiplerine aynı hakları tanımamaktır. Yüce Allah, böyle insanların içinde bulundukları ruhi çöküntüyü belirtirken bunların başında kibir, [334] dünyayı ahirete tercih, [335] çekememezlik [336] ve Allah'ın birliğini kabul edememe gibi, [337] vasıfları zikreder. Kötü hasletleri taşıyan insan guruplarını da şu şekilde haber verir:
Kafirler; "Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Halbuki "kafirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır." [338]
Müşrikler; "Ehl-i Kitap'tan küfredenler ve Müşrikler size bir hayrın indirilmesini istemezler." [339]
Yahudi ve Hıristiyanlar; "Sen dinlerine uymadıkça Yahudi ve Hıristiyanlar senden razı olmayacaklardır.” [340] "İnsanlar arasında iman edenlere düşmanlık bakımından en şiddetli olarak Yahudiler ile Müşrikleri bulacaksın."[341]
"Kendilerine kitaptan nasip verilenlere baksana! Sapıklığı satın alıyor ve sizin de yoldan çıkmanızı istiyorlar."[342]
"Onlar sizinle karşılaştıkları zaman 'inandık' derler. Kendi başlarına kaldıklarında da, size olan kinlerinden dolayı parmaklarını ısırırlar. 'Kininizden geberin' deyiver. Şüphesiz Allah kalplerin içindekini hakkıyla bilmektedir." [343] buyurur.
Dikkat edilirse, yukarıya alınan âyetlerde Müslüman olmayan insanların durumları açık olarak ifade edilir. Bunların dışında değişik zihniyet ve yapıda başka inanca sahip insan gurupları olabilmektedir. Örneğin, Müslümanların içinde yer alan Müslüman gibi görünen Münafıklar. Bunlara Kur'ân çok geniş yer verir. Bu tip insanlar, görünüş itibariyle Müslümandırlar. Düşüncelerini gizlerler ve işlerine geldiği gibi davranırlar. Onlar için önemli olan dünya menfaatidir. İçinde bulundukları ortama göre değişirler. Bunlar dost görünen düşmandır. Onların iyilik ve kötülüklerinden emin olmak zordur. Kötülüklerinin ne zaman geleceği belli olmaz. Bunlarla ilgili Yüce Allah şu bilgileri haber verir.
Münafıklar: "Onlar güya Allah'ı ve müminleri aldatırlar. Halbuki onlar ancak kendilerini aldatırlar ve bunun farkında değildirler". [344]
"İşte onlar hidâyete karşı delâleti satın alanlardır." [345]
Bu âyetlerin anlamlarına bakılacak olursa, Allah'ı ve inananları aldatmak istedikleri ve İslam'ın getirdiği doğru hasletleri kabul etmedikleri görülür. Kur'ân-ı Kerim, bunların isimlerini haber vermekle kalmayıp, yaşantılarını, karşılıklı ilişkilerini ve inançlarındaki bozuklukları haber verir. Onlar hakkında özel sûrenin inmiş olması, konunun önemini ortaya koymaktadır. Müslümanların, onlarla olan ilişkilerinde Kur'ân ve Hz. Peygamberin sünnetini iyi bilmeleri gerekmektedir. Aksi durumda, istenilen barışı ve dostluğu kurmak kolay olmaz. [346]
Yüce Allah, insanlığın tamamının hidayetini hedeflemekle birlikte, hür iradelerine göre karar vermelerini istemekte, neticesinden kendilerinin sorumlu tutmaktadır. [347] Bu sorumluluk ilk insanın yaratılması ve "Ey Ademi Sen zevcenle birlikte cennete yerleşip dilediğiniz nimetlerden yiyin. Yalnız şu ağaca yaklaşmayın ki, sonra zâlimlerden olursunuz." [348] emriyle başlamıştır. Hz. Adem'in yaratılması, meleklerin secdesi, İblis'in bu emri kabul etmeyişi ve Hz. Adem'e düşmanlığı, insan-şeytan mücadelesinin ilk temel taşını oluşturmaktadır. İlk insan ve İblis'le başlayan bu olumsuz tablo kıyamete kadar süreceği bilinmektedir. [349] Yüce Allah ilk insana düşman olanların baş aktörünü İblis, Cin ve Şeytan lafızlarıyla haber vermekle kalmayıp, Peygamberlerin şahsında, Müslümanların düşmanlarından korunma yollarını çok açık bir şekilde haber vermektedir. [350]
Kur'ân-ı Kerim'de, düşmanlığından sakınılması gerektiği belirtilen "İblis''in kaynağı hakkında farklı görüşler vardır. "Belese'den türetilen acemi bir kelimedir. "İblâs" tan gelen arapça bir kelimedir. Meleklerin yanında Azâil veya Haris olarak bilinirdi gibi farklı bilgiler ileri sürülür. [351] Ağırlıklı görüş kelimenin aslının acemi kökenli olduğu doğrultusundadır. [352] Mana itibariyle hayırdan ümit kesme, pişman olma gibi anlamlara gelir. Yüce yaratıcının emrini ilk olarak reddetmiş, gazaba uğramış ve müflis durumuna düşmüştür.
Kur'ân, İblis’in bir cin olduğunu haber verir.
"Hani biz meleklere: Adem'e secde edin demiştik, İblis hâriç olmak üzere onlar hemen secde ettiler, İblis cinlerdendi. Rabbin emrinden dışarı çıktı." [353]
Kur'ân-ı Kerim'de kırka yakın ayette İblis konu edilir. Yaratılmasıyla ilgili olarak Hz. Adem'e secde etmeyişinin sebebi sorulduğunda; kendisinin ateşten. Hz. Adem'in ise topraktan yaratıldığını, kendisinin daha hayırlı olduğunu belirterek cevap verir. [354] Durum böyle olmakla birlikte; "Yemin olsun ki! Biz insanları kuru bîr çamurdan şekillenmiş bir balçıktan yarattık, cânn'ı da daha evvel çok zehirleyici bir ateşten yarattık." [355]
"O insanı çömlek gibi kup kuru bir balçıktan yarattı. Cân'nı da yalın bir ateşten yarattı." [356] ayetlerinden İblis, 'Cin ve Şeytan'ın aynı şeyleri ifade ettiğini ve İblis'in Cinlerin babası olduğu anlaşılmış olur. [357]
Yüce Allah'ın haber verdiğine göre, Allah meleklere yeryüzünde bir halife yaratacağını bildirir. Melekler bu duruma yer yüzünde kan dökecek ve bozgunculuk çıkaracak birini mi yaratacaksın? Sorusuyla itirazda bulunurlar. Buna karşılık Yüce Allah; "Ben sizin bilmediğinizi bilirim" cevabıyla karşılık verir ve meleklerin yaratılan insana secde etmelerini emreder. Bu emir üzerine melekler secde ederler. İblis'de Allah'ın emrine karşı gelir. [358] Sebebi sorulduğunda da İblis:
"Ben senin kuru bir çamurdan, şekillenmiş balçıktan yarattığın insana secde edecek değilim!" [359] cevabını verir. Bunun üzerine Yüce Allah;
"O halde hemen cennetten çık! Çünkü sen kovulmuşsun ve bu lanet kıyamet gününe kadar senin üzerinedir!" [360] "İblis 'Ey Rabbim! Öyleyse, insanların kabirlerinden kalkacakları güne kadar bana mühlet ver' dedi." Bunun üzerine Yüce Allah, "Sen bilinen gün gelinceye kadar bırakılanlardansın, ... " [361] buyurur. Bu âyetlerin bildirdiğine göre Şeytana kıyamete kadar mühlet verilmiş olur.
İşte, insan-şeytan ilişkisi asıl mücadelesine bu aşamadan sonra başlar. İnsanların Allah'ın rızâsını ve cenneti kazanmaması için ne gerekirse yapacak olan şeytan ve nesli, görünmeyen bir düşman olarak insanlığın hasmı olur. Yüce Allah kıyamete kadar mühlet verdiği şeytanın bütün hile ve tuzaklarını insanlara haber verir. İnananların bu oyunlara gelmemelerini ister. Aksi durumda sonucun hayırlı olmayacağını önceden zikretmiş olur. Çünkü insan ve Şeytan ikilisi dünyaya bir imtihan için gelmektedirler. Sonunda mutla hesap verilecektir. Yüce Allah imtihan gereği bu iki yaratığın bir birlerine düşman olduğunu, [362] her peygambere ve ümmetlerine şeytan ve insan düşmanları musallat kıldığını haber verir. [363]
Kök itibariyle Arapça bir kelime olan cin, cenn kelimesinden türeyen, bir isim olup, örtmek, gizli olmak anlamlarına gelir. Terim olarak; insan gibi iradeye sahip olan, insan duyularıyla algılanmayan, ilâhi emirle sorumlu olan, mümin ve kafirleri olan manevi yaratıklardır. [364] Kur'ânda bu toplum için '"Cinne" ataları için de "Cân" kelimesinin kullanıldığı görülür. [365] Cân kelimesi Kur'ân da yılan [366] cin, [367] ve delilik anlamına gelir. [368] Müşriklerin uydurmaları reddedilirken, "Allah ile cinler arasında bir soy birliği uydurdular. And, olsun ki cinler de kendilerinin hesap yerine geleceklerini bilirler." [369] âyetiyle, onların uydurmalarının neticesinde verecekleri hesap hatırlatılır.
Kur'ân-ı Kerim'de melek ve insan dışı varlık kabul edilen cinler, yirmi iki ayette ele alınır. [370] Onların atalarına "cân" ismi verilir ki insandan önce ateşten yaratıldığı belirtilir. [371] Cinlerin Allah'a kullukla görevli bulundukları, kendilerine peygamber geldiği, inanan ve inanmayan olmak üzere ikiye ayrıldıkları, cehenneme insan ve, cinlerin kafir olanlarının gireceği belirtilir. [372]
Yüce Allah'ın Kur'ân-ı Kerim'de cinlerin Hz. Peygamberin okuduğu Kur'ân-ı dinlediklerini haber vermesi, [373] onların kötülüklerinden korunmak için Allah'a sığınılmasını istemesi, [374] onlar hakkında müstakil süre indirilmesi, önemli yaratıklar olduklarını göstermektedir. [375]
Şeytan kelimesi "Şetane" kelimesinden türeyip haktan, rahmetten uzak anlamlarına gelmektedir. [376] Arapça'da kötülükte ileri giderek, mensup olduğu alanda temayüz eden her şey için söz konusu isim verilir. Dolayısıyla şeytan, görünmeyen düşman olarak kötü telkinde bulunan mahluk anlamında cin sınıfına girmektedir. Yaratılışta her varlık bir tek olarak başlamış olduğundan şeytan denilince bu cinlerin babası İblis akla gelmektedir. Bu bakımdan şeytan cinlerin âsî takımına denir ki, ataları olan İblis:
"Ben ateşten yaratıldım. Adem ise topraktan yaratıldı. Ateş topraktan üstündür. Dolayısıyla ben ondan üstünüm" kibrine kapılarak "Adem'e secde et" emrine isyan etmiştir. İslâmî kaynaklarda konuyla ilgili geniş bilgiler bulunur. Bunların birçok sınıfları vardır. Mutlak olarak zikredildiğinde cin sınıfı kastedilmekte, insanlarla beraber yaşayanına "âmir", çocuklara kötülük yapana "ervah", pis olanlarına şeytan, iman edenlere de cin isminin verildiği belirtilmektedir. [377]
Yüce Allah, insanları Müslüman-kâfir olarak değerlendirdiği gibi, cinler de inanç bazında inanan ve inanmayan olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Dolayısıyla insanlarda olduğu gibi cinlerde de kâfir olanların kötülüklerinden korunmak gerekmektedir. Bunların kötülükleri gözl görünmeyip insanın kalbine ve bütün damarlarına girebildikleri için daha tehlikelidir. Diğer taraftan, Kur'ân'da zikredilen cin ve şeytan tabirleri kök itibariyle aynı yaratılışı ifade etmektedir. Zira, benzer ifadeler insan için de geçerlidir. Dolaysıyla bu isimlerin yaratılış itibariyle farklı şeyler olmadığını söylemek mümkündür. Yüce Allah bunların görünmeyen düşmanlıklarından korunmak için gerekli bilgileri vererek Hz. Adem'de olduğu gibi, onun neslinden gelen insanları hataya düşmemeleri için uyarmaktadır. [378]
Kur'ân-ı Kerim âyetlerini tahlil ettiğimizde, şeytanın dostluğunu ifade eden hiçbir âyete rastlanmaz. Buna göre, Yüce Allah bunları boşuna mı yaratmıştır? Şüphesiz Allah'ın yarattığı bütün varlıkların bir hikmeti, bir sebebi vardır. Bunların boşuna yaratıldığını söylememiz mümkün değildir. Onların mutlaka bir görevi vardır. Onları yapmak durumundadırlar. Şeytanın görevi kötü şeyleri iyi, helali haram, ha-ram'ı helal göstermektir. Dolayısıyla, onun dostluğu inanan insanları Allah'ın istemediği şeylere teşvik etmesidir. İnsan bunları bildiği için bu isteklere uymayarak Allah'ın rızasını kazanmış olacaktır. Çünkü onların tamamının inançsız olmadığı bilinir. Bu münasebetle, inanan cinlerin faydasının ve dostluğunun olmadığını söylemek mümkün değildir. Kur'ân-ı Kerim'i baz alarak hareket ettiğimizde, özellikle inançsız olanların menfi durumları dikkatimizi çekmektedir. Onların olumsuz hallerinden korunarak istenilen dostluk oluşturulur. Zira, Allah'ın kovduğu Şeytan'ın Rabb'inden bir isteği olur. O da. insanları doğru yoldan uzaklaştırmaktır. Bu münasebetle, Şeytan'ın dostluğu ve iyiliği yoktur. Yalnız insanlardan onların dostları olanlar vardır. Onların dostları genellikle inançsız insanlardır. [379]
Bizim tespitlerimize göre, yüz elliye yakın âyette şeytan konu edinilmektedir. Bunlardan bir kısmı Yüce Yaratıcı ile şeytan arasında geçmekte, diğer birçoğu insan-şeytan ilişkisini oluşturmaktadır. Allah tarafından lanetlenen şeytan, Yüce Allah'a şunları söyler:
"Onları mutlaka saptıracağım. Onları ümitlere düşürüp olmayacak kuruntularla aldatacağım ve onlara emredeceğim de davarlarının kulaklarını yaracaklar. Onlara emredeceğini de Allah'ın yarattığını değiştirecekler!" Kim Allah'ı bırakıp şeytanı dost edinirse açık bir ziyana uğramıştır." [380]
Hz. Allah'ta, "(Şeytan ) onlara söz verir, ümit verir, fakat şeytan'ın onlara va'di aldatmaktan başka bir şey değildir. " [381]
Ayetiyle insanların dikkati çekilmiş olur. Yine Şeytan küstahlıkta bulunarak şunları söyler:
"Ben onları saptırmak için mutlaka senin doğru yolunun üzerine oturacağım. Sonra onlara, önlerinden, ortalarından, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Sen de çoğunu şükredici bulamayacaksın." [382]"Süslemeler yapacağım ve onların hepsini mutlaka azdıracağım." [383]
Yüce Allah da şeytana;
"Sen onlardan gücünün yettiği kimseleri seninle oynat. Süvari ve piyadelerinle üzerlerine yaygarayı bas. Mal ve evlatlarına ortak ol. Onlara yalan va'dler yap. Fakat şeytan onlara batıldan başka bir şey vaad etmez. Doğrusu benim halis kullarım var ya! Senin onların üzerinde hiçbir hükmün yoktur. Rabb'in ise vekil olarak yeter. " [384] Buyurarak şeytanın hilesinin ve kötülüklerinin inanan samimi Müslümanlar için bir şey ifade etmediğini belirtmiş olur.
Kur'ân-ı Kerim'de yer alan Hz. Adem ve İblis kıssası, bir ibret tablosu olarak insanlığın idrakına sunulmaktadır. Söz konusu hadisenin Hz. Peygamber ve onun ümmetine verilmiş olması, alınması gereken bir takım dersleri yanında getirmektedir. Söz konusu âyetler, bütün insanlığı uyarmaktadır. O gün insanlığın atasını şaşırtıp cennetten çıkmasına vesile olan şeytan, bugün de ilk peygamberin evlatlarını şaşırtmaktan geri kalmayacaktır. Nitekim Yüce Allah Bakara, Araf, Tâhâ, Hicr, Sâd ve İsrâ sûrelerinde Hz: Adem'in kıssası haber verdikten sonra, değişik sûre ve âyetlerde Hz. Muhammed ve onun tebliğine muhatap olan insanlığa şeytanın yapabileceği bütün düşmanlıkları haber verilmiştir. İslâm'ın hedefi insanlığı kurtarmaktır. Çünkü Yüce Allah, Hz. Peygamberin tebliğine muhatap olan insanlara;
"Ey Adem oğulları! Sakın şeytan ananızla babanızı, edep yerlerini kendilerine göstermek için kandırıp cennetten çıkardığı gibi, sizi de belaya sokmasın! Çünkü o ve kabilesi sizi kendilerini göremeyeceğiniz yerden görürler. Biz şeytanları iman etmeyenlere dost kıldık," [385] ifadeleriyle şeytanların durumunu ve insanların alması gereken tedbirleri hatırlatmaktadır.
İnsanlığın atasına ve nesline düşman olan şeytanın durumu, zamanımızda da çok değişik şekillerde devam etmektedir. İlk zamanlar yasak edilen bir ağaç olmuştur. Zamanımızda daha değişik yasaklar bulunmaktadır. İşte, şeytanın insanlığa yapmış olduğu düşmanlıkları birkaç başlık halinde özetleyecek olursak, konunun önemini daha iyi kavramış oluruz. [386]
İblis, cin ve şeytan başlıkları altında incelenirken görüldüğü gibi, İblis'in insanlığa kötülük yapmak için yardımcıları vardır. Hz. Cabir'den gelen rivayette, Hz. Peygamber şöyle buyurur:
"İblis tahtını deniz üzerine kurar. Bölük bölük askerlerini oradan göndererek, insanları fitnelere düşürür. Askerlerin değer bakımından en büyüğü, fitne koparma bakımından en başarılı olanıdır." [387]
İblis'in verdiği görevlerin başında aile düzenini bozmak ve bu yolları teşvik gelir. Söz konusu askerlerden bazısı gelip yaptığını İblis'e anlatır. Fakat İblis memnun olmaz. Sonra başka bîri gelip, insanın kendisiyle karısının arasını iyice ayırıncaya kadar terk etmediğini söyler. Bunun üzerine şeytanların atası, o askeri koltuğunun altına alarak "Sen ne kadar iyisin" diyerek taltifte bulunur. [388]
İslam'da aile bir milletin ve toplumun temelini oluşturmaktadır. En ufak birimden itibaren aile iyi olursa toplum, devlet ve milletler iyi olacak, onların ayakta kalmaları sağlanacaktır. Aksi halde fiziki'güç bakımından güçlü olmak devlet ve milletin ayakta kalmasına yetmemektedir. Yüce Allah'ın bildirdiğine göre, şeytanın aile düzenini bozmak için birtakım metotları bulunur. Bunlar arasında, içki, kumar, kötü yollar ve insanlara yapılan haksızlıklar başta gelir.
"Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili putlar, kısmet için çekilen zarlar ancak ve ancak şeytanın işi murdar şeylerdir. Onun için bunlardan sakının ki, kurtuluşa eresiniz. Şeytan içki ve kumarla muhakkak aranıza düşmanlık ve kin düşürmek için, sizi Allah'ı anmaktan ve namaz kılmaktan alıkoymak ister. Artık siz vazgeçiyorsunuz değil mi?" [389]
"Şeytan sizi fakirlikle korkutup fuhşu emreden.. " [390]
"Ey insanlar! Yerdeki şeylerden helal ve temiz olmak şartıyla yiyin. Şeytanın izinden gitmeyin. Çünkü o size apaçık bir düşmandır. O size, kötülüğü, hayasızlığı ve Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder." [391] buyurmaktadır.
Yukarıya aldığımız ayetlerin anlamlarına dikkat edilecek olursa, Yüce Allah toplumun en küçük bireyi olan ailenin yok edilmesini, neticede bütün kutsal değerlerin bozulmasını sağlayan, insanı örf, âdet ve öz benliğinden uzaklaştırıp dünya ve ahirette rezil eden prensipleri sıralamaktadır. Bunlar
1) İçki,
2) Kumar,
3) Şans oyunları
4) Cimrilik,
5) İsraf,
6) Fuhuş,
7) Pis yiyecekler,
8) Faiz,
9) Livâta,
10) Fitne çıkarma gibi kütüklerdir. Bunların tamamı dostluğa engel olan kötü hasletlerdir. Şeytanda bunu istemektedir. [392] Yüce Allah ailenin, milletin ve insanlığın kurtuluşunun bu fiillerden sakınmakla olacağını belirtir. [393] Şeytan ise, aksini savunur.
Fizik kanununda bir konuda iki zıt görüşün ikisinin de doğru olması mümkün değildir. İkisinden birisi doğru diğeri yanlıştır. Buna göre ya Allah'ın buyurduğu veya şeytanın iddiası doğrudur. Zamanımızda içki içen birine sorulsa, içkinin iyi olduğunu söylemesi mümkün değildir. Hiçbir akıllı insan yukarıda sıralanan maddelerin doğruluğunu ve aileye faydalı olduğunu söylemesi düşünülemez. Fakat alışmış, bırakamamaktadır. Bunlardan kurtulmaya çalışır. İslâm böyle insanların elinden tutulmasını, kurtarılarak cemiyete kazandırılmasını ister. Öyleyse, insanlığın mutluluğu, Allah'ın emrettiği temiz şeylerin yenilmesi ve içilmesine bağlıdır. Şeytanın isteklerinden kurtulmak gerekmektedir. Diğer taraftan, söz konusu şeylerin kötü olduğunu anlamak için, bir dine sahip olmayı da gerektirmez. Zira, yirminci asırda bütün dünyanın belâsı yukarıya alınan kötü hasletlerdir. Bir de, dini inanç uğruna, doğan çocuklar içki ile yıkanıp, temizlendiğine inanılıyorsa o dinin İlâhî vasfını iyi düşünmek gerekmektedir.
Şu satırları yazdığım Türkmenistan'da, söz konusu ayet ve hadislerin işaret ettiği esasların neticesini çok hazin bir şekilde görmek mümkün olmuştur. Türkmenler kısmen de olsa, dini inançları sayesinde benliklerini koruyabilmişlerdir. Ruslara gelince, bütün ilâhi dinlerce kutsal sayılan mukaddes değerlerin yerini para, fuhuş ve uyuşturucu almıştır. Paranın yapamadığı hiç bir şey kalmamıştır. Ahlaksızlık, görünüşü dev olan bir milleti içinden kemirerek, temelsiz bir duruma getirmiştir. Bir milletin temelini oluşturan ailenin kutsal değerleri yıkılarak, bunun yerine geçici bir zevkin oluşturduğu inanç benimsenmiştir. Erkeklerin büyük çoğunluğu, içki ve uyuşturucu müptelası olarak sorumluluk duygusundan mahrum kalmışlardır. Bunun sonucu olarak, toplumda kadınların temel hak ve hukukları ortadan kalkmıştır. Aile geçimi için her şey normal hale gelmiştir. [394]
Yüce Allah, emrine muhalefet eden şeytanı cennetten kovmuş, [395] Hz. Adem'e de gerekli ikazı yapmış, [396] neticede Şeytan ve insanlığın atasını birbirine düşman olarak dünyaya göndermiştir. [397] ''Birbirinize düşman olarak dünyaya inin" ayetinin yorumunu yapan müfessirler, bu düşmanlık asıl olarak insan-şeytan arasında olmaktadır. Bununla birlikte, insanların kendi aralarında da düşmanlığın olacağı anlaşılmaktadır. Zira, dünya hayatında Allah yolunda gidenler ve şeytanın istediğini yapanlar devamlı olacaktır. Bunların mücadeleetmeden beraber yaşamaları mümkün değildir. [398] İnsan-şeytan düşmanlığı kesindir.
Kıyamete kadar da sürecektir. Bu düşmanlık bütün peygamberleri ve ümmetlerini muhatap almaktadır. [399] Bunu ahirete kesin inanan ve inanmayanları ayırdetmek için yaptığını buyuran Yüce Allah, inananlara şeytanın zarar veremeyeceği belirtir. [400]
Diğer taraftan, insanların birbirleriyle olan mücadelesinin inanç bazında devam edeceği anlaşılmaktadır. Çünkü inananlar insanlığın kurtulması ve dostluğun oluşması için iyi ilişkiler içine gireceklerdir. Bunun karşıtı olarak Şeytan, bazı insan guruplarını kendi yanına çekerek karşı atakta bulunacaklardır. Bunların görevi, Allah'ın kurulmasını istediği dostluğa engel olmaktır. Bunun için gerekli şartlar onlar tarafından yerine getirilir. Zira dünyada inançsızlığın yayılması şeytana uyma ile olur. Bütün kötülüklerin temelini de onlar oluşturur. Yüce Allah, konuyla ilgili bilgileri verirken şöyle buyurur. .
"Ey iman edenler! Hepiniz sulha giriniz. Seytan'ın adımlarına uymayınız. Çünkü O sizin açık bir düşmanınızdır. Bunca açık deliller geldikten sonra, yine ayağınız kayarsa iyi bilin ki, Allah çok ulu ve hakimdir." [401]
"...And olsun insanlardan her kim sana uyarsa, cehennemi hep sizlerden dolduracağım.” [402]
"Hakikaten benim kullarım üzerinde senin hiçbir hükmün yoktur. Ancak azgınlardan sana uyanlar müstesna, şüphesiz cehhennem o azgınların hepsine va'd olunan yerdir." [403]
"Her kim Allah'ın zikrine göz yumarsa, biz ona bir şeytan musallat ederiz. Artık onun arkadaşı olur ve şüphesiz bu şeytanlar onları yoldan çıkarırlar. Onlar da kendilerini hidâyete ermiş sanırlar. Nihayet şeytanlarıyla bize geldiklerinde, keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar mesafe olsaydı!... Sen ne kötü arkadaşmışsın der." [404]
Meallerine yer verdiğimiz âyetler ve benzerleri, insanlar için önemli mihenk taşlarını oluşturmaktadır. [405] Bu âyetlerin anlamlarına dikkat edecek olursak şu sonuçları çıkarabiliriz.
1- Her peygambere ve onun ümmetine şeytan musallat olmaktadır.
2- Şeytana mühlet verilmesinin sebebi inananların imtihan edilmesidir.
3- Şeytan Salih kullara zarar veremez. [406]
4- Şeytana uymak dünya ile ilgili musibetleri beraberinde getirdiği gibi, ahirette de azap verilmesine sebep olur.
5- Şeytanın kötülüğü, insanın kendi elindedir. İradesine sahip olur, imanının gereğini yaparsa, kötülükten korunmuş olur. Zira o daima kötülüğü emreder. [407] Şeytan en çok da kalbinde hastalık, şüphe ve fitne olanlara etki edebilmektedir. [408] Dikkat edilirse, bir insanın iyi olması ve Allah'ın rızasını kazanması, şeytan ve yandaşlarının istek ve arzularından uzaklaşmakla mümkün olacağı anlaşılmaktadır. [409]
İslâmi kaynaklarda şeytanın kötü fiilleri arasında sihir ve büyü yoluyla yapılan kötülük zikredilir. Sihir; bir şeyi gittiği yönden çevirmek, değiştirmek, kötü kişilerde görülen ve insanlara kötülük yapmada kullanılan bir takım işlerdir. [410] Türkçe'de büyücülük, cadıcılık, muskacılık, insana vurarak sersemletmek gibi anlamlara gelir. [411] Halk arasında kullanılış itibariyle üçe ayrılır.
Sihirbazların yaptığı el çabukluğu hareketi:
Aslı ve hakikati olmayan zihinde birtakım hayal ve kuruntuların dolaşmasıdır. Yüce Allah konuyla ilgili olarak "Halkın gözlerini büyülediler ve onlara korku sardılar." [412]
"Onların ipleri ve değnekleri sihirleri yüzünden kendisine koşuyormuş hayalini verdi." [413]
"Hz. Musa'nın kavmi onu sihirbaz sandıkları için "Ey sihirbaz! Bizim için Rabb'ine dua et!... " [414] demişlerdi. Yüce Allah insanları yanıltma ile ilgili sihirleri bu şekilde haber vermektedir ki, İslâm'ın yasakladığı kötü bir iştir.
Bir takım yollarla şeytanın yardımını sağlamak:
Dünyada bir takım inançsız insanlar cinlerle irtibat kurarak onların kötü vasıflarından faydalanırlar. Para karşılığı veya düşmanlık için bazı insanlara sihir ve büyü yaparak veya yaptırarak hasta olmasını sağlarlar. Yüce Allah konuyla ilgili olarak;
"Şeytanların kimlerin üzerine indiğini size haber vereyim mi? Onlar her günahkar yalancının üzerine inerler."[415]
"Fakat o şeytanlar kafirlerdir ki; insanlara sihri ve büyüyü öğretiyorlardı..." [416] Âyetlerinin kapsamı bu tip ilişkileri ortaya koymaktadır.
Kaynaklarda Yahudilerden münafık olan Lebib b. Asım'nın, Hz. Peygambere sihir yaptırdığı nakledilir. Buna göre Lebib, Hz. Peygamberin sacını elde ederek büyü yapar. Neticede Hz. Peygamber rahatsızlanır. Bir kuyunun merdiveninin altına saklanan sihir aletleri, Cebrail'in getirdiği vahiy neticesinde ortaya çıkar. Hz. Peygamber Feiak ve Nâs surelerini okuyarak kurtulur. [417] Hz. Peygamber hakkında ileri sürülen bu bilgilerin geniş tahlilinin yapılması gerekir. Vahiy ile desteklenen Hz. Peygambere şeytanın veya bir insanın kötülüğünün dokunması uygun olur mu? Kötülük yapılmışsa, etkisi olmuşmudur? Konuyla ilgili farklı nakiller ileri sürülmektedir. Bunlar incelenerek, İslâmî açıdan bir baza oturtulması gerekmektedir. [418] Zira Yüce Allah, Peygamberini insanların şerrinden koruyacağını belirtmektedir. [419]
Kur'ân-ı Kerim'in değişik yerlerinde sihirden bahsedilir. [420] Hz. peygamberin hadislerinde de zikredilen sihir, hüküm itibariyle yasaklanmış ve şirk kabul edilmiştir. [421] Sihre inanmak dinen caiz değildir. İnananı cennetten mahrum etmektedir. [422] İslâm'da, Hz. Peygamberin yasak ettiği ve Müslümanların sakınmasını istediği şirk, adam öldürme, faiz, yetim malı yeme, savaştan kaçma ve zina gibi yasakların arasında sihir de bulunmaktadır. [423] Hz. Peygamber bir hadislerinde şöyle buyurur.
"Kim düğüm bağlar sonra da ona üflerse sihir yapmış olur. Sihir yapan da şirke girmiştir," [424]
Kur'ân ve sünnet bazında sihir yasaklanmıştır. İslâm alimleri de sihir, tılsım ve göz bağcılığını yasak olarak değerlendirirler. İlâhi vahiy karşısında sihirin bir tesiri olamaz. Nitekim, Hz. Musa'ya verilen mucize sihir bazları etkisiz hale getirir. [425] Lebib b. Asım'ın yapmış olduğu sihir "Düğümlere nefes eden cadıların şerlerinden de Allah'a sığınırım." [426]
Ayeti karşısında bir etiki gösteremez. Kur'ân-ı Kerim’de yer alan Felak-Nas sureleri, istiaze (Allah'a sığınma) ile başlamaktadır. Yüce Allah, söz konusu surelerde kötülüğü dokunması muhtemel şeylerden kendisine dua edilmesini ister. Bunların içinde de düğümlere üfürerek tüküren kadının kötülüğü dikkati çeker. [427] Kaynaklarda yer alan bilgilere göre, Felak-Nas sureleri sihirli düğümlere üfürülmüş, bunun üzerine sihirin bir etkisi kalmamıştır. [428]
Sihir ve büyü ile ilgili Müslümanların yapacağı ilk iş, Allah ve Resulünün yasakladığı bu fiilden uzak kalmaktır. Bu fiili yapan veya yaptıranın dünyada çok perişan olduğu bilinmektedir. Ahiretteki durumlarının ise, daha kötü olacağı anlaşılmaktadır. Kur'ân ve Sünnetten öğrendiğimiz kadarıyla, söz konusu kötü hasletten korunmanın bir takım yolları vardır. Bunların başında Allah'a sığınmak ilk sırayı alır. Konuyla ilgili Yüce Allah yapılması gerekeni şöyle haber verir:
"Ne zaman şeytandan bir kötü düşünce seni dürtüklerse, Allah'a sığın; çünkü O işitendir bilendir. " [429],
"Ve de ki: 'Rabb'im şeytanların dürtüklerinden sana sığınırım", "Ve Rabb'im onların yanımda bulunmalarından sana sığınırım." [430] Buraya alınan ayetlerde de görüldüğü gibi, şeytandan korunmanın yolu Allah'a sığınmaktır. Çünkü görünen bir düşman değildir. İnsanın her hareketine etki edebilmektedir. Kur'ân ve sünnet ışığında yapılması gerekenleri özetlemek gerekirse aşağıdaki maddeleri sıralamamız mümkün olur.
1- İstiaze ile Allah'a sığınılmah ve O'na güvenilmeli, [431]
2- Felak-Nas ve Fatiha sureleri namazlardan sonra ve yatarken okumalı,
3- Hz. Peygamberin tavsiyelerine riayet edilmelidir. [432] Ayet ve hadisleri tarayarak yukarıya aldığımız prensipleri yerine getiren bir Müslüman cin, şeytan ve uzantılarının kötülüklerinden korunmuş olacağı umulmaktadır. [433] Çünkü Allah her şeye kadirdir. İnsanları koruyacak ta, O'dur. O, bütün inananların hakiki dostudur. [434]
a- Lügat Olarak Tanımı: Müşrik, "Şerike" fiilinden türemiş, Allah'a şirk ve ortak koşma, inkar, riya, nifak, bir şeyi uğursuz sayma gibi anlamlara gelir. [435]
b- Terim Olarak Tanımı: Allah'a ortak koşarak puta tapan, ilâhi dîn, peygamber, kitap ve ahiret inancı olmayan kişilere verilen isimdir. [436] ez-Zebidi (ö.748/1347) şirki tarif ederken; insanı yaşatan Allah'a diğer yaratıkları denk tutarak, onlara tapmaları [437] şeklinde tanımlar. Kur'ân-ı Kerim baz alındığında; Hicaz çevresinde belirli bir dini olmayan, Allah'a yaklaşmak için putları aracı kabul eden Araplara, müşrik isminin verildiği anlaşılır. [438]
Kur'ân-ı Kerim'de şirk ve müşriklerle ilgili dokuz yüze yakın ayet bulunur. Konunun önemine işaret eden Yüce Allah, kendisine ortak koşulmasını affetmeyeceğini, şirkin dışındaki günahları isterse affedebileceğini haber verir. [439] Biz burada konuyu genişletmeden müşriklerin dostluğa mani olan tutumlarıyla ilgili nakillere yer vermeye çalışacağız. [440]
Yüce Allah'ın Kur'ân-ı Kerim'de üzerinde en çok durduğu konuların başında zatına karşı yapılan iftira gelir. Bununla birlikte Müşriklere yeri, güneşi, ay'ı hareket ettiren, dünyayı yaratan, her şeye hayat veren. Kabe'nin Rabb'i kimdir? gibi sorular sorulduğunda hep Allah diyecekleri belirtilir. [441] Bir tehlike anında Allah'a yalvaran Müşriklerin, tehlike geçince vazgeçtikleri anlaşılır. [442] Tarihçi Mesûdî, (ö. 346/ 937) Müşriklerden bazılarının Allah'ı tanıdıklarını, putları aracı kabul ettiklerini zikreder.[443] Durum böyle olmakla birlikte, Allah yerine değişik isimlerle putlara tapınışlardır. [444] Yüce Allah, onların kendisine karşı iftira ettiklerini belirtir. [445]
"Cinleri Allah'a ortak koştular. Oysa ki onları da Allah yaratmıştır. Bilgisizce O'na oğullar ve kızlar yakıştırdılar. Haşa! O onların ileri sürdüğü vasıflardan uzak ve yücedir." [446]
"Onlar Rahmanın kulları olan melekleri dişi yaptılar. Yaratılışlarını mı gördüler? Onların bu şahitlikleri yazılacak ve sorguya çekileceklerdir." [447]
Bütün bunların birer uydurma olduğunu haber veren Yüce Yaratıcı kendisinin tek, ilk ve son olduğunu belirterek, [448] her şeyin kendisine muhtaç olduğunu, kendisinin hiçbir şeye muhtaç olmadığını haber verir. [449]
Allah'a şirk koşan Müşrikler için, peygamber, ahiret ve kitap inancı önemli değildir. Kendilerinin hidayetini isteyen rahmet peygamberine karşı gelerek inkar etmişler, inanmak isteyenlere de engel olmuşlardır. Bununla kalmayıp, Hz. Peygamber'den inanmayacakları mucizeler istemişlerdir. [450] Bütün bunların yanında iftira, alay, işkence ve zulüm, kötülüğün diğer boyutlarıdır. [451]
İnanmayanlar, kuru bir kemik yığını, kokmuş toprak olduktan sonra mı dirileceğiz? Diyerek âhiret inancına [452] ve meleklerin varlığına karşı çıkmışlardır. [453] Kur'ân-ı Kerim kendilerine okunmasına rağmen, uydurma ve sihir olarak değerlendirmişlerdir. [454] Müşrikler, kendilerini yok edecek gücün, zamanın olduğunu iddia etmelerine karşı, Yüce Allah'da, onların zan içinde olduklarını ileri sürerek, bu tutum ve davranışlarından dolayı hesap sorulacağını haber verir. [455]
Hz. Peygamber risâlet görevini üç sene gizli olarak yerine getirir. [456] Bir fetret döneminden sonra İslamı "En yakınından itibaren tebliğ et" [457] emri üzerine, açıktan davete başlar. Müşrikler bu tebliğa karşı çıkarak düşmanca ortam içine girerler. Bunun üzerine Yüce Allah kuluna;
"O halde sen emrolunduğun şeyi açıkça söyle ve ortak koşanlara aldırma." [458] emri verilmiş olur.[459] Söz konusu emirlerden sonra Hz. Peygamber Safa Tepesine çıkarak, yakınlarına Allah'ın birliğini ve İslâmı anlatmış, başta en yakınlarından olmak üzere, büyük tepki görmüştür. Bu hadise üzerine, Lehep sûresi nâzil olmuştur. [460] Mekke'de yapılan tebliğ herkes tarafından duyulmuş, Mü'min-kâfir olarak saflar netleşmeye başlamıştı. Müşriklerin eziyetleri karşısında bunalan Hz. Peygambere Rabb'i yalnız bırakmayarak;
"Seninle alay edenlere karşı biz sana yeteriz. Onlar Allah ile beraber başka tanrı edindiler. Yakında bilecekler. Onların sözlerinden dolayı senin canının sıkıldığını biliyoruz. Sen şimdi Rabb'ini hamd ile teşbih et ve secde edenlerden ol. " [461] âyetini gönderir.
Müşriklerin ilâhi tebliğe karşı çıkmalarının kendileri açısından haklı sebepleri vardır. Bunlardan bir kaçı şöyledir. [462]
Bir insan bir başkasına sebepsiz yere düşman olamaz. Düşmanlığın mutlaka bir sebebi bulunmalıdır. İşte, Hicaz'da temeli Hz. Adem'in ümmetine dayandırılan putperestlik inancı,[463] daha sonra Luhay el Huzaî'ye indirgenerek, [464] her kabile için bir put olmuştu. Bunların merkezi durumuna gelen Kabe bir ziyaret yeri haline gelmiş, atalarının bu inancını devam ettirmek, vaz geçilmez batıl bir itikat haline dönüşmüştü. [465] İşte, Hz. Peygamber Allah'a karşı yapılan bu yanlışlıkları ortaya koyup, [466] putların hiçbir faydasının ve zararının olmadığını ilan edince, [467] Araplar çareyi putperestliği savunmada bulmuşlardır. Ahiret inancı da olmayan Müşriklerin, çıkar yolu putperestliğe ve inançsızlığa sarılmada bulurlar. Dolayısıyla, Yüce Allah'tan istenmesi gereken bütün ihtiyaçlar, ilah kabul edilen putlardan istenmiştir. [468]
Hz. Peygamberin tebliğle görevlendirildiği dönemde Mahzun oğulları ve Haşimoğulları arasında bir rekabetin olduğu bilinmekte, diğer kabileler de Mahzun oğullarını desteklemekteydiler. [469] Hz. Peygamberin Kureyş kabilesinden olması, diğer kabilelerin kıskanmasına sebep olur. Ayrıca o dönemde zenginliğin ve şöhretin önemi büyüktü. Hz. Peygamberin fakir ve yetim olması, gurur içinde olanların nefislerine ağır gelir. Müşriklerin içinde bulundukları ortam, kendilerine uzatılan dostluk elini itmelerini sağlar. [470]
Müşriklerin âdetleri kendi yanlış inançları üzerine kurulmuştu. Onlara göre lider veya Peygamber olacak kişi zengin olmalı ve çok çocuk sahibi olmalıydı. Bu şartlar liderlik vasıfları arasında bulunuyordu. Hz. Peygamberin ortaya çıkmış olması, beklenti içinde olanları hayel kırıklığına uğrattı. Müşriklere göre biri lider olacaksa, Hz. Peygamber gibi birisi değil, on tane çocuğu olan Velid b. Mugire, Umeyye b. Halef veya Tâif'in reisi olan Urve b. Mes'ud olmalıydı. Yüce Allah; "... Şu Kur'ân iki memleketin birisindeki büyük bir adama indirilmeli değil miydi?" [471] Âyetiyle bu gerçeğe işaret etmektedir. Hz. Peygamber bir lider olmaktan ziyade bir peygamberdir. O'nun asaleti Hz. Adem'den itibaren övülmektedir. [472] Müşriklerin ise, kabalığı, haşinliği, kötülükleri, soysuzlukları, iyiliğe karşı çıkmaları başlıca özelliklerini oluşturur. [473] Durum böyle olmakla birlikte, Hz. Peygamber bir rahmet Peygamberi olarak gerekli af ve hoş görü içersinde dostluk elini uzatmış, bir çoğunun Müslüman olmasını sağlamıştır.
Değişik kabilelerin Kabe'yi her zaman ziyaret etmiş olmaları, ticâreti elinde bulunduran belirli sınıf mensubu insanların gelir kaynağı idi. Hacc dönemlerinde kurulan panayırlar, yaz-kış kuzey ve güneye yapılan imtiyazlı ticaret Müşriklerin vazgeçilmez çıkarlarını oluşturmaktaydı. [474] Müşrikler bu gelirlerini putlara bağlamaktaydılar. Hz. Peygambere düşman olan Ebu Süfyan, Velid b. Mugire, İkrime, Amr b. Hadrime ve Umeyye b. Halefin birer tüccar olmaları, her türlü zevk sefa içinde bulunmaları dikkat çekmektedir. Menfaatleri ellerinden gidenlerin Hz. Peygambere dost olmaları inancın dışında mümkün değildir. [475]
Müşriklerin Hz. Peygambere karşı tutum ve davranışları değişik boyutlarda olmuştur. Kendi çıkarlarını düşünerek sağlam karar veremeyen Müşrikler, düşmanlıklarını pasif ve aktif olarak sürdürmüşlerdir. İlk zamanlar davetin yayılmasına engel olmayı sürdürürken, daha sonra Hz. Peygamberi öldürmek istemeleri gündeme gelir. Bunun neticesinde bir takım eylemlere girişme ihtiyacını duyarlar. [476]
a- Daveti Engelleme: Müşriklerin tutumları yüzünden, Hz. Peygamber risaletin dördüncü senesinde kendi evini terkederek, Hz. Erkam'ın evine yerleşir. Yeni Müslüman olanları burada kabul eder. İslam'ın yayılmasında Erkam'ın evi bir merkez olarak kullanılır. [477] Müslümanlar Hz. Ömer'in Müslüman olmasına kadar gizlilik içinde ibadetlerini yaparlar. [478] Daha sonra kısmen de olsa, tebliğ ve ibadetlerde bir rahatlama olur. Fakat ne gariptir ki, Hz. Peygamberin tebliğine engel olmak isteyenlerin başında yakınları yer alır. Ebu Lehep Hz. Peygamberin sözlerine karşı çıkarak, O'na itaat etmeyin, O'nu dinlemeyin, O sihir yapıyor diyerek halkı caydırmaya çalışır. [479] Ebu Cehil ve yandaşları Mekke'ye dışarıdan gelenleri Hz. Peygamberle görüştürmemek için ne lazımsa yapmışlardır. [480] Ebu Cehil'de Müslüman olan Hıristiyanları ahmaklıkla suçlayarak, vazgeçirmeye çalışmıştır. [481]
b- Hz.Peygamberle Tartışma ve Alay Etmeleri: Müşrikler zaman zaman Hz. Peygamberle görevinden vazgeçirmek için tartışmışlardır. O'na, kendilerinin değer verdikleri mal-mülk, kadın ve liderlik teklifinde bulunmuşlardır. Hz. Peygamber ise, onlara ya benim tebliğimi kabul edersiniz, yahut da Allah benimle sizin arasında hükmünü verir diyerek teklifleri geri çevirir. [482] Müşrikler, Hz. Peygamberden kendi putlarına ibadet etmelerine karşılık, Allah'a ibadet edeceklerini söylemişlerdir. Yüce Allah bu duruma kafirun süresiyle cevap vermiştir. [483] Hz. Peygamber kendisiyle tartışan Velid b. Mugire'ye on tane vasfını haber verir. Dokuzunu kendinde bulan Mugire onuncu vasfı için annesini sıkıştırır. Neticede, babasının bir çoban olduğunu öğrenir. [484] Velid. b. Mugire, Hz. Peygamberin bu kerametini görmesine' rağmen dünya menfaatlerinin kaybolacağı korkusuyla inanmaktan vazgeçer.
Bilgisiz insanların genel karakteri, muhataplarını alaya almaya çalışmalarıdır. Müşrikler de ilk günden itibaren aynı silaha sarılırlar. Hz. Peygambere bir ara vahyin gelmesi kesilince, "Rabbin seni unuttu" diyerek alay etmişlerdir. Bunun üzerine Allah Duha suresini nazil etmiştir. [485] Ebu Cehil cehennemin bekçileri konusundaki sayı ile alay edince Yüce Allah, "Biz, o cehennemin bekçilerini meleklerden başkasını görevlendirmedik." [486] buyurarak ikazda bulunmuştur. [487]
Müşriklerin Hz. Peygamber ve inananlara düşmanlıkları açık davetten sonra daha da artmıştır. O'na komşuları, akrabalarından bazıları, devamlı kötülük yapmış, hatta Hz. Peygamberin kızlarını boşayacak kadar ileri gitmişlerdir. [488] Kureyşin ileri gelenleri Hz. Peygamberi öldürmek için, Ebû Tâlib'e müracaatta bulunurlar. Buna karşılık içlerinden kimin oğlunu evlat edinmek isterse, alabileceğini teklif ederler. Ebu Talip te
"Sizin benim oğlumu öldürmeniz, benim de sizin oğlunuza yedirip içirmem adil midir? diyerek cevap verir." [489]
Kureyşlilerden her kabile, içlerinden Müslüman olanları, hapsetmek, dövmek, aç susuz bırakmak, en sıcak zamanlarda güneş altında tutmak suretiyle dinlerinden döndürmeye çalışırlar. [490] Ammar b. Yasir'in babası ve Annesi dinlerinden dönmeyip işkence altında ölenler arasında bulunur. [491] Abdullah b. Abbas işkenceye dayanamayıp putlara Allah demek mecburiyetinde kalır. Bunun üzerine Yüce Allah böyle durumda olanların günaha girmeceğini haber verir. [492] Hz. Peygambere komşu olan Ebû Lehep ile Ukbe b. Ebî Muay hayvan işkembesini ve insan pisliklerini Peygamberin kapısına atarlardı. [493] Hz. Hamza pisliği dökmek isteyen Ebû Leheb'i görmüş, elinden alarak başına dökmüştür. [494] Ebû Lehep ve karısının Peygamberimize düşmanlığı o kadar ileri gitmişti ki, Peygamberin kızlarını oğullarından boşatmışlardı. Müşriklerden bazıları secdede iken Hz. Peygamberin üzerine pislik attıkları için lanetlenmişlerdir. [495]
Hz. Peygamberin müezzini Hz. Bilal kızgın taşlar altında işkence edilenler arasında bulunur. Umeyye b. Halef öğle sıcağında onu işkenceye tabi tutmuş, inkar etmedikçe bırakmayacağını söylemiş, O'da, Allah bir Allah bir diyerek cevap vermiştir. [496] Müşriklerin yaptıkları işkenceler sadece erkeklerle sınırlı kalmamış, kadınlara da işkence ve zulüm yapmışlardır. Bunlardan biri Zinnîre hatundur. Ebu Cehil'in yaptığı işkenceler neticesinde gözleri kör olmuştur. Ebu Cehl'in gördün mü? Lat ve Uzza senin gözlerini de kör etti demesi üzerine, Zinnîre hatun vallahi böyle değil diye itirazda bulunur. Bir gün sonra Zinnîre hatunun gözlerine Allah şifa verir. Bunun üzerine Müşrikler, bu Muhammed'in sihridir diyerek cevap verirler. [497] Yine Ebu Cehl'in saldırısına uğrayan kadınlardan biri de, Ammar b. Yasir'in annesi Sümeyye vâlidemizdir. Bir gün çok sert geçen bir münakaşadan sonra Ebu Cehl O'nu mızrağı ile öldürür. Böylelikle, İslam'ın ilk kadın şehit unvanını Sümeyye validemiz almış olur. [498]
Müşriklerin yaptığı işkence sadece fakir ve kölelerle sınırlı kalmamış, zengin ve üst seviyede kabul edilen Müslümanlar da nasiplerini almıştır. Bunlar zincire vurulmuş, dayak yemişlerdir. [499] Tarihçiler işkenceye uğrayan Müslümanların uzun bir listesini vermektedirler. [500] Burada ilginç olan, işkenceye uğramış olanların birçoğuna yapılan zulüm, yakınları tarafından yapılmış olmasıdır. Hicretin beşinci yılında doğdukları şehri ve akrabalarını bırakarak Habeşistan'a gidenlerin durumunu düşünmek gerekir. Mazlum durumundaki kölelerin durumu ise yürekler acısıdır. Akla gelmeyecek eziyetler onlara reva görülmüştür. [501] Müşriklerin başta Hz. Peygambere ve inananlara yaptıkları araştırılacak olsa, sanırım başlı başına bir çalışma meydana gelir. [502]
Müşriklerin yaptıkları arasında üzerinde durulması gereken önemli konulardan biri de, sosyal ve ekonomik boykotlarıdır. Müslümanları dinlerinden döndürmek için bütün yolları denemişler, fakat netice alamamışlardır. Üstelik önemli kişiler de birer birer Müslüman olmuştur. Çaresizlik içinde kendi aralarında bir anlaşma yaparak Müslümanlarla her türlü ilişki kesilmiş, yapılan anlaşma Kabe'nin duvarına asılmıştır. Üç yıl süren Şib-i Ebi Talip muhasarası neticesinde dünyanın eşine rastlamadığı bir durum ortaya çıkmıştır. Ağaç yaprakları ve deri parçaları yiyen Müslümanlar sabırları sayesinde imtihanı kazanmışlardır. [503]
Hz. Peygamberi öldürme Planı:
Müslümanlara uygulanan üç yıllık boykot kararından bir netice alamayan Müşrikler, Dârun Nedve denilen evde toplanarak, Hz. Peygamberi öldürme kararı alırlar. Bunun neticesinde, Hz. Peygamber Medine'ye hicret etmek zorunda kalır. Müşrikler bunlardan da bir netice alamazlar ve kurdukları planlan hiçbir işe yaramaz. [504] Allah'ın yardımı Peygamberiyle beraber olur. [505]
Yüce Allah Kurân-ı Kerim'de şirk ve mahiyetini açıkladığı gibi, şirkte, zulümde ileri giden müşriklerden bazılarını haber verir. Bu münasebetle, müşriklerin inançlarını, yaptıklarını ve sonucunu bildirmekle kıyamete kadar aynı yolu takip etmek isteyen insanların dikkatini çekmektedir. Onlardan bazılarını şunlardır:
a- Velid b. Mugîre: Velid b. Mugîre müşrikler içinde en yaşlı, zengin ve çok çocuğu olan birisidir. Hz. Peygamberin okuduğu Kur'ân karşısında hayretini gizleyememiş, kavminden çekindiği ve menfaati için inkar etmiştir. [506] Yüce Allah Peygamberi vasıtasıyla O'nun ve benzerlerin vasfını Kur'ân'da bildirmiş, O da kendisinin bir zinadan olduğunu Hz. Peygamberden öğrenmiştir. [507]
b- Ebû Cehil: İslam'a, O'nun peygamberine ve inananlara en fazla düşman olanlardan biridir. Kendi gücüne, malına ve çevresine güvenen Ebû Cehil, kendisine verilen mühleti unutarak, kötülükte hayli ileri gitmişti. Yüce Allah, "işte o doğruyu kabul etmemiş, namazda kılmamıştı. Aksine yatan saymış yüz çevirmişti. Sonra da çalım sata sata kendi ehline dönmüştü. Layıktır (o azap) sana layık. Evet, layıktır sana (azap) layık. İnsan kendini başı boş bırakılacağını mı sanıyor?" [508] buyurarak başına gelecek azabın dehşetini haber vermektedir.[509]
c- As b. Vâil: Hz. Peygambere karşı çıkan, hak hukuk adalet nedir bilmeyenlerden biri de As b. Vâil'dir. Bunun özelliği şirkle birlikte âhireti inkarı, yoksul ve yetimi hor görmesidir. Yüce Allah bunun ve benzerlerinin durumunu maun sûresinde haber vermiş, başlarına gelecek azabı kendilerine hatırlatmıştır. [510]
d- Ebû Lehep: Hz. Peygamberin amcası olan Ebu Lehep yeğeninin baş düşmanıdır. "En yakın akrabanı uyar." [511] ayetinin gereğini yapan Hz. Peygambere kızarak hakaret etmiş, geçeceği yollara dikenli ağaçlar atmıştır. Bu duruma karısı da yardımcı olmuştur. Hz. Peygambere yapılan bu eziyetler karşısında lehep suresi inmiş ve verilecek cezaların durumu açıklanmıştır. [512]
Yüce Allah, kendisine, Peygamberine ve O'na verilene karşı koyan inkarcılardan hesap soracağını haber verirken; "... Rabb'ine and olsun ki, hepsini yaptıklarından sorumlu tutacağız. Ey Muhammedi artık sana buyrulanı açıkça ortaya koy. Puta tapanlara aldırış etme. Allah'la beraber başka bir tanrının bulunduğunu kabul eden alaycılara karşı, şüphesiz biz sana kefiliz. Yakında ne olduğunu öğreneceklerdir." [513] buyurur. Allah onlara mühlet vermektedir. Yaptıklarını mutlaka soracaktır. Hz. Peygamber için söylenen kötü sözler, Müslümanlara yapılanlar karşılıksız kalmayacak, neticede her insan yaptığından sorumlu olacaktır. Bununla birlikte Müslümanlar onların bütün olumsuz haraketlerîne karşı dost ellerini uzatarak içinde bulundukları çıkmazdan kurtarılmaları gerekmektedir. Zira, insan bilmediğinin düşmanıdır. İyi hasletlerin tanıtılması gerekir. Bütün bunlar yapılırken insanlık gereği onların düştükleri hatalara düşülmemesi gerekir. Özellikle inandıkları putlara ve yanlış itikatlara hakaret edilmemelidir. Yüce Allah, bir takım insanlardan gelebilecek olumsuz davranışlar için uyulması gerekeni şu şekilde belirtin "(Sen onların sana yaptığı) kötülüğü en güzel şeyle önle (kötülüğe iyilikle karşılık ver). Biz onların (seni ne kötü sıfatlarla) vasıflandırdıklarını biliyoruz." [514]
Kötülük benzer hareketi doğurur. Af ve hoş görü daima dostluk oluşturur. Kaba davranılması Müslümanlara yakışmaz. Çünkü kendilerine uzatılan dostluk elini itmeleri halinde yaptıklarının karşılığını dünya ve ahirette bulmaları mümkündür. [515]
Yüce Allah, kullarının yaptığının karşılığını hemen verm'emekte, inanmaları veya tevbe etmeleri için zaman tanımaktadır. Allah kendisine ortak koşan, inananlara zulmeden müşrik veya benzerlerini kendi hallerine bırakacak değildir. Yapılan mutlaka karşılığını bulacak, adalet tecelli edecektir. Allah'ın yapılanlara karşı hemen ceza vermeyişi rahmetinin bir tecellisidir. Kur'ân-ı Kerim'de eski milletlerin helak oluş sebeplerinin bildirilmesi, onlara verilen mühletlerin hatırlatılması, başta inançsız insanların dikkatleri çekilirken, Müslümanların da bu durumlardan ders alması istenmektedir:
Azabın hemen verilmemesi, inanacak, tevbe edip af dileyecek kulların ceza görmemesine vesile olacaktır. Nitekim müşrik olup ta, sonunda gerçeği gören hayli insan vardır. İnanmayacak olanlara da verilecek zaman, onların günahlarını artırarak neticede itiraz edemeyeceklerdir. Zira "inkar edenler sanmasın ki kendilerine mühlet vermemiz onlar için hayırlıdır. Onların günahlarını artırmaları için belirli bir mühlet veriyoruz. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır. " [516] âyeti bu gerçeği çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. [517]
Hz. Peygamber Mekke de kaldığı sürece Medinelilerle akabe biatleri yaparak, onların Peygamberi koruyacaklarına dair söz alır. [518] İnkar edenlerin Hz. Peygamberi öldürmek için kurdukları planları Yüce Allah'ın bildirmesi üzerine, [519] Medine'ye hicret ederek site devletini kurar. [520] Medine'de Müşriklerle Bedir. [521] Uhud, [522] ve Hendek savaşlarını yapar. [523] Bu savaşların neticesinde Müşrikler Müslümanların gücünü anlarlar. Daha sonra, Hudeybiye anlaşması yapılarak bir sene sonra umre için Mekke'ye gidilmesine karar verilir. [524] Bu anlaşma ile büyük fetihlerin kapıları açılıp, Müslümanlara:
"...Allah sizinle beraberdir, O sizin amellerinizi zayi etmeyecektir." [525]
Müjdesini verir. Bu hadiseden sonra Medine'de Müslümanların sayısı hızla artar. Müşriklerden kaçan Müslümanlar Müşrik tüccarlar için tehdit olur. [526] Neticede Müşrikler yaptıklarını toplamaya başlarlar. Hz. Peygamber H.8 M.630 yılında hazırladığı bir ordu ile Müşriklerin zulmüne bir nokta koyar. Bununla birlikte Mekke'nin fethi Müşriklerin yaptıklarının tersine dünyada benzerine rastlamayacak bir şekilde dostluk örneği sergilenip, düşmanın kalbi fethedilerek Allah'ın vaadi gerçekleşmiş olur. [527] Hz. Bilal'ın ezanını eşek sesine benzeten Altab b. Esid bu af karşısında kendini tutamayarak Ya Muhammed Bilal'ın ezanını eşek sesine benzetmiştim. Özür diliyorum. Gerçekten hak peygambermişsin diyerek itiraf eder. Hz. Peygamber'de, bu'şahsı Mekke valisi yaparak insanlara nasıl dost olduğunu gösterir. [528] Zira, ölümü bekleyen Mekke halkı, kendilerini yapılan af karşısında bir çoğu müslüman olur.
Müşriklere Verilen İhtar: Mekke'nin fethinden sonra daha önce Müslümanlara yaşama hakkı tanımayan Müşriklerin durumu değişmiş, Müslümanların gücü karşısında ne yapacaklarını şaşırmışlardır. Kabe putlardan temizlendikten sonra, ilk hacc emiri olarak Hz. Ebubekir görevlendirilir. Daha sonra tevbe suresi nazil olur. Hz. Peygamber Hz. Ali'yi görevlendirerek Hz. Ebûbekir'e gönderir. Müşriklere,
a) Müşriklerin Kâbeye girmemesi,
b) Çıplak dolaşıl maması,
c) Cennete müminlerin gireceği,
d) Ahidlere zamanı doluncaya kadar uyulması gerektiği,
e) Müşrikler anlaşmalara uydukları sürece Müslümanların anlaşmalara bağlı kalacakçarı ilan edilmiş olur. [529]
Tevbe suresi nazil olduktan sonra, Müşriklerin statüsü belli olmuş, Müşrik ve mürtetlere yapılması gereken kurallar açıklanmıştır. [530] Bunun üzerine Hz. Peygamber de Müşrik olanların Hicaz'dan çıkarılmasını emretmiştir. [531] Hz. Peygamberden sonra her zaman Müşrik statüsünde insanların olması mümkündür. Dolaysıyla Müslümanlar bu gibi insanlarla daima ilişki içinde olmak mecburiyetindedirler. Bunlarla ilişkilerin nasıl olması gerektiğini yine Kur'ân-ı Kerim haber vermektedir. [532]
Mekke döneminde görüldüğü gibi, Müşrikler her fırsatta Hz. Peygamber ve inananlara değişik işkence ve zulümler yapmışlardı. Hz. Peygamber hayatı boyunca onlarla mücadele etmiş, kötülükleriyle birlikte nasıl dostluk kurulduğunu göstermiştir. İnanan insanlar, karşılıklı ilişkilerde Peygamberlerini iyi örnek almaları gerekmektedir. Çünkü zamanımızda o dönemdeki gibi puta tapan yoktur. Fakat benzer inançlar vardır. Müslümanlar geçmişi çok iyi tanıyarak, yirminci asır insanlarıyla istenilen dostluğu kurmaları gerekir. Zira, her dönemin kendine has bazı özellikleri olabilmektedir. Dolayısıyla kurulacak karşılıklı ilişkiler, sağlam temellere oturtularak sonunda pişman olunmaması arzulanır. Bunun için İslam'ın konuyla ilgili verdiği bilgiler hazmedilerek, dostluğun oluşmasında önemli olan istişare, hoşgörü ve af göz ardı edilmemelidir. Çünkü her kesimden insanlarla kurulacak dostluk belirli bir zamanla sınırlı değildir. Kıyamete kadar devam edecektir. Müslümanlar Kur'ân'a ve Hz. Peygamberin sünnetine uydukları sürece, Hz. Peygamber döneminde olduğu gibi, İslâm kuvvetlenecek, kötülükler dostluğa ve kardeşliğe dönecektir. Zira o dönemde yüzyıllar boyu bir birine düşman olan insanları kardeş yapan ayetler aynen mevcuttur. [533] Zamanımızda istenilen dostluk pekişmiyorsa, bundan müslümanlar sorumludur. [534]
Kur'ân-ı Kerim'in ifadesine göre, Müşriklerin inançlarıyla dostluğun oluşması mümkün değildir. Yalnız onlarla ikili ilişki içine girerek, İslâm'ın güzel hasletlerini tanıtmak mümkündür. Diğer taraftan, dünya ile ilgili konularda müşterek hareket etme zorunluğu olabilmektedir. Ne var ki, hiçbir dine inanmayan insanların genel karakteri bellidir. Fıtrat dinini istemez ve inananları sevmezler. Bu durum, son ilahi mesajda şöyle hatırlatılır. "Ey iman edenler! benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Kendileriyle aranızdaki sevgi yüzünden onlara peygamberin maksadını ulaştırırsınız değil mi?..." [535]
Yine konuyla ilgili diğer ayetlerde Müşriklerin durumunu açıklayan Yüce Allah, Allah'tan başka bir ilâha inanılması, Kur'ân âyetlerini inkar etmeleri, [536] Müslümanların hayrını istemeyecekleri, [537] düşmanlıkta acımasız olduğu, [538] Müslümanların kuvvetli durumlarında anlaşmalara uyacakları, [539] insanları saptırmak isteyeceklerini belirtir. [540] Buna göre karşılıklı ilişkilerde dengeli olmak zorunluğu bulunur. Zira İslâm'ın hoş karşılamadığı dostluklar belirli bir menfaate dayanır. Çıkar bitince dostlukta biter. Belirli bir dine inanmayan insanların dostluğuna güvenerek geçici süre de olsa, tedbir elden bırakılamaz. Zira, onların maddi açıdan kuvvetli olmaları, Kur'ân'ın arzuladığı dostluğun oluşmasına engel teşkil edecektir. [541]
Yüce Allah, Müşriklerin insanları cehenneme çağırdığını, [542] onlara inanılmaması gerektiğini, [543] hanımlarıyla evliliğin caiz olmadığını [544] ve düşmanlıklarından korkulacak bir durumun olmadığını bildirir. [545] Zira, inananların asıl dostu Allah'tır. O inancında samimi olanları korur. Çünkü gönderdiği Peygamberlerine bu konuda söz verilmiştir.
"Gönderilen Peygamber kullarımıza şu sözümüz geçmişti: 'Mutlaka kendilerine yardım edilecektir ve galip gelecek olanlar, mutlaka bizim ordularımızdır'." [546]
Buraya alınan ayetten anlaşıldığına göre, Yüce Allah dinini tebliğ eden Peygamberlerine ve inananlara yardım edecektir. Onların zararları ve sapıtmaları belirli kişilerle sınırlıdır. Onlardan korkulacak bir durum yoktur.
"Ey (müminler) verdikleri sözü bozan, peygamberi yurdundan çıkarmaya kalkışan, önce size karşı savaş başlatan bir kavme karşı savaşmayacak mısınız? Yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer gerçek müminler iseniz bilin ki Allah kendisinden korkmanıza daha layıktır." [547] İslâm'ın hedefi Allah'ın birliğini tebliğ etmektir. İnsanların öldürülmesini arzulamaz. Ancak zaruret halinde savaşa izin verilir. [548] Karşı tarafın savaş başlatması veya zulüm yapılması halinde nefsi müdafaa hakkı doğar. Yukarıdaki ayette yer alan
"Size karşı savaş başlatanlara karşı savaşmayacak mısınız?" ifadesi, bu gerçeği yansıtır. Her ne durumda olursa olsun, Müslümanın korkacağı tek birisi vardır. O da kendini yaratandır. Her an hesap verecek gibi hazır olması gerekir. Rabb'inden korkup gereğini yerine getirenlere Allah yeter. Müslümanlar için kurulan tuzakların daha etkilisi, Allah tarafından inançsızlara kurulur. [549] Çünkü Allah'ın razı olmadığı inanç sistemi şirktir. Onların düşmanlığı çetindir. [550] Onların şerrinden inanan insanları koruyacak olan Allah'tır. O asıl dost ve yardımcıdır.[551]
Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerim'de Müşriklerin zulümlerini, şirklerini, vasıflarını ve karakterini belirtmekle kalmayıp, inandıkları putları ve uzantılarını dost edinilmemesini istemiştir. Bunlara Lat, Menat, Uzza, Endad, Evsen ve Esnam gibi isimler verilir. [552] Zikredilenlerin dışında bir de Tâğut vardır ki, Kur'ân-ı Kerim'de sekiz yerde zikredilir. [553] Müfessirler tarafından söz konusu kelimenin çok değişik tanımı ve tahlili yapılır. [554] Yüce Allah kelimenin geçtiği âyetlerde, onun reddedilmesini, onu dost kabul edenlerin felakete gideceğini, [555] inanmayan insanların tâğut için savaştığını, [556] peygamberin bunları red edip tevhidi hakim kılmak için gönderildiğini belirtir.
Kur'ân'da yer alan müşriklerin ve inanmayan insanların istek ve arzularının uzantısı kabul edilen tağut'un, Allah'ın ve peygamberin razı olmadığı, Allah'ın dinine karşı oluşturulan inançlar olduğu anlaşılmaktadır. Bu gibi inançlar. Şeytana dayanmaktadır. Kur'ân' ve sünnete uymazlar. Diğer putlardan farkı, madde olmayışıdır. [557] İşte, Yüce Allah, böyle düşünce ve davranışları Müşriklerin ürünleri olarak vasıflandırmakta, mü'minleri ikaz etmektedir. [558] Kur'ân-ı Kerim'in ifadesine göre, put sâdece önünde saygı gösterilip bir şey istenen ilâh değildir. Allah'ın istemediği, insanları dünya ve ahırette zarara sokacak şirk kalıntılarının tâğut kapsamında değerlendirileceği anlaşılır. Müslümanlar Müşriklerin inançlarından kendilerini ve nesillerini korumaları gerekmektedir. Bu insanlarla Müslümanların gerek dünya menfaati ve gerekse dini konularda ilişki içinde olmaları her zaman mümkündür. Ne var ki, kötülüklerinden emin olmak için maddi ve manevi tedbirler alınmalıdır. [559] Aksi durumda, Müslümanların dinlerini ve örflerini istenilen ölçülerde yaşamaları ve korumaları mümkün değildir. [560]
Yahudilik Hz. Musa ile M.Ö. yaklaşık XII. yüzyılda teşekkül Eder. [561] Daha sonra Filistin'de çeşitli dönemler geçirir. İslam'dan önce Arabistan'a değişik yollarla gelerek çeşitli koloniler kurduğu nakledilir. [562] Hz. Peygamberin risaletle görevlendirildiği dönemde Mekke'den ziyade, yakın çevrelerde kurulan panayırlarda görülürler. [563] Onlar Müşrik araplar üzerinde etkili olmak için Hıristiyanlara mücadele ettikleri, mağlup olunca da gelecek nebi ile korkuttukları bilinir. [564] Fakat ahir zaman nebisi gelince de, kendi ırklarından olmadığı için inkar ederler. [565]
Yahudilerin Mekke'den ziyade, Medine döneminde nazil olan ayetlerin muhatabı oldukları dikkati çeker. [566] Söz konusu ayetlerde, Firavn'a gönderilen peygamberin misali verilerek, inanmaları için, Mekke halkına da Peygamber gönderildiği haber verilir. [567] Peygamberimizle ilgili olarak; "Senden önce de vahyettiğimiz kişilerden başkasını peygamber olarak göndermedik. Eğer bilmiyorsanız Ehli zikre sorun " [568] buyurarak, Ehl-i kitap bilginlerinin ilâhi vahiyden haberleri olduğunu hatırlatır. Diğer taraftan İsrail oğullarının içinde bulundukları yanılgıları belirtmek üzere, "(Kur'ân) İsrail oğullarına onların üzerinde ihtilaf ettikleri şeylerin pek çoğunu açıklamaktadır” [569] âyeti nazil olur.
Hz. Peygamberin hicreti Medineli ensar'ı memnun etmiş, fakat Yahudileri sıkıntıya sokmuştur. Çünkü onların Medine'ye ne zaman ve nasıl geldikleri kesin olarak belli olmamakla birlikte, hicret zamanında şehrin yarısına yakın kısmının onlardan oluştuğu bilinir. Şehirde bulunan bilim evleri, (Beytü'l-Midrâs) ihtiyaçları için hazineleri "kenz" bulunmakta idi. Meslek olarak kuyumculuk, zirâat, dericilik ve ticaret yapmakta idiler. [570] İktisadi hayat tamamen Yahudilerin ellerindeydi. Hz. Peygamber Medine'ye yerleşince önce muhâcir-ensar kardeşliğini oluşturur. Daha sonra yüksek dehası ve siyasetiyle kendi başkanlığında, Müslüman, Yahudi ve müşrikleri bir çatı altında toplamayı başarır.
Hz. Peygamber hazırlatmış olduğu Medine vesikasıyla, şehrin savunmasını teminat altına almış, Yahudileri Mü'minlerle birlikte bir ümmet kabul etmiş, dini konularda tamamen serbest bırakmıştır. [571] Burada üzerinde durulması gereken en önemli mesele, Müşrik ve Yahudilerin Hz. Peygamberin başkanlığında herkesin mal, can ve dini yaşantılarının rahatlıkla yerine getirebildikleri bir ortamın sağlanmış olmasıdır. Dostluğun temeli, Medine'de bulunan bütün halklar için aynı ölçülerde atılmıştır. Zira o dönemde sağlanan hoş görü, kardeşlik ve dini serbestlik zamanımıza örnek teşkil etmektedir. Benzer kardeşliğe asrımızda büyük ihyaç duyulmaktadır. [572]
Dinler tarihi kaynaklarından öğrendiğimize göre, hiçbir millet Yahudiler kadar ilahi kaynaktan faydalanmamıştır. Hz. Yakup ile Hz. Muhammed arasındaki bütün peygamberler onlara gelmiştir. [573] Aksine onlar da karşı çıkmışlardır. Hz. Yahya'nın öldürülmesi, Hz. İsa'nın durumu, Hz. Süleyman'a sihirbazlık iftirası, onlar tarafından atılmıştır. [574] Kendi oğulları gibi tanıdıkları son nebiyi, [575] sırf kendilerinden olmadığı ve hasetlerinden dolayı kabul etmemişlerdir. Dolayısıyla Peygamberlere karşı gelmek onların genel karakteri haline gelmiştir. [576]
Bilindiği gibi Yahudiler, düşmanlarını sık sık gelecek nebi ile korkutmuşlardır. Fakat son nebi gelince durum değişmiştir. Ukaz panayırında Hz. Halime Hz. Muhammed-i bir Yahudi kahine gösterir. Kahin çocuğun ileride Peygamber olacağını anlar. O'nun ufak yaşta öldürülmesi için, diğer kahinlere haber verir. Durumu anlayan Halime oradan çocuğu kaçırır. [577] Daha sonraki dönemlerde amcasıyla ticaret kervanına katılır. Karvanda bulunan çocuğu Rahip ve Papazlar tanır. Amcasına, Yahudilerden gelebilecek kötülüklerden korunması için geriye dönmesini isterler. [578]
İlk dönemlerde nazil olan ayetler genellikle, Hz. Musa ve Tevrat'ı tasdik edip övmekte [579] ve İsrail oğullarının yanılgı içinde olduklarını haber vermektedir. [580] Demek ki Kur'ân-ı Kerim İsrail oğullarının tarihteki hatalarını hatırlatarak tekrar yapmamaları için uyarmaktadır. Fakat Yahudiler özellikle Medine döneminden itibaren Hz. Peygamber ve inananlarla çok sıkı ilişki içinde bulunurlar. Bu ilişkiler dini konularla sınırlı kalmaz. Maddi ve manevi konuları da içerir. Kur'ân-ı Kerim, bunların hem tarihine, hem de Hicazdaki durumlarına geniş yer verir. Hz. Peygamber, onlara kitaplı bir dine sahip oldukları için çok yakınlık gösterir. Gösterilen sıcak ilgiye istenilen ölçüde karşılık bulamaz.
Ebu Hureyra'den gelen nakilde, Hayberin fethinden sonra Hz. Muhammed'e kızartılmış bir koyun hediye edilir. Son nebi Yahudileri toplatır. "Size bir şey söyleyeceğim doğru söyler misiniz?"diye sorar. Onlar "evet" deyince; "Babanız kimdir?" buyurdu. "Filancadır" dediler.
"Yalan söylediniz Babanız filancadır."
İkinci defa doğru söyleyip söylemeyeceklerini sorduktan sonra "'Cehennem ehlinin kim olduğunu sorar. Yahudilerin kendilerinin biraz orada kalacaklarını daha sonra Müslümanların gireceklerini söylemeleri üzerine Hz. Peygamber; "Vallahi biz cehennemde size halef olmayacağız' diyerek koyunun zehirli olup olmadığını sorar. Yahudiler "Evet zehirlidir" diye cevap verirler.
Sebebini sorunca, gerçek peygamber olup olmadığını anlamak için yaptıklarını söylerler. [581] Bu koyundan bir lokma yiyen Bişr b. Bera zehirlenerek şehid olmuştur. Bunun üzerine koyuna zehir katan kadın kısas edilir. [582]
Hz. Peygamber Medine'yi Müslüman ve Yahudilere yurt yapmıştır. Kurulan site devletinde Müslümanın haklarının aynısı Yahudilere de verir. Lâkin Yahudiler bu eşitliği hazmedemeyip Ensar ve Muhacirlerin, Evs ve Hazreçlilerin aralarını açmak için her türlü olumsuzluk içine girerler. Hz. Peygamberin olaylara zamanında müdahalesi kötülü önler.[583]
Müslümanlarla Müşrikler arasında cereyan eden Bedir savaşında Yahudiler Müşriklerle beraber haraket ederler. Reisleri durumundaki Ka'b b. Eşraf Hz. Peygambere dostluğa yakışmayacak sözlerle hicivde bulunur. Sözlerinde daha fazla ileri gitmesi üzerine cezalandırılır. [584] Bu durumdan çekinen Yahudilerden Benü Nâdir kabilesi tekrar anlaşma yapar. [585]
Benü Nâdir Suikastı: Benü Nâdir Medine'de yaşayan üç büyük Yahudi kabilesinden birisidir. Değişik nakiller bulunmakla birlikte, [586] Yahudiler kendileriyle tartışacak üç Müslüman isterler. Hedefleri Hz. Peygamberi öldürmektir. Benû Nâdir'den bir kadın Yahudilerin gizli emellerini erkek kardeşine, O'da, Hz. Peygambere iletir. Aynı zamanda Cebrail'de durumu Allah'ın Resulüne haber verir. Böylelikle aralarındaki anlaşma sona erer. Hz. Peygamber bu hadise üzerine onların Müslüman olmalarını ister. Bu istek onlar tarafından reddedilir. Bunun üzerine sürgün edilirler. [587] Bu durumu haber veren Yüce Allah;
"Kitap sahiplerinden inkar edenleri, ilk sürgünde yurtlarından O çıkardı, siz onların çıkacaklarını sanmamıştınız. Onlar da kendilerini Allah'ın koruyacağını sanmışlardı. Allah onlara ummadıkları yerlerden geldi. Yüreklerine korku saldı. Öyle ki evlerini kendi elleriyle ve Mü'minlerin elleriyle harap ediyorlardı. Ey akıl sahipleri ibret alın. Eğer Allah onlara sürgünü yazmamış olsaydı, mutlaka onlara dünyada azap ederdi. Ahirette de onlar için ateş azabı vardır. Bunun sebebi şudur. Onlar Allah'a ve elçisine karşı geldiler, kim Allah'a karşı gelirse Allah'ın azabı çetindir." [588] buyurur.
Bu sürgün olayında Münafıkların önemli bir rolü vardır. Zira, Yüce Allah Münafıkların davranışlarını; "iki yüzlülük edenleri görmedin mi? Kitap ehlinden inkar eden kardeşlerine:
'Eğer siz çıkarılır sanız, mutlaka biz de sizinle birlikte çıkarız, sizin aleyhinize hiç kimse ile anlaşma yapmayız. Şayet sizinle savaşılırsa mutlaka size yardım ederiz.' derler. Allah onların yalancı olduklarına şahitlik eder." [589] Ayetiyle haber verir.
Benû Kaynuka'nın Yaptıkları: Hz. Peygamber, Kaynuka Yahudilerinden Müslüman olmalarını ve Kureyşin durumuna düşmemeleri için uyarıda bulunur. Onlar buna çok alaylı bir şekilde cevap verirler. [590] Diğer taraftan Kaynuka çarşısında bir Müslüman hanıma hainlik yapılır. Bunu gören bir Müslüman, O Yahudiyi öldürür. Yahudiler de onu şehid ederler. Bunun üzerine, Hz. Peygamber onları da sürgün eder. [591]
Kurayzâ Oğullarının Tutumları: Medine Yahudileri arasında ahidlerini uzun süre devam ettiren onlardır. Bunlar Beni Nadir ile anlaşarak Müslümanlarla anlaşmalarını bozarlar. [592] Hz. Peygamber ve Müslümanlar için Müşrik ve Yahudilerin birleşerek yaptıkları en çetin savaş Hendek savaşıdır. Benî Nâdir Yahudileri Müslümanları imha etmek için plan hazırlar. Bunu gerçekleştirmek için önce Kureyş'e gidip onların putlarının İslâm'dan daha hayırlı olduğunu söylerler ve putların önünde secde ederler. [593] Aynı Yahudi heyeti diğer Yahudi gruplarına da gelerek onları da Müslümanların aleyhine kışkırtırlar. Böylelikle on bin civarında asker toplanır. Bu sefer Müslümanların işinin biteceğine inanıyorlardı. Zira, Müslümanlara karşı olan savaşa Kureyzaoğulları anlaşmayı bozarak katılırlar. [594] Düşmanlar tarafından tamamen çevrilen Müslümanlar çok zor durumda kalırlar. Yüce Allah düşman üzerine rüzgar ve görünmeyen ordular göndererek, yaptıklarının cezasını dünyada verir. [595]
Savaşın neticesinde ilâhi vahiy gereği, [596] Kureyzaoğullarına kendi kitaplarına göre işlem yapılır. [597] Verilen karara çok şaşıran Hz. Peygamber; "Allah'ın onlar için yazdığı hüküm bu imiş" [598] ifadeleriyle hayretini açıklar.
Yahudilerin yaptıkları yukarıda sıralananlarla kalmaz. Başta Hz. Peygamber olmak üzere bütün Müslümanlara hakaret, sihir ile alay suretiyle de dostluğun oluşmasına engel haraketlerde bulunmuşlardır. Kur'ân'ın bildirdiğine göre; "bizi gör gözet" [599] kelimesini "kötü, rezil" anlamlarında kullanmışlardır. [600] Diğer taraftan, Hz. Peygambere sihir yapmak istediklerini, Feiak-Nâs sûrelerinden anlamaktayız. [601]
Alay etmeleri; Yüce Allah;
"Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi alay konusu edenleri ve kafirleri dost edinmeyin. Eğer mü'minler iseniz Allah'tan korkun." [602]
Buyurarak, Ehl-i Kitaptan inanmayan insanların içinde bulunduğu gerçeği ortaya koyar.
Hz. Peygamberin hicreti esnasında Yahudilerin reisi durumundaki Hubey b. Ahtap ile kardeşi Yasır b. Ahtap arasında geçen konuşmayı Hubey b. Ahtap'ın kızı şöyle anlatır. Yahudilerden Hubey ve Yasır Hz. Peygamberi tanıdıkları, fakat O'nun Peygamberliğini çekemediklerini, Oysa, Hz. Muhammed'in gerçek Peygamber olduğunu bildiklerini söylemektedir. [603]
Yahudiler, Hz. Peygamberi ve onun getirdiği hak dini çok iyi bilmelerine rağmen, Müslümanları saptırmak için Allah, ahiret ve ruh hakkında soru sorarlar. [604] İçlerinden suç işleyenler hakkında karar verilmesi için Hz. Peygamberin hakemliğine müraceat ederler. Karar verince de, alay ederek verilen fetvayı uygulamazlar. [605]
Hz. peygamberin devesi kaybolunca, devesinin yerini bile bilmiyor diyerek alay ederler. Oysa Peygamber de bir insandır. Ancak Allah'ın bildirdiğini bile bilmektedir. [606] Hz. Peygamberden gökten kitap istemişler, Müslümanların felaketini arzulayarak ölüm üzerinize olsun "es-Semu aleykum" [607] sözleriyle beddua etmişlerdir. Yahudilerin dostluklarına güvenemeyen Hz. Peygamber, Zeyd b. Sabit'e İbrânice öğrenmesini ve kendi delilleriyle cevap verilmesini istemiştir. [608] Çünkü onların ellerinde bulunan kitaplarda Kur'ân'ın haber verdiği birçok gerçekler bulunmakta, işlerine gelmediği için açıklamaktan çekinmekteydiler. Müslüman birinin onların dilini bilmesi ve kendi inandıkları kitaplardan delil getirmesi, onların durumunu ortaya çıkarmada etkili olacaktır. [609]
İslâm, ilâhi vahiy izlerini taşıyan din mensupları arasında, en fazla Yahudilere yer verir. Kur'ân-ı Kerim'de isimleri zikredilen Peygamberlerin birçoğu Yahudilere gelmiştir. Durum böyle olmakla birlikte, ilâhi vahye ve kendi Peygamberlerine karşı çıkmaktan geri durmazlar. Yüce Allah, önceki ilâhi kitapların durumunu belirtirken;
"Ey Muhammedi Sana'da kendinden önce kitapları doğrulayıcı ve onlar üzerinde şâhid ve gözetici olarak bu kitabı indirdik..." [610] buyurur.
Buna göre Kuran, önceki kitapların yanlış taraflarını ortaya koyan bir mihenk kabul edilmektedir İsrail Oğulları için de şunu belirtir; "Doğrusu bu Kur'ân İsrail Oğullarına ayrılığa düştükleri şeyin çoğunu açıklamaktadır." [611] Bu bilgiler ışığında Hz. Musa'nın getirdiği Tevrat ile Kur'ân'ın aynı alması gerekir. Farklı olanları Hz. Musa getirmemiştir. Çünkü Kur'ân Tevrat'ı tasdik etmektedir. "De ki: Ey Kitap Ehl-i, siz Tevrat'ı, İncil'i ve Rabb'inizden size indirileni uygulamadıkça bir esas üzerine değilsiniz.,." [612]
Ayeti bunu ortaya koymaktadır. Tabii ki bu tasdik, Allah'ın gönderdiğine olmaktadır. Yahudiler şu anda ellerinde bulunan kitaplarına gereği gibi inansalar, birçok gerçeği kabul etmek durumunda kalacaklardır. Asıl problem halkın din adamlarına güvenmiş olmalarıdır. [613]
Yahudiler sadece Hz. Muhammed ve O'na inananlara değil, kendi Peygamberleri Hz. Musa'ya da zaman zaman karşı çıkmışlardır. Hz. Musa kendine inananları savaşmak için çağırdığında:
"... Sen ve Rabb'in gidin savaşın biz burada oturacağız." [614],
"... Ey Musa sen de bizim için tanrı (put) yap" [615] demişlerdir. Hz. Musa Turdağına gidince de buzağıyı tanrı kabul ederek ondan yardım istemişlerdir. [616] Yapılan yanlışlıklar bunlarla da sınırlı değildir. Kendilerine verilen nimetler unutulmuş, [617] isyan edip yanılmışlardır. [618] Buna rağmen Yüce Allah onlara ayrı bir değer vermiş, yaptıkları yanlışlıkları hatırlatarak, aynı hataya düşmemelerini, kendilerine gelen son nebiye iman etmelerini istemiştir.
Yüce Allah Yahudilere Hz. Musa'nın diliyle Müslüman olmalarını istemiştir. [619] Böylelikle Hz. Musa ve Hz. Muhammed'e verilenin aynı olduğu ortaya çıkmıştır. Yahudilere vahiy getiren Peygamberlerden Hz. İbrahim şirki red etmiş, [620] Hz. Yakup ve Hz. İsa arasında gelen ortalama on yedi Peygamber benzer değerleri savunmuştur. Yüce Allah, kulu Hz. Peygambere onların yoluna uyması istenmiştir. [621] Hz. Musa kavminin söylediklerinin aksine fıtrat dinine sahip çıkmıştır. [622] Allah'ın gönderdiği Peygamberlerin birbirlerini yalanlamaları veya kendilerine verilenlerin tezat teşkil etmesi mümkün değildir. Dolaysıyla Hz. Musa ve Hz. Muhammed'e verilen ilâhi kitapların birbirini tasdik etmesi gerekir. Kitaplar birbirlerine uymuyorsa, birinin yanlış olduğu anlaşılmış olur. Müslümanlara göre, Kur,'ân doğrudur ve onlara verilenleri tasdik etmektedir. Buna göre, Tevrat'ında Kur'ân-ı Tasdik etmesi gerekir. Diğer taraftan son ilâhi kitap Hz. Muhammed'e geldiği şekliyle elde mevcut olduğuna göre, Hz. Musa'ya verilenin nerede olduğunu sormak gerekir. Zira, Hz. Musa'ya verilen Tevrat'ın mahiyeti belli değildir. Çünkü zamanımızda mevcut olan Kitab-ı Mukaddes sağlam senetlerle Hz. Musa'ya ulaşamamakta, kitaplar arasında da farklılıklar bulunmaktadır. [623]
Yahudilerin yanılgılarının başında Allah'a insan gibi yaklaşımları gelir. Selman b. Mişkak'ın başkanlığında bir heyet Hz. Peygambere "Biz sana nasıl iman ederiz, kıblemizi değiştirdin. Hz. Uzeyfin oğulluğunu kabul etmiyorsun" demeleri üzerine, "Yahudiler Özeyr Allah'ın oğludur dediler" [624] ayetinin nazil olduğu belirtilir. [625] Yine Yahudiler oğul iddiasını daha da ileri götürerek kendileri için bazı iddialarda bulunurlar. Yüce Allah bunları kabul edilmez bulur.
"... 'Biz Allah'ın oğulları ve sevgileriyiz' dediler. De ki: 'O halde niçin günahlarınızdan ötürü size azap ediliyor?' Hayır siz de O'nun yarattıklarından birer insansınız..." [626]
Daha da ileri giden Yahudilere ölümü istemeleri temennisinde bulunulur. [627] Yukarı alınan ayetleri yorumlayan müfessirler söz konusu fikirlerin Hz. Musa'nın getirdiği değil Yahudiliğe sonradan giren batıl inançlar olarak değerlendirirler. [628]
Yahudilerin, Allah'a cimri ve elinin sıkı olduğunu söylemeleri, başka bir iftirayı oluşturur. Allah'ın inananlardan hayır vermelerini, Allah yolunda mallarından harcamalarını istemesi üzerine, [629] Allah fakir düştü. Kendisi için para istiyor demişlerdir. [630] Yüce Allah'ta Yahudilerin bu iddialarının hesabının sorulacağını, yaptıklarına karşılık kendilerine azap edeceğini haber vermiştir. [631] Allah'ın rahmet elinin sıkı olduğunu söylemeleri üzerine de Allah onlara lanet etmiştir. [632] Yahudilerin bu yanılgılarını peygamberlerine söyletmiş olmaları, onların peygamber inancının ne kadar bozuk olduğunu göstermeye yetmektedir. Allah Kur'ân-ı Kerim'inde Yahudi Hahamlarının iddialarına cevap verirken, Yahudiler:
"Ahbar ve Ruhbanlarını Allah'ın dışında rabler edindiler... " [633]
Ayetiyle onların Allah, Peygamber ve kitaplarının oluşumu hakkında yaptıklarını ortaya koymaktadır.
Ayrıca Yüce Allah kendisi için ortaya atılan bu iddiaları bir Peygamberin söyleyemeyeceğini Hz. İsa'ya sorduğu soru ile açıklık getirir. [634] Bu iddiaların kaynağı Hz. Musa'dan sonra o dinde söz sahibi olan din adamlarının olduğu "kabul edilir. Buna göre, Yahudiler Allah'ın gönderdiği ile değil, din adamlarının emirlerine göre amel ederler. Halbuki Hz. Musa gerekli iman esaslarını bildirmişti. Kur'ân-ı Kerim'de bu bilgiler şu şekilde yer alır.
"Allah İsrail oğullarından söz almıştı. İçlerinden on iki başkan göndermiştik. Allah demişti ki: 'Ben sizinle beraberim, eğer namazı kılar, zekatı verirseniz; elçilerime inanır ve onlara yardım eder ve Allah'a borç verirseniz, elbette sizin günahlarınızı örterim ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere sokarım. Bundan sonra sizden kim inkar ederse, düz yolu sapıtmış olur' Sözleri bozdukları için onları lanetledik ve kalplerini katılaştırdık. Kelimeleri yerlerinden değiştiriyorlar. Uyarıldıkları şeyden pay almayı unuttular." [635]
Yukarıdaki ayete dikkat edilirse, Tevrat'ta yer alması gereken bilgilerle Müslümanların inançları arasında bir fark bulunmaz. Oysa, bu temel inançlar Yahudilikte bulunmamaktadır. Konuyla ilgili sahasında uzman olan Günay Tümer [636] ve Abdurrahman Küçük beyler, Yahudilerin inanç sistemlerini XII asırda Rabbî ben Meymon (MS.1135-1204) tarafından geliştirilen on maddelik iman esasları olduğunu belirtirler. [637] Hz. Peygamberin hadisine göre de Hahamlar helali haram, haramı helala çevirerek birçok konuda istek ve arzularına uymuşlardır.[638] Böylelikle bir yandan Yüce yaratıcı hakkında hata ederlerken, diğer yandan da Yahudi halkına haksızlık yapmışlar ve başka insanlarla kurulacak dostluğa engel olmuşlardır. [639]
Yüce Allah Yahudilere birçok peygamber göndermiştir. Onlar; gönderilen bu peygamberlere inanmamışlar ve emirlerine karşı gelmişlerdir. [640] Allah'a karşı verdikleri sözleri unutmuşlardır. Hz. Allah bunu haber verirken;
"Andolsun ki İsrail oğullarından söz aldık. Onlara peygamber gönderdik. Ne zaman bir peygamber onların arzu etmediği bir hüküm getirdi ise, bir kısmını yalanladılar bir kısmını da öldürdüler. Bir bela olmayacak zannettiler. Kör ve sağır kesildiler, sonra Allah tevbelerini kabul etti. Daha sonra içlerinden çoğu yine kör ve sağır oldu. Allah onların yaptıklarını görmektedir." [641] Buyurur.
Söz konusu ayet, Hz. Muhammed'den önceki bilgileri haber vermektedir. Yine kendi peygamberlerinin ismet sıfatlarını inkar ederek, [642] onların zina ettiklerini ileri sürerler. [643] Bu suçların muhatabı olanlar, Allah'ın seçkin kullarıdır. Seçkin insanlardan ahlaksız hallerin olması ilahi vahye uymamaktadır. [644]
Kur'ân'ın bildirdiğine göre, teslis sonradan icat edilmiştir. Bu icadı yapanlar Yahudi din adamlarıdır. Onlar Meryem validemize iftirada bulunmuş, Hz. İsa'yı ilahlık mertebesine yükseltmişlerdir. [645]
Yahudiler kendi Peygamberlerine karşı çıkmakla kalmamışlar, son rahmet peygamberi için de kendilerine özgü görevlerini yerine getirmişlerdir. Hz. Musa kendine verilen görevi yerine getirmiştir. [646] O, Hz. Peygamberin geleceğini kendi milletine müjdelemiştir. Onlar inanmasalar da bugünkü kitapları kabul etmektedir.
"Onlar için kardeşleri arasında senin gibi bir peygamber çıkaracağım, O'na emredeceğim her şeyi ümmetine emredecektir." [647]
Kur'ân-ı Kerim'de bu bilgilen doğrulamaktadır. [648] Yukarıya alınan Tevrat cümleleri ile Kur'ân bilgileri tam bir uyum içindedir. [649]
Adı geçen din sahiplerinin hataları, bildikleriyle amel etmemeye dayanır. [650] Abdullah b. Selâm'in onlar arasında önemli bir yeri bulunurdu. Onun Müslüman olmasıyla hepsinin Müslüman olacağı söylenirdi. O, Allah ve Peygamberini kabul eder. Fakat onlar yine kabul etmezler. [651]
Hz. Peygamber Medine döneminde Yahudi medresesine giderek İslam'ı tebliğ eder. Sözlerini üç defa tekrar eder. Onlardan olumlu cevap alamaz. Bunun üzerine, ben sizin hidayete gelmenizi arzuluyorum, dünya ise, Allah' ve Resulündür diyerek konuşmasını tamamlar. [652] Hz. Peygamberin konuşmasından rahatsız olan kişiler kızgınlıkları ifade etmek için kıyametin durumu, [653] Allah'ın kim tarafından yaratıldığı, [654] başka ilâhların durumu, [655] ruhun mahiyeti ile ilgili sorular yöneltirler. [656] Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerîm'de bunlara gerekli cevabı verir. [657] Diğer olumsuzlukları haber verilirken de;
"Ey Resulüm kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyla "inandık" diyen kimselerden ve Yahudilerden küfür içinde kalanların hali seni üzmesin. Onlar durmadan yalana kulak verirler. Ve sana gelmeyen kimselere kulak verirler. Kelimeleri yerlerinden değiştirirler. Eğer size şu verilirse alın verilmezse sakının derler... Onlar Allah'ın kalplerini temizlemek istemediği kimselerdir." [658] Buyurarak Müslümanlara karşı nasıl tutum içinde bulunduklarını vurgulamış olur. Bu ayet üç meseleye işaret eder. Yalana kulak vermek, inanmayanların sözlerinde durmayacakları ve Tevrat'ın tahrifi. Bu hasletler, Allah'ın sevmediği sıfatlardır. Hangi din sahibinde bulunursa, Allah ve Peygamberin sevmediği işleri yapmış olur. Dostluğun oluşması, bu sıfatlardan kurtulmaya bağlıdır. Hz. Peygamber'de bunların terkini istemektedir. Yüce Allah, onların Hz. Peygambere gelmeleri durumunda adil olunmasını emreder. [659]
Tevrat halkının istekleri arasında Hz. Peygamber'den gökten kendilerine kitap indirmesi, ırmaklar akıtması, Allah'ın kendileriyle özel olarak konuşması bulunur. [660] Ensarı fakirlikle korkutarak hayırdan men ederler. [661] Yüce Allah, Yahudilerin bu iddialarını yalan olarak belirtir. [662] Yahudilere de, "Ey kitap ehlil niçin hakkı batıla karıştırıyor ve hile bile hakkı gizliyorsunuz?" [663] Sorusuyla yaptıklarının ilâhi vahye uymadığını hatırlatır.
Hz. Musa'ya inandık diyenlere Tevrat verilmiştir. Fakat onlar Tevrat'a ilave olarak Tenah, Mişna ve Talmut gibi kitaplara inanırlar. [664] Yüce Allah Tevrat'a inananların Kur'ân'a da inanacaklarını bildirir. [665] İnanmayanlar için ise, "Allah hiçbir insana bir şey indirmemiştir demekle gereği gibi değerlendirmediler. De ki: Musa'nın insanlara nur ve yol gösterici olarak getirdiği kitabı kim indirdi? Siz onu kağıtlara yazıp bir kısmını gösterip çoğunu da gizlersiniz..." [666]
İkazını yapar. Halbuki, Yahudilerden kitaplarını insanlara açıklamaları, onu gizlememeleri için söz alınmıştı. [667] Müfessirler söz konusu âyetlerin Hz. Musa milletini muhatap aldığını ileri sürerler. [668] Çünkü, birçok dinler tarihçisi, Tevrat ve Kur'ân-ı Kerim'i karşılaştırarak gerçeğin ortaya çıkmasına yardımcı olurlar. [669]
Yahudilerin en büyük yanılgıları arasında Tevrat'tan son 'nebinin vasıf ve geleceği ile ilgili bilgileri yanlış te'vil etmeleri bulunur. Zaman zaman Tevrat okunurken, Hz. Peygamberin haberini atlamışlar, bu durum da dinleyenlerin dikkatini çekmiş, bazıları o bölümleri okuyarak Müslüman olmuşlardır. [670] Hz. Peygamberin vasıflarını gizlemekle kalmayan Yahudiler, kendi kitaplarına da gereği gibi inanmamışlardır.
Kur'ân Tevrat'ta nelerin olduğunu ve olmadığını haber verir. Kur'ân'a uymayış sebepleri ileri sürülürken, onların bazı bilgileri unuttukları, yanıldıkları, kasıtlı davrandıkları, gizledikleri belirtilir. [671] Dikkat edilirse, Yüce Allah din sahiplerinden ortak bir şey istemektedir. Tevhid ekseninde toplanmaları ve Allah'ın gönderdiklerine sahip çıkmaları. Hiçbir ayette kötü hasletler emredilmemekte, tam aksine, kardeşliğe mani pürüzler giderilmeye çahşılmaktadır. Kuluna hangi din sahibi olursa olsun adil olunmasını istemesi, dostluktan ve barıştan başka bir şeyin hedeflenmediği anlaşılmaktadır. Bu Yüce Yaratıcının bütün yaratılanların Rabb'i olduğunu, yaratılanlar arasında bir ayırımda bulunmadığını hatırlatır. [672]
Yahudiler ilâhi dinlerin temel özellikleri arasında bulunan ahiret inancına önem vermezler. Bunun yerine dünyayı tercih ederler. Kitaplarında bu inancı bulmak mümkün değildir. Söz konusu din sahiplerinin sahip oldukları mezhepleri arasında da konuyla ilgili farklı görüşler bulunur. Sadukîler ahirete inanmazlarken, Ferisilerin kısmen inandığı bilinir. [673] Kur'ân-ı Kerim Yahudilerin bu durumunu, Hz. İbrahim'in, Hz. Yusuf'un ve Hz. Musa'nın tebliğleriyle haber verir. [674] Bu haberler Kur'ân'ın getirdiği ile aynıdır. Onlar bu bilgileri kabul etmezler. Yine onlara göre cennete gidilecekse, Yahudiler gideceklerdir. Kur'ân bunu kabul edilmez bulur.
"İşte onlar âhıreti verip dünya hayatını satın alan kimselerdir. Onlardan azap hiç hafifletilmez ve onlara hiç yardım edilmez. " [675]
Onlara' ikazda bulunarak iddialarında doğru iseler ölümü istemelerini tavsiye eder. [676]
Cehennemin sınırlı olduğunu iddia eden İsrail oğullarına, [677] Yüce Allah orada ebedi kalacaklarını belirterek cevap verir. [678] Diğer taraftan dünyada yaptıklarının karşılığını âhirette bulduklarında çok zor durumda kalacakları haber verilir. [679] Yukarıya aldığımız ayetler İsrail oğullarının ilahi vahiyden hayli uzaklaştıklarını gösterir. Kur'ân onların inançlarının doğru olması için Hz. Musa ve Hz. Muhammed’in getirdiklerine inanmalarını ister. Peygamberlerin getirdiklerine doğru olarak inanılmadan istenilen huzurun sağlanması mümkün görülmez. Yahudilerden istenilen dostluğa sahip çıkmalarıdır. Bu da Tevrat'ın doğru anlaşılmasına bağlıdır. Hz. Musa'nın getirdikleri iyi bilinirse, Kur'ân ile aynı merkezde birleştikleri görülecektir.
Yahudilerin Peygamberlikten sonra asıl yanılgıları ahiret inancının eksik olmasıdır. Zira insanların yapacağı kötülüğü önleyen en etkili âmil bu inançdır. Söz konusu inanca sahip olan birinin, dünyada kötülük ve zulüm yapması mümkün mertebe azalır. Zamanımızda mevcut olan Kitab-ı Mukaddes'te ahiret inancının istenilen seviyede olmayışı, Ehl-i Kitab'ın diğer insanlara karşı yaklaşımlarını olumsuz etkilemektedir. İşte Kur'ân bu durumu eksiklik olarak kabul eder. Onları inanmak için zorlamaz. Farklı inanışa hoş görü ile yaklaşır. [680] Fakat askeri müştereklerde anlaşmayı ister. [681] Bu farklı inanış dostluğa ve müşterek hareket etmeye mani olmaz. Tam aksine doğruların ortaya çıkmasına yardımcı olur. Kötü muamelede bulunanlar, kendilerine ve inandıkları dine zarar verirler. [682]
Bütün insanlar dinî inanç ve yaratılış itibariyle aynı temele dayanırlar. [683] Din ve ırk farklılığı sonradan meydana gelmiş arızi bir durumdur. Yahudiler kendilerinin üstün bir ırka sahip olduklarını iddia etseler de, bu onların üstün olmalarını sağlamaz. Çünkü bütün insanların ana ve babaları birdir. Dolayısıyla Müslümanlar bunlara yaratılış itibariyle hoş görü içinde yaklaşmak mecburiyetindedir. Zira, onların içinde radikal olmayan, mutedil, iyi ve doğruyu görebilecek insanların olması her zaman mümkündür. Tebliğ etmek, örnek yaşantı sergilemek, adil davranmak tevhid dinine inanan bütün Müslümanların görevidir Meseleye bu açıdan yaklaşıldığında Ehl-i Kitap mensuplarının aslı
Müslümanlıktır. [684] Dinlerinde bozukluk olduğu için bu isim verilmiştir. Yüce Allah onlara verilenlerini hatırlatarak kendisine inanmalarını ve insanlığa dost olmalarını arzulamaktadır.
"Hiç şüphesiz biz İsrail oğullarına, kitap, hikmet ve peygamberlik vazifesi verdik. Onları üstün nimetlerle rızıklandırdık. Yer yüzünde üstünlük tanıdık. Din konusunda da onlara açık deliller verdik. Ama onlar kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Şüphesiz Rabb'in ayrılığa düştükleri şeyler hakkında kıyamet günü aralarında hüküm verecektir." [685]
"Bundan evvel de bir rehber ve bir rahmet olarak Musa'nın kitabı vardı. İşte şimdi bu kitap arapça olarak indirilmiş ve (Tevrat, tasdik) edip doğrulayan bir kitaptır." [686]
"Kur'ân gerçek ile yanlış arasında ayırıcı bir ışıktır." [687] Ayetieri ve benzerleri İslâm'ın diğer din sahiplerinin hatalarını hatırlatması ve onlara dostluk elini uzattığını göstermesi açısından önemlidir. [688]
Buraya aldığımız bir kaç tane âyette görüldüğü gibi, ilahi kitapların aynı kaynaktan geldiği anlaşılır. Din adamlarının uydurduklarına inanmadan Hz. Musa'nın getirdiğini kabul eden birisinin, Hz. Muhammed'e inanması gerekir. Tarafsız bir şekilde Tevrat'ı inceleyip de gerçeği görmemek mümkün değildir. Diğer taraftan şiddet, kötülük daima kötülüğü doğurur. İyilik daima iyiliği beraberinde getirir. Zira Yüce Allah kötülüğün iyilikle önlenmesi durumunda kötülük yapan insanların dost olacağını haber vermektedir. [689] Kur'ân'da yer alan bu hükümlerin Hz. Musa'nın kitabında da olması gerekir. Yahudi bilginlerin asıl görevi, Tevrat'ı tarafsız bir şekilde değerlendirip, başta Allah'a ve diğer yaratılanlara karşı vazifelerini yapmaları gerekir. Aksi durumda içinde bulundukları kuruntu ve hayalleri kendilerini ve milletlerini dünya ve ahiratte rezil edecektir. Zira, Hz. Peygamberin başkanlığında oluşturulan ilk Medine vesikasında, Müslim ve Gayr-i Müslim'e aynı haklar verilmiştir. Buna göre, bütün din sahipleri birbirinin dostudur. Anlaşmalara bağlı kalındığı sürece din farkı dostluğun kurulmasına yardımcı olacaktır. Farklı inançlar, İslâm'ın sağladığı hoş görü ve dostluk sayesinde varlıklarını koruya bilmişlerdir. Çünkü bir inancın kabul edilmesi, gönüllerin kazanılmasıyla mümkündür. Her insan istediği dini seçme hakkına sahiptir. İslâm ilme, adalete ve kurulacak iyi ilişkilere değer verir. Dinlerin ve ırkın farklı olmasına karşı çıkmaz. Onları kaynaşma olarak değerlendirir. [690]
Kur'ân-ı Kerim'de geniş olarak İsrail Oğulları ve Yahudilerden bahsedilir. Onların kendi peygamberlerine ve son nebiye yaptıkları kınanır. İçlerinden Müslüman olmayanların genel karakterleri haber verilirken nankör oldukları, [691] sözlerinde durmadıkları, [692] kötülük yaptıkları, [693] müşriklerin dostu oldukları, [694] hâin [695] ve cimri oldukları, [696] dünyada fesat çıkaracakları, [697] hasetlerinden dolayı inanmadıkları, inananlara değişik yollarla eziyet edecekleri haber verilir. [698]
Yukarıda numaralarına yer verdiğimiz ayetlerin manalarına dikkat edilecek olursa, zikredilen vasıflar sağlam bir dostluğun kurulmasına mani olmaktadır. Böyle niteliklere sahip olandan istenilen doşluk elde edilemez. Fakat Ehl-i Kitabın hepsi aynı değildir. İçlerinde mutedil olanlar vardır.
"Ama hepsi bir değildir. Kitaptılar içinde gece saatlerinde ayakta durup Allah'ın ayetlerini okuyarak secdeye kapanan bir toplulukta vardır. Onlar Allah'a ve ahiret gününe inanırlar. İyiliği emreder, kötülüğü yasaklarlar. Hayır işlerine koşuşurlar, işte onlar iyilerdendir."[699]
Yüce Allah, Yahudilerden Hz. Musa'ya gereği gibi inanmayanları tenkit eder. Doğru inananların değerini takdir eder. Çok tarafsız bir şekilde yaklaşarak yanılgıları düzeltmek ister. İnancında bozukluk içinde olanların genel karakterini zikretmekle kalmaz. Onların diğer insanlara yaklaşımlarını ortaya koyar.
"İnsanlar içinde inananlara en yaman düşman olarak Yahudileri ve müşrikleri bulacaksın...", [700]
"... Yahudiler arasında yalana kulak veren, sana gelmemiş olan bir kavme kulak verenler vardır...",[701]
"(Onlar) Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler istemese de Allah nurunu tamamlamaktan asla vazgeçmez." [702]
"Dinlerine uymadıkça Yahudi ve Hıristiyanlar senden asla razı olmazlar", [703]
"Ey iman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin." [704]
"Ey inananlar Allah'ın gazap ettiği kimselerle dostluk etmeyin. Kafirler mezarlık halkından nasıl ümidi kesmişse, onlarda âhiretten öyle ümidi kesmişlerdir." [705]
Yüce Allah'ın din konusunda tenkit ettiği insanlar, inançlarında çok katıdırlar. Karşılıklı ilişkilerde kendi çıkarlarını ön planda tutacakları anlaşılır. Bununla birlikte onlarla karşılıklı ilişki kurulması gerekir. Aksi durumda İslâm'ın güzel hasletlerini tanıtmak mümkün olmaz.
Kur'ân-ı Kerim'den seçtiğimiz ayetlerde de görüldüğü gibi, farklı iki insan gurubu tasvir edilir.
1- Hz. Musa'nın getirdiklerine, Allah'a ve ahirete gereği gibi inananlar. Allah bu sınıfa giren insanları Ehl-i kitap olarak övmektedir.
2- Allah'a, ahirete ve Hz. Musa'ya gereği gibi inanmayanlar. Yüce Allah bu inanca sahip olan Yahudileri ikaz eder. Bunların diğer insanlara yaklaşımlarını genel olarak tasvir eder. Onların dost ve düşmanlıklarına güvenilmez. Buna göre Kur'ân'da olumsuz tavırlarından bahsedilen insanların gizli ve açık iki türlü düşmanlıkları bulunur. Bu inanca sahip olanlar, kuvvet ve güç bakımından zayıf durumda iseler, anlaşmalara uyarlar ve kimseye zararları dokunmaz. Bütün niyet ve amellerini gizlerler. Kuvvetli olurlarsa, kendileri dışında kalanlara karşı haşin ve sert davranırlar. İçinde bulundukları ortama göre Müşriklerin saygı gösterdikleri putlara onlar da hürmet ederler. [706] Kendi menfaatleri için Müşrik ve Hıristiyanlarla her türlü ilişki içine girebilirler. Bütün bunları dünya menfaati için yaparlar. Yoksa Müşriklere dost oldukları için değil.
Kur'ân-ı Kerim tarihi bir vesika olarak "Uhdud" halkına yapılanları haber verir. Zünnüvas inandığı yanlış inanç gereği, Ekim 523 tarihinde Hz. İsa'ya inanan insanları diri diri yakmış, kendisi de, seyretmiştir. [707] Bu yakılan millet Hz. İsa'ya inanan Müslümanlardır. Yakılış sebebi Kralın inandığı dine inanmamalarıdır. Halbuki yakmak insanlık için vahşetin son noktasıdır. Bundan daha vahşi bir zulüm düşünülemez. İşte İslâm, inançları ne olursa olsun böyle hareketlerin yapılmasına şiddetle karşı çıkar.
İlâhi dine inanan insanlar, inandıklarının gereği olarak yaratılanlara iyilik yapmak durumundadırlar. İnsanlar arasında dostluğun ve iyiliğin oluşması. Peygamberlerin getirdiklerine sahip çıkılmakla mümkündür. Yüce Yaratıcı bunları bize haber vermiş, inananların bütün güzel hasletleri en iyi şekilde insanlığın hizmetine sunmalarını istemiştir. Bu da insanlar arasında kurulacak iyi ilişkilere bağlıdır. Diğer taraftan Allah'ın ikaz ettiği insan guruplarının genel karekterleri iyi bilinmeli, Hz. Peygamberin onlarla olan ilişkileri ve onlara yaklaşımları örnek alınmalıdır. Müslümanlar, iki şıktan birini seçmek durumundadırlar. Birincisi, Allah'ın bildirdiği tedbirleri alıp, insanlığa adaleti, sulhu ve barışı insanlığa sunmak. Bunun için, dinî ve fiziki alanda kuvvetli olunması gerekir. [708] İslâm'ın inananlardan isteği budur. İkincisi, sadece dünyayı düşünerek, dinî, millî ve kendi örflerinden uzak bir hayat sürdürmektir. İslâm bunu kabul edilmez bulur. [709]
Dinler tarihi kaynaklarında Hıristiyanların Arabistana ne zaman geldikleri kesin olarak belli değildir. Fakat Hıristiyanlar bunu ilk yıllara kadar indirmeye çalışırlar. [710] Konuyla ilgili tespitlerini belirten Mevdûdi, Hıristiyanların milâdî II. asırda gelmiş olabileceklerini belirtir. [711] Kaynaklarda onların gelişleri ticaret, misyonerlik ve kölelik yoluyla olduğu nakledilir. Diğer taraftan Hıristiyanların Hz. Peygamberden önce Yakubî, Nastûrî, Mofizit ve Melkitler gibi mezheplere ayrıldığı belirtilir. [712] Bunların büyük çoğunluğu son nebinin geleceğini bilmekte ve geleceğine sevinmekte idiler. Onların durumunu Yüce Allah şu ayetlerle haber verir.
"Bu (Kur'ân)dan önce kendilerine kitap verdiklerimiz buna inanırlar Onlara (Kur'ân) okunduğu zaman; 'ona inandık, o Rabb'imizden (gelen) gerçek (hak)tır. Zaten biz ondan önce de Müslümanlar idik' derler." [713]
İşte Hz. Peygamber gelince iki tip Hıristiyanla karşılaşılır. Hz. İsa ve Hz. Peygambere inananlar. Bunlar son nebinin gelmesine sevinen insanlardır. Allah bunlara iki ecir verecektir. Bir de üzülenler vardır ki, bunlar kendi Peygamberlerine de gereği gibi inanmazlar. [714]
Hz. Peygamberin Mekke'de yaşadığı dönemde Hiristiyanlanndan Varaka b. Nevfel gibi bir iki kişinin dışında önemli bir varlığına rastlanmaz. [715] Köleler arasında Hıristiyanların olduğu sanılır. [716] Peygamberlikten önce ticaret kervanına katılan Hz. Peygamberi, Rahip Bâhira tanıyarak, Yahudilerden gelebilecek kötülüklerden korunması için kervanın geriye döndürülmesini istemiş ve bunu sağlayarak iyilik yapmış olur. [717] Müşriklerin 'Kur'ân'ı bir köleden aldı' sözlerine cevap olarak inen ayetten, Mekke'de demircilikle meşgul olan, Hz. Peygamberin zaman zaman acemi dilinde bilgi alış verişinde bulunduğu bir köle ile görüştüğü anlaşılır. [718] İşte Hz. Peygamberin azda olsa, böyle Hıristiyanlarla Mekke'de görüşüp sohbet ettiği bilinmektedir. Hz. Peygamberin az sayıdaki Hıristiyanlarla samimiyet içinde olması, onlar arasında tarafsız davranarak peygamberin geleceğini bilen, inançlarına şirk bulaşmamış insanların varlığını ortaya koymaktadır. [719]
Yüce Allah dini kabul etme konusunda insanların zorlanmasını istemez tamamen kendi iradelerine bırakır. İnsanlar arasında dinî ve ırkî farklılığın devam etmesine O' izin vermektedir. [720] Bu farklılığı Peygamberlerin kaldırması da mümkün değildir. [721] Yüce Allah, insanlar arasında dost ve düşmanlık bakımından bir sıralama yaparken, Müslümanlara Hıristiyanların yakın olduğunu haber verir. [722] Zira onlar içinde gerçeği objektif olarak değerlendirebilen bilgin ve din adamlarının her zaman olması mümkündür. Nitekim Varaka b. Nevfel bunun ilk örneğini sergilemiştir. [723] Hz. Peygamberin risalet haberi Habeşistana ulaştığında, yirmiye yakın din adamı gelip son nebiyi dinlemişler, vahiy karşısında göz yaşlarını tutamayarak Müslüman olmuşlardır. Yüce Allah'da bunların durumunu iki ecirle müjdelemiştir. [724] Ebu Cehil bunları vazgeçirmek için çok uğraşmışsa da, mümkün olmamıştır, [725] Onlar Ebû Cehl'in sözlerini önemsemezler. [726] Habeşli Hıristiyanların duydukları vahiy karşısında hiç tereddüt etmeden İslâm'ı kabul etmeleri ilâhi çizgide devam ettiklerini, Allah ve peygamber sevgisinde samimi olduklarını göstermektedir. Nitekim, Habeşli Hıristiyanların Hz. Peygambere ve İslâm'a yaptıkları dostluğun İslâm tarihinde önemli bir yerinin olduğu bilinmektedir.
Hz. Peygamber Mekke'de müşriklerin işkencelerine maruz kalınca, ümmetine Habeşistan'a hicret etmek için izin verir. Hz. Allah inananlardan memnun olduğunu şu ayette zikreder.
"Haksızlığa uğradıktan sonra, Allah yolunda hicret eden kimseleri andolsun ki dünyada güzel bir yere yerleştiririz. Ahiret ecri ise daha büyüktür. Keşke bilseler." [727] Hz. Peygamber de Müslümanlara, "Şayet isterseniz ve yapabilirseniz Habeşistan'a sığının. Zira orada ülkesinde kimseye zulmetmeyen bir hükümdar iş başındadır. Orası bir doğruluk ve hakikat ülkesidir, Allah ileride bir kolaylık verene kadar orada kalın."[728] buyurur. Müslümanların oraya gitmesini isteyen Hz. Peygamber, onların korunması için Necaşi'ye çok samimi bir mektup yazarak, gelenlere yardımcı olunmasını istemiştir. [729] Gelen Müslümanları ve okudukları Kur'ân'ı dinleyen Habeş Kralı ve Hıristiyanlar, ilâhi tebliğ karşısında göz yaşlarını tutamazlar. Daha sonra "Bu ışığın çıkıp geldiği kaynak ile İsa'ya gelen ilâhi kaynak aynıdır. Haydi şimdi sulh ve selâmet içinde gidiniz. Ben sizi asla bu putperestlere teslim etmem." [730] diyerek dostluğunu gösterir. Necâşi öldüğünde Hz. Peygamber ardından gıyabi cenaze namazı kılar. [731] Yukarıdaki hâdiseye dikkat edilecek olursa, Hz. Peygambere akraba ve yakınları zulmederken Hıristiyan bir kral yardımcı olmuş ve himayesine almıştır.
Hıristiyanların bu yakın ilişkisine karşı Müslümanlar da zaman zaman putperestlere karşı Hıristiyanları desteklemiş ve onların başarıya ulaşmaları için dua etmişlerdir. Peygamberliğin altıncı yılında Bizanslarla-Mecûsi Sâsânîler arasında savaş olmuş ve Hıristiyanlar yenilmiştir. Müslümanlar bu duruma çok üzülmüşlerdir. Bu durum karşısında Yüce Allah Rum suresinin ilk ayetleriyle yakında galip geleceklerini müjdelemiştir.
"Elif lâm mîm. Rumlar yenildi. En yakın bir yerde, onlar yenilgilerinden sonra yeneceklerdir." [732]
İşte Hz. Peygamber ve Hıristiyanlar arasında diğer din sahipleriyle olmayan yakınlık ve dostluk iki dine samimi inanan insanlar sayesinde oluşmuştur. Yüce Allah'da onlarla güzel mücadele edilmesini istemiştir. [733]
Hıristiyanlar Kitab-ı Mukaddes'e inanırlar. Dolaysıyle Kitab-ı Mukaddes'in birinci bölümünü oluşturan Ahdi Atik'teki olumsuzluğu ifade eden cümleler Hıristiyanlar için de geçerlidir. Ayrıca Hıristiyanların çeşitli mezhepleri bulunur. Bu farklılık kendi aralarında da çekişmelere sebep olmaktadır. Habeşiştanda bulunan Hıristiyanlar Müslümanlara dostluk ellerini uzatırlarken başka yörelerde bulunan Hıristiyanlar farklı yaklaşım içine girerler.
Hz. Peygamber büyük ihtimalle Hicri 8-9 tarihlerinde Necran Hıristiyanlarına İslam'ı kabul etmeleri için bir mektup gönderir. Bu mektubun üzerine altmış kişilik bir heyet gelir. Hz. Peygamber ve gelen heyet arasında Allah inancı, çarmıh olayı, Allah'ın oğul edinme meselesi. Tevrat ve İncil'in durumu, Hz. İsa'nın ilahlık iddiası konularında tartışma yapılmış, neticede İslam'ı kabul etmemişlerdir. Karşılıklı lanetleşmeyi de kabul etmeyen heyet, kendi dinlerinde kalmak üzere cizyeyi kabul etmişlerdir. [734] Hz. Peygamberle Necran Hıristiyanları arasında fiziki düşmanlık olmamış, fakat tartışmalar dostça da geçmemiştir. Konuyla ilgili Kur'ân-ı Kerimde şu bilgileri bulmaktayız.
"Ey Muhammedi Eğer seninle tartışmaya gelirlerse, Ben bana uyanlarla birlikte kendimi Allah'a verdim de; kendilerine kitap verilenlere ve kitapsızlara "sizde İslam oldunuz mu? De Şayet İslam oldularsa doğru yola girmişlerdir. Yüz çevirirlerse sana yalnız tebliğ etmek düşer. Allah kullarını görür." [735] Buraya aldığımız ayete dikkat edilirse, Hz. Peygambere tebliğ görevi verilmekte, İslam'ı kabul etmeyenlerin Allah'a bırakılması istenmektedir.
Hz. Peygamber döneminde Hıristiyanlarla ilk savaş Mûte'de yapılır. İslâm'ı tebliğ için onlara gönderilen Müslüman elçilerinin öldürülmesi neticesinde Gassânilerle savaşmak mecburiyetinde kalınır. Hz. Peygamber, Hâlid b, Velid komutasında üç bin kişilik bir ordu gönderir. Karşı tarafın gücü yüz bin civarındadır. Hz. Halid mahiyetinde bulunan sınırlı askeri güçle onları etkisiz hale getirir. [736]
İslâm, Hıristiyaniarı en fazla İtikadi konulardaki yaptıkları hata ve yanlışlıklardan dolayı tenkit eder. Hz. İsa'ya inandıklarını ileri süren Hıristiyanlar, Hz. İsa'nın getirdiklerinden uzaklaşarak içinden çıkılmaz bir duruma düşerler. Yüce Allah İtikâdi konular dışında Hıristiyanlara müsamaha ile yaklaşırken, aynı müsamahayı inanç konularında göstermez. Onların Hz. İsa'ya ve Hz. Muhammed'e verilen gerçeklere inanmalarını ister.[737]
Hz. İsa'ya tebliğ edilmiş olan Allah inancını zamanımıza kadar gelen mevcut Hıristiyan kaynaklarında bulmamız mümkün değildir. Bununla birlikte İncillerdeki Allah'ın varlığı ve birliği ile ilgili cümlelerle, konsillerin kabul ettiği konular bir birlerine tezat teşkil etmektedir. Yüce Allah onların kendisi hakkında uydurduklarını Kur'ân-ı Kerim'inde üç noktada toplar:
1- Allah'a yapılan çocuk isnadı,
2- Hz. İsa ve Hz. Meryem'in ilahlık durumu,
3- Din adamlarının statüsü.
Allah'a Çocuk İsnada Yüce Allah Kur'ân-ı Kerim'de önce Hıristiyanlardan alınan sözü hatırlatır. .
"Biz Hıristiyanız' diyenlerden de söz almıştık. Fakat uyarıldıkları şeyden pay almayı unuttular. Bu yüzden kıyamete kadar aralarına düşmanlık ve kin saldık, yakında Allah, onlara, ne yaptıklarını haber verecektir." [738]
Buraya alınan ayette dört önemli noktaya dikkat çekilir. Allah'a söz vermeleri, uyarıldıkları noktaları unutmaları, ceza olarak birbirlerine düşman olacakları ve yaptıklarını Allah'ın haber vereceği. Yüce Allah Kur'ân-ı Kerim'de onları bazı önemli konularda uyarmaktadır. İkaz edilenler genellikle inanca yaptıkları yanlış tutum ve davranışlardır.
Hıristiyanlar Yüce Yaratıcıyı bir insaha benzetirler. Bunun için Allah'a baba ismini vermişlerdir. Yaratıcı baba olunca, O'na hanım ve çocuk bulunması gerekecektir. Peygamberin getidikleri kaybolunca, Allah'ın kudretini istenilen ölçüde anlamak mümkün olmayacaktır. Dolayısıyle, Hz. Meryem've Hz. İsa kulluktan ilahlığa yükselecektir. Kur'ân-ı Kerim Hz. İsa'nın Peygamber olduğunu tasdik ederek, [739] yapılan iftiraları uydurma kabul eder. Konuyla ilgili iftiraları Kur'ân-ı Kerim' şöyle haber verir.
"Doğrusu Rabb'inin yüceliği her yüceliğin üstündedir. O çocuk ve zevce edinmemiştir." [740]
"Rahmana çocuk isnad etmeleri sebebiyle, neredeyse gökler parçalanacak, dağlar çökecekti. Oysa Rahmana çocuk edinmek yaraşmaz." [741]
"Hıristiyanlar mesih Allah'ın oğlu dediler. Bu daha önce inkar edenlerin sözlerine benzeterek ağızlarında geveledikleri sözdür. Allah onları yok etsin. Nasıl da uyduruyorlar." [742]
Dikkat edilirse, adı geçen âyetlerde inanç sistemlerine yapılanlar haber verilmektedir. Diğer taraftan Yüce Allah, kendisi için yapılanı daha önce müşriklerin yaptıklarına benzeterek, Hıristiyanların bu kötülükten vazgeçmelerini ister. Nitekim eski Yunanda Dionyos Zeus'un, Mısır'da Horus Osiris'in ve Kenânîlerde Baal El'in oğlu olarak görülmekte ve onlarla ilgili mitolojik anlatımlara yer verilmektedir. [743] Rahmetli hocamız Günay'beyde Hıristiyanlıktaki bu inancı Eski Yunanistan'daki İskender'in, Platonun ve Augustus'un tanrının birer oğlu olduğu fikrinin kabul edildiği, Hıristiyanlıktaki yanlış itikadın da bunlardan etkilendiğini delilleriyle ortaya koyar. [744] Zira Yüce Allah konuyla ilgili Hıristiyanların kendilerinin ve atalarının hiçbir bilgilerinin olmadığını belirtip, niçin iftira ettiklerini sorar. [745] Ayrıca Kur'ân'ın gönderiliş sebepleri arasında, Müşriklerin yaptığı hatalardan Hıristiyanları kurtarma, Hz. İsa'nın getirdiği gerçek dini ortaya çıkarma bulunur. [746]
Hıristiyanların en büyük yanılgıları arasında insanları ilâhlık mertebesine çıkarmaları gelir. Yüce Allah bu durumu Hz. İsa'ya ahirette soracağı ve O'nun vereceği cevapla açıklamaktadır.
"...Ey Meryem oğlu İsâ, 'sen mi insanlara beni ve annemi, Allah'tan başka tanrı edinin dedin?' Hâşâ, dedi. Sen yücesin, benim için gerçek olmayan bir şeyi söylemek bana yakışmaz. Eğer demiş olsam sen bunu bilirsin. Sen benim nefsimde olanı bilirsin. Ben senin nefsinde olanı bilmem. Çünkü gaybları bilen yalnız sensin, sen! Ben onlara benim ve sizin Rabb'iniz olan Allah'a kulluk edin, diye senin bana emretmiş olduğundan başkasını emretmedim. Ben onların arasında olduğun sürece onları kolladım, fakat sen beni vefat ettirince onları gözetleyen sen oldun. Sen her şeyi görensin!. " [747]
Hıristiyanların yaptıkları kötülükler haber verilirken de:
"An dolsun 'Allah ancak Meryem oğlu Mesih'tir,' diyenler elbette kâfir olmuşlardır." [748]
"Andolsun Allah üçün üçüncüsüdür diyenler kâfir olmuşlardır." [749]
Hükümlerine yer verilir. Yukarıya aldığımız âyetlerin anlamında da görüldüğü gibi, Hıristiyanlar Yüce Allah'a karşı büyük kötülük yapmışlardır. Böyle bir inanç sistemi hiçbir ilâhi din mensubuna verilmemiştir. Hz. Allah; "Hiçbir bir insana yakışmaz ki, Allah ona kitap, hüküm ve peygamberlik versin de, sonra o insanlara, 'Allah'ı bırakıp bana kullar olun desin. Fakat 'öğrettiğimiz ve okuduğumuz kitap gereğince Rabb'e halis kullar olun' der." [750] Şekliyle emredilenleri hatırlatır.
Hz. İsa'ya inandıklarını söyleyenlerin böyle inanca sahip olmalarını iki sebebe indirgemek mümkündür.
1) Hz. İsa'nın babasız dünyaya gelmiş olması,
2) Tarihte böyle yanlış inançların bulunması. Oysa Hz. Adem, hem babasız hem de annesiz yaratılmıştır. Bu durum Allah için çok kolaydır. Diğer taraftan her canlının ruhunun üfürülmesinde manevi sebep bulunur. Allah'ın izni olmadan canlının ruha sahip olması imkansızdır. Zor olan da burasıdır. Oluşumu sadece maddeye bağlamak insanın kendisini ve yaratılış mefhumunu anlamadığını gösterir. [751] Bu gerçekleri irdelemeden insanları ilahlığa yükseltmek, tevhid inancının ruhuna ters düşmektedir. [752]
Hıristiyan din adamlarını en önemli hatası, ruhbanlığı oluşturmalarıdır. Zira Onlar, Allah ve peygamberin dediklerini bırakıp kendi söylediklerini ilâhi emirlerin yerine yükseltmişlerdir. [753] Din adamları ilah seviyesine yükselince, Allah'ın değil onların hükümleri geçerli olacaktır.
Bu da, halkın ilâhi çizgiden uzaklaşıp, yanlış yola gitmelerine vesile olmaktadır. [754]
Kur'ân Hıristiyanları muhatap alarak kaldırılmasını istediği ruhbanlık sınıfı, diğer ilâhi din sahipleri için de bir örneği teşkil eder. Çünkü, Yüce Yaratıcı kendi yerine hiçbir gücün yükseltilmesini, başkasından bir şeyler istenmesini ve kullara ibadet edilmesine razı olmaz. Zira, ilâhi dinlerde imtiyazlı sınıf söz konusu değildir. Böyle bir inanç insan iradesi önüne set çekmektedir, İslâm, serbest düşünceye ve istişareye önem verir. [755]
Konsiller Hz. İsa'yı ilahlık mertebesine yükseltmişlerdir. Kendi kitapları ise, onu Peygamber ve insan olarak kabul eder. Matta ve Rasüllerin işlerinde Hz.İsa'ın kendi ağzından şu ifadelere yer verilir.
"Ben İsrail evinin kaybolmuş koyunlarından başkasına gönderilmedim." [756] Buna göre, Hz. İsa'yı gönderen birisi bulunmaktadır. Görevli olarak vazifelendirilen bir insanın ilah olması mümkün olur mu? Başka bir cümlede ilk havarilerin Hz. İsa için "... Onlar İsa'yı Peygamber sayarlardı." [757] denilmektedir. Hz. İsa insanlığın kurtulması ve kardeşliğin oluşması için Allah tarafından bir peygamber olarak gönderilir. Kur'ân-ı Kerim bu gerçeğe işaret ederek, Hz. İsa'nın bir insan ve Peygamber olduğunu ortaya koyar. Dolayısıyla bu konuda bazı Kitab-ı Mukaddes cümleleri ve Kur'ân'ın haberleri aynı noktada birleşmektedir. Kur'ân'ın verdiği bilgilerle uyuşmayan İncil cümleleri, Hıristiyanların unutmuş veya zamanımıza kadar yanlış aktarılmış ifadelerdir. Buna göre Hıristiyanlar üç önemli noktada Peygamberlik inancına haksızlık yapmaktadırlar
a- Hz. İsa'nın doğumu,
b- İlâhlığa yükseltilmesi,
c- Hz. Muhammed ile ilgili haberleri gizlemiş olmaları.
Kur'ân-ı Kerim'de Hz. İsa, [758] ve Hz. Meryem validemiz haber verilirken, "O mahrem yerini korumuş imren kızı Meryem de bir misaldir. O'na ruhumuzdan üflemistik..." [759] buyurulur. Bu ayeti yorumlayan müfessirler bir canlının oluşumunu iki sebebe dayandırırlar. Maddi sebep; canlının maddi esasını teşkil eden menîdir. Manevi sebep, Yüce Yaratıcının bir yaratılanın teşekkül etmesi için verdiği "fcün" emridir. [760] Maddi sebep olmadan bir canlı teşekkül edebilmekte, fakat Allah'ın izni olmadan ruhun verilmesi mümkün olmamaktadır. İşte Yüce Allah bir mucize olarak Hz. İsa'yı yaratmış, fakat bu incelik Hıristiyanlarca anlaşılamamıştır. Allah'a teslimiyetten mahrum oldukları için de insanı olduğundan daha fazla ileri götürerek kulu ilah yapmışlardır.
Hz. İsa, bir insan ve bir kuldur. Allah O'nu Peygamber olarak göndermiş, mübarek kılarak namaz ve zekatla yükümlü tutmuştur. [761]
"O kendisine nimet verdiğimiz ve İsrail Oğullarına örnek kıldığımız bir kuldur." [762]
"Meryem oğlu mesih sadece bir peygamberdir. Onun annesi dosdoğrudur. Her ikisi de yemek yerlerdi." [763] Ayetleri Hz. İsa ve annesinin gerçek kimliğini ortaya koymaktadır. Bunun dışında kalan düşünce ve nakiller ilahi vahye uymamaktadır. Hıristiyanlar kendi Peygamberlerinin durumunu değiştirmekle kendi halkına ve insanlığa büyük haksızlık yapmışlardır. Son nebinin haberlerini gizlemek ve değiştirmek suretiyle de Hz. Adem ile Hz. İsa arasında gelen bütün peygamberin naklettiği gerçeği görmezlikten geldikleri için insanları yanıltmışlardır. [764] Yüce Allah onların içinde bulundukları hataları düzelterek, gerçek kimliklerine gelmelerini hedeflemiştir. Kur'ân'ı kötü hasletleri ayıklayarak insanlığa yaklaşması, onların tarafsız karar vermelerine yardımcı olmuştur. İlahi kitapları tarafsız okuyanlar her birinin aynı kaynaktan geldiğini ve aynı hasletleri istediğini görecektir. Bu istek insanlığın mutluğu ve dostluğudur. [765]
Kur'ân-ı Kerim Hz. İsa'ya İncil'in verildiğini ve onun hakkındaki yanılgıları haber vermektedir. Hz. Peygamber de, başta Ehl-i Kitap olmak üzere, bütün insanlara yol göstermek ve onların hatalarını düzeltmek için görevlendirilmiştir. [766] Dolayısıyla, Kur'ân'ın tenkit ettiği bütün konular, Hz. İsa'nın söylemediği, Papazların uydurduğu ve konsillerde alınan kararları oluşturmaktadır.
Hz. İsa'ya verilen İncil, insanlığı aydınlatmak için gönderilmiştir. [767] Fakat Hz. İsa'dan sonra bir takım oluşumlardan geçmiştir. Hz. İsa'nın ölümünden sonra uzun zaman geçmiş,bu zaman içinde bir takım önemli hükümler unutulmuştur. Unutulanların başında Allah'a verilen söz gelir. Yüce Allah, onların bu halini şu ayetlerde belirtir.
"Biz Hıristiyanız diyenlerden de söz almıştık. Onlar kendilerine belletilenin bir kısmını unuttular. Bu yüzden aralarına kıyamete kadar kin ve düşmanlık saldık. Allah yapmakta olduklarını kendilerine haber verecektir." [768] "İncil sahipleri Allah'ın onda indirdiği ile hükmetsinler. Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar, yoldan çıkmışlardır." [769]
Allah'ın haber verdiği İncil, Hz. İsa'ya verilen kitaptır. Halbuki zamanımızda İncil değil İnciller vardır. Biz bunların hangisinin doğru ve yanlış olduğunu İncil'i gönderenin verdiği bilgilerden öğrenmekteyiz. Hıristiyanlara kitap veren Yüce Allah'tır. Onun unutularak bir takım değişikliklere uğradığını bildiren de O'dur. Allah'ın emirlerinde değişikliğin olması mümkün değildir. Hz. Muhammed'e verilen Kur'ân'da konuyla ilgili şöyle denilir.
"Sana kitabı gerçek ile ve kendinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. Tevrat ve İncil'ide indirmişti." [770].
Al-i İmran süresindeki zikrettiğimiz üçüncü ayete dikkat edilirse, üç ilahi kitap birbirlerini tamamlamaktadır. Hz. İsa'ya bir tane kitap verilmiştir. Oysa mevcut dört İncil kutsal kabul edilmektedir. Bunlara ilave olarak konsillerde alınan kararların önemli yeri bulunur. İlahi kökenli dinlerde karar mercil bir tanedir. Oda Allah'tır. Allah'ın verdiği emri kulların değiştirmesi mümkün görülmez. Hıristiyanların yaptıkları, kitaplarına ve halklarına bir haksızlıktır. Kur'ân'ın kabul etmediği gerçek de burasıdır.
Hz. Peygamberin İsmi İncil'de Ahmed olması gerekir.[771] Hıristiyanlar ise kitaplarındaki "Ben babaya yalvaracağım ve size başka teselhci gönderecek." [772] sözlerini görmek istemezler. Oysa, Hz. İsa'nın getirdiği kitap kendinden sonra yine Hz. İsa'nın geleceğini haber verir mi? Halbuki, bu haber Hz. Muhammed'i ihtiva etmektedir. Yüce Allah, gönderdiği kitapların asıllarına işaret ederken;
"De ki ey kitap ehl-i, Tevrat'ı, İncili ve size indirilen Kur'ân'ı tatbik etmedikçe hiçbir esas üzerine değilsiniz." [773] buyurur. Dikkat edilirse, Allah'ın gönderdiği üç kitabın hepsi insanlığın mutluluğu için gönderilmiş, İlâhi kitaplardır. Bunların asıllarına uyulmadığı zaman insanlığın bir temelinin olmadığı anlaşılır. Onlara inkar, peygambere inkar anlamına gelmektedir.
Yüce Allah, İncil'in unutulduğunu, [774] gizlendiğini, [775] onların yalan söylediklerini, [776] Allah'a iftirada bulunduklarını haber verir. [777] Gizlenenler arasında ilk sırayı, Hz. Peygamber, Kur'ân ve sahabelerle ilgili bilgilerin olduğu ileri sürülür. [778] Hıristiyanlar Allah'a, peygambere, itikadi konuları değiştirerek bütün isanlığa kötülük yapmışlardır. Oysa, vahyedilen kitaplar insanlığın mutluğu için gönderilmiştir. [779]
Bir dinde peygamber ilah olunca, haliyle din adamları peygamberlik mertebesine yükselecektir. Dolayısıyla din adamları kendi istek ve arzularına göre hareket etmiş olacaklardır. İşte Kur'ân, onların itikâdi konulara yapılanları haber verdikten sonra, dostluğa engel olacak durumları haber verir. Hz. İsa'ya gereği gibi inanmayan bazı Hıristiyanlarda aşağıda belirteceğimiz olumsuz tavırların olması muhtemeldir. Buna göre;
a- Kafirler birbirlerinin dostlarıdır.[780]
b- İnananlara Allah'tan gelecek yardımı istemezler. [781]
c- Müslümanların aleyhine müşriklerin dostu olabilirler. [782]
d- Müslümanların İslâm'ı, dinî, millî ve geleneklerini terk ederek, kendileri gibi yaşamalarını arzularlar. [783]
Kur'ân'ı Kerim, din sahiplerine tarafsız yaklaşır. İçlerinden iyi olanların değerini verir. Kötü olanlarından sakınılmasını ister.
"Sana gelen ilimden sonra eğer onların arzularına uyarsan işte o zaman sen hakkı çiğneyenlerden olursun." [784] "Ey İman edenleri Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin zira onlar birbirlerinin dostudurlar, içinizden onları dost tutanlar onlardandır. Şüphesiz Allah zâlim topluluğa yol göstermez." [785]
Allah'ın emrettiği bu hükümler karşılıklı ilişkiyi kesme anlamında değildir. Onlarla başta dini konular olmak üzere, dünya ile ilgili ilişki yasaklamaz. Yasakladığı şey, onlardan dini, ahlâki ve örfi konularda gelecek zararların önlenmesidir. Zira Yüce Allah, bütün insanlığın yaratılıştan elde ettiği temel hakların korunmasını ister. Çünkü Allah'ın verdiği temel haklar, ilahi dinlerin tamamında kutsaldır. Bu temel haklarda bozulma olmuşsa, o konuda ilahi çizgiden uzaklaşılmış olur. Örneğin söz konusu din sahipleri, başta din adamları olmak üzere, İslâm'ın istediği ahlak üzere değillerdir. İslâm'ın kutsal saydığı mefhumlar, onlar için bir değer taşımaz. Yine İslâm'da yasaklanan konular, onlar için helal ve mubahtır. İslam, helal ve haram konusundaki hüküm verme yetkisini Allah'tan başkasına tanımaz.
Kur'ân'ın ve Kitab-ı Mukaddes'in hükümleri bellidir. Hıristiyanlardan bir çoğu kendi kitaplarına tabi olacaktır. Haliyle kendilerinin dışında kalan insanlarla ilişkileri bu doğrultuda olması gerekir. İnananlar ise, onların içinde bulundukları durumu bilerek İslâm'ın güzel hasletleri olan adalet, merhamet ve hoşgörü çerçevesinde onlarla dostluk kurmak durumundadırlar. İslâm'ın tanıtılması başka türlü mümkün değildir. [786]
Kur'ân-ı Kerim, Hicaz ve çevresinde bulunan ilâhi kökenli dinleri konu edinir. [787] Oysa dünya üzerinde mevcut olan dinler bunlardan ibaret değildir. Kur'ân'ın işaret etmediği ve dinler tarihi kitaplarında zikredilen başka Ehl-i Kitap dinlerin varlığı söz konusudur.[788] Bu dinlerin bir çoğunun inanç sistemleri ve yaşantıları, Hıristiyan ve Yahudilerle aynı özellikleri taşımaktadır.
Kur'ân-ı Kerim'de geniş olarak ele alman Müşrik, Yahudi ve Hıristiyanlarla kurulacak dostluğun kriterleri beilidir. Bunların dışında konumuzu yakinen ilgilendiren Sabiî ve Mecûsiler de vardır. [789] Onlara İslam'ın barış elinin uzatılması gerekmektedir. Söz konusu din sahiplerine Kur'ân-ı Kerim geniş olarak yer vermez. Yalnız dinler tarihi kaynaklarında yaşantıları, örfleri ve dinî durumları geniş olarak ele alınır. [790]
Kur'ân-ı Kerim'de varlıklarından bahsedilmekle birlikte, hiçbir etkinliği kalmayan din sahiplerinden bir diğeri Sabiîlerdir. Zamanımızda Irakta 150 bin civarında, Hindistan'da da ondan biraz daha fazla Sabiî olduğu bilinmektedir. Dinler tarihi kaynaklarından ve son dönemlerde yapılan çalışmalardan öğrendiğimiz kadarıyla, bu din sahiplerinin inançları diğer Ehl-i kitap sahiplerinden daha iyi durumdadır. Dinleri bozulmuş da olsa, nikah, peygamber, âhiret ve kitap konularında inançlarının olduğu bilinir. Kur'ân'da dost ve düşmanlıklarından bahsedilmez. Onlarla beraber yaşayan Müslümanlar diğer Ehl-i Kitap mensuplarına davrandıkları gibi, bunlarla da iyi ilişki içinde olmaları gerekir. Kaynaklarda Müslümanlara karşı yaptıkları olumsuz hallerine rastlanmaz. Belki de buna sayılarının azlığı sebep olmaktadır. Bir takım iyi hasletlere sahip oldukları için, Müşriklerden farklıdırlar. Müslümanlarla dostluk içinde oldukları müddetçe onlara daha iyisiyle karşılık verilmelidir. [791]
Mecûsilerle ilgili Kur'ân-ı Kerim'de bir yerde ismen, bir yerde de, ateşe kutsiyet verdikleri işaret edilir. [792] Onların müstakil olarak zikredilmesi, ayrı bir millet olduklarını hatırlatır. Hukuki açıdan Ehl-i Kitab'ın statüsüne sahip olan Mecûsiler, diğerlerinden evlik ve kestiklerinin yenmesi hususunda ayrılırlar. İslam onlarla evliliğe izin vermez. [793] İslam'ın ilk dönemlerinde, İran ve civarında sayıları hayli fazla olan Mecusilerin, zamanımızda İran ve Hindistan'da az sayıda oldukları bilinir. Bunlar, inanç bazında Ehl-i Kitap ile Müşriklik arasında bir yapıya sahiptirler. Allah, ahiret, peygamber ve kitap inançları olduğu için Müşriklerden ayrılırlar. Ateş ve karanlığa kutsiyet verdikleri için de Ehl-i Kitap'tan uzaklaşırlar. İslâm tarihinde söz konusu din sahiplerine Ehl-i Kitap muamelesi yapılmış, fakat hanımlarıyla evlilikten kaçınılmıştır. [794]
Müslümanlar onlara Ehl-i Kitap muamelesi yapmak durumundadırlar. Çünkü birçok konuda aynı şartları taşırlar. İnsani ilişkiler bazında değerlendirildiğinde dost ve düşmanlıklarının olması mümkündür. Yalnız, itikadi açıdan ilâhi dinlerden hayli uzaklaşmışlardır. Mecûsilere en mutedil yaklaşılarak, yanlışlıkları düzeltilmeli, İslâm'ın hoşgörü çerçevesinde dostluk eli uzatılmalıdır. Zamanımızda kendi halleriyle baş başa olan Mecusîlerin kitap kalıntıları ve inançları olmakla birlikte, manevi değerlerden yoksun oldukları bilinmektedir. Nötr haldedirler. Fayda ve zararları yoktur. Yanlışlıklan ve ahlaki durumları bakımından büyük çıkmazdadırlar. Onlar da insandır. Mutlaka dostluk kurulabilecek iyi halleri bulunabilir. [795]
Kur'ân-ı Kerim'de zikredilmemekle birlikte, dünya üzerinde taraftarı bulunan milli dinler [796] ve Budizm gibi mensupları çok olanlar vardır. Bu din sahipleriyle Hz. Peygamberin ilişkisinin olmadığı bilinir. Bununla birlikte, bunlar içinde kutsal kitab-ı ve kutsallığına inanılan inançları vardır. Nisa Suresinin 163-164 ayetlerinin tahlilini yapan İzzet Derveze, söz konusu dinlere ve inançlarına işaret eder. [797] Bakara 221 âyeti yorumlanırken de, evlenilecek kadınlar arasında Hint kadınlarına Ehl-i Kitap muamelesi yapıldığını nakleder. [798] Muhammed Abduh'de Al-i İmran 84. âyetini tefsir ederken Hint ve Çin yöresinde gelen Peygamberlere işaret etmektedir. [799]
Hint yöresinde bulunan din sahipleriyle iik münasebetin Hz. Ali (ö. 40/660) ve Muavlye (ö. 44/664) döneminde olduğu nakledilir. Haccac b. Yusuf (ö. 92/711) Çin de bulunan Dabul'u alarak Emevilere bağlamış ve bunları Ehl-i Kitap kabul etmiştir. [800] Son dönemlerde yapılan çalışmalar ve bizim onlarla ilgili yaptığımız araştırmalar neticesinde, Hint dinlerini Ehl-i Kitap olarak değerlendirmek mümkündür. [801]
Zamanımızda da mevcut olan bu din sahiplerinin dost ve düşmanlıkları aynı Hıristiyanlar gibidir. Hint, Çin ve Rusların Müslümanlara nasıl davrandıkları bilinmektedir. İçlerinde iyi ve kötü insanlar mevcuttur. Gönderilen Peygamberlere gereği gibi inanmayanların ne yapacağı belli olmaz. Dost ve düşmanlıklarına güvenilmez. 1937 de Rusların Türkmenistan, Özbekistan ve diğer Türk Cumhuriyetlerindeki Müslümanlara, Çin'in Uygur Türklerine, Hindistan'ın içinde bulunan Müslümanlara nasıl davrandıkları bilinmektedir. Bütün bunlar belirli bir inanç uğruna yapılmakta, Allah'ın nurunun söndürülmesi istenmektedir. Müslümanlar hem tedbirli olacak, hem de ikili ilişki içine girerek, maddî ve manevî dostluğun gelişmesini sağlayacaktır. İslâm'da kötülük yapana kötülük yapılmaz. Zulmüne engel olunur ve iyilikle karşılık verilir. Onların yaptığı zulmü Müslümanın yapması uygun değildir. Onlardan gelebilecek tehlikeler bilinerek, İslâm'ın istediği sulh sağlanmış olacaktır. [802]
Kur'ân-ı Kerim'de zâlimlere önemli yer verilir. [803] Bir şeyi yersiz bir yere koymak, gasp etmek, haddi aşmak, işkence ve eziyet etmeye zulüm denilir. [804] Terim olarak:
Hakka tecavüz etmek, yerinden çıkarmak, haktan uzaklaşıp batıla gitmektir. [805] Bunu yapana zâlim, yapılan nesneye mazlum, filie'de zulüm denilir. Hangi durumda olursa olsun Yüce Allah zulme razı olmamakta, zâlimi şiddetle kınamaktadır.
"Zulmedenlere meyletmeyin, Sonra size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra ondan yardım göremezsiniz." [806],
"Ey iman edenler inançsızlığı, inanca tercih ediyorlarsa ne babalarınızı ne de kardeşlerinizi dost edinmeyin, içinizden böylelerini dost bilenler var ya işte onlar zâlimdir." [807]
Âyetleri zâlimlerin durumunu ortaya koymaktadır.
Zalimlik ve zulüm belirli bir din mensubuyla sınırlı değildir. Herhangi bir dine sahip olan insan zâlim olabilir. Zulüm yapan Ehl-i Kitap, Müşrik ve Müslüman da olabilmektedir. Bununla birlikte Müslümanların sahip olduğu dinleri ve inançları, zulmü ve zâlimleri şiddetle kınamakta, Allah'ın gazabının onlar üzerine olacağı bildirilmektedir. [808] Zulmün anlamlarında, şirk, [809] kötülük, [810] iftira, [811] veya Allah'ın koyduğu hududu çiğneme olabilmektedir. Zulüm nereden gelirse gelsin, hangi din sahibi yaparsa yapsın Müslümanların ona yardımcı olması ve onların yanında mazluma karşı bulunması mümkün değildir. Kur'ân-ı Kerim'de Kâfir ve zâlimlerin dost edilemeyeceği belirtilir. [812] Zira zulüm bir Müslümanın yapacağı bir fiil değildir. Çünkü Allah ve Resulü zalimin hasmıdır. Müslümanlar içinde zulüm eden insanlar, yaptıkları işlerden vazgeçip tevbe etmeli ve hak sahibiyle helailaşmalıdır. [813] Zira zulmü önlemenin ilacı İslâm'ın sunduğu manevî tedavidir. Allah'ın koyduğu adalet prensiplerini uygulamadan zâlimin zulmünü durdurmak İslâmi açıdan imkansız görünür. [814]
Kur'ân-ı Kerim'de müşrik ve Ehl-i kitap mensupları arasında zikredilmeyen, Müslüman olarak bilinen insanlar vardır. Bunlara Müslüman statüsü uygulanır. Fakat insani ilişkileri Ehl-i kitap'tan daha olumsuzdur. Dostluklarına güvenilmez. Hiçbir din sahibine yaranamazlar. Yüce Allah onları bir kalasa benzetir.
"Onları gördüğün zaman cisimleri hoşuna gider. Söz söyleseler sözlerini dinlersin. Onlar sanki elbise giydirilmiş kütüklerdir. Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar. Onlar düşmandır onlardan sakının Allah onları kahretsin, nasılda döndürülüyorlar." [815]
İnsanlar çeşit çeşit olduğu gibi, ağaçlarda farklıdır. Öyle ağaçlar vardır ki işlenmek suretiyle sanat eserleri ortaya çıkar. Bazı ağaçlarda hiçbir işe yaramaz. Sadece ateşte yanmaya yarar. Allah nifak durumunda olan insanları uyararak hatalarından dönmelerini ister. Aksi durumda kalas gibi ateşe atılırlar. İşte yukarıya aldığımız ayet inançlarında istikrarsız içinde olanları ikaz etmektedir. Kur'ân'ın haber verdiğine göre, yaratılanlarla iyi ilişki kuramayan, inançlarında istikrarlı davranamayan insanların, içi dışı bir birine uymamaktadır. Bunlar kötü hasletlerin öncülüğünü oluştururlar. Yüce Allah, Kur'ân'ın ikinci sûresinde önce içi dışı tertemiz olan inananları beş ayette, [816] inkar edenleri iki ayette, [817] daha sonra on üç ayette kalbi söylediğinin tam tersi olanları tasvir etmektedir. [818] Verilen bu bilgilere göre onların iki yüzü bulunur. Bir yüzü Müslüman diğer yüzü kafir. Durum böyle olmakla birlikte, İslâm bunları inananlar arasında zikretmektedir. Söz konusu insanların olumsuz halleri Gayr-i Müslimlerden geri kalmadığı için Müslümanlardan ayrı olarak ele alınmıştır. Zira görünmeyen düşman olarak bilinen bu kişilerle karşılıklı ilişkiler, Müslümanların geleceği açısından çok önemlidir.
Kur'ân-ı Kerim'de sakınılması gerektiği belirtilen münafıklar "nifak, münafikûn" ve "münafikat" kelimeleriyle ifade edilmektedir. [819] Yüce Yaratıcının bildirdiğine göre, bunların bir takım önemli özellikleri vardır. Dolaysıyla hastalığı tedavi etmek tedavinin ilk şartıdır. Bunlar hasta insanlardır. Hastalıklarının bilinmesi gerekir. İşte Yüce Allah onların içinde bulundukları hastalıklarını, tedavi yolarını ve iyi ilişkilerin nasıl olacağını haber vermektedir. [820]
Kök itibariyle "Nefage" kelimesinden türeyen "münafık" Arapça itibariyle ismi fâil bir kelimedir. Bir çok manaları bulunur. Yaptığı iş gizli olduğu için köstebek, tarla faresi, çöl faresi , keler gibi hayvanlara da bu isim verilir. [821]
İtikâdi yönüyle küfrünü gizleyip, dış görünüş itibariyle inandığını söyleyen insanlara Münafık denir. [822] Diğer bir ifadeyle, Müşrik ve Ehl-i Kitap kapsamına girmeyip, görünüşte Müslüman olan, Allah, peygamber ve manevi değerlere karşı çıkanlara bu isim verilmektedir. [823] Kararsızlık içinde yüzen bu tip insanların ne yapacağı bilinmediği için, dostluklarına güvenilemez. Müslümanlar bunları Müslüman kabul etmek durumundadırlar. Çünkü kalplerini bilmek imkansızdır. Onların hatalarını düzeltmek için mutedil haraket edilerek, etrafında olanları kazanmak gerekmektedir. [824]
Münafıkların en önemli dostluğu, dış görünüşleridir. Müslümanlarla birlikte yer aldıkları için, Gayr-i Müslimler onları Müslüman olarak görmekte, inanmayanların gözü korkmaktadır. Nüfusun fazlalığı İslâm'ın ilk dönemlerinde işe yaramıştır.
Münafıklar yaşayış itibariyle Müslümanlarla iç içe bulunurlar. Bu durum onların aile fertleri içinde tarafsız olanların doğru karar vermelerine yardımcı olmaktadır. Babası münafık olan kişinin oğlu Müslüman olabilmekte, ailesinin görüşlerine karşı çıkabilmektedir. Böyle kişiler, âilesinin kötülüklerine engel olmaktadırlar. Diğer taraftan maddi açıdan da yardımları bulunur. Müslümanın ihtiyacı olan bir nesne münafıkta varsa, nifak durumunun anlaşılmaması için bunu verebilmektedirler. Münafıkların bu gibi durumlarından Müslümanlar faydalanabilmişlerdir. [825]
Yüce Allah'ın bildirdiği nifak, kötü bir hastalıktır. Kişiyi cehenneme götürür. [826] Gerçeklere karşı kalpleri mühürlü, sağır ve kördürler. [827] Onlar için önemli olan dünya menfaatidir. Kendilerini çok akıllı zanneden bu tip insanlar, Allah'ı ve Peygamberini kandıracaklarını hayal ederler. [828] Böyle olunca, konuşmaları gerçeği yansıtmaz. [829] Dış görünüşe önem veren bu tip insanlar, fasih konuşup inananlar arasında fitne çıkartmayı isterler. [830] İslâmi emirlerde büyük tembellik içinde olan münafıklar, mecbur kalmadan zekat ve hayır yapmazlar. Yapılanları da gösteriş için yapılır. [831] Konuşmaları ve tutumları bulundukları ortama göre değişir. Çıkarına göre konuşmalarda bulunurlar. [832] İnsanlara kötülük yapmak için yanşan münafıkların, sözlerinde durmamaları, yalanları, yemin etmeleri, nankör oluşları, vefasız oluşları ve akrabaya önem vermeyişleri dikkat çeker. [833] Kendilerinin fâsık olmaları sebebiyle amelleri hiçbir işe yaramaz. [834] Yüce Allah, insanlar arasında patlamaya hazır bir bomba gibi olan bu insanların vasıflarını haber vermekle, Müslümanlara gelecek zararı önlemekte, dostluğun oluşması için zemin hazırlanmaktadır.
Hz. Peygamber de söz konusu insanların önemli özelliklerini şöyle sıralar:
"Dört özellik vardır ki, bunlar kimde bulunursa o halis münafıktır.” Bu özellikler
1- Hıyanet
2- Yalan
3- Anlaşmaya uymama
4- Problem çıkınca aşırı gitmektir." [835] Diğer bir hadiste de bu vasıflar üç olarak zikredilir "Münafıkların vasfı üçtür.
1- Yalan söylemek
2- Sözünde durmamak
3- Anlaşmaya riayet etmemektir." [836] Kıyamette insanların durumu ele alınırken, "Kıyamet günü Allah'ın yanında en kötü insanların iki yüzlüler olduklarını göreceksin. Bunlar birilerine bir yüzle diğerlerine diğer yüzle görünürler." [837] buyurulur. Yüce Allah, Gayr-i Müslimlerden her hangi biri için müstakil bir sûre indirmezken, bunların durumunu bildirmek için, özel bir sûre indirmiştir. Dolayısıyla bu insanlardan emin olabilmek için İslam'ın iyi incelenmesi ve uygulanması gerekmektedir. Görünmeyen düşman olarak vasıflandırdığımız münafıkların kötülüğünün şeytandan farkı, insan olmaları, kötülük ve zulmü insan olan birinin yapmış olmasıdır. Bütün bu yapılanlar Yüce Yaratıcının isteğiyle değil, nefis ve şeytanın arzusuyla olmaktadır. Bununla birlikte onların içinde bulundukları hastalıklardan kurtarılmaları gerekmektedir. Bu da Müslümanların samimi bir şekilde yaklaşımlarıyla olabilmektedir. [838]
Hz. Peygamberin Mekke dönemindeki muhataplarının müşrik ve az sayıda Ehl-i Kitap olduğu bilinir. Zira Müslümanlar o dönemde güçsüz ve az idiler. Dolayısıyla baskı ve zulüm neticesinde Habeşistan'a hicret etmek mecburiyetinde kalmışlardır. Böyle bir ortamda düşmanlıkların gizlenmesine ihtiyaç yoktu. Durum böyle olmakla birlikte Yüce Allah; "Biz cehennemin işlerine bakmakla ancak melekleri görevlendirmişizdir. Onların sayısını da inkarcılar için bir imtihan yaptık ki kendilerine kitap verilenler iyice öğrensin ve Müslümanların imanı artsın. Ehl-i kitap ve müminler şüpheye düşmesinler. Kalplerinde hastalık bulunan ve kafirler de: 'Allah bu misalle ne demek istemiştir' desinler." [839] buyurur.
Yukarıya aldığımız âyette, "kalplerinde hastalık bulunanlar" ifadesi yer almaktadır. Ayrıca diğer din gruplarının tamamına da işaret edilmektedir. Mekke'de münafık olmamakla birlikte, münafıkların vasfı olan kalplerinde hastalık bulunan insanlar işaret edilmektedir. Ayet gaybi bir şeyi önceden haber vermiş ve bu durum Medine döneminde aynen zuhur etmiştir. [840]
Hz. Peygamberin Mekke döneminde iken Medine'li Evs ve Hazrec kabilelerine mensup kişilerle Akabe biatlarını yaptığı bilinmektedir. O dönemde söz konusu iki kabilenin sevgisini kazanan ve liderliğine soyunan Abdullah b. Ubeyy b. Selül olur. Hz. Peygamberin Medine'ye gelişi, onu memnun etmez. Bütün hayalleri suya düşer. Hz. Peygamberin kurduğu siyasi hakimiyet karşısında zayıf kalan Abdullah b. Selül ve yandaşları, nifak hareketinin çekirdeğini oluştururlar. [841] İbn Hişâm'ın bildirdiğine göre, Evs ve Hazrec kabileleri, İslâm'dan önce onun başkanlığının dışında birinde ittifak etmemişlerdi. [842] Kabilesi ona taç giydirmek üzereydi. Onlar bu durumda İken Hz. Peygamber Medine'ye gelir, Kavmi onu bırakarak Müslüman olur. Bu duruma çok kızan Abdullah b. Selül'ün yapacağı başka bir şey olmadığı için Müslüman olur fakat münafıklığını gizler. [843]
Tarihçi Yakubî'nin (ö. 94/897) naklettiğine göre, ilk nifak hadisesi Hicret esnasında Kuber'de Amr b. Avf kabilesinden bazı münafıkların Hz. Peygamberin kaldığı evi taşlamasıyla meydana çıkar. Hz. Peygamberin himaye ve komşuluk bu mu? Sözleriyle oradan ayrıldığı nakledilir. [844] Başka bir olay da Medine'ye girişte köşkü üzerinde oturan Abdullah b. Ubeyy es-Selül'ün davranışıdır. Peygamberin kendisine misafir olacağını zannederek "Seni davet edenlere git" diyerek kinini açıklamaktan kendini alamaz. [845] Diğer hadise de, kendisinin peygamber olacağını düşünen, rahip kılığında dolaşarak Hz. Peygamberin Medine'ye gelmesini hazmedemeyen Ebû Amr b. Seyfdir. O taraftarlarıyla Mekke'ye gitmiş, Hz. Peygamber de onun fâsık birisi olduğunu bildirmiştir. [846]
Abdullah b. Ubeyy Medine de Hz. Peygamberin tebliğini hazmedemeyip evini gizli karargah haline getirerek, düşmanlığın başını çeker. Hz. Peygamber İslâm'ı tebliğ etmek için onun evine uğradığında, olumsuz bir şekilde "üzerimizi tozlatma" sözleriyle hakarette bulunur. Hz. Peygamberin konuşmasından sonra da tebliğden bir şey anlamadığını; bir daha eve gelmemesini istemiştir. [847] Münafıklar insanları İslâm'dan soğutmak için ezanla alay ederler. [848] Kıblenin değişmesinde de Muhammed'e ne oluyor? Bizi bir o tarafa bir bu tarafa çeviriyor, diyerek kinlerini ortaya çıkarırlar. [849]
Medine'de bulunan önemli bir düşman da Ebû Âmir'dir. Hz. Peygamber Medine'ye gelince O'da Mekke'ye kaçmış, müşriklerle ilişki kurarak düşmanlığı başlatmıştır. Medine'yi terk ederken yakınlarına Küba mescidinin yanına yeni bir mescidin inşa edilmesini, İslâm'ın aleyhine burada gizli faaliyetlerin yapılmasını ister. Taraftarları onun isteğini yerine getirirler. Daha sonra Hz. Peygambere müracaat ederek gelip namaz kılmalarını istediler. Hz. Peygamberde Tebük Seferini ileri sürerek, dönüşe kadar onlardan mühlet ister. Yüce Allah Tebük dönüşünde "Zarar vermek, inkar etmek, müminlerin arasını açmak ve daha önce Allah ve Peygamberine karşı savaşanlara gözetleme yeri hazırlamak için bir mescid yapanlar, Bir de biz sadece iyilik yapmak istiyorduk, diye yemin ederler. Yüce Allah "Bu mescidde asla namaza durma, şüphesiz ki başlangıçtan itibaren takva üzere kurulan mescidde namaz kılman daha hayırlıdır. O mescidde kendilerini maddi ve manevi kirlerden temizlemeyi seven adamlar vardır. Allah kendisini temizleyenleri sever." [850] Ayetini inzal eder. Hz. Peygamber Allah'ın bu emri üzerine orada namaz kılmaz. Zira mescidin asıl yapılış sebebi Ebu Amir'i oraya imam yapmak, İslam'ın aleyhine taraftar toplayarak Hz. Peygamberi yok etmekti. İşte Yüce Allah'ın emriyle mescid ortadan kaldırılarak fitne yuvası dağıtılmış olur. [851]
Bedir'den önce Medine'de halk, Müslüman, Müşrik, Yahudi ve Münafıklardan oluşmaktaydı. Müslümanların azlığına bakan Münafıklar "artık Müslümanların sonu geldi" demeye başlarlar. Yüce Allah bu durumu
"... Münafıklar ve kalbinde hastalık bulunanlar Müslümanları dinleri aldatmıştır diyorlardı." [852]
Şeklinde haber verir.
Bedir zaferini müjdelemek üzere Hz. Peygamber haber gönderir. Münafıklar gelen haberin tam tersini yayarak Müslümanların perişan olduğunu söylemekle kalmayıp, kaybolan bir eşya için Hz. Peygamber çalmıştır iftirasında bulunurlar. Yüce Allah bu iftirayı "Bir Peygambere emanete hıyanet yaraşmaz" [853] ayetiyle reddeder. Diğer taraftan Zeyd b. Haris müşriklerin ileri gelenlerinin öldüğünü ileri sürdüğünde, Yahudi Ka'b b. Eşraf bu haber doğru ise, yerin altında yaşamanın daha doğru olacağını ileri sürer. [854]
Münafıklar Uhud savaşında şehrin dışına çıkılmasını istemezler. Hz. Peygamber de istişare neticesinde dışarı çıkılmasına karar verir. Bunun üzerine istemeyerek savaşa katılırlar fakat daha sonra bir takım bahanelerle ayrılırlar. İçlerinden ileri gelenlerinden bazıları nifak çıkarmak için Hz. Peygamberin yanında kalırlar. Hedefleri içerden ve dışardan Hz. Peygambere karşı birleşip, O'nu öldürmektir. Yüce Allah onların gizli emellerini şu ayetiyle haber vermektedir.
"İki birliğin karşılaştığı gün sizin başınıza gelenler ancak Allah'ın dilemesiyle olmuştur ki, bu da mü'minleri ayırtetmesi, münafıkları ortaya çıkarması içindi..." [855]
Bu savaşta önemli olan başka bir olay, Hz. Peygamber'in Abdullah b. Ubeyy'in müttefiki olan altı yüz kjşilik Yahudi askerlerini kabul etmeyişidir. [856] Zira Yüce Allah, "O zaman içinizden iki bölük bozulmaya yüz tutmuştu. Halbuki Allah onların yardımcısı idî. Mü'minler yalnız Allah'a dayanıp güvensinler." [857] Buyurarak, Yahudi ve Münafıkların ittifakını bildirmiş olur. Hz. Peygamber savaş dönüşü ben kelime'i şahadeti getireni öldürmemekle emrolundum diyerek kimseye ceza vermemiştir. [858] Fakat Müslümanların insanların kalplerini kazanmak için yapılması gerekeni öğretmiştir. Çünkü önemli olan ceza vermek değil, düşmanlığı dosta dönüştürmektir. Hz. Peygamberde bunu yapmıştır. [859]
Hicri beşinci yılda meydana gelen Hendek savaşında Müşrik, Yahudi ve Münafık işbirliği dikkati çeker. Hedef Hz. Peygamber ve inananların hezimetidir. Savaş hazırlıkları yapılırken, münafıklar mazeret belirterek hendek kazımında bulunmamışlardır. Bu durum "Allah içinizden başkalarını siper edinerek sıvışıp gidenleri çok iyi bilir... Allah'ın emrine karşı gelenler başlarına bir bela gelmesinden yahut Şiddetli bir azaba uğramasından sakınsınlar." [860] Şekliyle haber verilir. Savaşın dehşeti, gözlerin çukurlarından fırladığı, yüreklerin gırtlağa geldiği sözleriyle tasvir edilir. [861] Münafıkların halleri ve içinde bulundukları durum çok net bir şekilde şu cümlelerle açıklanmıştır.
“İşte orada mü'minler denenmiş, şiddetli bir sarsıntı ile sarsılmışlardı. Münafıklar ve kalbinde hastalık bulunan kimseler: 'Allah ve Resulü, bize sadece boş vaatlerde bulundu' diyorlardı Onlardan bir gurup da demişti ki 'Ey Yesrip halkı, artık size duracak yer yok. (evlerinize) dönün.' Onlardan bir toplulukta evlerimiz açıktır diyerek izin istiyordu. Oysa onlar açık değildi. Sadece kaçmak istiyorlardı." [862]
Her an İslâm'dan dönmek üzere olan Münafıklar bu savaşta umduğunu bulamazlar. Müşrikler de elleri boş döner. Bu savaş Müslümanların imanını kuvvetlendirir. Yahudiler de Müşriklerle beraber olmalarının cezasını görürler. [863] Nifak durumunda olanlara gelince savaştan sonra Medine'de yalnız kalır. Yardımcıları ve dostları onları terk eder. Yine yardımlarına Müslümanlar yetişir. [864]
Mustalik Oğullarının Müslümanlara saldırmak üzere hazırlık yaptıkları öğrenilir. Bunun üzerine Hz. Peygamber, yedi yüz kişilik bir kuvvetle hareket eder. Hicretin altıncı yılında olan bu savaşın içinde başta münafıkların reisi olmak üzere hayli münafık bulunur. [865] Bu gazada savaştan ziyade, münafıkların oynadığı rol büyüktür. Bunlardan birincisi ensar muhacir arasında çıkarılmak istenen fitne, ikincisi de ifk hadisesidir.
Ensar-Muhacir arasında Mureysi kuyusu başında Ensardan Sinan b. Veber ile muhacirlerden Cahcah b. Mesud kova yüzünden tartışırlar. Biri Ensar'ı diğeri Muhacirleri yardıma çağırır. Abdullah b. Ubeyy için büyük bir fırsat doğmuştu. O da görevini yapar. Kışkırtmanın yanında "köpeği besle seni yesin" diyerek muhacirleri köpeğe benzetir. [866] Daha da ileri giderek Medine'ye varıldığında izzetli ve şerefli olan, zayıf ve zelil olanı şehirden çıkaracaktır sözleriyle Müslümanları zelil ve zayıf olarak nitelendirir. [867] Hz. Peygamber Müslümanları uyararak olayı büyütmeden önler. Zira câhiliyet âdeti olan bir takım yanlışlıkların Müslümanlar arasında büyük fitne çıkaracağı, istenmeyen hadiselerin olacağı anlaşılır. Yüce Allah konuyla ilgili münafıkların yalancı olduklarını, yeminlerini bir kalkan gibi kullandıklarını, kâfir ve korkak olduklarını bildiren ayeti nazil eder.
"Münafıklar sana geldikleri zaman, 'Şahitlik ederiz ki sen muhakkak Allah'ın elçisisin.' derler. Senin muhakkak Allah'ın elçisi olduğunu Allah bilir ve Allah'ın Münafıkların yalancı olduklarına şahitlik eder. Yeminlerini kalkan yapıp Allah'ın yoluna engel oldular. Onların yaptıkları ne kötüdür. (Bu davranışlarının) sebebi şudur; İnandılar sonra inkar ettiler, bu yüzden kalplerinin üzeri mühürlendi. Artık onlar anlamazlar. Onları gördüğün zaman cisimleri hoşuna gider. Konuşsalar sözlerini dinlersin. Onlar dayatılmış odunlar gibidirler. Her gürültüyü kendi aleyhlerinde sanırlar. Onlar düşmandır, onlardan sakının Allah onları kahretsin, nasılda döndürülüyorlar?"[868]
İfk Olayı: Aynı gazvede münafıkların yapmış olduğu en büyük düşmanlık ise Müslümanların annesi olan Hz. Aişe validemize yapılan iftiradır. O ihtiyacını karşılamak için ordudan ayrılır. Tekrar geri döndüğünde gerdanlığını unuttuğunu anlar. Gerdanlığı aramak için gidip geldiğinde ordu gitmiş olur. Orada beklemeye başlar. Geride kalanları kontrolle görevli Muattal oğlu Saffan, ordunun ayrıldığı yere geldiğinde validemizi orada bulur. Devesini çöktürerek Hz. Aişeyi bindirip orduya yetiştirir. [869] Bu hadiseyi gören Abdullah b. Ubeyy; "Yemin ederim ki bunlar bir birinden kurtulamamışlardır. Peygamberin hanımı bir erkekle geceyi geçirmiştir." [870] diyerek nifak görevini yapar. Bu iftira Hz. Peygamber ve eşini derinden yaralar. Günlerce hasta yatan validemize Allah'ın müjdesi yetişir.
"Bu ağır iftirayı uyduranlar şüphesiz sizin içinizden bir guruptur. Bunu kendiniz için bir kötülük sanmayın. Aksine o sizin için bir iyiliktir. Onlardan her bir kişiye günah olarak ne işlemiş ise (onun cezası) vardır. Onlardan bu günahın büyüklüğünü yüklenen kişi için de çok büyük bir azap vardır. Bu iftirayı işiten erkek veya kadın müminlerin kendi vicdanları ile hüsnü zanda bulunup da "Bu apaçık bir iftiradır demeleri gerekmez miydi?" [871]
Yüce Allah iftira karşısında Müslümanların statüsünü belirledikten sonra insanların haysiyetiyle oynayanlar için önemli müeyyide getirir. Diğer taraftan her konuda iki şahit isteyen Yüce Allah zina sucunda dört şahit istemektedir. [872] Dedikodu yapılmasını da uygun karşılamamaktadır. [873] Çünkü basit dedikodularla yıkılacak yuvanın sorumluluğundan kurtulmak mümkün değildir. Müslüman'a düşen, Eyyüp el Ensâri'nin yaptığı gibi teslim olmaktır. O hadiseyi ailesinden işitince.
"Bu bir yalandır'' dedikten sonra bunu sen yapabilir misin? Diye hanımına sorar. Hanımı "Yemin ederim hayır!" deyince O da, "Allah'a yemin ederim ki Aişe senden daha faziletlidir" diye karşılık verir. Hanımı da evet diyerek tasdik eder. [874] İşte, Müslüman'a düşen böyle bir davranıştır. [875]
Tebük seferi, münafıkların sayıca en kalabalık olduğu bir savaştır. Hz. Peygamber Bizans'la yapacağı savaş için, orduya yardım yapılmasını ister. Münafıklar hemen mazeret ileri sürerler. Savaş yaz ayında, hasat dönemine rastladığından Müslümanlar için de büyük bir imtihan olur. Savaş hazırlıkları bittikten sonra Hz. Peygamberin ordusuna münafıkların liderleri de katılır. Fakat ordunun içine girmeyerek karargahlarını başka yere kurarlar. Böylelikle hemen nifaklarını gösterirler. [876] Hz. Peygamber ordusuyla hareket edince onlar da geri dönerler. Bunun üzerine Yüce Allah; "Ey iman edenler! Size ne oldu ki, "Allah yolunda gazaya çıkınız" denildiğinde yere yapışıp kaldınız. Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatına mı razı oldunuz?..." [877] Buyurarak Müslümanları ikaz etmiş olur.
Münafıklar Müslümanları savaştan vazgeçirmek için, sıcakta savaşa mı gidilir? Demişler, Yüce Allah da cehennemin daha sıcak olduğunu haber vermiştir. [878] Cihada çıkmamak için izin isteyen münafıkların yalancı olduğunu bildiren Yüce Allah; "Allah biliyor ki onlar mutlaka yalancıdırlar. Allah seni affetsin! Doğru söyleyenler sana belli olmadan ve yalan söyleyenleri bilmeden cihada çıkmamaları için niçin izin verdin?" [879] Buyurarak bu savaşın münafık ve müslümanı ayırt etmek için önemli bir mihenk olduğu anlaşılır. [880]
Abdullah b. Ubeyy'in durumu Tebük savaşından sonra tamamen açığa çıkar. Mescidi Dırâr'da, İfk hadisesinde, Müreysi gazasında, her fitnenin arkasında Abdullah'ın olduğu bütün Müslümanlar tarafından bilinir hale gelir. Abdullah b. Selül hicretin dokuzuncu yılında hastalanır. Hayli nifak çıkarmasına rağmen, Hz. Peygamber ziyaretinde bulunur. Bu ziyaret esnasında "Ben seni Yahudi sevgisinden men etmiştim fakat seni bu sevgi helak etti." [881] Demekten kendini alamaz. Bir takım karşılıklı konuşmalardan sonra Abdullah b. Ubeyy Hz. Peygamberin yanında bulunmasını, gömleğini vermesini, cenazesini kılmasını ister. [882] Hz. Peygamber de istekleri yerine getirir. Fakat daha sonra Yüce Allah onun münafık olduğunu ve namazının kılınmaması gerektiğini bildirir.
"O münafıklardan biri ölürse, sakın namazını kılma, kabrinin başında durma. Çünkü bunlar Allah ve Peygamberini inkar etmişler ve dinden çıkmış olarak ölmüşlerdir" [883]
Bu hadiseden sonra Münafıklar bir daha böyle önemli güç toplayamazlar. Fakat Münafıklar ve nifak hareketleri dünya durdukça Müslümanların asıl problemi olmaya devam edeceğe benzemektedir. Durum böyle olmakla birlikte, Hz. Peygamberin onlara karşı tutum ve davranışları insanlarla kurulacak dostluk açısından çok önemlidir. [884]
Kur'ân-ı Kerim'in bütünlüğü içinde, Münafıkların tavırlarına baktığımızda karşımıza ilginç bir tablo çıkmaktadır. Çünkü bunlara Müslüman muamelesi yapılmaktadır. İnançsız demek de mümkün değil. Zira inandıklarını söylerler. İnançlı demek de mümkün değil. Çünkü AIlah'a ve Peygamberine karşı gelmektedirler. Dünya açısından durum böyle olmakla birlikte, Yüce Allah katında böyle değildir. Onların dünyada kendilerini bir takım müeyyidelerden kurtarmaları mümkündür. Fakat Allah onların bütün hallerini görmektedir. Aslında onların inançları yoktur. Kibirlidirler. Allah ve Peygamberin hükümlerine razı olmazlar. [885]
Peygamberle ilgili inançları haber verilirken, Rahmet nebisine suikast düzenledikleri, onunla alay ettikleri, iftirada bulundukları ve inanmadıkları belirtilir. Kendileri inanmamakla birlikte, insanların inkar etmeleri için gizli faaliyet gösterirler. [886]
Münafıkların âhiret ve kitap inançları da bulunmaz. Yüce Allah kitapla ilgili durumlarını şu ayette haber verir: "Her hangi bir süre indirildiği zaman onlardan bir kısmı derler ki "Bu sizin hanginizin imanını artırdı?" İman edenlere gelince onların imanını artırır ve onlar sevinirler" [887] Kitap inançları böyle olmakla birlikte ölüm anındaki durumları ve ahıretteki halleri yürekler acısıdır. "Fakat melekler onların yüzlerine, sırtlarına vura vura canlarını alırken halleri nice olur". [888] Bu ayet Hz. Peygambere karşı gelenlerin ve inançlarında samimi olmayanların durumunu tasvir etmektedir. Bu psikolojik bir haldir. Pişmanlığı ve öldükten sonraki aczi hatırlatır. Zira onların bütün yaptıkları kendilerinedir. Dünyada yaratılanlara zarar verseler de, neticede dünya ve ahirette pişman olacak kendileridir. [889]
Hz. Peygamber Medine'de Müslümanlarla birlikte bütün insanları aynı çatı altında toplamayı başarır. Burada Müslümanlar ile inanmayanlar karşılaştırıldığında Müslümanların sayıca çok az olduğu görülür. Öyle olmasına rağmen Hz. Peygamberin insanlara candan yaklaşımı, hoş görüşü ve hata edenleri af etmesi, hepsini bir çatı altında toplanmalarını sağlar. Hz. Peygamberin Gayr-i Müslimlere yaklaşımına baktığımızda bazı önemli noktalı tesbit edebilmekteyiz. Bunlar:
a- Rahmetinin insanlığı kuşatması, [890]
b- İnsanlığa yumuşak davranması, [891]
c- Hedefinin bütün insanlığın hayrını istemiş olması, [892]
d- Uyguladığı adaleti ile temel hak ve hukukları garanti altına alarak, aşiret, ırk ve diğer farkları kaldırmış ve insanlığı tek Allah inancı etrafında toplamayı hedeflemiştir. Uyguladığı sıcak ilişki ile farklı ırk ve din sahiplerinin bir arada yaşayabileceğini göstermiştir. [893]
Hz. Peygamberin insanlar arasında bir ayrıma gitmeden her çeşit insanı bir çatı altında toplaması ve insanların kalplerini kazanmasını sağlayan ikili ilişkilere zamanımızda büyük ihtiyaç duyulmaktadır. Müslüman, Müşrik, Yahudi ve Hıristiyanlan bir şehirde kardeş yapan güç nedir? Zamanımızda aynı başarı gösterilemez mi? Yirminci asır insanlarının sosyal yapısı ile Hz. Peygamberin dönemindeki insanların durumları çok farklı mıdır? Gibi soruların cevabını verebilmemiz için Hz. Peygamberin insanlığa yaklaşımını çok iyi bilmemiz gerekmektedir. Hz. Peygamberin o günkü insanlara bakış acısını ve yaklaşımından tesbit edebildiğimiz maddelerden bazılarını aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz. Zira aşağıda yer vereceğimiz temel hak ve hukukları insanlara vermeden, İslâm'a göre farklı toplulukları mutlu etmek mümkün olmaz. İşte Hz. Peygamberin siyasetinde bu incelikler bulunmaktadır.
a- Hz. Peygamberin Müslümanlara vermiş olduğu bütün hakları diğer din sahiplerine de vermiştir. Müslümanlar kendilerinin dışında bulunan insanlara bu çerçevede yaklaşmış ve İslâm'ı tebliğ'etmede zorlama yapılmamıştır.[894]
b- Mahkeme karşısında Peygamber ile diğer insanların bir farkı bulunmaz. Her konuda adalette eşitlik şarttır. [895]
c- Yüce Allah bütün insanların Rabbidir. Herkese aynı ölçüde yaklaşmaktadır. Fark takvada ve salih ameldedir.[896]
d- En büyük değer insana verilir. Can ve malın dokunulmazlığı bulunur. Hiçbir din sahibi, başkasının malına ve canına tecavüz etme hakkına sahip değildir. Aksi durumda hiçbir ayırım yapılmadan gerekli ceza verilir.
e- Diğer insanlarla iyi ilişkiler içine girmiş ve İslam'ın yüceliğini tanıtmıştır. Düşmanların dostlarını kendi yanına çekebilmiştir. Bu durumda düşman olan kimseler yalnız kalmakta, inananlara saldırmaya cesaret edememektedir.
f- Düşmanı düşmanla etkisiz hale getirir.
g- Olayları büyümeden yerinde çözmüştür. [897]
h- Maddî ve manevî açıdan güçlü olması. [898] Hz. Peygamber her zaman düşmanın sahip olduğu imkanlara mümkün ölçüde sahip olmuştur. Manevi tedbirlerin yanında maddi tedbirleri ihmal etmemiştir.
I- Başta Münafıklar olmak üzere, bütün insanlara hoşgörü prensibini uygulamış, mecbur kalmadıkça kuvvete başvurmamıştır. Zira İslâm'da suçsuz birini öldürmek en büyük günahı teşkil etmektedir. [899]
j- Müslümanları aynı inanç ve aynı şuur etrafında toplayarak, birlik ve beraberliği sağlamış olmasıdır.
Yukarıya alabildiğimiz prensipler sayesinde, Hz. Peygamber bütün din sahipleriyle en güzel yaşama imkanını bulmuştur. Hz. Peygamberin bütün insanlara yaklaşımında uyguladığı temel prensipler tazeliğini hala korumaktadır.
Son Nebi, Münafıklara daima Müslüman muamelesi yapmıştır. Çünkü münafıkların liderliğini yapan insanların dediklerine inanarak onların peşinden giden birçok insan olabilmektedir. Önemli olan bu tip insanların bulundukları ortamdan kurtarılıp kazanılmasıdır. İşte, Hz. Peygamberin takip ettiği bu ince siyasetle münafık insanları büyük ölçüde kazanmıştır. Onlara Müslüman muamelesi yaparak, müsIümanlar arasında doğru ve yanlışı anlamalarına imkan sağlanmıştır. Bu dünyada uygulanan, inandık dedikleri için yapılan bir hoşgörüdür. Ahirette uygulanacak prensipler ise daha değişiktir. Dünyada yaptıklarının cezasını göreceklerdir. [900] Dünya ile ilgili olarak "... Şimdi biz amellerinin bize görünen yönüyle sizi değerlendiriyoruz.'' [901] buyuran Hz. Peygamber, iki davalı için, kim davasını iyi savunursa ona göre hüküm vereceğini, gerçek suçlunun kendisini daha iyi bildiğini belirterek, Allah'ın yanında görecekleri hesabı hatırlatır. [902]
Hz. Peygamber siyaset icabı Münafıkların üzerine gitmemiştir. Böylelikle fitneyi yerinde kurutmuştur. Uhud savaşından sonra, yaptıklarıyla ilgili hesap sormamıştır. [903] Diğer taraftan Müslümanlarla birlikte savaşa katılan münafıkların, Müslümanlara zararlarından başka bir etkileri olmamıştır. [904] Ruhi bakımdan devamlı hasta durumda olan Münafıkların durumunu görünüşte önemsemeyen Hz. Peygamber, perde arkasından alınması gereken tedbirleri alarak onların etkisiz hale getirilmesini sağlamıştır.
Sahabeler zaman zaman münafıkların yaptıklarına karşılık cezalarının verilmesini istemişlerdir. Hz. Peygamber bunlara ''Peygamber arkadaşlarını öldürtüyor dedirtmem", [905] buyurarak karşılık vermiştir. Yüce Allah da münafıklara yaptıklarından vazgeçmedikleri takdirde Peygamberi onlara musallat kılarak cezalarını vereceğini belirtmiştir. [906]
Hz. Peygamberin takip ettiği başka bir metod da, Münafıkların yaptıklarını değişik usul ve metodlarla öğrenip yüzlerine vurmasıdır. Bu haberler zaman zaman Cibril vasıtasıyla öğrenildiği gibi, sahabelerin takip etmeleriyle de öğrenilmiştir. Hz. Peygamber buna göre tedbirini alıp etkisiz hale getirmiştir. [907]
Başarının önemli özelliklerinden birisi, nifakçıyı içeriden etkisiz hale getirmesidir. Nitekim münafıkların lideri durumunda olan Abdullah b. Ubeyy'in oğlu Abdullah çok samimi bir müslümandır. Olup bitenleri Allah'ın Resulüne haber vermiştir. Hz. Peygamber de O'na karşı nâzik davranmış, babasına iyi muamele etmesini istemişti. Babasının istemesi üzerine ölümünde hırkasını vermiştir. Bu durumu kaleyi içten fethetme olarak ele almak mümkündür. [908] Ceza ile ilgili uygulamada ona da gereği yapılmıştır. [909]
Diğer bir taktik, Medine'li münafıkları içten ve dıştan etkisiz hale getirmesidir. Dış iştirakçılarıyla irtibatını kesmiş, içte nifak çıkarmaya vesile olan toplantı yerlerini kaldırarak sahabeler tarafından göz hapsinde tutmuşlardır. Hz Peygamber konuyla ilgili bazı sahabeleri eğiterek, gelecek haberlerin iyi tahlil edilmesini ve yayılmamasını istemiştir. [910] Ayrıca sahabelerin birbirlerine karşı hata yapmalarına izin verilmemiştir. [911]
Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerim'de değişik usul ve metodlarla insanlara karşı nasıl davranılması gerektiğini bildirmiştir. İnsanlığın ilk muhatap olduğu yaratık şüphesiz şeytan ve onun temsilcileridir. Nefis ve şeytanla amansız mücadele eden insan bir de kendi cinsinden olanlarla ikili ilişki içinde olmak zorundadır. İmtihanı kazanmak kolay değildir. Bununla birlikte, her zorluğun sonunda mutlaka kolaylık bulunmaktadır. Şeytan, insanın kendi cinsinin dışında görünmeyen bir varlıktır. Onunla olan münasebetleri doğumdan ölüme kadar sürecektir. Diğer yaratıklarla münasebetler böyle değildir. Şeytanla ilgili imtihanı kazanmak kuvvetli bir imana bağlıdır. İkinci derecede Müşrik ve Gayr-i Müslimlerin ilişkileri gündeme gelir. Bunların durumları bellidir. Çünkü dost ve düşmanlıklarını büyük ölçüde açıktan yaparlar. Hedefleri kendi inançlarının üstünlüğünü sağlamaktır. Bunlarla en güzel şekilde İslâm'ın ön gördüğü ikili ilişki kurulur. Karşılıklı ilişkiler fıtrat dini bazında geliştirilir. Diğer taraftan şeytan gibi görünmeyen bir düşman daha vardır ki, o'da Müslüman görünen Münafıklardır. Onların dost ve düşmanlıklarına güvenilmez. Yüce Allah kafirleri dost edinmeyin. Onlar sizin düşmamnızdır buyurmakla birlikte, münafıklar için aynı ifadeyi kullanmaz.
"Onları gördüğün zaman dış görünüşü hoşuna gider. Konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar elbise giydirilmiş kütükler gibidirler. Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar. Asıl düşman onlardır. O halde onlardan sakın. Allah onları gebertsin. Nasıl olupta haktan döndürülüyorlar. " [912]
"İnsanlardan öyleleri vardır ki, dünya ile ilgili söyledikleri senin hoşuna gider. Hatta böylesi kalbinde olana Allah'ı şâhid tutar. Halbuki o hasımların en yamanıdır." [913]
"Münafıklara kendileri için acı bir azabın olduğunu müjdele, Müminleri bırakıp da kafirleri dost edinenler, onların yanında izzet mi arıyorlar? Bilsinler ki, bütün izzet yalnızca Allah'a aittir." [914]
"Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin. Allah'ın aleyhinize apaçık bir delil mi vermesini istiyorsunuz.” [915]
"Münafık erkek ve kadınlar birbirlerindendir. Onlar kötülüğü emrederler. İyilikten alıkor ve cimrilik, ederler. Onlar Allah'ı unuturlar. Allah'da onları unuttu. Çünkü münafıklar fâsıkların tâ kendileridir." [916]
"Allah'ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu dost edinenleri görmedin mi? Onlar ne sizdendirler ne de onlardan. Onlar bilerek yalan yere yemin ediyorlar." [917]
Konuyla ilgili yüzlerce ayetin içinden seçtiğimiz âyetlerin kriteri yapıldığında şu neticeye varılmaktadır.
a- Münafıklar müslüman gibi görünür fakat inanmış değildirler
b- Onlar hiç kimseye yaranamazlar,
c- Kâfirlere olan yakınlığı Müslümanlardan daha ilerdedir,
d- Münafıklar birbirlerinin dostu olup'kötülüğü emrederler,
e- Müslümanlar onların dostluğuna hiçbir zaman güvenmemeli, tedbiri ona göre almalıdırlar. Zira istekleri İslam'ın yayılmasını önlemek ve insanlar arasında kurulacak dostluğa engel olmaktır.
Yukarıya aldığımız âyetlerin anlamlarında dikkati çeken başka bir özellik, Münafıkların Müslümanlara bakış açısının tespit edilmiş olmasıdır. Kur'ân'da inananları sevmeme bakımından insanlar sıralanırken, Yahudi, Müşrik ve Hıristiyan olarak tasnif edilir. [918] Yahudilerin ilişkileri dünya menfaatine dayanır. İkili ilişkiler bu bazda önemini korur. Müşriklerin temellerinde Allah inancı olmakla birlikte batıl ilişkiler ve dünya çıkarları daha değerlidir. Dostlukları bu ölçüde değer kazanır. Müslümanlara en yakın olanların da Hıristiyanlar olduğu vurgulanır. Münafıklarla ilgili "Asıl düşman bunlardır. O halde onlardan sakının." [919] buyurulurken. Başka bir ayette de "düşmanların en yamanıdır." [920] Şekliyle tanıtılır. Ayetin yapısında bulunan "Eleddü" kelimesinin düşmanlıkta en üst sınırı ifade ettiği anlaşılır. [921] Son derece insaf ve merhametten yoksunluğu belirtmek için kullanılır. Bu tip insanların eline fırsat geçecek olursa, yapamayacakları kötülükleri yoktur. Bu insanlara yapılacak muamele Hz. Peygamberin uyguladığı ince siyasettir. Müslümanlar kendilerini korumak için onlar tarafından yayılan haberlere önem verilmelidir. Gelen haberin doğruluğu araştırılmalıdır.
"Ey imam edenler size fasık bir adam bir haber getirdiği zaman onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeyerek bir topluluğa karşı bir kötülük edersinizde sonra yaptığınıza pişman olursunuz." [922]
Dostluğu pekiştiren ve devamını sağhyan en büyük etken müspet ve menfi haberlerin iyi araştırılması gerekmektedir. İnsanlığın baş belası, her habere inanılması ve zanla haraket edilmesidir. İslâm bunlardan kaçınmayı emreder. [923]
Müslümanlar her zaman münafık ve uzantılarına yumuşak davranmak mecburiyetinde değildir. Maddi ve manevi yönden şerlerinden çekinilmiyorsa, gerektiğinde sert tedbirler uygulayarak etkisiz hale getirilebilir. [924] Nitekim Hz. Peygamber Mescid-i Dırâr-ı yıkarak şer odaklarını ortadan kaldırmıştır. [925] Diğer taraftan yaptıkları kötülüklerden dolayı siyasi ambargo uygulanabilir. [926] Daima Müslümanların aleyhine olacaklarından onlar hiçbir zaman örnek alınmamalıdır. [927] Münafıklıkları açık olarak bilinenlerin cenaze gibi merasimlerine katılmayarak tecrit metodu uygulanabilir. Böylelikle içinde nifak alameti olanlar düşünmeye davet edilmiş olur. [928] Ayrıca düşmanlıklarından ve kötülüklerinden korunmak için Allah'ın yardımını kazanacak amellerin yapılması gerekir. Bunun için Müslümanların Hz. Peygamberin sünnetini bilmeleri, kendi aralarında birlik ve beraberliklerini korumaları, insanlığın faydası için iyi işlerde yardımlaşılmalıdır. Bu durumda olan Müslümanlara Allah'ın yardımının gelmesi mümkündür. [929] Diğer taraftan onlarla yapılacak ikili ilişkilerde çok dikkatli olunması gerekmektedir. Özellikle ticari konularda dünyaya fazla düşkün oldukları, ibadetlere karşı sorumsuz davrandıkları bilinir. Onların bu durumlarını bilen Müslümanlar ferasetli olmak durumundadırlar. Yoksa istenilen dostluğun oluşması İslâmî açıdan mümkün görülmez. [930]
Yirmi birinci asrın başında dünyaya baktığımızda, fıtrat dininden uzaklaşan bir takım dinlerin olduğunu görmekteyiz. Söz konusu din mensupları kendi inançlarının insanlığın menfaatine olduğuna inanmakta, diğer dinlerin gelişmemesi için elinden geleni yapmaktadırlar. Halbuki insanlığın yaratıcısı onların saadeti için gerekii emirleri göndermiştir. Buna göre temeli Allah'a dayanan ilâhi dinlerin özü bir noktada toplanır. O da, Allah'ın bir olduğu inancıdır. Bunun ismi de Tevhid'tîr. Yüce Allah ilk insan ve ilk peygamberle başlayıp, son nebî Hz. Muhammed'le noktalanan nübüvvet halkasını bu temel üzerine oluşturmuştur. Bütün peygamberlerin ilk görevi bu esası insanlara anlatmak olmuştur. Nitekim Yüce Yaratıcının bildirdiğine göre, Hz. Nuh, [931] Hz. Hûd, [932] Hz. İbrahim, [933] Hz. Salih, [934] Hz. Musa ve Hz. İsa, [935] İsrail Oğullarına gönderilmiş, bunlara emredecekleri ilk görevin Tevhid olduğu belirtilmiştir. Hz. Peygambere de aynı görev verilmiştir. Bu görev Allah ve Peygamberi tanıtmasıdır. Diğer bir ifadeyle dostluğun özünü tekrar pekiştirmesidir.
"Ey Muhammedi De ki: Ey İnsanlar! Doğrusu ben göklerin ve yerin hükümranı, O'ndan başka tanrı bulunmayan, dirilten ve öldüren Allah'ın hepiniz için gönderdiği peygamberim..." [936]
Bu ayette iki önemli nokta temas edilmektedir. Allah'ın birliği ve Peygamberinin serçek olduğudur. İlâhi dinlerin durumu ifade edilirken de:
"(Ey Muhammed) Hakka yönelerek kendini Allah'ın insanlara yaratılışta verdiği dine ver. Zira Allah'ın yaratışında değişme yoktur; işte doğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler." [937]
"Bu Allah'ın önceden gelenler arasında (uygulanan) kanunudur Allah'ın kanununda değişme bulamazsın." [938]
Yukarıdaki âyetlerde de görüldüğü gibi, Allah'ın gönderdiği dinlerin arasında değişikliğin olması söz konusu değildir. Farklılık olmuş olsa, onun beşeri inançlardan bir farkı olmazdı. Dolayısıyla Allah'ın göndermiş olduğu elçilerin ve bu elçilere verilen kitapların ilk icraatı Allah'ın birliğini tanıtmaktır. Kur'ân-ı Kerim Allah'ın birliği ile başlar ve yine onun birliğinin özetiyle sona erer. [939] Bu münasebetle, Hz. Peygamber ve O'na verilen Kur'ân'ın asıl amacı tevhidi [940] ve nübüvveti hakim kılmaktır. [941] Diğer taraftan temelinin ilâhi esaslara dayanıldığı iddia edilen din sahiplerinden bu noktaya gelmeleri istenmektedir. [942]
Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerim'inde kendi varlığı hususunda birtakım deliller ileri sürerek, inkar eden veya şüphe içinde bulunanların dikkatlerini çeker. Yüce Yaratıcının varlığı ortaya konulurken, göklerin ve göklerde olanların, tabiatın ve dünyada bulunanların kim tarafından yaratıldığının düşünülmesi istenmektedir. Hz. Peygamber aracılığı ile;
"Göklerde ve yerde neler var bir bakın de, inanmayacak bir millete âyet ve uyarmalar fayda vermez." [943]
"Allah gökleri ve yeri hak ile yarattı. Şüphesiz bunda inananlar için işaretler vardır." [944]
"And olsun onlara Gökleri ve yeri kim yarattı? Güneşe ve aya kim boyun eğdirdi desen, Allah derler. O halde nasıl Allah'ın birliğinden döndürülüyorsunuz." [945]
Kur'ân-ı Kerim söz konusu âyet ve benzerleriyle insanların dikkatini çekerek, böyle kusursuz yaratılışın kendisi dışında başkası tarafından yapılamayacağını hatırlatmaktadır. [946] Diğer taraftan, bu yaratma hadisesi, kendisi için; yarattı, yarattık, biz yarattık, [947] Biz biliriz, Biz kurtardık [948] gibi, tazim ifadeleriyle zikredilir. Bunlar yaratıcı için birer nezaket cümlecikleri olmakta, yoksa birden fazla ilah anlamına gelmediği bilinmektedir. [949]
Kur'ân-ı Kerim, Yüce Yaratıcının bir tek olduğunu haber vermektedir.
"Allah'tan başka Allah yoktur " [950]
"Allah'tan başka ilah yoktur." [951]
"O Tektir." [952]
"O birdir." [953]
"Tanrınız bir tek Tanrı'dır. O'ndan başka Tanrı yoktur. O Rahmandır, Rahimdir." [954]
Gibi âyetlerle belirtilmektedir. Hem müşriklere [955] hem de, Ehl-i Kitab'a cevap olması açısından nazil olan İhlas suresi tevhidle ilgili verilmesi gerekeni verir.
"De ki: O Allah birdir. Her şeyden müstağni ve her şey ona muhtaçtır. O doğurmamış ve doğmamıştır. Hiçbir şey O'na denk değildir." [956]
Kur an'a göre, Yüce Allah ilktir. Sondur, açıktır ve gizlidir. O her şeyi bilendir. [957] Ondan önce birisi olmadığı gibi, yine O, sondur. Yaratılanlardan hareketle O'nu tanımak mümkün olsa da, zatını tasavvur etmek mümkün olmamaktadır. [958] O'nun eşi ve ortağı yoktur. [959] Allah'ın birliği konusunda gerçek ilim sahibinin ve meleklerin tereddüt etmeyeceğini haber veren Kur'ân-ı Kerim, tereddüdü olanların gerçek ilimden mahrum, bilgisiz, akılsız ve cahiller olduğunu belirtir. [960]
Yüce Yaratıcının izni olmadan hiçbir şey olmaz. Yaratılanlarda mevcut olan birtakım noksan sıfatlar, Allah için mümkün değildir. [961] Yüce Allah son ilâhi kitabında, Tevhid'in ilâhi dinlerin özünü oluşturduğunu, bütün peygamberlerin Allah'ın birliğini ilan etmekle görevli olduğunu kesin olarak belirttikten sonra, Tevhid'in ortaya koyduğu hükümle iki önemli meseleyi açıklamaktadır.
"Allah'tan başka Allah yoktur." [962]
"Allah'tan başka ilah yoktur." [963]
Prensipleridir. Birinci ayette kendisinin dışında Allah'ın olmadığı açık bir şekilde vurgulanırken, ikinci ayette de Allah'ın yerine konulabilecek bütün ilahlar reddedilir. Kur'ân-ı Kerim'in bütünlüğü içinde meseleye baktığımızda;
“Allah'tan başka iddia edilen Allah veya ilâhlar.
“Tâğut kelimesiyle reddedilen şeytanın ortaya koyduğu inançsızlıklar,
“Endâdlar ve Rabler zikredilerek reddedilmekte, bunların mensupları uyarılmaktadır.
Yüce Allah'ın Kur'ân-ı Kerim'inde Müşrik olarak sınıflandırdığı insanların, içine düştüğü inanç bataklığını haber vermiş ve bunların kabul ettiği Allah'ın dışındaki bütün ilahları kabul edilmez bulmuştur. Zira Müşrikler, Allah'tan istenmesi gerekenleri putlardan istemişler, Allah'a yapılması gerekeni putlara yapmışlardı. İstediklerini elde edemeyince de ilah kabul ettiklerine saygısızlıktan çekinmemişlerdir. [964]
Hz. Peygamberin tebliğine; "Tanrıları bir tek Tanrı mı yaptı? Bu cidden tuhaf bir şey" [965] şeklinde cevap vermişlerdir. [966] İşte Yüce Allah Müşrikleri ve Onların her devirde olacak olan uzantılarını uyararak, akıllarını kullanmalarını, gerçek ilimle meşgul olmalarını, aksi durumda zararlı çıkacak kişilerin kendilerinin olacağını bildirmiş olur.
Tevhid'in önemle reddettiği diğer bir husus, EhL-i Kitap mensuplarının din adamlarını Rab tanımalarıdır. Müslümanlar için de önemli bir ikaz olan Tevbe suresi 31. Âyeti, bütün din sahipleri için önemli bir mihenk taşını oluşturmaktadır. Ehl-i kitap mensupları peygamberlerin getirdiklerini kaldırmışlar, bunun yarine din adamlarının koydukları prensipleri din olarak algılamışlardır. Böylelikle bir ruhban sınıfı meydana getirilmiştir. "...İcat ettikleri ruhbanlığı, biz onlara yazmamıştık...." [967]
Âyetiyle bu durum haber verilmektedir. Neticede Yahudi ve Hıristiyan din adamları gerçek görevlerini yapmayarak, [968] haksız yere insanların mallarını ellerinden alıp, kendi milletlerinin yanılmalarına sebep olmuşlardır. [969]
Tevhid'e uymayan diğer bir inanç, Tâğut ve Endâd kelimelerinin mahiyetidir. Tâğut, üzerinde durulması gereken önemli bir konudur. Bununla birlikte, özet bir bilginin verilmesi uygun olacaktır. Kur'ân-ı Kerim'de zikredilen ayetlerden anlaşıldığı kadarıyla, dünya'daki İslam'ın dışında kalan dinlere tâğut isminin verildiği görülmektedir. Yüce Allah bu inancı şu ayetleriyle haber verir.
"Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğut'u reddedip Allah'a inanırsa kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah işitir ve bilir." [970]
"Kendilerine kitaptan bir pay verilenleri görmedin mi? Put ve batıla inanıyorlar ve inkar edenler için: 'Bunlar inananlardan daha doğru yoldadır' diyorlar," [971]
"De ki: Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size söyleyeyim mi? Allah kimlere lanet ve gazap etmiş, kimlerden maymunlar ve domuzlar ve tâğut'a tapanlar yapmışsa, işte onların yeri daha kötüdür ve onlar düz yoldan daha çok sapmışlardır.” [972]
Yukarıya aldığımız ayetlerin anlamında da görüldüğü gibi, Yüce Allah tâğut'u reddederek kendisine ve gönderdiği dine inanılmasını istemekte, tevhid'in dışında kalan inanç sistemlerini, şeytanın ve Müşriklerin inançları tâğut olarak belirtmektedir. [973] Bunların dışında kalan, Hz. Adem'den itibaren peygamberin getirdiği ilâhi sistem olan İslâm ismiyle methederek, O'na uyanların kopmayan sağlam bir kulpa yapıştığını haber vermektedir. [974]
Tevhid'in reddettiği başka bir şirk şekli de "Endâd" kelimesinin mahiyetidir.
"... O halde bile bile Allah'a eşler/coşmayın." [975] buyurarak, Yüce Yaratıcının kendisi dışında kalan putlar ifade edilmektedir. Yukarıya aldığımız ayeti geniş olarak izah eden Râzi (606/1206}, "Endâd" kelimesinin Müşriklerin taptığı putları ifade ettiğini vurgulamaktadır. [976] İşte Yüce Allah tevhid'le kendisine inanılmasını emrederken, kendisine ortak koşulmasına razı olmamakta, asıl İlâh'ın kendisinin olduğunu, kendisinden başka kimseye ibadet edilemeyeceğini bildirmektedir. [977]
Yüce Allah Kur'ân-ı Kerim'inde kendisinin bir olduğunu eşi ve benzerinin olmadığını bildirmekle kalmamış, "Rabbil âlemin" ifadesiyle kendisinin dışında mevcut olan bütün yaratılanların sahibi olduğunu belirtmiştir. Rab, lügat itibariyle terbiye anlamına gelir. Dolayısıyla "Rah kelimesi buradan türetilmiştir. Mâlik, müşfik, efendi ve itaat olunan gibi anlamları bulunur. [978] Âlemîn, Âlem kelimesinin çoğuludur. Allah'ın dışında kalan sonradan yaratılan her şey anlamına gelmektedir. Alemin kelimesini, Allah'ın varlığına ve birliğine delil teşkil eden yaratıklar olarak özetlemek mümkündür. [979]
Yüce Yaratıcı kullarından Fatiha suresinin başında yer alan "Hamd alemlerin Rabbına mahsustur." [980]
Sözleriyle kitabına başlamasını emretmesi, çok güzel bir anlamı ifade etmektedir. Burada insan sınıfı olarak hiçbir ayrım söz konusu edilmemiştir. Yeter ki, kulluğunu bilsin Rabb'ine yönelsin. İster inansın, ister inkar etsin hepsini yaratan, besleyen, yaşatan en güzel şekil verenin Allah olduğu vurgulanmış olur. Allah (c.c) İnsanlar arasında bir ayrım yapamadığı gibi, diğer âlemler için de bir ayrıma gitmez. Bütün âlemlerin, parçalarının, yaratılan her şeyin sahibi ve mâliki, sadece O ulvî mâbud olmaktadır. Dolayısıyla yaratılanlar da O'na boyun eğmek, itaat etmekle görevli bulunmaktadırlar. Konuyla ilgili Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulur.
"Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes O'nu tespih eder. O'nu övgü ile tespih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki, siz onların tespihini anlamazsınız. O, halimdir, bağışlayandır.” [981]
Adı geçen ayetin anlamına baktığımızda tespih eden yaratıklar "men" ismi mevsuluyla (vemen fîhinne) ifade edilir. Buradan hareketle gökyüzünde de akıllı varlıklar var mı? Sorusu akla gelmektedir. Diğer taraftan Fatiha suresi surelerin anası olarak bilinmektedir. Dolayısıyla bu sure bir temel, bir kaynağı oluşturmakta, diğer sureler de birer ark durumunu teşkil edebileceği akla gelmektedir. [982] Fatihada yer alan "el-âlemine" kelimesi çoğul olması itibariyle bir kaynak durumundadır. Zira, kelime Allah'ın dışındaki sonradan yaratılanların tamamını bünyesinde toplamaktadır. Fatihanın dışında Kur'ân'da yer alan En'am, Kehf, Sebe ve Fâtır sureleri "el-hamdü" kelimesiyle başlamaktadırlar. Söz konusu surelerin ilk ayetleri incelendiğinde bunların belirli birer cüzleri ifade ettiği görülmektedir. Fatiha bir okyanusu diğer sureler birer ırmağı hatırlatmakta, fatiha ise, hepsini bünyesinde topladığı, bunların da gerçek mabud tarafından yaratıldığı, bu sonradan yaratılanların kul mecburiyetinde olduğu dikkati çekmektedir. [983]
Kur'ân-ı Kerim'de Yüce Yaratıcının Alemlerin Rabb'i olduğunu bildiren elli iki civarında ayet bulunmaktadır. [984] Söz konusu ayetlerde Allah (cc) ın yaratıklarına Rahmetini yayarak, en ufacık bir ayrıma gitmediği görülür. Bu da Yüce yaratıcının yaratılanlar açısından ne kadar güvenilir dost olduğunu, Rab olma açısından insanlar arasında ne kadar adil davrandığının örneğini gösterir. [985]
Lügat olarak rahmet, hayrın oluşmasını istemektir. [986] Yüce yaratıcının rahmeti her şeyi kapsaması anlamına gelir. Yaratıklarına dünya ve ahirette acıması, onlara merhamet etmesidir. Dolayısıyla rahmetin dünya ve ahireti kapsayan iki boyutu bulunur. [987]
Kur'ân-ı Kerim'de Allah'ın rahmeti, diğer bir ifadeyle rahmet kavramı özel çalışmayı gerektiren bir konudur. Biz konuya Yüce Yaratıcının yaratılanlara dostluğu açısından bakarak, inanan ve inanmayan insanlara dostluğunun ve merhametinin mahiyetini belirtmeye çalışacağız.
Yüce Allah, kendisinin birliğini, âlemlerin Rabb'i olduğunu bildirmekle kalmamış, değişik açılardan kendini tanıtmıştır. Bu tanıtmanın ağırlığı rahmetinin yaratılanların tamamını kapsamayla ilgilidir.
"O rahmet etmeyi kendine farz kıldı. " [988],
"...Rahmetim her şeyi kuşatmıştır..." [989]
"...Ey kendi nefisleri üzerine haddi aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin!.. " [990]
Buraya alınan ayetlerde de görüldüğü gibi, insanlar arasında bir ayrıma gitmediği vurgulanmaktadır.
En'âm suresinin başından itibaren insanlığı hayret içinde bırakan tasvir ele alınır. Buna göre, önce yaratılandan yaratana gitme metodu izlenmiştir. Göklerin, yerin, aydınlık ve karanlığın yaratılması, insanlığın basit çamurdan meydana gelişi, geçmiş peygamberlere inkar edenlerin hali, dünyada başlarına gelen musibetler ve ahirette karşılaşacakları azap ortaya konulmuştur. Daha sonra Hz. Peygamber ve O'na verilen Kur'ân'a inkar edenler ele alınmıştır. [991] Bunların hemen 'peşinden Allah yaratılanlara seslenerek ''Rahmeti kendine farz kıldı... " müjdesini vermiştir. Gazap hükümleri Allah'ın isteği istikametinde değil, insanlığın ilâhi iradeden uzaklaşmaları neticesinde adalet gereği ortaya çıkmaktadır. Zira akıl sahipleri baştan itibaren sağlam fıtrat üzerine yaratılmış, buna ilaveten akıl, seçenek ve hür irade verilmiş, doğruya götürecek bir takım alametler konulmuş, ilave olarak peygamberler ve kitaplar gönderilerek, doğru ve yanlış olanlar belirtilmiştir. [992] Bütün bunlara ilaveten günahkar insanların ümitlerini kesmemeleri için kendisine rahmeti farz kıldığını bildirmiştir. Rahmetinde de din farkı gözetmemiştir Hz. Peygamber de "Allah Teâlâ, yaratma işini bitirince Rahmetim, gazabımı geçmiştir diye yazdı." [993] Buyurmuştur. Dolayısıyla, Yüce Allah yarattıklarına yaptıklarını tekrar etmek istememiş, sürekli rahmet edeceğini haber vermiştir. [994] Dünyada rahmetinin tecellisi bir dine ve bir ırka münhasır kılınmamıştır. Tam aksine bütün yaratılanları bünyesinde toplamıştır.
Yüce Allah konuyla ilgili eski Peygamberlerden misal verir. Hz. Musa'nın duasını konumuz açısından önemlidir. Kavminin buzağıya taptığına çok üzülen Hz. Musa Ya Rabb'i "Dünyada da ahirette de bize iyilik ver. Biz hiç şüphesiz tövbe ederek sana döndük" demiştir. "Ben azabıma kimi dilersem onu dücar ederim. Benim rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır. Onu sakınanlara, zekatı verenlere ve ayetlerimize inananlara yazacağım." [995] Buyurmakla dünyada her sınıf insanı rahmet kapsamına aldığını, ahirette inananlara ayrıcalık yaptığını belirtmiş olur.
Araf suresi 155. ayette, Hz. Musa'nın dilinden başka bir örnek verilir. "Sen bizim mevlamızsın, bizi affet. Bize merhamet et... Sen mağfiret edenlerin en hayırlısısın." Dikkat edilirse Hz. Musa "Sen bizim mevlamızsın." diyerek Allah'tan başka dost ve yardımcısının olmadığını ortaya koyar. Dosttan iki şey beklenir,
a- Zararı def etmek,
b- Sürekli fayda temin etmektir. Zararın giderilmesi ilk bakışta faydayı teminden daha önemlidir. Hz. Musa'nın önce bağışlanmasını, sonra merhamet istemesi bunun örneğini teşkil etmektedir. Yukarıya aldığımız ayetin anlamına baktığımızda Yüce Allah mülkünde tek güç olması münasebetiyle, istediğine azap edeceğini, rahmetinin ise her şeyi kuşattığını belirtmiş olur. Sonradan yaratılanlar için Allah'ın rahmetinin ulaşmadığı hiçbir şey düşünülemez. En azından yaratılma ve yaşama imkanının verilmiş olması, Yüce Yaratıcının rahmeti olmadan kullarının meydana gelmesi, yaşaması, rızıklandırılması ve belirli bir zaman içinde istediği gibi hareket etmesi mümkün görülmemektedir.
Allah'ın rahmeti dünya bazında her şeye şamildir. Ahirette bir tahsisin olduğu dikkati çekmektedir. O da inanan, zekat veren ve takva sahibi olanları kapsar. [996] Diğer taraftan beşer gereği yaratılanların günah işlemeleri akla gelir. Allah'ın rahmeti müstesna her insanda bu durumun olması mümkündür. Yüce Allah gönderdiği peygamberlere rahmetinin tecellisinden geniş olarak haber verir. [997] Hz. Peygambere olan ahtini haber verirken de;
"Allah'ın sana lutfu ve esirgemesi olmasaydı, onlardan bir grup seni saptırmaya yeltenmişti... " [998] ayetinden bir peygamberin bile Allah'ın koruması olmadan kendini koruyamayacağı anlaşılır.
Diğer taraftan ifk olayında münafıkların yaptığı iftiraya aldanan Müslümanlara büyük bir ikazda bulunur.
"Eğer dünyada ve ahirette Allah'ın lütuf ve merhameti olmasaydı, içine daldığınız bu iftiradan dolayı size mutlaka büyük bir azap isabet ederdi." [999]
Hz. Peygamberin hanımına iftira eden ve ona kanan insanların başına bir azabın gelmemesi, Allah'ın insanları bağışlaması sayesinde olmuştur. İnsanların yapmış oldukları hata ve günahları bahane ederek kötülükte, inançsızlıkta ısrar etmeyi uygun bulmayan Yüce Allah; "Allah'ın rahmetinden ümit kesme!" [1000]
Emriyle başka sığınılacak kapının olmadığını, tek merci’nin kendisinin olduğunu, ne durumda olursa olunsun, kendisine dönülmesini istemektedir. Hz. Peygamber de "işlerinizde ifrat ve tefrid yapmayınız, mutedil ve doğru olunuz ve biliniz ki, sizden hiçbir kimse ameli sayesinde kurtulamaz. Yâ Rasulallah sen de mi? Ben de kurtulamam. Meğer Allah'u Tealâ rahmeti ve fazlı ile beni koruya." [1001]
İfadeleriyle Allah'ın rahmeti olmadan kimsenin kurtulamayacağını, Allah'ın ise, tevbe eden, inanan ve faydalı işler yapanları affedebileceğini belirtmiş olur. [1002]
Kur’ân-ı Kerim'de yer alan Allah'ın insanlar içindeki dostluğuna geçmeden önce, Allah'ın sevdiği vasıfları ve mensuplarını belirtelim.
"İyilik yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. Yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar zekat verir. Anlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar bu vasıfları taşıyanlardır. Muttakiler ancak onlardır." [1003]
Yüce Allah, bu ayette ilâhî dinlerin temel özelliklerini ve sevdiği iyi işleri özetlemiş olur. İyi insanda bu hasletlerin bulunması gerekir. Söz konusu hasletler bir insanda bulunmuyorsa hangi din sahibi olursa olsun o insan sevilmiyor demektir. Diğer taraftan sevilen insan tipleri belirtilirken, dürüst olanları, [1004] temizlenenleri, [1005] kötülükten sakınanları, [1006] öfkesini tutanları, [1007] Allah'a dayanıp güvenenleri, [1008] âdil olanları, [1009] İman edenleri ve salih amel işleyenleri, [1010] kendi yolunda kenetlenmiş cihad edenleri, [1011] Tevbe eden, [1012] cömert olan, bağışlayan, hatasını gören [1013] ve Hz. Peygamberin peygamberliğini kabul edenleri sevdiğini belirtir. [1014]
Yüce Allah'ın sevdiğini belirttiği yukarıya almış olduğumuz vasıflar, mutedil düşünen insanların kabul ettiği insanî ve ahlaki değerlerdir. Söz konusu maddeler, toplum barışını, insanlar arasındaki huzuru ve dostluğu sağlaması için bulunması gereken temel kurallardır. Adaleti, yardımlaşmayı, dürüstlüğü, kardeşliği tesis etmeden toplumun maddi ve manevi açıdan kalkınması mümkün değildir. İşte bu vasıfların oluşumunu sağlayacak değerlerin kazanılması gerekmektedir. Aksi takdirde insanlar arasında dostluğu oluşturmak, huzuru temin etmek, Allah'ın kaldırılmasını istediği fitneyi bertaraf etmek mümkün olmaz. [1015]
Yüce Allah Kur'ân-ı Kerim'de, kendisinin birliğini, her şeyi yaratmasını, hiçbir ortağının olmadığını, alemlerin Rabb'i oluşunu, rahmetinin her şeyi kuşattığını bildirmekle kalmamış, dost ve Mevla oluşunu da bildirmiştir.
"Oysa sizin mevlânız Allah'tır ve O yardımcıların en hayırlısıdır." [1016],
"O sizin mevlanızdır. Ne güzel Mevlâ ne güzel yardımcıdır." [1017]
Yaratılanlara dost ve yardımcı bakımından Yüce yaratıcıdan daha hayırlısı yoktur. İnanmayanları insanlık açısından değerlendirdiğimizde onların da Rabb'i Allah'tır. Kendisine isyan edenleri yaratan O dur. Yaratılma açısından Allah'ın rahmetine muhtaçtırlar. Dünyada inanmayanların beden bakımından bütün fonksiyonlarını O sağlar. Allah'ın yarattığı bütün nimetlerden eksiksiz faydalanırlar. Yaratılan rızktan yerler ve dünyada yaşarlar. Allah'ın kendilerine bu nimetleri vermiş olması, onlara karşı bir dost olduğunu göstermektedir. Verilenleri saymak mümkün değildir. [1018] Durum böyle olmasına rağmen, vereceği azapta acele etmez. Belirli bir süre yaptıklarını tahlil etme imkanı tanır. Yüce Yaratıcının kullara dost ve yardımı sadece kendi zâtı ile sınırlı değildir. Doğruyu bulmaları, ahireti tanımaları için kendilerine yardım edecek, kendileri arasından bir peygamber göndermesi, O peygambere kitap vermesi, ayrı bir dostluğu ifade etmektedir. Söz konusu iki nimet gerçeği tanımada insanlar için hayati önem taşır. [1019]
Yüce Allah, insanlık tarihiyle birlikte, Hz. Adem'i evlatlarına peygamber olarak göndermiş, onların doğru ve yanlışı seçmelerine yardımcı olmuştur. Bu durum, Hz. Adem'den son nebi Hz. Muhammed'e gelinceye kadar devam ede gelmiştir. Hz. Peygamberi de rahmet olarak, [1020] bütün insanlığa göndermiştir. [1021] Görevi şu ayetlerle ifade edilmektedir.
"Hiçbir günahkar başkasının günahını yüklenmez. Yükü ağır gelen kimse onu taşımak için başkasını çağırsa, bu çağırdığı akrabası da olsa, onun yükünden bir şey yüklenemez. Sen ancak görmediği halde Rablerinden korkanları ve namazı kılanları uyarabilirsin. Kim temizlenirse o, kendi menfaatine temizlenmiş olur. Dönüş Allah'adır. Körle gören, karanlıkla aydınlık, gölge ile sıcak bir olmaz. Dinlerle ölüler bir olmaz. Şüphesiz Allah dilediğine işittirir. Sen kâbirlerdekilere işittiremezsin! Sen sadece bir uyarıcısın. Biz seni müjdeleyici ve uyarıcı olarak hak ile gönderdik. Her millet için mutlaka bir uyarıcı bulunmuştur." [1022]
Buna göre, Hz. Peygamberin görevi üç önemli noktada toplanmaktadır.
1- İslâm'ı tebliğ etmek,
2- Her insan yaptığından kendi sorumludur.
3- İnanç hürriyetinin serbest oluşu.
Yüce Allah, gönderdiği son Peygamberiyle bütün insanlığın mutluluğunu hedeflemektedir. Zira O bir rahmet peygamberidir.[1023] Kimseye vermediği Rauf ve Rahim sıfatlarını O'na vermiştir. [1024] Görevi tebliğ olmakla birlikte, insanlara olan şefkat ve rahmeti sayesinde herkesin inanmasını ve kurtulmasını istemektedir. Müşrik ve Gayr-i Müslim durumunda olan insanlar, O'nun nübüvveti sayesinde hidayete ermişlerdir. İnanmayanların gerçeği görmeleri, dünya ve ahireti kazanmaları Hz. Peygamber sayesinde olmuştur. Akıllarına ilaveten peygamber sayesinde Müslüman olmaları, dostluğun en önemli kısmını teşkil etmektedir. Hz. Peygamber sayesinde putlara tapan hayli insan dünya ve ahiretini kazanma imkanına sahip olmuştur.
Hz. Peygambere verilen kitap başka bir kurtuluş ve dostluğun oluşmasına katkıda bulunmaktadır. Allah inançsız durumunda olan insanlara dostluğu onunla açıklar. İnsanlar doğru ve yanlışı onunla öğrenirler. O bir hidayettir. [1025] Tarafsız inceleme yapan bir insan onunla yaratıcısını, peygamberini ve kendini tanıma imkanına kavuşur. Doğru-yanlış, İslâm'la öğrenilmiştir. [1026] İslâmî emirlerde kullar için birçok hikmetler bulunur. [1027] İnsanlığı en doğru yola götürür. [1028] İnançsızlıkta ısrar edenleri de uyaran Kur'ân, [1029] yaratılanlar için Allah'ın en büyük dostluk simgesi, hayat reçetesi, rahmet numunesidir. [1030] İnsanlar, Allah'ın Peygamberi ve O'na verdiği kitaplar sayesinde devamlı fayda temin etme imkanına sahiptirler. Zor ve rahatlık dönemlerinde bulunan her insan, Kur'ân'a başvurmak suretiyle bir çıkış yolu bulur. [1031]
Yüce Allah kendi rahmeti gereği inanmayan insanları peygamber, kitap ve bir takım ayetleriyle uyarmakla kalmamış, dünyada karar vermelerine yardımcı olacak bir zaman dilimi içinde düşünme ve karar verme imkanı tanımıştır. Akıllı insan için bütün imkanlar emrine sunulmuştur. Nereden hareket etse, onu ilk yaratıcıya götürmektedir. Kendini incelerse Allah'ı bulur. Tabiatı incelerse doğruya gider. Gece, gündüz, yaz-kış; canlı ve cansız kabul edilen yaratıklar, var olan her şey, okuyabilen için, Yaratıcının bir yansıtıcısı durumundadır. Bütün bunlara rağmen, insanlık yine gerçek sahibini bulamayıp, kötülükleri kaldırmayacak, fayda verecek olan dostunu bulmakta zorlanacak olursa, aklı ve iradesiyle gerçeği bulup, tevbe etmesiyle kendini kurtarmış olur. Aksi durumda yaptığının karşılığını eksiksiz bulmuş olacaktır.
Allah'ın kullarından inançsız olanlara tanımış olduğu bu imkan, sadece Hz. Peygamberin zamanına münhasır değildir. Daha önceki milletlere de aynı haklar verilmiştir.
"Andolsun, senden önceki peygamberlerle alay edildi de ben inkar edenlere mühlet verdim. Sonra da onları yakaladım (Görseydin ki) azabım nasılmış!" [1032]
"Senin bağışı bol olan Rabb'in merhamet sahibidir, şayet yaptıkları yüzünden onları hesaba çekmek isteseydi onlara azap hemen verirdi. Fakat kendilerine tanınmış belirli bir süre vardır ki artık bundan kaçıp kurtulacakları bir sığınak bulamayacaklardır." [1033]
"Sizden sağlam bir söz almış, Tur dağının altında size verdiğimizi kuvvetle tutun. Onda bulunanları daima hatırlayın. Umulur ki korunursunuz. Ondan sonra sözünüzden dönmüştünüz. Eğer sizin üzerinizde Allah'ın ihsanı ve rahmeti olmasaydı, muhakkak zarara uğrayanlardan olurdunuz." [1034]
Yukarıya aldığımız ayetlerin anlamlarında da görüldüğü gibi, Hz. Peygamberden önce inkar eden kavimler için de Allah'ın rahmet ve ihsanı daima galip gelmiş, hemen cezaları verilmemiştir. Aynı durum Hz. Peygamberin ümmeti için de geçerlidir. Rahmet peygamberi olan Hz. Muhammed, kendisine kötü davrananları merhamet silahıyla vurarak onlara dostluğunu göstermiş, kurtulmalarını sağlamıştır. Bir misal vermek gerekirse, Mekke'nin fethinde göstermiş olduğu rahmet örneğininin, dünyada ikinci bir uygulanışını bulmak mümkün değildir. Bununla birlikte inanmayanlar her devirde olmuş, ahir zaman nebisinin döneminde de olacaktır. İşte Yüce Yaratıcının onlara olan dostluğu sayesinde, yaptıklarına itiraz edemeyecekleri ölçüde kendilerine mühlet ve imkan tanınmış olmaktadır.
"İnkar edenler sanmasınlar ki; kendilerine mühlet vermiş olmamız kendileri için daha hayırlıdır. Onlara günahları artması için mühlet veriyoruz. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır." [1035]
"Onları bırak yesinler eğlensinler ve boş bir ümit onları oyalaya dursun. Yakında bilecekler." [1036]
"De kî: Kim sapıklıkta ise, çok merhametli olan Allah ona mühlet versin! Hidâyet kendilerine vadolunan şeyi -ya azabı veya kıyameti- gördükleri zaman mevki ve makamı daha kötü ve askeri daha zayıf olanın kim olduğunu öğreneceklerdir. " [1037]
Hz. Peygambere, hitapta bulunurken de; "Öyle ise onlar hakkında acele etme. Biz onlar için teker teker sayıyoruz." [1038] Denilmektedir. [1039] Daha önce de ifade edildiği gibi, dost zararı kaldıran, fayda temin eden kişidir. Yüce Yaratıcının yaratıklarına karşı sergilediği dost ve rahmetini yeterince ifade etmemiz mümkün değildir. Yaratılanlar O'nun dostluk denizi içinde devamlı yüzmektedirler. Ama kötülükler her tarafını kuşatmış, akıt ve iradesini iyi hasletleri kazanmada kullanmıyor, kötü amellerine tevbe etmiyorlarsa, Yüce Allah'ın o kulları için diyeceği şu sözlerdir.
"(Ey inkarcılar) Yiyiniz (dünyadan) biraz faydalanınız! Gerçek şu ki: sizler suçlusunuz." [1040]
"Kafirlere mühlet ver. Onları biraz kendi hallerine bırak." [1041]
"O gün onların ağızlarını mühürleriz. Yaptıklarını bize elleri anlatır. Ayakları da şahitlik eder." [1042]
"...Çünkü sana ayetlerimiz geldi; ama sen onları unuttun. Bugün de aynı şekilde sen unutuluyorsun!" [1043]
Yüce Yaratıcının gücü karşısında hiçbir güç ve kuvvetin dayanabilmesi mümkün değildir. O isterse gurur ve kibir içinde İslam'a karşı gelenleri, ebabil kuşları misali, yenmiş ekine çevirir. [1044] Bununla birlikte inananların bir takım sıkıntı ve rahatlıkla imtihan olması gerekmektedir. Allah, kullarına yaptığının cezasını hemen vermemekle insanlar pişman oluyorlar mı? Vazgeçebiliyorlar mı? Yaratıcısına yönelebiliyorlar mı? Gibi soruların cevabını beklemektedir. Mevla kulları gibi aceleci değildir. Yapılanın karşılığını müspet ve menfi hemen vermez. Daima af yolunu tercih etmeyi ister. Bunun için kulları ne kadar günahkar olurlarsa olsun, Allah'ın af edebileceğini akıllarından uzak tutmamaları gerekmektedir. [1045]
Yüce Allah, yaratma, Rab olması, yaşatma ve rızk verme gibi konularda yaratılanlar arasında bir ayrımda bulunmazken, inanma konusunda aynı esnekliği göstermez. Zira O, kullarına vermiş olduğu sayısız nimetlerden sonra görevlerini yapmalarını arzular. Çünkü insanların yaratılış sebebi Yaratıcıya kulluktur. [1046] Kulluktan uzaklaşma cezaya sebep olur. Müşriklerle ilgili olarak, "Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse, büyük bir günah ile iftira etmiş olur."[1047] buyurur.
O insanların İslâm'dan başka dinlere inanmaları konusunda serbest bırakır.
"Allah dileseydi onları bir millet yapardı. Fakat O, dilediğini rahmetine kavuşturur. Zâlimlerin ise hiçbir dostu ve yardımcısı yoktur."[1048],
"Allah kimi saptırırsa bundan sonra artık onun hiçbir dostu yoktur. Azabı gördüklerinde zâlimlerin; dönecek bir yol var mı? Dediklerini görürsün?" [1049]
"Şu muhakkak ki, Allah kâfirleri rahmetinden kovmuş ve onlara çılgın bir azap hazırlamıştır. Orada ebedi olarak kalacaklardır. Ne bir dost ne de yardımcı bulacaklardır." [1050]
"(Ey Muhammedi O sözleri) söylemediklerine dair Allah'a yemin ediyorlar. Halbuki o küfür sözünü elbette söylediler ve Müslüman olduktan sonra kâfir oldular. Başaramadıkları bir şeye (peygambere suikast yapmaya) de yeltendiler. Sırf Allah ve Resulü kendi lütuflarından onları zenginleştirdiği için öç almaya kalkıştılar. Eğer tevbe ederlerse onlar için daha hayırlı olur. Yüz çevirirlerse, Allah onları dünyada da, ahirette de elem verici bir azaba çarptıracaktır. Yer yüzünde onların ne dostu ne de yardımcısı vardır." [1051]
Yukarıya örnek olarak almış olduğumuz ayetlerde, inanmayan insanların genel karakterleri belirtilmektedir. Yaptıklarının hesabı ahirette verileceği ifade edilmekle birlikte, buradan dünyada kendilerine bir musibet verilmeyecek anlamı çıkmamaktadır. Çünkü onlara belirli bir sürenin verildiği vurgulanır. Münafıklarla ilgili ayette ise, ceza da verileceği anlaşılmaktadır. Allah'ın dünyada bir zâlimi başka bir zâlimle cezalandırması mümkündür.[1052] Diğer taraftan benzer kişilerin Allah'ın gazabına uğramaları da söz konusudur.
Müslümanlara gelince durum değişiktir. Yüce Allah peygamberleri aracılığı ile gönderilen fıtrat dinine sahip çıkan müminleri taltif etmekte, onların dostu ve yardımcısı olduğunu açıklamaktadır.
"Ey iman edenler! Rüku edin. Secdeye kapanın Rabb'inize ibadet edin. Hayır isteyin ki kurtuluşa eresiniz. Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O sizi seçti. Din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi. Babanız İbrahim'in dininde de (böyleydi.) Peygamberin size şahit olması için, o gerek daha önce, gerekse Kur'ân'da size Müslüman adını verdi. Öyle ise namazı kılın. Zekatı verin. Allah'a sımsıkı sarılın. O sizin dostunuzdur Ne güzel dosttur. Ne güzel yardımcıdır." [1053]
"İnsanların İbrahim'e en yakın olanı, ona uyanlar, Şu peygamber ve iman edenlerdir. Allah müminlerin dostudur." [1054]
"Allah sizin sahibinizdir. O ne güzel sahip ve ne güzel yardımcıdır." [1055]
"Bu Allah'ın inananlara yardımcı olmasındandır. Kafirlere gelince onların yardımcıları yoktur." [1056]
"Ey iman edenler! Eğer kafirlere uyarsanız gerisin geriye döndürürler, Oysa sizin mevlanız Allah'tır ve O yardımcıların en hayırlısıdır." [1057]
"Rabb'inizden bağışlanma dileyin: Sonra O'na tevbe edin. Muhakkak ki Rabb'im çok merhametlidir. Müminleri çok sever" [1058] buyurmaktadır.
Yüce Allah müminlerin dostu olduğunu, sevdiğini ve yardım ettiğini bildirmenin yanında; "Siz insanların iyiliği için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz, iyiliği emredip kötülükleri engeller ve Allah'a iman edersiniz..." [1059] Buyurarak Müslümanların Allah'ın yanında önemli bir yerinin olduğunu vurgulamaktadır. Bununla birlikte, Allah'ın Müslümanlara olan dostluğu nasıl olur? Müslümanlara azabı olmaz mı? Dostluk ve yardım belirli bir zaman dilimi ile sınırlı mıdır? Gibi soruların üzerinde özet olarak durulması gerekir. Her şeyden önce Allah'ın dost ve yardımını ikiye ayırmamız mümkündür,
a- Dünya ile ilgili (veli) dostluğu,
b- Ahiretle ilgili dost ve yardımları. [1060]
Daha önce ifade edildiği gibi, sünnetullah gereği bütün yaratıkların sahip olduğu bir takım haklar vardır. Bunlar Allah'ın kendilerine verdiği dünyadaki nimetleridir. Örneğin yaratılmış olmaları, dünyaya gönderilme, yaşama, rızk verilmesi, kısacası insanlığın sahip olduğu negatif ve pozitif haklara bütün insanlar aynı eşdeğerde sahiptirler. Müminlerin farkı iman etmiş olmalarıdır. Belki bu özellik, dünyada bir takım nimetlerden mahrum kalmaya sebep olabilir. Fakat iman, insanın asıl kimliğini oluşturmaktadır. İnsanın yaratılış itibariyle layık olduğu yere iman vasıtasıyla gelmekte, [1061] iman olmadığı zaman insan olmak, diğer yaratıklardan üstün olmasını sağlamamaktadır. [1062] İşte, Yüce Yaratıcının Müslümanlara dünyada verdiği en büyük dostluklarının başında kendini tanıtacak peygamber göndermesi, O'na kitap vermesi ve şirkten korumanın yollarını göstermesidir. Bu münasebetle Allah (cc) kendine inanan müminler için şu haberi verir.
"Allah inananların dostudur. Onları karanlıklardan nura çıkarır. İnkar edenlere gelince onların dostları da tağut'tur. Onları aydınlıktan alıp karanlığa götürür. İşte bunlar cehennemliklerdir. Onlar orada devamlı kalıcıdırlar." [1063]
"Ey inananlar! Allah'ı çokça zikredin. Ve O'nu sabah akşam tespih edin. Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmetini gönderen O'dur. Melekleri de size istiğfar eder. Allah müminlere karşı çok merhametlidir." [1064]
Yukarıya aldığımız ayetlerde Yüce Allah dört önemli noktaya işaret etmektedir.
1- Allah inananların dostudur.
2- Karanlıklardan aydınlığa çıkarır.
3- Müminlere karşı çok merhametlidir.
4- Melekler Müslümanlara dua ederler.
Müfessirler âyetlerde geçen "zulmet" kelimesinin çoğul zikredildiğine dikkat çekerler. Buna göre kötülük bir tane değildir. İmanın karşıtı olan, küfür, ümitsizlik, kuruntu, kuşku, sapıklık, cahillik, fâsıklık, nankörlük, ahlaksızlık vs. gibi ne kadar Allah'ın hoşlanmadığı şeyler varsa hepsi zulmet içinde yer almaktadır. Allah'ın Müslümanları aydınlığa çıkarır ifadesi, onları İslâm'a, kötülükleri terke, doğru muhakeme edebilme ve sulha sarılma olarak değerlendirilir. [1065] Ayrıca, kâfirlerin Müslüman olmaları, Müslümanların tehlikelerden kurtarılması, [1066] Gayr-i Müslimleri tanıtarak yaşadığı ortamda ve gelecekte başlarına gelmesi muhtemel tehlikelerden sakındırılması, karanlıklardan aydınlığa çıkarma olarak düşünülebilir.
Yüce Allah, daha önce gönderdiği peygamberlerin ümmetlerine de aynı şekilde büyük lütuflarda bulunmuştur. [1067] Dolayısıyla, Yüce Allah'ın dostluğunun Hz. Adem'den itibaren gönderilen peygamberlere inanan bütün tevhid ehli için geçerli olduğu anlaşılmaktır. Bununla birlikte son nebinin ümmetine dost ve yardımı hatırlatarak şöyle buyurur.
"İman edip hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad edenler, rütbe bakımından Allah katında daha üstündürler. Kurtuluşa erenler de işte onlardır. Rableri onları, tarafından bir rahmet ve hoşnutluk ile kendileri için, içinde tükenmez nimetler bulunan cennetlerle müjdeler." [1068]
Dikkat edilirse, Allah yanında üstün olan inananlardır. Kur'ân'a göre kurtulacak olan onlardır. Rahmete erecek yine onlardır.
Dostluğunun diğer bir boyutu, tehlikeleri tanıtmış olması ve onlara karşı alınması gereken tedbirleri bildirmesidir. Başta Müşrikler olmak üzere, [1069] inanmayanlarla nasıl ilişki kurulacağını haber verir. [1070] Karşılıklı ilişkileri dünya menfaati ve İslâm'ın tanıtılması için izin verir. [1071] Bu arada dostluk ve münasebetlerin belirli bir bazda tutulması gerektiğini, Gayr-i Müslimlerle candan dost olunamayacağını vurgulanmış olur. [1072]
Dostluğun en önemli vasıflarından biri, Yüce Allah'ın sevdiği müminlere yardım etmesidir.
"Allah size yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi bırakıverirse ondan sonra size kim yardım eder? Müminler ancak Allah'a güvenip dayanmalıdırlar.” [1073]
"Andolsun ki: biz senden önce kendi kavimlerine birçok peygamberler gönderdik de onlara açık deliller getirdiler. Günaha dalanların ise, cezalarını hakkıyla vermişizdir. Müminlere yardım etmek de bize düşer.”[1074]
Allah'a ve Peygamberine inanarak gereğini yapan insanlara, Yüce Allah yardımı kendisine borç bilmektedir. Bu borç inanmayanlara karşıdır. Zaman zaman Müslümanların zayıf duruma düşmeleri, kendi hatalarından kaynaklanır veya Allah'ın bir imtihanı gereği olur. [1075] Konuyla ilgili birçok ayetten iki tanesini yukarıya almış bulunuyoruz. [1076] Bununla birlikte, Al-i İmran suresinde yer alan ayette, Allah'tan başka inananlara yardım edecek kimsenin olmadığı belirtilirken, bu yardımın devamı için, Allah'a ve Peygamberine inanılması ve peygamberin istediklerinin yapılması gerekir. Allah'a güvenen, O'na sığınan, her şeyin mâliki ve sahibinin O'nun olduğunu bilerek hareket eden müminlere, Rum süresindeki 47. ayette Allah (c.c) yardımının kendisi üzerine gerektiğini belirtmektedir. [1077] Nitekim duanın şartlarından biri de, kabul edileceğine dâir inanmanın zaruretidir. [1078] Müfessirler söz konusu ayetleri tefsir ederlerken, karşılıklı ilişkilerde adaletle muamele edilmesi durumunda, bu yardımın devam edeceğini belirtirler. [1079] Zira, karşılıklı mücadelede her zaman kazananlar Müslümanlardır. Bir savaşta ölürlerse şehit, kalırlarsa gazi olmak Müslümanlara verilen bir nimettir. Kafir kazansa da kaybetmiş olur. Çünkü netice uzun vadeli değildir. Dünya kâfirler için geçici bir zamandan ibarettir.
"Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a (Allah'ın dinine) yardım ederseniz, O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz. İnkar edenlere gelince onların hakkı yıkımdır. Allah onların yaptığını boşa çıkarmıştır. Bunun sebebi, Allah'ın indirdiğini beğenmemeleridir. Allah'da onların amellerini boşa çıkarmıştır. Yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonlarının nasıl olduğunu görmezler mi? Allah onları yere batırmıştır. Kafirlere de onların benzeri vardır. Bu durum Allah'ın inananların yardımcısı olmasından dolayıdır. Kafirlerin ise yardımcıları yoktur." [1080]
Yüce Allah'ın hoşnut olduğu insanlar, peygamberlerine ve getirdiklerine inananlardır. Bu durumda olanlara Müslüman ismi verilmektedir. [1081] Hz. Adem'den itibaren ilâhî dinlerin isimlen, hak din, Tevhid dini, Hanif dini gibi isimlerle zikredilmiş olsa da, bunların hepsi İslâm'la aynı manalara gelir. Yüce Allah ilk günden itibaren gönderdiği İslâm'ı din olarak seçmiş, ondan razı olmuş, onun dışında kalan dinleri ve uzantılarını geçersiz saymıştır. [1082] Allah (cc) dinine inanmış olan Müslümanlara, dostluğu ve yardımı, dünya ve ahirette sınırsız olarak devam etmektedir. Dünyada bütün insanların Müslüman olmalarını arzulayan Yüce Allah; bu konuda insanları serbest bırakır. Yalnız, ahirete Müslüman olarak dönülmesini arzular. "Ey iman edenler! Allah'tan O'na layık olduğu şekliyle korkun. Ancak Müslüman olarak ölün.'' [1083] Ahirette Müslümanlara Allah'ın vaadinin gerçekleşmesi, dünyada Müslüman olarak yaşanması ve Müslüman olarak ölünmesine bağlıdır. Böyle durumda olan insanlar için şu müjde verilir.
"Şüphesiz Peygamberlerimize iman edenlere, hem dünya hayatında hem de şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz." [1084],
"Her kim, mümin olarak iyi olan işlerden yaparsa, artık o, ne zulümden ne de hakkının çiğnenmesinden korkar."[1085]
"İman edip iyi davranışlarda bulunanlara gelince, Onlar için makam olarak Firdevs cennetleri vardır. Orada ebedi kalacaklardır. Oradan hiç ayrılmak istemezler." [1086]
"Ey ayetlerimize inanan ve Müslüman olan kullarım! Bugün size korku yoktur. Sizler üzülmeyeceksiniz de. Siz ve eşleriniz ağırlanmış olarak cennete giriniz." [1087]
"İnanıp iyi iş yapanlara gelince, Rableri onları rahmetine kabul eder. İşte gerçek kurtuluş budur" [1088]
"(Dünyada) Rablerine karşı gelmekten sakınanlar ise, bölük bölük cennete sevk edilir. Oraya varıp da kapıları açıldığında, bekçileri onlara selam size! Tertemiz geldiniz. Artık ebedi kalmak üzere girin buraya derler." [1089]
"O gün hiçbir kimse en ufak bir haksızlığa uğramaz. Siz orada ancak yaptıklarınızın karşılığını alırsınız." [1090]
"Ey huzura kavuşmuş insan! Sen ondan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabb'ine dön. (Seçkin) kullarımın arasına katıl ve cennetime gir. " [1091] müjdelerini bulmaktayız.
Yukarıya alınan ayetlere dikkat edilecek olursa, Yüce Yaratıcının gerçek dostluğu ve dostluğunun sınırsız oluşu inanma ve iyi amele bağlıdır. Dünyada sayısız nimetlere sahip edilmiş olan insanlar, ahirette dünya nimetleriyle kıyaslanamayacak mükafata erişeceklerdir. Allah'ın inananlara dostluğu hiçbir dostlukla kıyaslanamaz. O'nun verdiği söz, kullarına olan merhameti, müjdelenen cennet nimetleri ve Allah'ın rızası hepsi inananlar içindir [1092] İşte, asıl dostluk bir menfaate bağlı olmayan Allah'ın dostluğudur. Bu dostluk karşılıksız bir dostluktur. İnsanların geçici dostluğuna hiçbir zaman benzemez. [1093]
Yüce Allah rahmetinin gereği insanlara birçok peygamber göndermiştir. Bununla birlikte bunların sayısı ve hangi kavme kimlerin geldiği hakkında İslâm ve dinler tarihi kaynakların verdiği bilgilerin dışında fazla bir bilgiye sahip değiliz. Gerçek olan, Hz. Adem ile Hz. Muhammed arasında çok sayıda peygamberin gelmiş olmasıdır. Kur'ân-ı Kerim'de bu durum şu şekilde haber verilir.
"Bir kısım peygamberleri sana daha önce anlattık. Bir kısmını ise sana anlatmadık. Ve Allah Musa ile gerçekten konuştu. (Yerine göre) müjdeleyici ve saktndırıcı olarak peygamberler gönderdik ki, insanların peygamberlerden sonra Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın! Allah İzzet ve hikmet sahibidir." [1094] Allah (c.c) yarattığı insanoğluna irade vermiş, buna ilaveten peygamberler de göndermiştir. Göndermemiş ise, o insanları dini bakımdan sorumlu tutmamıştır. Aksi halde kullar arasında gerçek adaletin tesisi mümkün olamayacaktır.
"Kim hidâyet yolunu seçerse, bunu ancak kendi iyiliği için seçmiş olur; kim de doğruluktan saparsa, kendi zararına sapmış olur. Hiçbir günahkar başkasının günahını yüklenmez. Biz bir peygamber göndermedikçe (kimseye) azap edecek değiliz." [1095]
"Biz hiçbir memleketi, öğüt vermek üzere uyarıcılar göndermeden yok etmemişizdir. Biz zâlim değiliz." [1096]
"Rabb'in kendilerine ayetlerimizi okuyan bir peygamberi memleketlerin ana merkezine göndermedikçe o memleketleri helak edici değildir. Zaten biz ancak halkı zâlim olan memleketleri helak etmişizdir" [1097] buyurulur.
Yukarıya aldığımız ayetlerde Allah'ın üzerinde durduğu birinci prensip kullarının mutluluğudur. Bunun için gerekli bütün emir ve nehiyler peygamberleri aracılığı ile gönderilmiştir. İkinci nokta, azap edilen ve helak olan milletlerin konumudur. Böyle olan insanlar haddi aşmış ve Allah'ın emirlerini hiçe sayarak insanlara zulüm yapmışlardır. Yüce Allah bu misallerle daha sonra gelecek insanların dikkatini çeker. Dolayısıyla benzer hataları sonra gelenler yapmasınlar. Zira geçmiş insanların cezalandırılmış olmaları, fıtrat dininden uzaklaşarak, kendilerin ve diğer insanlara yaptıkları davranışlardan kaynaklanır. Söz konusu insanların yapmış oldukları hatalar ve isyanlar zamanımızda da yapılacak olursa aynı azapların verilmesi ihtimal dahilindedir. Allah (c.c) kullarının hidayetini istemekte, bunun için peygamberler göndermektedir. Netice olarak kul yaptığının karşılığını eksiksiz bulabilmektedir. Doğru ve yanlış yola gitme kulların kendi inisiyatifindedir. Neticesinden de kendisi sorumludur. Kulların hür irade ve akıllarına ilaveten doğru yolu gösterecek peygamberin gelmiş olması, bütün insanlar için bir rahmettir. Peygamber insanlara Allah'ın emirlerini, kendi peygamberliğini ve sorumlu olduğu kulluk görevlerini bildirir. Onlar gerekli bilgileri verdikten sonra kulların itiraz hakkı kalmaz. Neticede ben yaptığımın karşılığını buluyorum demek zorunda kalır. Şayet, Allah Peygamber göndermemiş olsa itirazda bulunulacağını haber veren Yüce Allah;
"Rabbimiz, bize bir peygamber gönderseydin de şu zillete ve rüsvalığa uğramazdan evvel, ayetlerine tabi olaydık ya!" [1098] diyeceklerini belirtir. İnsanların itiraz edecek durumda olmamaları için gerekli bütün işler yapılmıştır. Peygamberin gönderilmesi ve gönderilen peygambere kitap verilmesi bunların başında gelir.
Diğer taraftan kulların başına gelenler kendi yaptıklarından kaynaklanır. Bunun sebebi, diğer yaratıklara yapılan haksızlıktır. Allah kullarına akıllarının alamayacağı nimetler vermiş, ilave olarak peygamber, kitap ve başka uyarılar göndermiştir. Buna rağmen insanlar arasında haksızlıklar olagelmiştir. Helak edilen, başlarına Allah'ın gazabı gelen milletler incelendiğinde görülür ki, o ülkenin varlıklı insanları Allah'a, Peygamberlerine ve diğer insanlara haksızlık yapmışlardır. Allah'da böyle olanları ve memleketlerini helak etmiştir. [1099] Benzer sıkıntıların görülmemesi için, Hz. Peygamber bir rahmet olarak gönderilmiştir. [1100]
Yüce Allah zatını "Hamd alemlerin Rabb'i olan Allah'a mahsustur." [1101] Sözleriyle tanıtır. Dolayısıyla Rabb olma, yaşatma, rızk verme gibi itikadı konuların dışında yaratılanlar arasında bir ayrım yapmamakta, inanmaları için belirli bir mühlet vermektedir. Kulu ve Peygamberi Hz. Muhammedi insanlara tanıtırken zatına mahsus isimlerle taltif ederek; "Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik" [1102] buyurarak zatının âlemlerin Rabb'i, Hz. Muhammed'in de alemlerin Peygamberi olduğunu ilan etmiş olur. Bu durum, Hz. Muhammed'in sadece kendisi gibi beşer olan insanların Peygamberi değil. "Rabbül alemin"in kapsamına giren her şeyi ihtiva etmektedir. Nitekim, Hz. Peygamber tâif dönüşünde okuduğu Kur'ân'ı cinlerin dinlemesi, daha sonra Müslüman olmaları, peygamberliğinin insanlar alemiyle sınırlı kalmadığını hatırlatmaktadır. [1103]
Hz. Peygamber bütün yaratılanların nebisi ve Resullerin sonuncusudur. [1104] Görevi belirli bir millete veya bir bölgeye bağlı değildir. Hz. Adem'in neslinden gelen her insanın rehberidir. Nitekim Yüce Allah bu durumu şu ayetlerle haber verir.
"Musa'ya seslendiğimiz zaman da sen Tur'un yanında değildin. Bilakis senden önce kendilerine uyarıcı gelmeyen bir kavme uyarman için Rabbinden bir rahmet olarak (arada geçenleri sana bildirdik) Ola ki düşünüp öğüt alırlar," [1105]
"Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bilmezler." [1106]
"Andolsun içinizden size öyle bir peygamber geldi ki, sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir. Size düşkün, mü'minlere şefkatli ve merhametlidir. Eğer yüz çevirirlerse de ki: 'Allah bana yeter! O'ndan başka tanrı yoktur. O'na dayandım, O büyük arşın sahibidir.” [1107]
Yukarıya almış olduğumuz ayetlerin manalarına bakılacak olursa şu neticeye varmamız mümkündür. Hz. peygamber.
a- Bütün alemlerin efendisidir.
b- Tebliği belirli bir zamanla sınırlı değildir.
c- Bütün yaratılanlara uyarıcı, kurtarıcı ve yol göstericidir.
d- Yaratılanlara karşı son derece şefkatli ve merhametlidir.[1108]
Hz. Peygamber bir rahmet peygamberi olarak, özel eğitilmiş bir kavimden ziyade, tevhitten uzaklaşan insanlara gönderilmiştir. Mekke döneminin ilk günlerini düşündüğümüzde, birkaç kişi müstesna insanların tamamının Müşrik olduğu görülür. Hz. Peygamber hiçbir zaman Hilerinin Müslümanlara gönderildiğini iddia etmemiş, insanlığı İsa davet ederek, onların Müslüman olmalarını sağlamıştır. [1109] Müsirler Enbiya suresi 107 ayetinin yorumunda O'nu insanlığın kurtulşu ve mutluluğu, dini ve dünyevi açıdan bir kurtarıcı görürler. [1110]
Risâleti, Mekke ve Medine dönemi olarak kısa bir tahlilini yapacak olursak, dini bakımdan rahmet olduğunu daha iyi anlamış oluruz. Mekke dönemi şirkin hakim olduğu bir dönemdir. Hicrete kadar Hz. peygamber Müşriklere İslâm'ı tebliğ etmiş, ilk olarak Müşriklerin Allah'a karşı olan yanlışlarını ortaya koymuştur. Tarihçi Mesûdî (ö. 346/93) nin bildirdiğine göre; Arapların bazıları Allah'ın birliğini bilir ahireti kabul ediyor fakat ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Bazıları da Allah'ı kabul edip, ahireti ve peygamberi tanımayıp, putları aracı kabul ediyorlardı. [1111] Hz. Peygamber ne yapacağını bilmeyen insanlara Allah'ın birliğini, kendinin hak peygamber olduğunu, Ahireti ve İslam'ı öğreterek onları içinde bulundukları yanlışlıktan kurtarmıştır.
"İyi bilinki, halis din yalnız Allah'ındır. Ondan başka veliler edinerek, biz bunlara sırf bizi Allah'a yaklaştırsın diye ibadet ediyoruz diyenlere gelince, şüphesiz Allah, onların arasında ayrılığa düştüğü şeyde haber verecektir..." [1112]
Yüce Allah, peygamberi aracılığı ile onların ayrılığa düştüğü noktaları haber vermiş, gerçek dost ve yardımcıyı tanıtmıştır. Bu dostluk sayesinde aklı selim durumunda olan Müşrikler Müslüman olmuş, dünya ve ahiretlerini kazanmışlardır.
Hz. Peygamer, Ehl-i Kitap sahibi olan insanların dini bakımdan gerçek bir dostudur. Yüce Allah bunu şu ayetiyle haber vermektedir.
“Ey Ehl-i Kitap! Rasulümüz size Kitap'tan gizlemekte olduğumuz 'çok şey' açıklamak üzere geldi..." [1113]
Bu açıklama, Yahudi ve uyanların Allah'ın gönderdiği ile kendi inandıkları arasındaki durucu ortaya koymaktadır. [1114] Dostun en önemli vasıfları arasında kötülüğü gidermesi, faydayı sağlaması vardır. Dolaysıyla, Hz. Peygamber Ehl-i Kitap'a başta dini konular olmak üzere, her konuda şefkat elini uzatmıştır. [1115]
Hz. Peygamber Yahudileri içinde bulunduğu yanılgıları haber vererek, onları Hz. Musa'nın tebliğ ettiği hak dine davet eder. Kendi Peygamberlerinden sonra bozulan inançlarını düzeltir. Hatalı yönleri haber verir. Bununla Yahudi milletinin dünya ve ahıretlerini kazanmalarını arzular. Bu hatalar:
Allah'a oğul isnat etmeleri, [1116] Hz. Uzeyr hakkındaki yanılgıları, [1117] kendilerini Allah'ın sevgilileri olduklarını söylemeleri, [1118] Yüce Yaratıcıya cimri demeleri [1119] ve din adamlarını Rab tanımalarıdır. [1120] Allah'ın emriyle düzeltilen bu hatalar söz konusu millet için dostluğun güzel bir örneğidir. Dikkat edilirse tarafsız din sahiplerine kendi Peygamberlerine verilenler hatırlatılarak düşünmeleri istenmektedir. Tarafsız düşünme Onların mutluluğunu sağlamaktadır.
Hz. Peygamber, Yahudilerin Tevhid konusundaki hatalarını düzeltmekle kalmamış, nübüvvet ve kitap inancı konusunda da yanılgılarını hatırlatmıştır. Yahudiler, Yüce Yaratıcıyı görmek sadece Hz. Musa'ya nasip olmuştur [1121] demekle kalmamışlar, onun getirdiği emanetlere sahip çıkmamışlardır. [1122] Kendileri için hidayet olan kitaplarını unutmuşlar ve bazı noktaları değiştirmişlerdir. [1123] Kendi kitaplarında yer alan bilgilere göre, Peygamberlerine normal bir insanın yapmaması gereken suçları isnat etmişlerdir. [1124] Bununla kalmayarak, Hz. Muhammed'in kendi kitaplarında olan vasıflarını da gizlemeye çalışmışlardır. [1125] İşte, ahır zaman nebisi yukarıda özet olarak belirttiğimiz yanılgıları Allah'ın rahmetiyle düzelterek, onların da peygamberi olduğunu bildirmiş, mesut olmalarını temenni etmiş, hata ve yanılgılardan kurtararak Hz. Musa'nın getirdiklerine inanmalarını istemiştir. [1126]
Kur'ân ve Sünnetin Yahudi milletinden sonra en çok üzerinde durduğu din mensubu Hıristiyanlardır. Hz. Peygamber onlara bir baba şefkatinden daha sıcak ilişkiyle yaklaşarak, başta itikadı konular olmak üzere, birçok konuda içinde bulundukları yanılgılardan kurtarmıştır. Bunların başında Allah inancı gelir. Hıristiyanlar Yüce Yaratıcıya Hz. İsa'nın emrettiği şekilde inanmamışlardır. Allah'a baba lakabını, [1127] Hz. İsa'ya oğul, [1128] ve Hz. Meryem'e de kutsallık izafe ederek,189 bir ilâhı üçe çıkarmışlardır. Oysa Hz. İsa'nın böyle şeyleri emretmesi mümkün görünmemektedir. Nitekim bu gerçeği Yüce Allah şu ayetiyle haber verir.
''Ey Meryem oğlu İsâ, sen mi insanlara. 'Beni ve annemi, Allah'tan başka iki tanrı edinin dedin', 'Hâşâ, dedi, sen yücesin, benim için gerçek olmayan bir şeyi söylemek bana yakışmaz. Eğer demiş olsam, sen bunu bilirsin. Benim nefsimde olanı bilirsin, ben senin nefsinde olanı bilmem. Çünkü gaybı bilen yalnız sensin." [1129]
"Ben onlara: benim ve sizin Rabb'iniz olan Allah'a kulluk edin, diye senin bana emretmiş olduğundan başka bir şey söylemedim. Ben onların içinde olduğum sürece onları kolîadım, fakat sen beni vefat ettirince onları gözetleyen sen oldun. Sen her şeyi görensin.!" [1130]
Buradaki ayetlerde Hz. İsa'nın emrettikleri ve Hıristiyanların içinde bulundukları inançları, bütün açıklığı ile görülmektedir. Hz. İsa bunları ahirette haber verecek ise de, Allah'ın bu durumu önceden haber vermiş olması, doğruyu öğrenmek isteyen Hıristiyan alemine yardımcı olunmaktadır. [1131]
Bilindiği gibi, Hz. Peygamber alemlere rahmet olarak gönderilirken, kendisine insanların ihtiyaçlarını karşılayacak bir kitap verilmiştir. Yaratıcıya ait olan kanun koyma hakkı ve vaaz edilen prensiplerin temel konuları burada yer almıştır. Buna göre, bütün insanlar yaratılış açısından eşit durumdadırlar. Her din sahibi kendi inandıklarına göre hareket etme hakkına sahiptir. Bu münasebetle, Hz. Peygambere verilen emirde; "Sana gelirlerse, ister aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirirsen sana hiç bir zarar vermezler. Ve eğer hüküm verirsen, aralarında adaletle hüküm ver. Allah adil olanları sever." [1132] Ayeti bunun en güzel delilini teşkil etmektedir.
Hz. Muhammed Medine'de oluşturduğu ilk metin ile Müslüman, Ehl-i Kitap ve Müşrikler arasında oluşturduğu ilk şey karşılıklı güven ve dostluktur. Bu da adaletten geçmektedir. Bu münasebetle dini inançlar başta olmak üzere her insan birbiriyle her konuda eşittir. Hz. Peygamberin getirmiş olduğu dostluk sistemi sayesinde insanlar arasında
1- Adalet,
2- Eşitlik,
3- Hürriyet (din ve dünya konularında)
4- Karşılıklı hak ve hukuklara saygı, iyi ilişkilerinin temelini oluşturmaktadır. [1133] Dikkat edilirse bu anlaşmalarla insanlar arasında çok yaygın olan sınıf ayrımı kendiliğinden ortadan kaldırılmış, inanan ve inanmayan insanlar derin bir nefes almıştır. Kimse kimsenin hürriyetini kısıtlama yetkisine sahip değildir. Hz. Peygamberin getirmiş olduğu bu dostluk kısmen 26 Ağustos 1789 da Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi, 10 Aralık 1948 New-York Birleşmiş Milletler yasası, 4 Kasım 1950 Avrupa İnsan Hakları Beyannameleri ile kayıt altına alınmıştır. [1134] Yukarıya aldığımız söz konusu hak ve hürriyetler, Hz. Peygamberin getirmiş olduğu hak ve hürriyetleri ortalama on iki asır arkadan takip edebilmişlerdir. Bu hakların İslâm sayesinde verilmesi, Peygambere ister inansın ister inanmasın bütün insanlığın gerçek dostu olduğunu göstermektedir. Mekke'nin fethinde uyguladığı dostluk, köleliğin, sınıf ayrımının, ruhban sınıfının ve insanların bir ticaret malzemesi gibi satılmasını önlemesi, onun bir rahmet peygamberi olmasının neticesidir. İlk Müslüman olanların köle ve fakir halkı teşkil etmesi, çaresiz insanlara dostluk elinin uzatılmasından kaynaklanmaktadır.
İnanmayanlara dünyada yaşadıkları müddetçe mühlet verildiği bilinmektedir. Diğer taraftan, önceki peygamberlerin ümmetleri peygamberlerini yalanladıklarında o kavimlere verilen azaplar arasında yere geçirme, şeklini değiştirme veya suda boğma gibi musibetler bulunur. Hz. Peygamberi yalanlayanların cezası ise, ölümlerine veya kıyamete kadar tehir edilebilmektedir. Zira Yüce Allah; "Halbuki sen onların içinde iken Allah, onlara azap edecek değildir. Ve onlar mağfiret dilerlerken de azap edecek değildir" [1135] buyurarak birçok musibetin Hz. Peygamber ve Müslümanların duası sayesinde geciktirildiği anlaşılır. Yukarıya alınan ayetin yorumunu yapan İbn Abbas, buradan iki sonuç çıkarmaktadır.
1- Hz. Peygamber insanların arasında yaşadığı sürece, Allah onlara azap etmeyecektir.
2- İnsanlar arasında istiğfar edildiği sürece ceza verilmeyecektir. [1136] Çünkü Hz. Peygamber bütün yaratıklar için bir rahmettir. Hz. Peygambere iman eden ve Allah'tan af dileyen müminlerin kıyamete kadar olması her zaman mümkündür. Nitekim Hz. Peygamber:
"Ben ancak bir insanım. İnsanların öfkelenmesi gibi, ben de öfkelenebilirim. Ben hangi adama kötü söylemiş veya lanet etmiş isem, Allah'ım sen onu o insan için kıyamet günü bir rahmet kıl.'' [1137] Müşriklere bedduası istendiğinde de "Ben ancak bir rahmet olarak gönderildim. Bir azap olarak gönderilmedim." [1138] Sözlerinden hangi din ve millete mensup olursa olsun, kimsenin sıkıntıya düşmesini istemediği anlaşılmaktadır.
Buradan şunu anlaya biliriz. İnsanlar arasında iyi kullar olduğu zaman, Yüce Allah o topluma umumi bir ceza vermeyebilir. Nitekim azap edilecek kavimlere ceza gelmeden önce, Peygamberler oradan çıkarılmıştır. [1139] Durum böyle olmakla birlikte, iyiler arasında kötü insanların olması mümkündür. İyi insanlar kötülere ve onların yaptıkları zulümlere engel olmazlarsa, o toplumda bulunan iyi insanlar da ceza görebilirler. [1140] Umûmî musibetlerde iyi ve kötü ayrımı yapılmamaktadır. Allah'ın bunlara cezayı geciktirmesi, onların neslinden Müslümanların gelmesi veya kullarına rahmeti gereğidir. Ayrıca inanmayanların da, her an inanma imkanı vardır. İşte bu durum, Hz. Peygamberin dünyada inanmayanlara ne kadar dost olduğunu göstermektedir. İyi insanların bir toplumda olması, o toplum için her zaman bir rahmet durumundadır. Yüce Allah kullarına, "Siz şükreder, inanırsanız Allah size niçin azap etsin? Allah şükrün karşılığını veren ve (her şeyi) bilendir," [1141] emirleriyle insanların dua etmeleri istenmektedir. [1142]
Daha önce ifade edildiği gibi, Hz. Peygamber bütün yaratılanlar için bir kurtuluş vesilesidir. Dolayısıyla inanç farkı gözetmeksizin bütün insanların mutluluğunu istemektedir. Müslümanların Hz. Peygamber'e inanmış olmaları, Allah ve Peygamberin rızasını kazanacak iyi işleri yapmasını gerektirmektedir. İyilik yapmak inancın gereğidir. Allah ve Peygamberi de, insanlara karşı iyi güzel davranmayı tavsiye etmektedir. Bu emirleri yerine getiren insanların dost ve yardımcıları, Yüce Allah ve Peygamberidir. Bu durum değişik vesilelerle ortaya konulur.
"Sizin dostunuz ancak Allah'tır; Resulüdür ve İman edenlerdir... " [1143]
"Kim Allah'a ve Resule itaat ederse, işte onlar, Allah'ın kendilerine lütufta bulunduğu peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştırlar." [1144]
"Andolsun ki içlerinden kendilerine Allah'ın ayetlerini okuyan, kendilerini temizleyen, kendilerine kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle Allah müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler.” [1145]
"Andolsun size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatli ve merhametlidir." [1146]
"Yoksa, Allah'ın sizden, cihad edip Allah, peygamber ve müminlerden başkasını kendilerine sırdaş edinmeyenleri ortaya çıkarmadan bırakacağını mı sandınız? Allah yaptıklarınızdan haberdardır." [1147]
Dikkat edilirse yukarıya almış olduğumuz ayetlerde Hz. Peygamberin müminler için ne derece hayati bir önem taşıdığını, müminlerin ise, Allah'dan sonra gerçek dostunun Hz. Peygamber olduğunu görmekteyiz. Tevbe suresinin 128. Ayetinde, Yüce Allah Peygamberin müminler üzerindeki hassasiyetini net bir şekilde ortaya koyar.
aa- "Sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir." (Azîzün aleyhi mâanittüm) Aziz; galip, çetin, şiddetli anlamlarına gelmektedir. [1148] Dolayısıyla bir insan sıkıntı ile imtihan olduğunda en çok üzülen kendisi, anne-babası ve aile fertleri olur. Allah (c.c) peygamberi için müminler üzerine ailesinden daha çok sıkıntı çekeceğini haber vermektedir. İnsanın başına gelecek en büyük sıkıntı, yaptıklarına karşılık Allah'ın vereceği azaptır. Kişinin kendine gelen azabı kaldırması mümkün değildir. Allah'tan gelecek bela ve musibetleri kaldırabilecek kişiler, Allah'ın Peygamberleridir. Onlarda Müminlere hangi hallerde azaba uğrayacaklarını haber vermekle, azabı önceden önlemiş olmaktadır. Hatalarına karşılık Müzminlere öğretilen tövbe, onlar için ayrı bir kurtulma yoludur. Bu bilgileri insanlara peygamberler öğretmektedir.
ab- "O size çok düşkün" (Harîsun aleyküm) Haris kelimesi de, çok düşkün, üzerine titreyen, çok şiddetli gibi anlamlara gelir. [1149] Tıpkı annenin yavrusunun üzerine titrediği gibi, Hz. Peygamber de inananlar için aynen öyledir. Aradaki fark anne evladını dünya tehlikeleri için korumaya çalışırken, Hz. Peygamber, dünya ve ahiret tehlikelerine karşı korumaktadır. O'nun bu arzusu Mü'minlerle sınırlı değildir. Allah'ın dinini kabul etmeyen kişilerin inanmasını isteyerek onların da, kurtulmasını arzulamaktadır. Peygamberin bu durumu Kur'ân-ı Kerim'de şu ifadelerle haber verilmektedir.
"(Resulüm!) Sen onların hidayete ermelerine çok düşkünlük göstersen de, bil ki; Allah, saptırdığı kimseyi hidayete erdirmez. Onların yardımcıları da yoktur." [1150]
Hz. Peygamber inanmayan insanlar için bu kadar üzülürken, ümmeti üzerine gösterdiği hassasiyetin çerçevesini çizmek mümkün değildir. Zira O'nun affı ve merhametine insanlık tarihinde henüz rastlanamamıştır.
ac- Yüce Allah, Hz. Peygamberi kendi isimleriyle taltif etmektedir. Kendi zâtı için:
"Allah'ın yerde olanları ve emriyle denizde yüzen gemileri sizin emrinize vermiş olduğunu, izni olmadan yere düşmesi için göğü O'nun tuttuğunu görmezmisin? Doğrusu Allah insanlara karşı Rauf ve Rahim'dır." [1151] Buyururken, peygamberi için de aynı isimleri "Müminlere karşı Rauf ve Rahimdir' ayetiyle haber verir. Rauf, âlim bakımından en üst seviyede olmak demektir ki, bütün insanları kapsar. [1152] Rahim: acımak anlamıyla birlikte rahmetinin çok olması, günahkarlara da acıması demektir. [1153] Söz konusu kelime dünya ve ahiretteki rahmeti ihtiva etmektedir. Hz. Peygamberin Mü'minlere karşı olan düşkünlüğünü, en güzel şekilde bu kelimelerle açıklanabilir. [1154] Dolayısıyla Hz. Muhammed'in ümmetine olan dostluğu, her hangi bir menfaat karşılığı değil. Allah'ın lütfü sayesinde bir rahmet peygamberi olmasından kaynaklanmaktadır. [1155]
Hz. Peygamberin Mü'minlere dostluğu dünya ile sınırlı değildir. Onun bir de ahiret boyutu vardır ki, önemli olanı da budur. Çünkü dünyadaki dostluğun belirli bir sınırı vardır. Asıl hayattaki dostluk sınırsızdır. Müslümanlar için asıl yardım ahirette olacaktır. Dünyada Allah ve Rasulünün rızasını kazananlara, ahirette hiçbir korku ve hüzün yoktur. Orada akıl ve hayalin erişemeyeceği nimetler içinde olacaklardır. Bunlara ilaveten, Allah'ın izin verdiği kişilerin duası sayesinde bazı insanların kurtulacağı ümit edilmektedir. [1156]
"O (kıyamet) geldiği gün, Allah'ın izni olmadan hiç kimse konuşamaz. Onlardan kimisi bedbahttır; kimi mutlu."[1157]
"Gecenin bir kısmında uyanarak sana mahsus nafile olmak üzere namaz kıl. Rabbinin seni makamı mahmuda yükseltebileceğini umabilirsin. Ve şöyle niyaz et. Rabbim! gireceğim yere hoşnutlukla girmemi sağla, çıkacağım yerden de dürüstlükle çıkmamı sağla. Bana tarafından hakkıyla yardım edici bir kuvvet ver." [1158]
Şefaat izniyle ilgili ise; "Allah'ın huzurunda kendisinin verdiği kimselerden başkasının şefaati fayda vermez..."[1159],
"Göklerde nice melek var ki onların şefaatleri dilediği ve hoşnut olduğu kimse için Allah'ın izin vermesi dışında bir işe yaramaz." [1160]
"O gün Rahmanın verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasının şefaati fayda vermez." [1161]
Yukarıya aldığımız ayetlerde de görüldüğü gibi, Yüce Allah belirli bazı kişilere şefaat izni vereceği anlaşılır. Bunların başında Hz. Peygamberin geleceği bilinir. Çünkü Kur'ân, Hz. Peygamberin peygamberliğini tasdik eden en büyük bir mucizedir. Kur'ân'ın haber verdikleri doğrudur. Allah sözünden dönmez. Bununla birlikte, İslam'ın ikinci kaynağı olan hadislerde bu durum daha net bir şekilde görülmektedir. Örnek vermek gerekirse;
"Ebu Muşa el-Eşârî (r.a.)nin naklettiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
"Ben ümmetimin yarısının cennete girmesi ile şefaat arasında muhayyer bırakıldım. Ben şefaati tercih ettim. Çünkü şefaat daha Şümullü ve ümmetim için daha hayırlıdır. Şefaati siz muttakiler için mi biliyorsunuz? Hayır! O muttakiler için değil günahkarlar, hatalılar ve kötülüklere karışan kişiler içindir." [1162] Başka bir hadiste:
"Şefaatim ümmetimden büyük günah işleyenler içindir..." [1163] denilerek insanlık gereği hata yapan ve ahirete imanla gitme şerefine nail olan günahkar Müslümanlara, Allah'ın Resulü dostluk elini uzatıp, kurtaracağı anlaşılır. Hz. Peygamberin diğer peygamberlerden farkı, bütün insanlığın peygamberi oluşu, dünyanın mescit kılınması, ganimetlerin helal olması, düşmanın bir aylık mesafeden korkmuş olması ve şefaat hakkına sahip olması, [1164] Allah'ın ve Resulünün dostluğunu inananlara göstermesi açısından çok önemlidir. Kıyamette insanlar affedilmeleri için Hz. Adem'e, Hz. İbrahim'e, Hz. İsa'ya başvuracaklardır. Fakat kulların affedilmelerine cevap rahmet peygamberinden geleceği, kalbinde iman olan her insanı yanmaktan kurtulacağı umulur. [1165]
Allah ve Resulünün dostluğunun dışında önemli olan başka bir dostluk inananların dostluğudur. Böyle bir dostluk hangi bazda olmalı? Sınırları nasıl tayin edilmeli? Yüce Yaratıcı ve O'nun Rahmet Peygamberinin Müslümanlardan istediği ilişkiler hangi temele dayanmalı? Tebliğin ölçüsü nedir? Bu soruların cevabını yine Kur'ân-ı Kerim vermektedir. [1166]
Yüce Allah âlemi yerli yerince yaratmış, bu yaratmada da bir denge unsuru meydana getirmiştir. Soğuk-sıcak, iyi-kötü, tatlı-acı, ekşi-tuzlu vs. Bir şeyin bilinmesini onun zıddıyla ortaya koymuştur. Yaratılanlara iyi ve kötüyü göstermek için, onları belirli bir imtihan dönemine tabi tutmaktadır. Yaratıcı vasfıyla kullarına sayısız nimetler vermiş, bunun karşılığında iman ve kulluk beklemiştir. "İnsanlar yalnız "iman ettik" demelerimle, hiç sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar?" [1167]
"Yoksa kötülük yapanlar bizden kaçacaklarını mı sandılar" [1168] sorularını sorarak imanlarında samîmi olup olmadıkları, denenmek için sınanacakları anlaşılmaktadır. Diğer taraftan iman, inkar, dostluk-düşmanlık ve imtihan belirli bir zaman dilimiyle de sınırlı kılınmamıştır. İlk insanla birlikte, imanın ve inananların durumu, dostluğun ve düşmanlığın vasıfları belirtilmiştir. İman kabul etmeye, sözleşmeye dayalı bir dostluk simgesidir. Bunun neticesi de yaratıcıya teslim olmadır. Bu teslimiyet ahd, misâk ve velâ ile ifade edilmektedir. Bunların hepsi bir eksen etrafında döner. İşte Yüce Allah bu gerçeği "Ben sizin Rabb'iniz değil miyim?" [1169],
"Ey Adem oğulları ben size şeytana tapmayın, o açık bir düşmanınızdır. Bana tapın, doğru yol budur diye sizden söz alınmadı mı?" [1170]
"Allah adaleti, ihsanı, sılayı rahmi, emreder. Fuhşu, münkiri ve azgınlığı yasaklar. Öğüt almanız için size böyle açıklar. Anlaşma yaptığınız zaman Allah'ın ahdini tam yerine getirin..." [1171] Diyerek ilk yaratma anındaki anlaşmayı ve dünyada yapılacak ahitlere sadık kalınmasını emretmektedir. Dolayısıyla iman ve onun gereğinin yapılması son nebiyle ortaya konulan hükümler, Hz. Peygamberin ümmetine ait bir sorumluluk değildir. İlk ahde ve misaka dayanmaktadır. Yüce Allah, ilk günden itibaren zatına ve nebilerine inanan insanlar arasında dostluğun, iyiliğin ve güzel şeylerin yapılmasında lokomotif görevi üstlenen insanlara, Müslüman ismini vermiştir. Bu durum, daha önceki iyi insanlardan misal verilerek Hz. İbrahim, [1172] Hz. Yakup, [1173] Hz. İsa [1174] gibi peygamber ve ümmetlerinin iman ve dostluğu örnek gösterilmiştir. Hz. Peygamber ve O'na inananlar şöyle vasıflanır. "Allah uğrunda hakkını vererek cihad edin. O sizi seçti, din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi. Babanız İbrahim'in dininde de böyleydi. Peygamberin size şâhid olması için, sizin de insanlara şahid olmanız için, O, gerek önceki kitaplarda, gerekse Kur'ân'da size 'Müslümanlar' adını verdi. Öyleyse namazı kılın, zekatı verin ve Allah'a sımsıkı sarılın. O, sizin dostunuzdur. Ne güzel dost, ne güzel yardımcıdır." [1175]
"Böylece sizin insanlığa şâhid olmanız, Resulün de size şâhid olması için, sizi mutedil bir millet kıldık." [1176], "Hakikaten bu (bütün peygamberler ve onlara iman edenler) bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir. Ben de sizin Rabbinizim. Öyleyse bana kulluk edin." [1177] İman, salih amel ve Müslümanların dostluğu ifade edilirken de, "Sizin dostunuz ancak Allah'tır, Resulüdür, İman edenlerdir. Onlar ki Allah'ın emrine boyun eğerek namaz kılarlar. Zekatı verirler. Kim Allah'ı, Resulünü ve İman Edenleri dost edinirse bilsin ki üstün gelecek olanlar şüphesiz Allah tarafını tutanlardır." [1178] buyurulur.
Yukarıya alabildiğimiz ayetlerin anlamlarında şu incelikler dikkatimizi çekmektedir. Süreklilik ve geçerlilik açısından hakiki dost Allah, Peygamber ve inananlardır. Tevhid ekseni etrafında dönen dostluk hakiki dostluğun odak noktasıdır. Yüce Allah ve Peygamberi insanlığa, özellikle inananlara gerçek dost olduğu belli olmakla birlikte. Müminlerden istenilen anlamda dost olanların bir takım özellikleri belirtilir. Söz konusu vasıflardan önemli olanlarını şu şekilde sıralamamız mümkündür.
a- Müslüman olmak,
b- Allah ve Peygamberine İslâm'ın istediği şekilde inanmak,
c- Namaz kılmak,
d- Zekat vermek,
e- Yaptıklarının hesabını verecek şekilde ihsan sahibi olmaktır. [1179]
Yukarıya almış olduğumuz maddelerde özetlenen Müslümanın vasfı dostluktur. Ondan dosta yaraşacak hareketler beklenir. Onların görevi insanlara Allah ve Peygamberinin yaklaştığı ölçüde yaklaşmaktır. Çünkü onları da yaratan Allah'tır. İslâm'ın onlara tanıtılması gerekmektedir. Bir Müslüman Allah'a vereceği hesabı ikinci plana alarak, maddi çıkarlara öncelik verirse, Allah'ın istediği dostluğu ve kardeşliği oluşturması mümkün değildir. Ayetlerin ortaya koyduğu dostluğu ve kardeşliği sağlayacak insanlarda imarı, sâlih amel ve ihsan üçlüsünün bulunması arzulanır. İman olmadan amel ve ihsan, amel olmadan da diğerlerinin istenen şekilde olması düşünülemez. İnsanlar arasında istenilen dostluğun oluşması için, Allah'ın aradığı takva özelliklerinin bulunması gerekir. Bu özelliklere sahip olanların ellerinden ve dillerinden yaratılanlara dostluk gelir. İslâm'ın istediği de budur. [1180]
Daha önce de ifade edildiği gibi, Allah ve Resulü, inananların dostudur. Haliyle inananlar da, Allah'ı ve Peygamberini kendilerine dost edinmiş kimselerdir. Dostun dostlardan razı olması, onu sevmesi, sevdiğinin incinmemesi gerekmektedir. İnanan insan, hakiki değer ve yüceliğin Allah ve Peygamberinin dostluğunda olduğunu bilir. Onun çalışması, bu doğrultuda olur. Allah'ın rızası verilen söze bağlılık ve Hz. Peygamber'e tabi olmakla oluşur. Böyle bir Müslüman. Peygamberin şu sözüne tabi olur.
"...Bana uyanlarla birlikte ben özümü Allah'a teslim ettim." [1181]
Bunun aksini düşünmek günahkar olmayı sağlar. Resulüne tabi olmak, Allah'ın sevmediği şeylerden uzaklaşıp, razı olduğu şeylere yaklaşmakla olmaktadır. Nitekim Hz. Allah, Yahudilerin kendilerini Allah'ın sevgilisi ve oğulları görmeleri. Müşriklerin putları bir aracı kabul etmelerini ve Hıristiyanların Hz. İsa'yı peygamberlikten ilâhlığa yükseltmelerinden hoşlanmaz. [1182] Yüce Allah, sevdiği insanların böyle tehlikelerden kurtulmaları için son nebisinin emirlerini dinlemelerini ve ona uymalarını ister.
"Resulüm De ki: Eğer Allah''ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sensin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir. De ki Allah'a ve Resulüne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kafirleri sevmez." [1183]
Hz. Peygamberin Allah'ın razı olmayacağı bir şeyi yapması, O'nun dostluğunun dışına çıkması mümkün değildir. İnananların da, Peygamberlerine tabi olarak hem Yüce Yaratıcının, hem de nebisinin dostluğunu kazanmaları gerekmektedir. Bu da, Peygambere tabi olmakla mümkündür. Bu inanış, Hz. Muhammed'in insan olduğunu bilerek, bu çerçeve içinde O'na uymadır. Yoksa kulluktan soyutlayacak bir kabul değildir. Zira O bir insandır. [1184] İnsanlardan farkı O'na vahiy verilmiş olmasıdır.[1185]
Hz. Allah'ın kullarına Peygamberine uymasını istemesi, bir takım sebeplere dayanmaktadır. Bunların başında iyi ile kötüyü, dost ile düşmanı, pis ile temizi tanıtması gelir.
"Allah müminleri bulundurduğu yerde bırakacak değildir. Sonunda pisi temizden ayıracaktır. Bununla birlikte Allah size gaybı bildirecek değildir. Fakat Allah, elçilerinden dilediğini ayırt eder. O halde Allah'a ve Peygamberine iman edin. Eğer iman eder takva sahibi olursanız sizin için daha çok büyük ecir vardır.
Yüce Allah kullarının iki önemli noktaya dikkatini çeker,
a- "Ey inananlar! Size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman Allah'ın ve Peygamberin çağrısına koşun..." [1186]
b- “Ey inananlar! Bile bile, emanetlerinize hıyanet etmek suretiyle Allah'a ve Resulüne hainlik etmeyin..." [1187]
Müfessirler insanlara hayat verecek şeyleri açıklamalarda bulunurlarken, bunların başında İslam ve İslam'ın kaynağı olan Kur'ân ve içeriğine inanma olduğunu belirtirler. [1188] Elmalılı da, insana kişiliğini kazandıran değer yargılarını belirtirken, Hz. Peygambere uyma ve İslam'a gönül verip, dost olma şekliyle özetler. [1189] Allah ve Peygamberine hıyanet etmeyin emri de; Bir şeyi noksan yapmamak ve Müslümanların İslam'ın aleyhine olacak konularda Müşriklere, EhM Kitaba ve Müslümanlar arasında İslâm'a düşman olanlara bilgi sızdırmaması olarak değerlendirilir. [1190] Aksi durumda insanlar, Allah ve Resulüne verdikleri sözü yerine getirmezler, birbirleriyle çekişirler, zayıf, tembel, korkak olup büyük değer yargılarını kaybederlerse, diğer insanlar üzerinde etkinliklerini kaybederler. [1191] Hz. Peygamber de inanan insanda bulunmaması gereken iki hasleti şöyle açıklamıştır:
"İki özellik vardır ki, müminde huy haline gelmez, bunlar hıyanet ve yalandır." [1192]
İnsanların Allah ve Peygamberin istediği dostluğu oluşturmaları için, verilen sözlere bağlı kalmaları ve ikazlara dikkat etmeleri gerekir. [1193]
Yüce Allah, dost kabul ettiği Mü'minlerin özelliklerini her vesileyle açıklamaktadır. İnananlar bu vasıfları öğrenerek Allah ve Resulünün razı olduğu fiilleri işlemekle, dünya ve ahiretlerini kurtarmış olacaklardır. Söz konusu özelliklerden bazıları şöyledir.
a- Allah ve Resulünün emirlerini işittik ve kabul ettik diyeceği, [1194]
b- Şirk koşmayacakları, [1195]
c- Allah anılınca kalplerinin titreyeceği, [1196]
d- Allah ve Peygambere itaat edeceği, [1197]
e- Allah'tan sakınıp sınırlarını koruyacağı, [1198]
f- Ahirete inanıp hesabını ona göre yapacağı, [1199]
g- Kur'ân'a inanacağı ve namazını kılıp zekatını vereceği, [1200]
h- İyiliği emredip kötülükten sakındıracağı, [1201]
ı- Günahlarına tövbe edeceği, nimetlere şükredeceği, ibadetlerine dikkat edeceği, [1202]
i- Dünya işleri Allah'a ibadetten alıkoyamayacağı, [1203]
j- Hayatında tevazu, istişare, yardımlaşma olacağı, [1204]
k- İsraf ve cimri olmayıp, yalan şahitliği yapmayacağı [1205] kötülüğe iyilikle karşılık vereceği, iffetlerini koruyacağı şekliyle belirtilebilir. [1206] Bütün bunları, Allah ve Resulüne gereği gibi iman, salih amel ve ihsan maddelerinin içinde toplamak mümkün olmaktadır. Böyle bir müminin elinden, dilinden ve diğer uzuvlarından iyilikten başka bir şeyin çıkması mümkün değildir. Zira inandığı peygamber, hayatı boyunca kimseye bir haksızlık ve düşmanlık yapmış değildir. Aksine zulmü, ahlaksızlığı, inançsızlığı ve bunların getirdiği kötülükleri reddederek insanlar arasında barışı ve birliği tesis yollarına yardımcı olmuştur. Rahmet peygamberine inanan ve inancının gereğini yapan müminleri Yüce Allah şu ayetiyle ifade etmektedir.
"Siz insanlığın iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz, iyiliği emredip kötülüğü men edip, Allah'a inanırsınız..." [1207],
"...Sizi yer yüzünde halife kıldık. " [1208]
Allah ve Resulünün sevgisini kazanacak bir Müslüman, söz konusu vasıflara sahip olmalı, yaratılanların hayrından başka bir düşüncesi olmamalı, iyi hasletlerle bezenmelidir. Böyle insanların dost ve düşmanlıkları hep yaratılanların menfaati için olmaktadır. Yüce Allah böyle müminler için "Bilakis kim muhsin olarak yüzünü Allah'a döndürürse onun yeri Rabbi katmdadır. Öyleleri için ne bir korku ne de bir üzüntü vardır." [1209]
Buyurmaktadır. Ayetin ileri sürdüğü muhsin seviyesine ulaşmak için bir insanın devamlı kendisini kontrol etmesi gerekmektedir. [1210]
Yüce Allah gönderdiği kitabında dost ve düşmana geniş yer verir. Birinci bölümde de ifade edildiği gibi, dostluğun simgesi velî kelimesidir. Bununla gerçek ve sürekli dost olanlar ile geçici olanlar ayırt edilir. Asıl hedef Allah, Resulü ve inananların dostlarını tanıtmaktır. Buna ilaveten Müslümanların birbirleriyle olan ilişki ve dostluklarına önem verilir. Çünkü karşılıklı iyi ilişkiler İslâm'ın güzel hasletlerini yaşamak için olmakta, üstünlük Allah'ın emirlerini yerine getirmede aranmaktadır. Bu duygu ve düşünce içinde olan insanların hedefi İslâm'ı tebliğ etmek ve insanlar arasında barışı ve kardeşliği pekiştirmektir. Bu sulhu temin etmenin ilk şartı İslâm'ın ortaya koyduğu dostluğu ve kardeşliği oluşturmaktan geçmektedir. Kardeşlik duyguları ve yaratılanlara karşı sevgi beslenmeden Allah'ın istediği dostluğu teşekkül ettirmek imkansız görünür. Kur'ân-ı Kerim inananların karşılıklı iyi ilişkilerine çok önem vermektedir. Öyle ki, insanın yakın akrabaları Müslüman değilse, inananların kardeşliği bunun önüne geçmektedir. İslam bir taraftan anne-baba ve akrabaların önemini belirtirken, [1211] diğer taraftan;
"Ey iman edenler! Küfrü imana tercih ediyorlarsa babalarınızı ve kardeşlerinizi dost edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir." [1212]
Emirleriyle istenilen manada dostluk ve kardeşliğin tevhid inancı çerçevesinde olacağını vurgulamış olur. Müminlerin birbirleriyle olan dostluklarına gelince de;
"Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki rahmete eresiniz."[1213]
"Mümin erkeklerle mümin kadınlar birbirlerinin dostudurlar. Onlar iyiliği emrederler. Kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılarlar. Zekat verirler. Allah ve Resulüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Şüphesiz Allah azizdir. Hikmet sahibidir.” [1214]
"Ey müminler! Bir topluluk diğer topluluğu alaya almasın, belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlarda kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın, imandan sonra fâsıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tövbe etmezse işte onlar zâlimlerdir. " [1215]
"Kim Allah'ı Resulünü ve iman edenleri dost edinirse üstün gelecek olanlar şüphesiz Allah'ın tarafını tutanlardır."[1216]
"Hep Birlikte Allah'ın ipine (İslam'a) sarılın, parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın; hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O; gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken, oradan da sizi O kurtarmıştı..." [1217]
Kardeş, nesep ve din bakımından olmak üzere ikiye ayrılır. Dini kardeşliğin hedefi inananların mutluluğunu temindir. İslâm'ın istediği dostluk ve kardeşlik ise, Allah korkusu ve sevgisi etrafında odaklaşır. Bu tür kardeşliği İslâm'ın dışında başka bir dinde bulmak mümkün olmaz. [1218] Diğer taraftan Hucârat suresinde yer alan ayetin ihtiva ettiği kardeşlik, belirli bir bölgeyle sınırlandırılmaz. Dünyanın neresinde Allah ve Resulüne inanan bir Müslüman varsa, doğu-batı, kûzey-güney ayrımı gözetilmeden hepsi birbirinin kardeşi ve dostudur. Zira bu kardeşlik, bütün Müslümanların birleştiği Allah'a ve Hz. Peygambere verilen bir ahittir. [1219] Bu kardeşliğin maddi ve manevi açıdan kuvvetli olabilmesi için, dostluğa mani alay, gıybet, kötü lakap, zan, ayıplama, gurur, kibir ve kardeşini küçük görme gibi hallerden uzaklaşılması teşvik edilmektedir. [1220] Hz. Peygamber döneminde kurulan İsİâm kardeşliği öyle bir noktaya gelmiştir ki, kendi evinde zaruret içinde kıvranan bir Müslümanın, diğer Müslüman kardeşini kendine tercih etmesini sağlamıştır.
"…Ve ensar kendileri ihtiyaç sahibi olsa dahi misafir ve muhacirleri kendi nefislerine tercih ederler " [1221] ayeti Müslümanın her konuda kardeşini kendisine tercih eder duruma getirdiğinin delilini teşkil etmektedir. Bu durumdan Yüce Yaratıcı memnun olmaktadır. [1222] Diğer taraftan yukarıya aldığımız Al-i İmran 103. ayetinde görüldüğü gibi, İslâm'ın oluşturduğu kardeşlik ve dostluk yüz yirmi yıl bir birini öldüren iki kabilenin kalplerini yumuşatmış, yırtıcı hayvanları geride bırakan vahşîlik, yerini sevgi, hoşgörü, merhamet ve affetmeye bırakmıştır. [1223] Nesep bakımından olan kardeşlik İslâm kardeşliğiyle pekiştirilirse, akrabalar arasındaki dostluk ve sevgi daha da iyi olmaktadır. Din kardeşliği olmadan meydana gelen yakınlık tamamen maddi çıkarlar üzerine kurulmaktadır. Böyle kardeşlerin mal-mülk için birbirlerine ne kadar hasım oldukları bilinmektedir. Kur'ân'ın haber verdiği Evs ve Hazrec kabilelerinin aynı ırka mensup kabileler olduğu bilinir. Bunların aralarına giren düşmanlık ortalama 120 sene devam eder. Neticede ırk ve din bakımından kardeş olurlar. Konuyla ilgili insanların dikkatini çeken Yüce Allah:
"Sen yeryüzünde olan her şeyi toptan harcasan, yine de onların kalplerini birleştiremezdin. Fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı" [1224] buyurarak İslâm'ın nasıl bir rol oynadığını haber vermektedir. Buna göre, insanlar arasında dostluğu kurmak, yüzünü Hakk'a ve onun Peygamberine çevirmekle mümkündür. Nerede dünya sevgisi birinci sırayı almışsa, o bölgelerde maddi çıkarlar, kin ve düşmanlık ilk sırayı almıştır. Kur'ân'ın önemle üzerinde durduğu İslâm kardeşliğinin ve dünya barışının oluşması, İslâm'ın istediği dostluk ve kardeşliğin ilk sırayı almasıyla mümkün görülür. Konuyla ilgili Hz. Peygamberin insanlara bir takım uyarılan bulunmaktadır. Bunlardan ilki Kur'ân'ın doğru ve yanlışı, dost ve düşmanı tanımada mihenk taşı olmasıdır. [1225]
Hz. Peygamber; insanlığın huzuru, kardeşliği ve dostluğu için çarenin Kur'ân'da olduğunu bildirir.
"Çıkış yolu Allah'ın Kitabındadır. Onda sizden öncekilerin kıssaları, sizden sonrakilerin haberi ve aralarınızdaki münasebetlerin hükmü ve çözüm yolları mevcuttur. O Allah'ın sağlam ipidir." [1226]
Dikkat edilirse hadiste üç önemli konuya işaret edilir.
“Öncekilerin kıssalarının bildirilmesi,
“Sonra gelecek haberlere yer verilmesi,
“Kur'ân'ın yaşayan insanların derdine ilaç olması.
Buna göre dostluğun sürekliliği, sulhun temini, İslam'ın uygulanması ve İslam kardeşliğinin oluşmasına bağlanır. Barışın bozulması, düşmanlığın meydana çıkması, fıtrat inancının zayıflaması, ahlaksızlığın artması, dünya menfaatinin birinci sıraya çıkmasına bağlı olduğu anlaşılır. Böyle durumlarda kötülüklerin önlenmesi polisiye tedbirlere kalır. Manevi tedbirler olmadan, maddi güçle sürekli sulhu sağlamak mümkün olmaz. Allah'a dayalı ilahi dinlerde maddi ve manevi güç bir terazinin iki kefesi gibidir. Biri olmadan diğeri eksik kalır. Bunun için bütün insanları fıtrat dinine çağırarak kendilerini ve nesillerini kurtarmalarını istemektedir. Çünkü esaslar bütün Peygamberlere verilmiştir. Bunlarda da hiçbir değişiklik söz konusu değildir. [1227]
Kur'ân-ı Kerim'in içeriğini üç cümlede özetleyen Hz. Peygamber, Müslümanların birbirleriyle ilgili ilişkilerini tanzim ederken de bir takım manevi kaideler ortaya koymaktadır. Bunların bazıları şöyledir.
"Sakın zanna yer vermeyin. Zira zan sözlerin en yalanıdır. Tecessüs etmeyin, haber araştırmayın, rekabet etmeyin, hasetleşmeyin, birbirinize buğzetmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah'ın kulları, Allah'ın emrettiği şekilde kardeş olun. Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez. Onu mahrum bırakmaz. Onu tahrik etmez. Kişiye kötülük olarak, Müslüman kardeşini hakir görmesi yeterlidir. Her Müslümanın canı, malı, kanı ve ırzı diğer Müslümanlara haramdır. Allah sizin suret ve kalıplarınıza bakmaz, fakat kalplerinize ve amellerinize bakar. Sakın ha! birinizin satışı üzerine satış yapmayın. Ey Allah'ın kulları kardeş olun. Bir Müslümanın kardeşine üç günden fazla küsmesi helal olmaz." [1228]
"Müslümanın Müslüman üzerindeki hakkı beştir. Selamını almak, hasta ziyaretine gitmek, cenazesine katılmak, davetine icabet etmek, hapşırınca yerhamukallah demek." [1229]
"Nefsim yedi kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız." [1230]
"Birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamette, birbirlerine şefkatte müminlerin misali, bir bedenin misali gibidir. Ondan bir uzuv rahatsız olursa, diğer uzuvlar uykusuzluk ve hararetle ona iştirak ederler.
"Dostunu severken ölçülü sev, zira günün birinde düşmanın olabilir. Düşmanına da ölçülü buğzet, çünkü günün birinde dostun olabilir.” [1231]
"Aziz ve Celil olan Allah Teala hazretleri Kıyamet gününde şöyle diyecek, "Benim celalim adına sevişenler nerede? Gölgemdem başka hiçbir gölgenin bulunmadığı şu günde onları gölgemde gölgelendireyim. " [1232]
"Allah Teâla hazretleri buyuruyor ki:
"Benim celalim adına birbirlerini sevenler var ya! Onlar için orada öyle minberler vardır ki, peygamberler ve şehidler bile onlara gıbta ederler.” [1233]
"Amellerin en faziletlisi Allah için sevmek, Allah için buğzetmektit" [1234]
Hz. Ömer'den gelen nakilde, Hz. Peygamber şöyle buyuruyor.
"Allah'ın kulları arasında bir grup var ki, onlar ne peygamberlerdir ne şehidlerdir. Üstelik kıyamet günü Allah indindeki makamlarının yüceliği sebebiyle peygamberler ve şehitler onlara gıpta ederler."
Orada bulunanlar sordu:
"Ey Allah'ın Resulü: Onlar kimdir? bize haber verir misin?"
"Onlar aralarında ne kan bağı, ne de dünya menfaati için birbirine bağlı olmadığı halde, Allah'ın nuru (Kur'ân) adına birbirlerini sevenlerdir. Allah'a yemin ederim ki onların yüzleri mutlaka nurdur. Onlar bir nur üzeredirler. Halk korkarken, onlar korkmazlar, insanlar üzülürken, onlar üzülmezler." ardından da şu ayeti okudu: "Haberiniz olsun Allah'ın dostları var ya! Onlara ne korku var, ne de onlar üzülecekler." [1235]
Diğer hadislerde de, Allah'ın sevdiği kulu melekler ve insanların da seveceğini, bir kula buğzedince de melekler ve insanların buğzedeceğini [1236] ve kıyamet gününde kişi sevdiğiyle birlikte olacağını haber verir. [1237]
Yukarıya almış olduğumuz hadislerden anladığımız kadariyle, inanan insanların dostluğu diğer insanların dostluğuna benzememekte, sevgisi de inanmayanların sevgisinden farklı olmaktadır. Tamamen Allah ve O'nun Resulünün rızasına dayanmaktadır. Böyle insanları Allah ve Habibi sevmekte, kendilerine dost kabul etmektedir. Söz konusu hadislerle birlikte Hz. Peygamber, Müslümanların birbirleriyle olan dayanışmalarına da işaret ederek şöyle buyurur:
"Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, Onu tehlikede yalnız bırakmaz. Kim kardeşinin ihtiyacını görürse, Allah da onu ihtiyacını görür. Kim bir müslümanın sıkıntısını giderirse Allah'ta o sebeple onu kıyamet gününün sıkıntısından kurtarır. Kim bir müslümanın ayıbını örterse, Allah'da onun ayıbını kıyamet gününde örter. " [1238]
"Din nasihatten ibarettir'." yanında bulunanlar kim için ey Allah'ın Resulü? Demeleri üzerine Hz. Peygamber;
"Allah için, Peygamber için, Müslümanların imanları ve hepsi için! Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona yardımını kesmez; ona yalan söylemez. Ona zulmetmez. Her biriniz, kardeşinin aynasıdır. Onda bir rahatsızlık görürse bunu ondan izale etsin" [1239]
Buraya alınan hadislerden anlaşıldığına göre, dostluk ve kardeşlik üzerine Hz. Peygamberin hadisleri başlı başına birer tez konusunu oluşturur. Bununla birlikte, hadislerden faydalanmayı ihmal etmedik. Netice olarak Kur'ân ve Sünnetin ışığı altında, Müslümanın inanan kardeşiyle ilgili dostluğunu netleştirmek gerekirse, Allah'a ve Resulüne inanan, onları seven bir Müslümanın kardeşini kendisine tercih etmesi, her konuda yapabildiği yardımı yaparak bir kötülük yapmaması gerekmektedir. Aksi durumda, Allah ve Resulünün sevgisi yerine gazabı hakim olabilmektedir. Hz. Peygamberin hadislerinden esinlenerek ilişkileri netleştirecek olursak:
Dostuna sevginde ölçülü ol
Belki de bir gün düşman olur.
Düşmana buğzunda ölçülü davran
Belki de bir gün baş dostun olur. [1240]
Dememiz mümkündür. [1241]
İslâm'ı sevmiyenler, haliyle Müslümanlara da sevmeyecektir. [1242] Durum böyle olmakla birlikte, Yüce Allah ve Hz. Peygamber, onlara rahmetle yaklaşmışlar, hür iradeleriyle inanmalarını istemişlerdir. Müslümanlar İslâm'ın temsilcileridir, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmettir. İyi şeylerin yapılmasına yardımcı olmakta, insanlığın zararına olan şeylerin kaldırılmasına çalışılmaktadır. [1243] İnananların görevi düşmanlık yapmak veya inanmak için zorlamak değildir. [1244] Söz ve fiilde iyi örnek olmaktır. [1245] Yüce Allah inanmayan insanların düşmanlıklarını haber verirken genellikle "dost veya dostlar" edinmeyin şeklinde hitapta bulunmuştur. [1246] Bu durumdan, Yüce Allah'ın insanlar arasında sulhun tesis edilmesini, tevhidin hakim olmasını, fitne ve kargaşanın kaldırılmasını istediği anlaşılmaktadır. Çünkü inananlar birbirleriyle her konuda ittifak halinde olur, birbirlerine kardeş muamelesi yapar, dost ve düşmanlarını bilip ona göre davranırlarsa, insanlar arasında istenilen dostluğun ve barışın olması mümkün görünmektedir.
Müslümanlar, İslâm'ın ilk dönemlerinden itibaren her dine mensup insanlarla beraber yaşamak mecburiyetinde kalmışlardır. Kıyamete kadar da bu durum böyle devam edecektir. Bir toplumda inanan ve inanmayan her zaman olacaktır. Müslümanın inzivaya çekilip, sadece kendini düşünmesi uygun karşılanmaz. İnandığını yaşamak, her konuda örnek olmak zorundadır. Nefsini, imanını ve vatanını da korumakla görevlidir. Aynca kendisi iman şerefini, kulluğun tadını tatmışken aynı lezzetten diğer insanların da faydalanmasını istemek, onlarında mutlu olduklarını görmek, Müslümanlık görevi olmaktadır. Bunu yaparken de Allah'ın koymuş olduğu ölçü çerçevesinde fıtrat dinine çağıracaktır. Konuyla ilgili yapılması gerekeni Allah (c.c) üç maddede bildirmektedir.
“Hikmetle tebliğ; İnsanlar arasında ilim sahibi, mutedil düşünen, hislerine göre hareket etmeyen, gerçeği görebilen insanlara bu metot uygulanmaktadır. Onlarla dini ve dünya ile ilgili konular oturulup tartışılır. Neticede hikmet ve ilim galip gelerek doğru olana karar verilir
“Güzel Sözle Açıklama; Bu tip tebliğ metodu halkın çoğunluğunu teşkil etmektedir. Yeterince dini bilgileri ve kültürleri bulunmaz. Bunlara tatlı dille İslâm anlatılır ve Müslüman olmaları istenir. Bunlar yapılırken her konuda iyi örnek olunarak karşı tarafta olanlar affedilir ve hidayetleri istenir.
Maddî ve Mânevi Şekilde Mücâdele Etmek; Yukarıda belirtilenlerin dışında düşmanlıkta ileri gitmiş, hikmetin ve güzel konuşmanın fayda vermediği insan kesimi bulunabilir. Bunlarla İslâmî ölçülerde mücadele edilir. [1247] Zulmedenler hariç, bunlara yumuşak söz söylemek daha isabetli olabilir. [1248] Zulmedenlere ise, yaptıklarının aynısıyla karşılık verme ruhsatı verilir. Yüce Allah, Müslümanlardan, İslam'a inanmayan insanlara kötülük yapmasını veya düşmanca tavır içinde bulunmasını asla istemez. Onların hidayete gelmelerini ve iyi bir insan olmalarını ister. Onlardan gelebilecek tehlikelere karşı maddi ve manevi tedbirlerin alınmasını emreder.[1249]
İslâm dini, Müslümanların yaratılanlardan gelebilecek kötülüklerden kendilerini ailelerini, dinlerini ve milletlerini korumalarını istemektedir. Bunun için bazı önemli konuların bilinmesi ve tedbir alınması zarureti bulunur. İslâm kimseye zarar verilmesini istemez. Bunun için, kendisi kimsenin kötülüğünü istemediği gibi, hiçbir insanın da Müslümanlara kötülük yapmaması gerekir. Fakat durum böyle olmayabilir.
İnanmayan insanlar, bu halleriyle Allah'a karşı verdikleri sözde durmadıkları gibi, inananlara da olumsuz halleri olabilir. Müslüman Allah'ın yarattığı bütün canlıların iyiliğini istemek zorundadır. Fakat birisi kendisine veya vatanına saldıracak olursa, savunmak durumunda kalırlar. Kendi dini, milli ve mânevi değerlerini korumak, inananın önemli bir vazifesidir. İslâm'da meşru müdafaa hakkı vardır. Zira Yüce Allah Müslümanların korunmalarını isterken;
"Ey iman edenler! Eğer benim yolumda savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanlara sevgi göstererek, gizli muhabbet besleyerek onları dost edinmeyin. Oysa onlar size gelen gerçeği inkar etmişlerdir" [1250] buyurur.
Buraya aldığımız ayet Hatib b. Ebi Beltea hakkında nazil olur. Beltea Mekkenin fetih haberini "Allah'ın Rasulü sizi istiyor. Ondan kendinizi koruyun." şekliyle müşriklere haber verir. Bu bilgi Hz. Peygambere ulaşır. [1251] Bunun üzerine Müşriklerden sakınılmasmı isteyen Yüce Allah:
"Şayet onlar sizi ele geçirirlerse, size düşman kesilecekler, size ellerini ve dillerini kötülükle uzatacaklardır. Zaten inkar etmenizi istemektedirler." [1252]
Buyurarak, Müşriklerin ellerinden ve dillerinden zarar geleceğini belirtir. [1253] Böyle olan kişilerle Müslümanlar karşılıklı ilişki içine girmek durumundadır. Zira, Hz. Peygamber ölüm pahasına da olsa, onlara İslâm'ı açıklamış ve iyi ilişki içine girmiştir. Müslümanlar her dönemde benzer ilişkilerde olabileceklerdir. Karşı tarafa her zaman dostluk eli uzatmak durumundadırlar. Onlardan iyi yanıt gelmeyebilir. Kötülüklerinden korunmak için gerekli önlemler alınır. Daha sonra da maddi ve manevi dostluklar geliştirilir. [1254]
Müslümanların sakınmaları gereken diğer bir topluluk, Yahudi ve Hıristiyanlardır. Yüce Allah söz konusu din sahiplerini Ehl-i Kitap ismiyle veya mensup olduğu isimleri zikrederek haber verir. Bunlar temel itibariyle ilâhi kökenlidir. Fakat peygamberlerinden sonra inançlarında önemli sapmalar olur. Bu hataları zamanla ikili ilişkilere de yansımıştır. Yapılanları tanrı adına yapmış olmaları, hatanın diğer boyutudur. Dostluğa engel olacak davranışları inananların sabırla karşılamaları gerekir. Fakat, Kitab-ı Mukaddeste yer alan iyiliğe engel cümleleri bir yaratıcının emretmiş olması mümkün değildir. [1255] İşte Kur'ân, Allah'ın ve Hz. Musa'nın emretmediği bu olumsuzluklara karşı Müslümanları sakrndırmaktadır. Zira, Kitap Ehl-i içinde kendi Peygamberlerine doğru bir şekilde inananlar olduğu gibi, kendi çıkarları doğrultusunda haraket edenler de bulunmaktadır. Yüce Allah birinci guruba girenleri övmekte, onlara iki ecir vereceğini haber vermektedir. [1256] İslâm hiçbir canlının haksız yere öldürülmesine veya kötülük yapılmasına izin vermez. [1257] Yüce Allah kendisine inananları uyararak Ehl-i Kitabın olumsuz hallerinden sakınmalarını ister. Kur'ân'ın ileri sürdüğü korunma onlarla tamamen ilişkileri kesmek anlamında değildir. Maddi ve manevi ilişkiler devam ederek, İslâm'ın güzel hasletleri onlara tanıtılmış olacaktır. Bununla birlikte, tedbirleri de elden bırakmamak gerekmektedir.
"Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar, birbirlerinin dostudurlar, içinizden onları dost tutanlar onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez. " [1258]
"Dinlerine uymadıkça Yahudi ve Hıristiyanlar asla senden razı olmayacaklardır.” [1259]
"Müminler müminleri bırakıp da kafirleri dost edinmesin. Kim bunu yaparsa artık onun Allah nezdinde hiçbir değeri yoktur. Ancak kâfirlerden gelebilecek tehlikeler müstesnadır..." [1260]
"Ey İman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden, dininizi alay ve oyun konusu edenleri ve kafirleri dost edinmeyin. Mümin iseniz Allah'tan korkun." [1261]
''Allah'a ve ahiret gününe inanan bir toplumun, babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da oha, Allah ve Resulüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin, işte onların kalbine Allah, iman yazmış ve katından bir ruh ile onları desteklemiştir." [1262]
Yukarıya almış olduğumuz ayetlerden şu sonuca varmamız mümkündür. Fıtrat dininden uzaklaşan insanlar akraba bile olsalar, onların dostluğuna güvenilemez. İyilikleri ve hasımları olabilir. Çıkarları doğrultusunda karar verebilirler. Ellerine imkan geçecek olursa, başkalarının haklarına saygılı olmaya bilirler. Son bölümde üzerinde durulacağı gibi, Müslümanın görevi sulh ve barışın önündeki engelleri kaldırmasıdır. Bunun için başkasının kötülüğünden emin olması gerekir. Kur'ân-ı Kerim'de hiçbir ayette Gayr-i Müslimlere kötülük yapın, zulmedin, yok edin denilmemektedir. Yüce Allah'ın üzerinde durduğu, onları dost edinmeyin ifadeleridir. Bu emirlerden, onların istenilen ölçüde dost olmayacağını anlamamız mümkündür. Müslüman dini konularda olduğu gibi, teknik konularında da onlarla bilgi alış verişinde bulunmak mecburiyetindedir. Ticaret yapacak, ortaklık kuracak, ziyaretinde bulunacaktır. Karşılıklı iletişimi kesmesi mümkün değildir. Bununla birlikte, onların dostluğuna güvenerek hiçbir zaman kendini emniyette hissetmeyecektir. Bu durum fert bazında olduğu gibi, devlet açısından da böyledir. Müslüman devletlerin bağımsızlıklarını sürdürmeleri, Kur'ân'ın haber verdiği ölçülerde kuvvetli olmalarına ve karşılıklı ilişkilerde dostluğun iyi geliştirilmesine bağlıdır. Hz. Peygamberin Medine dönemine baktığımızda, bunun en güzel örneğini görmekteyiz.
İnanan insanların yukarıda verilen bilgilerin dışında, bir takım sakınması gereken başka tehlikelerde bulunur. Bunların kötülüklerinden maddi güçlerle korunmak mümkün değildir. Bu düşmanlar nefis, şeytan, haksız istek ve aşırı dünya hırsıdır. [1263] Bunlardan korunmak için iman, irade ve takva sahibi olmak gerekmektedir. Çünkü, bu hasletlerden Allah'a sığınmaktan başka çıkış yolu bulunmaz. Müslümanların arasında bulunan fakat inancını gizleyen bir düşman daha vardır. Münafık olarak bilinen bu insanların olumsuz hallerinden sakınılması gerekir.[1264]
Hz. Peygamberin onlara karşı olan tutum ve davranışlarında güzel örnekler vardır. Özetlemek gerekirse; Müslümanlar, yaratılanlara Allah'ın rahmet nazarıyla bakmak durumundadırlar. Dolayısıyla, her kesimden insanlarla ilişki içine girip mücadele etmek, İslâm'ın güzelliklerini sunmak inananların görevidir. Onun için, Hz. Peygamberin, insanlarla kurduğu dostluk iyi bilinmelidir. [1265] Çünkü Hz. Peygamber, her sınıf insanla ilişki içinde olmuş, onlarla ümmetine örnek olacak dostluklar oluşturarak, İslâm'ı tanıtmıştır. Ümmetinden de İslâm'ın tanıtılması ve diğer insanların fıtrat dinine dönmeleri için iyi ilişkilerin geliştirilmesini istemiştir. [1266]
Yüce Allah, yaratmış olduğu kullarına rahmetiyle tecelli ederek, son nebisi Hz. Muhammed'i ve Kur'ân'ı, dostluğun, kardeşliğin, sulhun ve barışın oluşması için göndermiştir. Verilen kitapta, inanan ve inanmayan insan karakterleri açıklanmıştır. Dolayısıyla farklı inançtaki insanlar, dünyanın sonuna kadar devam edip gideceklerdir. [1267] Yüce Allah, insanları tevhid, adalet ve eşitlik ekseni etrafında toplanmaya çağırarak, bu yüce değerleri tebliğ eden nebisine uymalarını ister. [1268] Zira, insanların huzuru İslam'la sağlanacağı vurgulanmaktadır, İslâm'ın bütün insanlara eşit olarak tanıdığı
a- Yaşama hakkı
b- İnanç hürriyeti,
c- Adalet,
d- Eşitlik prensipleri her peygambere verilen fıtrat dininde olması gerekir. Fakat, Ehl-i Kitap kabul edilen dinlerde, söz konusu haklar istenilen ölçülerde bulunmamaktadır. Allah'ın insanlar arasında oluşmasını istediği dostluğu, tevhid'e doğru inanan insanların sağlayabileceği anlaşılmaktadır. Kullarına rahmetini esirgemeyen Yüce Allah, insanlar arasında benzer duyguların oluşmasını arzulamaktadır. Fakat bu sıcak ilişki, son nebiye ve O'nun getirdiklerine istenilen ölçülerde inanmakla olacağı anlaşılır.
Zamanımızda altı milyara yakın insan topluluğu vardır. Hiçbir gün geçmemektedir ki, savaş haberleri işitilmiş olmasın. Yüce Allah, bu kadar kalabalık insanları, genel anlamda inananlar ve inanmayanlar olarak ikiye ayırır. Bunların hepsi bir arada inananlar, Yahudiler, Sabiîler, Hıristiyanlar, Mecûsiler ve Müşrikler şeklinde tasnif edilebilir. [1269]
Tabiî ki dünyada bulunan insanlar, Kur'ân'ın haber verdiğinden ibaret değildir. Zikredilmeyen başka insan toplulukları da bulunmaktadır. Bunların hepsini Müşrik, Ehl-i Kitap ve Müslüman başlıkları altında toplamak mümkündür. Kur'ân-ı Kerim ve Kitâb-ı Mukaddes baz alınarak, ilmi kriterler ölçüsünde dostluğu ve barışı hangi inanca sahip olanlar temin edebilir? Bu soruya verilecek cevap kişilerin inancına göre farklı olabilmektedir. Her inanç sahibi, dostluğu ve barışı kendi inandığı kitabın sağlayacağını düşünür. Acaba gerçekten böyle midir? İnsanlar arası ilişkiler, Hz. Adem'den zamanımıza kadar devam ede gelmiştir. Bu uzun zaman dilimi içinde, her inançtan insan dünyada yaşamıştır. Neticeden kendileri sorumlu tutulmaktadır. Bunların içinde insanları birinci derece ilgilendirenler Müşriklerdir. Zira, Müşriklerin kökeni, Hz. Adem'e kadar indirilmeye çalışılır. [1270]
Daha önce de ifade edildiği gibi, [1271] Müşrik; Allah'a ortak koşarak, puta tapan, ilâhi dini, peygamberi, kitab ve ahiret inancı olmayan, Arap putperestliği ve benzer milletlere verilen isimdir. [1272] Müşrikler her ne kadar putlara ibadet etseler de, temelinde, tevhid izleri görülür. [1273] Asıl özellikleri, ilah olarak Allah'ın dışında bir takım görünür veya görünmez putlar kabul ederek, Allah'a şirk koşmalarıdır. İslâm'ın müşriklere yaklaşımı ve müşriklerin inananları değerlendirişi açısından söz konusu insanların genel durumlarının bilinmesi, konumuz açısından önemli olacaktır. [1274]
Yüce Allah ve Hz. Peygamber, yaratılış açısından müşriklerle diğer inananlar arasında bir ayrıma gitmez. Müşriklere dost ellerini uzatarak, cehenneme götürecek davranışlardan sakındırmaya çalışırlar. Diğer taraftan, Müşrikleri içine düştükleri bataklıktan kurtarıp, kesintisiz menfaat temin etmenin yollarını gösterirler. Dolayısıyla, başta tevhid olmak üzere, insana kimliğini kazandıracak kutsal değerlere inanmaya çağırırlar. Ayrıca, insanların yaratılıştan sahip olduğu yaşama hakkı, [1275] inanç hürriyeti, [1276] adalette muamele [1277] gibi konularda eşit davranılır. Tarihi vakalar göstermiştir ki, Müslümanlar Müşriklerle bir anlaşma yapmışsa, mutlaka riayet etmişlerdir. [1278] Yine Kur'ân, onların putlarına hakarette bulunulmamasını, [1279] kendi inançlarıyla baş başa bırakılmasını istemiş, [1280] Müşriklere de taptıkları putların hiçbir faydasının olmayacağını hatırlatmıştır. [1281] Savaş yapmak zorunda kalındığında, haksızlık yapılmasına izin verilmemiştir.
İslâm, Müslümanlara bir saldırı olmadan saldırılmasını, katliam yapılmasını, kadın çocuk ve yaşlıların öldürülmesini, kulak, burun göz gibi uzuvların tahrip edilmesini yasaklamaktadır.[1282] Müşrikler saldırmadan, Müslümanlar savaş yapmamış, Medine yasası [1283] ve Mekke'nin fethi esnasında yaptığı muamelenin dünyada henüz benzeri görülmemiştir. Bütün bu ve benzeri davranışlar ancak dosttan gelebilmektedir. İşte İslâm, özet olarak belirttiğimiz gibi, hiçbir insana zulüm yapılmasına rıza göstermemiştir. Onlar, şirk koşmak ve inanmamakla Allah'a, peygambere ve kendilerine kötülük yapmışlardır. [1284]
Zamanımızdaki Müşrik uzantılarına değinmeden önce, Hz. Peygamber dönemindeki Müşriklerin, İslâm'ın onlara tanıdığı temel haklardan hiçbirini Müslümanlara tanıdığını söylemek mümkün değildir. Yaşama hakkı denilecek olsa, İslâm peygamberi ve O'na inanan insanlar Mekke'den kovulmuş, önce Habeşistan, sonra Medine'ye hicret etmek mecburiyetinde bırakılmıştır. İnanç hürriyeti olarak, Müslümanların inandığı hiçbir inanca saygı gösterilmemiştir. Allah'a iftira, [1285] çocuk isnadı [1286] ve ortak koşma fiillerinde bulunmuşlardır. [1287] Hz. Peygamberi inkar ederek, Kur'ân'ı kabul etmemişlerdir. [1288] Diğer taraftan, Allah'a ve Peygamberine inanan müminlerle alay ederek, yakışmayan davranışlarda bulunmuşlardır. [1289] Yukarıya aldığımız İslâm'ın onlara muamelesi ile Müşriklerin yaptıklarını kıyaslayacak olursak Müşriklerin davranışları ile Müslümanların onlara yaklaşımlarının önemi kendiliğinden ortaya çıkmış olacaktır. [1290]
Zamanımıza baktığımızda Hz.Peygamber döneminde olduğu gibi, Kur'ân'ın haber verdiği açıktan açığa puta tapan, putlardan bana şunu veya bunu verin diyen bir inanç sahibinin olduğu bilinmemektedir. Fakat müşriklerin özelliği, Allah'a dayanan hiçbir şeyi kabul etmemeleridir. Dolayısıyla, iki özellik ortaya çıkmaktadır. Birincisi, Allah, peygamber, âhiret, kitap ve ruhanî varlıkların hepsini reddetmek, ikincisi, put ve benzerlerini kabul etmek. Kur'ân bunların açık olanına put, görünmeyenine de tâğut ismini vermektedir. Diğer bir ifadeyle, şeytan ve nefsin isteklerine bağlı inançlara bu isim verilmektedir. Kur'ân-ı Kerim'de sekiz yerde geçen bu ayetlerin, kapsamına nelerin girip, girmediğinin araştırılması gerekmektedir. [1291] Bugün dünya üzerine baktığımızda komünist ülkeler ve çok karışık durumda olan, Hindistan, Japonya vs. gibi devletlerin dini inançları ilâhi kaynaktan uzak bir yapıya sahiptirler. Japonya'da Allah'ın yarattığı güneşe kutsiyet verilip, Güneş tanrısının varlığına inanılırken âdetler, örfler, ve yaşantılar bu inanışa göre tanzim edilmektedir. Hindistan'da önemli olan sığırdır. İnsanın sığır kadar değeri yoktur. Bir sığır için bütün trafik alt üst olabilmektedir. Dolayısıyla, çok karmaşık bir din yapısı içindedirler. Kast sistemi, sınıf ayrımı gibi birçok sistemleri vardır. İnsan doğar doğmaz köle veya efendidir. Böyle bir ortamda ilâhi dinlerin konumu nasıldır? İslâm'ın bütün insanlara sunduğu adaleti onların dinlerinde bulmak mümkün olabilir mi? Onlarla nasıl dostluk oluşturulabilir? Tabii ki, o bölgelerde yaşayan Müslümanlar, Kur'ân'ın Ehl-i Kitab'a yaklaşımları ölçüsünde onlarla iyi ilişki kurarak İslâm'ı tanıtmak durumundadırlar. [1292] Çin'in durumu çok daha farklıdır. Orada önemli olan Mâo inancıdır. Allah'ın gönderdiği ilâhi emirler yerine O'nun emirleri geçerlidir. Dolayısıyla Doğu Türkistan Müslümanlarına yapılanları hafızalardan silmek mümkün değildir. Eski din kalıntıları da olsa, onların kutsal değerlere saygı gösterildiğini söylemek zordur. [1293]
Nihayet Rusya, 1990 yıllarına kadar Lenin, Stalin ve onların geliştirdikleri inançlarla idare edilmiştir. Rusya'nın parçalanmasından sonra, insanların yaratılışına uymayan söz konusu inançlar, yerini ilâhi kökenli dinlere bırakmak mecburiyetinde kalmıştır. Bu çalışma, yetmiş yıl Rusya'nın esaretinde kalan Türkmenistan Cumhuriyetinde kaleme alınmıştır. Dolayısıyla bazı konular bir kaynağa baş vurmadan yaşayan kitaplardan aldığımız bilgilerdir. Komünist idaresinde, İslâm ve Ehl-i Kitap kaynaklı bütün dinler yasaklanmıştır. 1937 de molla, imam, din muallimi veya dini bilimlerden haberi olan kim varsa, hepsi Tren vagonlarına doldurularak götürülmüş, hâlâ gelmesi beklenilmektedir. İlâhi inançla ilgili bütün değerler ortadan kaldırılmıştır. 1990'dan sonra yeni gelen cumhuriyet idaresi ve dini konularda sağlardan serbestlik sayesinde dini öğrenmeler hızla yayılmaya başlamış, halkın büyük çoğunluğunun bildiği Fatiha, İhlas ve Tanrı Yalkasın (Allah korusun) cümleleri rahatlıkla söylenir hale gelmiştir. Her şey komünizm için heba edilmiştir. İnsan fıtratına uymayan bu sistem 1987 de yıkılmış, geride acı bir tarih bırakmıştır.
Tarafsız olarak şöyle bir düşünmek gerekir. Hedef madde, nefis ve şeytanın istek ve arzusu olan bir inanç da, insanın hak ve hukukundan ve acımadan bahsetmek mümkün olur mu? İnsanlık olsa olsa, kendine ve diğer yaratıklara bu kadar zülüm yapabilir. İşte Müslümanlar bunlarla beraber yaşamak, bunlara da tevazu kanadını açmak mecburiyetindedir. Çünkü onları da yaratan Allah'tır ve neticede onlar da birer insandır. Ama Yüce Allah onların olumsuz hallerinin olduğunu, güvenilemeyeceğini belirtmektedir. Bütün ilişki ve yaklaşımlar karşılıklı hoşgörü çerçevesi ekseninde onlarla dostluk kurmak mümkündür. İnsan oldukları için mutlaka olumlu yanları vardır. Bununla birlikte, fıtrat dininden uzak yetiştikleri için dikkatli davranılması gerekmektedir. [1294] Onların yaptıklarını görmek isteyen birisi, Özbekistan'ın Hive şehrine ve Türkmenistan'ın Taşhavuz vilayetinin Tahtalı ilçesinde bulunan Zemahşeri'nin türbesinin yanındaki kaleye gidebilir. Yüzlerce insan aynı inancı taşımadığı için öldürülmüş, ilahi dinlere uymayan bir durum sergilenmiştir. [1295]
İkinci bölümde de üzerinde durulduğu gibi, Yüce Allah'ın Kur'ân-ı Kerim'de üzerinde en fazla durduğu, Ehl-i Kitap mensupları arasında Yahudilerdir. Kur-ân-ı Kerim'den anlaşıldığı kadariyle, en çok peygamber, İsrail Oğulları ve Yahudilere gönderilmiştir. [1296] Yüce Allah, adı geçen milleti, Hz. Musa zamanında diğer milletlerden üstün kılmış, her kabile için su, bıldırcın eti, kudret helvası, üzerlerinde bulutun dolaşması, balıkların onlara doğru akın etmesi, güzel şehirlere yerleştirilmeleri, denizi yararak onları denizden geçirmesi ve düşmanlarını denizde boğması gibi, bir çok millete verilmeyen nimetler onlara verilmiştir. [1297]
Hz. Muhammed bütün insanlığa hidayetini sunmuş, yaratılanların tamamını kucaklamıştır. İslâm'a göre, insanlar yaratılıştan eşit olarak yaratılmıştır. Müslüman ve Yahudi bu konuda eşittir. Müslüman'ın lehine olan, Yahudi'nin de lehine, aleyhine olan, onlarında aleyhine olmuştur. Zira her insan, doğuştan hür olarak doğmaktadır. [1298] Kur'ân-ı Kerim'in hiçbir ayetinde adaletsizliği, zulmü veya haksızlığı ifade eden bir ibare bulunmamaktadır. Tam aksine Müslümanlar ikaz edilerek âdil olmaları istenir:
"Ey iman edenler! Allah için hakkı apakta tutan, adalete şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsiz olmaya itmesin. Adaletli olun. Bu, Allah korkusuna daha çok yakışan bir davranıştır..." [1299]
Hz. Peygamberin, hicretten sonra yaptığı Medine anlaşmasının yirmi beşinci maddesinde "Benu Avf Yahudileri, Müslümanlarla birlikte bir ümmet teşkil ederler. Yahudilerin dinleri kendilerine, müminlerin dinleri kendilerinedir. Buna gerek mevlalart gerekse bizzat kendileri dahildir" [1300] denilmektedir. Dikkat edilirse, buraya aldığımız iki örnekte hayat, adalet, dini özgürlük gibi temel hak ve hukukta Müslümanlarla Yahudilere aynı haklar verilmiştir. Müslümanların inançlarının dışında üstünlüğü yoktur. Maddi ve manevi konularda tam eşitlik verilmiştir. Diğer taraftan, bir takım mali konularda Gayr-i Müslimler Müslümanlardan imtiyazlı durumdadırlar. Zira onlar, zekattan muaf tutulup, sadece cizye ile sorumlu tutulmuşlardır. Müslümanlar, hem zekat, hem de sadaka vermekle görevlidir. [1301] Kur'ân'ın bütün insanlara tanıdığı hakların, Kitab-ı Mukaddes'te olması gerekir. Çünkü aynı kaynaktan gelmektedir. Fakat zamanımıza kadar gelebilen kitaplarında, bunu bulmamız mümkün olmaz. Dolaysıyla İslâm'ın onlara gösterdiği anlayışı, onlar kendi mezheplerine bile göstermemektedirler. [1302]
Yahudilerin ve Hıristiyanların kabul ettikleri Eski Ahid ve Yeni Ahitten oluşan Kitab-ı Mukaddes'i dost ve düşman terimleri açısından incelediğimizde, Kur'ân’la uyuşmayan çok noktalar görülür. Kitab-ı Mukaddes ve Kur'ân'ı karşılaştırdığımızda iki tip Ehl-i Kitap görmekteyiz. Allah'ın övdüğü kitap mensuplarıdır ki, bunlar, Hz. Musa'nın getirdiklerini aynen kabul etmektedirler. Yüce Allah bunları meth etmektedir. Kendilerine göre inanç oluşturanlar. Allah c.c. bunları kınamaktadır. Kur'ân, bunların hayli yanılgılarını ortaya koyar. Benzer hatalar kitaplarında da vardır. Bunlara göre ası! olan kendi din mensuplarının huzurudur. Başka inanca sahip olan insanların temel haklarını önemli değildir. Kur'ân-ı Kerim, konuyla ilgili yaklaşımlarını tenkit ederek onları bu duruma din adamlarının getirdiğini haber verir. [1303]
Yahudilikte din adamı çok önemlidir. Dünyada Allah'ın temsilcisidir. Onların emirlerine uyulması gerekir. Dini temsil ettiği için, halkın kazancı ve malları üzerinde hakları vardır. Bu durumu kitapları açıkça ifade etmektedir.
"Her kim Allah'ın Rabbe hizmet etmek üzere orada duran kâhini, yahut hakimi dinlemeyerek karşı gelirse, o adam ölecektir. Ona emrettiğin her şeyde kim senin emrine isyan eder ve senin sözlerini dinlemezse öldürülecektir." [1304]
"Ve kavimden gerek sığır, gerek koyun kurban edenlerden kâhinlerin hakkı şu olacaktır. Kahine iki kol ve iki çene ve işkembe verilecektir. Kendi buğdayının, yeni şarabının ve zeytin yağının turfandasını, koyunların yapağısının ilkini ona vereceksiniz. Çünkü kendisi ve oğulları daima Rabbin ismiyle hizmet etmek üzere dursunlar diye Allah Rab, bütün Sıptlasındandan onu seçti." [1305] Bu metinlerde, Hahamların durumu net olarak görülmektedir. Kur'ân-ı Kerim yukarıya alınan bilgileri kabul etmez. Bu bilgileri Hz. Musa emretmemiştir. Yaratıcı yanında bütün insanlar aynı haklara sahiptir.
"(Yahudiler) Allah'ı bırakıp hahamlarını (Hıristiyanlar)da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesihi Rableri edindiler. Halbuki onlara ancak tek ilaha kulluk etmeleri emrolunmuştu. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır."[1306]
"Ey İman edenler! Şüphesiz Hahamlardan ve Rahiplerden birçoğu, insanların mallarını haksız yollarla yerler ve Allah yolundan engellerler..." [1307]
İlâhi dinlerde din adamının görevi, halkın mutluluğunu temin etmektir. Yoksa halkın üzerinde başka bir etkinliği yoktur. Konuyla ilgili Hz. Peygamber Tevbe suresi 31. âyetin ihtiva ettiği anlama itiraz eden Hıristiyanların, Ehl-i Kitap Allah'ın peygamberlere gönderileni mi kabul ediyorlar, yoksa Yahudi ve Hıristiyan din adamlarının yap veya yapma dediklerini mi? Sorusuna, yeni Müslüman olan Hıristiyan bir âlim, "evet papaz ve Hahamların yap dediklerini yapıyorlar" deyince; Hz. Peygamber bunun onları Rab tanıma olduğunu, Allah'ın emirleri yerine, onların isteklerinin uygulandığını haber vermiştir. [1308] Buraya aldığımız bilgiler, Tevrat'ta olmaması gereken nakillerdir. Zira Allah'ın gönderdiği ilâhi kitapların tezat teşkil etmesi dini açıdan mümkün değildir. Oysa Kur'ân onların doğru ve yanlış olanlarını haber vermektedir. [1309] İlâhi dinlerde insan arasında bir fark bulunmaz. Her insan aynı eşitlikte sorumludur. Dini kisve altına bürünerek haksızlık yapılmasına rıza gösterilmez. Halkın çalıştığı gibi din adamı da çalışmak zorundadır. İşte Yüce Allah, Hz. Musa'ya böyle bir şeyi emretmediğini son kitabında haber vererek bu ve benzeri yapılanları haksızlık olarak nitelendirmektedir. [1310]
Yüce Allah, asılları itibariyle Tevrat, İncil ve Kur'ân'ı aynı kabul eder. [1311] Farz olarak Tevrat'ta emredilenleri Kur'ân'da haber verir. Örneğin, kısasla ilgili Tevrat ayeti Müslümanlar içinde bir hükümdür. [1312] İki kitapta asıl olan insan hakları ve hürriyetleridir. Fakat Tevrat'ta yer alan bazı cümleler bütün insanlara aynı eşitlikte yaklaşmadığı gözlemlenir. Şu örnek olarak vereceğimiz ayetler zamanımıza kadar gelen Tevrat cümleleridir. Bunları iki ilahi kitap arasında bir karşılaştırma yapılabilmesi için zikretmekteyiz. Asıl hedefimiz, doğruların ortaya konularak insanlar arasında dostluğun sağlam temellere oturtulmasıdır.
"Allah'ın Rab, ...Senin önünden çok milletleri kovacağı, Senin önünde ele vereceği, sen onları vuracağın zaman, onları tamamen yokedeceksin. Onlarla ahdetmeyeceksin. Onlara acımayacaksın." [1313]
"Öldürülmüş ve esir edilmiş olanların kanından, düşmanların reislerin başından, oklarımı kanla sarhoş edeceğim. Ve kılıcım et yiyecek. Ey Milletler, onun kavmi ile beraber sevinin..." [1314]
"Rab senin sağında öfkesi gününde kralları vuracak, milletler arasında hüküm verecek, yer leşler ile dolacak, çok memleketlerde baş olanı ezecektir." [1315]
"İsrail onun mirasının saptıdır. İsmi orduların Rabbidir. Sen benim topuzum, benim cenk silahımsın. Seninle ülkeleri helak edeceğim... Seninle erkeği ve kadını kıracağım. Seninle genci ve ihtiyarı kıracağım. Seninle çobanı ve sürüsünü kıracağım..." [1316]
"Nefes alan hiçbir canlıyı sağ bırakmayacaksın." [1317]
"Burnu ve kulakları kesilip düşürülecekler ve senden arta kalan kılıçla düşecek. "[1318]
"Her davarlı şehri ve her seçme şehri vuracaksınız. Her iyi ağacı keseceksiniz. Bütün su kaynaklarını imha edeceksiniz. Her iyi tarlayı bozacaksınız." [1319]
Kitab-ı Mukaddes'te bunlar yazılmakla birlikte, Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerim'de Yahudilere Tevrat'ta neleri emrettiğini şöyle haber vermektedir:
"İşte bu yüzdendir ki, İsrail oğullarına şöyle yazmıştık. Kim bir cana veya yer yüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın bir insanı öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim bir insanı kurtarırsa, bütün insanları kurtarmış gibi olur.,." [1320]
Hz. Musa'ya verilen arasında Allah'a şirk koşmamak, ana-babaya iyilik etmek, çocukları öldürmemek, fuhuş, haksız yere adam öldürme, haksız yere yetim malı yeme, ölçü ve tartının doğru yapılması, ahitlere bağlılık, âdil olma ve hiçbir kimseye yapamayacağı yükü yüklememe [1321] gibi emirler bulunur. Yukarıya aldığımız iki kitabın metinlerini biz okuyucuya bırakıyoruz. Yalnız gördüğümüz şu ki, iki kitabın asılları insanlığın dostluğunu ve mutluluğunu hedeflemektedir. Aksini emreden cümleler, Peygamberlere verilen emirler değildir. Çünkü Peygamberler insanlığın mutluluğu için gönderilmişlerdir. [1322]
Kitab-ı Mukaddes'te Yahudilerin önemle üzerinde durdukları ve Allah'ın kendilerine verdiklerine inandıkları kutsal topraklar vardır. Buna göre bu topraklar başkaları tarafından ellerinden alınmıştır. Bu yerlerin onların ellerinden kurtarılmaları gerekir. İki kitabın hükümleri burada da çakışmaktadır. Kur'ân, yer yüzünün iyi insanlara verildiğini belirtir. Dolayısıyla her iki kitapta farklı bilgiler bulunur. Tevrat'taki bilgiler:
"O gün Rab, Abrahamla ahdedip dedi: Mısır ırmağından (MI) büyük ırmağa ve Fırat ırmağına kadar bu diyarı Kemleri, Kenizleri, Kodnunîleri, Hittileri, Perizzileri vs. sizin zürriyetinize verdim." [1323]
"Kızıl denizden, Filistinlilerin denizine kadar, çölden ırmağa kadar sana hudud koyacağım. Çünkü memleketin ahalisini sizin elinize vereceğim." [1324]
"Yahudilerin bastığı heryer, Yahudilerin olacak. Kimse önünüzde duramayacak. Dehşet ve korkunuzu her tarafa yayacaksınız. " [1325]
Yahudilerin bu iddialarına karşı, Yüce Allah Kur'ân-ı Kerim'de Tevrat'ta emredilenleri şöyle haber verir.
"Andolsun zikirden sonra Zebur'da da 'Yeryüzüne iyi kullarım varış olacaktır' diye yazmıştık." [1326]
Meallerine yer verdiğimiz ayetlerde de görüldüğü gibi, iki farklı bilgi ortaya çıkmaktadır. İslâm'a göre bu kitaplar birbirlerini doğrulaması gerekir. Çünkü ayette geçen zikir Tevrat'ı ifade etmektedir. [1327] Dolaysıyla yer yüzüne sahip olmak iyi kulların hakkıdır. Buna göre, bu iyi kullar kimdir? Yüce Allah iyi kulları tanıtırken şöyle buyurmaktadır.
"Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükleri men edersiniz. Ve Allah'a inanırsınız. Eğer Ehl-i kitap inanmış olsaydı kendileri için iyi olurdu." [1328] Ayetin bildirdiğine göre, Ehl-i Kitap, dostluğu oluşturacak iyi insan olarak görülmez. İyiler, fıtrat çizgisi üzerinde olanlardır. Allah her dönemde böyle insanların geleceğini haber verir. [1329] Alllah'ın emrettiği güzel hasletlerin her zaman yaşanması mümkündür. [1330]
Kitab-ı Mukaddes, Ehl-i Kitap için önemli vaatlerde bulunulmakla birlikte, Yüce Allah onlar için hiç de böyle olmadığını söyler. Allah'ın sevmediği ve hoşlanmadığı vasıflar onlarda bulunur. Yüce Allah, Peygamberlere kötü şeyleri emretmemiştir. Onlar ise bir çok konuda Peygamberlerin getirdiğinden farklı inanca sahiptirler.
"Doğrusu bu Kur'ân, İsrail oğullarına, hakkında ihtilaf edegeldikleri şeylerin pek çoğunu anlatmaktadır." [1331]
"Rabbin şüphesiz onlar arasında hükmünü verecektir. O mutlaka galiptir. Her şeyi bilendir." [1332]
Kur'ân'ın ihtilaf konusu kabul ettiği ve düzeltilmesini istediği olumsuzluklardan bazıları şunlardır: Verilenlere karşı nankörlükleri, [1333] yalancı oluşları, [1334] kötülük yapabilecekleri, [1335] müşrikleri sevmeleri, [1336] Tevrat'ta ki yanılgıları, [1337] hain oluşları, [1338] İnkarları, [1339] Hz. İsa'ya yaptıkları, [1340] Hz. Peygamberi inkarları [1341] ve Allah'ın rahmetinden kovulmaları, [1342]. Cimri olmaları, [1343] dünyada dostluğu istememeleri, [1344] hayata düşkünlükleri, [1345] sihir yapmaları, [1346] Hıristiyanlara düşman olmaları [1347] faiz almaları, [1348] Allah'a iftira etmeieri, [1349] hiçbir zaman dostluklarına güvenilmemesi, [1350] anlaşmalara riayet etmeyecekleri ve İslâm'ın güzel hasletlerine karşı olmaları zikredilir. [1351]
İnsana hatasını ve yanlışlarını dostu söyler. Yüce Allah Ehl-i Kitap'a gerçek bir dosttur. Onların mutluluğunu ister. Yukarıya aldığımız iki kitap ayetleri, Yahudilerle ilgili farklı farklı bilgiler vermektedir. Yüce Allah'a göre, Kur'ân doğru söylemekte, Yahudiler için de kendi kitapları gerçeği yansıtmaktadır. Burada önemli olan tarafsız karar verebilmektir. Yahudi ve Hıristiyan alimleri maddi menfaatlerden uzak, tarafsız bir şekilde iki kitabı karşılaştıracak olurlarsa, kendilerinin yanıldıklarını göreceklerdir. İslâm'a göre, Yahudi halkına din adamları haksızlık yapmaktadır. Dost ve kardeşlik içinde yaşamalarını engellemektedir. Kur'ân onları ikaz ederek kendi Peygamberlerinin getirdiklerine sahip çıkmalarını ister. Bu yapıldığında, Müslüman ve Ehl-i Kitap'ın bir noktada toplanacağı anlaşılır. [1352]
Kitab-ı Mukaddes'te yer alan bilgilerden öğrendiğimiz kadarıyla, söz konusu milletin kısa ve uzun vadeli iki hedefi bulunmaktadır. Önce vaad edilen yerleri kurtarmak, daha sonra dünyaya sahip olmaktır. Kendileri dışında kalan insanlarla kuracakları ilişkiler bu hedeflere engel olmamalıdır. Ayrıca dostlukları inandıkları kitaplarının çizdiği çerçeve ölçüsündedir. Kur'ân-ı Kerim, onların içinde bulundukları yanılgıların bir çoğunu haber vermektedir. Buradaki hedef, yanılgıları düzelterek, insanlar arasında oluşacak barışa katkıda bulunmaktır. Dolayısıyla Kur'ân, onlarla kurulacak dostluğu, maddi ve manevi ilişkilerin oluşumunu teşvik eder. Son İlahi kitabın Yahudilerle ilgili verdiği bilgiler bellidir. Onların inandıkları kitabın içeriği de açıktır. Bu bilgiler ışığında Hz. Peygamber, onlara İslâm'ın güzel hasletlerini sunmuş, Medine anlaşmasıyla nasıl dost olduğunu göstermiştir. Bununla birlikte, ikinci bölümde ifade edildiği gibi, uzanan bu sıcak ele istenilen ölçüde karşılık verilmemiştir. Fakat, Hz. Peygamber buna aldırış etmeden, Beytu'l-Midras denilen medreselerine gitmiş, onlarla dini konularda tartışmış, bunun neticesinde az da olsa, İslâm'ı kabul edenler olmuştur. Söz konusu milletle dünyevi ve dini konularda her türlü ilişki kurulmuştur. Bu dostluk ilişkilerinde Kur'ân'ın onlarla ilgili bildirdiği Sırdaş edinmeme, maddi ve manevi bakımdan kuvvetli olma ve Müslümanların birliğini te'sis etme hususunda hassasiyet göstermiştir.
Zamanımızda Müslümanlar, aynı inceliklere dikkat etmek durumundadırlar. Onlarla İyi ilişki İçine girme zorunluğu vardır. Zira İslâm'ın onlara tanıtılması gerekmektedir. Yalnız, Kur'ân'ın Ehl-i Kitap bazında değerlendirdiği Yahudilerin hayli yanılgıları bulunur. Dinler tarihçileri bu inanç esaslarını Rabbi ben Meymon (m.s.ll35-1204)'ın geliştirdiğini ileri sürerler. [1353] Dolayısıyla inançları aynen devam etmektedir. Dostluk karşılıklı maddi ve manevi haklara saygılı olmakla kurulur. İslâm onların her türlü haklarını verdiği gibi, Müslümanların da benzer anlayışı bekleme hakları bulunur. Kur'ân'ın üzerinde durduğu temel felsefe budur. Hoşgörü ve saygı. Bu anlayış içinde her türlü ilişki içine girilmeli, Müslümanların aleyhine fırsat verilmemelidir. İslâm'ın, hedefi sulh ve kardeşliktir. Yalnız dost zararı kaldıran, sürekli menfaat sağlayandır. Onlara karşı Hz. Peygamberin oluşturduğu dostluk ve siyaset zamanımızda güncelliğini korumakta, Müslümanlar bu inanç ve duygulara daha fazla muhtaç olmaktadırlar. [1354]
İslâm'da, insanların ve ilâhi dinlerin kaynağı Allah'a dayanır. İnsanların belirli bir inancı benimsemeleri kendi isteklerine bağlıdır. Fakat, ayrı ırk ve renkte olmaları kendi ellerinde değildir. Bu sebepten, aynı ırk ve renkte olmaları bir üstünlük ve aşağılık etkeni sayılmaz. Yine dil ve dinlerinin farklı olmaları, temel hak ve hukuklardan mahrum olmayı gerektirmez. İşte İslâm'ın bu konuda Hıristiyanlara yaklaşımı, inananlara yaklaşımı gibidir. Müslümanlarla Hıristiyanlar insan olma açısından aynı temel hak ve prensiplere sahiptirler. [1355] İslâm; yaşama, din, dil, adalet, eşitlik vs. gibi konularda onları tamamen eşit kabul eder. [1356] İlave olarak, yirminci asırda eşine rastlanmayan bir hoşgörü ile, kendi kitaplarına göre idare edilme hakkını verir. [1357] İnsan hakları savunucuları bu konuda İslam'ın hür düşünme ve yaşama hakkını kavrayabilmiş değillerdir. Daha önce ele aldığımız konularda da ifade edildiği gibi, [1358] onlar, hak ve hukuk açısından inananlarla aynı özelliklere sahiptirler. Fakat Hıristiyanların bakışı Müslümanların hoşgörüsünden farklı olabilir. Onlar dostluklarını Kitab-ı Mukaddes'in emirlerine göre yapmaktadırlar. [1359]
Kitaplara inanma bazında, Yahudilerin inandığı Tevrat'ı kendi kitapları gibi inanan tek din, Hıristiyanlıktır. Dolayısıyla insanlığa bakış açıları bir birine yakındır. Yalnız, Yahudiler Museviliği kendilerine hasrederlerken, bunlar Hıristiyanlığı cihan dini olarak düşünmekte, bütün insanlığa bu açıdan yaklaşmaktadırlar, Yahudilikte bencillik daha fazladır. Hıristiyanlar onlardan insaflıdır. İçlerinde radikal Hıristiyan mezhepleri olmakla birlikte, acıma ve merhamet hissi taşıyanlar buluna bilmektedir. [1360] Hz. Peygamber döneminde İslam'a ve O'na inananlara yardımcı ve dost olanları olmuştur. Her ne kadar konsillerde Hıristiyanlığın Kredusu (Ementüsü) tespit edilmiş, insanlara bakış açısı kesinleşmiş ise de, Hicaz çevresinde mutedil olan, Hz. Peygamberin geleceğini bekleyen Hıristiyanların varlığını inkar etmemiz mümkün değildir.
Bugünkü Hıristiyanlığın kurucusu Hz. İsa değil, başta Yahudi asıllı Pavlos olmak üzere, diğer Hıristiyan bilginleri kabul edilir. [1361] Temeli, ilâhi vahiyden uzaklaşan bir dinin, insanlara verdiği değer, o dinin ayakta kalmasını sağlayan insanların insafına terk edilir. Haliyle, Haham ve papazların kendi din mensuplarının dışında kalan insanlara ne kadar hak tanırsa, dinlerinde de bunlar olacaktır. Bu münasebetle Hz. Peygamber'den zamanımıza kadar bir takım müspet menfi ilişkiler olmuştur.
Yahudiler gibi, Hıristiyanların da bir takım hedefleri bulunmaktadır. Asıl amaç, Hıristiyanlığı dünyaya yaymaktır. Bu hedefe ulaşmak için kendileri açısından bir takım mücadele sitilleri bulunmaktadır. Bu faaliyetlerinde memleketimizi ilgilendiren bölümü 1095 yılında başlayan Haçlı saldırılarıdır. Bu savaşların başlıca sorumluları Hıristiyan din adamlarıdır. Haçlı fikrini ileri atan VII. Gregorius olmuş, bunun fikrini papa II. Urbanus takip etmiştir. Urbanus'un planı ve Fransızların büyük katkılarıyla büyük bir Haçlı ordusu Kudüs'e saldırılır. Neticede 70 bin Müslüman şehit olmuştur. [1362] Haçlı savaşlarında büyük hezimete uğrayan Hıristiyan alemi, daha sonra ikinci planı harekete geçirirler. O da misyoner faaliyetleridir. Hıristiyan halk mutedil olmakla birlikte, başta din adamları farklı tutum içinde olmuşlardır. Bunun için Osmanlı'yı ve onun devamı olan Türkiye'yi parçalamak için yüzün üzerinde plan hazırlamışlardır. [1363]
Hıristiyanların misyoner faaliyetleriyle insanları fıtrat dininden uzaklaştırmayı hedeflerler. Osmanlı çocuklarını kendi okullarında yetiştirmek, Müslümanların inançlarını bozmak, daha sonra batı hayranı yapıp, Hıristiyanlar karşısında etkisiz hale getirmektir. Misal vermek gerekirse, 1904 yılında Amerikanların 400, Katoliklerin 306, Rahibe okulu ise 354 tanedir. Bu sayılar belgelerle belli olanlarıdır. [1364] Diğer ülkelerin yabancı okulları da aynanın başka yüzüdür. Bütün bunların neticesinde koca imparatorluk yıkılmış gitmiştir. Üstelik yıkılış sebebi olarak reçete İslâm'a çıkarılmıştır. Bu gidişe 1926 senesinde dur denilir. Atatürk tarafından okullar kapatılır. Tehlikeler kısmen önlenmiş olur. Fakat bundan sonra Hıristiyan âlemi taktik değiştirerek, Türkiye'nin idaresinde söz sahibi olacak beyinlere el atmışlardır. Misyoner faaliyetleri neticesinde Osmanlı yıkılmıştır. Yeni hedefleri bunun yerine kurulan Türk devletini parçalamayı düşünmektedirler. Asıl amaçları Anadolu'dan Müslümanları Altaydağları'nın ardına atmaktır. [1365] Hıristiyanların bu olumsuzluklarına karşı olarak Müslümanların hedefi ise, onları Hz. İsa'nın getirdiği esaslara inanmalarını sağlamak ve onlarla dost olmaktır. Bunun en güzel misali Ortadoğu, Balkanlar ve Anadolu'da kimliklerini ve dinlerini koruyabilmeleridir. Bu duruma, Türklerin hoş görüşüne borçludurlar. Onlar buna rağmen kendilerine sağlanan bu dostlukları unutmuş gözükmektedirler. [1366]
İslâm bütün insanlara olduğu gibi Hıristiyanlara da dost elini uzatmaktadır. Müslümanlarla aynı haklara sahiptirler. İslâm, onlara daha ılımlı davranır. [1367] Zira onların içinde tarafsız hareket edenlerin olması her zaman mümkündür.
"Peygambere indirilen Kur'ân'ı işittiklerinde gerçeği öğrenmelerinden dolayı gözleri yaşla dolarak, 'Rabbimize inandık bizi de şahidlerden yaz. Rabbimizin bizi iyi milletle birlikte bulundurmasını umarken niçin Allah'a ve bize gelen gerçeğe inanmayalım?' dediklerini görürsün." [1368]
Hıristiyan toplumunun hepsi aynı değildir. Değişik mezhepler altında Rum Ortodoks, Roma Katolik kiliseleri, Protestanlar, Normanlar, Eski Şark kiliselerine bağlı olanlar, Monafizitler, Suriye kiliseleri, Kiptiler, Habeşiler, Ermeniler, Nasturiler ve Yakubiler olmak üzere, bir takım fırkaları bulunmaktadır. [1369] Bunların her biriyle Hz. Peygamberin diyolak içine girdiğini söylemek mümkün değildir. Yalnız, Hıristiyanların temel itikatları, konsiller zincirine tabi olduğu için birbirine yakındır. Zamanımızda da katolik, Ortodoks, Protestan ve Ermenilerin etkili oldukları bilinmektedir.
Hıristiyanların dostluklarıyla ilgili Yüce Allah'ın -Kur'ân-ı Kerim’inde nelere işaret ettiğine bakacak olursak, aşağıdaki bilgileri zikretmemiz mümkün olur. Bugünkü Hıristiyanlıkda, Hz. İsa'nın getirdiğinden ziyade, papazların etkinliğinin olduğu bilinir. [1370] Allah'a doğru bir şekilde inanmazlar. [1371] Hz. İsa'yı tanrı mevkiine çıkarırlar. [1372] Dostlukları bağlı oldukları mezheplerine göre değişebilir. [1373] Anlaşmalara riayet eden ve etmeyenleri bulunur. [1374] Haksız yollarla insanların mallarını yiyen [1375] ve kendi aralarında da düşman olanları vardır. [1376]
Numaralarına işaret ettiğimiz ayetlerde de görüldüğü gibi, Ehl-i Kitab'tan bazılarının Türkiye üzerindeki tutumu farklıdır. Nitekim bir İtalyan marşında, Türkleri yoketmek, İslâm'la savaşmak, ele alınırken bu yolda ölenin arkasından yas tutulmaması gerektiği belirtilir. [1377] Çünkü Avrupalıya göre, Türk Müslümandır, Müslüman da Türk'tür. Kur'ân-ı Kerim bu durumda olanlarını şu ayetleriyle haber verir. .
''Sen onların kendi dinlerine uymadıkça ne Yahudiler, ne de Hıristiyanlar senden razı olmazlar..." [1378]
"Kitap Ehli'nden zulmedenler hariç onlarla en güzel şekilde mücadele et...." [1379]
Karşılıklı ilişkilerde, Allah'a kul olmak, şirk koşmamak, insanları Rab tanımamak, insanların temel hak ve hukuklarına bağlı kalmak şartıyla, anlaşmaların yapılmasını ve dostluğun kurulmasını İslâm istemektedir. [1380] Yalnız, Müslümanların aile ve devlet sırlarını onlara bildirmesi yasak edilmektedir. [1381] Çünkü dostluklarına kesin olarak güvenmek, İslâmî açıdan mümkün değildir. Zayıf olurlarsa Müslümanlara kötülükleri dokunmaz. Kuvvetli duruma gelirlerse, sözlerinden dönebilirler. Müslümanların onların bu hallerini bilmeleri gerekmektedir.
Kur'ân-ı Kerim'de Hıristiyanların dışında, Sabiî ve Mecûsîlerden de haber verir. [1382] Bunların dost ve düşmanlıklarıyla ilgili bilgi önemli bir bilgi bulunmaz. Bununla birlikte bugün dünya üzerinde onların varlığı Müslümanlara zarar verebilecek durumda değildir. Zira, Irak'ta yüz elli bin civarında, Hindistan'da da elli bin civarında Sabiî olduğu bilinmektedir. Mecusiler ise, Hindistan ve İran'da bulunmaktadır. Bunlar da diğer Ehl-i Kitap din sahipleri gibidirler. Onlara uygulanan şartlar bunlar için de geçerlidir. Fakat hammlarıyla evlilik ve kestiklerinin yenmesi yasak edilir. [1383]
İslâm'ın temel hedefi barıştır. Çünkü Yüce Allah insanlığın huzurunu istemektedir. Bunun sağlanması, İslâm'ın bütün insanlara tanıdığı temel hakların verilmesiyle mümkündür. Zira bu haklar, bütün insanlara yaratılışta Allah tarafından verilmektedir. Yüce Allah ilahi temele dayalı tahrif edilmemiş bütün dinlerde bu hakları insanlara eşit olarak vermiş, üstünlüğü de takvaya bağlamıştır. [1384] Zamanımızda bu temel hakları gereği gibi verebilen din İslâm'dır. İslâm'a göre de bütün insanlığın temeli birdir. [1385] Allah'ın bildirdiği esasları kapsamayan Ehl-Kitap dinlerin istenilen huzuru ve dostluğu sağlamaları mümkün görülmez. Zira ilahilik vasfını kaybeden inançlar, insanlığın fıtratına uymamaktadır. Çünkü Hz. Peygamber, yaratılanların fıtratını şu hadisleriyle haber verir.
"Ey insanlar! Rabbiniz birdir, babanız da birdir. Arabın Aceme, Acemin Araba, kırmızının siyaha, siyahın kırmızıya bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir." [1386]
Buna göre bugünkü insanlar, bir ağacın kolları gibidir. Bir kolun diğer kola üstünlüğü olmadığı gibi, insanlar da aynı durumdadır. Dikkat edilirse hem ayetlerde hem de hadiste insanlar arasındaki fark, inanç bazındadır. Allah'ın istediği manada inanç olmadan, fiziki görünüşleri ve maddi aktivitesi fazla bir önem taşımaz. [1387]
Kur'ân'ın hedefi sulh ve barıştır. Düşmanlık ve kötülük Allah'ın istemediği, şeytanın arzu ve isteklerinden ibarettir. Dolayısıyla insanlar arasında kötülüğün olması, insanların Allah'ın emirlerinin dışına çıkmalarından kaynaklanır. Yüce Allah bu şöyle haber verir.
"Ey İnananlar! Hep birden barışa girin. Şeytana ayak uydurmayın. O sizin apaçık düşmanmızdır." [1388]
Ayetin anlamında yer alan 'silm, yâni İslâm" barışı ifade etmektedir. [1389] Hz. Peygamberin yaptığı savaşları incelediğimizde, mecbur kalındığı için böyle bir yola baş vurulmuştur. Bu savaşların birtakım haklı gerekçeleri vardır. Geçerli sebep olmadan savaşa izin verilmez. Bunlar; Haksızlığa Uğramak:
Konuyla ilgili olarak Yüce Allah;
"Haksızlığa uğratılarak kendilerine savaş açılan kimselerin karşı koyup savaşmasına izin verilmiştir. Allah onlara yardım etmeye elbette kadirdir" [1390] buyurur.
Dikkat edilirse izin verilen savaş değil, savunmadır. Buna göre can, mal, mesken, din ve vatanı korumak için savaş, mazlum duruma düşene yardım ederek zulme karşı koymak bir insanlık görevidir. Savaş; hak ve hukuku korumak, adaleti tesis etmek, kötülükleri önlemek, insanların temel haklarını rahatça yapabilmelerini sağlamak için yapılır. Yoksa başkasının hak ve hukukunu elinden almak için savaş yapılmasını İslâm iyi karşılamaz. Böyle bir durumda yapılan savaş değil, nefsi müdafaadır. Çünkü temel haklara saldırı söz konusudur.
Fitneyi önlemek, Allah'ın Birliğini Ortaya Koymak:
"Onlarla savaşın ki, fitne ortadan kalksın, din yalnız Allah'ın olsun. Eğer onlar (fitneden ve savaştan) vazgeçerlerse, artık zâlimlerden başkasına düşmanlık yoktur." [1391]
İmtihan gereği insanların başlarına belalar gelebilmektedir. Çünkü kalbinde Allah korkusu olmayan insanın yapamayacağı kötülük yoktur. Allah'tan korkmayan insan fitne de çıkarır, iftira da edebilir. Manevi inançları zayıf olan insanlar başkalarının hakkını çiğneyebilir. İşte Yüce Allah, insanların huzurunu temin için gerekirse savaş yapılmasını mubah kılmaktadır. Burada fitne, Müslümanlar arasında çıkarılan tefrikadır. Başta Allah'a şirk, başkalarına kulluk, anarşi, öldürme, haksızlık, İslam'ın dışındaki Allah'ın razı olmadığı dinlerin yayılması olarak anlamak mümkündür. Bunu çıkaranlar her dine sahip insan olabilir. [1392] Başta Münafık, Ehl-i Kitap ve Müşrikler olmak üzere, zaman zaman aynı hatayı Müslümanlar da yapabilmektedirler. Kur'ân, bütün insanları, insanlar arasında huzursuzluk çıkaranları haber vermekle kalmayıp, bunun neticesinin herkesi etkilediğini belirtir.
"(Öyle bîr fitneden sakının ki, aranızda yalnız haksızlık edenlere erişmekle kalmaz. (Hepinize zararı erişir) Bilin ki Allah'ın azabı çetindir." [1393]
İslâm hangi din ve milletten olursa olsun bir takım özellikleri taşıyan insanlarla müşterek hareket etmeye engel olmaz. Aksine teşvik eder. Zira, insanlar arasında barışın temini, öncelikle Müslümanlarla, daha sonra diğer insanlarla karşılıklı ilişki içinde bulunmakla sağlanır. Dünyada her insanın Müslüman olması düşünülemez. İnanmayanlarla, inanan insanlar, daima beraber yaşamak mecburiyetinde kalabilirler. Hz. Peygamber, Medine vesikasında din farkı gözetmeksizin, Müşrik ve Ehl-i Kitap bütün insanlarla savunma anlaşması yapmıştır. Bunun için, dostluk ve ortaklık kurulacak Gayr-i Müslimler'de şu hasletlerin bulunması istenir. [1394]
Kendi inanç düşünce ve yaşantıları doğrultusunda hareket edip, İnananlara düşman olmayan ve düşmanlarına yardım etmeyenler. Konuyla ilgili Yüce Allah şu bilgiyi verir:
''Allah sizinle din uğrunda savaşmayan, sizi yurdunuzdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve adil davranmanızı yasak etmez. Allah adil olanları sever." [1395]
İslâm aile bağlarına çok önem verir. İnançsız olan akrabalarla ilginin kesilmesini istemez. Onlardan olumsuz durum gelmez ise, İslâm onlara karşı iyilik yapmayı ve ziyaret etmeyi yasaklamaz. [1396] Sıcak ilişki içine girilmesini arzular.
"Biz insana ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur, (işte bunun için) önce bize sonra da ana-babasına şükretmesini tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak banadır. Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi, bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Onlarla iyi geçin..." [1397]
Buraya alman ayette de görüldüğü gibi, Yüce Allah, müşrik olan anne babaya iyilik yapmayı emreder. Nitekim Esma validemize müşrik annesine iyilik yapması için Hz. Peygamber'in izin verdiği nakledilmektedir. [1398]
Yaratılanlar arasında öyle insanlar vardır ki, kendilerine sunulan dost elini acziyet olarak değerlendirirler. Düşmanlık ve hileleri daha da artar. Kur'ân-ı Kerim, bu durumda olanları şöyle tanıtır.
"Allah ancak sizinle din hususunda savaşanları, sizi vatanınızdan çıkaranları ve çıkarılmanıza yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerdir.” [1399]
Buraya alınan ayette üç önemli madde üzerinde durulur:
a- Müslümanlara karşı savaşanlar,
b- Vatana göz dikenler,
c- Yurtlarından çıkarılmasına yardım edenler. Bu tip insanlarla karşılıklı ilişkileri barış ortamında halletmek için gayret gösterilir. Gerektiğinde umumun menfaati için bazı konularda esnek davranılabilir. Düşmanlıkları devam ediyorsa İslâm'ın çizdiği ölçüler dahilinde gereği yapılır. [1400]
İslâm insanlığın yararına olacak bilgileri Müslümanların nerede bulurlarsa almalarını emretmekte, bu konuda bir sınırlama koymamaktadır. Konuyla ilgili Yüce Allah;
"... Bir topluma karşı beslediğiniz kin, sizi tecavüze sevk etmesin! İyilik ve sakınma üzerinde yardımlasın. Günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın cezası çetindir." [1401]
"Resulüm De ki: Ey Ehl-i Kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir-söze geliniz. Allah'tan başkasına tapmayalım. O'na hiçbir şeyi bir tutmayalım ve birbirimize Allah'tan başka Rabb'ler edinmeyelim..." [1402]buyurur.
Buraya almış olduğumuz birinci ayette, Müslümanların mutedil olmaları istenirken, ikinci âyette, Ehl-i Kitapla bir noktada anlaşmayı emreder. Zira bütün peygamberlerin emrettiği Tevhid'te birleşilince insanların diğer konularda anlaşması daha kolay olacaktır. Diğer âyetin mealine dikkat edilecek olursa insanlığın menfaati olan konularda yardımlaşma ve dayanışma emredilmekte, kötülüklere de engel olunması istenmektedir. İnsanlığın menfaatine olan konuları sadece inananların yapması düşünülemez. Diğer insanlar arasında mutedil olanlar her zaman bulunabilir. İşte böyle insan veya topluluklarla insanlığın faydasına olan her konuda iş birliği içinde olmak insanlığın yararına olabilmektedir.
İslâm Müslümanların itikat, örf ve adetlerin dışında kalan konularda Gayr-i Müslimlerden faydalanmayı teşvik eder. İlim nerede bulunursa alınır. Hz. Peygamber Bedir esirlerinden okuma yazma bilenlerden öğretmen olarak faydalanır. Esirlerin inançlarına bakılmaz. Onların ilimlerinden istifade edilir. Bu da ilmi konularda bir sınırlama yapılamayacağını göstermektedir. İslam'da din ile İlim, dünya ile ahiret ilişkileri bir kuşun kanadı gibidirler. Birini diğerinden ayırmak insanlığın felaketine sebep olur. Zira, Hz. Peygamber kılavuzluk konusunda bir müşrikten yararlanmıştır. [1403] Savaşta ve harp tekniklerinde güvenilen ülkenin bilgilerinden, kendileri icat edene kadar değişik metot ve usullerle faydalanmada bir sakınca görülmez. İnanmayan insanlardan emin olmak şartı ile, dini ilimler hariç, her türlü ilim ve dünya işlerinde karşılıklı yardımlaşmayı İslâm teşvik eder. Diğer taraftan ziyaretleşme, tebliğ çerçevesinde meşru olan her türlü konuların tartışılması mümkündür. Hz. Peygamber İslâm'ın ilk dönemlerinden itibaren bütün insan gruplarıyla insanlığın faydasına olan ilişki içine girmiştir. [1404]
Hz. Peygamberden sonra İslâm'ı tebliğ görevi Müslümanlara verilmiştir. Müslümanlar, dünyanın her tarafına İslâm'ı tanıtmakla sorumludurlar. Bu görev inanan herkesi kapsar. [1405] İslâm'a gönül veren insanlar, Gayr-i Müslimlere karşı ılımlı davranmak durumundadırlar. [1406] Karşılıklı münasebetlerde, aynı anlayış bulunmayabilir. Bunu en güzel şekilde önleme yetkisine sahiptirler. [1407] İnanmayanların Müslüman olmaları veya kendi dinlerinde kalmaları tamamen kendi hür iradelerine bağlı bulunur. İslâm'ın bütün bölgelere yayılıp oralarda adaletin sağlanması ve sulhun temini için, diğer insanların Kur'ân ve sünneti tanımalarına zemin hazırlanması gerekmektedir. Müslümanlar, diğer dinlerden farklı olarak bütün insanlığın mutluluğu için Allah'ın kendilerine verdiği imkanlar ölçüsünde çalışmaları gerekmektedir. Bu görev yerine getirilmez ise, sorumluluktan kurtulmak mümkün olmaz. [1408]
Kitab-ı Mukaddes'te, Yahudi ve Hıristiyanların birtakım hadefleri ileri sürülür. Yahudilerin hedefi vâdedilen yerleri almak ve kendi istedikleri doğrultuda dostluk kurmaktır. Hıristiyanlar, Hz. İsa'nın ümmetçiliği etrafında Hıristiyan birliğini oluşturmak ve dünyaya bu dini yaymak. Zamanımızda Ehl-i Kitap arasında bir takım ilişkiler bulunmaktadır. Bunlar dini ve dünya içerikli olabilmektedir. Kur'ân, Müslümanların aleyhinde olabilecek durumları önceden haber vermektedir. Tarihi seyr içinde Gayr-i Müslimlerin Müslümanlar üzerinde gizli düşüncelerinin olduğu bilinmektedir. Çalışmalarını bu doğrultuda yapacakları muhtemeldir. Karşılıklı dostluğun sıhhatli bir şekilde oluşması için, bunların bilinmesi ve etkisiz hale getirilmesi gerekmektedir. Çünkü Yüce Allah'ın kitabında söz konusu ettiği, "inanmayanlar birbirlerinin vehsidirler. Eğer bunu yapmazsanız yeryüzünde fitne ve büyük kargaşa olur." [1409] Ayetinin muhatapları her zaman olacaktır. Onların yapabilecekleri olumsuzlukların bazılarına yer vermemizin uygun olacağını düşünmekteyim. [1410]
Her dönemde insanlar arasında kültür etkinlikleri olmuştur. Bunların iyi ve kötü tarafları olabilmektedir. Kendilerini güçlü hissedenler, zayıf insanları kendi kültürleri altında eritmeyi isteyeceklerdir. Benzer haraketler, Kitap Ehl-i'ne mensup insanlardan da beklenmektedir. Müslüman kültürünü yok edip bunun yerine Hıristiyan kültürünü hakim kılmayı hedeflemektedirler. Bunun için Hıristiyan Keşiş Zuveynur hedeflerini belirtirken; Müslüman çocuklarını okullar vasıtasıyla İslâm kültüründen uzaklaştırıp, batı kültürüne hayran hale getirmeyi önerir. Dolayısıyla Misyonerlerin vazifesi, Müslümanları İslam'dan uzaklaştırıp dinsiz veya Hıristiyan yapmak olarak belirtilir. Bunun yapılabilmesi için, eğitim vasıtalarının kaçınılmaz olduğu düşünülür. Daha sonra eğitilenler kendi ülkelerinde gereğini yaparlar denilerek, [1411] İslâm ülkeleri içinde açılan yabancı okullarının asıl hedeflerinin bu olduğu anlaşılır. [1412]
Karşılıklı etkileşim alanında basın ve yayının etkisi büyüktür. Bu yollarla uyuşturucu, içki, kumar ve fuhuş gibi konular güzel gösterilir.
Böylelikle insanlar arasında bulunan manevi değerler bozularak, belirli bir gayesi olmayan bozulmuş bir nesil yetişecektir. Böyle bir nesil kendini ve milletini ve geleceğini düşünmeyerek gününü gün edecektir. Gayr-i Müslimlerin Müslüman gençliğinden istediği budur. Bunda da başarılı olunmuştur. Ayrıca kitap, dergi vs. ile de en ücra köşelere kadar yayılma imkanına sahip olmaktadırlar. Bununla genç nesilleri müli ve manavi değerlerden uzaklaştırmayı hedeflemektedirler. [1413]
Kur'ân'a göre ırk önemli bir etkendir. İnsanlar arsında kaynaşma vasıtasıdır. [1414] Zimmiler bunu farklı amaçlar için kullanırlar. Onların hedefi inancı zayıflatarak, İslâm'ın bir mozaik gibi gördüğü ırk faktörünü etkisiz hale getirmektir. İslâm ırkın önemini belirtmekle kalmamış, onu muhafaza etmiştir. Ehl-i Kitap bunu bildiği için kendi aralarında din birliğini sağlamayı hedeflemektedirler. Bu yapılırken, Müslümanlar arasında soy farklarını ayrılık etkeni olarak gösterirler. Osmanlının yıkılmasının sebepleri arasında batının bu oyunu bulunmaktadır. İş bununla da bitmemiştir. Şimdi AT. Veya AET adı altında değişik hedefleri bulunmaktadır. [1415] Zamanımızda Müslüman ülkelerin birbirlerine düşman oluşlarında Gayr-i Müslimlerin bu etkinliği inkar edilememektedir. Başka bir sebep farklı bloklarda bulunmaktır. Aydın kesim ile halkın kültür farklılığı dostluğa mani olabilmektedir. Kur'ân-ı Kerim dünya barışını hedeflerken, önceliği Müslümanlardan bekler. Aksi durumda, kendi arasında birliği oluşturamayan bir milletin, istenilen barışı oluşturma ve katkı sağlamaları mümkün görünmez. [1416]
Gayr-i Müslimlerin üzerinde durduğu en önemli noktalardan biri, Müslüman çocuklarını dinsiz yetiştirmektir. Bu yapıldıktan sonra insanları kendi örflerinden koparmak daha kolay olmaktadır. Her milletin kendine özgü değerleri vardır. Milletin varlığı bunlara bağlıdır. Din, dil, örf ve adetler unutturulduktan sonra vatanın kaybedilmesi gündeme gelecektir. İşte Misyoner faaliyetlerin bu konuda da olumsuz tutum ve davranışlarının olduğu bilinir. [1417]
Kur'ân-ı Kerim, görünen ve görünmeyen olarak düşmanı ikiye ayırır. Bunlara maddi ve manevi düşman dememizde mümkündür. Manevi olanı şeytan ve nefistir. Maddi olanı insanların kendileridir. [1418]
Yüce Allah'ın sevdiği ve razı olduğu insan tipi inanan ve gereğini yerine getiren Müslümanlarda. Allah teslimiyet ister. Bu teslimiyet, Allah ve peygamberin getirdiği bütün emirler için geçerlidir. Dolayısıyla, Allah (c.c) Müslümanları düşmanlarından korumayı istemektedir. Bunun için Müslümanların yapacakları ilk iş, kendilerini nefislerinden ve şeytandan korumalarıdır. İnsanların nefislerinde bulunan kalp hastalıkları olarak bilinen manevi hastalıkların belirtileri;
a- Şehvet,
b- Hırs,
c- Hased,
d- Kızma,
e- Cimrilik,
f- Kin ve düşmanlığı sürdürme,
g- Kibir gibi önemli kötü hasletlerdir. Bir Müslüman önce bunlardan korunmalıdır. Bu kötü hasletlerden korunmadan şeytanın düşmanlığından korunması mümkün değildir. Bu hastalıkların tedavisi, manevi yönden olmaktadır. Bu tedavi usulleri, haya, sahavet, (cömertlik) şecaat, tevazu, hilm, mürüvvet, kanaat ve şükür-sabır ilişkisi olarak belirtilir. [1419] Müslüman kendini kötü hastalıklara karşı iyi hasletlerle tedavi ederek neticede Allah'ın istediği, "Hayır, kim işini güzel yaparak özünü Allah'a teslim ederse, Onun mükafatı, Rabb'in yanındadır. Onlara korku yoktur ve üzülmeyeceklerdir.” [1420]
Âyetinde ifade edilen müjdeye erişmiş olur. Görünmeyen düşmanlardan bir diğeri şeytandır. Ondan korunmak için İslâm'ın emirleri yerine getirilmesi gerekmektedir. [1421]
İslâm insanı ruh ve madde kısmı olmak üzere iki aşamada değerlendirir. Ruhun tedavisi İslâm'la mümkündür. İslâm olmadan Ruhun tedavisi mümkün değildir. Yine ruhun korunması, İslâmî terbiyeye bağlıdır. İslâm, ibâdetlerle insanın eğitilmesini emretmektedir. Müslüman'ın manevi düşmanlıklardan İslâm'la korunması mümkün olduğu gibi, dış düşman dediğimiz insanlardan gelecek kötülüklerden korunması da Allah'ın emirleriyle mümkün olur. Bunlar bilinmeden, insanlar arasında istenilen ölçülerde din, dil, akıl, can, mal, birlik ve vatanı korumak mümkün olmaz. [1422] Yüce Allah, başta temel haklar olmak üzere, bütün güzel hasletlerin korunmasıyla ilgili gerekli bilgileri Müslümanlara açıklamıştır. Gereğinin yapılması inananlara kalmaktadır. Bunlar: [1423]
Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerim'de dost ve düşmanı kesin olarak ortaya koyduktan sonra, kafirlerin ve inananların durumlarını tekrar zikretmiştir. Buna göre kâfirler kendi aralarında Müslümanlara karşı birlik içinde bulunmaktadırlar. [1424] İnananların da kendi aralarında dış etkenlerden gelebilecek kötülüklere karşı birliklerini korumaları arzulanır. [1425] Daha sonra, Hz. Peygamberden aldıkları emanete sahip çıkarak, İslâm'ın güzel hasletleri insanlığın yararına sunmaları arzulanır. Zira, Yüce Allah, Peygamberi aracılığı ile Müslümanlara bu görevi şu ayetiyle hatırlatmaktadır.
"Ey Peygamber Rabbinden sana indirileni duyur. Eğer bunu yapmazsan peygamberlik görevini yapmamış olursun..."[1426]
Hz. Peygamber, ayette belirtilen görevini yapmıştır. Şimdi sorumluluk inananlarındır. İnananların, Gayr-i Müslimierle karşılıklı ilişkilerde iyi muamelede bulunmaları, inançlarının gereğidir. Bu dostluğa karşılık verilmeyecek olursa, bunun neticesinde onların dinlerini kendilerine bırakarak, "sizin dininiz size, bizim dinimizde bizedir". [1427] Emriyle her din sahibi kendi inancında özgürce hareket etmiş olur.
"Dinde zorlama yoktur. Artık doğruluk ile eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim Tağut'u reddedip Allah'a inanırsa kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah işitir ve bilir." [1428]
Ayetin anlamında da görüldüğü gibi, bir inancın kabul edilmesi için zorlama yapılmasına izin verilmemektedir. Sağlam inanç hür irade ile kabul edilenidir. Kur'ân, insanlığın ihtiyacı olan bütün güzel hasletleri bünyesinde bulundurur. Kabul etmek veya etmemek insanların kendi bileceği bir iştir. Çünkü, sonucundan kendisi sorumludur. İslâm'a göre, ilâhi adalet mutlaka tecelli edecektir. Ayette bulunan tâğut kelimesi, İslam'ın zıddı inançlar olarak ele alınır. Allah bunları nefse ve şeytana dayalı inançlar olarak, her an kopabilen ipliğe benzetir. Kur'ân ise, Allah'a götüren sağlam bir iptir. Bir ucu Allah'ta diğer ucu insanların ellerinde bulunur. [1429]
Hz. Peygamber'in şahsında Müslümanlara hitapta bulunan Yüce Allah, İslâm'a sahip çıkılmadan dünya ve ahirette huzurun olamayacağını, zulüm, kötülük ve musibetleri kendisinden başka kaldıracak gücün olmadığını haber verir. [1430]
"O halde seninle beraber tövbe edenlerle birlikte, emrolunduğun gibi dostdoğru ol! Aşırı da gitme. Çünkü o sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir. Zulmedenlere meyletmeyin. Sonra size ateş dokunur. Sizi Allah'ın dışında (koruyacak) dostunuz yoktur. Sonra ondan yardım göremezsiniz." [1431]
"Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet. Onların arzularına uyma. Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmalarına dikkat et. Eğer yüz çevirirlerse bil ki! Allah ancak günahların bir kısmını başlarına bela etmek ister...", "Yoksa onlar câhiliyye hükmünü mü arıyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, hükümranlığı Allah'tan daha güzel kim vardır?" [1432]
Yukarıya aldığımız ayetlerde iki önemli konu dikkati çeker.
1- Allah dinîne sahip çıkılarak, Gayr-i Müslimlere meyledilmemesi.
2- İslam'ın yaşanması ve iyi hasletlerin korunmasıdır. Aksi durumda Allah'ın azabı gündeme gelmekte, dünyada istenen dostluğun oluşması mümkün görünmemektedir. [1433]
Farklı inançlarda olan insanlar, birbirlerine yardımda ediyorlarsa, inananlar da birbiriyle yardımlaşmak mecburiyetindedirler. Müslümanın iffeti, diğer Müslümanın namusudur. Onu koruması gerekir. Yüce Allah, bu konuda Ehl-i Kitap'tan iki zümreyi zikrederek hatırlatmada bulunur.
"Ey iman edenler, Yahudi ve Hıristiyanlar! Dost edinmeyin. Zira onlar birbirlerinin dostudurlar. Kim onları dost edinirse O da onlardandır. Allah zâlim topluma yardım etmez." [1434]
Söz konusu âyette, Müslümanın aleyhine bulunan insanlarla iyi ilişki içine girilmesi uygun görülmemektedir. Allah'ın üzerinde durduğu dostluk karşılıklı haklara saygı gösterilerek oluşturulacak dostluktur. Burada inanç farkı gözetilmez. İslâm, insanlığın yararına olacak işlerde yardımlaşmayı esas alınır. Kur'ân, iki taraftan birinin haksızlığa uğramasına rıza göstermez. Buna ilaveten, iyi ilişkilerin sağlıklı olması, dostluk kurulacak insanların iyi tanınmasından geçmektedir. [1435]
Kur'ân-ı Kerim'irı bütünlüğü içinde, inanmayanlarla karşılıklı menfaate dayalı ilişkiler yasaklanmaz. Aksine, Müslümanların menfaatine olacak işlerde, ilimde, teknikte, bir takım dünya menfaatine dayalı işlerde bilgi alış verişinin yapılması istenir. Bununla birlikte, İslâm'ın ve Müslümanların zararına olacak konularda ise, ihtiyatlı davranılmasını emreder. Özellikle devletin stratejik konularında, askeri alanlarda, düşmanın bilmemesi gereken konularda onlara sır verilmesini yasaklar.[1436]
"Ey inananlar! Din kardeşlerinizden başkasını dost ve sırdaş edinmeyin. Onlar sizi saptırmaktan geri durmazlar. Sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların ağızlarından öfke taşmaktadır. Göğüslerinde gizledikleri kin ise, daha fazladır. Eğer aklediyorsanız onların düşmanlıkları hakkında şüphesiz size âyetleri açıkladık." [1437]
"Mü'minler Mü'minleri bırakıp kafirleri dost edinmesinler. Kim böyle yaparsa Allah'ın yanında bir değeri yoktur. Ancak onlardan sakınmanız hali müstesnadır. Allah sizi kendisiyle sakındırır. Dönüş Allah'adır." [1438]
"Ey inananlar! Mü'minleri bırakıp kafirleri dost edinmeyin. Allah'ın aleyhinize açık bir ferman mı vermesini istiyorsunuz?" [1439]
Yukarıya seçerek aldığımız üç ayetten şu neticeleri çıkarabiliriz.
1- İnanmayanlarla sırdaş ve candan samimi dost olunamaz.
2- Allah'ın Müslümanlara olan yardımı, onları, Müslümanlara tercih etmemelerine bağlıdır.
3- Onlarla dünya menfaati dışında dost olunamaz. [1440]
4- Onların dostluklarına daima ihtiyatlı yaklaşılmalıdır. Her an verdikleri sözlerden dönebilirler. [1441]
Hz. Peygamber ve halifeler döneminde de konuyla ilgili ayet ve hadislerin gereği yapılmış, askerî, hazine, katiplik gibi önemli konularda Gayr-ı Müslimlerden memur alınmamıştır. [1442] Çünkü Müslümanlar güçlü ve kuvvetli olurlarsa, onlar bundan memnun olmazlar. Zayıf olmalarını isterlen Şayet Müslümanlar sabreder, inançlarının gereğini yaparlarsa, onların hile ve tuzaklarının fayda vermeyeceği belirtilir. [1443]
Diğer taraftan, Müslümanların içinde bulundukları duruma göre, esnek davranma yetkisi verilir. İnançsız insanlar kuvvetli, inananlar onlardan zayıf olup, kötülüklerini önleyecek güçleri bulunmazsa, onlara karşı daha esnek davranılır. [1444] Bu İslâm'ın uyguladığı bir starateji olarak kabul edilebilir. Zira, Hz. Peygamber Mekke döneminde Müşriklere, Medine döneminde Münafıklara karşı benzer bir siyaset uygulamıştır. Müslümanlar maddi ve manevi alanlarda zayıf olduklarında, Allah'ın Kur'an'da bildirdiği şekilde hareket eder. [1445]
Yüce Allah'ın Müslümanları sakındırdığı önemli prensiplerden biri de, dîn, örf ve adetlerde inanmayanlara uyulmamasıdır. Zira, İslâm'a göre, diğer din sahipleri, ilâhilik vasfını kaybetmişler, helali harama, haramı helala karıştırmışlardır. Hz. Peygamber ve Kur'ân'la ilgili bilgileri gizleyerek bütün örf ve adetlerini kendi nefislerine göre tanzim etmişlerdir. [1446] Dolayısıyla, Müslümanlar her konuda Gayr-i Müslimlerin bozulmuş dinlerine uymadıkça, onların razı olmaları mümkün değildir. [1447] Onlar gerçeği bildikleri halde, Allah'ın yolunu yanlış gösterir ve müminleri de saptırırlar. [1448] Müslümanlar kendilerine kitap verilip de yolunu sapıtan insanlar gibi olmaması gerekmektedir. [1449] Zira hiçbir Gayr-i Müslimin, Müslümanların örf ve adetlerini dinini değiştirmeden uyması mümkün değildir. Onların yaşantıları ayrı, Kur'ân'ın istediği farklıdır. Hz. Peygamber, Müslümanları bu durumdan sakındırır. [1450] Müslümanların yaşantıları, örf, âdet ve gelenekleri Allah'ın istediği doğrultuda olması arzulanır. [1451] Konuyla ilgili olarak Yüce Allah,
"Rabbinizden size indirilene uyun. O'nu bırakıp da başka dostların peşinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz " [1452] buyurur.
Bütün dinlerin kendilerine özgü yaşayış tarzları vardır. Dinlerde böyle olduğu gibi kavimler, ırklar ve milletler içinde farklılık olabilir. Her millet kendinin üstün olduğuna inanır. Doğru veya yanlış birtakım adetlerini sürdürmek isterler. İşte, İslam'ın da kendine has birtakım güzel hasletleri bulunur. "Kafire benzememe' prensibi her Müslümanın mihenk taşıdır. Bir millet örf, âdet, yaşantı, dini ve millî konularda benliğini terk ederek, başka kültürleri, başka medeniyetleri benimsemeye başlarsa, o millet için tehlike başlamıştır. Yabancı bir medeniyete eğilim göstermek, eğitim, şuur ve düşüncede bir noksanlık alametidir. Yüce Allah, Yahudi ve Hıristiyanları örnek göstererek ikazda bulunur.
''Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz onlardandır. Şüphesiz Allah zâlimler toplumuna hidayet vermez." [1453] Bu ayetle onların içinde bulundukları kötü durumu haber vermiş olmaktadır. Onların şehvet, istek ve arzuları konularına işaret edilirken de;
"Sonra seni bir yol üzere me'mur kıldık. Onun için Sen o şeriate uyl O bilmeyenlerin yoluna uyma. Çünkü onlar, Allah'tan gelecek hiçbir şeyi senden savamazlar. Hiç şüphesiz zalimler birbirlerinin dostlarıdır. Allah'da takva sahiplerinin dostudur" [1454] buyurur. Yaşantı ve benzememe hususlarında daha değişik ikazlarda bulunduğu gözlenir.
"Öyleyse dost doğru yolda devam edin ve bilgisizlerin yoluna uymayın." [1455]
"Kim de kendisine dosdoğru yol açık bir şekilde belli olduktan sonra peygambere muhalefet ederse ve müminlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü şeyde bırakırız ve cehenneme sokarız." [1456]
Hz. Peygamber Müslümanları, Gayr-i Müslimlere uymama hususunda uyarırken; Müslümanların Yahudi ve Hıristiyanların yanlış âdetlerini karış karış, arşın arşın izleyeceklerini, hatta bir kertenkelenin deliğine girseler, onların peşinden oraya gireceklerini belirtir. [1457]
İslâm yüce bir dindir. Ona inananlar da üstün insanlardır. Müslüman'a zillet yakışmaz. İnanan yaratılanların hak ve hukukuna saygısızlık etmediği gibi, aynı anlayışı diğer din sahiplerinden de beklemektedir. Kur'ân-ı Kerim'de bütün insanların genel durumları tanıtılmıştır. Dolayısıyla, bu insanlarla dostluğun kurulması gerekmektedir. İnsanlar arasında dostluğun kurulması istenirken, gerekli olanlar değişik şekillerde ele alınmaktadır. Bunların başında maddi güç dengesi gelir. Zira, maddesiz mananın, manasız da maddenin bir değeri yoktur, İşte Kur'ân, Müslümanların bu konuda dikkatini çeker.
"Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve cihat için savaş atları hazırlayın. Bununla Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz Allah'ın bildiği kimseleri korkutursunuz." [1458]
Buraya alınan âyette dört önemli noktaya işaret edilmektedir.
1- Kuvvet hazırlamak.
2- Savaş atları bulundurmak.
3- Allah'ın ve Müslümanların düşmanları.
4- Müslümanların bilmediği başka tehlikeler. Yüce Allah, Müslümanlara güçlerinin yettiği kadar Allah'ın ve inananların düşmanlarından korunmak için kuvvetin hazır tutulmasını emretmektedir. Bu kuvvetin hazır tutulması gelebilecek tehlikeleri önlemek içindir. Yoksa saldırı amaçlı değildir. Bu kuvvet eğitilmiş insan gücü ve düşmanın sahip olduğu bütün silahların elde edilmesi demektir. İlave olarak, savaş atının hazır tutulması istenmektedir. Zamanımızda savaş atının dışında uçak, füze, top, tank, nükleer silahlar vs. gibi savaş aletlerine Müslümanların sahip olma zorunluluğu vardır. Bunlar olmadan, dostluğun oluşması ve tehlikelerden korunmak imkansız görünür. İslâm'a göre, zulüm güçle önlenir. Müslümanların gücü olursa, düşman saldırmaya cesaret edemez. Böylelikle, birçok zulüm başlamadan bitmiş olur. İnananlar Allah'ın emirlerini yerine getirerek güç dengesini sağlayabilirlerse, her konuda haklarını korumaları mümkün olabilir. Askeri ve diğer konularda istenilen çalışma ve hazırlıkları yapmayan Müslümanlar, kuvvetli olan Gayr-i Müslimler karşısında zor durumda kalmaları mümkündür. Allah (c.c) Müslümanların böyle duruma düşmelerini istememekte, daima kuvvetli olmalarını emretmektedir. Güç dengesi sağlanmadan, İslâm'ı savunmak mümkün değildir. Hz. Peygamberden sonra Müslümanlar güçlü olduklarında İslâm'a büyük hizmetlerde bulunmuşlardır. Yüce Allah Müslümanları değişik konularda uyardıktan sonra, tekrar dikkatlerini çekerek, dinlerine sahip çıkmalarını, terk etmemelerini ve asıl dostlarını tanımalarını istemektedir.
"Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, yakında öyle bir topluluk getirecek ki, (O) onları sever. Onlar da O'nu severler. Onlar Mü'minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve şiddetlidirler. Allah yolunda cihât ederler. Hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu Allah'ın dilediğine verdiği bir lütuftur. Allah'ın lütfü ve ilmi geniştir." [1459]
"Sizin dostunuz ancak Allah, O'nun elçisi ve namazlarını kılan, zekatlarını veren, rükû'a varan mü'minlerdir."[1460]
''Bilesiniz ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de. Onlar iman edip de takvaya ermiş olanlardır." [1461]
"Hayır, kim işini güzel yaparak özünü Allah'a teslim ederse, onun mükafatı, Rabb'inin yanındadır. Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir." [1462]
Yüce Allah, söz konusu âyetlerle inananların durumlarını güzelce belirttikten sonra, dünyada nefis ve şeytanın emrinde hareket eden birtakım insanlar için de dünya ve ahiretteki halleriyle ilgili şu bilgileri verir.
"İnsanlardan kimi, Allah'tan başka eşler tutar. Allah'ı sever gibi onları sever. İnananlar ise, en çok Allah'ı severler. Zulmedenler azabı gördükleri zaman, bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çetin olduğunu anlayacaklarını keşke bilselerdi. İşte, (dünyada kendisine) uyulanlar (kendisine) uyanlardan uzak durdular. Azabı gördüler. Aralarındaki bağlar kesildi. Uyanlar şöyle dediler;
"Ah keşke bir daha dünyaya gelmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzak durdukları gibi, biz de onlardan uzak dursaydık" [1463]
Yukarıya aldığımız âyetlerin yorumunu yapan müfessirier, dünyada Allah'ın razı olmadığı dinlere uyanların durumları, ilahlık iddiasında bulunan Firavn'lar, Nemrut'lar, putlar, ve Gayr-i Müslimlerin bozulmuş dinleri, ayetin kapsamında değerlendirilir. Tabiî ki, bu tip inançların savunuculuğunu yapan insanların ve onların peşlerinden gidenlerin dünya ve ahirette pişman olacakları belirtilmiş olur. [1464] İşte, Müslümanlar hangi inanç sahibi insanlarla ilişki kurarlarsa kursunlar, istenilen dostluğun oluşması için yukarıda özetlemeye çalıştığımız İslâm'ın yüce değerlerine saygı göstermeleri gerekmektedir. Bu değerlere bağlılık, sadece kendi menfaatleri için değil, farklı inançlara sahip olan insanlar için de, bir rahmet kaynağı olmaktadır. Kur'ân'ın haber verdiği ölçülere baktığımızda, iyi ilişkilerin özünü tevhid, hoşgörü, af edebilme ve karşılıklı saygı anlayışı oluşturur. Bu güzel hasletler olmadan, istenilen ölçülerde ikili ilişkilerin kurulması mümkün görünmez. [1465]
Yüce Yaratıcı insanları ve cinleri yaratmakla kalmamış, insanlar için gerekli olan iyi ilişki kurallarını, Peygamberleri aracılığı ile göndermiştir. İblis'in Hz. Adem'e secde et emrinden sonra, Kur’ân-ı Kerim'de geniş yer verilen dostluk ve düşmanlık kavramları, yaratılanları ilgilendirmeye başlamıştır. Zira, söz konusu kelimelerin her birinin temsilcileri bulunmaktadır. Buna göre, dostluğun ve iyiliğin temsilcisi Yüce Yaratıcıdır. Düşmanlığın ve kötü hasletlerin savunucusu da Şeytandır. Yüce Allah, dostluğu ifade eden velayet kavramı ile yaratılanlara rahmet tecellisinde bulunur. İblis de, O'nun kullarına düşmanlık yapar.
Yüce Allah Hz. Adem'in imtihanından sonra, ikinci bir imtihan için, insan ve Şeytan neslini birbirlerine düşman olarak dünyaya gönderir. Dolayısıyla, ilk yaratılıştan zamanımıza kadar dostluk ilişkileri yaratılanları meşgul etmektedir. İyiliği Yüce Yaratıcı istemektedir. Allah'ın bu emrine müspet ve menfi yaklaşanlar olmaktadır. Diğer taraftan, Şeytanın istediği düşmanlığı arzulayanlar ve yapanlar da bulunmaktadır. Durum böyle olmakla birlikte, Kur'ân-ı Kerim'de, Hz. Peygamber'den önce gelmiş milletlerin, karşılıklı ilişkilerine geniş yer verilerek Müslümanların dikkati çekilmektedir. Bunlara ilaveten, söz konusu hasletler Kur'ân'da geniş bir yelpazeyi oluşturur. Bu durum, incelememize konu olan çalışmamızın kıyamete kadar insanları ilgilendireceğini gösterir.
Yapılan çalışmada söz konusu kavramlar, Yüce Yaratıcı, İnsan ve Şeytan bazında ele alınarak, bir tahlil yapılmıştır. Bu çerçevede Rab, İblis ve insan ilişkileri dostluk bazında değerlendirilerek, bu kelimelerin içeriğini oluşturan insan grupları tespit edilmiştir. Bunların dışında, adı geçen kelimelerin müradiflerine geniş yer verilmiştir. Yüce Yaratıcı'dan sonra. Hz. Peygamberin insanlara olan yaklaşımı, İslâm alimlerinin Kur'ân'daki kelimelere ve Hz. Peygamberin sünnetine bakışları irdelenerek, zamanımıza verilmek istenen mesaj ele alınmınmaya çalışılmıştır. Vardığımız sonuçları, aşağıdaki şekilde özetlememiz mümkündür.
Konumuzu teşkil eden kavramları, belirli bir zaman dilimi veya insan-şeytan toplumu ile sınırlamamız mümkün değildir. Dünya durdukça bu kelimeler, aktivitesîni devam ettirecektir. Yapı itibariyle dostluğun karşılığı velayet olmakla birlikte, Kur'ân-ı Kerim'deki kullanılış itibariyle "dost edinmeyin" emirleriyle düşmanlar tanıtılmaktadır. Diğer taraftan, adı geçen kelime müradifleriyle birlikte, dostluğu, sevgiyi, yardımı, hoşgörüyü ve bütün güzel hasletleri bünyesinde bulundurmaktadır. Bununla birlikte, yaptığımız araştırma ile iyilikte seçkin olanların durumları, güzel hasletlerin nitelikleri ve dostluktan istenen nitelikler üzerinde durulmuştur. Buna göre, "Dost, dostunun devamlı iyiliğini isteyendir." şeklinde tanımlamamız mümkündür. Bu açıdan bakıldığında, yaratılanlara dostluğu, yardımı ve rahmeti sınırsız olan sadece Yüce Yaratıcıdır. İkinci derecede Hz. Peygamber ve inananlardır. Yüce Allah dünyada dostluğun temsilcisi olarak fıtrat dini üzerinde olanları görmektedir. Böyle olanlar, Allah'ı ve Peygamberlerini, anne-baba ve kendi evlatlarından daha çok sevmektedirler. Bu tip insanlar, Kur'ân'ın emirleri doğrultusunda, Yüce Yaratıcıyı memnun etmeye çakşırlar. [1466] Çünkü Allah'ın dostluğu dünyada bütün yaratılanları kapsamakla birlikte, ahirette inananlarla sınırlı olacağı anlaşılmaktadır.
Düşmanlığın temsilcisi İblis ve O'nun yolunda gidenler olarak belirtilir. Bu durumda olanlar, dünyada belirli bir süre isteklerine ulaşabilirler. Fakat ahirette bir hakları olmaz. Allah onları, Şeytanın yandaşları olarak değerlendirir. [1467] Dünyada düşmanlığın öncülüğünü Şeytan ve Allah'ın emirlerini inkar edenler oluşturmaktadır. Bunların temel özelikleri fıtrat dininden uzak olmalarıdır. Böyle insanların dostlukları, dünya menfaatine dayanır. Menfaat bitince dostluk biter. Manevi ve ahlâki değerler, onlar için önemli değildir. Hak, hukuk, adalet ve insan ilişkileri maddeye ve nefsî ilişkilere göre önem kazanır.
Kur'ân-ı Kerim, dostluk kapsamına giren insan gruplarını ele aldığı gibi, düşmanlık kapsamına girenleri de geniş olarak irdelemektedir. Bunlar; Müşrik, Ehl-i Kitap kapsamında bulunan bazı din sahipleri ve inananlar arasında zikredilen Münafıklardır.
Müşrikler: Temellerinde bozulmuş bir Tevhid inancı bulunmakla birlikte, ahiret, peygamber ve kitap inancı gibi güzel hasletlere inanmazlar. Her şeyi kendi akılları ve nefislerine göre değerlendirirler. Bunlar, ilâhi özellik taşıyan değerleri kabul etmezler. Kur'ân'a göre, bu tip insanların iki türlü inançları bulunur. Birincisi, Allah'la kendileri arasında aracı kabul ettikleri görünen putları. İkincisi, Tağut ismiyle zikredilen özel inançları. Her ikiside fıtrat dinine uymamaktadır. [1468] Söz konusu inanç sahipleriyle Hz. Peygamber dostluk oluşturmuş, onlara İslâm'ın güzel hasletlerini tanıtmış, neticede birçoğu Müslüman olmuştur. Bu açıdan Hz. Peygamberin Müşriklerle olan ilişkileri ayrı bir önem taşımaktadır.
Ehl-i Kitap: Hz. Peygamberden önce gönderilmiş, temellerinde bozulmuş Allah, Peygamber, Ahiret ve Allah'tan geldiğine inanılan kitapları bulunan insanlara bu isim verilmektedir. Buna göre, Ehl-i Kitap sadace Kur'ân'ın zikrettiği Yahudi, Hıristiyan, Sabiî ve Micûsîlerden ibaret değildir. Söz konusu nitelikleri taşıyan bütün eski din sahipleri bu kapsama girmektedir. Fakat Kur'ân'ın Hicaz'da olanları muhatap almaktadır. Bunların da başında, Yahudi ve Hıristiyanlar gelmektedir. Kur'ân'ın haber verdiğine göre Ehl-i Kitap ikiye ayrılırlar.
1- Kendi Peygamberlerinin getirdiklerine Allah'tan geldiği gibi inananlar. Yüce Allah bunlardan memnun olduğunu belirterek iki ecirle karşılık bulacaklarını haber verir. [1469]
2- Kendi peygamberlerin getirdiklerine bazı ilaveler yaparak inananlar. Kur'ân'ın tenkit ettiği sınıf bu kısma girenlerdir.
Yahudiler: Kur'ân-ı Kerim'in dost ve düşmanlıklarına geniş bir yer verdiği din sahipleri arasında bulunurlar. Dostlukları maddi çıkarlar ölçülerine göre önem kazanır. Kendileri maddi açıdan zayıf iseler, dostlukları uzun süre devam edebilir. Emellerini daima gizli tutarlar. Kuvvetli olmaları durumda, değişik tavır takınabilirler. Müşrikleri severler. İslâm, bunlarla iyi ilişki kurulmasını ve Hz. Musa'nın getirdiklerinin tanıtılmasını arzular. Olumsuz hallerinden sakınmak için karakterlerini tanıtır.
Hıristiyanlar: Kur'ân'ın en fazla zikrettiği din sahipleri arasında Hıristiyan inancına sahip olanlar gelir. Hz Peygamberden önce değişik mezheplere ayrılırlar. İçlerinde mutedil olanlar olduğu gibi, farklı olanlar da vardır. Kur'ân-ı Kerim bunların inançlarını tenkit etmekle birlikte, inananlara yakın olduklarını belirtir. Fakat din adamlarına verilen ruhbanlığı kabul etmez. [1470] İnançlarıyla ilgili konsilierde alınan kararlar ve kitaplarında bulunan yanlışlar kendilerini ilgilendirirken, yanlış inançlarına göre diğer insanlara yaklaşımları dostluğa engel olmaktadır. Hz. Peygamberin bunlarla olan ilişkileri zamanımızda daha iyi anlaşılmaktadır.
Kur'an-ı Kerim'de Sabii ve Mecûsîlerin isimlerinin dışında bilgi verilmez. Onlarla karşılıklı ilişkiler sahabeler döneminde olur. Bunlarla kurulacak ilişki, diğer Ehl-i kitap gibidir.
Münafıklar: Kur'ân-ı Kerim'in üzerinde en fazla durduğu diğer bir insan grubu, Müslümanlar arasında yer alan Münafıklardır. Yüce Allah onlara, Ehl-i kitap için kullanmadığı "eleddüt itsam" en yaman düşman tabirini kullanmıştır. Bunlar inananlara dost görünen düşmandır. Ne zaman kötülüklerinin geleceği belli olmaz. Sayı itibariyle Müslümanların arasında oldukları için haklarında kesin karar vermek oldukça zordur. Faydası dış düşmanlara karşı Müslümanların sayısını fazla göstermeleridir. Yalnız içeriden yapacakları tahribat diğer insanlardan daha tehlikeli olmaktadır. Kur'ân'ın beşte biri bunları konu edinir. Hz. Peygamberin bunlarla ilgili siyaseti günümüz açısından çok önemlidir. Çünkü zamanımızda insan grupları çok farklıdır. O, Münafıklara mutedil yaklaşarak onlar içinde iyi niyetli olanları kazanmayı hedeflemiştir.
Çalışmamızda vardığımız sonuçlardan bir diğeri, Kitab-ı Mukaddes'te yer alan dostluk ilişkileri ve muhataplarıdır. Kitab-ı Mukaddes'te dostluk ve düşmanlıkla ilgili hayli cümleler vardır. Bunlar Kur'ân'ı Kerimde yer alan bilgilerden farklıdır. Kur'an bütün yaratılanların mutluluğunu hedefler. Kitab-ı Mukaddes mensuplarının mutluluğuna önem verir. Söz konusu cümleleri okuyan birisi, bunları Yüce Yaratıcının emretmeyeceğini anlar. Zira cümleciklerin geçtiği bölümlerde üstün ırk fikrinin hakim olduğu dikkati çeker. Diğer taraftan, Kur'ân'ın tenkit ettiği konuların kitaplarında yer aldığı görülür.
Konuyla ilgili yapılan çalışmada dikkate değer bir diğer netice, insanlığın mutluluğunu, sulhu, barışı, adaleti ve insanların temel hak ve özgürlüklerini istenilen ölçülerde sağlayacak güzel hasletler son ilahi kitapta bulunmasıdır. Kur'ân'a göre, fıtrat dininden uzaklaşan inançların dostluğu oluşturması mümkün değildir. Zira, İslâm karşılıklı ilişkilerde rızayı esas alırken, Gayr-i Müslimler maddeyi esas alırlar.
Konumuzla ilgili Hz. Peygamberin sünneti ve ilişkileri önemli bir yeri oluşturur. Zira O, bir rahmet peygamberidir. İnanç farkı gözetmeden bütün insanlara eşit uzaklıktadır. Medine vesikası bunun en güzel örneğini teşkil etmektedir. Hz. Peygamberin farklı din mensuplarına verdiği hakların, Yirminci asır dünyasında verildiğini tespit edebilmiş değiliz. Hz. Peygamberin karşılıklı ilişkilerde uyguladığı esaslardan bazıları şunlardır.
1- Karşılıklı hoşgörü ve af ile yaklaşması,
2- Adaleti eşit uygulaması,
3- Temel hakları bütün din sahiplerine tanıması,
4- Herkese kendi dinine göre, ibadet etme ve yargı hakkını vermesi,
5- İnsanlığın yararına olacak noktalarda yardımlaşılması. Kur'ân, dostluk ilişkilerinde önemli noktalara işaret eder.
1- Karşılıklı ilişkiler tevhid ekseninde olmalı.
2- Müslümanlar kendi aralarında kardeşliği tesis etmeli.
3- Güç dengesi sağlanmalı.
4- Temel haklar korunmalı.
5- Sır verilmemeli.
6- Tedbirler terk edilmemelidir.
Yukarıya almış olduğumuz maddelere riayet edildiğinde, kurulacak dostluğun sürekli olacağı anlaşılır. Müslümanlar İslâm'ın tavsiyeleri ölçüsünde insanlarla iyi ilişkiler kurmak zorundadırlar. Çünkü, İslâm'ın esası sulh ve barıştır. Kur'ân'ın dostluk kapsamındaki hedefi sulhu temin ederek, Allah'ın birliğini ortaya koymaktır. Peygamberin gönderiliş hikmeti budur. Bu durum şu ayetlerde ifade edilmektedir.
"Elif, Lâm, Râ, Ey Muhammedi Bu Allah'ın izniyle, insanları karanlıklardan aydınlığa, güçlü ve övülmeye layık, göklerde ve yerde olanların sahibi, Allah'ın yoluna çağırman için, sana indirdiğimiz Kitap'dır. Uğrayacakları çetin azaptan dolayı vay kafirlerin haline!" [1471]
İslâm'ın eşsiz hoş görüşünü insanlığın hizmetine sunmak, inanan insanlara verilen bir görevdir. Bu görev, belirli bir zümrenin, mezhebin veya şahsın tekelinde değildir. [1472] Diğer dinlerle İslâm'ı ayıran asıl özellik, sınıf farkını kaldırmış olmasıdır. İslâm, üstünlüğü Allah'ın emirlerine riayette arar. [1473]
Özetlemek gerekirse, Yüce Allah ilâhi dinleri, insanların mutlu olmaları için göndermiştir. Bu emirlerin hedefi barışı sulhu ve dostluğu sağlamaktır. Bunların oluşması için gerekli uyarıları inanan ve inanmayan insanlara aynı şekilde yapmaktadır.
"Ayetlerimizi yalan sayanları, bilmedikleri yönden, ağır ağır sonuçlarına yaklaştıracağız. Onlara mühlet veririm. Çünkü benim azabım çetindir." [1474]
"İnkar edenler sanmasınlar ki, kendilerine mühlet vermemiz onlar için hayırlıdır. Biz onlara mühlet veriyoruz ki günahları artsın. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır." [1475]
Yüce Yaratıcı, iyi insanları çeşitli şekilde imtihan ederek, Allah'a ve O'nun gönderdiklerine karşı samimiyetlerini ve sabırlarını ölçmektedir, [1476]
"Elif, İâm, Mim, And olsun, biz kendilerinden öncekileri de denemişken, insanlar, 'inandık' deyince, denenmeden bırakılacaklarını mı sanırlar? Allah elbette doğruları ortaya koyacak ve elbette yalancıları da ortaya çıkaracaktır," [1477]
İmtihanı kazanmak, insanlarla iyi geçinmeye bağlıdır. Bunun esasını tevhid dini oluşturmaktadır. [1478] Barış ve sulhun esası burada yatmaktadır. Af, hoşgörü ve merhamet olmadan iyi ilişkiler kurulamaz. [1479] Yaratılanın mutlaka eksik tarafı bulunabilir. Güzel hasletleri de vardır. Önemli olan, iyi hasletleri ortaya çıkarmaktır. Kur'ân insanların sahip oldukları güzel hasletleri ortaya çıkarmaktır. Dostluğu oluşturmak için, Gayr-i Müslimleri Tevhid inancına çağırır. [1480] Bu özellik kabul edildiğinde, istenilen dostluğun oluşması daha kolay olacaktır. İslâm'ın ön gördüğü güzel hasletlerin eksikliği, düşmanlığı, güvensizliği ve huzursuzluğu beraberinde getirecektir. Dostluk: maddi ve manevi tetbirlerin müşterek uygulanmasıyla sürekli ve kalıcı olacağı anlaşılır. [1481]
1. Abdülbaki, Muhammed Fu'ad; El-Mu'cemu'l-Müfehres Li Elfâzi'l-Kur'âni'l-Kerim, Beyrut Ts.
2. Abdülfettah, El-Kâdi: Esbâbu'n-Nüzül, (Sahabe Ve Muhaddislere Göre) Ter. Salih Akdemir, Ankara 1995.
3. Abdullah B. İbrahim; El-Velâi Ve'l-Adâî Fi Alâgati'l Müslimi Bi Gayri'1-Müslimi, Biritanya 1411.
4. Ahmed B. Hanbel (ö.241/855); El-Müsned, (I-VI) Thk. A. Muhammed Şakir, Mısır 1949.
5. Ahmed Naim; Sahih'i Buharı Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesi, (I-XII) Ankara 1975.
6. Aısha, Begüm Bavany, W. Agf.; İslâm The Religion Of Ali Prophets, Kareci 1988. The Gosbel Of Bomabas, Kareci Ts.
7. Akdemir. Salih; Kur'ân-I Kerim'de Hz. İsa (Basılmamış Dr. Tezi) .
8. Ali, A. Yusuf; The Hoiy Qur'ân, Mısır 1983.
9. Alusi, Ebu'l-Fadl Şihâbuddîn Mahmud (ö. 1270/1854); Ruhu'l-Meânî Fî Tefsiri'l-Kur'âni'l-Azîm Ve's-Seb'il-Mesâni (I-XXX) Beyrut Ts. Altıntaş, Ramazan; Kur'ân'da Hidayet Ve Dalalet, İstanbul 1995.
10. Atallah, W.; Gibt Et Tâğut Dans le Coran, Arabia XVII 1970.
11. Ateş, Süleyman; Yüce Kur'ân'ın Çağdaş Tefsiri, (I-XI), İstanbul 1991.
12. Armağan, Servet; İslâm Hukukunda Temel Hak Ve Hürriyetler, Ankara 1992.
13. Aydın, Mehmet, Hıristiyanlıkta Teslis Doktirini Ve Hıristiyan İ'tizalleri, Ankara Ü.İ.F.Der. Sayı V. 1982
14. Müslümanların Hıristiyanlara Karşı Yazdığı Reddiyeler Ve Tartışma Konuları, Konya 1989.
15. Bechingham, C.F.; Religions İn The Middle East Three Religions in Concord And Conflict, London 1976.
16. el-Behiy, Muhammed; Kur'ân Ve Toplum, Çev. Beşir Eryarsoy, İst. 1986.
17. el-Belazuri, Yahya B. Cafer (ö. 279/892); Futûhu'l-Buldân. Beyrut 1983.
18. el-Biycuri, İbrahim B. Muhammed; Şerhu Cevharu't-Tevhid, Lübnan 1983.
19. el-Beydavi, Abdullah B. Ömer (ö.791/1291); Envâru't-Tenzîl Ye Esrâru't-Te'vîl, (Mı), Mısır 1968.
20. Bilmen, Ömer Nasuhi, (ö. 1391/1971); Hukuku İslâmiyye Ve İstilâhâtı Fıkhıyye Kamusu, (I-VIII), İst. 1968.
21. Bozkurt, Veysel; Türkiye M Avrupa Topluluğu, İstanbul 1992.
22. Brill. E.J.; The Encyclopaeda Of İslâm, Leiden 1960-1978.
23. Brockelmann, C; İslâm Milletleri Ve Devletleri Tarihi, Çev. Neşet Çağatay. Ankara 1961.
24. Brondon. S.G.F.: A.Dictionary Of Compaatiue Religion, London 1971.
25. El-Buhari. Ebû Abdullah Muhammed B. İsmail (ö.256/870) El-Câmiu's-Sahîh, (IVIII), İst., 1979.
26. Calverley, Edvin E.; Christion Theology And The Qur'ân, M.W. 47, 1957.
27. Cassas, Eli Er-Râzî (ö.370/980); Ahkûmu'l-Kur'an, (I-V), Thk. Muhammed es-Sâdık, Mısır Ts. Cospar, Robert; Textes Dela Tradition Musulmane Concarnont Le Ta'rif (Falsifi-Catıon) Des Esritures. Islâmochristiana Vl 1980.
28. Cerrahoğlu. İsmail; Tefsir Usûlü, Ankara 1979. Kur'ân-ı Kerim Ve Sabiller, A.8Ü.İ.Fak. Der., X. Ankara 1962.
29. Cerrahoğlu. İsmail; Tefsir Usûlü, Ankara 1979. Kur'ân-ı Kerim Ve Hanifler, A.Ü.İ.Fak, De., XI Ankara 1963.
30. Cevat, Ali; Târihu'l-Arap Kable't-İslâm, (I-X), Beyrut 1970.
31. El Cevziyye, İbnu'l-Kayyım (5.751/1350); Ahkâmu Ehti'z-Zimme, Beyrut 1984.
32. Charfi, Abdelmelih; Christıanity İn The Qur'ân Commentary Of Taberî, İslâmochristona 1980.
33. Crunden's, Comlate; Concordance The Old And New Testament, London 1961.
34. Cürcani, Seyyid Şerif Ali B. Muhammed (ö.816/1413); Et-Ta'rîfât, İstanbul 1909.
35. Çalışkan, İbrahim: İslâm Ceza Hukukunda Gayr-i Müslimlerin Statüsü. (Basılmamış Dr Tezi) Ankara 1986.
36. Çağatay, Neş'at; İslâm'ın Yayılışı Sırasında Arabistana Komşu Memleketlerin Durumu. A.Ü.İ Fak. Der., Ankara 1962
37. İslâm Öncesi Arap Tarihi Ve Câhiliyye Cağı, Ankara 1971
38. Çantay. Hasan Basri; Kur'ân-ı Kerim Ve Meâl-i Kerim, (I-III), İst. 1992.
39. Çelebi, Ahmed; Mukaranatul-Edyân, (I-IV), Mısır 1984.
40. Çetin, Abdurrahman; Kur'ân İlimleri Ve Kur'ân-ı Kerim Tarihi, İst. 1992.
41. Ed-Damagani, Hüseyin Muhammed; Kamusu'i Kur'ân, Beyrut 1985.
42. Davud, Abdülahad; Muhammad in The Bibble, The Mwl Journay Makkah Vol. 9. May., 1982 And April Vol 9 (6-7) 1982.
43. Derveze, İzzet; Et Tefsîm'l-Hadîs, (1X1) El-Halebî 1964.
44. Devvellioğlu, Ferid; Osmanlıca Türkçe Ansiklodpedik Lügat, İstanbul l970.
45. Devvellioğlu, Ferid; Dinler Tarihi Ansiklopedisi, (I-Ill) Gelişim Yayınyarı. İst. Ts.
46. Devvellioğlu, Ferid; Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, (l-Xl?) İstanbul 1986 (Heyet)
47. Ebu'l-Baka; El-Kulliyât, Bulak 1253.
48. Ebu Davud, Süleyman B. Es-Sicistânî (ö. 275/888); Sünen, (I-IV) Beyrut Ts.
49. Ebu Yusuf, Yahya B. İbrahim, (ö. 182/798); Kitâhu'l-Hamç. Bulak 1302, Çev. Ali-Özek İst. 1986.
50. Ebu Zehra, Muhammed; Hıristiyanlık Üzerine Konferanslar, Çev. Akif Nuri, İstanbul 1978.
51. Emiroğlu. H.Tahsin; Esbâb-ı Nüzul, (1-XIV). Konya 1965.
52. Emin Ahmed; Fecru'l-İslâm, Beyrut 1969. Encyclopedia Judaıka, (I-XV), Jerusalem 1972-1978.
53. Emin Ahmed; Encyclopedia Of Britanica, (I-XXI), Usa 1970.
54. Emin Ahmed; Encyclopedia Of Religions. (l-XV). Ed. Mirgea Ediade, Usa.1987.
55. Enes B. Malık. (ö. 179/795); El-Muvatta, (l-lll), İhyâü't-Türâsü'l-Arabî Ts.
56. Eryılmaz. Bilal; Osmanlı Devletinde Gayri Müslim Teb'ânın Yönetimi, İstanbul 1990.
57. Esad, Mahmud; İslâm Tarihi. (Tarih'i Dîni İslâm) Çev. A.Lütfü Kazancı, Osman Kazana, İst. 1983.
58. Fayda, Mustafa; Hz. Ömer Zamanında Gayri Müslimler, İst.1989.
59. Gaırdner, W.T.H; Mohammedan Tradition and Gospei Record The Hadisth And İncil The M.W ,V. 1915.
60. Goldziher. İqnaz; Ehl-i Kitap'a Karşı İslâm Polemiği., Çev, C. Tunç, İslâmi İlimler Enstitüsü Der., Ankara 1982.
61. Gölcük, Şerafettin Ve Toprak, Süleyman; Kelâm, Konya 1988.
62. Gölpınarlı, Abdülbâkî; Sosyal Açıdan İslâm Tarihi Hz. Muhammed Ve İslâm'ın İlk Devri. İstanbul 1975.
63. Gurney, Selweyn; Reading From Word Religions (Chompion M.D. And Doathy) London 1952.
64. Hamidullah, Muhammed; Introduction To İslâm, Paris 1963.
65. Hamidullah, Muhammed; Kur'ân-ı Kerim Ve Türkçe Tefsirler Bibliyografyası. Çev. Macit Yaşaroğlu, İst. 1965.
66. Hamidullah, Muhammed; İslâm Peygamberi, (Mi) Çev. Said Mutlu, İst 1965 Ve 1993.
67. Hamidullah, Muhammed; İslam'da Devletler Hukuku, Çev. A. Şener, Ankara 1977.
68. Hamidullah, Muhammed; El-Vesâiku's-Siyâsiyye, Beyrut 1985.
69. Hamidullah, Muhammed; Le Sain Coran, Paris 1989.
70. el-Hamini, Muhammed Câbir; Dirâsetü'l-İslâmiyye Fi'1-Akâid Ve'1-Edyân Ed-DineTü'1-Kübrâ El-Muâsıra, Mısır 1971.
71. Harman, Ömer Faruk; Yahudilikte Peygamberlik Ve Peygamberler, (Basılmamış Makale) İst. Ts.
72. Hasan İbrahim Hasan; Tarîhu'l İslam, (I-IV) Mısır 1964.
73. Hitti, Philip; Siyasî Ve Kültürel İslâm Tarihi, Çev. Salih Tuğ, (I-IV) İst. 1980.
74. Hüseyin, Kazım Kadri; Türkiyenin Çöküşü, Yayına Haz. Yılmaz Daşcıoğlu, İst. 1989.
75. Husaın, S. Muhammed (s.a.v.)'. Ahl al-Zimme Sn The Sultanname Of Delhi. New Delhi 1967.
76. İbn Haldun; Mukaddime, Çev. Süleyman Uludağ, (I-Il) İstanbul 1991.
77. İbn Hazm: Ebû Muhammed Ali, (ö. 457/1065); Kitabu'l-Fasl Fi'l-Milel Ve I- Ehvâ Ve'n-Nihal, (1-V), Beyrut Ts.
78. İbn Hişam, Abdülmelik (ö. 213/828); Es-Sîretü'n-Nebeviyye, (I-IV),Beyrut 1971 Ve ?
79. İbnu'l-Esir, Abdulvâhİd Eş-Şeybânî (ö. 630/1232); El-Kâmil Fi't-Târih, ((I-XIII), Beyrut 1965.
80. İbn İshak, (ö. 151/768); Sîratü İbn'i İshâh. Thk. Hamidullah, Konya 1981, Çev. Sezai Özel, İstanbul 1988. 81. İbnu'l-Kelbi, (ö.204 Veya 206/818 Veya 821); Kitâbu'l-Esnâm, Thk. Ahmet Zekâi Paşa, Çev. Beyza Düşüngen (Putlar Kitabı) Ankara 1969.
82. İbn Kesir, Ebul-Fida İsmail (ö. 774/1372); Tefsîru'1-Kur 'ân'1-azîm. thk. Muhamed İbrahim, ve Muhammed Ahmed, (1-V1I), İstanbul 1984.
83. es-Sîrtü'n-Nebeviyye, thk. Mustafa Abdülvâhid, (I-lV), Beyrut 1971.
84. İbn Mace. Ebû Abdullah b. Müslim (ö. 276/889); Sünen (1-IV), Kahire 1952.
85. İbn Manzur, Cemaluddin Muhammed (ö.711/1311); Lisânü'l-Arab, (l-XV), Beyrut 1955.
86. İbn Nedim, (ö. 385/955); Fihrist, Kahire 1929.
67. İbrahim, Abdurraşid; 20. Asır Başlangıcında İslâm Dünyası, Çin Ve Hindistan'da İslâmiyet, Çev. A. Paksu, İst. 1987.
68. İsfehani, Ragıp B. Muhammed (ö. 502/1108); El-Müfredat Fî Garîbi'l-Kur'ân, Lübnan Ts.
69. İslam Ansiklopedisi: İslâm Alemi Tarih Coğrafya Etnografya Ve Bibliyografya Lügati, Meb. İst- 1966.
70. İzutsu, Toishihiko, Kur'ân'da Allah Ve İnsan, Çev. S. Ateş, Ankara Ts.
71. James, Rabson: Does The Bible Speak Of Muhammed, M.W. (Xxx) 1935.
72. Jemeelleh. Meryem; İslâm Versus Ahi Al-Kitap Past And Preseni, New Delhi 1982.
73. J.D. Pearson. M.A.; İndex İslâmicus, Mansell 1973.
74. Kapar. Mehmet Ali; Hz. Peygamberin Müşriklerle Yaptığı Bazı Anlaşmalar, Selçuk Ü. İ. F. Der., Sayı 2. Konya 1986.
75. Hz. Muhammed Sav Müşriklerle Münasebetleri, Konya 1993.
76. Kara, Mustafa; Eşrefoğlu Rumi, Ankara 1995.
77. Keşler. M. Fatih: Kur'ân'da Ehl-i Kitap, Ankara 1993.
78. Karaçam, İsmail. Kur'ân-ı Kerim'in Nüzulü Ve Kıraati. Konya 1969.
79. Kırca, Celal; Kur'ân Ve İnsan, İstanbul 1996.
80. Kırca, Celal; Kur'ân Ve Bilim, İstanbul 1996
81. Kırca, Celal; Kur'ân Ve Fen Bilimleri, İstanbul 1977
82. Kırca, Celal; Kitab-ı Mukaddes, (Eski Ve Yeni Ahid) İstanbul 969.
83. Köksal, M. Asım; İslâm Tarihi Hz. Muhammed Ve İslâmiyet, (l-X), İstanbul 1981.
84. Kurtubi, Ebû Abdullah Muhammed B. Ahmed, (ö. 671/1273); El-Câmî li Ahkâmi'l-Kur'ân, (I-XX), Mis 1967.
85. Kutluay, Yaşar; İslâm Ve Yahudi Mezhepleri, Ankara 1965.
86. Küçük, Abdurrahman; Dönmeler Ve Dönlik Tarihi, İstanbul Ts.
87. Margan, Cole, W. Owen Cole, Peggy Margari; Six Religion İn The Tıventieth Century, England 1987.
88. Mcanlifte, Jane Dommen; Persion Exegeücal Evaluation Of The Ahi Al-Kitap, M.W, (73), Sayı 2. 1983.
89. Mesudi, Ebû Hasan Ali b. Ali (ö. 346/957); Murûcü'z-Zehep ve Me'adinu'-Cevher, Mısır 1964.
90. Mevdudi, Seyyid Ebu'1-Elâ; Tarih Boyunca Tevhıd Mücadelesi Ve Hz. Peygamber, Çev. Nâim Sıddîkî, Trc. Ahmet Esrar, Ankara 1983.
91. Miller, Madeleines, J. İane; The New Black's Bible Dictionary. London 1817.
92. Mukatil..B. Süleyman, (ö.150/762); Tefsîru'l-Kur'ân, Bursa Eski Eserler Kütüphanesi, Çelebi B. No. 27. Müslim. Ebu'ı-Hüseyin Müslim B. Hacrâc (ö.261/878); Sahîhu Müslim. (I-V1ll), Beyrut Ts.
93. Nadwl, Allama Saiyid Sulciman; The Life And Massge Of The Holy Prophet Muhammad, Translated, Mohouddin, Karacı Ts. En-Nebhan, Muhammed Faruk; Nizâmü'l-Hükm Fl'1-İslâm, Beyrut 1988.
94. Numani. Şiblî; Bütün Yönleriyle Hz. Ömer Ve Devlet İdaresi, Çev. Talip, Y. Alp. (I-III) İstanbul 1965.
95. Örs, Haymllah; Hz. Musa Ve Yahudilik, İstanbul 1978.
96. Öner, Necati; İnsan Hürriyeti, İstanbul 1982.
97. Özel, Ahmet; İslâm Hukukunda Milletler Arası Münasebetler Ve Ülke Kavramı, İstanbul 1982.
98. Rabinson, David; Concordance To The God News Bible, B.F.B.S.. 1983.
99. Rahmetullah, Halulirrahman el-Osmanî; İzhâru'l-Hak, (1-Il) Kahire 1986.
100. Raşidi, Ahmed; El-Alâkatü Beyne'1-İslâmiyye Ven-Nasrâniyye, Mecelletütezher, Kahire 1959.
101. Razi, Fahruddsn Ebû Abdillah (ö. 606/1206); Mefâtihu'l-Gayb., (I-XXXII) Mısır Ts.
102. Razi, Fahruddsn Ebû Abdillah (ö. 606/1206); Esâsu't-Takdîs. Th. Ahmet Hicazı, Kahire 1986.
103. Rıda, Reşid Muhammed; Tefsîru'l-Menâr, (I-XII) Mısır 1935.
104. Said B Atik; Elvelâü Ve'1-Berak, Kuveyt 1988
105. Salih B. Fevzan; El-Velâü Ve'l-Beraü Fi'1-İslâm, Riyad 1411.
106. Saller, Mathews; A. Dictionary Of Religion And Ethies, D.D. U.D., London 1921.
107. Sıddıqı, Muhammed İqbal; The Famly Laws Of İslâm, Zahor Ts. Smart, Ninion; The Religious Experierce Of Mankmd, London 1970.
108. Smith, Percy; Did Jesus Fore Teli Ahmed? M.W. (XXV) 1922. Sönmez, Abidin; Rasulullahid Diplomatik Münasebetleri, İst 1984.
109. Stephan, Ronard And Nandy; Alh Al-Kitap, Ceal, Amsterdam 1959.
110. Şaban, Zekiyyuddin: İslâm Hukuku İlminin Esasları, Çev. İbrahim Kafi Dönmez, Ankara 1990.
111. Eş-Şafî, Muhammed B. İdrir (ö.204/819); elümm, (I-Vll), Beyrut 1973.
112. Ahkâmu'l-Kur'ân, thk. Abdullah Musa en-Nisâburî, Beyrut 1990.
113. eş-Şevkani, Abdullah; Fî Mukâranati'l-Edyân Buhûsun ve Dirâsetün, Mısır 1986.
114. eş-Şehristni, Abdulmelik b. Ahmed (ö. 548/1153); el-Milel ve'n-Nihal, (I-II) thk. Muhammed Seyyid, Beyrut 1975.
115. Şerif, Muhammed; el-Milel Ve'n-Nihal, (I-Il), Thk. Muhammed Seyyid, Beyrut 1975.
116. Tabbara, Afif Abdü'l-Fettah; Ruhu'n-Dini İslâmî, Beyrut Ts.
117. Kur'ân-ı Kerim Açısından Yahudi Menşei Ve Karakteri, Çev. M. Aydın, İstanbul 1978.
118. Tabari, Ebû Cafer Muhammed B. Cerir (ö. 310/922); Tarihu'l-Ümem Ve'l-Mülük. (I-X) Thk. Muhammed Ebu'l Fadı İbrahim, Beyrut Ts.
119. Câmiu'l-Beyan An-Te'vîli Ayi'l-Kur'ân, (I-XXX) Mısır 1903.
120. Tahtavi, İzzet; Ehluz-Zimme Vâcibâtihim Fi'1-İslâm, Mecehetü'l-Ezher, Sayı 52 (7-8), Kahire 1980.
121. Tıbwaı, A.L.; Chiristians Önder Muhammed And His Twocalips, London 1961.
122. Tıstall. W.St. Clair; The Book Of The "People Of The Book", M.W. 1912.
123. Tirmizi, Muhammed B. İsa (ö. 279/ 892): El- Câmiu's-Sahih, (Sünen) (I-V), Thk. A.M. Şakir, Kahire 1962
124. Tümer, Günay; Biriniye Göre Dinler Ve İslâm Dini, Ankara 1975.
125. Hıristiyanlık Ve İslâm Dinlerinde Meryem, Ankara 1993
126. Tümer. Günay, Küçük, Abdurrhman; Dinler Tarihi, Ankara 1988.
127. Ulutürk, Veli: Kur'ân-ı Kerim Allah'ı Nasıl Tanıtıyor. İzmir 1994.
128. Usta Ahmet; Hıristiyanlıkla Ve İslâm'da Allah İnancı Ve Mukayesesi Üzerine Bir Araştırma, (Basılmamış Dr. Tezi) Kayseri 1971.
129. Üstün, Yakup; Türkiyeyi Parçalama Puanları, Ankara 1993.
130. Vahidi, Abu Hasan Ali B.Ahmed (ö, 468/1075); Esbâbun-Nüzül, Mısır 1968.
131. W. T. Arnold; İntişarı İslâm Tarihi, Çev. Hasan Gündüzler, Ankara 1982.
132. Vaddy, Charis; The People Of The Book, A. New Chapter İn Co-operation, The İslâmic Quartery (Vl) Sayı XXIII 1979.
133. Wensinck. A.Ü.; Concordance Et İndices De La Tradition Mus/Mans, (El-Mu'ceMü'1-Müfehres Li Elfazı'l-Hadis) (I-Vlll) İstanbul 1986.
134. Wıdyarthı, A.H., And U. Ali; Muhammad İn The Parsı, Hindooand Buddhist Scriptures, New Delhi 1983. 135. Wıjoyo, Alex Soesilo; The Chrisuons As Rehgiaus Community According To The Hadit, İslârnochristiana (VIII) Roma 1982.
136. Yakubi. Ahmed b. İshak (ö. 284/897); Târihu'lYâkubî, (l-l-ll). Beyrut 1960.
137. Yazır, M. Hamdi.; Hak Dini Kur'ân Dili, (I-1X), İstanbul 1960 ve Zehraveyn Yayınları (1-X) İst.Ts.
138. Yıldırım, Suad; Kur'an'da Uluhiyyet, İstanbul 1987.
139. Mevcut Kaynaklara Göre Hıristiyanlık, İzmir 1984.
140. Yurdaydın, H. Gazû İslâm Devletlerinde Müslüman Olmayanların Durumu.A.Ü.İ.Fak. Der. (XXVII) 1982.
141. Yücetürk, Orhan Seyfi; İslâm İnançları Açısından Hıristiyanlık İnançları Üzerine Biraraştırma (Basılmamış Dr Tezi) İzmir 1984.
142. Yüksel. Nevzat; Konularına Göre Kur'ân-ı Kerim Fihristi, Trabzon Ts.
143. ez-Zamahşeri, Carullah Muhammed B. Ömer (ö. 538/1143); El-Keşşaf an-Hakâiki't-Tenzil, (1-IV), Beyrut Ts.
144. ez-Zamahşeri, Esâsu'l-Belâğa, (L-Il). Matbaatü Darü'l-Kütüb 1972.
145. ez-Zebidi, Seyyid Muhammed Murtazâ (ö.1205/1790); Tâcu'l-Arûs, (I-X), Beyrut 1988.
146. Zeweımer, Samual; The Dactrine Of The Trinity, M.W. (XXXV), 1945.
147. Zeydan, Abdülkerim; Ahkâmu'z-Zimmiyyin Ve'l-Müste'minin Fvd-Dîni"L-İslâm, Bağdat 1988.
148. ez-Zirikli, Hayruddin; el-Alâm li Eşhürir-Ricâli Ve'n-Nisâ Mine'l-Arabi Ve'l-Müsta'ribîne Ce'l-Müsteşrikin, (I-Xll), Beyrut 1969.
149. ez-Züheyli, Vehbe; Asâru'l-Harb Fî-Fıkhi'l-İslami, Şam 1981
150. ez-Züheyli, Et-Tefsîru'l-Münîr, (1-XXXII), Beyrut 1991.
[1] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 1.
[2] Bk. Bakara: 2/257.
[3] Farklı anlamlar için bk: Suad b. el-Hakim. el-Mucemü's-Sufi. Beyrut 1981, s. 1231-1235: Hüseyin b. Muhammeded" Demağânî İfamusul-Kur'an. Beyrut 1985. s. 318-320; 496-498.
[4] Bk. Şûra: 25/9; Nisa: 4/45.
[5] Bk. Araf: 7/196: Câsiye: 45/19.
[6] Bk. Salih b. Fevzan, el-Velaü Ve'l-Berâü fi'l-İslâm. Riyad 1411; Abdülhâlik, el-Velâ Ve’l-Berak, Kuveyt 1988.
[7] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 13-15.
[8] Bk. Bakara: 2/35-36.
[9] Bk. Bakara: 2/37. 8
[10] Bk. Bakara: 2/208; Enam: 6/112, 142.
[11] Bk.En’am: 6/112.
[12] Bk. Araf: 7/16-17.
[13] Bk. Bakara: 2/36, Araf: 7/24.
[14] Bk. Bakara: 2/38-39.
[15] Bk. Rum: 30/30.
[16] Bk. Bakara:2/256; Kafirun: 109/1-6.
[17] Bk. Hucurat: 49 /13.
[18] Bk. Hûd: 11/118
[19] Bk. Bakara: 2/35-36; Araf: 7/19-24; Tâhâ: 20/120-121.
[20] Bk AI-i Îmrân: 3/33-34.
[21] Bk. Mâide: 5/27-32.
[22] Kamer: 54/9-10.
[23] Bk. Tahrim: 66/10.
[24] Bk. Hud: 11/42.46.
[25] Bk. Nuh: 71/23.
[26] En'âm: 6/112.
[27] Bk. Şuara: 26/128-130; Araf: 7/65-72.
[28] Araf: 7/74-78.
[29] Bk. Araf: 7/80-84: Enbiyâ: 21/74
[30] Bk. Bakara: 2/258: Enbiyâ: 21/52-71
[31] Bk. Yusuf: 12/7-18. 22-5.
[32] Bk. Bakara: 2/49: Araf: 7/127
[33] Bk. Al-i İmrân: 3/54-55; Nisa: 4/157-158.
[34] Al-i İmrân: 3/31-32.
[35] Bakara: 2/107. 120. 257: Nisa: 4/47
[36] Bk. Nisa: 4/44: Mâide: 5/51. 57.
[37] Söz konusu kelimelerle ilgili olarak bk. Nisa: 4/25: Hucurat: 49/10; Al-i İmrân: 3/31-32; Rum: 30/21: Al-i İmrân: 3/196; 118; Tevbe: 9/16.
[38] Bk. Sayfa. 24-32.
[39] Bk. Rum: 30/30.
[40] Bk. Nisa: 4/163-164.
[41] Bk. Hacc: 22/7: Nisa: 4/165; Bakara: 2/136: Ali İmran: 3/84.
[42] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 17-23.
[43] Bk. İbn-i Sâd. Tabakâtü't- Kübrâ, Beyrut ts. 1/29-3: Ahmed b. Hanbel, Müsned, Beyrut ts. V/l78.
[44] Bk. Bakara: 2/35-35.
[45] Muhammed b. Cerir et-Taberi, Tarihu'l Ümemi vel-Mülûk, Beyrut ts. 1/745.
[46] Bk. Mâide: 5/27-32.
[47] Bk. Ahzâp: 33/40.
[48] Peygamberlerin sayısıyla ilgili bk: Kur’ân-ı Kerim. Mümin: 24/40: Ahmed b. Hanbel, Müsned, V/178: M. Asım Koksal. İslâm Tarihi Hz. Muhammed ve İslâmiyet, 1/89-155
[49] Enam: 6/112.
[50] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 27-28.
[51] el-Mu'cemu'1-Arab-i-l-esâsi, Alecso 1989. s. 1333
[52] Muhammed: 47/11.
[53] Enfal: 8/40.
[54] Al-i İmrân: 3/150
[55] Meryem: 19/5; Zümer: 39/3.
[56] Bk: İbn-i Menzur, Lisânu’l Arap, XV/406-415; ez-Zebîdî, Tâcu't Arüs, X/400r-403; Zemahşerî, Esâsu'l-Belâğa, 11/689; 1V/658-659; et-Müncid fi'i-lugati ve'l-âlâm, Lübnan 1986, s. 966.
[57] Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, IX/511
[58] Al-i İmrân: 3/118.
[59] Bakara: 2/245.
[60] Nisa: 4/25
[61] Tevbe: 9/16
[62] Hucurât: 49/10.
[63] Muhammed: 47/20; Kıyamet: 75/34-35
[64] Ahzâp: 33/6.
[65] Duhân: Geniş bilgi için bk; Hüseyin b, Muhammed. ed-Darnağânî, Kâmusu'l-Kur'an, Beyrut 1985. s. 4 96-498. Ay etler için bk: Kur'ân-ı Kerim, Duhân, Duhân: 44/41: Enam: 6/62; Nisa: 4/11; Mâide: 5/56; Ahzâp: 33/5; Mümtahine: 60/1. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 28-29.
[66] Seyyid Şerif. Cürcânî. Ta'rifat. s. 172; Bk. Araf: 7/196: Yûnus: 10/62.
[67] Abdulkerim Kuşeyrî. (Kuşeyrî risalesi) Ter. S,. Uludağ, s. 368 ve 472
[68] Muhammed b. el-Kahdânî. el-Velâi ve'l-Berai fi'l-İslâm, Ter, Harun Ünal, 1/114
[69] Geniş bilgi için bk. Râzî, Mefatihu'l-Ğayb, VI1I/209-212
[70] Bk. Bakara: 2/257: Buhâri, Enbiyâ: 21/3; Müslim. Bin, 159; Tirmizi, Züht, 45. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 29.
[71] Bk. En'am: 6/108.
[72] İbn-i Manzûr, a.g.e. XV/32-40; Râgib. Müfredat, 489: Mücemul Ârabi’I-Esâsî, 829
[73] Bk. Demeğânî. Kamusu' Kuran. s. 319.
[74] Bk. Al-i İmrân: 3/103; Mâide: 5/218/50: 41/31; Zuhuf: 43/67; Mümtehine: 60/1-7.
[75] Bk.Wensik. el-Mu'cemü'I-Müfehres li elfazi'l-hadisi'n nebevi, adv md.. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 30.
[76] Seyyid Şerif, age, İst. 1327. s. 98.
[77] T.D.V.İ.A . X/52.
[78] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 30.
[79] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 30-31.
[80] Kitâb Mukaddes, Mezmurlar, 7/1.
[81] Kitâb Mukaddes, Mezmurlar, 7/10
[82] Kitâb Mukaddes, Mezmurlar, 18/1-2.
[83] Kitâb Mukaddes, Mezmurlar, 18/3.
[84] Kitâb Mukaddes, Mezmurlar, 33/20.
[85] Kitâb Mukaddes, Mezmurlar, 33/22
[86] Kitâb Mukaddes, Mezmurlar, 43/2.
[87] Kitâb Mukaddes, Mezmurlar, 59/11.
[88] Kitâb-i Mukaddes, Mezmurlar, 61/3; 91/9 119/14.
[89] Kitâb-ı Mukaddes, Mezmurlar. 91/15.
[90] Kitâb-ı Mukaddes. Tekvin, 26/29.
[91] Kitâb-ı Mukaddes, Matta, 5/43: Levililer, 19/18.
[92] Kitâb-ı Mukaddes, Matta. 5/47.
[93] Geniş bilgi için bk. Rabinson. Dâvid, Concordance To The Good New Bible. s. 404-405. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 31-32.
[94] Bk. Tekvin: 26/21; 14/5, 21/22. 26/26; Mezmurlar: 7/4-5.9. Elesoslulara. 2/16, Çıkış. 14/4. 6. 9: Sayılar. 20/20; 21/23, 28, Yeşa 5/10-14.
[95] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 32.
[96] Kitâb-ı Mukaddes, Tesniye, 22/5.
[97] Kitâb-ı Mukaddes, Tesniye, 17/12.
[98] Kitâb-ı Mukaddes. Tesniye, 18/3-5.
[99] Kitâb-ı Mukaddes, Sayılar, 5/8-10 s. 137?
[100] Kitâb-ı Mukaddes. I. Samual. 2/13-16. s. 273.
[101] Son bölümde Kuran ve Tevrat emirlerini karşılaştırarak bir değerlendirme yapılacaktır. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 33-34.
[102] Kitâb-ı Mukaddes, Tekvin: 9/20-25; Harun Yahya. Yahudilik ve Masonluk s. 97.
[103] Kitâb-ı Mukaddes, Tesniye. 7/1-2. s. 184.
[104] Kitâb-ı Mukaddes, Mezmurlar, 137/8-9., s. 662
[105] Kitâb-ı Mukaddes, İşây, 14/25. s. 684.
[106] Kitâb-ı Mukaddes. Tsefenya, 2/5, s. 887
[107] Kitâb-ı Mukaddes, Tesniye, 32/42-43. s. 212.
[108] Kitâb-ı Mukaddes, Yeremya, 11/22-23.
[109] Kitâb-ı Mukaddes, Mezmurlar, 2/8-9. s. 540.
[110] Kitâb-ı Mukaddes, İşâyâ, 11/14.
[111] Kitâb-ı Mukaddes, İşâyâ, 14/22, s, 683.
[112] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 34-36.
[113] Kitâb-ı Mukaddes. Yeramya. 51/19-23.
[114] Kitâb-ı Mukaddes. Tsefenya. 2/5
[115] Kitâb-ı Mukaddes. Krallar, 13/17.
[116] Kitâb-i Mukaddes, Tesniye, 9/22-23
[117] Kitab-ı Mukaddes, Tesniye. 20/10-17.
[118] Kitâb-ı Mukaddes, Hezekiel, 39/18-20.
[119] Kitâb-ı Mukaddes, Yeramya, 12/3.
[120] Kitâb-ı Mukaddes, İşâyâ, 13/15-16, s. 682.
[121] Bk: Kitâb-ı Mukaddes, Yeramya, 25/32-35, s. 749.
[122] Bk: Kitâb-ı Mukaddes, Yeramya, 16/4, s. 739.
[123] Bk: Kitâb-ı Mukaddes Tesniye, 32/25. s. 211. Krş. Hezâkiel, 9/5-6, 5. 794.
[124] Bk: Kitâb-ı Mukaddes, İşâya 33/12, s. 697, Krş, Tesniye, 7/1-3, s. 184.
[125] Bk; Kitâb-ı Mukaddes, Hezâkiel, 23/25, s. 810
[126] Bk: Kitâb-ı Mukaddes, Krallar, 3/19, s. 370
[127] Kitâb-ı Mukaddes, Yeremye. 48/140. s. 772.
[128] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 36-38.
[129] Kitâb-ı Mukaddes, Çıkış, 20/5, s. 75. Matta, 27/45-50; Markos, 15/25; M. Aydın, Müslümanların Hıristiyanlara Karşı Yazdığı Reddiyeceler ve Tartışma Konuları. Konuya 1989. 162-169 Bk, Kur'ân-ı Kerim, Zilzâl: 99/7-8: En'âm: 6/164; Nisa: 4/157.
[130] Aydın, Mehmet, Reddiye, s. 163
[131] Kitâb-ı Mukaddes, Çıkış. 20/5. s. 73.
[132] Kitâb-ı Mukaddes, Matta, 27/45; Markos, 15/25.
[133] Kitâb-ı Mukaddes. I. Korintos, 15/3-4.
[134] Kitâb-ı Mukaddes, Markos. 16/19.
[135] Bk. İsra: 17/15.
[136] Kitâb-ı Mukaddes. Çıkış 23/25. s. 77. Bk: Tesniye. 13/30, s. 190.
[137] Bk. Bakara: 2/256: Gaşiye: 88/21-22. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 38-39.
[138] Kitâb-ı Mukaddes, Çıkış, 23/31, s. 872
[139] Kitâb-ı Mukaddes, Tesniye, 12/23-25, s. 189.
[140] Bk: Kitâb-ı Mukaddes. Tekvin, 17/8. s. 14: 28/13-14, s. 27; Sayılar, 34/1-10. s. 172; Tekvin, 3/14, s. 11; Mezmurlar, 2/8. s. 450.
[141] Enbiyâ: 21/105
[142] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 39-47.
[143] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 40.
[144] Nisa: 4/25.
[145] Şuarâ: 26/77-83.
[146] Bakara: 2 /124.
[147] Nisa: 4/124.
[148] Necm: 57/37
[149] Tirmîzî, Menâkıp, 14
[150] Bk. T.D.V.İ.A., K/511-512
[151] Buhârî, Davet, 10.
[152] Geniş bilgi için bk: Râzî. Tefsir. Xl/57; R. Ridâ, V/439-440; Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili (Tefsir) 111/1476-1479; Mu'cemu'l Arabi'l-Esâst. s. 421. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 40-41.
[153] Hucurât: 49/10.
[154] Hûd: 11/46.
[155] Bk. A'râf: 7/179.
[156] Al-i İmrân: 3/103
[157] Haşr: 59/9.
[158] Şeyh Mansur. el-Tâc. el-Cemiu fi'l-Usul. Kitabul Birr. V/83.
[159] Bk: Dameğânî â.g.e., s. 244-25. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 41-43.
[160] İbn-i Manzûr, Lisânü'l- Arap, 1/289-290; Râgıb, el-Mufedât, s. 151-152.
[161] Bk: Bakara: 2/190, 195; Al-i İmrân: 3/1; Mâide: 5/54; Al-i İmrân: 3/119; Mâide: 5/18.
[162] Bk: Tirmizi. Menûkip. 1; Ebû Dâvud, Mukaddime. 8: Hanbel, VIl/lI; Wensinc, a.g.e. 1/409.
[163] Bk. Vahidi, Esbâbun-Nüzül, s. 57; Râzi. Tefsir, VI1I/18-19.
[164] Bk: Al-i İmrân: 3/31-32; Nisa: 4/80.
[165] Bk. Buhâri. hisarı, 2; Büyü, 60; Salâh, 5.
[166] Râzi. Tefsir, lV/205.
[167] Buhâri. Edep. 96; Müslim, Birr, 165.
[168] Tirmizî. Züht, 45.
[169] Sâd: 38/32. Bk: Demegânî, a.g.e.. s. 114. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 43-44.
[170] İbn-i Menzûr, a.g.e, M/453-454; Ahmed Zâvi, Tertib-i Kâmusu'l Mubîd, lV/588.
[171] Meryem: 19/964; Hûd: 11/90.
[172] Bk. Rum: 30/21.
[173] Bk: Dömeğânî, s. 485; 114.
[174] Nisa: 4/73.
[175] Bk: Taberî. V/166-167; Alûsî. Rûhu'l-meâni (Tefsir). V/80-81.
[176] Bk: Buhâri, Salâh, 80; Fazîletu's-Sahâbe, 3; Hanbel, 111/18.
[177] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 44-45.
[178] Bk; Araf: 7/196.
[179] Bakara: 2/257.
[180] Bk: Rum: 30/47, Enfâl: 8/40, Tevbe: 9/74 Demağânî, a.g.e., s. 458.
[181] Bakara: 2/107.
[182] Al-i İmran: 3/196.
[183] Enfâl: 8/40.
[184] Al-i İmrân: 3/150.
[185] Bk: Saff: 61/10-12: Bakara: 2/214.
[186] Bk: Saff: 61/13.
[187] Bk: Rum: 30/47.
[188] Bk: Nasr: 110/1-3.
[189] Al i İmrân: 3/178.
[190] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 45-46.
[191] İbn-i Manzûr. a.g.e.. III/510-515; Mû'cemu'l Arabli-Esasi, s. 1037.
[192] Râgıp, el-Muüfredât fi Garibi'1-Kur'an, s. 646.
[193] Değişik tanımlar için bk. Seyyid Şerif Cürcânî, a.g.e. s. 123; el-Lâlekâi, Ebu'l-Kâsım, Kerâmetu Evliyâullah, Thk. Muhammet) Said. Riyâd, 1992. s. 14-15,
[194] Nisa: 4/31,
[195] İsrâ: 17/70.
[196] Bk. Demeğâni, a.g.e.. s. 403; Dilaver Selvî. İslâm 'da Velayet ve Keramet. İst 1990 s. 213.
[197] Yûnus: 10/62-64.
[198] Diğer Ayetler için bk; Mâide: 5/75; 40-45- Meryem: 19/17-21-Neml: 27/40.
[199] Geniş bilgi için bk: Zemahşerî, Tefsir, Beyrut ts., (I-1V) 11/443; Abdulkerim Kaşeyri, Kuşeyri Risalesi, Ter. Uludağ s. 469.
[200] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 46-47.
[201] Araf: 7/196.
[202] Kuşeyrİ Risalesi, Uludağ, s. 369.
[203] Kuşeyrî, Risalesi, Uludğ, s. 371.
[204] Bk. Al-i İmrân: 3/32
[205] Bk. Bakara: 2/102. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 47-48.
[206] Davudoğlu, Ahmet, İbn-i Abidin Ter. ve Şerhi, İst. 1982, (1-17) V/357-8.
[207] Ömer, Nasuhi Bilmen, Hukuku İslamiyye Kamusu, 111/328.
[208] Bk. Buhârî, Nikah 36; Ebû Dâvud, Hikah, 19; el-Cezîri, Abdurrahman, Kitabut-Fıkıh Ate'l-Mezâhibu't-Erbaa, IV/51.
[209] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 48.
[210] Bk. Araf: 7/23
[211] Araf: 7/22
[212] Araf: 7/23
[213] Bk. Maide: 5/58-59.
[214] Bk. Neml: 27/22-24.
[215] Bk. Buhari, Mağazî, K. 64/82.
[216] Bakara: 2/228, Nisa: 4/34
[217] Bk. Karaman. Hayrettin. Kadının Şahidliği. Örtünmesi ve Kamu Görevi, İ.A.Der. c. 5. s. 4. Ank.. 1991. s. 284-291: Said Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri. İst 1997. s. 356-361.
[218] Geniş bilgi için bk: Karaman. Hayrettin, a.g.e.. s. 284-291; Şimşek, a.g.e.. s. 356-361
[219] Bk. Bürûc: 85/4.
[220] Bk Ahzap: 33/36.
[221] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 49-50.
[222] Bk. Mâide: 5/90
[223] Bk. Yûnus: 12/53.
[224] Bk. Fussılet: 41/34.
[225] Bk. Nahl: 16/90
[226] Bk. Buharı. Tefsir, Sûre. 31/2: İmân, 37; Müslim, İmân, 57
[227] Bk. Bakara: 2/112.
[228] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 51-52.
[229] Muhammed Fuâd; Mu'cemu'l Mufehres. s. 513
[230] İbn-i Manzûr, age, Vl/325-326; Mu'cemu el-fâzıl-Kur'an, 11/316; Tâhir Ahmed, Kâmus, 111/452; Damağânî, Kamusu'/ Kur'ân, s, 351.
[231] Bk. Taberî Tefsir, XIV/162; el-Câmi' li Ahkâmi'l-Kur'an, 11/210; Razı, Tefsir, XX /104; İbn-i Kesîr. Tefsir, IV/514-516; Ragıb, age, 562
[232] Bk. Araf: 7/28, Krş, 7/33.
[233] Bk. Nisa: 4/15. Krş, Araf: 7/33; Bakara: 2/168-169; Yûnus: 1624; İsrâ: 17/132; Nür: 24/ 121.
[234] Ahzâp: 33/30.
[235] Bk. Kurtubî, Tefsir, X/167-169; Demağânî, a.g.e. s. 352.
[236] Ankebut: 29/28
[237] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 52-53.
[238] İbn-i Menzûr; a.g.e. V/144-146; 202; Zebîdî, age, 111/534.
[239] Bk. Bakara: 2/257; Nisa: 4/38, 76; Enam: 6/71; Araf: 7/27. 201, 202. Yûnus: 10/2; Hıcr: 15/14-15; Kehf: 18/55.
[240] Râgıp, age, 770
[241] Râzî, Tefsir, XX/104; İbn-i Kesîr, Tefsir, lV/514; Elmalılı. Tefsir, V/3118.
[242] Bk. Muhammed, Fuâd, a.g.e., s. 605-613.
[243] İbn-i Manzûr, age, V/144: Demağânî. age, s. 405-406;. Kılavuz, Ahmed Saim, İman Küfür Sının, İst. 1990, s. 74.
[244] Bk. Bakara: 2/6; 89; En'âm: 6/20.
[245] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 53-54.
[246] Râgıb. a.g.e. s. 72; Mücemu'l Arabil Esâsî, s. 176.
[247] Taberî Tefsir. X1V/163; İbn-i Kesîr, Tefsir, IV/514-515.
[248] Râzî, Tefsir, XX/104.
[249] Müslim, Züht. 23: Hanbel, Müsned, V/26. 28.
[250] Râgtp, Müfredat, s. 72.
[251] Arâf: 7/33; Şuarâ: 26/139; Hucûrât: 49/9.
[252] Bk. Meryem: 19/27-28; Damağânî, a.g.e. s. 75.
[253] Bk. Şuarâ: 26/14.
[254] Bk. Şuarâ, 26/39.; Damağânî, age, s. 75
[255] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 54-55.
[256] Bk. Bakara: 2/49; Krş. Araf: 7/141.
[257] Şuarâ: 26/156-157.
[258] Bk. Rum: 30/104.
[259] Yusuf: 12/25; Meryem: 19/28.
[260] Bk. Necm: 53/31.
[261] Bk. Gâfir: 40/52.
[262] Neml: 27/62: Araf: 7/178.
[263] Nisa: 4/148; Nahl: 16/119.
[264] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 55.
[265] İbn-i Manzûr XIl/373-377: Zemahşerî: Esâsul Belâğâ, s. 403.
[266] Mâide: 5/45; En'âm: 61/7.
[267] Tûr: 52/22; En'âm: 61/7.
[268] Mutaffifin: 83/10.
[269] Lokman: 31/13.
[270] Talak: 65/11.
[271] Bk. Damagânî, age, s. 308-310.
[272] Bk. Nisa: 4/29-30; İsrâ: 17/33.
[273] Şuarâ: 26//40-42.
[274] Bk. En'âm: 6/129.
[275] Hacc: 22/40
[276] Bakara: 26/267, Al-i İmrân: 3/179-, Nisa: 4/2.
[277] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 55-57.
[278] İbn-i Manzûr, Lisânü'l-Arap, XIII/317-320; Taberî, III/194-195; Zemahşerî, Esâsu'l-Belâğa 1/132; Râzî, Tefsir, V/4132. Elmalılı, Tefsir, 11/695.
[279] Râgıp, a.g.e. 560.
[280] Taberî, Tefsir, ll/194-195; İbn-i Kesîr, Tefsir, 1/329-30.
[281] Bakara: 2/193; Enfâl: 8/39.
[282] Bk. Bakara: 2/193; Tevbe: 9/48; Ankebut: 29/10; Burûc: 85/10; Nisa: 4/101: Yûnus: 10/83; Damağânî, age, s. 347.
[283] Geniş bilgi için bk. Taberî, Tefsir, 11/194-1965; Râzil Tefsir, V/132; İbn-i Kesîr, Tefsir, 1/329-330 Elmalılı, Tefsir, 11/695-696.
[284] Bk Ahmedb. Harıbel, Müsned 1/212
[285] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 57-58.
[286] Bk: Al-i İmrân: 3/258; Nisa: 4/20; Nûr: 24/16: Mümtehine: 60/ 12; Râgıp, Müfredat. 82; Mu'cemul Arabi'I Esâsî, 179.
[287] Bk. Nisa: 4/156.
[288] Vahidî, Esbâbün Nüzul, s. 185.
[289] Nûr: 24/16; Krş, Mümtahine: 60/12.
[290] Nisa: 4/112; Krş. Ahzap: 33/58.
[291] Bk. Buhârî, İ'tisâm, 28 (8/96).
[292] Bk. Nûr: 24/4.
[293] Demeğânî, s. 359-360.
[294] Bk. Araf: 7/11; Zuhruf: 43/74; İsrâ:17/84; Mâide: 5/8; Hûd: ll/89; Kamer: 54/45-48; Hûd: 11/35, 89.
[295] Râgıp, age, 128; Mucemü'l Arabi'I-Esâsî, s. 242-243.
[296] Kamer: 54/47-49.
[297] Bk. Zâriyât: 99/7-8; Buhârî, İ'tisâm:3, Tirmîzî. Diyet, 5.
[298] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/212. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 58-59. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 59.
[299] Mu'cemu'l-Arabu’l-Esasi s. 429.
[300] Mu'cemu'l Arabu’l-Esasi s. 1146.
[301] Enfal: 8/27.
[302] Bk. R- Rtdâ, Menâr, IX/593.
[303] Mâide: 5/13.
[304] Enfâl: 8/57.
[305] Yusuf: 12/52.
[306] Tahrim: 66/10.
[307] En'âm: 6/123.
[308] Bk. Fatır: 35/43.
[309] Bk. Ankebut: 29/2-3.
[310] Bk. Kasas: 28/76-82.
[311] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 59-61.
[312] Mu'cemu'l Arabi'l Esasî, 935
[313] Bk: Nur: 24/4; 55; Hucûrât: 49/6
[314] Bk. Secde: 32/20, Secde: 32/18; Tevbe: 9/67. 80
[315] Mu'cemü'l Vesit, s. 61.
[316] Enfal: 8/8, İsrâ: 17/81
[317] Hacc: 22/62.
[318] Bk: Bakara: 2/42, 188: Al-i İmrân: 3/71, Nisa: 4/29: 161; Enfal: 8/8. Tevbe: 9/34; İsrâ: 17/81; En'am: 6/121; Demağânî. a.g.e. s. 72 ve 34.
[319] İsrâ: 17/81.
[320] Bk. Taberî. Tefsir, XV/152; Râzî. Tefsir. XXI/33; İbn Kesîr, Tefsir. V/109; Elmalılı, Tefsir, V/3195. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 61-62.
[321] Bk. Sayfa. 17-18.
[322] Bk. Mücâdele: 58/22; Bakara: 2/107, 120, 257; Al-i İmrân: 3/150; Nisa: 4/45; En'âm: 6/51; Araf: 7/196.
[323] Bk. Mâide: 5/55; Tevbe: 9/16; 1286; Bk. Zemahşeri. Keşşaf, 1/623; Alûsi, Rûhu'l-Meâni, V/233.
[324] Bk. Tevbe: 9/61 128; Enbiyâ: 21/107; Kasas: 28/46; Duhân: 44/6.
[325] Bk. Al-i İmrân: 3/110; Fussilet: 41/34; Bakara: 2/112; En'âm: 61/4; Al-i İmrân: 3/150: Hacc: 22/78; Geniş bilgi için bk. Abdullah b. İbrahim, el-Velâü Ve't-Adâil fi alâkati'l Müslimi bi Gayril Müslimi, Britanya, 1411, s. 4336; Halil b. Füzan; Eve'l Berâit fi'l İslam. Riyad 1411, s. 5-6.
[326] Bk. Mümtehine: 60/1. 8, 9; Enfal: 8/60: Tevbe: 9/71; Al-i İmrân: 3/118.
[327] Bk. Ebü Dâvud, Büyü, 78;. Krş. Yûnus: 10/62
[328] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 65-66.
[329] Mücâdele: 58/19-20.
[330] Araf: 7/27.
[331] Al-i İmrân: 3/179.
[332] Bk. Said el-Kahtânî. el-Velâil ve'l-Berâil fi'l-İslam, Ter. Harun Ünal, İslâm'a Göre Dost ve Düşman (1-11) 1/151-155.
[333] Tevbe: 9/31.
[334] Bk: Mü'min: 40/56; Bakara: 2/87; Lokman: 31/7.
[335] Bk: Nahl: 16/107; İbrahim: 14/3; Nisa: 44/89.
[336] Bk: Bakara: 2/109; Tevbe: 9/8.
[337] Bk; Burç: 85/8 ;Fussilet: 41/17; Bakara: 2/217.
[338] Saff: 61/8.
[339] Bakara: 2/105; Saff: 61/9.
[340] Bakara: 2/120.
[341] Mâide: 5/82.
[342] Nisa: 4/44
[343] Al-i İmrân: 3/119.
[344] Bakara: 2/9.
[345] Bakara: 2/16; Krş. Münafikûn: 63/7-8.
[346] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 66-68.
[347] Zilzâl: 99/7-8.
[348] Araf: 7/19.
[349] Araf: 7/14; Krş. Sâd: 38/77-78,
[350] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 68.
[351] Bk. Râgıb, Müfredat, 60; Elmalılı Hak Dini Kur'an Dili, Zehreveyn Yay. İst. Ts. l/274; A. Osman Ateş; Kur'ân ve Hadislere Göre Şeytan, İst. 1995, s.21-22: Rumca Olduğuna Dair Bk. Wensinck, İ.A. İblis Md; Cânân, İbrahim, Hadis Külliyâtı, lV/348.
[352] Elmalılı Hamdi Yazır. Tefsir, İst. 1971, 1/320
[353] Kehf: 18/50. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 69.
[354] Araf: 7/12; Sâd: 38/76
[355] Hicr: 15/26 27
[356] Rahman: 55/14-15.
[357] Razî. Tefsir. XX!X/98; Cantay. H.Basri. Kur'an’ı Kerim Meali, İst. 1993. III/233. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 69.
[358] Bakara: 2/30-34; Hicr: 15/28-31; İsrâ: 17/61; Kehf: 15/50; Sâd: 38/71-74.
[359] Hicr: 15/32-33.
[360] Hicr: 15/34-35; Krş. Araf: 7/12-13, Sâd: 38/75-78,
[361] Hicr: 15/36-40: Araf: 7/14-15; Sâd: 38/79-82.
[362] Bk. Bakara: 2/38.
[363] Bk. Enam, 6/112. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 69-70.
[364] Bk. Râgıb, el-Müfredât. s. 138-139: İbn-i Manzûr. Lisânü'l-Arab, XHI/92-95: ez-Zebîdi, Tûcü't-Arûs, IX/165.
[365] Bk. Hûd: 11/119; Secde: 32/13; Hicr: 15/265; Rahman: 55/15; Kılavuz, Ahmet Saim. TDVİA, VII/138-139.
[366] Neml: 27/10; Kasas: 28/31
[367] Hicr: 15/27; Rahman: 55/15, 39, 56, 74.
[368] Araf: 7/184; Mü’minun: 23/2570; Sebe, 34/4, 46.
[369] M. Fuad, Mu'cemu'l Mufehres, Cin Md.
[370] Bk, Muhammed Fuâd, age, s, 179-180.
[371] Bk. Hicr, 15/27,
[372] Bk. Zâriyat: 51/56: Fussilet: 41/29; Hûd: 11/119; Secde: 32/13.
[373] Ahkaf: 46/29-30; Cin. 72/1.
[374] Nass: 114/1-6.
[375] Cin: 72/1. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 70-71.
[376] Elmalılı, Tefsir, 1/239; Cânân, İbrahim, a.g.e. lV/347; Osman Ateş a.g.e.. s, 94.
[377] Cânân, İbrahim, a.g.c. IV/348.
[378] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 71-72.
[379] Şeytanın dostlarıyla ilgili bk. Kur'ân-ı Kerim, Fussilet: 41/ 25; Kâf: 50/27; Bakara: 2/257; Nisa: 4/38; Enam: 6/71.
[380] Nisa: 4/119.
[381] Nisa: 4/120
[382] Araf: 7/16-17.
[383] Hicr: 15/39; Krş. Sâd: 38/82
[384] İsrâ: 17/64-65.
[385] Araf: 7/27.
[386] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 72-74.
[387] Müslim. Münafikûn, 66, 68; Hanbel, Müsned, III/332, 354, 384
[388] Müslim. Münafikûn: 67; Müsned: III/314.
[389] Mâide: 5/90-91.
[390] Bakara: 2/268.
[391] Bakara: 2/168-169.
[392] Bk. İsrâ: 17/27; Bakara: 2/275: Ankebût: 29/38: Bakara: 2/208: Nûr: 24/21.
[393] Bk. Mâide: 5/90-91.
[394] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 74-76.
[395] Araf: 7/13; Krş. Sâd: 38/77.
[396] Tâhâ: 20/117.
[397] Bakara: 2/36.
[398] Bk Daha geniş bilgi için bk. Râzi, Tefsir. III/6-18: Elmalılı, Tefsir. 1/324-325.
[399] Bk. En'âm: 6/112.
[400] Bk. Sebe: 34/21.
[401] Bakara: 2/208-209.
[402] Araf: 7/18.
[403] Hicr: 15/42-43. Krş, İsrâ: 17/63.
[404] Zuhruf: 43/36-37.
[405] Diğer ayetler için bk: Lokman: 31/33; Fâtır: 35/5.
[406] Bk. Hicr: 15/42; Nahl: 16/99-100; İsrâ: 17/65.
[407] Bk. Bakara: 2/169; Nisa: 4/14, 118,119; En'âm: 6/128; Araf: 7/200.
[408] Bk. Hacc: 22/5.
[409] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 76-78.
[410] Ebu I-Bekâ, Külliyât, s. 208.
[411] Asım Efendi, Kamusu'l-Mühid Tercemesi, II/382; M. Asım Köksal, İslâm Tarihi. VII/104.
[412] Araf: 7/116.
[413] Tâhâ: 20/66.
[414] Zuhruf: 43/49.
[415] Şuarâ: 26/214-222
[416] Bakara: 2/102.
[417] Bk. İbn-i Sâd, Tabakâtü'l-Kübrâ, Beyrut ts. (I-VIl1) ll/197-198; Vahidî, age, s. 263-264, Abdülfettah el-Kâdi, Esbabu'n-Nuzûl, (Sahabe ve Muhaddislere Göre;) Ter. Salih Akdemir. Ank. 1995, s. 492-493 Konuyla ilgili bak. Müslim, Sahih, IV/1720; Ahmed b. Hanbel, Musned, VI/75.
[418] Geniş bilgi için bk: İbn-i Sâd, age, 11/197-198: Bütün Yönleriyle Asrı Saadette İslâm. Heyet İst. 1994, V/404-405.
[419] Bk. Mâide: 5/67. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 78-79.
[420] Bk. Araf: 7/115. 116, 132; Tâhâ: 20/55-56; Mâide: 5/110: Enam: 6/7; Yûnus: 10/76, 77. 81.
[421] Bk. Nesâî, Tahrim. 19/111, 112
[422] Hanbel, a.g.e, lV/339; 111/33.
[423] Buhârî, Vasâye, 23/195.
[424] Nesâî. Tahrim. 19: VI1/112. Bk. Bütün Yönleriyle Asr-i Saadette İslâm, V/404-405.
[425] Bk. Tâ'hâ: 20/67-70.
[426] Bk. Felak - Nas Sureleri.
[427] Bk. Felak 113/4.
[428] Geniş bilgi için bk: İbn-i Haldun, Mukaddime, ter. 5. Uludağ, İst. (1-11) 1991:11/1179-1199.
[429] Araf: 7/200. Krş. Fussilet: 41/36.
[430] Mü'minün: 23/97-98.
[431] Bk. İbn-i Haldun, age, 11/1179 vd. M. Asım Koksal, İslâm Peygamberi, s. 104-117; Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saaddette İslâm; V/398-408
[432] Hz. Peygamberin uygulama ve tavsileriyle ilgili bk: Müslim, Eşribe 97. s. 1595. (VI/ 105-110 Beyrut Ts.)
[433] Geniş bilgi için bk: İbn-i Kesîr: Tefsir, (I-IV), Suriye 1992. IV/612-613.
[434] Bk A'raf: 7/198. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 79-81.
[435] Bk. Ebû'1-Bekâ, a.g.e. s. 390: İbn-i Menzûr. age, XI/263-264; Râgıb, a.g.e. s. 259.
[436] Bk. Ebû'1-Bekâ, age, s. 216: İbn-i Manzûr, age, Xl/362-363
[437] ez-Zabîdî, Kitabu'l Kebâir. s.38 .
[438] Bk. Zümer: 39/3: Enam: 6/94: Rum: 30/13. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 81.
[439] Bk. Nisa: 4/48 ,Krş, Nisa: 4/116.
[440] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 81-82.
[441] Bk. Ankebut: 429/61: Mü'minun: 23/84-85; Lokman: 3/29-32; Kureys: 106/3.
[442] Bk: Tashihiko, Kur'ân'da Allah ve İnsan, ter. S. Ateş. s. 94-99; Yıldırım, Suat. Kur’an'da Uluhiyyet Kavramı, İst. 1987, s. 1-8.
[443] Bk: Mesûdî, Mürücu'z-Zehep, Mısır 1964, 11/126-127.
[444] Bk: Mâide: 5/90; Şuarâ: 26/71; Hacc: 22/30; Nisa: 4/51 Bk: İbnu'l Kelbi, Kitabu'l Esnam s. 27-33; Yakubî, Tarihul Yakubî. 1/154.
[445] Allah'a yapılan iftiralarla ilgili olarak bk; Yûnus: 10/68; Nahl: 16/57. 62: İsra: 7/40; Meryem: 19/88; Enbiyâ: 21/26; En'âm: 6/136, 94; Rum: 20/13.
[446] En'âm: 6/100.
[447] Zuhruf: 43/19.
[448] Îhlâs: 112/1-4; Hadîd: 57/3.
[449] Bk: İhlâs: 112/2; Enam: 6/10: Kehf: 18/51-52: Saffat: 37/158-164.
K, Kerim'de "Dost" ve "Düşman"ın Nitelikleri ve Muhatapları. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 82.
[450] Bk: Enam: 6/26, 116, 117: 25/7-9; 6/37, 57-58: Yûnus: 10/20. 46.
[451] Bk: Enbiyâ: 21/5-6; Furkân: 25/4-5; Sebe: 36/43-46 Furkân: 25/7, 9; Meâric: 70/1, 2, 36, 39.
[452] İsrâ: 17/98; Bk. En'âm: 6/29; Hud: 11/9 Furkân: 25/11: Sebe: 32/10-11; Yasin: 36/78-79.
[453] Bk. Bakara: 2/98; Hacc: 22/44.
[454] Bk; Furkân: 25/4. 5; Sebe: 34/43; Saffat: 37/167-170.
[455] Bk; Câsiye: 45/24; Râd: 13/26; Necm: 53/29-30; Geniş bilgi için Bk: Bechingham C.F, Religions in The Middle East, Three Religions in Concard And Conflict, London 1975, 11/5-10; Cevat Ali. Târihu'l-Arap Kable'l-İslam, VI/252-290. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 83.
[456] Bk: İbn Hişâm, es-Sîretun-Nebeviyye, (I-IV) Beyrut 1971. 1/280; Yakubî. age, 11/23; Hamidullah. İslâm Peygamberi. 1/88.
[457] Şuarâ: 26/214; Bk. İbn Hişâm. a.g.e. 1/281: Hamidullah. İslam Peygamberi, 1/89.
[458] Hicr: 15/94.
[459] Bk: İbn Hişâm, age, 1/280; Yakubî, a.g.e. 11/24: Sönmez, Abidin. Hz. Peygamberin Diplomatik Münasebetleri, s. 189
[460] Bk. Buhârî, Tefsir. Lehep Suresi, VI/94; Ahmed b. Hanbel, age, 1/287, 307; Hamidullah, İslâm Peygamberi, 1/91
[461] Hicr, 15/95-98; Hamldullah, İslâm Peygamberi, 1/91.
[462] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 83-84.
[463] Bk: İbnû'l Kelbî. a.g.e. s. 32-33
[464] Bk Buharı, Tefsir. 45/13: Yakubî. a.g.e. 1/254: Cevat Ali . a.g.e. 11/252.
[465] Bk. Bakara: 2/-170-171: Mâide: 5/103-104- Araf: 7/28.
[466] Bk. Enam: 6/138-139. 143-144.
[467] Bk. İbn Hişâm. a.g.e. 1/78-88; M. Ali Kapar, Hz. Peygamberin Müşriklerle Münasebetleri. Konya 1993 s. 115116.
[468] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 84.
[469] Bk. İbn Hişâm, age, 1/339-340: M. Ali Kapar. a.g.e. s. 116-117.
[470] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 84-85.
[471] Zuhruf: 43/31.
[472] Bk. Al-i İmrân: 3/81.
[473] Bk. Kalem: 58/10-14.
[474] Bk. Kureyş: 106/4.
[475] Bk. Hasan İbrahim Hasan. Tarihu'I İslâm. (1-lV) Kahire 1964, 1/62-64, 65.
[476] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 85-86.
[477] T. W. Arnold., İntisâr-ı İslâm Tarihi, ter. Hasan Gündüzler. İst. 1982, s. 31: Hamidullah, İslâm Peygamberi, 1/107.
[478] İbn Hişâm. age, l/366; Hamidullah, İslâm Peygamberi, 1/107.
[479] İbn. Hişâm, age, 1/376-378; Hamidullah, İslâm Peygamberi, 1/107.
[480] İbn Hişâm. age, 1/28-30.
[481] İbn Hişâm, age, 11/32.
[482] Bk. İbn. Hişâm. age, 1/315-318; M. Ali Kapar, a.g.e.. s.124.
[483] Kafirün: 109/1-5.
[484] Bk. Kalem: 68/10-16; Zemahşerî, age, IV/142; Asım Köksal, age, IV/48-49.
[485] Duha: 93/1-11; Müslim, Cihâd, 114, ( III/1421.)
[486] Bk: Müddesir: 74 /30-31.
[487] Asım Köksal, age, IV/143. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 86-87.
[488] Hamidullah, İslâm Peygamberi, 1/91.
[489] Hamidullah, İslâm Peygamberi, 1/100-101.
[490] İbn-Hişâm, a.g.e. 1/339;. İbn Esir. a.g.e. 11/66; Asım Köksal, age, IV/69.
[491] İbn Sâd, age, VIII/264-265; Asım Köksal, a.g.e. IV/69.s
[492] Bk: Nahl:16/106: İbn Hişam, age,1/343:Hasan İbrahim Hasan, a.g.e, 1/82:Asım Köksal, age, IV/70
[493] Asım Köksal, age, lV/73.
[494] Asım Köksal, a.g.e. lV/74.
[495] Bk: Asım Köksal, age, IV/77-S7.
[496] İbn-i Hişam, a.g.e. l/340: Hasan İbrahim Hasan, age . 1/83.
[497] İbn Hişâm. a.g.e. 1/340; Asım Koksal, a.g.e. IV/91-92.
[498] M. Harnidullah, İslâm Peygamberi, 1/171; Başka Kadınlar için Bk: İbn Hişâm a.g.e. 1/340-343. 347; Asım Köksal, age, 1V/93-94.
[499] Hamidullah. İslâm Peygamberi, 1/94
[500] Hamidullah. İslâm Peygamberi, 1/95
[501] Bk. Belâzurî, Futûhu'l-Büldân, I, No: 548, Hamidullah, İslâm Peygamberi, 1/95.
[502] Daha geniş bilgi için Bk: İbn Hişâm, a.g.e. 1/341; İbn Esir. age, 11/70; Asım Koksal a.g.e. IV/46-13
[503] Bk. İbn Sâd. a.g.e. 1/208-210; Asım Köksal, age (Mekke Devri) s. 281-289: Hamidullah. İslâm Peygamberi, I/113.
[504] Bk: İbn Hişâm, age, 11/123-128: M. Ali Kapar, a.g.e.. s. 135.8
[505] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 87-89.
[506] Muddesir: 74/11-18.
[507] Bk: Kalem: 8/8-15. Bk. Nesâi, Medâriku't-tenzîl ve Hakaiku't-Te'vîl, lV/280; Köksal, age, IV/49-52.
[508] Müddessir: 75/31-35. Razi, Tefsir, XXX/232 233: Elmalılı, Tefsir, VI-II/5485-5487.
[509] Geniş bilgi İçin bk. M. Hamidullah; Hz. Peygamberin Büyük Düşmanlarının Psikolojisi. Ter. İsmail Yakıt, Atatürk Ü. İ. Fak. Der. VI/1986. s. 212-214.
[510] Bk. Mâûn: 107/1-3.
[511] Şuarâ: 26/214.
[512] Bk. Abdulfettah el-Kâdi, a.g.e.. s. 487-488: M. Hamidullah, Hz. Peygamberin Büyük Düşmanlarının Psikolojisi, Ter. İsmail Yakıt, Atatürk Ü. İ. Fak. Der. Vl/1986, s. 212.
[513] Nahl: 16/93-96.
[514] Mü'minûn: 23/96
[515] Konuyla ilgili geniş bilgi için bk: A'raf: 7/182-183; İbnu'l Esir, age, II/70-76. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 89-91.
[516] Al-i İmrân: 3/178; krş. Kehf: 18/58-59; Ankebut: 19/53; Zümer: 39/18.
[517] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 91-92.
[518] Hamidullah. Vesâiku's-Siyâsiyye, s. 31; İslâm Peygamberi, 1/153-134.
[519] Bk: Enfâl: 8/30.
[520] Bk: Buhâri III/5S-59; Bab 39; lV/244. 63/37.
[521] Bk: İbn Hişâm, age, 11/272; Hamiduliah, İslam Peygamberi. 1/224; Algül, Hüseyin, İslâm Tarihi. 1/351-377.
[522] Bk: Hamiduliah. İslam Peygamberi, 1/234.
[523] Bk. Hamidullah, İslam Peygamberi. 1/241.
[524] Bk: Fetih: 48/1-3; Buhâri. a.g.e. V/67, K. 64/30; İbn Sâd. a.g.e. 11/95.
[525] Muhammed: 47/35.
[526] Bk. Algül, Hüseyin, age, 1/446.
[527] Bk: Tevbe: 9/13-14; Nasır: 110/1-3; Buhâri, age, V/94, K. 64/51.
[528] Muhammed Hemidullah, Hz. Pey. Savaştan, Ter. S. Tug. s.132-153
[529] Tevbe: 9/1-4. Enfâl: 8/56-57; Buharı. Sahih, V/115, K. 64/65: İbn Hişâm. a.g.e. IV/188-191, Sönmez, Hz. Pey Diplomatik Münasebetleri, s. 287-288.
[530] Ebu Yusuf, Kitâbu'l Haraç. s. 117: Elmalılı, Tefsir. 11/697-698.
[531] Buhâri. Sahih, lV/66; K 58/6: Müslim. III/1258, K. 25/20 1637. Sönmez. Abidin, a.g.e-, s. 293.
[532] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 92-93.
[533] Konuyla ilgili bk: Al-i İmram: 3/103.
[534] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 93-94.
[535] Mümtehine: 60/1: Bk: Tecrid, X/296 ; Algül, ase. 1/485-486.
[536] Kasas: 28/87-88.
[537] Bakara: 2/105
[538] Maide: 5/82.
[539] Tevbe: 9/7. 8. 10.
[540] İsrâ: 17/73.
[541] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 94.
[542] Bakara: 2/221; İsrâ: 17/73-75: Ankebût: 29/12-13.
[543] Bk; En'âm: 6/106, 150; Yûnus: 10/41; Hicr: 15/94; Secde: 32/30.
[544] Bk. Bakara: 2/221.
[545] Bk: Hacc: 22/38.
[546] Sâffat: 37/171-173.
[547] Tevbe: 9/13.
[548] Bk. Hacc: 22/39.
[549] Bk. Tevbe: 9/13; Al-i İmran: 3/54
[550] Mâide: 5/82.
[551] Bk. Hacc: 22/78. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 95.
[552] Necm: 53/19-20; 2/22, 165; İbrahim: 14/30; Zümer: 39/8: En'am: 6/70: Rum: 30/13 Mâide: 5/90; İbn Hişâm, age, 1/78-92; Yakubî, age, 1/255.
[553] Bk: Bakara: 2/256-257: Nisa: 4/51, 60, 76; Mâide: 5/60; Nahl: 16/36; Zümer: 39/17.
[554] Ataallah. W. Gibt, et Tağut Dans le Coran. Arabia 17. 1970. p..69-82; Kobert R., Dos Tağut, Orientalia 30, 1961 P. 415-416; Ahmet Kubat, Kur'an’da Tevhid, İst 1994, s. 149-161.
[555] Bk. Bakara: 2/256-257.
[556] Bk. Nisa: 4/76: Mâide: 5/60: Nahl: 16/36.
[557] İnsanlığın faydası için söz konusu kelimenin geniş tahlilini tarafsız olarak yapılmasında fayda vardır. Zira kelimenin değişik anlamlarda kullanılması mümkündür.
[558] Bk: Nisa: 4/36. 48; Daha geniş bilgi için bk, Akdemir, Salih: Müşriklerin Kur'an-ı Kerim ve Hz. Muhammed'e Yaklaşımları, A. U. I. Fak. XXXI Ank. 1989 s. 179-210; Asım Köksal, a.g.e. Vl/13. 157: 238.
[559] Daha geniş bilgi için bk. Enfal: 8/60; İbnû'l- Esîr, age, ll/70-76; Akdemir, a.g.e., s. 179-210
[560] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 96-97.
[561] Kutluay, Yaşar, İslâm ve Yahudi Mezhepleri, s. 23.
[562] Bk: Encyclopedia Judaica, Arabia Md. Ill/234; Ahmed Emin, Fecru'l İslâm s. 23; Seyyid Tantâvî; Benû İsrail fi'l Kur'ân Ve's-Sünne, 1987, T.s, s. 55; Yakut, Mu'cemu'l Buldan. V/84-85: C. Ali, a.g.e. Vl/517.
[563] Muhammed, Hamidullah, İslam Peygamberi, İst. 1990, 1/552, No: 915.
[564] Bk: İbn Hişâm, age, 1/225-226
[565] Bk. Bakara: 2/89.
[566] Bk: Hamidullah. İslam Peygamberi, 1/554 No: 918.
[567] Bk: Müzzemmil: 73/15.
[568] Nahl: 16/43; Enbiyâ: 21/7.
[569] Bk: Neml: 27/76.
[570] Bk: Ahmed Emin, a.g.e., 24-25; Hasan İbrahim Hasan, age, 1/73; Hamidullah, İslam Peygamberi, 1/570-572, No: 933-936.
[571] Hamidullah. Vesâffcu's-Siyâsiyye, s. 59-64. md. 20 ve 25 md. s. 441-47; İslam Peygamberi. 1/202-210; Hasan İbrahim Hasan, age, 11/147-150.
[572] Geniş bilgi için bk- Buhâri. lV/30 K. 56 No: 171; Müslim. 11/994; K. 15/136. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 97-98.
[573] Bk: Enam: 6/83-90.
[574] Bk. Al-i İmrân: 3/756; Bakara: 2/102: Akdemir, Salih, Müşriklerin K. Kerim ve Hz. Muhammed'e Yaklaşımları, Ank. U.İ.F. 1989. s. 183.
[575] Bk; Bakara: 2/210; Enam: 6/20.
[576] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 98.
[577] Bk: Hamidullah, İslam Peygamberi., 1/553 No: 916
[578] Bk: Hamidullah. İslam Peygamberi., l/552 No: 916. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 99.
[579] Bk: Kasas: 28/43-46; İsrâ: 17/2-7.
[580] Bk: Neml: 27/76.
[581] Buhâri, Cizye, 7.
[582] Cânân, İbrahim, age, Ank. 1995, XV/431.
[583] Bk: Al-i İmrân: 3/103; İbn Hişâm. age, 1/265: Sönmez, age, s. 101-102.
[584] Muhammed. Hamidullah, Vesaik, s. 92. No. 14.
[585] Hamidullah, İslâm Peygamberi., 1/580-581, No:945.
[586] Bk: Buhâri, Magazî, 64/14; Cihâd, 154; Tefsir, Haşr Suresi; Müslim, Cihûd, 29; Hamidullah, İslam Peygamberi, 1/581-582 No: 949.
[587] Bk: Hamidullah. İslam Peygamberi, 1/583; Buhâri, 64/14; Müslim. 32/61.
[588] Haşr: 59/2-4.
[589] Haşr: 59/11.
[590] İbn-i Hişâm, a.g.e. 1l/161-163, 174.
[591] Bk. Buhâri, lV/65, K. 58/6.
[592] Sönmez, a.g.e. s. 123.
[593] Bk: Nisa: 4/51: Taberi, age, X /79; İbn-i Hişâm, age, II/210
[594] Hamidullah, İslam Peygamberi, I/586-5S7.
[595] Bk: Ahzap: 33/11-15.
[596] Bk: Buhari, Sahih, III/208; K. 56/13, V/49; K. 64/30; İbn-i Kesîr. Sîre III/22.
[597] Bk: Kitab-ı Mukaddes, Tesniye. XX/l0-14; Hamidullah, İslam Peygamberi, 1/587.
[598] Bk: Müslim, Sahih, 111/1389; K. 32/22 No: 1768-1769.
[599] Bk: Bakara: 2/104; Nisa: 4/46.
[600] Bk: Bakara: 2/104; Hamidullah, İslâm Peygamberi, 1/584 No: 951.
[601] Bk: Vahidî. Esbâbun-Nüzûl. s. 263.
[602] Mâide: 5/57.
[603] İbn Hişâm. age, 11/160-161; Heyet, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslâm, II/434.
[604] Bk: İsrâ: 17/85.
[605] Bk: Mâide: 5/43.
[606] Bk: Geniş bilgi için bk. Kehf: 18/110; İbn Hişâm, age, 11/174-183.
[607] Bk: Buhâri, İstizan, 22; Müslim, Selâm, 6, 8; Hanbel. 11/9, 58.
[608] Bk: Ebu Dâvud, İlim, 1; İbn Esîr, a.g.e. II/176; Geniş bilgi için bk. Hasan İbrahim Hasan, a.g.e., 1/176-179.
[609] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 99-103.
[610] Mâide: 5/48
[611] Neml: 27/76.
[612] Mâide: 5/68
[613] Bk. Tevbe: 9/31.
[614] Mâide: 5/24, Krş. 5/20-26.
[615] Araf: 7/138.
[616] Bk: Araf: 7/148, 152. 155-156; Mâide: 5/51-52. 92-93; Tâhâ: 20/138-140.
[617] Bakara: 2/40, 48-60; Araf: 7/160461.
[618] Bk. Mâide: 5/70-71; Bakara: 2/51-52; Araf: 7/148-152; İsrâ: 17/4.
[619] Bk. Yûnus: 10/84
[620] Bk. En'âm: 6/79.
[621] Bk. En'âm: 6/83-90.
[622] Bk. Tâhâ: 20/98; En'âm: 6/151-152.
[623] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 103-105.
[624] Bk: Tevbe: 9/30; Taberi, age, X/111; İbn Kesîr, Tefsir, IV/76; Vajda A. George, İbn Teymiyye C.49, Paris 1979, s. 112.
[625] İbn Hişâm, age, ll/283; Hamidullah, İslâm Pegamberi. 1/615 No: 1012- 1013
[626] Mâide: 5/18.
[627] Bk. Cuma: 62/-6-7.
[628] Bk. Kâsımî. Mehâsinü't-te'vîl, 11/233; Elmalılı, Tefsir, 1/480.
[629] Bk. Bakara: 2/245.
[630] Bk. Kurtubî, Tefsir, IV/294; İbn Kesîr, Tefsir, 11/153.
[631] Al-i İmrân: 3/181.
[632] Mâide: 5/64: İbn Hişâm, age, Il/208; Bütün Yönleriyle A. S. İslâm 11/442.
[633] Tevbe: 9/31.
[634] Bk. Mâide: 5/116.
[635] Bk. Mâide: 5/12; Bakara: 2/68-71. Araf: 7/128-129; Tâhâ: 20/86 87.
[636] Hocanıza Allah’tan rahmet diliyoruz.
[637] Tümer, Küçük a.g.e., s. İst; Okiç, Tayyıp. Ehl-i Kitap, D. Dr. XV, s.36.
[638] Bk; Tirmizi. Tefsir, 9/10; Zemahşerî. Tefsir, fi/185; fon kesîr. Tefsir, IV/77.
[639] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 105-106.
[640] Mâide: 5/20-26; Araf: 7/138-140.
[641] Mâide: 5/70-71, Taberi, age, VI/311-312.
[642] Bk. Ahmet Çelebi, a.g.e., 1/105, Krş, Enam: 6/80; Mâide: 5/67; Ahzap: 33/39
[643] Bk. Kitab-ı Mukaddes. II Samual, 11/1-5; Tekvin: 19/30-36.
[644] Bk. Mâide: 5/78.
[645] Bk. Mâide: 5/75-75, 78. 116-117, 155.
[646] Bk. Mâide: 5/12; Krş, Mâide: 5/70 ve Al-i İmran: 3/81.
[647] Kitab-ı Mukaddes. Teşniye. 18/18.
[648] Bk. Bakara: 2/89, Araf: 7/157.
[649] Bk. Araf: 7/157.
[650] Bk. Bakara: 2/146: En'âm: 6/20; Ramazan Altıntaş, Kur'ân'da Hidâyet ve Dalâlet, İst. 1995, 34.
[651] Bk. Heyet, Bütün Yön. Asr-ı S. İslâm, 11/443.
[652] Buhâri, İkrah, 2; Cizye, 6; Müslim, Cihâd ves-Siyer, 61; Bütün Y. İslam Tarihi, 11/443.
[653] İbn Hişâm, age, ( 1-2}, s. 569ı Araf: 7/187; İbn-i Hişam, Sim. Türasul-İslâm, ts. (1-2) s. 569; Beyrut 1971, 11/218-218.
[654] İbn Hişâm a.g.e. Heyet I-lV.Türasü’l-İslam. ts. (1-2 ). s. 571; ve Kur'ân-ı Kerim, İhlas, 112/1-4; Krş . İbn-i Hişâm, Beyrut 1971, 11/220-221.
[655] Buhâri, İlim, 47; Müslim. Münafikun. 32; Krş,, Zümer: 39/67
[656] İbn Hişâm, Sîre, 11/216, Krş, İsrâ. 17/8-5.
[657] Araf: 7/187; İhlas: 112/1-4: Zümer: 3 9/67.8
[658] Mâide: 5/41.
[659] Mâide: 5/42.
[660] Bk. İbn Hişâm, Sîre, (1-2), s. 548; Ayetler için bk. Bakara: 2/118.
[661] Bk, İbn Hişâm, Sîre, (1-2). s. 560. Nisa: 4/37-39; Asım Köksal, İslâm T.VIII/266-276.
[662] Bk. İsrâ: 17/88; İbn Hişâm, age, Heyet, Beyrut 1971, 11/220; Diğer baskısı için bk. Türâsü'l- İslâm Ts. (1-2), s. 571
[663] Al-i İmrân: 3/71.
[664] Bk. Tümer. Küçük, a.ge., s. 121; Smart a.g.e., 341.
[665] Mâide: 5/69
[666] Enam: 6/91.
[667] Al-i İmrân: 3/187; Bk. İbn-i Hişam, age, 11/208.
[668] Taberi, Tefsir, lV/203; Râzi, Tefsir, IX/129-130; R. Rıdâ. Menar. V/137.
[669] Bk. Nisâ: 4/46; Mâide: 5/13; Robert Caspar. Textex Dela Traditîon Musulmane Concernont le Tahrif '(Falsifcation) Des Estritures, İslâmochristiana 1980, C. 1/62.
[670] Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslâm, II/441.
[671] Bk. Al-i İmrân: 5/187; Nisa: 4/44, 46; Mâide: 5/13; Bakara: 2/58, 79; Taberi. Tefsir, IV/203. Razi, Tefsir, 1X/129; R. Rıdâ, Menar, V/137.
[672] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 107-110.
[673] Kutluay. Yaşar a.g.e.. s. 163.
[674] Bk. Bakara: 2/260: Yusuf: 12/37-38; Tâhâ: 20/13-16 Taberi,Tevsir, III/51.
[675] Bk. Bakara: 2/111 ve 86.
[676] Bk- Bakara: 2/94-95; Cuma: 62/6-7.
[677] Bk. Taberi..Tefsir, 1/381; İbni Kesir; Tefsir, 1/169-170; Elmalılı,Tevsir. 1/394-395.
[678] Bakara: 2/80-81.
[679] Bk. Al-i İmrân: 3/23-25.
[680] Bk. Hûd: 11/118: Bakara: 2/256.
[681] Bk. Al-i İmran: 3/64
[682] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 110-111.
[683] Nisa: 4/1; Araf: 7/172; Rum: 30/30.
[684] Bk. Hacc: 22/78; Al-i İmran: 3/52.
[685] Câsiye: 45/16-17.
[686] Bk. Ahkâf: 46/12.
[687] Bk. Enbiyâ: 21/48.
[688] Diğer ayetler için bk: Neml: 27/76, 78; Bakara: 2/88; Nisa: 4/46: Al-i İmrân: 3/113-114; Nisa: 4/162; Araf: 7/159-162.
[689] Fussilet: 41/34.
[690] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 111-113.
[691] Bk. Bakara: 2/61; Araf: 7/160-172.
[692] Bk. Bakara: 2/83, 93, 246; Mâide: 5/12-13; Araf: 7/164, 169.
[693] Mâide: 5/79.
[694] Mâide: 5/80-81.
[695] Mâide: 5/13. 32.
[696] Nisa: 4/53.
[697] Bk. İsrâ: 17/4-5.
[698] Bk. Mâide: 5/64; Bakara: 2/89-91; 101; Nisa: 4/54; Bakara: 2/75; Nisa: 4/51; Mâide: 5/43; Al-i İmrân: 3/11.
[699] Al-i İmram: 3/113-114.
[700] Mâide: 5/82.
[701] Mâide: 5/41.
[702] Tevbe: 9/32.
[703] Bakara: 2/120.
[704] Mâide: 5/41.
[705] Mümtehine: 60/13.
[706] Bk. Nisa: 4/51: Tefsir için bk. İbn Kesir, Tefsir 1/561-562 (Dimeşk 1992. I-IV).
[707] Bk. Mevdüdi, Tefhîmu'l Kur'an. I-VII İst. 1995. VII/83-84: Burûc: 85/4-8.
[708] Bk Enbiyâ: 21/105: Enfâl: 8/60.
[709] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 113-115.
[710] Bk. Cevat Ali, Tarîhu'l Arap. Vl/586.
[711] Mevdudî, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Pey., 1/577.
[712] Bk. A. Emin, Fecru'l İslâm. s. 26; Hasan İbrahim. Hasan. a.g.e. 1/73: Aydın, Reddiye, s. 20; Smart a.g.e.. s. 476.
[713] Kasas: 28/52-53.
[714] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 115-116.
[715] Bk. İbn İshâk, Sîreti İbn İshâk. Konya 1981. s. 102; İbn Hişâm, a.g.e. 1/237-238.
[716] Bk. Hamidullah. İslâm Pey, 1/617.
[717] Bk. Hamidullah, a.g.e.. 1/47.
[718] Bk. Nahl: 16/103; Taberi, Tefsir, Mısır 1994. XlV/177-180.
[719] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 116-117.
[720] Bk. Hûd: 11/118.
[721] Bk. Yusuf: 12 /103: Yûnus: 10/99 Kasas: 28/56; En’am: 6/35.
[722] Bk. Mâide: 5/82.
[723] Bk. Hamidullah, a.g.e. 1/82-83.
[724] Bk. Kasas: 28/51-54.
[725] Bk. İbn Hişâm. age, 11/32-33.
[726] Bk. Kasâs: 28/55
[727] Nahl: 16/41-42.
[728] Hamidullah, a.g.e., 1/109; Krş, Buhâri, Cihâd ve’s-Siyer, 56/188
[729] Hamidullah, a.g.e, 1/293. 297.
[730] Hamidullah. a.g.e, 1/299.
[731] el. Buhâri, Menâkibu'l-Ensâr, 63/38: Hamidullah, İslam Peygamberi, 1/300.
[732] Rum: 30/1-3.
[733] Ankebüt: 29/46. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 117-118.
[734] Konuyla ilgili bk. Al-i İmrân: 3/31-80; Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadetle İslâm, 11/400; Hamidullah, İslam Peygamberi, 1/618-624.
[735] Al-i İmrân: 3/20.
[736] İbn Kesîr, Sîre, IV/201; Mahmud Esad. İslâm Tarihi, Tar'ih-i Dîni İslâm, s. 767-768. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 118-119.
[737] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 119-120.
[738] Mâide: 5/14.
[739] Bk. Meryem: 19/30; Al-i İmrân: 3/3.
[740] Cin: 72/3.
[741] Meryem: 19/190-193.
[742] En'âm: 6/101.
[743] Ere, Encyclopadeia of Religion of the Bible, 11/31: Dcr. A Dictionary of Rehgion And Ethics. s, 240. 337, 362, 482.
[744] Tümer, Günay, Hiristiyanlıkta ve İslâm'da Hz. Meryem, Ank. 1996, s. 125-126.
[745] Bk. Yûnus: 10/68.
[746] Bk. Kehf: 18/1-5; Krş. Muminûn. 23/91; Enam: 6/100; Tûr: 52/39; Taberi. Tefsir, 1/306-508. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 120-121.
[747] Bk. Mâide: 5/116-117.
[748] Bk. Mâide: 5/72.
[749] Bk. Mâide: 5/73; Bk. Taberi, Tefsir, VI/160: Elmalılı, Tefsir, 111/1614
[750] Al-i İmrârn: 3/79, Krş, Al-i İmrân: 3/61-64; Meryem: 19/30-36.
[751] Diğer ayetler için bk. Nisa: 4/171; Mâide: 5/73; Taberi, Tefsir, VI/73; Razi, Tefsir, XI/116-117.
[752] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 121-122.
[753] Bk. Tevbe: 9/31.
[754] Bk. Hadîd: 57/27.
[755] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 122-123.
[756] Kitab-ı Mukaddes. Matta, XV/24, X/5-6; Resullerin İşleri, 11/2-3.
[757] Kitab-ı Mukaddes, Matta, XXI/45-46.
[758] Hz. Meryem'in Hamileliği ile ilgili bk: Al-i İmrân: 3/45-46.
[759] Tahrim: 66/12; Meryem: 97/14.
[760] Bk. Âlusî. Tefsir, III/60.
[761] Meryem: 19/30-31: Mâide: 5/110.
[762] Zuhruf: 43/49
[763] Mâide: 5/75: Krş. Mâide: 5/46, 110. 113. 114.
[764] Konuyla ilgili bk: Saff: 61/6; Al-i İmrân: 3/81; Wowen Cole with Peggy Mergen Six Religions in the Tıuentieth Century, Eng 1987. s, 35-39.
[765] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 123-124.
[766] Nahl: 16/64.
[767] Bk. Al-i İmrân: 3/48, Mâide: 5/46; Hadid: 57/27. 3/3-7.
[768] Bk. Mâide: 5/14.
[769] Bk. Mâide: 5/47.
[770] Al-i İmran: 3/3.
[771] Bk. Saff: 61/6.
[772] Kitab-ı Mukaddes, Yuhanna, XIV/16.
[773] Mâide: 5/68
[774] Mâide: 5/14.
[775] Mâide: 5/15.
[776] Nisa: 4/171.
[777] Al-i İmrân: 3/78.
[778] Bk. Araf: 7/157; Enam: 6/6. Fetih: 48/29: Al-i İmrân: 3/81.
[779] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 124-126.
[780] Bk. Enfal: 8/73.
[781] Bk. Bakara: 2/105
[782] Bk. Mâide: 5/81.
[783] Bk. Bakara: 2/120
[784] Bakara: 2/145
[785] Bk: Mâide: 5/51
[786] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 126-127.
[787] Bk. Hacc: 22/17.
[788] Bk. Nisa: 4/164; Gurney, Sehveyrr. Readings From Word Religions (Champion M. D. And Doathy) Londan 1952, P. 232-233.
[789] Bk. Hacc: 22/17; Krş. Bakara: 2/62; Mâide: 5/69.
[790] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 127-128.
[791] Daha geniş bilgi için bk; Hamidullah, İslâm Pey.. 2/648; Kaya. Remzi. Kur'ân-ı Kerim'e Göre Ehl-i Kitap ve İslâm, Ank. 1994. 167-170. 132-133. Gündüz. Şinasi, The Origins And Easly Histrary Of the Qur'an And To.The Harranians (Dr. Tzi) 1991 s. 39-45, 93-97; 394-395. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 128.
[792] Bk. Hacc: 22/17; Bakara: 2/17.
[793] Bk. Ebu Yusuf, Kitâb'ul Haraç, s. 140; İmam Şafii, el-Üm, IV/92
[794] Bk. Hamidullah, İslâm Pey, 1/646; Kaya, s. 134-135
[795] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 128-129.
[796] Konfüçyüzçülük, Taoizm, Şintoizm, Eski Türk İnançları, Hinduizm, Caynizm, Sihizm, Bk. Tumer Küçük s. 57-117; Ank. 1993; Hamidullah, İslâm peygamberi 1/649-650.
[797] İzzed Derveze, et-Tefsiru'l Hadis, XI/46 dipnot
[798] İzzed Dedrnveze, age, Xl/45; R. Rıda, Tefsir. X/304.
[799] Bk. R. Rıdâ. Tefsir, III/357.
[800] G. H. Yurdaydın, İslâm Tarihi Dersleri, Arık. 1982. s. 265
[801] Bk. Vityartrıi And Ali Muhammet! İn Persi, Hindou And Buddist Seriptures, New Delhi 1993.
[802] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 129-130.
[803] Bk. Hûd: 11/113; Şûra: 42/8.
[804] İbn Menzûr, XIl/373; ez- Zebîdi, VIlI/383; Seyyid Şerif, s. 96
[805] Seyyid Şerif, a.e.g., s. 96; Elmalılı, Tefsir, 1/322.
[806] Hûd: 11/113
[807] Tevbe: 9/23.
[808] Bk. Nisa: 4/168-169; Enam: 6/47; Hûd: 11/100-102, 117.
[809] Lokman: 31/13: Mâide: 5/72; Bakara: 2/92, 93; Araf: 7/148.
[810] Bakara: 2/114.
[811] Talak: 66/1.
[812] Bakara: 2/103; 217; Al-i İmrân: 3/28, 118, 120; 149-150; Nisa: 4/45, 101, 140; Mâide: 5/57 Hud: 11/113.
[813] Geniş bilgi için bk: Izutsu, Kur'an'da Dini ve Ahlaki Kavramlar, Ter. Selahattin Ayaz, İst. Pınar yayınları, s. 221.
[814] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 130-131.
[815] Bk. Münafikûn: 63/4
[816] Bk. Bakara: 2/1-5
[817] Bk. Bakara: 2/6-7.
[818] Bk. Bakara: 2/8-20
[819] Bk. Nisa: 4/138-142; Mâide: 5/33; Tevbe: 9/64-74; Ahzap: 33/12-18; Hadîd: 57/13-14, Haşr: 59/11; Münafikûn: 63/1-14
[820] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 131-132.
[821] Bk. Râgıb, Müfredat, s. 766; İbn Manzûr.a.g.e. X/357-360; ez- Zebîdi, a.g.e. VII/79; Asım Efendi, Kamus. 111/1021: Sezikli, Ahmet. Hz. Peygamber Devrinde Nifak Haraketleri, s. 7-9. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 133.
[822] Seyyid Şerif, Ta'rifât, İst. 1300, s. 159; ez- Zebidî, age, V1I/79
[823] Bk, Bakara: 2/8; Nisa: 4/142-143; Mâide: 5/41; Al-i İmran: 3/167; Bk..M.E.B, İslâm Ansiklopedisi, VI1I/800
[824] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 133.
[825] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 133.
[826] Bk. Bakara: 2/10, 19; Nisa: 4/143; Mâide: 5/52; Muhammet: 47/29.
[827] Bk. Muhammed: 47/16, 23, 24; Munafikûn: 63/3.
[828] Bk. Bakara: 2/9; Nisa: 4/142; Hûd: 11/5.
[829] Bk. Bakara: 2/10; Mâide: 5/41; Tevbe: 9/74; Nur: 24/19.
[830] Bk. Bakara: 2/11-12; Nisa: 4/83; Tevbe: 9/10;47; Muhammed: 47/22; Münafikûn: 63/7.
[831] Bk. Nisa: 4/66-68; Tevbe: 9/42. 54, 107; Ankebut: 29/10-11; Meün: 107/4-7.
[832] Bk. Fetih: 48/11; Tevbe: 9/58-59; 75-76; Hucurât: 49/14. 16, 17.
[833] Bk. Tevbe: 9/67. 75-78, 63/7; Muhammed: 47/22: Kasas: 28/60. Haşr: 59/11-12
[834] Bk. Tevbe: 9/67, 84; Konuyla ilgili bk: İzutsu, Toshihiko, a.9.e., s. 215-218, Ramazan Altıntaş, Kur'ân'da Hidâyet. İst. 1995. s. 336-341.
[835] Buhâri, İmân. 23; Müslim, İmân, 25.
[836] Buhâri, İmân. 23; Müslim, İmân, 25.
[837] Buhâri, Edep, 52.
[838] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 134-135.
[839] Müddesir: 73/31.
[840] Bk. Razi, Teisir. XXX/207.
[841] Bk. Cânân, İbrahim, Hz. Peygamberin Münafıklara Takip Ettiği Siyaset, Diyanet Der. Ank. 1997, XVl/4 s. 241.
[842] İbn Hişâm, age, Thk Mustafa es-Seğâ, İbrahim el-ebyârî, Abdul Hafız Çalebî (I-IV) Mısır TS. (1-11)/584.
[843] Bk. Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, 1/401.
[844] Yakubî, Ahmedb. Ebû Yakup, Târîhu'l Yakubî, MI. Beyrut 1960, 11/41: Sezikli, s. 31.
[845] Asım Köksal, age, IX/414; Sezikli, a.g.e., 32.
[846] Bk. İbn Hişâm. III/71; Sezikli, a.g.e., 33. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 135-136.
[847] Bk. Sezikli, age, 36; Diğer Rivayetler için bk. Müslim, Cihâd 116; Tecrid X/127.
[848] Bk. Maide: 5/58.
[849] Bk. Taberi, Tefsir, 11/12. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 136-137.
[850] Tevbe: 9/107-108
[851] Vahidi, Esbâbü'n-Nûzûl, s. 149; Abdülfettah e!-Kâdî, Esbâbü'n-Nüzül, Ter. Akdemir, Salih. Ank. 1995, s. 217-218. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 137.
[852] Enfal: 8/49; Taberi, Tefsir, X/20-21
[853] Al-i İmrân: 3/161.
[854] Bk. Asım Köksal, a.g.e. 178-179. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 137-138.
[855] Al-i İmrân: 3/166-167.
[856] Bk. Buhâri. K. Mugazi, B. 17. Müslim, K. Sıfatu'l Münafikun. 7.
[857] Al-i İmrân: 3/122.
[858] Bk. Vâkıdi, Muhammed b. Ömer. (ö.207/822), Kitabu'l Magazi, Thk. Marsden Janes. f-11, Beyrut 1996, 1/317-319: Hamidullah. Hz. Pey. Savaşları, Ter. S. Tuğ s. 93, Sezikli, age, s. 86.
[859] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 138-139.
[860] Nur: 24/63
[861] Ahzap: 33/1012
[862] Ahzap: 33/11-13.
[863] Bk. Ahmet b. Hanbel, Vl/56; Buhâri, K. Magazi, 30.
[864] Geniş bilgi için bk: Sezikli. a.g.e, 97-105; Kahraman, Fikret, Münafıklığın İtikâdi Boyutu ve İslami Tebliğe Etkisi, s. 111-110. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 139.
[865] Bu kazaya Mureysî ismi de verilir. Bk. İbn Hişâm. Siret, 111/302; Sezikli. age, s. 109.
[866] İbn Hişâm. Siret, 111/305. 309; Taberi. Tefsir, XXVI1I/110
[867] Bk. Münafikun: 63/8; İbn Hişâm. Sirel, 111/304. Elmalılı, Tefsir. V1I/4494.
[868] Bk. Münafikûn: 63/1-5; İbn Hişâm III/305; Elmalılı, Tefsir, VIII/4494. Taberi, Tefsir, XXV11I/106-107 Sezikli, age, s. 115-117
[869] Konuyla ilgili bk: Buhâri, Şahadet, B. 15; Magazi B. 34; Hanbel. IV/19; Ersöz, İsmet, Kur'ân'da İlk Olayı, Diyanet Der. 1988, 24/1, s. 47-55.
[870] Bk. Ersöz a.g.mkl, s. 33.
[871] Nûr: 24/11-12.
[872] Bk. Nûr: 24/4.
[873] Bk; Hucûrât: 49/6.
[874] Kurtubî, Tefsir, XII/202.
[875] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 139-141.
[876] Bk. İbn Hişâmi Sîre. III/162; Taberi, Târih, III/103.
[877] Bk. Tevbe: 9/34-41.
[878] Bk: Tevbe: 9/81.
[879] Tevbe: 9/43.
[880] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 141-142.
[881] Sezikli. a.g.e., s. 167.
[882] Ahmed b. Hanbel, 11/18; İbn Mâce. Cenâiz, B. 31; Sezikli. a.g.e.. s. 197.
[883] Ahmed b. Hanbel. 11/18; Tevbe: 9/84; Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi. 1/407.
[884] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 142-143.
[885] Bk. Bakara: 2/8, 14; Nisa: 4/60, 81; Mâide: 5/6; Tevbe: 9/56. 62; Bakara: 2/206; Münafikûn: 63/5-6; Enfâl: 8/20-24; Tevbe: 9/127.
[886] Bk. Tevbe: 9/74; Münafikûn: 63/8; Muhammed: 47/16; Al-i İmrân: 3/161;Tevbe: 9/161; 91, 63; Mücâdele: 58/8
[887] Tevbe: 9/124. Krş, Tevbe: 125.
[888] Bk- Muhammed: 47/27.
[889] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 143-144.
[890] Enbiyâ: 21/107; Tevbe: 9/128.
[891] Bk. Al-i İrnrân: 3/159.
[892] Hamidullah, İslâm Peygamberi, İst. 1993, 11/1041. No: 1824.
[893] Bk. Hamidullah. İslâm Peygamberi, 11/1030.
[894] Bk. Bakara: 2/256.
[895] Bk. Mâide: 5/42. Krş, Nisa: 4/48
[896] Bk. Fatiha:1/1; Hucûrat: 49/13
[897] Bk. Hamidullah, İslâm Peygamberi, II/1030-1042
[898] Bk. Enfâl: 8/60.
[899] Bk. Al-i İmrân: 3/159; Mâide: 5/32.
[900] Bk. Nisa: 4/145.
[901] Bk. Buhâri, K. Magazin, B. 16.
[902] Bk. Müslim, K. Eziciye, 5; Müsned. IV/308; Sezikli. a.g.e., 179
[903] Bk. Al-i İmrân: 3/166-167; Tevbe: 9/17; Sezikli, a.g.e., 180
[904] Bk. Münafıkûn: 63/18: Tevbe: 9/47
[905] Buhâri, K. Menâkıp, B. 8: Müslim. Birr. 63
[906] Ahzap: 33/60
[907] Bk. Tevbe: 9/42-49, 63-64
[908] Konuyla ilgi geniş bilgi için bk. İbn Hişâm, Siret. 111/305: Asım Köksal, a.g.e V/83; Algül. age, 11/43-45
[909] Bk, Zemahşeri, Tefsir, III/55
[910] Bk. Hucûrât: 49/6; Bk. Sezikli. a.g.e. s. 200-201
[911] Bk. Buhâri, K. Salâh, 46; Müslim. Mescid, 263; İbn Hanbel. Müsned, V/449. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 144-147.
[912] Münafıkûn: 63/4
[913] Bakara: 2/204
[914] Nisa: 4/138-139
[915] Nisa: 4/144
[916] Tevbe: 9/67
[917] Mücâdele: 58/14
[918] Bk. Mâide: 5/82
[919] Münafikûn: 63/4
[920] Bakara: 2/204.
[921] Mucemu'l Vasît. İst. 1992. (1-11) s. 821
[922] Hucurat: 49/6.
[923] Bk. Hucurat: 49/12
[924] Bk. Tahrim: 66/8; Tevbe: 9/73
[925] Bk. Tevbe: 9/107-108
[926] Bk. Nisa: 4/81, 85; Tevbe: 9/95-96
[927] Bk. Ahzap: 33/1-3. 48
[928] Bk. Tevbe: 9/84
[929] Bk. Mâide: 5/1
[930] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 147-150.
[931] Bkz. Araf: 7/59: Mümin: 23/32: Hûd: 11/3
[932] Bkz. Araf: 7/65: Hûd: 11/50
[933] Bkz. Zuhruf: 43/26-27; Meryem: 19/48-49
[934] Bkz. Araf: 7/73; Hûd: 11/61
[935] Bkz. Tâhâ: 20/14; Meryem: 19/36
[936] Araf: 7/158; Krş., Ra'd: 13/36: Neml: 27/91; Zümer: 43/11
[937] Rum: 30/30
[938] Ahzap: 33/62.
[939] Bkz. Fatiha: 1/1-6; İhlas: 112/14
[940] Tevhid'in kelimesinin anlamı için Bk. Külliyâtı Ebü'l-Bakâ, s. 371
[941] Daha geniş bilgi için bk. Ahmet Behçet, Allah fi'l Akidet'i- İslâmiyye, Kahire, T.S
[942] Bk. Âl-i İmrân: 3/64
[943] Yûnus: 10/101
[944] Ankebut: 29/44
[945] Ankebut: 29/61; Kasas: 78/71-72
[946] Fussıtet: 41/37; Ra'd: 13/3.; En'âm: 6/95; Bakara: 2/28- Zümer: 43/21
[947] Bakara: 2/29; Al-i İmrân: 3/191; Araf: 7/12, 181.
[948] Tâhâ: 20/80, 104
[949] Bkz. Ulutürk, Veli, Kur'ân-ı Kerim Allah'ı Nasıl Tanıtıyor, İzmir 1994, s. 182-183
[950] Saffat: 37/35; Muhammed: 47/19
[951] Bakara: 2/225; Al-i İmrân: 3/2; En'âm: 6/102
[952] İhlas: 112/1
[953] Enam: 6/19; Nahl: 16/22; Enbiyâ: 21/108; Hacc: 22/34.
[954] Bakara: 2/163; Nahl: 16/2.
[955] Bkz: Vahidî age, s. 263; Zemahşerî, Tefsir, IV/298
[956] İhlas: 112/1-4.
[957] Bk. Hadîd: 57/3.
[958] Alusî, Tefsir, XXVII/166; Elmalılı, Tefsir, VII/4731
[959] Bkz.; Al-i İmran: 3/18; Konuyla İlgili bk. Muhammed Halil Horas, Dâvetü'l Tevhîd, Mısır ts. s. 45.
[960] Bk. Nisa: 4/07; 101; En"âm: 6/19, 102; Tevbe: 9/31; Ra'd: 13/16, 30; Nahl: 16/22,51; İsrâ: 17/42-43.
[961] Bk. Bakara: 2/235; Allah'ın varlığı ve birliği ile ilgili bkz: Abdülkâdir el-Bağdâdî. Usûlu'd-Din, İst. 1988 s. 89-92; Muhammed b, B-Maturidî. Kitâbu'l-Tevhîd, İst 1979. s. 19-27; Râzî, Esâsu't-Takdh. Thk. Hicazı. Kâhira 1976. s. 262-270; Muhammed Abduh, Tevhid Risalesi. Ter. Sabri Hizmetli; Ank 1986. s. 73-80. Mevdudi, Kuran a Göre Dört Terim, Ter. Osman Cilalı-İsmail Kaya. İst 1991. s. 24-30.
[962] Saffât: 37/35; Muhammed: 47/19.
[963] Bakara: 2/225: Al-i İmrân: 3/2. 19; En'âm: 6/102.
[964] Bk. İbnu'l Kelbî, Kitâhu'l-Esnâm, s. 23; İbn-i Hişâm, Siret,1/88
[965] Sâd: 38/5.
[966] Geniş bilgi için bkz: Bechingham, C.F. Religions in The Middle East Three Religions in Concard And Conflict. London 1976, II/5
[967] Bkz. Hadîd: 57/27: Bk. İbn-i Kesîr, Siretü'n Nabeviyye, 1/286
[968] Bk. Mâide: 5/63; Tirmizi, Tefsir, 9/10; Zemahşarî. Tefsir, 11/185
[969] Tevbe: 9/34
[970] Bakara: 2/256 Krş. Bakara: 2/257: Nisa: 4/51. 60. 76: En'âm: 5/60: Nahl: 16/36; Zümer: 39/17-18.
[971] Nisa: 4/51. Bk. Taberi. Tefsir, V/79
[972] Mâide: 5/60
[973] Bk. Maide: 5/60; Nahl: 16/36; Zümer: 39/17-18
[974] Bk- Bakara: 2/256-257
[975] Mehmet Kubat. Kur'ân'da Tevhîd, İst 1994, s. 149-161
[976] Râzi, Tefsir. IV/204-205
[977] Bk, Fatiha: 1/1-5. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 153-158.
[978] Sâbûnî. Ahkâm Tefsiri, Ter, Mazhar Taşkesinlioğlu. İst. TS. 1/16
[979] Bkz. Râzî, Tefsir. 1/228-229; Muhammed Mahmud Hicazı. Tefsiru'l Vadib, Heyet ter. 1/16; Cantay, Kur'an-ı Hakim ve Meali. Kerim, 1/11
[980] Fatiha: 1/2
[981] İsrâ: 17/44
[982] Geniş bilgi için bk. Râzi, Tefsir, 1/179-181
[983] Bk. Râzî. Tefsir, 1/180-188
[984] Bk. Bakara: 2/131; Mâide: 5/28; Yüksel, Nevzat, a.g.e. s. 55
[985] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 158-160.
[986] Seyyid Şerif. Cürcânî, Ta'rifat, s. 74
[987] Bk. Centay. Hasan Basri. a.g.e. İst. 1993
[988] Enam: 6/12
[989] Araf: 7/156
[990] Zümer: 39/53
[991] En'âm: 6/1-11
[992] Bk. Elmalılı, M. Hamdi, Hak Dini Kuran Dili (Heyet), İst. 1994. III/393-394
[993] Müslim, Tevbe, 14-16 (IV/2107-2108).
[994] Bk. Râzî, Tefsir. III/165.; Ter. II/341, Heyet Ank. 1940
[995] Araf: 7/156
[996] Daha geniş bilgi için bk. Râzi. Tefsir. XV/20-21
[997] Bk. Hûd: 11/28, 63. 73: Yusuf, 12/53; Enbiya: 21/75, 84, 86; Meryem: 19/2, 21. 50, 53
[998] Nisa: 4/113
[999] Nûr: 24/14: Krş. Nur: 24/10
[1000] Zümer: 39/53
[1001] Muhyiddin-i Nevevi, Ter. Kıvamuddin Burslan, H. Hüsnü Erdem, Riyazü's-Salihin ve Tercemesi, Ank. 1995 1/122
[1002] Furkan: 25/70. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 160-162.
[1003] Bakara: 2/177. Krş. İnsan:76/8
[1004] Bakara: 2/195
[1005] Bakara: 2/222
[1006] Al-i İmrân: 3/76
[1007] Al-i İmrân: 3/134
[1008] Al-i İmrân: 3/159
[1009] Mâide: 5/42; Tevbe. 9/4
[1010] Mâide: 5/93
[1011] En'am: 6/4.
[1012] Bakara: 2/222
[1013] Al-i İmrân: 3/134-136
[1014] Al-i İmrân: 3/31
[1015] Bk. İsra: 17/16-17. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 163-164.
[1016] Ai-i İmrân: 3/150
[1017] Enfal: 8/40; Hacc: 22/78
[1018] Bk. Lokman: 31/27
[1019] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 164.
[1020] Bkz. Tevbe: 9/61; 128; Enbiyâ: 21/107; Kasas: 28/146; Duhân: 44/6
[1021] Bk. Furkân: 25/51; Sebe: 34/28; Cuma: 62/3
[1022] Fâtır: 35/18-24
[1023] Bk. Tevbe: 9/61. 128; Enbiyâ: 21/107; Kasas: 28/46, Duhân: 44/6
[1024] Bk. Tevbe: 9/128
[1025] Bk. Bakara: 2/2. 185; Al-i İmrân: 3/138; Araf: 7/52, 203; Yûnus: 10/57; Yusuf: 12/111.
[1026] Bk. Bakara: 2/1485; Al-i İmrân: 3/4: Nahl: 16/64; Furkân: 25/1; Beyine: 98/3.
[1027] Al-i İmrân: 3/58; Yûnus: 10/1; Râd: 13/37; Lokman: 31/2; Al-i İmrân: 3/2; Zuhruf: 43/4.
[1028] İsra: 17/9. Enbiyâ: 21/106; Zuhruf: 43/43
[1029] İsra: 17/9-10
[1030] Bk. Araf: 7/203: Yûnus: 10/57. 58; Yusuf: 12/111; Nahl: 16/64. 89; İsrâ: 17/82. Neml: 27/77.
[1031] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 164-166.
[1032] Râd: 13/32
[1033] Kehf: 18/58
[1034] Bakara: 2/63-64
[1035] Al-i İmrân: 3/178
[1036] Hicr: 15/3
[1037] Meryem: 19/75
[1038] Meryem: 19/84
[1039] Diğer âyetler için bk. En'âm: 6/44; Araf: 7/182, 183, 186;Yusuf: 10/11; Hûd: 11/8. Enbiyâ: 21/39, 40: Lokman: 31/34; Şuarâ: 42/21
[1040] Mürselât: 77/46
[1041] Tank: 86/17
[1042] Yasin: 36/65
[1043] Tâhâ: 20/126
[1044] Bk. Fil: 103/1-5.
[1045] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 166-168.
[1046] Bk. Zâriyât: 51/56
[1047] Nisa: 4/48
[1048] Şuarâ: 42/8,Krş., Hûd: 11/118
[1049] Şuarâ: 42/44
[1050] Ahzap: 33/64-65
[1051] Tevbe: 9/74
[1052] Hacc: 22/40
[1053] Hacc: 22/77-78
[1054] Al-i İmrân: 3/68
[1055] Enfal: 8/40.
[1056] Muhammed: 47/11
[1057] Al-i İmrân: 3/149-150
[1058] Hud: 11/90; Krş. Burûc: 85/15
[1059] Al-i İmrân: 3/110
[1060] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 168-170.
[1061] Tin: 95/4
[1062] Araf: 7/179
[1063] Bakara: 2/257
[1064] Ahzap: 33/41-43
[1065] Geniş bilgi için bk: Râzi. Tefsir. V/18-22; Elmalılı, Tefsir, 11/174-175
[1066] Al-i İmrân: 3/103. Râzi, V/434
[1067] Bk. Araf: 7/72; Hûd: 11/58, 66. 94.
[1068] Tevbe: 9/20-21; Krş: Câsiye: 45/30; Hadîd: 57/28
[1069] Bk. Mâide: 5/82.
[1070] Bk. Mümtehine: 60/1, 7-8
[1071] Bk. Nahl: 16/125; Ankebut: 29/46
[1072] Bk. Al-i İmrân: 3/28. 118
[1073] Al-i İmrân: 3/160
[1074] Rum: 30/47
[1075] Geniş bilgi için bk. Taberi, Tefsir, XXI/53; Râzi, Tefsir. XXV/132; İbn-i Kesir. Tefsir, VI/328.
[1076] Diğer âyetler için bk: Bakara: 2/257; Al-i İmrân: 3/139: Enam: 6/127; Tevbe: 9/40; Câsiye: 45/19
[1077] Müfessirlerin görüşlariyle ilgili geniş bilgi için bk. Taberi, Tefsir. XXl/53; Râzî, Tefsir, XXV/132; İbn-i Kesîr, VI/138
[1078] Bk. Bakara: 2/186
[1079] Râzi, Tefsir, XXV/132
[1080] Muhammed: 47/11. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 171-174.
[1081] Bk. Hacc: 22/78
[1082] Bk- Al-i İmrân: 3/19. 85: Krş. Mâide: 5/3
[1083] Al-i İmrân: 3/102
[1084] Mü'min: 40/51
[1085] Tâhâ: 20/112
[1086] Kehf: 18/107-108
[1087] Zuhruf: 43/68-69
[1088] Câsiye: 45/30
[1089] Zümer: 39/73
[1090] Furkân: 25/14
[1091] Fecr: 89/27-30
[1092] Bk. Mâide: 5/9
[1093] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 174-175.
[1094] Bk. Nisa: 4/164-165
[1095] İsrâ: 17/15
[1096] Şuarâ: 26/108-109
[1097] Kasas: 28/59
[1098] Tâhâ: 20/134
[1099] Bk. İsrâ: 17/15-16
[1100] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 175-177.
[1101] Fatiha: 1/2
[1102] Enbiyâ: 21/107
[1103] Bk. Cin: 72/1-5
[1104] Bk. Ahzap: 23/40. 163 Kasas: 28/46
[1105] Sebe: 34/28; Krş. Furkân: 25/51-52; Râd: 13/7. Cuma: 62/3. Duhân: 44/5-6.
[1106] Tevbe: 9/123-129
[1107] Tevbe: 9/128-129.
[1108] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 177-178.
[1109] Konuyla ilgili bk. İbnu'l Kelbî, Kitâbul Esnam, Thk Ahmet Zeki Paşa, Ank. 1969. s. 7: Vakubî Tarihu'l Yakubî, Beyrut 1960, 1/254: Cevat Ali, Tarthu'l Arap, Beyrut 1970, 11/252
[1110] Bk 6 Râzi Tefsir. XXII/231; Elmalılı. Tefsir. V/467: Cantay, a.g.e. II/263 5.dipnot; Mevdudî, Tefhimul Kur'an, 111/336. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 178-179.
[1111] Mesûdî. Murûcü'z-Zehep ve Me'âdinü'l-Cevher, Mısır 1983, 11/126
[1112] Zümer: 39/4. Bk. Mesûdî, 11/126-127
[1113] Mâide: 5/15
[1114] Bk Tevbe:9/31
[1115] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 179-180.
[1116] Tevbe: 9/30
[1117] Geniş bilgi için bk. Vajda A. Georges, İbn Teymiyye, c. 49. Paris 1979, s. 6112. Kitab-ı Mukaddes, Ezra 7/6
[1118] Bk. Cuma: 62/6-7; Al-i İmrân: 3/181
[1119] Bakara: 2/245; Al-i İmrân: 3/181; Bk. Kurtubî, Tefsir, IV/294; İbn Kesir. 0/253.
[1120] Tevbe: 9/31
[1121] Kitab-ı Mukatdes, Sayılar. 12/7-8
[1122] Al-i İmrân: 3/187; Nisa: 4/44; Bk. Taberi, Tefsir, IV/203; Râzî, Tefsir. IX/129.
[1123] Bk. Nisa: 4/46; Krş. Al-i İmrân: 3/13; Razi Xl/232-233; Elmalılı, Tefsir, 1/453. (Eski baskı).
[1124] Bk. Kitab-ı Mukaddes 11/Samual, 3/17-18; 5/17; 6/16; 12/7; 11/1-5.
[1125] Al-i İmrân: 3/81; Araf: 7/157; Fetih. 48/29.
[1126] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 180-181.
[1127] Bk. Kitab-ı Mukaddes, Matta, 28/19; Şehristanî, el-Milel ve'n-Nihâl, Beyrut 1975, 1/221.
[1128] Bk. Matta 3/17 Yuhanna 1/18; 3/16. Bk. Tümer, Küçük, a.g.e. s. 151
[1129] Mâide: 5/116; Krş, Mâide: 5/73
[1130] Mâide: 5/117
[1131] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 181.
[1132] Mâide: 5/42: Krş, Mâide: 5/49
[1133] Anayasa Metinleri için bk. Hamidullah. Vesdiku's-Siyosiyye, s. 59-63; İslâm Pey, 1/202-210; Servet Armağan. İslâm Hukukunda Temel Hak ve Hürriyetler, Ank. 1992, s- 210
[1134] Toplu Olarak bk. Armağan, a.g.e. s. 210-240
[1135] Enfal: 8/33
[1136] Râzî. Tefsir, XV/158
[1137] Müslim, Birr. 95. (IV/2010)
[1138] Bk. Müslim, Birr, 78.
[1139] Bk. Taberi, Tefsir, XXI/147; Râzi. Tefsir, XXV/59-60
[1140] Elmalılı, Tefsir, IV/221
[1141] Nisa: 4/147
[1142] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 181-184.
[1143] Mâide: 5/55-2.
[1144] Nisa: 4/69
[1145] Al-i İmrân: 3/164
[1146] Tevbe: 9/128
[1147] Tevbe: 9/16
[1148] el-Mu 'cemu’1 Vasîd. Heyet İst. 1992, s. 598
[1149] el-Vasid, s. 166; el-Mu'cemu'l Arabi'l-Esâsî, s. 307
[1150] Nahl: 16/37
[1151] Hacc: 22/65; Krş. Bakara: 2/143
[1152] Bk. el-Vasid, s. 319; Elmalılı, Tefsir, IV/433-434
[1153] el-Vasıd, s. 335; Elmalılı, Tefsir, IV/433-434
[1154] Tefsirleri için, bk- Taberi, Tefsir, X!/76-77; İbn-i Kesîr, Tefsir, IV/177-179.; Elmalılı, Tefsir. 10/433-434
[1155] Bk. Tâhâ: 20/112; Enbiyâ: 21/101-103; Furkân: 25/24; Rum: 30/14-16: Yasin: 36/55; 39/73; Mümin, 40/51; Zuhruf: 43/68-73. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 184-186.
[1156] Bk. Bakara: 2/555; Yûnus: 10/3; Meryem: 19/85-87
[1157] Hûd: 11/103
[1158] İsrâ: 17/19-80
[1159] Sebe: 34/33
[1160] Necm: 53/26; Krş. 21/28
[1161] Tâhâ: 20/109
[1162] Cânân. İbrahim, Hadis Külliyâtı Kütüb-i Sitte Muhtasar Terceme ve Şerhf, Ank. 1995. XVll/607 No: 1341
[1163] Tirmîzi. Keramet, 12 (2437); Cânân, a.g.e, 13/82
[1164] Buhâri, Salât, 56; Müslim, Mesâcid. 3; Nesâî. Gusl, 26
[1165] Bk. Buhâri, Tevhid, 36; Müslim, İmân, 322
[1166] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 186-188.
[1167] Ankebut: 29/2.
[1168] Ankebut: 29/2, 4.
[1169] Araf: 7/172.
[1170] Yasin: 36/60-61.
[1171] Nahl: 16/90-91
[1172] Bk. Bakara: 2/128, 131-132; Nahl: 16/120; Meryem:19/41; Saffat: 37/60, 101-107
[1173] Bk. Bakara: 2/133
[1174] Bk. Al-i İmrân: 3/52-53; Mâide: 5/111-112; Saf: 61/14
[1175] Hacc: 22/78.
[1176] Bakara: 2/143; Krş. Bakara: 2/128, 134. 141.
[1177] Enbiyâ: 21/92
[1178] Mâide: 5/55-56
[1179] Bk. Mâide: 5/55-56: Bakara: 2/112
[1180] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 188-190.
[1181] Al-i İmrân: 3/20
[1182] Bk. Râzi, Tefsir, VIII/18. 20. Elmalılı. Tefsir, 11/342-343
[1183] Al-i İmrân: 3/31-32
[1184] Kehf: 18/110
[1185] Bk. Bakara: 2/286; Elmalılı. Tefsir, 11/343
[1186] Enfal: 8/24; Bk. İbn-i Kesir, Tefsir, (1-4) 11/333
[1187] Enfal: 8/37; Bk. İbn-i Kesir, Tefsir, 11/333
[1188] Taberi, Tefsir, XXVII/II4-115
[1189] Bk. Elmalılı, Tefsir, IV/217
[1190] Râzî, Tefsir, XV/151
[1191] Bk. Enfal: 8/46, Tefsirleri için bk. Taberi, Tefsir, IX/221-223; Râzi Tefsir, XV/172; Elmalılı, Tefsir, IV/2391
[1192] Bk. Ahmed b.Hanbel, Müsned, V/252.
[1193] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 190-192.
[1194] Nur: 25/51
[1195] Bk. Müminûn: 23/59: Furkân: 25/68; Krş. Nisa: 4/48, 116; Şuarâ: 26/213; Kasas: 28/88
[1196] Enfal: 8/2, 71
[1197] Bk. Tevbe: 9/71; Krş. Nûr: 24/62
[1198] Tevbe: 9/12; Rad: 13/9
[1199] Bk. Nûr: 24/37; Muminûn: 23/60; Krş. Furkân: 25/65
[1200] Bk. Tevbe: 9/71; Mü'minûn: 23/58; Enfal: 8/2-4; Rad: 13/20; Secde: 22/41; Mü’minûn: 23/4
[1201] Bk. Tevbe: 9/12, 71; Râd: 13/19-20; Mu minûn: 23/57, 61
[1202] Bk. Tevbe: 9/12; Şuarâ: 26/37; Furkân: 25/68
[1203] Nûr, 24/37
[1204] Bk. Furkân: 25/63, Şuarâ, 26/38-39
[1205] Bk. Furkân: 25/67, 72
[1206] Bk. Fussilet: 41/34; Mü'minûn: 23/5
[1207] Bk. Al-i İmrân: 3/110; Krş. Araf: 7/181
[1208] Yûnus: 10/14
[1209] Bk. Bakara: 2/112
[1210] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 192-194.
[1211] Bk. İsrâ: 17/23-24
[1212] Tevbe: 9/23; Krş, Tevbe: 9/24
[1213] Hucurât: 49/10. Bk. Abdurrahman Abdulhâlik. el-Vele' ve'l-Berâ; Kuveyt 1988.. s. 11-16
[1214] Tevbe: 9/71
[1215] Hucurât: 49/11
[1216] Mâide, 5/56
[1217] Al-i İmrân: 3/103
[1218] Razi, Tefsir, XXVIII/129-130; Elmalılı Tefsir, VI/4464
[1219] Meudûdî, Tefhimu'l-Kur'ân, V/447
[1220] Bk. Hucurât: 49/11-12.
[1221] Haşr: 59/9
[1222] Bk- Sahih-i Buhâri, Tecridi Sarih Tercemesi, X/15-17 No 1327
[1223] Razi, Tefsir, VIII/174-175: İsmail Hakkı Bursavî, Ruhul-Beyan, ter. 11/30-31
[1224] Enfal: 8/63
[1225] Taberi. Tefsir, IV/30-32; Râzî, Tefsir, VIII/173-175; Elmalılı, Tefsir, 11/1155-1156. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 194-196.
[1226] Timizi, Fedâilul Kur'ân, 14. (V/172)
[1227] Bk Rum: 30/30. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 196-197.
[1228] Buhâri, Nikah, 45, Edep, 57; 58, Ferâiz. 2, Müslim. Birr. 28-34; Ebû Dâvud. Edep 40; Tirmizi, Birr,18, Krş. Hucurât: 49/12
[1229] Buhâri, Cenâiz, 2: Müslim, Selam. 4: Ebû Dâvud. Edep, 98
[1230] Buhâri. Edep 27; Müslim. Birr. 66: (2586); Cânân. a.g.e. 10/133
[1231] Tirmîzi, Birr, 60; Krş. Şuarâ: 26/40. 238
[1232] Müslim. Birr, 37. (2566
[1233] Tirmîzi. Zühâ. 53: (2391); Cânân, a.g.e. 10/139.
[1234] Ebû Dâvud, Sünnet, 3, (4599).
[1235] Yûnus: 10/62; Ebû Dâvud, Büyü, 78, (3527); Cânân, age, 10/142.
[1236] Bk. Buhâri, Tevhid, 33; Edeb. 41; Müslim, Birr, 157.
[1237] Buhâri, Edep, 96; Müslim, Birr. 165; Cânân, age, 10/144
[1238] Ebû Dâvud. Edep, 46, (4893);Tirmizi, Hudûd, 3, (1426); Cânân, a.g.e., 10/147; Bak. Benzer bir hadis için: Müslim. Zikr, 38/2699) Tirmizi, Hudûd, 3, (1425); Cânân. age, 10/149
[1239] Tirmîzi. Birr, 17, 18, (1927, 1928); Müslim, İmâm, 95
[1240] Cânân, a.g.e, 10/138.
[1241] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 197-200.
[1242] Mümtehine: 60/1.
[1243] Bk. Al-i İmrân: 3/110
[1244] Bk. Bakara: 2/257; Gâsiye: 88/21-22
[1245] Mâide: 5/2
[1246] Bk. Al-i İmrân: 3/28; Nisa: 4/76, 89; 139; Mâide: 5/51:81; Araf: 7/3. 27. 30; Tevbe: 9/23. 71
[1247] Bk. Nahl: 16/125; Ankebut: 29/46
[1248] Bk. Tâhâ: 20/44
[1249] Bk. Enfal: 8/60. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 200-201.
[1250] Mümtehine: 60/1
[1251] Vahidî. Esbâbü'n-Nüzûl. s. 239-240
[1252] Mümtehine: 60/2
[1253] Mâide: 5/82
[1254] Geniş bilgi için bk: Abdü’l-Halik, a.g.e,s.56. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 201-202.
[1255] Bk. Kitab-ı Mukaddes, Tesniye, 11/23-24 s. 189; Tesniye, 7/22-24, s. 185; Mezmurlar. 2/8-9; s. 340; Krş. Nisa: 4/92.
[1256] Al-i İmran: 3/113-115; Kasas: 28/54
[1257] Nisa: 4/92
[1258] Mâide: 5/51; Bk. Abdurrahman Abdulhâlık, a.g.e. s. 57; Sait el-Kahtânî. İslâm'a Göre Dost ve Düşman. Ter. Harun Ünal, 11/52
[1259] Bakara: 2/120
[1260] Al-i İmrân: 3/28
[1261] Mâide: 5/57; Diğer ayetler için bk: Al-i İmrân: 3/118; Mâide: 5/81; Araf: 7/3; Hûd: 11/20. 113
[1262] Mücadele: 58/22
[1263] Bk. Araf: 7/30; Kehf: 18/50; Hadid: 57/20
[1264] Bk. Nisa: 4/89, 139-144
[1265] Geniş bilgi için bk: Abdurrahman Abdulhâlik, a.g.e, s. 53-78: Kahtânî. a.g.e, 11/150-151; Al-i Rızâ En-Nahvi. Müslümanların Kaynaşması , Ter., M. Yolcu, İst. 1987. S- 87-127.
[1266] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 202-205.
[1267] Bk. Hûd: 11/118
[1268] Bk. Al-i Îmrân: 3/31-32; Geniş bilgi için bk. İslâm'ın Mesajı. Abdurrazzek Abdurrahman es-Sâdi, Ter. Ali Serter. I. Din Şurası Tebliğ ve Müzakereleri, 1993. 1/811-82.
[1269] Bk. Hacc: 22/17
[1270] İbnü'l Kelbî, Kitabül Esnam, Thk. Ahmet Zeki Paşa, Ank. 1969, s. 32-33. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 209-210.
[1271] Bk. s. 81
[1272] Bk. Külliyattı Ebu'l Baka. s. 216
[1273] Bk. Ankebut: 29/61, 63; Müminün: 23/84-89; Lokman: 31/63
[1274] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 210.
[1275] Bk. Müddesir: 74/38: Hûd: 11/118; İsra: 17/70 Bk. Ahmet Özel. İslâm Hukukunda Milletler Arası Münasebetler Ve Ülke Kavramı, İst. 1982 s. 29.
[1276] Bk. Bakara: 2/256; Kehf: 18/29; Hamidullah, Introduction To The İslâm, s. 235.
[1277] Bk. Ebü Yusuf, Kitâbu'l Haraç, s. 135; Hamidullah, a.g.e.. s. 423
[1278] Bk. Mâide: 5/1; Nahl: 16/92, 94; İsrâ: 17/34
[1279] En'âm: 6/108.
[1280] Kafirûn: 109/1-6
[1281] Zümer: 39/65
[1282] Bk. Buhâri, İlim. 71, Meğazî, 60, Edep, 80; Müslim, Cihad. 3; Ali Kapar, a.g.e.. s.
168-169.
[1283] Hamidullah, Vesâikus-Siyâsiyye, s. 59-63
[1284] Bk. Enam: 6/100; Rum: 30/28-29. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 210-211.
[1285] Enam: 6/138-139, 143-144
[1286] Kehf: 18/5, 102
[1287] Nisa: 4/36, 48, 116; En’âm: 6/151; İsrâ: 17/23. 39
[1288] En’âm, 6/26, 116-117; Enbiyâ: 21/2-6; Furkân: 25/4-5, 34;Sebe: 34/ 43. 46.
[1289] Bk. Mü’münün: 23/109-111, Sâd: 38/62-63.
[1290] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 211-212.
[1291] Ayetlerle ilili bk: Bakara: 2/256-257; Nisa: 4/51;60, 76; Mâide: 5/60; Nahl: 16/36 Zümer: 39/12.
[1292] Bk. Dinleriyle ilgili bk. Hamidullah. İslâm Pey., 1/649; A. H. Vidyarthi And V. Ali, Muhammed in Porsi, Hindoo And Buddhist Scriptures, New Delhi 1983: İzzeti. Ebu'l-Fazl, İslâm'ın Yayılış Tarihine Giriş, İst. 1984, Ter. Cahit Koytak, s. 282; Abdurraşid İbrahim, 20. Asrm Başlarında Çin ve Hindistan'da İslamiyet, Ter Mehmet Paksu, İst. 1987, s. 125 ve 334; Tumer, Küçük, s. 57-117
[1293] Konuyla ilgili bk. Hamidullah, İslâm Pey, 1/640; Yurdaydın, G. H., İslâm Tarihi Dersleri, Ankara 1982. s. 265
[1294] Bk. Mâide: 5/82; Bakara: 2/105; En'âm: 6/106; Tevbe: 9/7-8; Yûnus: 10/12; İsrâ: 17/73-75; Kasas: 28/87; Mümtehine: 60/1-2, 6-9
[1295] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 212-214.
[1296] Bk. Bakara: 2/122; Duhan: 44/32
[1297] Bk. Araf: 7/160-161; Yûnus: 10/93; Tâhâ: 20/80; Duhan: 44/32; Bakara: 2/49-60
[1298] Konuyla ilgili bk. Kesânî, Bedaius-Sanai, VI/280; VII/100
[1299] Mâide: 5/8; Hz. Peygamberin uygulayıcıyla İlgili bk.; Hamidillah, İslâm Pey., 1/208
[1300] Hamidullah, Vesaik, s. 59; İslam Pey, 1/208
[1301] İslâm'a göre Gayr-i Müslimlerden askerliğe karşı cizye alınır. Müslümanlar ise askerliğin
yanında zekat ve sadaka vermekle görevli bulunmaktadırlar
[1302] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 214-215.
[1303] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 215.
[1304] Kitab-ı Mukaddes, Tesniye, 17/12, 18, s. 194
[1305] Kitab-ı Mukaddes, Tesniye 18/3-5 s. 195 Diğer Cümleler için bk. Sayılar, 5/8-10: 1. Samlier 2/13-16; Harun Yahya, Yahudilik ve Masonluk, s. 18
[1306] Tevbe: 9/31
[1307] Tevbe: 9/34
[1308] Bk. Tirmîzî, Tefsir, 9/10: Zemahşerî, Keşşaf, 11/185; İbn-i Kesir, Tefsir. IV/77: Elmalılı. Tefsir, lV/2512
[1309] Bk. Al-i İmran: 3/75: Nisa: 4/161; Tevbe: 9/34
[1310] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 216-217.
[1311] Daha geniş bilgi için bk: Mâide: 5/68
[1312] Bk. Kurân-ı Kerim, Mâide 5/45
[1313] Kitab-ı Mukaddes, Tesniye. 7/1-2, s. 184
[1314] Kiteb-i Mukaddes. Tesniye, 23/42-43, s. 212
[1315] Kiteb-ı Mukaddes, Mezmurlar, 110/5-6, s. 608
[1316] Bk. Kitab-ı Mukaddes, Yeremya, 51/19-23
[1317] Kitab-ı Mukaddes. Tesniye, 20/10-17 Bk. Birinci Bolüm s. 7-9
[1318] Kitab-ı Mukaddes, Hazekiel, 23/25, s. 810
[1319] Kitab-ı Mukaddes, II Krallar, 3/19, s. 370.
[1320] Mâide: 5/32
[1321] Bk. En’am: 6/151-152
[1322] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 217-218.
[1323] Kitab-ı Mukaddes, Tekvin, 16/18, s. 13
[1324] Kitab-ı Mukaddes, Cikaş, 23/31, s. 872
[1325] Kitab-ı Mukaddes, Tesniye, 12/29-35.
[1326] Enbiya: 21/105
[1327] Bk. Mecmut-Tefâfir, lV/283. (I-VI) Çağrı Yay. İst. 1979
[1328] Al-i İmran: 3/110
[1329] Bk. Mâide: 5/54
[1330] Bk. Tevbe: 9/32
[1331] Neml: 27/76
[1332] Neml: 27/78
[1333] Bakara: 2/61; Araf: 7/160-162
[1334] Bakara: 2/83, 93, 246; Mâide: 5/12-13; Araf: 7/164, 169
[1335] Mâide: 5/79
[1336] Bk. Mâide: 5/80, 81
[1337] Bakara: 2/75, 79. 95. 174; Al-i İmrân: 3/65, 78, 93; Nisa: 4/46; Mâide: 5/13, 41-43.
[1338] Mâide: 5/13, 32
[1339] Bakara: 2/63. 64, 74; Araf: 7/148
[1340] Mâide: 5/72. 75. 116-117
[1341] Furkân: 26/196-197; Bakara: 2/146; Enam: 6/20
[1342] Mâide: 5/12-13
[1343] Nisa: 4/53
[1344] Mâide: 5/64
[1345] Bakara: 2/96, 4/53
[1346] Bakara: 2/102-103
[1347] Bakara: 2/113. 140; Mâide: 5/18; Enbiyâ: 21/93: Şûra: 42/14.
[1348] Nisa: 4/161.
[1349] Al-i İmrân: 3/181; Mâide: 5/64; Bakara: 2/116; Nisa: 4/30: Mâide: 5/18;Tevbe: 9/30, Meryem:19/88-92
[1350] Bakara: 2/105. 120. 145; Mâide: 5/31, 80, 82: Mümtehine: 60/13
[1351] Enfal: 8/56-57; Tevbe: 9/32 33
[1352] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 218-221.
[1353] Bk. Okiç, Tayyip, Ehli Kitap, Diyanet Der. XV. Ank. 1976, s. 36, Tümer-Küçük, Dinler Tarihi, s. 131
[1354] Geniş bilgi için bk: Gershom G. Scholem, Gizli Yahudi Cemaati Türkiye Dönmeleri, Ter. A. Küçük Ank. Ü. İ. F. Dev. XXX, Ank. 1998. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 221-222.
[1355] Ebû Yusuf, Kitâbul Haraç, s. 135- 136.
[1356] Bk. Çetin, Mustafa,, İslâm ve Milletler Arası Barış, Diyanet Vakfı Der, Ocak 1997, s. 46, s. 16-17
[1357] Al-i İmrân: 3/42, Krş, Nisa: 4/48
[1358] Bk. Yahudi ve Müşrik insanların değerlendirilişi, s. ?
[1359] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 222.
[1360] Bk. Mâide: 5/82
[1361] Bk. Ahmet Celebî, Mukaranatu'l-Edyan, {1-1V}, Mısır 1984. (Mesîhiyye) 11/138; Aydın, Reddiye, s. 114.
[1362] T.G. Djuvara, Türfciyeyi Parçalama Puanlan, ter. Yakup Üstün. Ank. 1993, s. 31-40.
[1363] Bk. Djuvara, a.g.e., s. 43-190
[1364] Bk. İlknur, Polat Haydaroğlu, Osmanlı İmparatorluğun'da Yabancı Okullar ve Misyonerlik Faaliyetleri, Türkiye'de Misyonerlik Faaliyetleri, Ankara 1996, s. 72
[1365] Konuyla ilgi geniş bilgi için bk. Türkiye'de Misyonerlik Faaliyetleri, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları Ank. 1996: Djuvara, Türkiye'yi Parçalama Planları, Ank. 1993. Mehmet Aydın, Misyonerlik Faaliyetlerine karşı Alınabilecek Tetbirler Neler Olabilir? I. Din Şurası Tebliği
[1366] Bk. A. Küçük, Belgeler Işığında Türk-Ermeni, M. s. 259. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 223-224.
[1367] Bk. Mâide: 5/82
[1368] Mâide: 5/83-84
[1369] Bk. Yıldırım, Suat, Mevcut Kaynaklara Göre Hıristiyanlık, Ank. 1988, s. 160-16
[1370] Tevbe: 9/31, 34; Mâide: 5/116.
[1371] Bakara: 2/116; Nisa: 4/171; Al-i İmrân: 3/18; Tevbe: 9/30;Nahl: 16/71.
[1372] Al-i İmrân: 3/61-64, 79-80; Mâide: 5/17, 175; Nisa: 4/171
[1373] Mâide: 5/14; Bakara: 2/105, 120; Mâide: 5/51, 82
[1374] Hamidullah, İslamda Devletler Hukuku, Ter. A. Şener, s. 288.
[1375] Tevbe: 9/34.
[1376] Mâide: 5/14
[1377] T. G. Djuvara a.g.e., s. 10
[1378] Bakara: 2/120.
[1379] Ankebut: 29/46
[1380] Bk. Al-i İrrırân: 3/64
[1381] Al-i İmrân: 3/118.
[1382] Bk. Hacc: 22/17.
[1383] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 224-226.
[1384] Hucurât: 49/13
[1385] Nisa: 4/1.
[1386] Ahmedb. Hanbel, Müsned. V/411
[1387] Bk. Araf: 7/179; Tin: 95/4-5
[1388] Bakara: 2/208
[1389] Bk. Mu'cemu'l-Arabil -Esâsı, s. 637-638
[1390] Hacc: 22/39; Krş. Hacc: 22/40
[1391] Bakara: 2/193.
[1392] Geniş bilgi için bk. Taberi, Tefsir, 11/194; Râzi, Tefsir. V/132.
[1393] Enfal: 8/25. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 226-228.
[1394] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 228-229.
[1395] Mümtehine: 60/8. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 229.
[1396] Bk. Nisa: 4/36
[1397] Lokman: 31/14-15
[1398] Buhâri. Hîbe, H. 2620; Müslim. Zekât, H. 1003- Ünal, a.g.e., 11/107. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 229.
[1399] Mümtehine: 60/9.
[1400] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 229-230.
[1401] Mâide: 5/2.
[1402] AI-i İmrân: 3/64.
[1403] Buharı, İcâre, 3-4; Muhammed b. Sâid el-Kahtânî, İslama Göre Dost ve Düşman Ter H. Ünal, 11/146.
[1404] Bkz. İbn Kesir, es-Siretün-Nebeviyye, Beyrut 1996, 11/320-323; Hamidullah, Vesaik s. 61. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 230-231.
[1405] Bk. Mâide: 5/67.
[1406] Bk. Al-i İmrân: 3/159: Tâhâ: 20/44; Gâşiye: 88/22.
[1407] Tevbe: 9/73. Bk.Abdurrahman Abdulhâlik, el-Veld' Ve'l-Berâ', Kuveyt 1988. s. 65-70.
[1408] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 231.
[1409] Enfal: 8/73
[1410] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 231-232.
[1411] Bk. Said el-Kahtanî, a.g.e. 11/188-196.
[1412] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 232.
[1413] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 232-233.
[1414] Bk. Hucurat: 49/13.
[1415] Bkz. Bozkurt Veysel, Türkiye ue Avrupa Topluluğu. İst. 1992, s. 9-11. M. A. Birand, Türkiye'nin Ortak Pezar Mecarası. İst. 1990. A. K. Kordüz, AT Başka Şey, AET Başka Şey, Sabah Gazetesi İst. 30 Ekim 1989. Bozkurt a.g.e., 16-80.
[1416] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 233.
[1417] Geniş bilgi için bk. Sâid el-Kahtânî, 11/209-216. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 233-234.
[1418] Enam: 6/112. Nâs: 114/6. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 234.
[1419] Eşrefoğlu Rumî, Müzekkin-Nüfus. Ank. 1995. s. 4
[1420] Bakara: 2/112.
[1421] Şeytanın düşmanlığı ile ilgili ikinci bölümde yeterli bilgi verilmiştir. Bk. s. 38-45. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 234.
[1422] Bk- Said Havva, İslâm, s. 178-183.
[1423] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 234-235.
[1424] Enfal: 8/73.
[1425] Tevbe: 9/71.
[1426] Mâide: 5/67.
[1427] Kafirûn:109/1-6.
[1428] Bakara: 2/256
[1429] Bk. Al-i İmrân: 3/103, Vehbe Zuheyli. Tefsiru’1-Münir, (1-32) Beyrut 1991. III/26
[1430] Bk. İsrâ: 17/73-75.
[1431] Hûd: 11/112-113.
[1432] Mâide: 5/49-50.
[1433] Bk. Araf: 7/133. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 235-236.
[1434] Mâide: 5/51.
[1435] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 237.
[1436] Abdulhâlık a.g.e.. s. 63
[1437] Al-i İmrân: 3/118.
[1438] Al-i İmrân: 3/28.
[1439] Nisa: 4/144.
[1440] Konuyla ilgili bk- İbn Murızûr, age, XIII/55; Taberi. Tefsir, IV/61-64; Kurtubi. Tefsir, 1V/61-64; Râzi, Tefsir, VIII/210.
[1441] Mâide: 5/51, 57; Krş. Mâide: 5/58, 60, 82; En’am: 6/13; Bk. Krş., İbn Kesîr, Tefsir, 111/132; Kâsımî, Tefsir, V/2047.
[1442] Bk. Abdulhalık, e.g.e. s. 63-64; Râzî, Tefsir, VIII/21.
[1443] Bk. Al-i İmrân: 3/120; Geniş bilgi için bk: Muhammed el-Behy, Kuran ve Toplum, Ter. B. Eryarsoy, s. 379-383.
[1444] Al-i İmrân: 3/28.
[1445] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 237-238.
[1446] Bk. Al-i İmrân: 3/69-76; Taberi, Tefsir, 111/308-310.
[1447] Bakara: 2/120 Bk. Taberi. Tefsir, 1/517; Râzi, Tefsir, 10/31
[1448] Bk. Al-i İmrân: 3/98. 99
[1449] Hadîd: 57/16
[1450] Buhâri, Enbiyâ, 30; Müslim, libas, 80
[1451] Geniş bilgi için bk. Ahmet Çelebi, Mukayeseli Dinler Açısından Yahudilik, Ter. Ö. F. Harman, B. Onar. s. 342-347.
[1452] Araf: 7/3.
[1453] Mâide: 5/31.
[1454] Câsiye: 45/18-19; Krş. Bakara: 2/120
[1455] Yûnus: 10/89
[1456] Nisa: 4/115
[1457] Buhâri İtisam 14; Müslim, H. 2669; Ek. Kahtânî, 11/83-98. Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 238-240.
[1458] Enfal: 8/60
[1459] Mâide: 5/54
[1460] Mâide: 5/55
[1461] Yûnus: 10/62-63
[1462] Bakara: 2/112, 4.
[1463] Bakara: 2/165-167.
[1464] Bk. Taberi, Tefsir, 11/73; Râzî. Tefsir, IV/204-205: İbn-i Kesîr, Tefsir, 1/290-293; Elmalılı, Tefsir, 1/572-581. Bk. Taberi, Tefsir, 11/73; Râzî. Tefsir, IV/204-205: İbn-i Kesîr, Tefsir, 1/290-293; Elmalılı, Tefsir, 1/572-581.
[1465] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 240-242.
[1466] Bk. Mücadele: 58/21-22.
[1467] Bk. Mücadele: 58/17-20; İsra: 17/18.
[1468] Bk. Bakara: 2/257.
[1469] Bk. Kasas: 28/52-54.
[1470] Bk- Tevbe: 9/31
[1471] İbrahim: 14/1-3
[1472] Bk; Hadîd: 57/27
[1473] Bk; Hucurât: 49/13.
[1474] Araf: 7/183-184
[1475] Al-i İmran: 3/178
[1476] Bk. Bakara: 2/155
[1477] Ankebut: 29/1-3
[1478] Bk. Al-i İmran: 3/159; Fussilet: 41/34
[1479] Konuyla ilgili geniş bilgi için bk. Zemahşeri, Tefsir, V, 0/112; İbn Kesir, Tefsir, 1/30; R. Rıdâ; menar, IX/539.
[1480] Bk. Al-i Îmrân: 3/64
[1481] Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri, Ayışığı Kitapları: 245-250.