VELİ ULUTÜRK.. 4

ÖNSÖZ.. 4

BİRİNCİ BÖLÜM... 4

KURAN’DA EHL-İ KİTAP. 4

EHL-I KİTAB’IN İNANÇ ve İDDALARIYLA.. 4

İSLAMA AYKIRILIKLARI 4

A.   YAHUDİLERİN İNANÇDA AYKIRILIKLARI 4

1) Buzağıyı Put Edindiler' 4

2) Üzeyr Allah'ın Oğludur Dediler 5

3) Cibt ve Tâğut'a İnandılar Müşrikler Daha Doğru Yoldadır, Dediler 5

4) Yahudiler, Biz Allah'ın Oğullarıyız, Demişlerdir 6

5) Yahudiler Hz. İsa'yı Öldürdük, Derler 6

6) Yahudiler Peygamberleri 7

7) Hz- Muhammed'(s.a.v.)i Bile Bile înkâr Ederler 7

8) Kur'ân-ı ve Allah'ın Ayetlerini Bile Bile İnkâr Ettiler 8

9) Cibril ve Mîkâil'e Düşmanlık Ederler 9

10) Yahudiler "İşittik, İsyan Ettik" Dediler. 9

11)  Yahudiler îmân Etmemek îçin "Kalplerimiz Kılıflı" Dediler 10

12) Yahudiler "Allah'ın Eli Bağlıdır" Dediler. 10

B. HRİSTİYANLAR1N İNANÇTA İSLAM'A AYKIRILIKLARI 10

1) Hristiyanlar "Allah İsa'dır" dediler. 10

2) Hristiyanlar "İsa (a.s.) Allah'ın Oğludur" Dediler 11

3) Hristiyanlar Teslisi Kabul Etmekle Kâfir Oldular 11

4) Hz. İsa'yı ve Annesi Meryem (a.s.)'i Tanrı Edindiler 11

5) Hristiyanlar Din Adamlarım Tanrı Edindiler 12

C. EHL-İ KİTÂB'IN İSLÂM'A AYKIRI ORTAK YANLARI 12

1) Yahudiler "İbrahim (a.s.) Yahudi", Hıristiyanlar da "Hıristiyandır", Derler 12

2) Allah'a Karşı Yalan Uydurup İftira Ederler. 13

3) Allah Yolundan Bile Bile Saptırmak İsterler 13

4) Ehl-i Kitab "Ancak Yahudi ve Hıristiyan Olanlar Cennete Girecek" Dediler 13

5) Ehl-i Kitap Kendilerine Beyyineler Geldikten Sonra ihtilafa Düşmüşlerdir 14

6)Yahudiler Hıristiyanları, Hıristiyanlar da Yahukleri Esassız Kabul Ederler 14

7) Aslında Ehl-i Kitab da Müşriktirler. 14

D.   EHL-I KİTAB'IN İSLÂM'A KARŞI TUTUM   VEDAVRANI$LARI 16

1) Ehl-i Kitap Dinlerinde Aşırı Giderler 16

2) Ehl-İ Kitab'ın Ölçüsüz İstekleri Vardır 16

3) Ehl-i Kitab Kâfirleri de Müşrik Kâfirleri de Sana Bir Hayır İndirilmesini istemezler, 16

4) Kitab Ehli Yeni Gelecek Peygamberi Tasdik Edeceklerine Dair Allah'a Verdikleri Sözü Tutmamışlar Gizlemişlerdir. 17

5) Ehl-i Kitab Kendi Kitaplarını Tatbik Etmemiş Tahrif Etmişlerdir 18

6) İsrailoğullan Helali Haram Yapmışlardır 18

7) Ehl-i Kitab İslâm'ın Kıblesine Tâbi Olmazlar 18

8)Hahamlar ve Rahiplerden Bir Çoğu insanların Mallarını Haksız Yere Yerler ve Allah'ın Yolundan Çevirirler 19

9) Hahamlar ve Rahipler Günah Söz Söylemekten Men Etmemişler, Ehl-i Kitap Zulüm ve Günahta Yardımlaşmalardır 19

10) Yahudiler Emr-i Bi'l-Ma'ruf, Nehy-i ani'l-Münker Yapmazlardı 19

11) Ehl-i Kitabdan Yahudiler Faiz, Haram ve Haksız Yere İnsanların Mallarını Yerler, Yalan Dinlerler 20

12) Yahudiler Hz. Meryem'e İftira Etmişlerdi 20

13) İsrailoğulları Arz-ı Mukaddese Girmek İstememişlerdir 20

14) Yahudiler Münafıklık Ederler 21

15) Ehl-i Kitaptan Yahudiler Daima Yeryüzünde Savaş ve Fesat Çıkarmaya Çalışırlar 21

E. EHL-İ KİTABIN MÜSLÜMANLARA KARŞI TUTUM VE DAVRANIŞLARI 21

1) Ümmilere Karşı Sorumluluğumuz Yoktur, Derler 21

2) Ehl-i Kitap İslâm Dini İle Alay Eder, Müslümanlara Eza Verirler 22

3) Müslümanlara Hainlik Ederler 22

4) Müslümanlara En Şiddetli Düşman Yahudiler ve Müşriklerdir 22

5) Yahudiler Hayata Çok Düşkündürler. 22

6) Yahudiler Haksız Yere Peygamberlerini Öldürmüşlerdir. 23

F- BUNA KARŞILIK EHL-Î KİTABIN KARŞILAŞTIKLARI İLAHİ CEZALAR”. 23

1) BuYüzden Yahudilere Zillet ve Meskenet Damgası vurulmuştur 23

2) Dünyada da Rüsvay olmuşlardır 24

3) Daha Dünyada İhen Cenâb-ı Allah Onların Kimisini Maymunlara Kimisini Domuzlara Çevirmiştir 24

4) Her Azdıklarında Allah Onların Devletini Yıkacak ve Kıyamete Kadar Kendilerine Azap Edecek Kimseleri Gönderecektir 24

G. MÜSLÜMANLARIN EHL-Î KİTABA KARŞİ DAVRANIŞLARI NASIL OLMALIDIR?. 25

1) Müslümanlar Ehl-i Kitabı Dost Edinemezler. 26

2) Kur'ân-ı Kerim'in Ehl-i Kitaptan Övdükleri 27

3) Ehl-i kitab'ı da İslâm'a Da'vet Etmek Bir Görevdir 28

4) Bir Yanlış Değerlendirmeyi Tashih. 30

SONSÖZ.. 32

İKİNCÎ BÖLÜM... 32

HZ. PEYGAMBERİN ÖNCEKİ KİTAPLARDA MÜJDELENIŞİ 32

PEYGAMBERLER ve PEYGAMBERİMİZ.. 33

A. KADİM KİTAPLARDA HZ. MUHAMMED'İN GELECEĞİNE DAÎR İŞARETLER.. 35

B. ESKİ AHITTE HZ. PEYGAMBERİN MÜJDELENİŞI 36

TEVRATTA HZ. PEYGAMBERİN MÜJDELERİ 38

1) Müjde. 38

2) Müjde. 38

3) Müjde. 39

4) Müjde. 39

5) Müjde. 39

6) Müjde. 39

7. Müjde. 40

MEZMURLAR (ZEBUR) DAN MÜJDELER.. 40

1) Müjde. 40

2) Müjde. 41

3) Müjde. 41

YEREMYA'NIN MÜJDESİ 41

DANYAL (A.S.)IN 1. MÜJDESİ 42

DANYALIN (A.S.) 2. MÜJDESİ 42

HAGGAY'IN MÜJDESİ 42

C. VENİ AHİD (İNCİL) DE HZ. PEYGAMBERİN MÛJDELENİŞİ 43

İNCİL NEDİR VE NEYİN MÜJDECİSİDİR?. 43

YAHYA (A.S.)'NIN MÜJDESİ 44

İNCİL'DE GELECEĞİ BİLDİRİLEN İNSANOĞLU HZ. MUHAMMED'DİR.. 44

HZ. İSA'NIN MÜJDELEDİĞİ MELEKÛTULLAH HZ. PEYGAMBERİN.. 45

NÜBÜVVETİDİR VE İSLÂMDIR.. 45

MELEKÛTULLAH HRİSTİYANLIĞIN DÜNYAYA YAYILMASI DEĞİLDİR. ÇÜNKÜ HZ. İSA DA BİR BENİ İSRAİL PEYGAMBERİDİR   47

GÖKLERİN MELEKÛTU BİR HARDAL TANESİNE BENZER.. 48

GÖKLERİN MELEKÛTU, GİZLİ HAZİNEYE VE İNCİ ARAYANA BENZER.. 48

GÖKLERİN MELEKÛTU BAĞ SAHİBİNE BENZER.. 48

BAĞ SAHİBİNİN ÜCRETLİLERİN ÜCRETİNİ PAYLAŞTIRMASI 49

LUKA ÎNCİLİ'NDEKİ GREKÇE EUDOKİA AHMED DEMEKTİR. 50

YUHANNA İNCİ'LİNDEKİ ÖNEMLİ MÜJDE: PARAKLİT.. 50

YAHUDA'NIN II. MEKTUBUNDAKİ MÜJDE. 51

BARNABAS ÎNCİL'İNDEKÎ MÜJDELER.. 51

BİBLİYOGRAFYA.. 52

İdris Şah. 53

 

 


VELİ ULUTÜRK

 

1943'de Bogazhyan'ın (Yozgat) Fehimli köyünde doğdu. İlk tahsilini köyünde yaptı. Orta tahsilini Kayseri ve Konya İmam Hatip liselerinde tamamladı. 1966 yılında İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü'nü bitirdi. Sırasıyla Turgutlu Lisesi din dersi öğretmenliği, Malatya ve Kayseri İmam-Hatip Lisesi'nde meslek dersleri öğretmenliği yaptı. 1977 yılında A.Ü. ilahiyat Fakültesi'ne Arapça okutmanı olarak intisab etti. 1982 yılında tefsir doktoru oldu. 1989 yılında tefsir doçenti oldu. 1995 yılında Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde tefsir profesörü olmuştur. Sahası ile ilgili yayınlanmış 7 kitabı ve birçok makalesi bulunan müellif halen Sakarya Üniversitesi ilahiyat Fak. Öğr. üyesidir.

 

ÖNSÖZ

 

İSLÂMI TERMİNOLOJİDE Ehli-Kitab denilince, kendilerine semavi kitab verilen Yahudi ve Hıristiyanların anlaşılacağı malumdur. Biz bu çalışmamızda Ehl-i Kitab olan Yahudi ve Hıristiyanların Kur'ân-ı Kerim'de yer alışlarını müsbet ve menfi yönleriyle ele alacak ve onlann ehl-i necat, yani Müslümanlar gibi cenneti hak eden kurtuluş ehlinden olup olmadıklarını ortaya koymaya çalışacağız.Zira bu konuda bazı kimseler mesnedsiz bir takım iddialarda bulunmaktadırlar.

Şunu hemen ifade edelim ki, Ehl-i Kitabın Kur'an'da yer alışları, galib bir çoğunlukla olumsuz yöndendir, bu itibarla biz de Ehl-i Kitabın öncelikle Kur'an'da çoğunluğu teşkil eden olumsuz yönlerini işleyecek, sonra da onların Kur'an'da tasvip ve takdir edilenlerini ele alacağız. Çünkü Kitap ehlinin bu günkü durumları da aynı seyir çizgisini takip etmektedir. Böylece onların İslâmî açıdan bugünkü durumlarını ortaya koymaya çalışacağız, bunun için de önce Yahudilerden ve onlann Benî İsrail olarak anılan atalarından başlayacağız. Çünkü bir mukayese yapı­lacak olursa, Yahudilerin Kurân-ı Kerim'deki Ehl-i Kitaba ve bilhassa Yahudilere dair beyyinelerin müsbet olanları çok azdır. Onlar da Müs­lüman olanları hakkındadır. Binaenaleyh biz de önce Ehl-i Kitab Yahu­dilerinin, İslâm'a aykırı inanç ve iddialarını, sonra da Hıristiyanların İs­lâm'a aykm inanç ve iddialannı inceleyeceğiz. Daha sonra da bunların İslama karşı tutum ve davranışlarım tesbit edecek ve nihayet Müslümanların bu iki büyük insan topluluğuna karşı davranışlarının nasıl olacağını ortaya koyacağız. Elbetteki bütün bunları, başlıktan da anlaşı­lacağı üzere Kur'ân-ı Kerim'in beyanâtının ışığı altında yapmaya çalışacağız.

Ehl-i Kitab'ın kestiklerinin yenilebilmesi ve kadınların Müslüman­lar tarafından nikah edilebilmesi gibi hususları, islâm'da sadece onlara tanınan bir imtiyaz gibi görmemeli; bunun, aynı zamanda Ehl-i Kitab toplulukları içerisinde yaşayan Müslümanlara dinlerini yaşama husu­sunda kendilerine bir kolaylık sağlama maksadına ma'tuf olabileceğini de göz önünde tutmalıdır.

Bu araştırmamızın sonunda, Hz. Muhammed (s.a.v.) ve onun getir­diği tebligata (İslama) inanmadan Ehl-i kitab'ın sırat-ı müstakîm'de olamıyacakları ve felah bulamıyacakları görülecektir.

"Hz. Peygamber'in önceki kitaplarda Müjdelenişi isimli küçük bir çalışmamızı da bu konuya yakınlığı bulunduğu için tamamlayıcı bir bölüm olarak buraya ilave etmeyi uygun gördük.

Tevfîk ve hidayet Allah'dandır. Prof. Dr. Veli Ulutürk [1]

 

BİRİNCİ BÖLÜM

KURAN’DA EHL-İ KİTAP

EHL-I KİTAB’IN İNANÇ ve İDDALARIYLA

İSLAMA AYKIRILIKLARI

 

A.   YAHUDİLERİN İNANÇDA AYKIRILIKLARI                                       

 

1) Buzağıyı Put Edindiler'

 

HZ. MUSA'YA İNANAN İsrailoğullan, zaman zaman şirke düşüp ka­fir olmuşlardır. Kur'ân-i Kerîm bize bunların örneklerini nakleder. Allah, Mısır'daki Firavun'un zulmünden Hz. Musa (a.s) vasıtasıyla on­ları kurtarıp Tih sahrasında kudret helvası ve bıldırcın etiyle besledik­ten sonra, nankörlük edip buzağıya tapınışlardır.

"Andolsun Musa, size açık delillerle gelmişti. Sonra onun ardından tuttunuz buzağıya taptı­nız; siz öyle zalimlersiniz işte!"[2] Nitekim daha önce de Hz. Musa'dan kendilerine put yapmasını istemişlerdi.

"İsrailoğullarını denizden geçirdik, kendilerine mahsus bir takım putlara tapan bir kav­me rastladılar: "Ey Mûsâ", dediler, "(bak) bunların nasıl tanrıları var, bize de böyle bir tanrı yap!" (Musa) dedi: "Siz hakîkaten cahil bir top­lumsunuz"[3] Bu kavim Cenâb-ı Hakk'ın kendilerine onca nimetlerine ve soylarından geldikleri onca peygamberlerin tavsiyelerine ve başlarında Cenâb-ı Hakk'ın ulu'1-azim bir peygamberi Hz. Musa (a.s.) bulunmasına rağmen bu sadık arzularından vazgeçmediler. Hz.Musa Tur dağına Rabb'ına mülakata gittiği sırada bu arzularına nail ol­dular, Sâmirî denilen bir adamın elebaşılığı ile bu kaba putçuluğu bile nihayet gerçekleştirdiler: "Musa'nın kavmi kendisinin arkasından, zinet takımlarından, böğürmesi olan bir buzağı heykelini (tanrı diye) benim­sediler. Görmediler mi ki o, ne kendilerine konuşuyor, ne de onlara yol gösteriyor? Onu benimsediler ve zalimler(den) oldular" [4]

 

2) Üzeyr Allah'ın Oğludur Dediler

 

Yahudiler yine zaman zaman vâki olan sapmalarından biri olmak üzere bir devirde Üzeyr'in Allah'ın oğlu olduğu iddiasında bulunmuş­lardır. "Yahudiler:

 "Üzeyr Allah'ın oğludur" dediler"[5] Şimdiki Yahudiler bunu inkara kalkışsalar da eski Yahudilerden bazıları bir zaman bu iddiada bulunmuşlardır. Medine Yahudilerinin bunu söy­lediği de tefsirlerin verdiği bilgiler arasındadır. Buhtunnasr vak'asından sonra, onların içerisinde Tevrat'ı ezbere bilen kimse kalmadığı zaman, Allah'ın Kudüs'ü yüz sene sonra yeniden ihya etmesinin ardından, Üzeyr'in Tevrat'ı ezberden yazdırdığı bildirilir. İşte onlar bu duruma şaştıkları için "Bunu O, Allah'ın oğlu olduğu için yapabildi", dediler. Beydâvî (685/1286), "Buna delil, onların yalanlamaya düşkünlüklerine rağmen, (Medine'de) bu âyetin onların aralarında okunduğu halde onu yalanlamamalarıdır" der.[6]

 

3) Cibt ve Tâğut'a İnandılar Müşrikler Daha Doğru Yoldadır, Dediler

 

Yahudiler, gelecek son peygamberin kendilerinden olacağını umu­yorlardı. O'nun ümmîler içerisinden çıkmış olmasına memnun olmadı­lar, haset ettiler. Bu yüzden de daha önce, gelecek peygamberleri tasdik edeceklerine dair Allah'a verdikleri sözü tutmadılar. Hz. Muhammed (s.a.v.)'e îman etmediler [7] İman edenleri müstesna dene­cek kadar azdır. Cenab-ı Halde onlar hakkında şöyle buyurur:

"Kendile­rine kitabdan bir nasip verilenleri görmedin mi? (Baksana onlar) Cibt ve Tağut'a inanıyorlar ve kafir olanlara: 'Bunlar, îman edenlerden daha doğru yoldadırlar' diyorlar" [8] Bu âyette geçen Cibt ve Tağut'un iki put olduğu söylendiği gibi, Cibt, sihirdir, Tağut şeytandır da denilmiştir.[9] Allah'tan başka tapınılan herşeye Cibt dendiği gibi, sihirbaz ve kâhine de Cibt dendiği olur.[10] Bu âyetin Hayy bin Ahtab ve Ka'b bin Eşref hakkında indiği söylenmiştir. Bunlar iki Yahudi bilginidir. Bir Yahudi topluluğu ile Mekke'ye varmış ve Kureyşlilere Rasûlullah ile savaşacaklarına dair yemin etmişlerdir. Müşrikler de: "Siz Ehl-i Kitapsınız. Muhammed'e bizden daha yakınsı­nız, sizin hilenizden emin olamayız. İlahlarımıza secde edin ki size ina­nalım" demişler. Onlar da bunu yapmışlar[11]. Onlar putlara secde etmek­le onlara îmanlannı fiilen ortaya koymuşlardır. İster bu îmanlarında sa­mimi olsun, ister olmasınlar.[12] Çünkü putlara secde edip onların yaptığı gibi İblis'e itaat etmişlerdir. Bunun üzerine Ebû Süfyan "Biz mi daha doğru yoldayız, yoksa Muhammed mi?" dedi. Kâb:

"Muhammed ne diyor?" dedi. Müşrikler de:

"Tek Allah'a ibadeti emrediyor ve şirkten nehyediyor," dediler. Kâ'b:

"Sizin dininiz nedir?" dedi. Onlar da:

"Biz Beytullah'ın sahipleriyiz; hacıları sularız; misafirleri ağırlarız, zorda kalan kimsenin meselesini çözeriz," diyerek işlerini söylediler. Bunun üzerine Kâb:

"Siz daha doğru yoldasınız," dedi.[13]

Görüldüğü gibi bu iki zat, Yahudilerin ileri gelenlerinden oldukları halde, bile bile dinlerini dünyalarına değişmiş ve bâtılı tasdik etmişler­dir. Bu ileri gelen iki Yahudi bilgini, tipik bir Yahudi karakteri sergile­dikleri için, Cenâb-ı Allah, yukarıdaki âyeti kerîmede onların tutumu­nu ehl-i kitap Yahudilerinin hepsine şamil bir küfür örneği olarak zik­retmiştir.

Şu âyetlerin meallerine de bakalım: "Ehl-i kitaptan çoğunu görür­sün ki, mü'minlere olan kinlerinden ötürü, müşriklere (Mekke kâfirle­rine) dostluk ederler. Nefislerinin kendileri için, ahiret hesabına ileri sürdükleri şey elbette ne kötüdür! Allah onlara gazap etti ve onlar azap içerisinde devamlı olarak kalacaklardır. Eğer onlar (Yahudiler) Allah'a, Peygamber'e ve ona indirilene îman etmiş olsalardı, kâfirleri dost edin­mezlerdi. Fakat onların çoğu imandan çıkmış kimselerdir" [14]

 

4) Yahudiler, Biz Allah'ın Oğullarıyız, Demişlerdir

 

Yahudiler de Hıristiyanlar da aynı iddiada bulunmuş ve "Yahudiler ve Hıristiyanlar:

'Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz' dediler" [15] Yahudiler kendilerinin Allah'ın öz evladı, seçkin milleti oldukla­rını, kendilerine ahirette de imtiyaz sağlanacağını, belli günler hariç ateşin dokunmıyacağinı iddia etmişlerdir. "Bir de dediler ki:

'Sayılı bir kaç gün dışında bize ateş dokunmayacaktır'.Yine 'Yahudi ve Hıristiyan olandan başkası cennete girmeyecek' dediler"[16] Kur'ân-ı Kerim, Yahudilerin, Allah'ın kitabına çağrıldıklarında ondan yüz çevir­melerinin sebebini de yine bu iddialarına bağlar. "Bu hareketleri onla­rın;

'Bize ateş sayılı bir kaç günden başka dokunmayacak' demelerinden ileri gelmektedir. Ve uydurdukları şeyler, onları dinlerinde yanıltmıştır"[17] Demek ki Yahudilerin bu iddiaları, vahye dayanmayan, kitaplarını esassız yere kendi heveslerine göre eğdirip yorumlamalarından ve ken­di kuruntu ve uydurmalarından ibarettir. Yahudilerin, öteden beri "Yahova'nın sadece kendilerinin tanrısı olduğu, İsrailoğullarının seçkin millet oldukları, hatta Talmut'a göre sadece Yahudilerin insan oldukları ve başka milletlerin onlara köle oldukları şeklindeki iddiaları bilinmek­tedir. Gerçi Kur'ân-ı Kerim'in Bakara sûresinde:

"Ey İsrailoğullan, size verdiğim nimetimi ve sizleri âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın" âyet­leri[18] vardır. Ancak bu âyetlerin mânâsı, Musa (a.s.) ve O'nun halefleri zamanında, Allah'ın sizlere lütfettiği ilim, îman, amel-i salihi değiştirmenizden önce sizden peygamberler ve adaletli hü­kümdarlar çıkarmak suretiyle sizi âlemin en yüksek milleti yapmıştı.[19] Siz o zaman âlemin en üstün milleti olmuştunuz. Hani onları ne yaptı­nız? Onları nasıl ele geçirmiştiniz? Niçin elden çıkardınız, biliyor mu­sunuz?[20]

Gelecek peygamberleri tasdik edip onlara yardım edeceğinize dair verdiğiniz sözde durmadınız,[21] ve o vasfınızı ve ehli­yetinizi kaybettiniz, demektir.

Zaten yukarıda aşırı iddialarını naklettiğimiz Yahudilere aynı âyetle­rin devamında peşinen cevapları da verilmektedir:

a) "Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz" iddiasına karşı, "De ki: 'O halde niçin günahlarınızdan ötürü (Allah) size azap ediyor?' Hayır, siz de O'nun yarattıkların­dan birer beşersiniz." [22]

b) "Sayılı günler hariç bize ateş dokunmayacak" iddialarına kargı, "Uydurduk­ları şey onlan dinlerinde yanıltmıştır. Peki ya kendilerini, hiç şüphe olmayan bir gün için topladığımız ve herkesin kazandığı kendilerine tastamam verilip hiç kim­seye haksızlık edilmediği zaman (durumları) nasıl (olacak)?" [23]

c) "Yahudi ve Hıristiyan olandan başkası cennete girmeyecek" iddialarına karşı ise, "Bu onların kuruntusudur. De ki: 'Eğer (dediğiniz gibi) gerçekten Allah katında ahiret evi kimsenin değil, yalnız sizin ise, sözünüzde doğru iseniz, haydi ölümü te­menni edin!' Fakat ellerinin yapıp önceden gönderdiği amellerden dolayı ölümü as­la istemezler, Allah zalimleri bilir." [24]buyurulur.[25]

Bu Yahudiler, büyük ataları Hz. ibrahim'in diğer torunlarına asla iti­bar etmedikleri gibi, bir İsrailli en adi putperest ve dinsiz dahi olsa, İsmail oğullarına, Âdem oğullarına ve Hz. İbrahim'in soyundan gelen di­ğer kabilelere din adına düşmanlık beslemekten geri durmazlar.[26]

İşte görüldüğü gibi fıtrata ve adalete yani islâm'a aykın olan doğuş­tan imtiyazlı bir millet olma seçkinciliği, hiç bir topluma verilmemiştir. Bunu iddia etmek bir ırkçılıktır. Yahudiler gibi ırklarıyla övünen millet­lerden başkâları bu iddiada bulunmazlar. Allah'ın dinine göre her top­lum ancak îman, amel-i salih ve takva ile yükselir.[27]

 

5) Yahudiler Hz. İsa'yı Öldürdük, Derler

 

Yahudiler bir çok peygamberi öldürmüşlerdir. Bu husus Kur'ân-ı Kerim'in müteaddit âyetlerinde ifade edilir. Bu konuyu daha sonra ilgili bölümde ele alacağız. Bu kısımda Yahudilerin inanç ve iddia olarak İs­lâm'a aykırı yönlerini ele aldığımız için sadece Hz. İsa'yı öldürme iddi­aları üzerinde duracağız.

Gelecek peygamberleri tasdik edip ona tâbi olacaklarına dair Allah'a ahit vermiş olmalarına rağmen Yahudilerden pek çoğu Hz.İsa'ya, tebli­gat döneminde, çok zorluklar çıkarmışlar ve nihayet O'nu öldürme te­şebbüsünde bulunmuşlardır. Ancak Kur'ân-ı Kerim'in sarih beyanına göre onlar bu kötü niyetlerine nail olamamışlardır. Cenâb-ı Hak, Hz. İsa'yı kendi katına kaldırmıştır.

'Biz Allah'ın Resulü Meryem oğlu İsa'yı öldürdük' demelerinden dolayı (onları rahmetimizden kovduk). Oysa O'nu öldürmediler ve asmadılar; fakat (öldürdükleri) kendilerine (İsa) gibi gösterildi. Zaten onun hakkında ihtilafa düşenler (İsa ve O'nun katlinden) kesin bir şek ve şüphe içindedirler. Onların bu hu­susta bir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. O'nu yakînen öldürmemişlerdir. Bilakis Allah O'nu yükseltip kendisine kaldırmıştır. Allah mutlak gâlibtir, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir" [28]

Hz. İsa yerine öldürülen şahıs hakkında da ihtilaf vardır. On iki ha­variden birisi olan Judas İscariot, Hz.İsa'ya hiyanet etmiş, Allah da onu isa'ya benzetmiş. Hz.İsa yerine tutup onu öldürmüşler, denildiği gibi, [29]Hz.İsa'yı evden çıkartmak için içeri gönderdikleri Taytayus'un Allah tarafından İsa'ya benzetildiği ve O'nun yerine öldürüldüğü, Hz. İsa'nın ref edileceği esnada beraberindeki havarilerine "Benim kılığıma girip içinizden cenneti kim satın alacak?" diye sorduğu, içlerinden birisinin "Ben" dediği ve Cenâb-ı Allah'ın onu İsa'ya benzettiği ve binâenaleyh O'nun çıkarılıp öldürüldüğü, Hz. İsa'nın da semaya ref edildiği şeklinde değişik rivayetler vardır.[30]

Şu halde Yahudilerin Cenâb-ı Hakk'ın muhterem bir rasûlünü öl­dürdük diye iftihar etmeleri de bir yalandır. Çünkü Yahudiler, Hz. İsa'yı öldürdüklerinden kesinlikle emin değildirler, ihtilaf halinde olmuşlar­dır. Nitekim İncillerin naklettikleri de birbirini tutmaz.[31] Hz. İsa'ya Hı­ristiyanlığın ilk başından beri inanan bir kaç havari Efendilerinin haç üzerinde idam edildiğini reddederler. Korentliler, bazı Lidyalılar, Korpokratyalılar ve daha bir çok ilk mezhep mensupları da hep aynı kana­attedirler.[32]

 

6) Yahudiler Peygamberleri

 

"Andolsun, biz İsrailoğullanndan söz almış ve onlara elçiler gönder­miştik. Ne zaman bir peygamber onlara canlarının istemediği birşey ge­tirdiyse (O gelen elçilerin) bir kısmını yalanladılar, bir kısmını da öl­dürdüler"[33] Ayet-i kerîmeden sarih olarak anlaşılıyor ki, İsrailoğulları, gelecek peygamberlere inanıp tasdik edeceklerine dair söz verdikleri halde, onların kimisini yalanlamış, kimisini öldürmüşler­dir.

"Kitap sahiplerinden çoğu gerçek kendilerine besbelli olduktan sonra, sırf içlerindeki kıskançlıktan ötürü sizi îmanınızdan sonra küfre döndürmek isterler(...)"[34]

 

7) Hz- Muhammed'(s.a.v.)i Bile Bile înkâr Ederler

 

"Kendilerine kitap verdiklerimiz, O'nu kendi oğullarım tanıdıkları gibi tanırlar; ama yine de onlardan bir gurup bile bile hakkı gizlerler" [35] İsrailoğullarma Cenâb-ı Allah, "Sizin peygamberiniz­den sonra peygamber gelmeyecek, sizin peygamberiniz son Peygamber­dir," dememiştir. Bilakis ne zaman hidâyet rehberi bir Peygamber gelse, O'na inanıp tasdik etmelerini emretmiştir. Bu hususta onlardan söz al­mıştır. Kur'ân-ı Kerim bu misak (söz) üzerinde çok durur. Bu husus yukarıda da geçmişti. İlgili yerlerde tekrar ele alacağız.

Cenâb-ı Allah bu umûmî mîsaktan başka özel olarak Hz. Muhammed için söz almış ve kendilerine O'nu vasıflarıyla birlikte tanıtmıştır. O'nun için "Kendi oğullarını tanır gibi O'nu tanırlar" buyurmaktadır. Nitekim Hz. Ömer, Abdullah bin Selâm hazretlerine bunu sorduğu za­man "Ben O'nu oğlumu bildiğimden daha iyi bilirim, O Emin, gökten yerdeki Emin'e (Hz. Muhammed'e) sıfatını indirdi, ben de tanıdım. Ama anasından doğan (oğlum benden midir?) bilemem" demiştir.[36] Hz. Muhammed (s.a.v.)'in, Tevrat'ta Hz. Musa'ya benzer bir peygamber olarak nitelendiği için öteden beri ehl-i kitap tarafından Hz. Peygamber (s.a.v.) ahd için olan elif lam ile "en-Nebiy" yani "O Peygamber" diye yad edilirdi, böylesine maruf idi. "O" dedikleri zaman bunu anlarlar­dı.[37] Bu hikmetle olabilir ki, bu âyet gâib zamiriyle getirilmiştir. Nite­kim Yahya (a.s.)'ın haber verdiği o peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.)'dir. Çünkü Yahya (a.s.), bir Yahudi heyetine kendisinin, İlyas, Mesih ve O peygamber olmadığını açıkça söylemiştir.[38]

Hâtemul-Enbiyâ Hz. Muhammed (s.a.v.)'in önceki kitaplarda (Tev­rat ve incil'de) bildirilen vasıfları hatta ismi, dilden dile tercemelerde aslından uzaklaştırılmış, bazan da kasıtlı tahriflere uğramıştır. Ancak insaf sahibi araştırmacı rahiplerden, bugünkü durumlarıyla bile Tevrat ve indilerde Hz. Peygamber'e kesin işaretler bularak gerçeğe teslim olup müslüman olanlar az da olsa çıkmaktadır. Bunlardan birisi olan Peter Dawid Benjamin, müslüman olarak Abdulahad Dâvud ismini al­mıştır. Biz burada O'nun kitabından[39] bazı nakillerde bulunacağız:

Yahudiler öteden beri Davud'un soyundan bir peygamber geleceğini ve O'nun mucizevî fetihleri sayesinde dünya hakimiyeti sağlayacakları­nı söylerlerdi.[40]

Eski Ahid, Haggay, II, 7'de "Bütün milletlerin Himdâsı gelecektir" sözündeki Himdâ, Ahmed (a.s.)olduğu, Şalom'un da İslâm mânâsına geldiği aynı zat tarafından ifade edilir.[41]

Eski Ahid, Tekvin, 49, 10. âyette; Şilo gelinceye kadar, saltanat âsâsı Yahuda'dan, hükümranlık âsâsı da ayaklarının arasından gitmeyecek­tir ve milletlerin itaati da O'na olacaktır" denilir, işte bu Şilo Hz. Muhammed'dir. Şilo Yahudilerden başka birisi olması gerekir ki, onlardan saltanat ve kanun koyuculuk gitsin. Bu Hz. İsa da olamaz. Çünkü Hz.İsa da ana tarafından Yahuda'nın soyundandır.[42]

Aslında Hz. İsa da bir benî İsrail peygamberidir.[43] Daniel'in mucizevî rüyasındaki Barnaşa = insanoğlu, Hz. Muhammed (a.s.)'dır. Konstantinden sonra gelen ve onun saltanatını yıkan ya­ni büyük canavarı öldüren Hz. Muhammed (a.s.)'dir. Bu kimse Hz. İsa değildir. Çünkü Hıristiyanlara göre o bir insansa bile, Hz. Peygamber gibi şanı, şöhreti yoktur. Nitekim Matta İncili, XXIV27'de şöyle den­mektedir: "Çünkü şimşeğin şarkta çakıp garpta dahi görüldüğü gibi, İnsanoğlu'nun gelişi de böyle olacaktır". Eğer teslisin bir unsuru ise bu, insanoğlu değildir. Hem Konstantin'den öncedir. Halbuki Hz. Muham­med (a.s.) Bizans imparatorundan sonra gelmiş ve onun saltanatını yık­mıştır.[44]

Yahya (a.s.)'ın "Ben sizi günahlarınızdan dolayı afv ve mağfirete eresiniz diye su ile vaftiz ediyorum; fakat benden sonra gelecek ve eğilip önünde papuçlannın iplerini çözmeye dahi layık olamıyacağım kadar büyük ve muhteşem bir peygamber sizi ateş ve su ile vaftiz edecektir". (Yuhanna, 1,26-27) dediği peygamber diğer peygamberlerin seyyidi ve sultanıdır. O da Hz. Muhammed (s.a.v.)'dir.[45]

Bütün Sami dil âlimlerinin vardıkları kanaate göre, İbranice Şalom, Süryanice Slama ile Arapça Selam ve islâm kelimelerinin hepsi de Samice'deki tek ve aynı kökten gelmektedir. İşte bu sebeple dünyadaki hiç bir sistem, islâm isminden daha güzel, daha muhtevalı, şerefli ve yüce bir isimle isimlendirilmiş değildir, işte peygamber Yaremya şöyle der: "Bir peygamber Şalom(İslâm)a (yeni baskılarda selameti) peygam­berlik ederse ve o peygamberin söylediği çıkarsa, işte bu peygamberin gerçekten Allah tarafından hak peygamber olarak gönderildiği biline­cektir". (Yeremya, XXIII,9). Yeremya "Şalom" kelimesini Hz. İsa'dan önce din mânâsına kullanan tek peygamberdir. Kur'ân-ı Kerim'e göre Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Hz. İshak, Hz. Yâkub, Hz. Musa (a.s.) ve diğer bütün peygamberler Müslüman olup hepsi de İslâm'ı tebliğ etmişler-dir.îslâm ve bunun eşanlamlıları olan "Şalom" ve "Şlama" kelimeleri Hz. Muhammed (a.s.)ın İslâmiyeti yaymaya başladığı zamanlarda Mek­ke ve Medineli Yahudilerle, Hıristiyanlar tarafından bilinmekteydi. Yeremya'nın bu bölümü işte bu açıdan İbranice mukaddes kitaplar arasın­da altın değerindedir.[46] Nitekim Cenâb-ı Allah Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurur:

"Allah uğrunda (nasıl savaşmak lazımsa öylece) hakkıyla ci­hat edin. O sizi seçti. Dinde size bir güçlük yüklemedi. (Sizin dininizi de) babanız İbrahim'in dini gibi (geniş kapsamlı yaptı, daraltmadı). Size daha evvel (gönderdiği kitaplarda)da bunda (Kur'ân) da "Müslü­manlar" adını verdi ki peygamber size şahit olsun, siz de insanlara şahit olasınız. Artık namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, Allah'a sanlın, O si­zin mevlânızdır. Ne güzel mevla ve ne güzel yardımcıdır (O)!"[47]. Yine Cenâb-ı Allah

"(...)Bugün sizin dininizi kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'ı beğendim..." [48]buyurur. İslâm ise Cibril hadîsinde, "Allah'dan başka ilah ol­madığına ve Muhammed (s.a.v.)in Allah'ın (son)elçisi olduğuna şehadet etmen, namazı kılman, zekâtı vermen, ramazan orucunu tutman ve yoluna gücün yetiyorsa Kabe'yi haccetmendir" şeklinde tarif edilmiştir. Bir kimsenin Müslüman olması için Cenâb-ı Allah'ı ve Hz. Muhammed'i tasdiki içine alan kelime-i şehadet-i getirmesi gerektiğini bilme­yen mi vardır?

Şu halde eski ahitte sık sık geçen İbranice Hamad, Mehmed, Mahmud, Hımda ve Hamd gibi kelimelerin hem lügat hem de gerçek mânâ­ları şaşılacak şekilde tam bir mutabakat halinde Ahmed demektir. Da­ha pekçok tebşiratla[49] Hz. Peygamber'in önceki münzel kitaplarda ha­ber verildiği aslında Yahudi âlimleri tarafından bilinmektedir. Ancak onlar bunu bile bile inkâr eder ve halktan gizlerler:

"Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler öz oğullarını tanıdıkları gibi.O'nu tanırlar; ama kendilerini ziyana sokanlar inanmazlar" [50]

 

8) Kur'ân-ı ve Allah'ın Ayetlerini Bile Bile İnkâr Ettiler

 

Her peygamberin kendinden sonra gelecek nesilleri de irşat etmek için Allah'tan yazılı bir vesika olmak üzere, bir kitap getirmesi pek tabidir. Ehl-i kitaptan Yahudiler, kendi peygamberlerinden sonra gelen pey­gamberleri kabul etmedikleri gibi, onların getirdikleri kitapları da ka­bul etmemişlerdir. Bu arada ahirzaman peygamberi, Hatemül-Enbiya olan Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.)'e inen Kur'ân-ı Kerim'i de kabul etmemiş, onun Allah katından indirilmiş bir kitap olduğunu bile bile inkâr etmişlerdir. "Ne zaman ki, onlara Allah katından, yanlarında bulunan (Tevrat)ı doğrulayıcı bir kitap (Kur'an) geldi, daha önce inkâr edenlere karşı yardım isteyip dururlarken, o bildikleri (Kur'an) kendi­lerine gelince onu inkâr ettiler; artık Allah'ın laneti, inkarcıların üzeri­ne olsun! Allah'ın kullarından dilediğine lütfuyla (vahiy) indirmesini çekemeyerek, Allah'ın indirdiğini inkâr etmek için kendilerini ne alçak şeye sattılar da gazap üstüne gazaba uğradılar. Kâfirler için alçaltıcı bir azap vardır. Onlara: "Allah'ın indirdiğine inanın!" denilse, "Biz kendi­mize indirilene inanırız" derler, ötesini kabul etmezler. Halbuki o, ken­di yanlarında bulunanı doğrulayıcı bir gerçektir. De ki:

"Gerçekten ina­nıyor idiyseniz neden daha önce peygamberleri öldürüyordunuz?" [51] Bu âyetteki "o bildikleri" ifadesini, Hz. Peygamber ola­rak açıklayan müfessirler de vardır. Zaten Peygamberi kabul etmeyen O'nun getirdiği kitabı da inkâr eder. Halbuki onlar, daha önceleri müş­riklere şöyle derlerdi. "Bizim söylediğimizi tasdik ederek çıkacak olan peygamberin zuhur zamanı artık geldi, gölgesi bastı. Biz onunla, bera­ber sizi Ad ve İrem -kavimleri gibi öldüreceğiz" diyorlardı.[52] (Yahudiler) Allah'ı şanına yaraşır "şekilde tanıyamadılar. Çünkü "Allah insana hiç bir şey indirmedi" dediler. Söyle (onlara) ki; "Musa'nın insanlara bir nur ve hidayet olmak üzere getirdiği ve sizin de parça parça kağıtlar haline koyup (işinize geleni gösterip) açıkladığınız; (fakat) çoğunu giz­lediğiniz o kitabı kim indirdi? -Sizin de atalarınızın da bilmediğiniz şeyler (Kur'ân'da) size öğretilmiştir".

 (Habîbim) Sen "Allah" de, sonra bırak onları daldıkları batakta oynaya dursunlar"[53]. Onlar "Allah bir şey indirmedi" demekle kendi kitaplarını da inkâr etmiş ola­caklarını hesaba katmıyorlar veya onu da önemsemiyorlar.

Halbuki onlara kendi kitaplarında daha önceden, hem Hz. Muham­med (s.a.v.), hem ümmeti ve hem de kitabı tanıtılmıştır. Danyal (a.s.)'ın lisanına göre, zikredilen dördüncü kitap (ki Kur'an) nazil olmuş ve bu kitabın o peygambere nazil olacağını ve dininin de din-i hak ve milleti­nin incil'de zikredilen Millet-i Beyzâ olduğunu Hz. Danyal haber ver­miştir.[54] Buradan anlaşılıyor ki Yahudiler Allah'ın âyetlerini ve kitabını bile bile inkar etmişlerdir. Şu halde bir şeyi bilmek başka,  imân etmek başkadır.

"Ey Kitab ehli, (gerçeği) gördüğünüz halde, niçin Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz? Ey Kitab ehli, niçin hakkı bâtıla karıştı­rıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz? Kitab ehlinden bir gurub dedi ki: "Mü'minlere indirilene günün başında inanın, sonunda inkâr edin. Olur ki (mü'minler de dinlerinden) dönerler. Sizin dininize uyanlar­dan başkasına inanmayın[55]

 Yine Yüce Allah bunlar hakkında şöyle buyurur : "De ki. "Ey Kitab ehli, Allah yaptıklarınızı görüp dururken niçin Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz?".[56]

 

9) Cibril ve Mîkâil'e Düşmanlık Ederler

 

Rivayete göre bir gurup Yahudi, " Bizim geçmişlerimiz, Cebrail (as)'den çok zahmet çektiler. Azapları indiren O, memleketleri batıran O. Hz. Peygamber'e: "Onun yerine Mîkâîl (a.s) gelseydi, îman ederdik" demişlerdi. Bunun üzerine şu âyetler nazil olmuştur:[57] "(Habîbim) de ki :

 "Kim Cebrail'e düşman olursa (kahrından gebersin). Çünkü ken­dinden evvelki (kitaplar)ı tasdik edici (ve doğrultucu) ve mü'minler için yol gösterici ve müjdeci olan (Kur'ân)ı, Senin kalbine Allah'ın iz­niyle O indirmiştir. Kim Allah'a, meleklerine, peygamberlerine, Cebra­il'e, Mîkâîl'e düşman olursa şüphesiz Allah da o (gibi) kâfirlerin düşmamdır"[58]  İnkarcı Yahudiler bir bahane uydurup in­kâr etmenin bir yolunu bulmaktadırlar. Allah'ın en büyük meleklerin­den Cebrail'i düşman bilenlere, bu âyette Cenâb-ı Allah, Kendisinin de onların düşmanı olacağını en sert biçimde bildirmiştir.[59]

 

10) Yahudiler "İşittik, İsyan Ettik" Dediler.

 

Yahudilerin kitap ehline yakışmıyan bir iddiaları da budur.

"Bir zaman üzerinize Tür (dağın)'u kaldırıp sizden kesin söz alımış­tık:

 "Size verdiğimiz şeyi kuvvetle tutun, dinleyin!" (demiştik)? "Dinle­dik ve isyan ettik" dediler, lnkârlarıyla kalplerine buzağı sevgisi içirildi. De ki: "Eğer mü'min iseniz, îmanınız size ne kötü şey emrediyor?"[60] Yahudilerin, Nisa suresi: 46. âyet-i kerimesinde de dile ge­tirilen bu pervasız saygısızlıkları, onların şimdi inanmadıkları gibi o za­manda kendilerine indirilene gerçekten îman etmediklerini gösterir.[61]

 

11)  Yahudiler îmân Etmemek îçin "Kalplerimiz Kılıflı" Dediler

 

"(Yahudiler): "Kalplerimiz kılıflıdır" (Bize ne söyleseler kâr etmez) dediler. Hayır Allah inkârları yüzünden onlara lanet etmiştir. Onun için pek azı îman ederler"[62]  Yani Yahudiler kalplerimiz kat­merlidir, kaşerlidir,demekle istihza yollu, Hz. Peygamber'e ve O'nun ge­tirdiği risâlete, Kur'ân'a inanmayacaklarını ifade ediyorlar, kalplerinde inanmaya kabiliyet kalmadığını belirtiyorlardı.[63] Bu durumu şu âyet-i kerime de dile getirir:

 "Onların (verdikleri) o sağlam sözleri bozmaları, Allah'ın âyetlerini inkâr ederek kâfir olmaları, peygamberleri haksız ye­re öldürmeleri ve "Kalplerimiz kılıflıdır" demeleri sebebiyle (dir ki biz kendilerine lanet ettik) .Hayır Allah inkârları yüzünden onların kalple­rinin üzerine mühür basmıştır. Artık onlar, birazı müstesna olmak üze­re, îman etmezler" [64]

 

12) Yahudiler "Allah'ın Eli Bağlıdır" Dediler.

 

"Yahudiler: "Allah'ın eli bağlıdır (cimridir)" dediler. Hay kendi elleri bağlanası ve söyledikleri (bu söz)den dolayı mefun olası (insanlar)! Hayır, (Allah'ın iki eli de açıktır. Nasıl dilerse öyle infak eder O..." [65]. Yine bu mânâda "Allah fakirdir, bizler zenginleriz' diyenle­rin lafını, yemin olsun ki Allah işitmiştir. Söyledikleri (o sözü) haksız yere peygamberleri öldürmeleriyle beraber yazacağız ve diyeceğiz ki: Tadın o yangın azabını!"[66]. Bunu Beni Kaynuka Yahudilerinden Finhas bin Azûrâ söylemiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.), Hz. Ebûbekir'i, Kaynuka Yahudilerine, Müslüman olmalarını, namaz kılıp zekât vermelerini, Allah'a güzel bir borç vermelerini tebliğ için gönder­diğinde adı geçen Yahudi, -ki Yahudilerin bir prototipidir- Hz. Ebübekir'e "Allah fakirdir ki bizden borç istiyor" deyince, Hz. Ebûbekir (r.a.) adama bir tokat patlatmış ve: "Eğer aramızda anlaşma olmasaydı, senin boynunu vururdum" demiş ve durumu Hz. Peygambere bildirmiştir[67]. Bu tür bir ithamı Mekke müşrikleri veya zındıkları da Müslümanların fakirlerine yapmışlardır:

"Onlara: 'Allah'ın size verdiği rızıktan (Allah için) verin!' denildiği zaman, kâfirler mü'minlere dediler ki: 'Allah'ın dileseydi doyuracağı kimseleri biz mi doyuracağız? Siz apaçık bir sa­pıklık içerisindesiniz” [68] İşte Yahudilerin mukaddesata nasıl saygısız olduklarını gösteren bir örnek de budur. Bunlar güya kitap ehlidir.[69]

 

B. HRİSTİYANLAR1N İNANÇTA İSLAM'A AYKIRILIKLARI

 

Hristiyanlar dinlerinde aşırı giderler.

Ey Ehl-i Kitap, dininiz hususunda haddi aşmayın. Allah'a karşı hak olandan başkasını söylemeyin" [70]. Cenâb-ı Al­lah Ehl-i Kitaptan Hristiyanlara yine şu âyet-i kerimede aşırı gitmeme­leri için uyarıda bulunur:

"De ki: Ey Ehl-i Kitap, dininizde haksız yere haddi aşmayın. Bundan evvel hakikaten hem kendileri sapmış, hem de bir çoğunu saptırmış ve (hâlâ da) dümdüz yoldan sapagelmiş bir kav­min heva (ve heve)sine uymayın" [71] Bu uyarılara rağmen ehl-i kitabın yeryüzünde büyük çoğunluğunu teşkil eden Hıristiyanlar aşağıda ele alacağımız aşırılıklarla dinlerini bozmuşlardır.[72]

 

1) Hristiyanlar "Allah İsa'dır" dediler.

 

Hıristiyanların dinlerini bozduktan sonra vardıkları bu aşırı noktayı Cenâb-ı Allah şu âvet-i kerimede dile getirir: "Gerçekten. 'Allah Meryem oğlu Mesih'in kendisidir' diyenler, andolsun ki kâfir olmuşlardır. De ki: O halde, Allah “Meryem oğlu Mesih'i, anası (Meryem)i ve yeryü­zünde bulunanların hepsini öldürmek isterse, Allah'a karşı kimin elin­den birşey gelir?'(...)" [73]Cenâb-ı Allah bu âyet-i kerimede doğumlu ve ölümlü olanların ilâh olamıyacaklarını ihtar etmektedir.[74] Yine şöyle buyurur:

"Meryem oğlu Mesih (İsa) gerçekten Allah'tır" di­yenler, and olsun, kâfir olmuşlardır. Halbuki (bizzat) Mesih (şöyle) de­mişti:' Ey İsrailoğulları, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Al­lah'a kulluk edin. Zira kim Allah'a eş katarsa, hiç şüphesiz Allah ona cenneti haram kılar. Onun varacağı yer ateştir. Zâlimlerin hiç bir yar­dımcıları da yoktur.” [75]  

"Onlar Allah'ı bırakıp bilginlerini, rahiplerini, Meryem'in oğlu Mesih'i tanrılar edindiler. Halbuki bunlar da ancak bir olan Allah'a ibadet etmekten başkasıyla emrolunmamışlardır. Ondan başka hiç bir tanrı yok.O bunların eş tutageldikleri her şey­den münezzehtir" [76]. Yüce Allahımız bu âyet-i kerimelerde, Hıristiyanların dinlerini nasıl bir şirke dönüştürdüklerini, herkesçe bi­linen yanlış itikatlarını naklederek dile getirmiş ve aynı zamanda gere­ken cevapları vermiştir.[77]

 

2) Hristiyanlar "İsa (a.s.) Allah'ın Oğludur" Dediler

 

"Yahudiler 'Üzeyir Allah'ın oğludur' dediler, Hristiyanlar da 'Mesih (İsa) Allah'ın oğludur' dediler. Bu onların ağızlarıyla (geveledikleri ca­hilce) sözleridir ki (bununla güya) daha evvel inkâr edenlerin sözlerini taklit ediyorlar. Hay Allah kahredesi adamlar! (Haktan bâtıla) nasıl da döndürülüyorlar!"[78]  Hristiyanlar bunu, Hz. İsa'nın babasız olmasını muhal gördükleri için veya Hz.İsa'nın anadan doğma körü, alacalıyı iyileştirmesini, ölü­leri diriltmesini imkânsız buldukları için söylediler.[79] Halbuki mucize­ler, peygamberlerin peygamberliğini isbat için, yine Allah'ın izin ve yaratmasıyla peygamberlerin getirdikleri harika şeylerdir. Hıristiyanlarınki câhilce bir iddiadan öte geçemez.

Cenâb-ı Allah şu âyet-i kerimelerde Hz. İsa'yı ve O'nun bozulmadan önceki dinini temize çıkarır. Zaten Hz. Peygamber (s.a.v.) ve O'nun ge­tirdiği Kur'ân ve İslâm ümmeti geçmiş peygamberlere ve onların risaletlerine yapılan çirkin isnatları da ortadan kaldıran şahidler olarak  gönderilmişler ve onların ihtilaf ettikleri pek çok şeyin gerçeğini ortaya koymuşlardır. Bakınız: "Beşerden hiç bir kimseye yakışmaz ki Allah kendisine kitabı, hükmü ve peygamberliği versin de sonra O, insanlara: 'Allah'ı bırakıp da (gelin) bana kul olun.' desin. Fakat O, 'öğretmekte ve okuyup okutmakta olduğunuz kitap sayesinde Rabbaniler olun' (der). Sizin melekleri ve peygamberleri tanrılar edinmenizi de emretmez O. Ya size, siz Müslümanlar olduktan sonra, hiç kâfirliği emreder mi?" [80].

 

3) Hristiyanlar Teslisi Kabul Etmekle Kâfir Oldular  

 

Bugünkü Hıristiyanlık akidesinde Baba, Oğul, Rûhu'l-Kudüs'ten iba­ret teslis inancı başlıca bir esastır. Şimdiki Hıristiyanlara göre teslise inanmayanlar Hıristiyan olamazlar. Cenâb-ı Allah ise şimdi mealini gö­receğimiz âyetlerinde teslisin açıkça kâfirlik oldunu belirtmiştir. Kâfir­ler ise cennete giremez.

"Ey Kitap ehli, dininiz hususunda haddi aşma­yın. Allah'a karşı hak olandan başkasını söylemeyin. Meryem oğlu Me­sih İsa yalnız Allah'ın peygamberi ve kelimesidir ki onu Meryem'e bı­rakmıştır. O Allah tarafından (gelen) bir ruhtur. Artık Allah'a ve pey­gamberlerine inanın da (Allah) "üç"(tür) demeyin. Kendiniz için hayır­lı olmak üzere (bundan) vazgeçin. Allah ancak bir tek tanrıdır. O her­hangi bir çocuğu bulunmaktan münezzehtir. Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi onundur. Hakiki vekil (ve şahit) olmak bakımından da (bizzat) Allah yeter. Ne Mesih, ne en yakın melekler, Allah'ın kulu ol­maktan asla çekinmez. Kim O'na kulluktan çekinir ve kibirlenmek is­terse (düşünsün ki Allah) onların hepsini huzurunda toplayacaktır" [81].

"Allah gerçekten üçün (üç tanrının) biridir' diyen­ler andolsun kâfir olmuştur. Halbuki bir tek tanrıdan başka tanrı yok­tur. Eğer diyegeldikleri (bu sözden) vazgeçmezlerse içlerinden o kâfir olanlara herhalde pek acıklı bir azap dokunacaktır" [82].Bu âyet-i kerîmede Cenâb-ı Allah, teslise inananların açıkça kâfir oldukla­rını belirtmiştir. Kâfirler ise cennete giremezler. O halde teslisi kabul etmeyeni Hıristiyan saymayan bugünkü Hıristiyanlara cenneti kim bah­şedebilir? [83]

 

4) Hz. İsa'yı ve Annesi Meryem (a.s.)'i Tanrı Edindiler

 

Hıristiyan gurupları arasında bir de Hz. Meryem'i ilah kabul edenler bulunmaktadır. Bu görüşe sahip olanlar Hz. İsa'yı tanrı kabul edince, Hz. Meryem'e de tanrının annesi unvanını vermek suretiyle O'nu da ulûhiyet derecesine yükselttiler.

"Ve yine Allah demişti ki: Ey Meryem oğlu İsa, Sen mi insanlara: 'Beni ve annemi, Allah'tan başka iki tanrıedinin' dedin? 'Hâşâ' dedi, sen yücesin, benim için gerçek olmayan bir şeyi söylemek bana yakışmaz. Eğer demiş olsam, Sen bunu bilirsin. Be­nim içimde olanı sen bilirsin. Sen'in nefsinde olanı ben bilmem. Çünkü gaybları bilen yalnız sensin, Sen!"  [84].

Bu âyet-i kerimede Cenâb-ı Hakk'ın ulu'1-azim bir peygamberi olan Hz. İsa'nın kendisini ve annesini ilah olarak takdim etmekden beri ol­dukları sarahatle açıklanmıştır. Binaenaleyh Hz. İsa'dan sonra Hıristi­yanların böyle bir itikâdî yanlışa düştükleri anlaşılıyor. Şu âyet-i kerime de Hz. İsa ve annesinin tanrı olamayacaklarını sebepleriyle birlikte açıklamaktadır:

"Meryem oğlu Mesih (İsa) bir peygamberden başka (birşey) değildir. O'ndan evvel de peygamberler gelip geçmiştir. Anası çok sadık bir kadındı. İkisi de yemek yerlerdi. Bak, biz âyetleri onlara nasıl apaçık bildiriyoruz. Sonra da bak onlar nasıl (hakikatten) çevrili­yorlar" [85]. Bu âyette yemeye içmeye muhtaç olanların do­lup dolup boşalanların ilah olamayacakları ifade edilmiştir.[86] İhtiyaç sahipleri ilah olamazlar.[87]

 

5) Hristiyanlar Din Adamlarım Tanrı Edindiler

 

"De ki: 'Ey Kitap ehli, hepiniz bizimle sizin aranızda müsavi (ve âdil) bir kelimeye gelin, (şöyle) diyerek: Allah'tan başkasına tapmaya­lım, O'na hiç bir şeyi eş tutmayalım, Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimi­zi Rabbler (diye) tanımayalım" (Buna rağmen ) eğer yüz çevirirlerse (o halde) deyin ki: Şahit olun, biz muhakkak müslümanlarız"[88] Hıristiyan din adamları Hıristiyanlara bir şeyi helâl kılar, haram kı­larlar.[89] Hıristiyanların günahlarını affederler. Cennetten yer ayırırlar. İşte onlar bu halleriyle kendilerini tanrı yerine koymuş oluyorlar.

"On­lar Allah'ı bırakıp bilginlerini, rahiplerini, Meryem'in oğlu Mesih'i tan­rılar edindiler. Halbuki bunlar da ancak bir olan Allah'a ibâdet etmek­ten başkasıyla emrolunmamışlardır. O'ndan başka hiçbir tanrı yok. O bunların eş tutageldikleri her şeyden münezzehtir" [90]. Âyet-i kerimede Ahbar ve ruhban geçmektedir. Meşhur görüşe göre Ahbar Yahudi bilginleri, Ruhban'dan maksat da Hıristiyan papazları­dır.[91] Bu duruma göre Yahudilerin de kendi din âlimlerini tanrı edin­dikleri ortaya çıkar. Yani Allah'a yapılacak tazimleri onlara gösterirler veya Allah'ın yetkisinde ve kudretinde olan teşrî gibi önemli hususları, din adamlarına verirler demektir.[92]

 

 

 

C. EHL-İ KİTÂB'IN İSLÂM'A AYKIRI ORTAK YANLARI

 

BURADA EHL-İ KİTAB'IN yani hem Yahudilerin ve hem Hristiyanların İslama aykırı olan ortak fikirlerini ele alacağız.[93]

 

1) Yahudiler "İbrahim (a.s.) Yahudi", Hıristiyanlar da "Hıristiyandır", Derler

 

"Yoksa siz: 'Gerçek, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve oğulları Yahudi yahut Hristiyandılar' mı diyorsunuz? De ki: (bunu) siz mi daha iyi bi­lirsiniz, yoksa Allah mı? Nezdinde Allah'dan (gelen) bir şahitliği (in­sanlardan) saklayandan daha zalim kimdir ki? Allah, sizin yapmakta ol­duklarınızdan gafil değildir" [94].

"Ey Kitap ehli, İbrahim hakkında ne çekişip duruyorsunuz? Tevrat da İncil de ondan sonra in­dirilmiştir. (Buna da)aklımız ermiyor mu? Haydi (diyelim) siz biraz bil­giniz olan şey hakkında tartıştınız; ama hiç bilginiz olmayan şey hak­kında neden çekişip duruyorsunuz? Halbuki (her şeyi) Allah bilir, siz bilmezsiniz. İbrahim ne Yahudi, ne de Hristiyandı. Fakat O, Allah'ı bir tanıyan dosdoğru bir Müslümandı. Müşriklerden de değildi. Doğrusu insanların ibrahim'e en yakın olanı (zamanında) ona tâbi olanlarla, şu peygamber ve (şu) mü'minlerdir. Allah, o îman edenlerin yârı (yardımcısı)dır"  [95].

Cenâb-ı Allah, Hz. İbrahim'i kendi dostu (halîli) yapmış ve O'nu bütün insanlara önder kılmış[96]

O'nu bütün ümmetlere sevdirmiş ve arkasından güzel bir anıhş bırakmıştır [97]. Bu ilâhî hikmete mebnî, her ümmet Hz.İbrahim'in kendilerinden olduğu­nu, kendilerinin O'na mensubiyetini iddia etmişlerdir. Ehl-i Kitabın Yahudileri ve Hıristiyanları da bu iddiada bulunmuşlardır. Halbuki âyet-i kerime, onların bu tartışmalarının esassız olduğunu, çünkü Ya­hudiliğin ve Hıristiyanlığın Hz. İbrahim'den sonra çıktığını, Hz. İbra­him'e manen yakın olanların ancak şirk koşmadan O'nun gibi hanif Müslüman olan Hz. Muhammed'in ve O'nun ümmetinin olduğunu net olarak belirtmiştir.[98]

 

2) Allah'a Karşı Yalan Uydurup İftira Ederler.

 

Yahudiler Rasûl-i Ekrem (s.av.) Efendimiz'e dediler ki:

 "Sen İbra­him'in tevhid dininde olduğunu iddia ediyorsun. Halbuki O, senin gibi deve eti yemez, deve sütü içmezdi". Bunun üzerine şu âyetler indi:[99] "Tevrat indirilmeden evvel -Yakub'un kendisine haram kıldığı şeyler­den başka- yiyeceğin her türlüsü İsrailoğulları için helâl idi. De ki: "Eğer doğru iseniz, Tevrat'ı getirip okuyun. Artık kim bundan sonra Al­lah'a yalan uydurup iftira ederse, işte onlar zalimlerdir" [100]. Tevrattan evvel Hz. Yakub bir siyatik hastalığına tutulmuş ve ondan şifa bulursa en sevdiği yemeği yememeği nezr eylemişti. Bir riva­yete göre ise en sevdiği yemek deve eti ve deve sütü imiş. Bunu doktor­ların tavsiyesi ile veya bir gece, hastalığından çok muzdarip olduğu için veya sırf zühd ve taabbüd için yapmış olduğu rivayet edilir. Bu nezir de Hz. Yakub'un sadece kendine mahsus idi, ümmetine değil. Sonra bu, Tevrat nazil olmadan önceki bir olaydı. Tevrat'ta deve eti ve sütü ha­ramdır diye bir hüküm yoktu. Çünkü Allah: "Eğer doğru iseniz, Tevra­t'ı getirip okuyun" buyuruyor. Şu halde Yahudiler bunu Allah'a karşı bir yalan ve iftira olarak ileri sürüyorlardı. Yakub (a.s)'ın sırf kendisi için olan adağını, Tevrat nesh etmiş, helal kılmıştı. Demek ki Tevrat neshi inkr etmek şöyle dursun, önceden haram olan bazı şeyleri helal, helal olan bazı şeyleri de haram kılmıştır.[101] Yahudilerin kendi kitaplarına bile dayanmayan delilsiz ve hüccetsiz konuşmaları Allah'a iftiradan başka bir şey değildir.

Tevrat nasıl nesihde bulunmuşsa Kur'ân da kendinden önceki kitap­ları nesh etmiştir. Artık Kur'ân'a inanıp tâbi olmayan Yahudilere hiç kimse kendi hevasından cennetler bahsedemez.[102]

 

3) Allah Yolundan Bile Bile Saptırmak İsterler

 

"Bakmaz mısın şu kendilerine kitaptan bir nasip verilmiş olanlara? Kendileri sapkınlığı satın alıyorlar da istiyorlar ki siz de yolu sapıtasınız" [103].

"Kitap sahiplerinden çoğu, gerçek kendilerine bes­belli olduktan sonra, sırf içlerindeki kıskançlıktan ötürü sizi îmanınız­dan sonra küfre döndürmek isterler" [104]. Yani bilmeden değil Müslümanların ve Peygamberlerinin faziletini, O'nu mucizeleriyle ve Tevrat'ta zikredilen sıfatlarıyla açıktan açığa bilerek, kendileri sapıt­tıkları gibi, sizi de sırf hasetlerinden dolayı sapıtmak isterler.[105]

"Kitap ehlinden bir gurup istedi ki sizi saptırsınlar. Oysa sadece kendilerini saptırıyorlar; fakat farkında değiller" [106]. "De ki: 'Ey Ki­tap ehli, gerçeği (İslâm dininin hak olduğunu)görüp bildiğiniz halde, niçin Allah'ın yolunu eğri göstermeğe yellenerek mü'minleri Allah yo­lundan çevirmeğe çalışıyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan habersiz de­ğildir. “Ey îman edenler, eğer kendilerine kitap verilenlerin içinden her­hangi bir zümreye uyarsanız, onlar sizi, îmanınızdan sonra döndürüp kâfir yaparlar" [107].

"Kitap ehlinden çoğu kimseler, hak ve doğru kendilerine besbelli olduktan sonra sırf içlerindeki kıs­kançlıktan ötürü sizi îmanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek isterler. Siz şimdilik, Allah onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar affedin, hoş görün. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir" [108].

İşte bu âyetler hiç bir yoruma meydan bırakmayacak şekilde Ehl-i kitabın bile bile kendileri gibi Müslümanları da saptırıp kâfir yapmak istediklerini beyan etmektedir.[109]

 

4) Ehl-i Kitab "Ancak Yahudi ve Hıristiyan Olanlar Cennete Girecek" Dediler

 

"(Yahudiler ve Hıristiyanlar): 'Yahudi ve Hıristiyan olandan başkası cennete girmeyecek' dediler. Bu onların kuruntusudur. (Habibim onlara)söyle: '(Eğer bu iddianızda) doğru iseniz, delilinizi getirin' [110]. Yani isbat edin. Getirecekleri bir delilleri ve isbatları yoktur. Ya­hudilerin ve Hıristiyanların kendi kitaplarında bile, cennete sadece kendilerinin gireceklerine dair mutlak imtiyaz ifade eden bir delilleri bulunmadığı gibi, bugün Allah'a, Hz. Muhammed'e ve O'nun getirdik­lerine iman etmeden onların cennete gireceklerini iddia edenlerin de çarpık yorumlarından başka getirebilecekleri bir delilleri yoktur.

"(Ya­hudiler ve Hıristiyanlar Müslümanlara:) 'Yahudi veya Hıristiyan olun ki, doğru yolu bulaşınız' dediler. De ki(Habibim): 'Hayır biz dosdoğru ibrahim dinine (uyarız) . O (Allah'a) ortak koşanlardan değildi.”[111]  Demek ki ehl-i kitap doğru yolda değildirler. Şirke bulaşa­rak Hz. İbrahim'in doğru yolundan eğrilmişlerdir. Cennete girebilmek için ise gerçekten doğru yolda olmak lazımdır. Öyle ise doğru yolda na­sıl bulunulur? Bunun cevabı, hem Ehl-i Kitap ve hem tüm insanlık için işte şu âyet-i kerimededir:

"Eğer sizin inandığınız gibi inanırlarsa doğru yolu bulmuş olurlar. Şayet yüz çevirirlerse, (size karşı) muhalefet içine düşerler. Onlara karşı Allah sana yeter. O hakkıyla işiten, hakkıyla bi­lendir"[112] . Müslümanlar gibi îman ise, Allah'a, Hz. Muhammed (s.a.v.)'e ve O'nun Allah'tan getirdiklerinin cümlesine iman getirmekdir. Allah'ın verdiği cennetin anahtarı, işte bu îmandır.[113]

 

5) Ehl-i Kitap Kendilerine Beyyineler Geldikten Sonra ihtilafa Düşmüşlerdir

 

"Allah katında hak din islâm'dır (Müslümanlıktır). Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra, sırf aralarındaki kıskançlıktan ötürü, ihtilâfa düştüler. Kim Allah'ın âyetlerini inkâr ederse, (bilsin ki) Allah hesabı pek çabuk görendir" [114]. Bu âyetler, ehl-i kitaba hitap ediyor. Onları hasetlerine ihtiraslarına mağlup olmadan Hz. Muhammed'in (s.a.v.) getirdiği İslama teslim olmaya çağırıyor. "Se­ninle münakaşaya kalkışanlara de ki:

'Ben, yüzümü İslâm ile tertemiz Allah'a tuttum, bana tâbi olanlar da.' Kendilerine kitap verilenlerle ve­rilmeyen ümmîlere de ki: 'Siz islâm'ı kabul ettiniz mi?' Eğer nizaı keser, islâm'a girerlerse, doğru yolu tutmuşlardır. Yok yüz çevirirlerse, sana da düşen ancak tebliğdir. Allah kullarını lâyıkıyla görmektedir" [115].

Şu halde Cenâb-ı Allah, kitap ehlinin kendilerine verilenlerle kal­malarını istemiyor. Hz. Muhammed'i (s.a.v.), hem ehl-i kitaba ve hem de kitap verilmeyen ümmîlere -ki bunlar ehl-i kitabın dışında kalan tüm insanlar, müşrikler demektir- beyyinelerle bunun için göndermiş­tir. Onlar ise hasetlerinden, ihtiraslarından ve kaprislerinden dolayı bile bile bu yeni dine karşı çıkmışlardır.[116] Netice olarak, Cenâb-ı Allah, iki kategoriye ayırdığı ehl-i kitab kâfirleri ile ümmî (yânî kitab verilme­yen) müşrik kâfirleri Hz. Muhammed'in getirdiği beyyinelere inanma­ya çağırıyor. Tâ ki felaha erip cenneti hak edebilsinler. Çünkü önceki dinler külliyyen mensuhtur.

"Kendilerine kitap verilenler, ancak o açık delil (peygamber) kendilerine geldikten sonra ayrılığa düştüler. Ehl-i kitap ve müşriklerden islâm'ı kabul etmeyen kâfirler ebedî olarak orada kalmak üzere cehenneme gireceklerdir. Onlar halkın en şerlileridir" [117].

 

6)Yahudiler Hıristiyanları, Hıristiyanlar da Yahukleri Esassız Kabul Ederler

 

Cenâb-ı Allah, her ümmetten, gönderdiği peygamberleri kabul edip onlara yardımcı olma hususunda söz aldığı halde, onlardan pek çoğu kendilerine gelen peygambere ve bazan da daha önce gelenlere inan­mış; fakat kendi peygamberlerinden sonra gelen peygamberlere çoğun­lukla inanmamışlardır. Yahudiler, Hz. İsa'ya büyük çoğunlukla inanma­mış ve hatta kendi iddialarına göre onu öldürmüşlerdir. Hıristiyanlar da Hz. Muhammed (sav)'e inanmamışlardır. Aslında bunlar birbirlerini de esastan yoksun kabul ederler. Her biri kendinin doğru yolda oldu­ğunu kabul eder.[118]

"Yahudiler : 'Hıristiyanlar, bir temel üzerinde değil­ler' dediler. Hıristiyanlar da: "Yahudiler bir temel üzerinde değiller" de­diler. Oysa hepsi de kitabı okuyorlar. Bilmeyenler de tıpkı onların de­dikleri gibi demişlerdi. Artık Allah ayrılığa düştükleri şeyde, kıyamet günü aralarında hüküm verecektir" [119]. Bunlar kitap oku­dukları halde birbirlerinin bâtıl olduklarını söylemekle kitapsız kâfirle­rin cahilce söylediklerinin aynısını söylemiş oldular. Halbuki Müslü­manlar böyle insafsız davranmazlar. Onlar Allah'ın hak peygamberleri­ne ve kitaplarına inanırlar, îmanda onların aralarını tefrik etmezler. Çünkü onlar Allah'tan şu emri almışlardır :

 "(Ey mü'minler) deyin ki: 'Biz Allah'a, bize indirilene (Kur'ân'a), ibrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakûb'a ve torunlarına (Esbâta) indirilenlere, Musa'ya, İsa'ya verilenlere ve (bütün) peygamberlere Rableri tarafından verilen (kitap ve âyetler)e îman ettik. Onlardan hiç birini (imanda) diğerinden ayırt etmeyiz. Biz (Allah'a) teslim olmuş (Müslümanlar)ız” [120].

 

7) Aslında Ehl-i Kitab da Müşriktirler.

 

Yukarıda geçtiği gibi, Üzeyr Allah'ın oğludur diyen Yahudiler, buza­ğıya tapan İsrailoğullan ve Hz. İsa'ya Allah'ın oğludur diyen ve teslisi kabul eden Hıristiyanlar da şirke düşmektedirler.

"Yahudi ve Hıristi­yanlar, Müslümanlara şöyle dediler : 'Bizim dinimize girip Yahudi ve Hıristiyan olun ki, doğru yolu bulaşınız". Habîbim sen de ki : "Hayır, biz hak yol üzere bulunan Hz. İbrahim'in dinindeyiz. O hiç bir zaman müşriklerden olmadı" [121]. Bu âyet-i kerîme'nin son kıs­mındaki "O hiç bir zaman müşriklerden olmadı" cümlesi, Ehl-i kiabın ise şirke bulaştıklarının ve müşriklere benzediklerinin tariz yollu bir ifadesidir.[122] Şirk şaibesi Hıristiyanlarda daha çoktur. Nitekim Cenâb-ı Allah şöyle buyurur:

"And olsun ki 'Allah Meryem oğlu Mesih'in ken­disidir" diyenler kâfir olmuşlardır" [123].

'Allah hakikaten üçün (üç tanrının) biridir' diyenler and olsun, kâfir olmuşlardır" [124].

 Bazen Hz. Meryem'i de tanrı edinen Hıristiyanlar vardır [125].Cenab-ı Allah'ın bakire Meryem'in hamile kalmasıyla doğmuş olmasını kabul etmek, Allah'ın emirlerine en büyük saygısızlık ve en adi putperestliktir. Tapılacak kimseyi önce ölümlü kılmak sonra da Allah olarak ilan etmek, hatta Allah'ın eti ve kanı diye komünyon âyinindeki ekmek ve şaraba tapınmak galiz bir küfürden başka bir şey değildir.[126]

Bazıları İznik konsiline teslisi baskıyla kabul ettirenin Bizans impa­ratoru Konstantin olduğu görüşündedirler. Mûsâ şeriatının Allah'ın mutlak bir oluşu ile ilgili "Benimle birlikte başka ilahlar edinmeyesin" şeklindeki ilk emri ve cumartesinin kudsiyyeti Konstantin'in emriyle kaldırılmıştır.[127]

Sonra ehl-i kitaptan Hıristiyanların papazları onlara bir şeyi helal kı­lıp haram edebilmektedirler. İşte bu, onlara Allah'ın yetkisinde olan şe­riat koyma (teşri) selahiyeti vermektir ki bu da küfürdür:

"De ki: 'Ey Kitab ehli (Yahudiler, Hıristiyanlar) hepiniz bizimle sizin aranızda mü­savi (ve adil) bir söze gelin (şöyle) diyerek: "Allah'dan başkasına tap­mayalım, O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım, Allah'ı birakıpta kimimiz ki­mimizi rabbler edinmeyelim', (buna rağmen) eğer yine yüz çevirirlerse (o halde) deyin ki: 'Şahit olun, biz muhakkak Müslümanlarız'"[128].

"Onlar Allah'ı bırakıp bilginlerini, rahiplerini, Meryem'in oğlu Mesih'i tanrılar edindiler. Halbuki onlar da ancak bir olan Allah'a ibadet etmekten başkasıyla emr olunmamışlardır. O'ndan başka Tanrı yok. O, bunların eş tutageldikleri her şeyden münezzehtir" [129]. Bir önceki âyette

"O'na hiç bir şeyi eş koşmayalım" demekle, Ce­nab-ı Allah halen Hıristiyanların Allah'a şirk koştuklarını tariz yoluyla ifade etmiş bulunmaktadır. Tevbe 31. âyetinde ise bütün müfessirler şu hadiseyi naklederler: Adiy bin Hatim şöyle anlatır: "Boynumda altın bir haç olduğu halde Rasulullaha geldim - ki o zaman Adiy Hıristiyandı-Resulullah Berae suresini okuyordu. "-Ya Adiy şu boynundaki putu at," buyurdu. Ben de attım. "Onlar hahamlarını ve papazlarını Allah'dan başka rabbler edindiler" kavli ilâhîsine geldi. Ben: "-Ya Resulullah on­lar, onlara ibadet etmezler" dedim. Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: "Onlar Allah'ın helal kıldığını haram eder, siz de haram kabul etmez misiniz? Allah'ın haram kıldığına helal derler, siz de onu helal saymaz mısınız?" Ben de: "-Evet" dedim. Rasulullah: "İşte bu onlara tapmaktır" buyurdu,[130] İslâm, "Hâlık'a isyan hususunda mahlûka itaat olmaz" düs­turunu getirmiştir.

Hıristiyanlar, papazlarına günahkârın günahını affetme yetkisi tanı­mışlardır. Cennet ve Cehennem'in anahtarları papazların ellerinde olup onları dilediklerine satabileceklerini ve buna hiç kimsenin itiraza hakkı olmadığını iddia ve kabul edecek kadar imtiyazlar tanımışlardır. Konsillerde papazların aldıkları kararlar aynen bir nas gibi dinden kabul edilmektedir. Hem de konsilde çıkan bu yeni karar, isterse eski karar­larla ve hatta dinin temel umdeleriyle çelişmiş olsun, kabul görmekte­dir. Bu, rahipleri Rab yerine koymak değil de nedir? Bu onların "dallîn" olduklarından başka neyi gösterir?

Yine bu yetkililer, şarabı, domuz etini helâl kılmışlar, Hz. İsa sün­netli olduğu halde bunlar sonradan sünnet olmayı kaldırmışlardır [131]. Cumartesinin hürmetini kaldırıp Pazara vermişlerdir. Halbuki İsa, Cu­martesilerinin sıkı bir takipçisi olup sinagoglarda ve mabetlerde halkın tedavi işleriyle bilhassa bugün ilgileniyordu.[132]

Özetlemek gerekirse, Hıristiyanlar, "Baba, Yaratıcı'nın. mecazi bir başka ismi ve hak olan Tek Allah manasınadır. Oğul , Allah'ın sadece bir kulu ve elçisi, Kutsal Ruh da Kudreti sonsuz olan Allah'ın iş gören hesapsız ruhlarından (meleklerinden) biridir", diye îman etmedikçe çok tanrılı olmaktan kurtulamazlar.[133]

Buna rağmen Yahudi ve Hıristiyanlara Ehl-i kitap olarak Kur'ân'ın ve İslâm hukukunun özel bir statü tanıması, sırf onların hakkaniyetle­rinden ileri gelmez. Yani Müslümanların Ehl-i kitabın kadınlarıyla, evle nebilmeleri, onların kestiklerinin yenilebilmesi ve İslâm idaresinde onlara zımmî bir statü tanınması gibi ayrıcalıklar, aynı zamanda Müslü­manlara dinî yaşamda ve hayatı kolaylaştırmada bir genişlik ve kolaylık sağlamak hikmetine mebni olsa gerektir. Yoksa onlar hak yolda olduk­ları için değil. Nitekim Cenâb-ı Allah şöyle buyurur:

"Bakmadın mı kendilerine kitaptan bir pay verenlere? Kendileri haça, şeytana inanı­yorlar, diğer inkâr edenler için de 'Bunlar îman edenlerden daha doğru yoldadır' diyorlar" [134]. En doğrusunu şüphesiz ki Allah bilir.[135]

 

D.   EHL-I KİTAB'IN İSLÂM'A KARŞI TUTUM   VEDAVRANI$LARI

 

1) Ehl-i Kitap Dinlerinde Aşırı Giderler

 

Ehl-i Kitap Dinlerinde Allah’ın verdiği ölçüleri genellikle koruyamamışlar, aşırılığa kaçmışlardır.

"Ey ehl-i kitap, dininizde taşkınlık etmeyin ve Allah hakkında ger­çek olmayan şeyleri söylemeyin(...)" [136]. Teslisi kabul etme­leri Hz. İsa'ya, Hz. Meryem'e ulûhiyet vermeleri hep bu aşırılıkların-dandır. "De ki:

'Ey ehl-i kitab, dininizde haksız yere aşırılığa dalmayın ve önceden sapmış, birçoklarım da saptırmış, düz yoldan şaşmış bir milletin keyiflerine uymayın'" [137]. Ehl-i kitab işte bu kabil âyetlerle, aşırılıklarından vazgeçip itidal çizgisine gelmeleri için uyarı­lırlar.[138]

 

2) Ehl-İ Kitab'ın Ölçüsüz İstekleri Vardır

 

Peygambarleri daha hayatta kendi içlerinde iken bile, ehl-i kitaptan îsrailoğulları ölçüsüz ve bâtıl isteklerde bulunmuşlardır.

"İsrailoğullarını denizden geçirdik. Şimdi putlarının önünde tapman bir kavme rastladılar:

'Ey Mûsâ, dediler, (bak) bunların nasıl tanrıları var, bize de öyle bir tanrı yap!' (Musa): 'Siz, dedi, ne cahillik eder bir kavimsiniz!'" [139].

"Kitap ehli, senden kendilerine gökten (toptan) bir kitap indirmeni istiyorlar. Musa'dan bundan daha büyüğünü istemişler: 'Al­lah'ı bize açıkça göster!' demişlerdi. Haksızlıklarından dolayı derhal on­ları yıldırım çarpmıştı. Sonra kendilerine bunca açık âyetler ve deliller gelmişken buzağıyı (tanrı) edinmişlerdi. Bundan da vaz geçtik ve Mu­sa'ya apaçık (nice) hüccetler verdik" [140]. Yine ölçüsüz istek­lerine bir örnek de şudur: "Onlar: 'Allah bize hiç bir peygambere (gök­ten inecek) bir ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe îman etmeme­mizi emretti' dediler. (O Yahudilere) de ki:

 "Size benden Önce açık de­liller ve bu dediğinizi de getiren peygamberler gelmişti. Eğer doğru ise­niz niçin onları öldürdünüz?" [141].

Görüldüğü gibi Ehl-i Kitabın ölçüsüz isteklerinin bir sınırı yoktur. Kendilerine put isteyecek kadar aşırı isteklerde bulunuyorlar. Gerek Ya­hudiler gerekse Hıristiyanlar insan fıtratına uygun mutedil bir ilâhî öl­çüyü benimseyip orta bir yol tutturamamışlardır. İşte onlarda bulunma­yan ifrat ve tefritlerden uzak bu mutedil yolu, hükmü kıyamete kadar sürecek olan Hz. Muhammed (a.s) ve O'nun vasat ümmeti gerçekleştir­mişlerdir:

"Böylece sizi orta bir ümmet yaptık ki, insanlara karşı (haki­katin) şahitleri olasınız, bu peygamber de size şahit olsun (...)" [142].

"Allah uğrunda gereği gibi cihat edin. O sizi seçmiş, babanız İbrahim'in de yolu bu dinde sizin için bir zorluk bırakmamıştır. Daha önce (ki kitaplarda) ve bu (Kur'an) da, peygamberin size şahit olması,sizin de insanlara şahit olmanız için, size "Müslümanlar" adını veren O'dur. Artık namazı kılın, zekâtı verin, Allah'a sarılın. O sizin mevlânızdır. O ne güzel mevlâ ve ne güzel yardımcıdır!" [143].

İşte din kemaline Hz. Muhammed ve O'nun ümmetiyle ulaşmıştır, o da is­lâm dinidir .[144]

                                                                                                                                            

3) Ehl-i Kitab Kâfirleri de Müşrik Kâfirleri de Sana Bir Hayır İndiril­mesini istemezler,

 

Kendi peygamberlerinden başka bir peygamberin, kendi kitapların­dan başka bir kitabın gelmesini istemezler. Bunu hasetlerinden dolayı istemezler.[145]

"Kitap ehlimden olan kâfirler de, puta tapanlar da size bir hayır indirilmesini istemezler. Allah ise rahmetini dilediğine tahsis eder, Allah büyük lütuf sahibidir" [146]. Hz. Peygamber'e Kur'ân'ın inmesi, onların hasetlerini bir kin haline dönüştürmüştür.

"(...) And olsun, Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun azgınlığı­nı ve küfrünü artıracaktır (...)" [147].

"(...) (Ey Muhammed) Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun azgınlığını ve küfrünü ar­tıracaktır" [148]. Bu haset ve kinleri onlan neredeyse kendi ki­taplarını bile inkâr edecek bir ölçüsüzlüğe şevketti.

 "(Yahudiler) Al­lah'ı, onun şanına yaraşır bir şekilde takdir edemediler. Çünkü 'Allah insana bir şey indirmedi' dediler. De ki: 'Öyleyse Musa'nın insanlara nur ve yol gösterici olarak getirdiği ve sizin de parça parça kağıtlar ha­line koyup (işinize geleni gösterip) açıkladığınız; (fakat) çoğunu gizle­diğiniz o kitabı kim indirdi? Sizin de atalarınızın da bilmediğiniz şeyler (Kur'ân'da) size öğretilmiştir.' (Habibim) Sen 'Allah (indirdi) de', sonra bırak onları daldıkları bataklıkta oynaya dursunlar" [149]. As­lında Hz. Musa zamanında da kendi kitaplarında ihtilaf etmiş ve onu sızıltısızca kabul etmemişlerdi.

"And olsun ki Musa'ya kitabı verdik de onun hakkında da ihtilafa düşüldü. Eğer Rabbinden bir söz geçmiş ol­masaydı, elbette aralarında (şimdiye kadar) hüküm verilmiş bitmişti bi­le. Onlar (senin kavminin kâfirleri de) bu (Kur'ân)dan kuşkulu bir şüphe içindedirler" [150]. Halbuki Danyal (a.s) dördüncü bü­yük kitabın Hz. Muhammed'e (Paraklit) nazil olacağını haber vermiş­tir.[151]

 

4) Kitab Ehli Yeni Gelecek Peygamberi Tasdik Edeceklerine Dair Allah'a Verdikleri Sözü Tutmamışlar Gizlemişlerdir.

 

Cenâb-ı Allah ezeli ilim ve takdiriyle insanlığa göndereceği peygam­berleri en ince vasıflarıyla biliyordu. Özellikle kıyamete kadar şeriatı hükmedecek olan Hz. Muhammed (s.a.v)i Hz.İbrahim'in bir duası ola­rak, Hz. İsmail'in soyundan göndermeyi takdir buyurmuştu. Hz.ibra­him oğlu ismail (a.s)'le birlikte Kabe'yi inşa ederken duasının arasında şöyle demiştir:

"Ey Rabbimiz onların içinden onlara senin âyetlerini okuyacak, onlara kitabı, hikmeti öğretecek, onları (şirkten) iyice temiz­leyecek bir peygamber gönder. Şüphesiz yegane galip tam hikmet sahi­bi sensin Sen" [152]. Bundan dolayı sevgili peygamberimiz (s.a.v): "Ben atam ibrahim'in duası, Hz. İsa'nın müjdesi, annemin rüyasıyım. Annem rüyasında kendinden bir nurun çıktığını ve Şam sarayla­rını aydınlattığını görmüştür".[153]

işte Cenab-ı Allah Hâtemu'l-Enbiya Efendimiz'i, gelecek bütün peygamberlere ve ümmetlerine bildirmiş ve O gelince O'na inanıp yardımcı olacaklarına dair onlardan söz almıştır.[154] İndirilen kitapların hepsinde zikredilmiş ve bütün peygamberler tarafından müjdelenmiştir.[155] Buna dair bir iki âyet meali vermekle yetinelim:

"Allah peygamberlerden şöy­le söz almıştı: 'Bakın size kitap ve hikmet verdim, sonra yanınızda bu­lunan (kitaplar)ı doğrulayıcı bir peygamber geldiğinde, o'na mutlaka inanacak ve O'na yardım edeceksiniz! Bunu kabul ettiniz mi ve bu hu­susta ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?' demişti. 'Kabul ettik' dediler. 'O halde şahit olun, bende sizinle beraber şahit olanlardanım' dedi. Artık kim bundan sonra dönerse onlar fâsıklardır" [156]

 "Biz Hıristiyanız diyenlerin de sağlam teminatını almıştık. Neticede on­lar da va'z ve ihtar edildikleri şeylerden bir hisse almayı unutuverdiler (...)." [157].

 "Ey Ehl-i Kitab size kitaptan gizlemekte olduğu­nuz şeylerin birçoğunu meydana vuran bir çoğundan da geçiveren pey­gamberimiz gelmiştir. Size Allah'dan hakiki bir nur ve apaçık bir kitap gelmiştir" [158].

 Buna rağmen onlar hem Allah'ın kendilerine olan emirlerini tutup yasaklarından kaçacaklarına dair verdikleri sözle­ri tutmamış  ,[159]

hem de Hz. Muhammed (s.a.v)'e inanacaklarına dair verdikleri sözleri tutmamışlardır”[160] .

Hz. Peygamber'in Tevrat'ta ve İncil'de geçen isim ve sıfatlarını gizle­mişler veya değiştirmişlerdir, hakkı bâtıla karıştırmışlardır [161]. Hz. Peygamber (s.a.v)in Tev­rat ve İncil'de gerek sarahaten gerekse işareten zikredilen isim ve sıfat­larına dair bugün de pek çok malumat bulunmaktadır.[162]

Cenâb-ı Hak önceki kitaplarda sadece Hz. Peygamber (s.a.v)i müj­delemekle de kalmamış onunla birlikte, onun getirdiği dini, o dine tabi olan ashabı ve onlara kıyamete kadar tâbi olacak ümmetini de hem müjdelemiş hem de övmüştür .[163]

 

5) Ehl-i Kitab Kendi Kitaplarını Tatbik Etmemiş Tahrif Etmişlerdir

 

Ehl-i Kitab işlerine geldikleri zaman kitablarına uymuş, işlerine gel­mediği zaman onları bir kenara atıp tatbik etmemişlerdir [164].

"Eğer onlar Tevrat'ı İncil'i ve kendilerine indirilen (Kur'ân)ı gereğince uygulasalardı, muhakkak ki hem üstlerinden, hem ayakları­nın altlarından (nimetler) yiyeceklerdi..."[165]. Bu âyetten Ehl-i kitabın önceleri hem kendilerine indirilen Tevrat ve İncil'i tatbikle görevli olduklarını, hem de (artık şimdi yani İslâm devrinde) kendileri­ne indirilen Kur'ân'ı tatbik etmekle görevli olduklarım anlıyoruz. Bu âyette Kur'ân'ın,

"Kendilerine indirilen" ifadesiyle ehl-i kitaba da indi­rildiği ve Kur'ân'la mükellef oldukları anlaşılmaktadır [166].

Ya­ni Müslüman olmaları istenmektedir. Kitap ehli, İslâm devrinde arala­rında Allah'ın kitabıyla hüküm verilmesine razı olmamışlardır [167]. Yani îman edip Müslüman olurlarsa aralarında Kur'ân'la, îman etmezlerse İslâm idaresinde bir zimmî olarak kendi kitaplarıyla aralarında hüküm verilecektir.

Kitap ehli bununla da kalmamışlar, kitaptan olmayan şeye kitabdandır, demişlerdir [168].

 Âyet uydururlar, Allah'a yalan isnad ederler [169].

Kitâb'ın kelimelerini yerlerinden değiştirir[170]  ve hatta kitaplarını tahrif ederler [171]. Bilhassa Tevrat'daki recm âyetini ve Hz. Peygamber (s.a.v)'in vasıflarını inkâra kalkışmışlardır.

Tahrifi, Kur'ân açıkça söylemektedir. Bu ister kelimeleri yerlerinden değiştirerek mânâyı değiştirmekle , ister tamamını kaldırmakla, isterse çarpık tevil ve yorumlarla olsun.[172] Netice itibariyle bu tutumları onla­rın kendi ilâhî kitaplarına olan inançsızlıklarını ve saygısızlıklarını gös­terir. Zaten tercemeden tercemeye mânâ kayıp gitmektedir. Üstelik bu kitaplann Kur'ân gibi i'cazı da yoktur. İndiler bizzat Hz. İsa tarafından yazdırılmamıştır. İnciler, havarilerin hatıraları şeklinde ve sözlü riva­yetler halinde idiler. İncil yazarlarının hepsi müttefikan Hz. İsa'nın ha­varileri de değildirler, İncil yazarları en iyimser tahminlere göre 60-100 yılları arasında bu şifahi nakilleri toplayıp kolleksiyon halinde yazmış­lardır. Bundan dolayı incil tabirinin bunlar için bir isim halinde yayıl­ması ancak 150 yıllarında mümkün olabilmiştir.[173] Mevsuk ve sağlam senetleri yoktur. Bilhassa Tevrat'ın çeşitli istilalarla asıl nüshası kaybol­muştur.[174] Kur'ân karşısında bunlar hidayet rehberi olma özelliklerini yitirmişlerdir.[175]

 

6) İsrailoğullan Helali Haram Yapmışlardır

 

"Tevrat indirilmeden önce İsrail'in kendisine haram kıldığı şeylerin dışında, bütün yiyecekler helâldi. De ki: 'Doğru iseniz, Tevrat'ı getirip okuyun'.Artık bundan sonra da kim Allah'a yalan uydurup iftira eder­se, işte onlar zalimlerdir" [176]. Demek ki Yahudilerin deve eti ve sütü bize Tevrat indirilmeden önce haramdı, demeleri, helali haram saymaktır ve Allah'a karşı bir yalan uydurmaktan ve iftiradan başka bir şey değildir.

"(...) Allah'ın kendilerine verdiği rızkı, Allah'a if­tira ederek haram kılanlar muhakkak ki ziyana uğradılar, saptılar, yola gelici de değiller?" [177].

Kendilerine kitap verilenlerden Al­lah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Rasulû'nün haram kıldı­ğını, haram saymayan ve hak dinini (İslâm'ı) din edinmeyen kimselerle küçültüp boyun eğerek elleriyle cizye verecekleri zamana kadar sava­şın" [178]. Bu âyet-i kerimede de ehl-i kitabın Allah ve Rasûlü'nün haram kıldığı şeyleri haram tanımadıkları, kendi dinleriyle kalıp hak din olan İslâm'ı din kabul etmedikleri vurgulanmaktadır.[179]

 

7) Ehl-i Kitab İslâm'ın Kıblesine Tâbi Olmazlar

 

İslâm geldikten sonra, kitap sahibi Yahudilerin ve Hristiyanların ar­tık dinleri, kitabları ve kıbleleri nesh edilmiştir. Artık Hz. Muhammed (s.a.v)'e ve O'nun getirdiği kitaba ve dine îman etmeleri ve Müslüman­ların kıblelerine tâbi olmaları kendilerinden kesinlikle istenmektedir. Allah onların öyle kalmalarına razı değildir. Hz. Muhammedden sonra onların dünyada hiç bir şey olmamış gibi öylece kalmalarını kâfirlik olarak nitelemiştir, "insanlardan bir takım beyinsizler: 'Onları üzerinde bulundukları kıbleden çeviren nedir?' diyecekler. De ki:

'Doğu da batı da Allah'ındır. O dilediğim doğru yola iletir'". "(...)(habibim) Senin hâ­lâ üzerinde durageldiğin (Kâbeyi tekrar) kıble yapmamız, peygambere uyanı ayağının iki ökçesi üzerinde geri döneceklerden ayırt etmemiz içindir" [180].

"(Ey Muhammed), Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilip durduğunu (gökten haber beklediğini) görüyoruz. (Me­rak etme) elbette seni hoşlanacağın bir kıbleye döndüreceğiz. (Bundan böyle) yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Nerede olursanız yüzleri­nizi o yöne çevirin. Kitap verilenler, bunun Rab'lerinden gelen bir ger­çek olduğunu bilirler. Allah onların yaptıklarından habersiz değildir. And olsun (Habibim) Sen, kitap verilenlere (kıble meselesine dair) her türlü âyeti (mucizeyi, delili) getirsen, yine onlar senin kıblene uymaz­lar. Sen de onların kıblesine uyacak değilsin. (Hatta) onlar birbirlerinin kıblesine tâbi olmazlar (yani Yahudiler Hıristiyanların, Hıristiyanlar Ya­hudilerin). And olsun (habibim) Sana gelen bunca ilim (ve vahiy)den sonra onların keyiflerine uyacak olursan, o takdirde Sen, mutlaka za­limlerden olursun" .[181]

 

8)Hahamlar ve Rahiplerden Bir Çoğu insanların Mallarını Haksız Yere Yerler ve Allah'ın Yolundan Çevirirler

 

"Ey İman edenler, şu muhakkak ki, (Yahudi) bilginlerinin ve (Hıris­tiyan) rahipler(ni)n bir çoğu insanların mallarını haksızlıkla yerler, (onları) Allah'ın yolundan menederler..." [182]. Bu âyette ha­hamların ve ruhbanların Allah yolunun mürşidleri ve öncüleri olacak yerde, bugünkü tabiriyle tam manâsıyla din istismarı yaparak, onların bir çoğu, rüşvet almak, mal biriktirip yığmak ve onları Allah yolunda harcamamak,[183] Tevrat ve incil hükümlerini hasis menfaatleri karşılığın­da değiştirmek ve bilhassa Rasûlullah (s.a.v)'ın peygamberliğine ait kı­sımlarda değişiklik yapmak suretiyle bâtıl sebeplerle halkın malını yi­yorlardı. İşte böylesine dejenere olmuş din adamı sınıfı, gerçekten Al­lah yoluna mani olmaktan başka bir şey yapamazlar. Bununla aynı za­manda Cenâb-ı Allah, mü'minleri ve onların din âlimlerim bu duruma düşmemeleri için sert bir şekilde uyarmaktadır.[184] Bu âyet-i kerimeyi okuyunca orta çağdaki Roma Kilisesinin nasıl servet biriktirip nice em­lake malik bir devlete sahip olduğunu hatırlamamak elde değil.[185]

 

9) Hahamlar ve Rahipler Günah Söz Söylemekten Men Etmemişler, Ehl-i Kitap Zulüm ve Günahta Yardımlaşmalardır

 

"Onlar (Ehl-i Kitaptan) çoğunun günah düşmanlık ve haram yeme­de birbirleriyle yarıştıklarını görürsün. Yaptıkları şey ne kötüdür! Rab­baniler ve hahamların, onları günah söz söylemekten, haram yemekten menetmeleri gerekmez miydi? Yaptıkları şey ne kötüdür!" [186].

"Birbirinizin kanını dökmeyeceksiniz, birbirinizi yurtların­dan çıkartmayacaksınız" diye sizden kesin söz almıştık; sonra siz de bunu göre göre ikrar etmiştiniz. Ama siz yine birbirinizi öldürüyorsu­nuz, sizden bir gurubu yurtlarından çıkarıyorsunuz; onlara karşı düş­manlık yapmakta yardımlaşıp birleşiyorsunuz. Onları (yurtlarından) çı­karmak size yasaklanmış iken (çıkarıyorsunuz, sonra da) esir olarak geldiklerinde fidyelerini veriyor (kurtarıyor)sunuz. Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden bunu ya­panın cezası, dünya hayatında rezil olmaktan başka bir şey değildir. Kı­yamet gününde de (onlar) azabın en şiddetlisine itilirler. Allah yaptık­larınızı bilmez değildir" .[187]

 

10) Yahudiler Emr-i Bi'l-Ma'ruf, Nehy-i ani'l-Münker Yapmazlardı

 

"Onlar işledikleri herhangi fenalıktan birbirini vazgeçirmeye çalış­mazlardı. Gerçekten yapmakta oldukları (o hal) ne kötü idi" [188]. Halbuki iyiliği emredip kötülükten nehyetmek bir cemiyetin kendi kendisini kontrolü demektir. Bu, toplumu çeşitli sapmalardan korur. Bunu da başta âlimlerin yapması gerekir. Bir toplumda bu görev yapılmıyorsa kötülükler o toplumun bütün katmanlarına yayılarak, kı­sa zamanda o toplumu fesada verir. Fesat umumileşince de ilâhî ceza ve helak gelir. Nitekim Cenâb-ı Allah şöyle buyurur:

"Vakta ki onlar artık edilen vaazları unuttular. Bizde kötülükten vazgeçirmekle sebat edenle­ri selamete çıkardık. Zulmedenleri ise yapmakta oldukları fısklan yü­zünden şiddetli bir azap ile yakaladık" [189].

İslâm ümmetinin bir önemli özelliği de işte önceki ümmetler gibi olmayıp emr-i bi'1-ma'ruf ve nehy-i an'i'l-münker yapmalarıdır:

"Siz in­sanlar içinden çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz, (çünkü) Allah'a inanıyorsunuz. Kitaplılar da inansaydı, kendileri için elbette hayırlı olurdu, içlerinden (vakıa) îman edenler vardır. Fakat onların pek çoğu yoldan çıkmışlardır" [190].

 "İçinizden hayra çağıran, iyi­liği buyurup kötülüğü men eden bir topluluk olsun, işte onlar kurtulu­şa erenlerdir" [191]. Önceki Ehl-i Kitabın yani Yahudi ve Hıristiyanlarm hahamları ve papazları bu görevi gerektiği şekilde yeri­ne getirmemişlerdir:

 "Bari bilginleri, fakihleri onları günah söylemek­ten ve haram yemekten vaz geçirmeye çalışsalardı ya. Yapmakta olduk­ları ne kötü şeydir!" .[192]

 

11) Ehl-i Kitabdan Yahudiler Faiz, Haram ve Haksız Yere İnsanların Mallarını Yerler, Yalan Dinlerler

 

"Yahudilerin yapmış oldukları zulümden, çok kimseleri Allah yo­lundan çevirmelerinden dolayı kendilerine helal kılınmış şeyleri haram ettik. (Çünkü) onlar (Tevrat'ta) men edildikleri halde faiz alıyor, halkın mallarını haksız yere yiyorlardı. İçlerinden inkâr edenlere de acı bir azap hazırladık" [193]. Bugün haksız kazanç, servet hırsı ve faizcilik denilince en önce akla gelen Yahudilerdir.Halbuki Tevrat'ta faiz almaktan men'edilmişlerdi. Onların bu tutumları kendi dinlerine ne kadar bağlı olduklarını gösterir.

"Ey Peygamber! Kalpleriyle inan­madıkları halde ağızlarıyla "inandık" diyen (münafık) lerle Yahudiler­den o küfür içinde (alabildiğine) koşuşanlar Seni üzmesin. Onlar dur­madan yalan dinleyen (kimse)lerdir. Kelimeleri (Allah tarafından) yer­lerine konulduktan sonra (tutup) bir tarafa atarlar; onlar, 'Eğer size şu (fetva) verilirse alın, şayet ö verilmezse onu (kabul etmekten) sakının' derler. Allah kimin sapıklığını irade ederse artık Sen Allah'ın ona ait (meşiyetini) önlemeye hiç bir şekilde muktedir olamazsın. Onlar öyle kimselerdir ki, Allah kalplerini temizlemek dilememiştir. Dünyada hor ve hakir olmak onların hakkıdır. Ahirette de onlara pek büyük bir azap vardır. Alabildiğine yalanı dinleyenler ve haram yiyenlerdir onlar" .[194]

 

12) Yahudiler Hz. Meryem'e İftira Etmişlerdi

 

"Bir de onların (İsa'yı) inkar ile kâfir olmaları, Meryem'in aleyhinde büyük bir iftira atıp söylemeleri (sebebiyle kendilerine lanet ettik)" [195]. Hz. İsa babasız olarak, kal'a gibi namusunu koruyan ba­kire Meryem'den, Allah'ın bir kudret alameti olarak hiç bir beşer do­kunmadan doğmuştur, işte Yahudiler, böyle bir şeyin olabileceğine, Al­lah'ın böyle de bir çocuk yaratabileceğine inanmamışlar ve Hz. Mer­yem'e zina isnat etmek suretiyle büyük bir bühtanda bulunmuşlardır. Halbuki Allahü Teâlâ koyduğu kanunlara mağlup değildir. Onları dile­diği zaman değiştirir. Çünkü Cenâb-ı Allah "Fa'alâün limâ yürîd"dir. Bunu kabul etmemek tabiatın kadim olduğuna inanmak demektir ki o da Allah'ı inkâra varır.[196]

Böylece Yahudiler, kitaptan haberi olan bir milletin yapmaması gere­ken inkâr ve iftiralara varmışlardır.[197]

 

13) İsrailoğulları Arz-ı Mukaddese Girmek İstememişlerdir

 

Hz. Musa (as)m önderliğinde Firavun'ın zulmünden denizi yarmak suretiyle Kızıldeniz'den geçirilip kurtarılan İsrailoğullarını Sina çölün­de Genab-ı Allah bıldırcın eti ve kudret helvasıyla beslemiştir. Sonra Hz. Musa onları Arz-ı Mukaddese girmeye sevk edip teşvik ettiği za­man, orada bulunanları bahane ederek Hz. Musa'ya

"Onlar da (şöyle) söylediler: 'Ya Musa, onlar orada bulundukça biz oraya ilelebet gireme­yiz. Artık sen ve Rabbin gidin, savaşın, biz burada otururuz'" [198].

“Bu laubali söz ve tutumlarından dolayı Cenâb-ı Allah orayı kırk yıl kendilerine haram kılmıştır. O çölde kırk yıl şaşkın şaşkın dolaşmış­lardır [199].

Musa (as)'dan sonra da Allah onlara peygamber ve hükümdar Tâlût'u göndermiş ve arz-ı mukaddese kolay kolay girmek istememişler­dir .[200]

 

14) Yahudiler Münafıklık Ederler

 

"Onlar (Yahudiler) size geldikleri zaman 'îman ettik erler. Halbuki onlar muhakkak küfürle (yanınıza) girmişler, yine onunla (yanınızdan) çıkmışlardır. Allah onların neler gizlemekte olduğunu çok iyi bilendir" [201]. Bu âyet Yahudi münafıkları hakkındadır.[202] Bir önceki âyetle bir sonraki âyet buna delalet etmektedir.Onlar içlerindeki inkârı gizleyerek Hz. Peygamber'in huzuruna kâfir girip kâfir çıkarlar. Bu iti­barla Yahudilerin münafıklara, eş, dost ve kardeşlik gösterdikleri şu âyetlerde bildirilirken aynı zamanda onların tipik karakterleri de ifade buyrulmuş olmaktadır :

"Bakmaz mısın, şu münafıklık yapanlara? Ki­tap ehlinden inkâr eden kardeşlerine: 'Eğer siz (yurdunuz Medine'den) çıkarılırsanız, mutlaka biz de sizinle beraber (oradan) çıkarız, sizin aleyhinize hiç kimseye itaat etmeyiz. Eğer size savaş açılırsa, mutlak si­ze yardım ederiz' derler. Allah ise onların yalancı olduklarına şahitlik eder. Yemin olsun ki (Medine'deki Yahudi Benî Kureyza kabilesi) eğer (Medine'den) çıkarılırlarsa, (münafıklar da) onlarla beraber (oradan) çıkmazlar; ve eğer onlarla savaşılsa onlara yardım da etmezler. Onlara yardım edecek olsalar bile arkalarına dönüp kaçarlar. Sonra (bir daha) kendilerine de yardım edilmez. Onların kalplerindeki sizin korkunuz Allah'ınkinden fazladır (Allah'tan çok sizden korkarlar). Bu onların an­layışsız bir topluluk olmalarındandır. Onlar toplu olarak sizinle savaşamazlar, ancak.müstahkem şehirlerde yahut duvarların ardından (sizin­le) savaşırlar. Kendi aralarındaki çekişmeleri de şiddetlidir. (Ey Rasûlüm), Sen onları toplu sanırsın halbuki kalpleri dağınıktır. Bu onların aklını kullanmayan bir topluluk olmalarındandır. Onların hali, kendile­rinden az önce yaptıklarının cezasını yakında tatmış kimselerin (Bedir'deki müşriklerin) hali gibidir. Onlara (ahirette de)acıklı bir azap vardır. (Yahudileri savaşa teşvik eden münafıkların hali), tıpkı insana inkâr et', (insan) inkâr edince de: 'Ben senden uzağım, ben âlemlerin Rabbi Allah'tan korkarım' diyen şeytanını hali gibidir. Sonunda ikisinin de(şeytan ile o adamın) akıbeti ebedî olarak ateşte kalmaları olmuştur. İşte zalimlerin cezası budur" [203].

 

15) Ehl-i Kitaptan Yahudiler Daima Yeryüzünde Savaş ve Fesat Çıkarmaya Çalışırlar

 

"(---) Biz onların arasına kıyamet gününe kadar (sürecek) düşman­lık ve kin bıraktık. Onlar ne zaman harp için bir ateş tutuştururlarsa, Allah onu söndürür. Yeryüzünde hep fesatçılığa koşarlar onlar. Allah ise fesatçı olanları sevmez" [204].

Yahudiler tarih boyunca yeryüzünde bozgunculuğun,savaşların, ko­mitacılığın ve ihtilallerin gizli tahrikçisi olmuşlardır.[205] Harp ateşini tu­tuşturmada Yahudilerin gizli ve açık çalışmaları vardır. Âyetle tescil edilmiş bu durum, demek ki, onların millî karakteridir. Son iki dünya harbinde milletleri nasıl birbirleriyle boğuşturduklarını ve aradan nasıl bir İsrail devletinin çıktığını düşünmek gerekir. Şükürler olsun ki, Cenab-ı Hakk'ın Ehl-i kitabın arasına saldığı kin ve düşmanlık sayesinde birbirlerine giren dünya hakimi bu güçlerin arasında mazlum milletlere de bir hayat hakkı doğabilmektedir. Allahü Teâlâ Hıristiyan mezhepleri arasına da kin ve adavet salmış ve bunu Hıristiyanlarla Yahudiler arası­na da yaymıştır. Hz. Peygamber'le savaşa teşebbüslerinin her defasında Allah, onların görüşlerini dağıtmak, kararlarını çözmek ve kalplerine korku düşürmek suretiyle, yakmak istedikleri savaş ateşini söndürmüş­tür. Ateş yakmak harp yapmak istemekten kinayedir. Çünkü Araplar savaşı ateş yakarak ilan ederlerdi.[206] ""Biz Hıristiyanız diyenlerin de sö­zünü almıştık, ama uyarıldıkları şeyden pay almayı unuttular. Bu yüz­den bizde kıyamet gününe kadar aralarına düşmanlık ve kin saldık. Ya­kında Allah, onlara ne (sanat)lar yapacaklarını haber verecektir"  [207].

 

E. EHL-İ KİTABIN MÜSLÜMANLARA KARŞI TUTUM VE DAVRANIŞLARI

 

1) Ümmilere Karşı Sorumluluğumuz Yoktur, Derler

 

Ehl-i Kitab’tan bilhassa Yahudiler, daha önce kendilerine kitap verilmemiş olan ilk devir Arap Müslümanlarına "Ummîlere karşı sorumluluğumuz yoktur" diyerek emanetlerini yerine getirmez, Müslü­manlara borçlarını ödemezlerdi.

 "Ehl-i kitaptan öyle kimse vardır ki kendisine bir kantar (altın) emanet etsen onu sana eksiksiz öder. Öyle kimse de vardır ki ona emaneten tek bir altın versen onu -sen üzerinde ayak direyip durmadıkça- sana ödemez. Bunun sebebi şudur; Onlar 'Ummîlere karşı bize bir sorumluluk yoktur' demişler (öyle fikir beslemişler)dir. Allah'a karşı bile bile yalan söylüyorlar" [208] .Yani onlar bu zihniyetleriyle Arapların malını kendilerine mubah görmüşlerdir .[209]

 

2) Ehl-i Kitap İslâm Dini İle Alay Eder, Müslümanlara Eza Verirler

 

"Ey inananlar, sizden kitap verilmiş olanlardan ve kâfirlerden dini­nizi eğlence ve oyun yerine koyanları dost tutmayın; inanıyorsanız, Al­lah'tan korkun. (Ezanla) Birbirinizi namaza çağırdığınız zaman onu eğ­lence ve oyun yerine koyarlar. Çünkü onlar düşünmez bir topluluktur­lar" [210].

Rifâa bin Zeyd ile Züveyd bin Haris zahiren müslüman olmuşlar, sonra münafıklığa girmişler. Bazı Müslümanların ise bunlara sevgisi varmış. İşte âyet onlar hakkında inmiştir. Müslümanlarla, onların ezanlanyla, namazlanyla alay etmek kâfirliktir. Bu âyette aynı zamanda eza­nın meşruiyyetine de delil vardır.[211]

Yine böyle kitaplı kâfirler, Müslümanlarla elleriyle başedemeyince dilleriyle eza vermeye çalışırlar:

"Size eziyetten başka bir zarar vere­mezler. Sizinle savaşsalar bile, size arkalarını dönüp kaçarlar, sonra on­lara yardım da edilmez" [212].

"And olsun ki mallarınız ve canlarınız hususunda imtihana çekileceksiniz. Sizden evvel kendile­rine kitap verilenlerden ve Allah'a eş tanıyanlardan da herhalde incitici bir çok (laflar) işiteceksiniz. Eğer katlanır, sakınırsanız işte bu, azm olunacak işlerdendir" [213]

 

3) Müslümanlara Hainlik Ederler

 

Ehl-i kitap kâfirleri müslümanlara bir iyilik ulaşmasını istemezler.

 "Eğer size bir iyilik dokunursa onları tasaya düşürür. Şayet size bir fe­nalık gelirse ona sevinirler. Eğer göğüs gerer, sakınırsanız onların hile­kârlıkları size hiç bir şekilde zarar veremez. Şüphe yok ki Allah, ne ya­parsa hepsini (ilmiyle) çepeçevre kuşatıcıdır" [214].

"(...)İçlerinden birazı müstesna, daima onlardan hainlik görürsün (...)" [215]. Yani bunların âdetleri budur. Selefleri peygamberle­rine verdikleri sözü bozup onları öldürmekle hiyanet ettikleri gibi, ha­lefleri de sana hıyanet eder dururlar. Sözlerinde durmazlar, düşmanları­nıza yardım eder, seni öldürmeye ve zehirlemeye teşebbüs ederler.[216] Hıyanet ve gadr onların şiarıdır. İçlerinden hainlik etmeyen pek azı da onlann müslüman olanlarıdır.[217]

 

 

4) Müslümanlara En Şiddetli Düşman Yahudiler ve Müşriklerdir

 

"İnananlara en yaman düşman olarak Yahudileri ve (Allah'a) ortak koşanları bulursun. Onların, îman edenlere sevgice en yakınları da "Biz Hıristiyanlarız" diyenleri bulursun. Çünkü onlann içinde keşişler ve rahipler vardır ve onlar (o kadar) büyüklük taslamazlar" [218]. Yahudiler ve müşrikler dünyaya daha çok düşkün oldukları için, Müs­lümanlara düşmanlıkları da çetindir. Çünkü dünyaya ve şehvetlere düş­künlük her kötülüğün başıdır.[219] Hristiyanlarda ruhbanlık bulunması ve ilk Hristiyanların riyazât içinde olmaları ve keşişlerinin samimi olanlarının bunu tatbik etmesi, onları mütevazı olmaya ve dünya ve şehvet hırsını kırmaya yardım ederdi ki bu durumdaki insanlar İslâm'ı kabule daha yakın olurlar. Nitekim Yahudilerden daha çok Hıristiyanlardan Müslüman çıkmaktadır. Yine Yahudiler hakkında Cenîb-ı Allah şöyle buyurur:

"Ha, sizler öyle kimselersiniz ki onları seversiniz halbuki on­lar sizi sevmezler. Oysa ki siz kitabın hepsine inanırsınız. Onlar sizinle karşılaştıkları zaman 'inandık' derler. Kendi başlarına kaldıklarında size karşi öfkeden parmaklarını ısırırlar. De ki: 'Gayzınızla geberin!' Şüphe­siz ki Allah göğüslerin özünü bilir" [220].

 

5) Yahudiler Hayata Çok Düşkündürler.

 

"Andolsun sen onları (Yahudileri) insanların hayata en düşkünü, hatta müşriklerden daha tutkunu bulacaksın. Onlardan her bjri arzu eder ki bin yıl yaşatılsın. Halbuki onun çok yaşatılması kendisini azap­tan uzaklaştıracak değildir.Allah ne yaptıklarını görüyor" [221].

Yahudilerin ahirete îmanları kıt, belki de hiç bulunmadığından, dünyaya, dünyada yaşamaya puta tapan müşriklerden daha düşkündür­ler.[222] Bunun için de katı kalplidirler [223].

 

6) Yahudiler Haksız Yere Peygamberlerini Öldürmüşlerdir.

 

Yahudiler kitap ehlinden olmalarına rağmen Allah'ın kendilerine gönderdiği bazı peygamberlerini öldürmüşlerdir. Yahudilerin peygam­berlerini öldürmeleri pek çok âyette dile getirilir.

"Andolsun, Musa'ya o kitabı verdik, ondan sonra da birbiri ardınca peygamberler gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya da beyyineler verdik, ve onu Rühu'l-Kudüs ile des­tekledik. Demek size ne vakit bir peygamber canlarınızın istemediği bir şey getirirse, kibirleneceksiniz, kimini yalanlayacak, kimini öldürecek­siniz öyle mi?" [224]. "Üzerlerine alçaklık ve yoksulluk vurul­du. Allah'ın gazabına uğradılar. Bu onların Allah'ın âyetlerini inkâr et­tiklerinden, peygamberlerini haksız yere öldürdüklerindendi. İsyana daldıklarından ve sınırları aştıklarından bunu hak ettiler" [225]. Onlar Hz.Şa'ya, Hz.Zekeriyya ve Hz.Yahya gibi peygamberleri öl­dürmüşlerdir.[226] Onların öldürdükleri peygamberlerin sayısının üç yüz olduğunu bildiren rivayetler bile vardır.[227] Yahudiler Allah'ın indirdiği Kur'ân'a inanın denilince, biz bize indirilene inanırız, derler ötesini ka­bul etmezler. Kur'ân bunlara şöyle cevap verir:

"Gerçekten inanıyor idiyseniz neden daha önce peygamberleri öldürüyordunuz?" [228].

"Allah'ın ayetlerini inkâr ile kâfir olanlar, haksız yere peygam­berleri öldürenler ve insanlar arasından adaleti emredenleri öldürenler (yok mu), onlan, âcı bir azap ile müjdele [229]. Peygam­berleri ve onlardan sonra adaleti emreden din alimlerini öldürmek fiili bir küfürdür.[230] Yahudilerin Allah'ın insanlara gönderdiği elçilerini öl­dürmeleri en şeni bir cinayettir. Devletlerin birbirlerine gönderdikleri elçileri öldürmek bile bugün bir savaş sebebidir. Kıyamet günü azabı en şiddetli olacak kimsenin peygamberi öldüren veya emr-i bi'1-ma'ruf ya­pan bir kimseyi öldürenin olacağına dair rivayetler de vardır.[231]

Cenab-ı Allah da Yahudileri bu aşırı fiillerinden ve Allah'ın âyetlerini inkâr et­melerinden dolayı gazabına uğratmış. yani magdûbun aleyhim olmuş­lar ve onların üzerine meskenet damgasını vurmuştur [232].

Cenab-ı Allah, Kur'ân'ın ifadesiyle Hz. Peygamber zamanın­da Medine'de yaşayan Yahudileri muhatap alarak onların bu kötü fiille­rini başlarına kakar [233].

Çünkü bun­lar da o atalarının yaptıklarına razı idiler. Nitekim (as)ı da nerdeyse öldüreceklermiş [234]. Yine Hz. İsa'yı da öldürmeye teşebbüs et­mişler; fakat

Cenâb-ı Allah onu kendi katına yükselttiği için onlar bu kötü emellerine nail olamamışlardır. Ama yine de Hz. İsa'yı öldürdük­lerini iddia etmişlerdir. Bugünkü Hıristiyanlar da böyle inanmaktadırlar [235]. Demek ki peygamber öldürmek Yahudilerin bir millî ahlâkıdır. Bundan dolayıdır ki İslâm tarihlerinin naklettiklerine göre Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) amcasıyla daha çocukken Suri­ye'ye giden ticaret kervanına katılmıştı. Meşhur rahip Bahira, çocukta nübüvvet alametlerini gördüğü için, Ebu Talib'e, onu daha ileri götûrmemesini, Yahudilerin çok hasud kimseler olduklarını onu öldürebile­ceklerini ve oradan geri dönmelerini söylemiştir.[236] Yahudiler nihayet Hz. Muhammed (sav)i de suikastle öldürmeye teşebbüs ettikleri gibi,[237] zehirlemek ve sihirlemek suretiyle de öldürmeye kalkışmışlardır.[238]

 

F- BUNA KARŞILIK EHL-Î KİTABIN KARŞILAŞTIKLARI İLAHİ CEZALAR”

 

1) BuYüzden Yahudilere Zillet ve Meskenet Damgası vurulmuştur

 

Yahudiler bile bile gelen gelen peygamberlere karşı çıktıkları ve onları öldürdükleri için ilahi bir ceza olarak zillet ve damgasını yemişlerdir. [239].

"A biz İsrailoğullarından sapasağlam söz almış ve onlara elçile-se bir kısr    ne zaman. bir peygamber canlarının istemediği bir ş' lah on'    Snı yalanladılar bir kısmını da öldürdüler" [240].

afta inkârları yüzünden lanet etmiş onlar da melun  [241]. Allah onları böylece rab sa, 4/47; Maide: 5/13). Ayrıca Allah cimridir  eli bağlıdır" dedikleri için de lanetlik old^  elleri bağlandı. Belki de bu yüzdendir, dünya yahudilerdir.

"İsrailoğullarından olup da inkâr e Meryem oğlu İsa'nın da diliyle lanet olummıştv etmeleri ve ifrata sapmaları idi" [242].mu?

Yine Allah'ın gazabına uğramışlar ve kendilerine gazap edilenler "mağdûbun aleyhim" olmuşlardır [243].

"Şüphe yok ki danaya (tanrı diye) tutunanlara Rablerinden bir gazap, dünya hayatında da bir horluk erişecektir. İşte biz (Allah'a karşı) yalan düzen­leri böyle cezalandırırız" .[244]

 

2) Dünyada da Rüsvay olmuşlardır

 

Ehl-i kitaptan Yahudiler, kitabın bir kısmına inanıyor, bir kısmını inkar ediyor, yani işine geleni alıyor, işine gelmeyeni atıyor oldukları için

"(...) Şu halde içinizden böyle yapanlann cezası dünya hayatında bir rüsvaylıktan başka (bir şey) değildir. Kıyamet gününde de onlar azabın en çetinine itileceklerdir. Allah ne yaparsanız (hiç birinden) ga­fil değildir" [245].

Yani Yahudiler Allah'ın kendilerine verdiği üstün emanetlere riayet etmedikleri için dünyada da rezil rüsvay olmuşlar, esir; hor ve hakir ya­şamışlardır. Dünyada en hasis, en korkak çıfıt bir millet olarak tanın­mışlardır.[246]

 

3) Daha Dünyada İhen Cenâb-ı Allah Onların Kimisini Maymunlara Kimisini Domuzlara Çevirmiştir

 

Yahudilere verilen öğütler tesir etmeyince, içlerinden kötülükten men edenleri kurtarılmış, zalimleri ise azaba çarptırılmıştır.

"Bu suretle onlar serkeşlik ederek yasak edileni yapmakta ısrar edince kendilerine: "Hor ve aşağılık maymunlar olun" dedik" [247]. Bir insanın şeklinin değiştirilip hayvan şekline konmasına mesh denir. Eski millet­lerde mesh olurdu. Bu, insanların bozulması sonucu Allah tarafından verilen bir cezadır. Bu ceza bizim ümmetimizden kaldırılmıştır.

"Cu­martesi günü içinizden azgınlık edenleri, elbette bilmişsinizdir. işte on­lara "Aşağılık maymunlar olun" dedik, Ve bu cezayı, önündekilere ve ardından geleceklere bir ibret, (Allah'ın azabından) Korunanlara da bir öğüt yaptık" [248].

 Bunlar Ashabı's-sebt veya Eykeliler de­nilen bir Yahudi topluluğudur. Cumartesi yasağına riayet ermemişler ve o gün balık avlamışlardır [249]. Bu yüzden verilen öğüt ve ihtarlara aldırış etmemişlerdir. Allah da onları maymunlara çe­virmiştir. Üç gün sonra da hepsi helak olmuşlardır. Çünkü meshe uğra­yan bir kavim devam etmez.

"De ki: Allah katında bir ceza olmak bakımından bundan daha kötüsünü size haber vereyim mi? Allah kim(ler)e, lanet etmiş, kimlerden maymunlar, domuzlar ve şeytana tapanlar yap­mışsa işte onların yeri daha kötüdür ve dümdüz yoldan daha çok sapmışlardır" [250]

 "Ey o kendilerine kitap verilenler! Gelin o beraberinizdekini tasdiklemek üzere indirdiğimiz bu kitaba îman edin. Biz bir takım yüzleri silip de enselerine çevirmeden veya Ashabı Sebti lanetlediğimiz gibi lanetlemeden evvel. Yoksa Allah'ın emri fiile çıkarılagelmiştir" [251]. İşte Cenâb-ı Allah küfürde ve isyanda ısrar edenleri böyle hor hakir maymunlara ve domuzlara çevirir.[252]

 

4) Her Azdıklarında Allah Onların Devletini Yıkacak ve Kıyamete Kadar Kendilerine Azap Edecek Kimseleri Gönderecektir

 

Daha önce de zikri geçtiği gibi zulümlerinden dolayı, yüce Allah, Yahudilere bir dünyevî ceza olmak üzere temiz bazı yiyecekleri haram kılmıştı[253].

 Bir başka ceza olmak üzerede amellerini boşa çıkarmıştı r[254].

Yine geçmişti ki, onların belasından kurtulabilmek için Yüce Allah ehl-i kitabın arasına düşmanlık ve kin salmıştır [255]. Müfessirler bunu hem Yahudiler ve Hıristiyanlar arasında hem de Hıristi­yan mezhepleri arasında şeklinde tefsir etmişlerdir.

Yahudilerin yeryüzünde her fesat çıkarıp haddi aşarak azgınlık yap­tıklarında Cenâb-ı Allah onların devletini yıkmış, onları esaret ve sür­güne göndermiştir.

"Biz kitapta İsrailoğullarına şu haberi verdik: Siz arz(ı mukaddes)da muhakkak iki defa fesat çıkaracak ve muhakkak (bana karşı) çok büyük serkeşlik yapıp kabaracaksınız. Birincisinin za­manı gelince üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı gönderdik, evlerin aralarına kadar girip (sizi) araştırdılar. Bu yerine getirilmiş bir va'd idi. Sonra size onlara karşı tekrar devlet ve galebe verdik. Sizi mallarla oğullarla destekledik ve savaşçılarınızı çoğalttık. İyilik ederseniz o iyili­ği kendinize etmiş olursunuz. Kötülük de ederseniz (o kötülüğü yine kendinize etmiş olursunuz). Sonuncu (baş kaldırma)nı(zı)n (cezalan­dırılma) zamanı gelince (yine öyle kullar) göndeririz ki yüzlerinizi kö­tü duruma soksunlar ve ilk kez girdikleri gibi (yurdunuza ve) mescid(iniz)e girsinler ve ele geçirdiklerini mahvetsinler. (Bundan sonra) belki Rabbiniz size acır, ama siz (bozgunculuk yapmaya)dönerseniz, biz de (sizi cezalandırmaya) döneriz. Biz cehennemi kâfirler için kuşa­tıcı (bir zindan) yapmışızdır" [256].

Bu âyetlerde Ehl-i kitaptan Yahudiler için çok dikkat edilecek teh­ditler vardır. Müfessirlerin çoğu onların birinci azgınlıklarının, Zekeriyya (as)'ı öldürmeleri, ikinci azgınlıklarının ise Yahya (as)'ı öldürme­leri olduğunu söylemişlerdir. Birincisinde Allah Buhtunnasr'ı göndermiş, mescidlerini ve ülkelerini tahrip etmişler, ikincisinde ise, Allah on­ların üzerine İran mecusilerini göndermiş, onlar da yurtlarını yıkmış, kendilerini öldürmüş ve kalanlarım yeryüzüne dağıtmışlardır.[257] Aslın­da Yahudilerin Filistinde birinci ve sonuncu azgınlıklarının tesbit edile­bilmesi çok önemli bir husustur. Çünkü ayette

"Sonuncusunun vakti geldiği zaman" buyurulmaktadır. Allahu a'lem bunu şöyle anlamak da­ha uygun olsa gerektir: Onların isyanı çoğaldıkça Allahü Teâlâ da üzer­lerine onlardan intikam alacak kimseleri tekrar tekrar gönderecektir. Nitekim "Siz (fesada) dönerseniz, biz de (cezaya) döneriz" [258] buyuruluyor.[259]

Bu mânâya uygun olarak nitekim şu âyeti kerime de onları, her az­dıklarında Allah Teâlânın cezalandıracak kullarını göndereceğini net olarak ifade etmektedir: "O vakit Rabbin 'Elbette tâ kıyamet gününe kadar onlara azabın en kötüsünü yapacak kimseler gönderecektir diye yeminle ilan (ve hükm) etmişti. Şüphesiz Rabbin cezayı çabuk veren­dir. O çok bağışlayan ve çok merhamet edendir"[260]. Bunla­rın son bir örneği olarak Hitler gösterilebilir.[261]

 

G. MÜSLÜMANLARIN EHL-Î KİTABA KARŞİ DAVRANIŞLARI NASIL OLMALIDIR?

 

Müslümanlara Allahü Teâlâ'nın sırât-ı müstakim olarak nite­lediği ve son elçisinin tebliğ ettiği islâm hidayeti üzerinde bu­lunmaktadırlar. Cenâb-ı Hakk'ın insanlığa son mesajını taşıyan bu di­nin mensupları olan Müslümanlar, bu ilâhî risaleti tüm insanlığa ulaş­tırmak misyonunu da üstlenmişlerdir. Çünkü Müslümanların peygam­beri Hz. Muhammed (sav), son peygamber [262] ve dünyala­ra şâmil bir rahmet olarak gönderildiği gibi [263], Allahü Teâlâ da, dinleri onun getirdiği bu din ile tamamlayıp kemâle erdirmiş ve onlara bu dini seçip bu dine razı olmuştur [264]. Şu halde Âdem (as)'den beri beşeriyete ilâhî mesajı tebliğ eden peygamberler, millî, bölgesel ve zamanla kayıtlı tebliğlerini, kendi risaletlerini de ihtiva eden Hz. Muhammed (as)'in evrensel ve mükemmel tebliğine devretmişlerdir.[265] Rasûlullah (sav) da asr-ı saadetinde bu ci­hanşümul risaletini, hem kendi kavmine hem de zamatundaki cihanın temsilcileri durumunda olan ülke ve hükümdarlarına özel elçi ve mektuplar göndererek en mükemmel şekilde tebliğ etmiştir.[266] Ancak tebliğ durmayacaktır. Hz. Peygamberden sonra bu tebliği kimler yapacaktır?

 İsrailoğullarında olduğu gibi, önceki peygamberlerin tebliğleri mün­kariz olunca, Cenâb-ı Hak yeni bir peygamber gönderiyordu. Hz. Muhammed (sav), son peygamber olup kendisinden sonra bir daha pey­gamber gelmeyeceği için, bu daveti peygamberlerin vârisleri durumun­da olan bu ümmetin âlimleri yapacaklardır.[267] Âlimler bu daveti, Hz. Peygamber'in kendisinden sonra kıyamete kadar gelecek tüm insanlara bir hidayet rehberi ve vesikası olarak bıraktığı Kur'ân-ı Kerim ile yapa­caklardır. Davet edilenler ise, asr-ı saadette olduğu gibi, şimdi de tüm insanlıktır. Elbette ki bu insanlar içerisinde önemli bir yer tutan ehl-i kitab da vardır.

Tamamen Kur'ân-ı Kerim'e dayanarak buraya kadar özelliklerini zikrettiğimiz Ehl-i kitabın, islâm'ın davet ve tebliğine muhtaç ve muha­tap oldukları açıkça ortaya çıkmıştır. Aynı şekilde aşağıda işleyeceği­miz başlık muhtevalarıyla da bizzat Allah'ın kitabının, ehl-i kitabı bu­günkü halleriyle hidayette kabul etmeyip onları Hz. Muhammed'e ve onun getirdiği Kur'ân'a ve islâm'a inanmaya davet ettiği görülecektir. Bu hususa geçmeden önce dilerseniz, Müslümanlar ehl-i kitabı dost edinebilirler mi, edimezler mi? Kur'ân-ı Kerim'in kitap ehlinden tasvip ettiği veya övdüğü kimseler yok mudur? Varsa bunlar kimlerdir? Önce­likle bunları ele alalım. Sonra da Müslümanların ve Kur'ân'ın tüm in­sanlığı olduğu gibi ehl-i kitabı da İslâm hidâyetine nasıl davet edecekle­ri ve etmeleri gerektiği üzerinde duralım.[268]

 

1) Müslümanlar Ehl-i Kitabı Dost Edinemezler.

 

Cenâb-ı Hak, Kur'ân-ı Kerim'de Müslümanları, mü'minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmekten nehyetmiştir.

"Ey îman edenler, mü'minleri bırakıp da kâfirleri dostlar edinmeyin. (Bunu yaparak) Allah'a aleyhinizde olacak apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?" [269].

 "Kâfirler de birbirlerinin dostu (yardımcısı)dırlar. Eğer siz emredildiğiniz gibi yardımlaşmazsanız, yeryüzünde bir fitne (İslâm zafiyeti) ve büyük bir fesat (küfür hâkimiyeti) olur" [270].

"(...) Zalimler birbirlerinin dostlarıdır. Allah da müttakîlerin dostudur" [271].

Bu genel küfür karşıtı âyetlere ilaveten, çalışmamızın başından beri Kur'ân'ın tesciliyle inkârlarını, dinde aşırılıklarını ve ahde vefasızlıkla­rını gördüğümüz özellikle ehl-i kitabın da Müslümanlar tarafından dost edinilmeleri yasaklanmıştır.

 "Ey îman edenler! Yahudileri ve Hıristiyan-ları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onlan dost tutarsa, o onlardandır. Şüphesiz Allah zalimler topluluğuna yol göstermez" [272].

 "Ey îman edenler! Ne sizden önce kitap ve­rilenlerden dininizi oyuncak ve eğlence yerine tutanları, ne de diğer kâ­firleri dost edinmeyin. Eğer gerçek mü'minler iseniz Allah'tan korkun. (Ezanla) birbirinizi namaza çağırdığınız zaman onlar onu eğlence ve oyun yerine koyuyorlar. Bu davranışları onların düşünemeyen bir top­luluk olmalarındandır" [273].

 "Sen onların kendi dinlerine uymadıkça, ne Yahudiler, ne de Hıristiyanlar senden asla hoşnut ve razı olmazlar. Ey habibim, onlara de-ki; 'Asıl yol Allah'ın gösterdiği yoldur. Sana gelen ilimden (vahiy ve islâm'dan) sonra, onların heva ve arzula­rına uyacak olsan, Al'ah'dan, (gelecek azaptan) seni koruyacak ne bir dost, ne de bir yardımcı yoktur" [274]. Yine Cenâb-ı Allah ümmeti için Hz. Peygambere şöyle buyurur:

"O halde seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol; Ve aşırı gitme­yin. Çünkü Allah yaptıklarınızı görmektedir. Bir de zalimlere meyl et­meyin. Aksi halde size ateş dokunur (cehennemlik olursunuz), sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra (Allah tarafından) size yardım edilmez" [275].

Bu âyet-i kerimelerde geçen "velî" kelimesi -ki çoğulu evliya'dır- di­limizde özetle "yâr ve yardımcı" anlamına gelmektedir. Yâr sevgi ve dostluk yönünü, yardımcı ise, sahip ve mevla kısmını karşılar. Mü'min­ler genel olarak kâfirleri velî edinemedikleri gibi, ehl-i kitap kâfirlerini de velî edinemezler. Bu âyetler, onlan kendi üzerlerine evliya-i umur yani idareci yapmak şöyle dursun, onlara hakiki bir ahbap gibi kemal-i safvetle itimat edip de kendinizi kaptırmayınız, yar tanımayınız, yardaklık etmeyiniz, velayetlerine hükümlerine müracaat etmeyiniz. Vel­hasıl onları yâr olur zannedip de yaranınız gibi sıkı fıkı muaşeretlerine dalmayınız, tuzaklarına düşmeyiniz, hevalarına iştirak etmeyiniz" de­mektir.[276] Eğer bu âyetlerin hilafına hareket ederek ve onların maddî güçlerine aldanarak mü'minler onları dost edinirlerse, âyet-i kerimeler­de işaret buyurulan mahsurlar ortaya çıkacaktır. Bir kerre onlan hiç bir surette memnun ve razı etmek mümkün değildir. Allah korusun irtidat edip onların dinine gitmedikçe onlar Müslümanlardan hoşnut olmaz­lar. Onları dost edinmek, mülümanlarm kendi hak yollarından emin oldukları ve dinlerine bağlılıkları hususunda bir zafiyetin bulunduğunu ortaya çıkarır. Müslümanlar eğer böyle yaparlarsa Allah'a îmanları ko­nusunda kendi aleyhlerine delil vermiş olurlar. Bu tutumla kâfirlere, bilhassa Yahudilere ve Hıristiyanlara yollarının hak olduğu iddialarında bir nevi kuvvet ve destek verilmiş olur ki bu en büyük fitnedir.

"Ey îman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden bir guruba uyarsanız, imanınızdan sonra, (onlar) döndürüp sizi kâfir yaparlar" [277]. Bu tutum ise İslâm'ın za'fiyetine, küfrün müslümanlara hakimi­yetine yol açar.

Tarih boyunca da görülmüştür ki kâfirlerin ve bilhassa Ehl-i kitab kafirlerinin İslama ve Müslümanlara olan düşmanlıkları, tecavüz ve sal­dırıları hep onların din taassuplarından kaynaklanmaktadır. Orta çağda cereyan etmiş olan haçlı seferleri bugün de devam etmektedir. Ancak bu demek değildir ki durum icap ettirirse İslâm devleti onlarla belli şartlarda muahede yapamaz. Hayır, yapabilir. Nitekim Hz. Peygamber (sav)'de Mekke müşrikleriyle Hudeybiye Musalahasını yapmıştır. Ehl-i kitapla yapılan şartların zorladığı böylesi resmî andlaşmâlâr başka, on lan dost edinmek başkadır. Andlaşma hususunda da çok temkinli ol­mak gerekir. Hele hele onları kertenkele kovuğuna da girseler peşlerin­den gitmek tarzında şuursuzca taklit etmek, ürnmet-i Muhammed'in iz­zetine yakışacak davranışlar değildir. Çünkü kâfirler birbirlerinin dost­larıdır. Onlar daima haklılıktan ve hakkaniyetten önce, birbirlerinin ta­rafını tutarlar ve birbirleriyle yardımlaşırlar. Buna tarih şahittir. Peki öyleyse mü'minlerin dostları kimlerdir, kimler olmalıdır? Mü'minler kimlerle muhabbet edip yardımlaşmalıdırlar? Şu âyetlere dikkatle baka­lım:

"(...) Sizin için Allah'tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı yok­tur" [278].

" (...) Senin Allah'tan başka bir dost ve yardımcın yoktur" [279].

"Allah îman edenlerin dostudur, onları karan­lıklardan aydınlığa çıkarır. (...)" [280].

"Sizin dostunuz ancak Allah'tır, Rasul'dür ve namazlarını kılan, ze­kâtlarını veren, ruku'a varan mü'minlerdir. Kim Allah'ı ve Rasulünü ve mü'minleri dost edinirse (bilsin ki) galip gelecek olanlar yalnız Allah'ın taraftarlarıdır" [281]. Şu halde Müslümanlar da kendilerine dost olarak en başta Allah'ı, Allah'ın Rasul'ünü ve onların yanında ve yolunda olan mü'minleri seçeceklerdir. Mü'minler de birbirleriyle yardımlaşacaklardır. Hiç bir mü'min Allah ve din düşmanlarını sevemez, onları yâr ve yardımcı edinemez. Aksine bunu benimseyerek yapanlar  ise ancak, Müslümanların doğru yolundan şüphesi bulunan ve kâfirleri kudret ve şeref sahibi gören münafıklar olabilir. "Münafıklara kendileri için acı bir azabın olduğunu müjdele! Onlar mü'minleri  bırakıp kâfirleri dost tutuyorlar. Onların yanında şeref mi arıyorlar? (Bilsinler ki) bütün şeref yalnızca Allah'a aittir" [282]. Mü'minlerin vasfı ise şöyledir: "Mü'min erkeklerle mü'min kadınlar da birbirlerinin velîsidirler (dost ve yardımcısıdırlar). Onlar iyiliği emrederler, kötülükten menederler. İşte Allah onlara rahmet edecektir. Allah daima üstündür, hikmet sahibidir" [283] .

 

2) Kur'ân-ı Kerim'in Ehl-i Kitaptan Övdükleri

 

Şimdiye kadar verdiğimiz bilgilerden Kur'ân-ı Kerim'de Ehl-i kita­bın çoğunlukla menfî yönleriyle yer alındıklarını gördük. Ancak onlar­dan az da olsa bir zümrenin Kur'ân-ı Kerim'de takdir edilip övüldükle­rini görüyoruz. Acaba bunlar kimlerdir? Bu hususa şu âyet-i kerîmeler ışık tutmaktadır :

"Onlardan aşırılığa kaçmayan mutedil bir zümre var­dır; fakat çoğu ne fena işler yapıyorlar!" [284].

"Ama hepsi bir değildir; Ehl-i kitab içinde istikamet sahibi bir topluluk vardır ki, gece saatlerinde secde ederek Allah'ın âyetlerini okurlar. Onlar Allah'a ve âhiret gününe inanırlar,iyiliği emreder,kötülükten men ederler,hayırlı işlere kokuşurlar.İşte bunlar salih insanlardandırlar.Yaptıkları hiç bir iyilik inkâr edilmeyecektir.Şüphesiz Allah (günahlardan) korunan (müttakî)leri bilmektedir" [285].

En eski tefsir kitaplarımızdan birisi olan Taberî'nin Câmiu'l-Beyan'ı İbn Abbâs ve İbn Cureyc'den şu rivayeti kaydeder :Yahudilerden Ab­dullah bin Selâm, Sa'lebe bin Şu'be ve kardeşi Useyd bin Şu'be, Useyd bin Ubeyd ve benzerlerinin müslüman olmaları üzerine, Yahudi ha­hamları : "Muhammed'e îman edip ona uyanlar bizim en kötülerimizdir. Eğer onlar iyilerimiz olsaydılar atalarının dinlerini terk edip de baş­kasının yanma gitmezlerdi" demişlerdir. Bunun üzerine Allahü Teâlâ'nın bu zatlar hakkında bu âyetleri indirdiğini zikreder.[286] Bu âyetler, ehl-i kitabdan Müslüman olan bu zatların hem salih kimselerden olduklarını belirtmekte hem de Yahudi âlimlerinin aleyhdeki şahitlikle­rini reddetmektedir.[287] Âyetlerin şevkinin kitap ehlinin mü'minleri hak­kında olduğu açıktır.[288] Nitekim siz insanların iyiliği için ortaya çıkarıl­mış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Al­lah'a inanırsınız. Ehl-i kitap da inansaydı, elbet bu, kendileri için çok iyi olurdu.[289] (Gerçi) içlerinden îman edenler var; fakat onların pek çoğu yoldan çıkmışlardır" [290] buyurulmaktadir. Yâni Ehl-i kitabın, eski hallerinde kalmayıp Hz. Muhammed'e ve onun getirdiği di­ne inanmalanyla ancak doğru yolu bulacakları açıkça ifâde edilmiş olu­yor ve onların müslüman olanları övülüyor. Yani sizin gibi îman edip emr-i bil-ma'rûf ve nehy-i ani'l-münker yapsaydilar, işte bu kendileri için hayırlı olurdu, deniliyor.

"Ehl-i kitaptan öyleleri var ki, Allah'a ve hem size indirilene, hem de kendilerine indirilene tam bir samimiyetle ve Allah'a boyun eğerek îman ederler. Allah'ın âyetlerini az bir pahaya satmazlar, işte onlar için Rab'leri katında ecirleri vardır. Şüphesiz Allah hesabı çabuk görendir" [291]. Taberî, bu âyetin Câbir'den, Necaşi vefat edince, Peygamber (sav)'in : "Çıkın ve kardeşini­zin namazını kılın" dediğini ve dört tekbirle cenaze namazını kıldırdı­ğını, münafıkların da : "Şuna bakın, kendisini hiç görmemiş bir yaban­cı Hıristiyana namaz kılıyor" dediklerini nakletmekle beraber, âyetin, içinde geçen vasıftaki her Ehl-i kitab mensubu için uygun geleceğini belirtir.[292] Bu âyet-i kerîmenin aynı zamanda genel olarak tüm ehl-i ki­taptan îmana gelenlere ve hatta gelecek olanlara şamil olduğu ve Mücahid'in de bu görüşte olduğu ifade edilmiştir. Çünkü âyetteki "her hal­de îman ederler" ifadesi, açıkça gelecek zaman mânâsı ifade eder. Bu son kayıtlar gösterir ki bunlar cidden müslüman olacaklardır. Nitekim bu zamana kadar da olagelmişler ve yine olacaklardır.[293]

"Ehl-i kitaptan öylesi vardır ki ona yüklerle mal emânet etsen, onu sana öder. Fakat öylesi de vardır ki, ona bir dinar (kadar az) emânet bıraksan, tepesine dikilip durmazsan onu sana ödemez. 'Ümmîlere karşı bize bir sorum­luluk yoktur' dedikleri için böyle yapıyorlar ve Allah'a karşı bile bile yalan söylüyorlar " [294]. Yahudi âlimlerinden olup Hz. Muhammed (sav)'e îman eden Abdullah bin Selâm Kureyş kabilesinden birisinin kendisine emanet bıraktığı 1200 okka altını teslim etmişti. Yi­ne Yahudilerden Fenhas bin Azûra da diğer bir Kureyşlinin emânet bı­raktığı bir dînar parayı inkâr etmişti. Bir dinar ise bir miskal kadar kü­çük bir paradır. Bu emanete ihanetinin sebebini ise, "Adam sen de ümmîlerin (okuyup yazması olmayan Arapların) hakkı mı olurmuş? Vesi­kası, müeyyidesi bulunmayan ve hele dini ayrı olan kimselerin hakları­nı yemek helâldir" inancında olmaları gösterilmiştir.[295] Görüldüğü gibi bu kanaat hakka, hakkaniyete aykırıdır. Nitekim müteakip âyette Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır :

"Hayır kim sözünü yerine getirir ve (gü­nahtan) korunursa, şüphesiz Allah da müttakîleri sever" [296].Bu âyet-i kerîmelerde açıkça görüldüğü gibi, Ehl-i kitabdan Cenâb-ı Hakk'ın övdüğü kimseler, onlardan sadece müslüman olanlar ve müslümanlıklarmı samimiyetle yaşayanlardır. Onlara Ehl-i kitap denilmesi, müslüman olmadan önceki halleri itibariyledir. İşte Kitab ehlinden sa­mimiyetle Müslüman olanlara da Yüce Allah, elbette ecir ve mükafaat-larım verecektir. Nitekim geçen ayetlerde de bu husus belirtilmişti. Şu âyetlere de bakalım:

"Eğer kitap ehli inanıp (Allah'ın azabından) korunsalardı, onların kötülüklerini örter ve onları nimeti bol cennetlere sokardık" [297]. Ayrıca ehl-i kitaptan müslüman olanlar, hem kendi peygamberlerine, kitaplarına ve dinlerine, hem de Hz. Muham­med (as)'e, Kur'ân'a ve İslâm dinine inandıkları için, onların ecirleri iki misli verilecektir.

"Bundan (Kur'an) önce kendilerine kitap verdikleri­miz, buna inanırlar. Onlara Kur'an okunduğu zaman: 'O'na îman ettik. Çünkü O Rabbimizden gelmiş hakikattir. Esasen biz daha önce de Müslüman idik' derler, işte onlara sabretmelerinden ötürü, mükafaatları iki kerre verilecektir (...)" [298].

 

3) Ehl-i kitab'ı da İslâm'a Da'vet Etmek Bir Görevdir

 

Kur'ân-ı Kerim, inanç ve dinler bakımından insanlık tarihini üç ça­ğa ayırmaktadır. Hz. Âdem'den Fir'avun'u helakine kadar geçen zaman Kurûn-u ûlâ yani ilk çağdır [299].

Hz. Musa'nın Kızıl Denizi geçmesinden veya Tevratın inişinden tâ Hz. Peygamber'in gönderilişine, hatta hicrete kadar Kûrun-u vustâ, yani orta çağdır. Her çağda bir çok peygamberin bi'seti ve tebliğleri cereyan etmiştir. Hz. İsa da bu orta çağda gönderilmiştir. Hz. İsa'dan sonra gelen fetret devrine de son veren Hz. Muhammed (as)'ın çağı, son çağdır, Kurûn-u uhrâdır, ahirzamandır.[300] Bu çağın müddeti kıyamete kadar devam edecektir. Şu halde Hz. Muhammed (as), en yeni, en yakın, en son çağın ve en mo­dern zamanların peygamberidir, yani ahirzaman elçisidir. Onun risaleti ebedi ve tüm beşeriyete şamildir [301]. Rasul-u Ek­rem (sav)in kendisi asr-ı saadetinde her insanı ve her milleti bu en yeni ve en son ilahî risalete çağırdığı gibi, kendisinden sonra da onun vâris­leri olan islâm âlimleri, bu davet ve tebliği kıyamete kadar gelecek in­sanlara ulaştırılacaktır. Bu onların dînî bir görevidir. Bu davete dinleri mensuh olan ehl-i kitap da muhatap ve muhtaçtır. Çünkü gündüz vak­ti güneşin aydınlığında yıldızların ışığına ihtiyaç kalmaz. Yıldızların ve­receği aydınlığı islâm güneşi fazlasıyla vermektedir. Bu itibarla Hz. Mu­hammed'e ve onun hidayet güneşine uymadan kimse cennetin yolunu bulamaz.

Ehl-i kitabı davette, sözün, Bakara süresinde ağırlıkla Yahudilere tevcih edildiğini, Âl-i İmran sûresinde ise çoğunlukla Hıristiyanlara tevcih edildiğim görüyoruz.[302]

 Ehl-i Kitabın hepsi bir değildir. Mutedil olanları olduğu gibi, çok katı ve zâlim olanları da vardır [303]. Bu itibarla Kur'ân-ı Kerim, Kitab ehlini davet ederken, onları önce yu­muşaklıkla, bildikleri gerçekleri hatırlatarak ve kitab bilgisine sahip kimseler olarak bile bile gerçeği inkâr edip de kâfirlerin ilki olmamala­rım tenbih eder.

"Elinizdeki (Tevrat'ın aslı)nı tasdik edici olarak indir­diğime (Kur'ân'a) îman edin. Sakın onu inkâr edenlerin ilki siz olma­yın. (...) [304]. Yine Kur'ân-ı Kerim,

 İslâm'a karşı düşmanlıkta Yahudilerin ve müşriklerin daha şiddetli, Hıristiyanlarınsa, mü'minlere daha yakınca olduklarını belirtir [305].

 Hz. Peygamber ve Kur'an, davet ve tebliğde en makul üslup ve yol­ları kullanır.

"(Ey Muhammed), Sen Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Çünkü Rabbin yo­lundan sapanları en iyi bilendir ve o hidayete gelenleri de en iyi bilen­dir. [306]. Sonra gerçeği kabullenmeyip hakikat karşısında husûmet, düşmanlık ve tecavüze kalkışanlara ise, son çare olarak silah lı cihada izin verir, işte beyyineler. "De ki :

'Ey Ehl-i kitap, bizimle si­zin aranızda eşit olan bir söze gelin: Allah'tan başkasına tapmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi tanrı edinmesin. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse; 'Şahit olun, biz müslünanlarız' deyiniz" [307]. Bu âyet-i kerime kıyamete kadar bir bayrak gibi Ehl-i kitabın da­vet semasından inmeyecektir. Bu âyet-i kerimeyi Resûlullah (sav), Bi­zans imparatora Herakliyüs'ü İslâm'a davet ettiği mektubunda da yaz­mıştır.[308]

 "Sizin yanınızda bulunanı doğrulayıcı olarak indirdiğim (Kur'ân)'a îman edin ve inkâr edenlerin ilki siz olmayın. Bile bile hakkı bâtılla karıştırıp gerçeği gizlemeyin" [309].

"Ey kitap ehli, (gerçeği) gördüğünüz halde, niçin Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorsu­nuz? Ey' kitab ehli niçin hakkı bâtıla karıştırıyor ve bile bile gerçeği giz­liyorsunuz?" [310].

"Ey Ehl-i kitap! Kitaptan gizlemekte olduğunuz bir çok şeyi açıkla­mak üzere size Rasûlünüz geldi. Bir çok kusurunuzu da affediyor. Ha­kikaten Allah'tan size bir nur ve apaçık bir kitap geldi" [311].

"Ey Ehl-i kitab! Peygamberlerin arasının kesildiği bir sırada size elçi­miz geldi, gerçekleri size açıklıyor ki (kıyamette): 'Bize bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmedi' demeyesiniz. İşte size müjdeleyici ve uyarıcı (resulüm Muhammed) geldi. Allah herşeye hakkıyla kadirdir" [312]. Bu ayetlerde Hz. Muhammed (sav)in ve Kur'ân-ı Kerim'in net bir şekilde doğrudan doğruya Ehl-i kitaba da gelmiş olduğu açıkça ifade ediliyor.

Ehl-i Kitabın şimdi üzerinde bulundukları dinlerinin hak din olmadığı, tahrife uğramış ve hükmü geçmiş yani yürürlükten kaldırılmış ol­duğu; gerçek yolun ise, Hz. Muhammed (sav)'in getirip Kur'ân'la öğ­rettiği islâm yolu olduğu şöyle belirtilir: "Allah katında hak din İslâm­'dır. Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra ayrılığa düştüler. Kim Allah'ın âyetlerini inkâr ederse, bilsin ki, Allah hesabı ça­buk görendir. Seninle tartışmaya girerlerse de ki: 'Bana uyanlarla birlik­te ben kendimi Allah'a teslim ettim'. Ehl-i Kitaba ve ümmilere de de ki: "Siz de Allah'a teslim oldunuz mu?" Eğer teslim olurlarsa doğru yolu buldular demektir. Yok yüz çevirirlerse, sana düşen yalnızca duyur­maktır. Allah kullarını çok iyi görür" [313].

 "Kim İs­lâm'dan başka bir din ararsa bilsin ki, (o din) ondan asla kabul edilme­yecek ve o ahirette kaybedenlerden olacaktır" [314]. Bu âyet-i kerimelerde gerçek dinin islâm dini olduğu açıkça belirtil­diği gibi.İslâm daveti de Peygamberimiz (sav) tarafından hem Ehl-i ki­taba, hem de ümmîler tabir edilen Arap müşriklere ve Arap olmayan müşriklere yöneltilmek suretiyle islâm daveti en kapsamlı şekilde tüm insanlığa tebliğ edilmektedir. Bu samimi ve sıcak takdimi kabul etme­yip tartışmaya giren kitap ehliyle mücadeleyi ise Yüce Allah şöyle bildi­rir: "İçlerinden zulmedenleri hariç, kitap ehliyle en güzel tarzda müca­dele edin ve deyin ki: "Bize indirilene de,size indirilene de inandık. Bi­zim Tanrımız da sizin Tanrınız da birdir ve biz O'na teslim olanlarız. İş­te sana (kendisinden öncekileri tasdik eden) böyle (bir) kitap indirdik. Kendilerine kitab verdiklerimiz, ona inanırlar: (Abdullah bin Selam ve Ubey bin Ka'b gibi Ehl-i kitab Müslümanları). Şunlardan (şu Araplardan)da ona inananlar vardır. Âyetlerimizi, kâfirlerden başkası inkâr et­mez" [315].

"De ki: 'Ey kitap ehli! Allah Yaptıklarınızı görüp dururken neden Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz? De ki: 'Ey Ehl-i kitap, gerçeği gör(üp bil)diğiniz halde niçin Allah'ın yolunu eğri göstermeğe yeltenerek mü'minleri Allah yolundan çevirmeğe çalışıyor­sunuz? Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir" [316].  Müslümanlara karşı düşmanlıktan vaz geçmeyen Yahudi ve Hıristi­yanlara karşı ise, Kur'an'ın ifadeleri artık sertleşmektedir:

 "De ki: 'Ey ehl-i kitab! Siz (tevhidi ve nesh edilmemiş bazı hükümleri havi) Tev­rat'ı ve İncil'i ve Rabb'inizden size indirilen (Kur'ân'ı) tatbik etmedikçe dinden bir şey (bir esas ) üzerinde değilsiniz'. Andolsun, sana Rabb'in den indirilen (bu Kur'ân) onlardan bir çoğunun azgınlığını ve küfrünü artıracaktır. O halde sen kâfirler topluluğu için üzülme!" [317]. Bu âyet-i kerime şöyle demiş oluyor: "De ki, ey ehl-i kitab, siz hiç bir şey üzerinde değilsiniz, yani diyanetiniz yok, din namını verdi­ğiniz,gittiğiniz yol hiç bir şey değildir. Tâ ki Tevrat'ı ve incil'i ve Rab-b'inizden size de inzal olunanların hepsini -ki Kur'ân ve Kur'ânın bu âyeti de bu cümledendir- yerine getiresiniz, bunlara hakkıyla riayet edesiniz. Öncekini sonrakinin tasdikinden geçirerek hepsinin sonucu­na göre Allah'ın karşı gelmeyi yasak kıldıklanyla gözetilmesini istediği akitlerini ifa edesiniz, işte o zaman bir şey üzerinde bulunmuş, bir dine sahip olmuş olursunuz. Yoksa bu gidişiniz, dinsizlikten, yolsuzluktan başka bir şey değildir".[318]

 Bu makul yaklaşımlara Ehl-i kitabın cevabı çoğunlukla düşmanca olmuş, islâm ülkelerine halen de devam ettirdikleri mutaassıp haçlı zihniyetinin doğurduğu haçlı seferleri bazen hafifleyerek bazen şiddet­lenerek devam edegelmiştir.

"De ki: "Ey kitab Ehli sadeca Allah'a bize indirilene ve bizden önce indirilene inandığımız için mi bizden hoşlan­mıyorsunuz? Oysa sizin çoğunuz yoldan çıkmış fâsıklarsınız" [319].

"Ey kendilerine kitap verilenler! indirdiğimiz Kur'ân'a îman edin ki o beraberinizde olan Tevrat'ı tasdik edicidir. Hem biz bir takım yüz­leri silip de enselerine çevirmeden veya sebt ashabına (cumartesi günü­ne saygı göstermeyen Yahudilere) yaptığımız lanet gibi, kendilerini la­netlememizden önce îman edin. Allah'ın (azap) emri olagelmiştir" [320]. Artık onların yola gelmeyenleri için söylenecek son söz onla­rın anladığı dilden yani kuvvet yoluyla olacaktır. Çünkü onlar kuvvet-den başka dilden anlamazlar.

"O halde kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Rasûlû'nün haram kıldıgını haram saymayan ve hak dini (islâm'ı) din edinmeyen kimselerle, küçültüp boyun eğerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın" [321]. Çünkü onların dinleri varsa da hak dini değil, hakperest değildirler. Hak bir dinleri yoktur, diyanetleri, hakkıyla bir diyanet ve İslâm değildir. Halis muhlis hak dini olan islâm ile tedeyyün etmez, hakkın şeriatıyle ameli kabul eylemezler.[322]

 

4) Bir Yanlış Değerlendirmeyi Tashih

 

Kur'ân-ı Kerim'deki şu âyet-i kerimelere dayanarak, Ehl-i kitabın Hz. Muhammed (sav) ve onun getirdiği dine inanmadan da kurtuluşa erip cennetliklerden olacaklarını iddia edenler olmuştur. Aşağıda meal­lerini vereceğimiz ayetlerden, "Allah'a şirksiz, ahirete seksiz" inanıp da amel-i salih işleyenlerin ehl-i necat olacakları ifade edilmektedir. Önce o âyetleri görelim:

"Şüphesiz îman edenler; Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabitler, bunlar­dan kim ki Allah'a ve ahiret gününe inanır, iyi biriş yaparsa elbette on­lara, Rabbleri katında mükafaatları vardır; Onlara korku yoktur ve on­lar üzülmeyeceklerdir" [323].

"İman edenler, Yahudiler, Sabiler ve Hıristiyanlar(dan) Allah'a ve ahiret gününe inanıp salih amel iş­leyenlere korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir de" [324].

"Mü'min olanlar, Yahudi olanlar,Sabiîler, Hıristiyanlar, Mecusiler ve Müşrik olanlar (yok mu), şüphesiz Allah kıyamet günü bunlar arasın­daki hükmünü verecek (haklıyı haksızı ayıracaktır). Şüphesiz ki Allah herşeyi görmektedir" [325].

İddia sahipleri, bu âyetlerde sayılan din mensuplarının başında iman edenlerin de sayıldığına ve îman esası olarak da sadece Allah'a ve ahiret gününe îmanın zikredildiğine dayanarak mezkur hükümlerine ulaşıyorlar. Bugün bir kerre ehl-i kitap içerisinde Allah'a şirksiz, ahirete seksiz inananların bulunduğunu iddia etmek çok zordur. Yukarıdan beri gördüğümüz âyetler ışığında verdiğimiz izahlardan Hıristiyanların teslis akidesini kabul etmekle şirke düştüklerini belirtmiştik. Yahudile­rin ise yine, Uzeyr Allah'ın oğludur demeleri ve ahirete olan inançları­nın kıt oluşu ve daha başka Allah'a yakışmayan iddialarda bulunmalarıyla kâfir damgasnı yine Kur'ân-ı Kerim'den yediklerini söylemiştik. Yahudiler, bugün Uzeyr'e Allah'ın oğlu dediklerini inkâr ediyorlarsa da bir zaman bu iddiada bulunmuşlardır. Koyu bir materyalist hayat yaşalar.Ahiret hesabını hiç düşünmezler. Bunun içindir ki Cenab-ı Hak on­lar hakkında

"Allah'ıTayıkıyla takdir edemediler (Onu gereği gibi bilemediler)(...)" [326] buyurmuştur. Yani Allah'a şirksiz ve şanına layık bir îmanı ve seksiz yani yakmî bir ahiret inancım da insanlığa öğretecek olan ancak ve ancak Hz. Muhammed (as)'m getirdiği İslâmiyettir. Başka hiç bir din.ulûhiyyeti ve ahiret inancını Cenâb-ı Hakk'ın istediği ve razı olduğu şekilde tantamamıştır.

İkinci bir husus, Kur'ân'ı Kerim'de îman konusunaa temas eden ayetlerin, iddia sahiplerinin öne sürdükleri yukarıdaki âyetlerden ibaret olmadığıdır. Halbuki bir konuda doğru bir karara varmak için o konuy­la ilgili bütün âyetleri ve sahih hadisleri bir arada mütâlâa ve mülahaza etmek gerekir. Çünkü İslâm'ın iki temel kaynağı Kitap ve Sünnet'tir. Gerçekte Ehl-i sünnete göre îmanın altı esası vardır. Bunların bir kısmı bu âyetlere dahil olmakla birlikte, öteki esaslar, konuyla ilgili diğer âyetlerle birlikte [327] sahih hadislerden çıkarılmaktadır.[328] Yani bir konu değişik âyetlerde geçebilir. Aynı konunun bir kısmı bazı âyetlerde zikredilirken diğer bir kısmı başka başka âyetlerde yer alabilir.( İşte selefi sâlihîn, müçtehid imamlar ve âlimler, bu iki Kitap ve Sünnet kaynağın­dan istifade ederek Islâmî esasları tesbit etmiş ve meseleleri çözüme ka­vuşturmuşlardır, îmanın esasları da böyle tesbit edilmiştir) Meselâ şu âyette îmanın başka bazı rükünleri zikredilir:

"(...) Kim Allah'ı, melek­lerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse tam manasıyla sapıtmıştır" [329]. Yoksa bir veya iki âyeti ele alıp di­ğerlerini görmezden gelmek insanı daima yanlış hüküm vermeye götü­rebilir. Sonra bu konular, İslâm'da çoktan halledilmiş, tesbit edilmiş ve hükme bağlanmış hususlardır. Böylesi halledilmiş konularda yeniden .  ortaya şüphe, tartışma, ihtilaf çıkarmak bilmem ki kıyametin başka bir alameti midir? Kaldı ki müfessirler de dahil hiç bir âlim,mezkur âyet­lerden, îmanın ve kurtuluşun Allah'a ve ahiret gününe îmandan ibaret olduğunu söylememişlerdir. Allah'a ve ahiret gününe îmanın bu âyette özellikle vurgulanması, Allahü Teâlâ'nın bilgisinden hiç bir şeyin kaçamıyacağım, insanların ahiret gününde ki hesap   ve sorumluluklarını hatırlatmak içindir.Nitekim bu ayetlerde îman belirtildikten sonra in­sanların yapacakları işlere önem vermeleri istenmektedir.

Geçen iddiaya dayanak kabul edilen bu âyetlerin tahliline gelince, Yahudiler, Hıristiyanlar, Sabiiler, Mecusiler ve müşrikler gibi din men­suplarının başında îman edenlerin zikredilmesi, her şeyden önce, mü'minlerin bir hak gurub, inkâr edenlerin de diğer bâtıl gurupları teş­kil ettiklerini ifade eder. Yani bu inkarcı din mensubu sınıflar  mü'min olan ve başta zikredilen guruba mukabil olarak zikredilmişlerdir. Nite­kim Hacc: 17, âyet-i kerimesinde

"(...) Şüphesiz Allah, kıyamet günü bunlar arasında hükmünü verecektir, şüphesiz ki Allah her şeyi gör­mektedir" buyurulmakla, kimin haklı ve hak yolda olduğunun, kimin haksız ve yanlış yolda olduğunun hükmünü verecek ve bu guruplar arasını böylece ayıracaktır denilmek istenmektedir. Bu ise âyette ki müjde ve va'din ancak mü'minlere mahsus olduğunu gösterir.[330] Bu son âyet Bakara ve Maide âyetlerine bir nevi açıklama da getirmiş olu­yor. Yine diğer din guruplarına da bir çeşit tehdit anlamı taşımakta­dır.[331]

Ayrıca, "İman edenlerden, Yahudilerden, Hıristiyanlardan, Sabiilerden, her kim îman ederse" ifadesindeki "İman edenler"den, görünüşte îman edip İslâm toplumunda Müslüman muamelesi gören münafıkla­rın kastedildiği açıklaması getirilmiştir. Diğer guruplardan insanların olduğu gibi, bunlar da ihlasla, samimiyetle ve kalpten Allah'a ve ahiret gününe îman eder ve amel-i salih işlerlerse, onlara da bir korku olma­yacağı ve üzülmeyecekleri bildirilmektedir. Böylece zahirde mü'min gö­rünen münafıklara bu halleriyle hitap edilmiş, onlara gerçek îman fırsa­tı verilmiş ve bu maksatla îman daveti yapılmış onların da inkârlarım atıp gerçek mü'min olmaları telkin edilmiş olmaktadır.[332] Süfyâni Sevrî'den rivayet edilen görüş de böyledir.[333]

Bu inkâr gurupları sayılırken başta îman edenlerin de sayılmasının bir başka izahı da şöyledir: Bunların Zeyd bin Amr bin Nufeyl, Kuss bin Saide, Varaka bin Nevfel gibi Hz. Peygambere yetişemeyen ve fakat onun geleceğine inanan tevhid erbabı olan Haniflerle, Ebû Zer, Bahîra, Necâşî ve tabileri gibi -ki bunlar Hz. Peygamberin geleceğini bekleş­mekte idiler- Hz. Muhammed (as)'e yetişen Haniflerin olduğudur. Nite­kim Süddî'den rivayet edilen haber de bunu gösterir.[334]  İbn Abbas'tan rivayet edilen bir başka izaha göre de bu îman eden­ler, önceki peygamberlerin mû'minleri olup kendilerinden sonra gelen peygamberlere de îman etmişlerdir. Böylece bu mü'minlerin Hz. Mu­hammed (as)'a kendi kitaplarının bilgisince inanan ve o geldikten son­ra da O'na îmanını tazeleyip devam ettiren Selmân-ı Fârisî ve arkadaş­ları gibi, ehl-i kitaptan mü'minler olduğu şeklinde bir açıklama yapıl­mıştır.[335]

Bir diğer açıklama da bu âyetlerde îman edenlerin zikriyle, Hz. Muhammed'e iman eden biz mü'minler kastedilmiş olsak bile, îman eden­lerden ve diğerlerinden, tekrar, "her kim îman ederse" buyurulması Müslümanların da diğer insanlardan müslümarr olanlar gibi îmanların­da sebat etmeleri ve bu îmanla can vermelerinin murat edildiği anlaşı­lır. Bir zaman için salih mü'min olarak yaşamak kafi değildir. İmanda devam ve sebat etmek, güzel bir hatime ile gitmek ve Allah'a o îman ve salih amel ile kavuşmak gerekir.[336] Nitekim mü'minlere hitaben: "İman ediniz!" denilen âyetler de böyle anlaşılmıştır.

"Ey îman edenler! Al­lah'a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indir­diği kitaba îman ediniz (...)" [337] âyetinde olduğu gibi, iman edenlere, tekrar, bu iman esaslarına iman ediniz, buyurulmasi, imanı­nızda son nefesinize kadar devam ve sebat ediniz, imanınızı yeniliyerek her dem taze ve canlı tutunuz, demektir.[338]

Bütün bunlardan şu netice çıkıyor: insanlardan kim olursa olsun sa­mimi bir îmanla -îman edip bu îmanını hayatı sonuna kadar koruyarak salih ameller işleyenler kurtuluşa vecennetlere erecek, korkuya ve ke­dere uğramayacaklardır.

İnsanı cennete götürecek bu îmanın içerisinde, Allah'a îmandan he­men sonra, Hz. Muhammed (sav)e îman gelir. Allah'a îmanın zikredil-diği her yerde zımnen Hz. Peygambere îman da mevcuttur. Çünkü Kur'ân'dan öğrendiğimiz bu gerçekleri, bu ölçüleri ve bizzat Kur'an'ı bi­ze getiren O'dur. Nitekim bir kimsenin Müslümanlığını belirleyen ke-lime-i şehadetin içerisinde de ikinci şahitlik, Hz. Muhammed'in Al­lah'ın kulu ve Rasulü olduğuna şahitlik etmektir. Aynı şekilde Hz. Mu­hammed'e îman Kelime-i Tevhid'de de yer alır. Şu halde konumuz olan âyetlerde geçen Allah'a ve ahiret gününe îmanın Allah'a iman kısmında Hz. Muhammed'e îman da dahildir. Zira kemal sıfatlarıyla Allah'a şirk-siz, ahiret gününe de seksiz (yakînî) îmanı ve diğer tüm îman esasları­na da nasıl îman edileceğini getirip öğreten O'dur. Ehl-i kitap da dahil hangi guruptan insan olursa olsun, Hz. Muhammed'e ve onun getirdiği islâm'a îman etmedikçe cenneti ve kurtuluşu bulamaz. Müfessirlerimiz de ilgili âyetleri tefsir ederlerken bu gerçeği dile getirmişlerdir. Hz. Mu­hammed (sav)'e inanmayan, Allah'a da inanmamış demektir, helak olur.[339] Allah'ın bildirdiğine inanmayan Allah'a inanmış olur mu? İman parçalanma kabul etmez. Bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamak hiç inanmamaktır, imansızlıktır.[340] Hz. Muhammed (sav), gönderilme­den önce bile, Tevrat ve incil sahipleri Ehl-i kitap istikbalin bu büyük peygamberine "Ahdimi yerine getiriniz" [341] buyruğuna gö­re, îman ile mükellef tutulmuşlar iken, O gönderildikten sonra onu in­kâr ederek hakiki îman erbabı olmak tasavvur edilebilir mi? Tarihin şehadet sahifelerinde Hz. Muhammed'in peygamberliğinden daha açık daha bariz bir risalet mi vardır? [342]

 

SONSÖZ

 

Şu halde sonuç nedir? Ehl-i kitab veya tüm insanlar ne şekilde  ehl-i necat olacaklardır? Yani ahirette kurtuluşa erip cennetlik ola­caklar, korku ve kederden emin olarak Rabb'inin mükafaatlarına ve ni­metlerine nail olacaklardır? Bunun yolu tüm insanlar için olduğu gibi Ehl-i kitap içinde aynıdır. O da şudur:

Allah'a, onun son elçisi Hz. Muhammed (sav)'e, O'nun getirdiği Kur'an'a ve dine bir eksiksiz îman etmek ve hem kendileri ve hem de hemcinsleri olan diğer insanların yararına olan Allah'ın emrettiği amel-i sâlih dediğimiz iyi, doğru ve güzel amelleri işlemektir. (Bunun delilleri de şimdiye kadar arzettiğimiz âyetlerle şu âyet-i kerimeler gibi benzeri âyetlerdir.

"Artık (Yahudi ve Hıristiyanlar) sizin (bu) inandığınız gibi inanır­larsa doğru yolu bulmuş olurlar. Eğer yüz çevirirlerse mutlaka anlaş­mazlık içerisine düşerler. Onlara karşı Allah sana yeter. O işitendir, bilendir" [343]. Şu halde onlar Müslümanların inandığı gibi îman ederlerse doğru yolu bulmuş olacaklardır. Bir konuda bundan daha net, daha açık bir hüküm olabilir mi? Bunu Allah söylüyor.

"Eğer Ehl-i kitap inanıp (kötülüklerden) korunsalardı, herhalde (geçmiş) kötülüklerini örter ve onlan nimeti bol cennetlere koyardık" [344]. Bu ayet-i kerimede Ehl-i kitaptan îman istendiğine göre, halen üzerinde bulundukları iman makbul bir îman değildir, demektir. O hal­de Ehl-i kitaptan istenen îman hangi imandır? Elbette ki bu îman son peygambere ve onun getirdiği dine îmandır. Çünkü Allah, peygamber, ahiret ve amel-i salihi en mükemmel şekilde öğreten bu din yani islâm'­dır. Bunun dışında yollar aramak çıkmaz sokaklara sapmaktır. Çünkü Yahudilerin ve Hıristiyanların dinleri nesh edilmiş yani hükümden ve yürürlükten kaldırılmıştır. Nitekim Rasûlullah (sav) efendimiz şöyle buyurur: "Allah'a yemin ederim ki, Musa hayatta olup aranızda bulun­saydı, bana tâbi olmaktan başka bir yol ona asla helâl olmazdı". Bir baş­ka hadis-i şerifde: "Musa ve İsa hayatta olsaydılar, bana tâbi olmaktan başka çareleri yoktu" buyurur.[345] Yine şöyle buyurur; "Beni (gönderil­diğimi) işitmeden önce İsa (as)in dini üzere ölen kimse bir hayır (doğ­ru yol) üzeredir, (benim peygamber olarak gönderildiğimi) İşitip de bana îman etmeden ölen kimse ise helak olur".[346] Hz. Peygamberden önce Hz. İsa'nın dini üzere yaşayıp Hz. Peygambere yetişmeden ölen kimse hayırdadır. Fakat Rasûlullah Efendimize yetiştiği halde O'na inanmadan eski dini üzere ölen kimse helak olur, yani cehennemlik olur demektir.

Hakikat bu kadar açık iken nassları zorlayarak Hz. Muhammed (sav)'e inanmadan bugünkü halleriyle Ehl-i kitaba cennetten yer ayır­maya çalışanların, cennette kendileri için yer bırakmayacaklarından korkulur.[347]

 

İKİNCÎ BÖLÜM

 

HZ. PEYGAMBERİN ÖNCEKİ KİTAPLARDA MÜJDELENIŞİ

 

PEYGAMBERLER ve PEYGAMBERİMİZ

 

CENAB-I HAK, insanlara tenezzülat-ı ilâhiye kabilinden olmak üzere kendi anlayacakları dilden ve kendi anlayacakları seviyeden hitap et­miştir. Bunun için de onlara ilâhî emir ve yasaklarım, insanların kendi cinslerinden seçtiği peygamberler vasıtasıyla bildirmiştir. însanoğullanna Âdem (a.s.)den başlayarak ta Hz. Muhammed (a.s.)'e kadar pek çok pey­gamber göndermiştir.

Peygamberler insanların dünyadaki imtihan şartlarını tamamlamak ve onların Cenab-ı Hakk'a karşı herhangi bir itirazları olmasın diye gönderil­mişlerdir.

"Biz bir peygamber göndermedikçe azab edecek değiliz"[348].

"Peygamberleri müjdeleyici ve sakındırıcı olarak (gönderdik ki) insan­ların peygamberlerden sonra Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın. Allah Azizdir, Hakimdir" [349].

O halde Hz. Muhammed (a.s.) peygamberlik müessesesini ilk icat eden birisi değildir. Çünkü o son peygamberdi. O itibarla Hz. Muhammed (a.s.) için Cenab-ı Allah sövle buyurur:

"Ben peygamberlerden (ilk icat) bir türedi değilim. Bana ve size de ne yapılacağını da bilemem. Ben sadece bana vahyedilene uyanm. Ben apaçık bir uyarıcıdan başka bir kimse değilim" [350].

Her insanın yapacağı işler hakkında bir düşüncesi, bir tasarısı ve bir pla­nı bulunabilir. Allahü Teâlâ insanlara benzemekten münezzehtir ve insan­lar gibi ihtiyaç sahibi de değildir. Ancak Cenab-ı Hakk'ın da kendi fiillerini kendi yüce zatına yaraşır bir şekilde önceden bilip takdir ettiğini biliyoruz ki, işte bu kaderdir. Onun ilmi için zaman kısıntısı yoktur. O geçmiş zama­nı da şimdiki zamanı da gelecek zamanı da aynı derecede bilir. Cenab-ı Hak bir imtihan için bu felekleri yaratıp yeryüzüne de insan soyunu indir­meden önce, onların bu dünyada nasıl bir imtihan geçireceklerini, onlara nasıl ve ne zamanda, nerede ve kimleri peygamber göndereceğini ilâhî,ka­derinde takdir etmişti. Nitekim peygamberler için şöyle buyurur:

"Andolsun biz senden evvel bir çok peygamberleri kavimlerine gönder­dik de onlar da onlara deliller getirdiler"[351]. "And olsun Biz, Sen­den öncede elçiler gönderdik. Onlardan kimini(n hayatını) sana anlattık, kimini de anlatmadık(...)" [352]

 "Andolsun Biz peygamberleri­mizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için onlarla birlikte kitabı ve mizanı indirdik(...)" [353].

 "Muhammed, sadece bir peygamberdir. O'ndan önce de peygamberler gelip geçmiştir(...)" [354]. Bu mealdeki âyetleri çoğaltmak mümkündür. Ancak bunlar maksadı ifadeye yeterlidir.

Nasıl peygamberlik müessesesi bir gerçek ise, Hz. Muhammed de bir gerçektir. Bir hadis-i şerifte buyurulduğu gibi "Peygamberler baba bir kar­deştirler."[355] Allah tarafından ilahi gerçekleri insanlara tebliğ ile görevlidirler. Hepsi de Allah'ın varlığını birliğini, sadece Allah'a kulluk edip ona hiç bir şeyi ortak koşmamayi ahiretin varlığını ve insanların bu dünyada yaptıkla­rından ahirette hesap vereceklerini, iyilerin cennete, kötülerin cehenneme gideceklerini haber vermişlerdir. Kısaca, peygamberlerin tebliği erindeki îman esasları birdir; ancak mükellefiyetleri, (şeriatları) zamanın tekâmülü­ne göre farklılık arz edebilmiş tir.

"O. "Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin" diye Nuh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Mu­sa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi Allah size.de şeriat (din) yaptı. Fakat ken­dilerini çağırdığın bu (din), müşriklere ağır geldi. Allah dilediğini kendisi­ne (peygamber) seçer ve kendisine yönelenleri de doğru yola iletir" [356].

Peygamberler tebliğ görevlerinde insanları işte hep bu ilâhî gerçeklere, Allah'ın hidayetine daha açıkçası sırat-ı müstakime (Allah'ın doğru yoluna) çağırmışlardır. îlk peygamber ceddimiz Hz. Âdem de bunu yapmıştır. Elbette ki Hz. Muhammed (a.s.) de onların bu doğru yolunu her türlü ka­rartmalardan, dikenlerden, engellerden ve engebelerden temizleyerek aç­mış ve kullan Allah'a ulaştıran büyük cadde haline getirmiştir.

“Biz O'na (İbrahim'e) İshak ve (İshak'ın oğlu) Yakub'u da verdik; hepsini de doğru yola ilettik. Daha önce de Nuh'u ve onun soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyub'u, Yusufu, Musa'yı ve Harun'u doğru yola iletmiştik. Biz iyi davrananları işte böyle mükafatlandırırız. Zekeriyya, Yahya, İsa ve İlyas'ı da (doğru yola iletmiştik). Hepsi de sahillerdendi. İsmail, Elyesa, Yunus ve Lut'u da (hidayete erdirdik). Hepsini âlemlere üstün kıldık. Onlann babalarından, çocuklanndan ve kardeşlerinden bazılarına da (üstün meziyetler verdik). Onları seçkin kıldık ve doğru yola ilettik, işte bu, Allah'ın hidaye­tidir, kullarından dilediğini ona iletir. Eğer onlar da Allah'a ortak koşsalardı yapmakta oldukları amelleri elbette boşa giderdi. İşte onlar, kendilerine ki­tap, hikmet ve peygamberlik verdiğimiz kimselerdir. Eğer onlar (kafirler) bunları inkâr ederse şüphesiz yerlerine bunlan inkâr etmeyecek bir toplum meydana getiririz. İşte o peygamberler Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. Sen de onların yoluna uy, de ki: Ben buna karşılık sizden bir ücret istemi­yorum. Bu (Kur'ân) âlemler için ancak bir öğüttür" [357]. Ken­dinden önceki peygamberler isim isim sayıldıktan sonra Efendimiz Hz. Muhammed (a.s.) inde onların yoluna uymasının istenmesi dikkat çekici­dir. Onlann hepsinin yolu Allah'a teslimiyet yolu olan İslâm'dır.

Bu gerçekler böyle olmakla birlikte, peygamberler arasında az önceki âyetlerde de işaret edildiği ve diğer insanlarda olduğu gibi [358]; fa­zilet ve derece farkı vardır. Biz peygamberlerin normal insanlardan farklı, Allah'ın seçkin kullan olduğunu kabul ettiğimiz gibi [359]; îmanda onlar arasında bir fark da gözetmeyiz. Çünkü biz Müslü­manlar, Allah'ın tüm peygamberlerine îman ederiz [360]. Ancak peygamberlerin kendi aralarında çeşitli niteliklerle fazilette farklı olduklarını da yine Kur'ân-ı Kerim'den öğreniyoruz:

"O peygamberlerin bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Allah onlardan bir kısmı ile konuşmuş, bazılarını da derece derece yükseitmiştir(...)" [361].

 "Rabbin, göklerde ve yerde olan herkesi en iyi bilendir. Gerçekten biz, peygamberlerin kimini kiminden üstün kıldık; Davud'a da Zebur'u verdik" [362]. Peygam­berlerin birbirlerine olan bu üstünlükleri vazifelerinin şümulü ve manevî ve ruhanî yöndendir.

Hz. Muhammed (s.a.v.)in yaratılmışların en üstünü oluşu da bizim ehl-i sünnet itikadımızdır. Ancak o, tevazuundan "Beni Yunus bin Metta'ya (veya diğer peygamberlere) tafdil etmeyin" [363] buyurur, işte Cenab-ı Allah kâina­tın en şereflisi olan Hz. Muhammed (a.s)i gelecek her peygambere bildirmiş ve o geldiği zaman, onlardan ve onlann ümmetlerinden Ona îman edip yardımcı olacaklarına dair söz almıştır. Çünkü O, Allah'ın beşeriyete olan vahyini ve risaletini en mükemmel şekliyle tebliğ etmiş son peygam­berdir. Getirdiği Kur'ân-ı Azimüşşan kıyamete kadar kalıcı bir mucize teş­kil etmiştir. Onun getirdiği din, Âdem(a.s.)den beri tüm peygamberlerin getirdiği ilâhî düsturları kemaline erdirmiş, tahripleri düzeltmiş, şüpheleri gidermiş ve din ve risaleti tamamlamıştır. Önceki tüm semavî kitaplara bir gözcü (müheymin) olmuştur. O itibarla Cenab-ı Hakk'ın geleceğini takdir ve tayin ettiği böyle yüce bir Rasulü'nün daha O gelmeden önce kitapların­da peygamberlerine bildirmesinde yadırganacak bir durum yoktur. Bu Ce-nab-ı Hakk'ın yüce bir takdiridir. Nitekim Hak Teâla şöyle buyurur:

"Hem Allah vaktiyle peygamberlerin şöyle (bağlılık sözü) misakını al­mıştı: 'Celalim hakkı için Ben size kitap ve hikmet verdikten sonra nezdi-nizdekileri tasdik eden bir peygamber geldiğinde mutlaka ona iman ede­ceksiniz ve her halde ona yardım edeceksiniz. Bunu ikrar ettiniz ve bu ağır ahdimi üzerinize alıp yüklendiniz mi?' dediğinde, onlar: 'ikrar ettik' dedi­ler. Allah: 'O halde şahit olun; ben de sizinle beraber şahitlik edenlerdenim buyurmuştu. Artık bu ikrardan sonra kim dönerse, işte onlar yoldan çık­mışların ta kendileridir"[364].

Bu âyet-i kerimede bildirilen Cenab-ı Hakk'ın peygamberlerden misak alması onların ümmetlerinden de alması demektir.[365] Çünkü peygamberle­rin ahitlerine vefa göstereceklerinde şüphe yoktur. Bu âyet zımnen, üm­metlerinin de verdikleri bu ahde vefa göstermelerini ifade etmektedir. Yani peygamberler hem kendileri hem de ümmetleri adına bu hususta Allah'a söz vermişlerdir.

"Onlar: '(Muhammed) bize rabbinden bir mucize getirmeli değil miy­di? dediler. Önce gelen kitaplardakinin apaçık delili onlara gelmedi mi?" [366]. Bu âyet-i kerimedeki evvelki kitaplardakilerin beyyinesinden (delil) maksad, Kur'ân-ı Kerim'dir. Yani Kur'ân-ı Kerim, Tevrat, in­cil ve diğer semavi kitapların muhtevasını daha açık, daha parlak bir şekil­de açıklayıp isbat eden ve böylece onların tarihî gerçekliğini de ortaya ko­yan bir kitap olduğu için, onlar hakkında da bir burhan, bir beyyine ve bir delil olarak gelmiştir. Hz. Peygamberin de tarihî ve ebedî bir mucizesini teşkil etmiştir.[367] Bunun içindir ki Cenab-ı Allah

"Şüphesiz bu (anlatılanlar), önceki kitaplarda, İbrahim ve Musa'nın kitaplarında da vardır" buyurur [368]. O halde önceki âyetteki beyyine, Kuran, suhaf-i ûla da Tevrat tncil ve sair semavî kitaplardır. Onlardaki gerçek akîde ve amel temelleridir. Kur'ân'ın bunların beyyinesi olması onlara şahit olmasından­dır.[369] Aynca o eski sahifelerde bulunan Hz. Peygamber'in nübüvvet ve bi'setinin müjdesinin bulunmasındandır.[370] Buna göre önceki kitaplarda sadece Hz. Peygamber'in geleceği değil, O'nun kitabı Kur'ân-ı Kerim ve hatta üm­meti dahi vasıflarıyla bildirilip müjdelenmiştir. Bunları çalışmamız boyun­ca delilleriyle göreceğiz, işte bakınız;"

"Şüphesiz ki O (Kur'ân) âlemlerin rabbinin indirmesidir. (Rasulüm!) Onu Ruhu'1-Emin (Cebrail) uyarıcılardan olasın diye, apaçık Arap diliyle, senin kalbine indirmiştir. O şüphesiz daha öncekilerin kitaplarında da var­dır. Beni İsrail âlimlerinin O'nu bilmesi, onlar için bir delil değil midir?"[371]. Tâhâ: 133. âyetinde suhuf-u ûla, bu âyette de zuburul-evvelîn ifadeleriyle Kur'ân-ı Kerim'in de önceki kitaplarda zikrinin geçtiği buyurulmuştur. Eğer bunu inkâr ediyorlarsa, İsrailoğullan bilginle­rinin onu bilmesi kendileri için bir delil teşkil etmez mi? İsrailoğullan âlimlerinden bir kısmı, daha ziyade Müslüman olanları Tevrat ve incil'de Rasulullah efendimizin sıfatlarının zikrolunduğunu söylüyorlardı. Kureyş de gidip onlardan bu haberi öğreniyorlardı.[372] O kitaplarda Kur'ân'ın da zikri geçmektedir. Nitekim bunları onlardan îman eden Abdullah bin Selam ve iki oğlu ve Selman-ı Fârisî gibiler haber vermişlerdir.[373] Yahudilerin ve Hıris­tiyanların, ilk asırda Müslüman olanları her iki ahitte de (eski ve yeni) Mu­hammed (a.s.) in müjdesine şahit olmuşlardır. Yahudilerden Bünyamin, Muhayrik, Ka'bu'l-Ahbar; Hıristiyanlardan rahip Bahira, Habeşî Nastur ve Dafadir, Carud, Necaşi, Sus ve Cafer bin Ebi Taliple beraber gelen ruhban­lar sayılabilir. Dafadir, Dihye bin Kelbi vasıtasıyla müslüman olmuş bir Rum papazıdır. Müteakiben onu öldürmüşlerdir. Hz. Peygamber'in pey­gamberliğinin doğruluğunu ve risaletinin umumiliğini, Bizans imparatoru Herakliyüs, Mısır hükümdarı Mukavkis, İbn Suriya, Hay bin Ahtab ve Ebu Yasir bin Ahtab gibi hasetleri ve dünyalıkları yüzünden müslüman olma­yan daha başkaları da itiraf etmişlerdir. Nitekim bugün de bilhassa Hıristi­yanlardan hidayeti bulup ihtida eden Müslümanlar da bu gerçekleri ifade ve itiraf etmektedirler.[374]

Şu halde hem Hz. Muhammed (s.a.v), hem kitabı Kur'ân-ı Kerim ve hem de O'nun ümmetinin önceki semavî kitaplarda bildirilmiş ve müjdelenmiş olması, dinler tarihi açısından da çok önemli bir olaydır. Gelmiş geçmiş peygamberler arasında hayatı en sağlam vesikalarla zapt ve tesbit edilen zat Hz. Muhammed (a.s.)dir. O'nun kitabı Kur'ân-ı Kerim, önceki kitaplar üzerinde bir müheymin (bir gözcü)dir ve ümmeti, ümmet-i Mu­hammed de önceki peygamberlerin ve ümmetlerin şahididir,

"İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız ve o Rasulün de size şahit olması için sizi mutedil bir ümmet kıldık(...)"[375]. Yani onların Kur'ân-ı Kerim'de yer almakla ancak tarihî gerçeklikleri ortaya çıkmıştır Dinleri tahrif­lerden, hurafelerden anndınp aslî berraklığına kavuşturan Hz. Muham­med, O'nun kitabı ve ümmeti olmuştur. Hz. Muhammed (a.s.), peygam­berlik müessesesini de aslî hüviyetine oturtmuş ve bu müesseseyi en mü­kemmel şekilde tesis etmiştir. Nitekim Profesör Filip K. Hitti, "Aslî şekli ile islâmiyet, Sami kavimlere ait dinlerin mantıkî mükemmelleşmesidir" de­mek zorunda kalmıştır.[376]

Bu girişin özü olarak şöyle diyebiliriz: Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.)in peygamberliğinin sübutu, indirilen kitapların hepsinde zikredilmiş ve bütün peygamberler tarafından tebşir edilmiştir.[377] Merhum müfessirimiz Elmalılı da bu hususta şöyle der: "Cenab-ı Allah öteden beri ümem-i sâlifenin herbirine istikbalde gelecek ve gaye-i kül olacak bir peygamber-i âlişanı va'd ü tebşir buyurmuş ve her kitabın ehli bunu kabul ile Allah'a ahit vermiştir".[378] Hepsi kendilerini tasdik eden Muhammed Rasulullah'a îman ve nusrat için ikrar vermişlerdir.[379] Şimdi biz Hz. Muhammed (s.a.v.)in eski ve yeni ahitten önceki sahifelerde yani Kur'ân'ın ifadesiyle suhuf-i ûla ve zuburu'l-evvelînde zikrine dair neler bulabileceğimize temas edelim. Daha sonra eski ve yeni ahitteki onun şanlı zikrine geçebiliriz. [380]

 

A. KADİM KİTAPLARDA HZ. MUHAMMED'İN GELECEĞİNE DAÎR İŞARETLER

 

Zerdüşt’ün’de aslında tek Allah'a inandığı, vahyi, cenneti ve diğer hususları kabul ettiği öne sürülmektedir. Nitekim O, Yasht, 13, XXVIII, 129, da putları kıracak olan SOESHYANT; herkese " Âlemlere rahmet adında biri ile keza ASTVAT EREAT (mânâsı halkı ayağa kaldıran) ın geleceğini önceden haber vermiştir. Aslında tevhid dini olan Zerdüşt dininin sonradan seneviyeciliğe çevrilmiş olması muhtemeldir.

Brahmanizmde de "ilerde gelecek" ve "Beklenen bir kimse" inancı vardır. Onların Asrava Veda adındaki dinî kitaplarında bu kimsenin is­mi verilmiştir: Narasarışah, Astivişyat, yani "alkışlanacak olan, övülme­ye layık kişi". Onun bineceği araba çok süratli. Koşan develer tarafın­dan cennete varana kadar koşturulacaktır, vs.

Visnu Puran adlı kitabın 24. bölümünde denilmektedir ki; vedalar (yani gerçek ilim kitapları) tarafından öğretilen hareket ve fiiller, hakiki müeseseler, mevcudiyetlerini tam kaybedecekleri sırada bu ka­ranlık çağların sona ermesi yaklaşacak ve Tanrı'nın son tenasühü bir "cenkçi muharip' seklinde tezahür (tecelli) edecektir. Bu muharip

Sambla Dib'de (Kumlu ada) arif ve namlı bir aileden dünyaya gelecek Babasının adı Vişnuyaşa (Allah'ın kölesi Abdullah), anasının ki ise Samti (emin olunan kimse, Âmine) olacaktır, vs.

Brahmanizmin kutsal kitaplarına purana denir, tam karşılığı "eski yazılar" demektir. Kur'ân-ı Kerim'in "zubur'ul evvelin" [381] ifadesi bu kitaba işaret eder. O "züburul evvelîn de", "eski yazılarda vardır" demektir.[382]

Hindistan Brehmenlerinin kutsal kitabı olan VEDA'lara göre yukarı­da işaret edilen muharip kumlar diyarında doğacak, sonra vatanını terk edip Kuzeydeki bir yere iltica edecek. Göğe değecek bir arabası olacak­tır. Bu zat deve sahibi bir hikmetli kişi (hakim) olacak, yapacağı iki bü­yük savaşın birincisinde 300, ikincisinde 10.000 askeri bulunacaktır.Göğe değen arabası da miracın ifadesidir.[383] Bütün bu sıfatlar Hz. Pey­gambere uygun düşmektedir.

Budizmin kurucusu Buda da bazı ifadelerinde dini tamamlayamadığını ifade etmiştir. O'na göre Maitreya (bir diğer okunuşuna göre "Metteya") yani herkese âlemlere rahmet (rahmeten lil âlemin) gelip bu iş düzelecektir. (Bakınız Buda'nın mukaddes kitabı). [384]

 

B. ESKİ AHITTE HZ. PEYGAMBERİN MÜJDELENİŞI

 

CENAB-I ALLAH, Kur'ân-ı Kerim' de özellikle İsrailoğullarmın umûmen gelecek peygamberlere iman edip onları destekleye­ceklerine dair kendilerinden misak (kuvvetli ahit) aldığını ifade buyurur: "Andolsun ki Allah İsrailoğullanndan söz almıştı. (Kefil olarak) içlerinden on iki de başkan göndermiştik. Allah onlara şöyle demişti: Ben sizinle beraberim. Eğer namazı dosdoğru kılar, zekciı verir, peygamberleri­me inanır, onları desteklerseniz ve Allah'a güzel borç verirseniz, andolsun ki sizin günahlarınızı örterim ve sizi, altından ırmakları akan cennetlere sokarım. Bundan sonra sizden kim inkâr yolunu tutarsa doğru yoldan sap­mış olur. Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lanetledik ve kalplerini katılaştırdık. Onlar kelimelerin yerlerini değiştirirler (kitapları tahrif ederler). Kendilerine öğretilen ahkâmın (Tevrat'ın) önemli bir bölümünü unuttular, içlerinden pek azı hariç, onlardan daima (habibım) bir hainlik görürsün. Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Şüphesiz Allah iyilik edenleri se­ver" [385]. Şu âyet-i kerimede de yine İsrailoğullarına bu sözleri hatırlatılır.

"Ey İsrailoğulları size verdiğim nimetlerimi hatırlayın, Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki Ben de size vadettiklerimi vereyim.Yalnızca benden korkun" [386]. Bu ahitler, misaklar elbetteki Allah'ın gönderdi­ği ve özellikle bizim peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.)'e îman ve O'nu desteklemek ve O'na yardımcı olmak için verilmiştir. Nitekim şu âyet-i kerimede bu husus açıkça belirtilir:

"Allah kendilerine kitap verilenlerden, 'Onu mutlaka insanlara açıkla­yacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz' diye söz almıştı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa değiştiler. Satın aldıkları ne kötü şeydir!" [387]. Yani kendi kitaplarında geçen Hz. Peygamberi ve onun sıfatlarını gizlediler.

Yüce Allah, ehli kitaba bu gelecek ahir zaman peygamberi Muhammed(a.s.) hakkında kendi kitaplarında ve peygamberlerinin diliyle o kadar bilgi vermişti ki artık onlar Hz. Peygamber'i bütün sıfat, nitelik ve özellikleriyle tanıyorlardı. Şu âyeti kerimeler bu hususu ifade eder:

"Kendilerine kitap verdiklerimiz O'nu (o peygamberi) öz oğullarını ta­nıdıkları gibi tanırlar. Buna rağmen onlardan bir gurup, gerçeği bile bile gizlerler" [388]. Yine aynı mânâyı destekleyen şu âyet-i keri­me de bu hususu te'kiteder.

"Kendilerine kitap verdiklerimiz O'nu (Rasulüllah'ı) kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Kendi kendilerini ziyana sokanlar var ya, işte onlar inanmazlar" [389]. A'raf suresinin 157. âyeti kerimesinde Cenab-ı Hakk Hz. Peygamberin önceki kitaplar­da daha açık özelliklerinin yazılı olduğunu haber verir:

"Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o limmi pey­gambere uyanlar (var ya), işte o peygamber, kendilerine iyiliği emreder, onları kötülükten men eder, onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar. Onların ağır yüklerini ve üzerlerindeki ağır zincirleri indirir. O pey­gambere inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen Nur'a (Kur'ân'a) uyanlar var ya işte kurtuluşa erenler onlar­dır" [390]. Bu âyet-i kerimede Hz. Muhammed (s.a.v.)in ümmi olduğu bildirilmektedir. Bu O'nun bir özelliğidir. Ümmî olduğu halde ilmin bütün kemâlâtma sahip olması onun hakkında bir mucizedir. Âyette geçen ağır yükler ve zincirler, Tevrat'ta bulunan günah işleyen azanın kesilmesi, elbiseden pislik değen kısmın ancak kesilip atılması suretiyle temizlenmesi gibi ağır hükümlerdir. Bunların Hz. Peygamber tarafından kaldırılarak insanları meşakkat boyunduruklarından kurtar­ması onun bir özelliğidir. Yine O'nun temiz şeyleri helal, pis şeyleri ha­ram kılma yetkisi O'na tanınan özelliklerdendir.

Yukarıda da bir nebze ifade etliğimiz gibi önceki kitaplarda sadece Hz. Peygamber'in kendisi değil, O'nun kitabı Kur'ân-ı Azimüşşan ve ümmeti de çeşitli vasıflarıyla müjdelenmişür. Âyet-i kerimelerin belirtildiği gibi bilhassa kitap ehli olan Yahudiler ve Hıristiyanlar bu gerçekleri çok iyi biliyorlardı.

"Daha önce kâfirlere karşı zafer beklerlerken kendile­rine Allah katından ellerindeki (Tevrat'ı) doğrulayan bir kitap gelip de (Tevrat'tan) tanıdıkları gerçekler kendilerine gelince onu inkâr ettiler. Al­lah'ın laneti işte böyle inkarcıların üzerinedir. Allah'ın kullarından diledik­lerine peygamberlik ihsan etmesini kıskandıkları için Allah'ın indirdiğini (Kur'ân'ı) inkâr ederek kendilerini harcamaları ne kötü bir şeydir! Böylece onlar gazap üstüne gazaba uğradılar Ayrıca kafirler için alçaltıcı bir azap vardır. Kendilerine: 'Allah'ın indirdiğine îman edin' denilince, 'Biz sadece bize indirilene (Tevrat'a)inanırız' derler ve ondan başkasını inkâr ederler. Halbuki o Kur'ân kendilerinde bulunanı (Tevrat'ı) doğrulayıcı olarak gel­miş hak kitaptır. (Ey Muhammed!) Onlara: 'Şayet siz gerçekten mü'min idiyseniz, daha önce Allah'ın peygamberlerini niçin öldürüyordunuz?' deyiver"[391].

Hz. Muhammed (s.a.v.) ile muasır olan kitap ehli, âyet-i kerimelerin baş tarafında da belirtildiği gibi, bir peygamberin çıkacağım bekliyor­lardı. Bu hususta onların itirafları da vardır. Hz. Muhammed (s.a.v.) in mektubu Habeşistan kralı Necaşi'ye ulaştığı zaman o, "Ehl-i kitabın bir peygamber beklediğini" söylemiştir. Peşinden de şehadet getirerek müslüman olduğunu, Hz. Peygamber'e, gıyaben amcası oğlu Cafer b. Ebi Talib'e biat ettiğini yazmıştır.[392]

Hz. Peygamber'in davet mektubunu alan Mısır Mukavkısı, yazdığı cevabı mektubunda şöyle demiştir: "Mektubunu aldım, içinde zikretti­ğini ve davetini anladım. Bir peygamberin daha kaldığını biliyordum, onun Şam'dan çıkacağını zannediyordum. Elçine ikram etti..."[393]

Carud b. el-Mualla, kavmi içerisinde Rasuîullah(s.a.v.)e gelerek şöy­le demiştir: "Vallahi, sen hakkı getirdin, doğruyu söyledin. Seni hak ile peygamber gönderen zata yemin ederim ki, senin vasfını încilde bul­dum. İbn Betül seni müjdeledi. Selam Sana, şükür Sana ikram edene ol­sun. Gözle görmekten daha etkili hiçbir tesir, yakin (kesin bilgi)den sonra hiçbir şüphe olamaz. Uzat elini. Ben Allah'tan başka ilah olmadı­ğına ve Senin Muhammed Rasulullah olduğuna şehadet ederim" demiş­tir. Sonra kendisi ve kavmi îman etmişlerdir. Bu Carud Hıristiyan âlim­lerinden idi. ibn Betûl yani İsa (a.s.)'ın Hz. Peygamber'i müjdelediğini ikrar etmiştir.[394]

Şu âyet-i kerimeler de ümmet-i Muhammedi ve onun isim ve vasıfla­rının önceki kitaplarda yer alışını tanıtmak bakımından önem arz et­mektedir:

"Allah uğrunda hakkıyla cihad edin. O sizi seçti; din hususunda üzerinize hiç bir zorluk yûklemedi; babanız İbrahim'in dininde (de böyley­di). Peygamberin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için, O (Allah) gerek daha önce (gelmiş kitaplarda) gerekse bunda (Kur'ân'da) si­ze Müslümanlar adını verdi. O halde namazı kılın, zekâtı verin ve Allah'a sımsıkı sarılın. O sizin mevlanızdır, ne güzel mevla, ne güzel yardımcıdır O!" [395]. Bu âyet-i celileden Muhammed ümmetine hem önce­ki kitaplarda hem de Kur'ân-ı Kerim'de Allah tarafından "Müslüman­lar" isminin konulduğunu onların bu isimle bildirilip tescil edildikleri­ni öğreniyoruz. "Muhammed Allah'ın Husulüdür. Onun beraberinde bulu­nanlar da kafirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları (hep) rukûya giderken, secde ederken görürsün. Allah'tan lütuf ve rıza is­terler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu onların (evrattaki va­sıflarıdır. İncil'deki vasıfları da şöyledir: Onlar, filizini yarıp çıkarmış, git­tikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış ve sapı üzerine dikilmiş hir ekine benzer ki bu çiftçilerin hoşuna gider. Allah böylece onları kuvvetlendirip çoğaltmakla kâfirleri öfkelendirir. Allah onlardan inanıp iyi işler yapanla­ra mağfiret ve büyük mükafaat va'detmiştir"[396]. Nitekim ye­rinde de belirteceğimiz gibi ekin temsili bugünkü Incillerde geçmekte­dir.[397]

Ezelî takdir kâinatın gözbebeği Hz. Muhammed (a.s.)'in gelişini pey­gamberlerin atası Hz. İbrahim'in bir duasının kabulüyle de tecelli ettir­miştir:

 "Bir zamanlar İbrahim, İsmail ile beraber Beytullah'ın temellerini yükseltiyor, (şöyle diyordu:) Ey Rabbimizi Bizden bunu kabul buyur; şüp­hesiz sen işitensin bilensin. Ey Rabbimiz! Bizi sana boyun eğenlerden kıl, neslimizden de sana itaat eden bir ümmet çıkar, bize ibadet usullerimizi göster, tevbemizi kabul et; zira tevbeleri çokça kabul eden, çok merhametli olan ancak Sensin. Ey Rabbimiz1. Onlara, içlerinden senin âyetlerini onla­ra okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber gönder. Çünkü sen izzet ve hikmet sahibisin[398]. İşte o peygamber iki cihanın güneşi, mevcudatın hülasası Hz. Muhammed (a.s.)'dir. Nitekim O şöyle buyurmuştur: "Ben atam İbra­him'in duası, kardeşim İsa'nın müjdesi ve annemin rüyasıyım".[399]

Önceki kitaplarda işte böylesine haber verilen, bildirilen, müjdele­nen ve beklenen peygamberi, Ehl-i Kitap, O gelince büyük çoğunlukla hasetlerinden dolayı inkâr etmişlerdir. Onun ilâhî ve kutsî davasına karşı çıkmışlardır. Medine Yahudileri daha önce gelecek bir peygamber­le destek ve kuvvet alarak müşrik Araplara karşı üstünlük ve galebe sağlayacaklarını iddia ederlerken; [400] O kendilerinden değil de, Araplardan çıktığı için çekememezlik yüzünden O'nu inkâr ettiler. Onun kendi kitaplarında bulunan vasıflarını da gizlediler. Bu yüzden Kur'ân-ı Kerim onlara şiddetli itaplar yöneltir:

"Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetlerimi hatırlayın, bana verdiği­niz sözü yerine getirin ki, ben de size va'dettiklerimi vereyim! Yalnızca benden korkun. Elinizdeki (Tevrat'ın aslını) tasdik edici olarak indirdiğime (Kur'ân'a) iman edin. Sakın onu inkar edenlerin ilki siz olmayınl âyetleri­mi az bir karşılık ile satmayın. Yalnız benden korkun. Bilerek hakkı bâtıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin"[401].

"İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet yolunu insanlara kitapta apaçık beyan ettikten sonra gizleyenlere hem Allah hem de bütün lanet etme şanında olanlar lanet eder. Ancak tevbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği (gizlemeyip) açıkla­yanlar başkadır. Ben işte onların tevbelerini kabul ederim. Ben tevbeyi çok­ça kabul eden ve çok esirgeyen im "[402].

"Allah'ın indirdiği kitaptan birşeyi (ahir zaman peygamberinin vasıflarını) gizleyip onu az bir paha ile değişenler yok mu, işte onların yeyip te karınlarına doldurduk­ları, ateşten başka birşey değildir. Kıyamet gününde Allah onlarla konuş­mayacak ve onları temize de çıkarmayacaktır. Onlar için can yakıcı bir azab vardır. Onlar doğru yol karşılığında sapıklığı, mağfirete bedel de aza­bı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar)." [403].

Eski ahiddeki, Hz. Peygamber (s.a.v.)in haberinin, bilgisinin ve müj­desinin bulunduğunu ve kitap ehli Yahudilerin bunlardan haberdar ol­duklarını beyan eden bu Kur'ânî delillerden ve yapılan tahriflerden sonra bugün elde bulunan eski ahitteki çuvala sığdırılamayan mızrak kabilinden peygamberimizin elde kalan müjdelerine geçebiliriz. Kitaplardaki onca oynamalara rağmen bugün de eski ahitte Hz. Muhammed (a.s.)'in müjdelenişine dair bilgiler bulabilmekteyiz. Her ne kadar eski ahit için Yahudiler ve yeni ahit hakkında da Hıristiyan rahipleri, bunla­rın Hz. Muhammed (a.s.) olduğunu kabul etmeseler de durum bazı be­şaretlerde tevil edilemeyecek kadar açıktır. Gönül isterdi ki, Kur'ân-ı Kerim'in, o kitaplar ve Hz. Peygamber hakkındaki haberlerini aynen bulabilelim. Maalesef elde mevcut kalanlarla yetinmek zorundayız. İslâm âlimleri, genelde ehl-i kitaba cevaplar mahiyetinde reddiyeler ve özel olarak da Hz. Peygamber'in beşaretine dair çalışmalar yapmışlar­dır.[404] Beşaret-i Ahmediyye (a.s.)a dair yapılan bu çalışmaların önemli bir kısmını da gerçeği görerek Müslüman olan mühtedilerin eserleri teşkil etmektedir. Bu husus aynca üzerinde durulması gereken ibretli bir noktadır. Şimdi artık biz önce Tevrat'tan başlayarak Hz. Muhammed (a.s.)'in müjdelerine geçebiliriz. Bu müjdelere kendimize göre bir sıra numarası verdik.[405]

 

TEVRATTA HZ. PEYGAMBERİN MÜJDELERİ

 

1) Müjde

 

Tevrat, Tesniye kitabı, Bab 18, 18-19. âyette Hz. Musa hakkında şu ibare vardır: "Onlar için kardeşleri arasından senin gibi bir peygamber çıkaracağım ve sözlerimi onun ağzına koyacağım ve ona emredeceğim herşeyi onlara söyleyecek. Her kim benim adıma peygamberleri tarafın­dan kendilerine söylenen sözleri dinlemezse ben onlardan intikam ala­cağım".

Bu ibare öncelikle Hz. Peygamberin Hz. Musa'ya benzediğini ifade ediyor. Nitekim Kur an-ı Kerim'de de bu husus şöyle ifade edilir:

"Nasıl Firavun'a bir elçi göndermiş idiysek, doğrusu size de, hakkınız­da şahitlik edecek bir peygamber gönderdik" [406]. Hz. Muhammed (a.s.)ın, Hz. Musa'ya benzerliği, müstakil bir şeriat ve ki­tap sahibi, dünyevî ve uhrevî muktedir bir peygamber oluşundandir. Yoksa bu zat protestanların söylediği gibi ne Hz.İsa, ne de Yahudilerin dedikleri gibi Yuşa (a.s.) olamaz. Çünkü bu her iki peygamber de Musa (a.s.) gibi sahibi şeriat değildirler. Halbuki bu Tevrat âyetinde "kardeş­leri arasından" demekle İsrail oğullarının kardeşleri Hz. İsmail soyu kastedilmiştir. Çünkü lbrahim(a.s.)ın büyük oğlu ismail (a.s.), küçük oğlu İshak (a.s.)'ın kardeşi ve ağabeyidir. O halde İsrailoğullannın kar­deşleri Araplardır. Nitekim bugün de Filistinle barış anlaşması imzala­yan İsrail devletinin devlet başkanı Ezer Vayzman Türkiye'ye geldiğin­de Araplarla amca çocukları olduklarını söylemiştir.[407] Yine bu müjde Yuşa (a.s.) içinde söylenmiş olamaz. Çünkü Yuşa (a.s.), zaten Hz. Mu­sa'nın yanında ve onun hizmetinde bir zat idi.[408]

 

2) Müjde

 

Yine Tevrat, Tesniye, Bab 32, 21. âyetinde "ilah olmayan bâtıl mabudlarla beni kıskandırdılar. Ben de onları kavim olmayanlarla kıskan­dıracağım, cahil bir milletle kıskandırıp öfkelendireceğim." denir.

Buradaki kavim olmayan cahil millet Araplardır. Onlar bedevi ve cahil idiler. Ayrıca Yahudiler tarafından bir cariye olan Hacer anamızın soyundan geldikleri için de aşağı bir gözle bakılırlardı.[409] Hz. Muham­med (a.s.) onların arasından gelince kıskandılar ve O'na bu hasetleri yüzünden îman etmediler. Gelecek peygamberi Araplara layık görmü­yor, kendi içlerinden bekliyorlardı:

"Ehl-i Kitaptan çoğu hakikat kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki kıskançlıktan ötürü, sizi îmanınızdan vazgeçirip küfre dön­dürmek istediler. Yine de siz Allah'ın kendileri hakkındaki hükmünü geti­rinceye kadar affedip bağışlayın. Şüphesiz Allah herşeye feadirdir" [410].

 

3) Müjde

 

Tevrat, Tesniye, 33. Bab, 2. âyetinde şu ibare var: "Ve dedi: Rab Si­na'dan geldi. Ve onlara Sair'den doğdu, Faran (Paran) dağından parladı ve mukaddeslerin onbinleri içinden geldi. Onlar için sağında ateşli fer­man vardı".

Bu Tevrat âyetindeki Rabb'in Sina'dan gelmesi, Hz. Musa'ya Tevrat'ın verilmesi, Sair'den doğması da yine mecazen vahyin buralarda gelmesi­dir. Yine Hz. İsa'ya incil'in Şam'daki,[411] Sair civarı köylerinden Nâsıra'da iken verilmesidir. Rabbin Faran dağından parlaması ise, Cenab-ı Al­lah'ın Hz. Muhammed'e Kur'ân'ı indirmesidir. Çünkü Faran Mekke'nin eski adlanndandır. Nitekim Tevrat, Tekvin, 21. bab, 20-21 âyetlerinde İsmail (a.s.) için şöyle denilir: "Ve Allah çocukla beraberdi ve o büyüdü ve çölde oturdu ve büyüyerek okçu oldu. Ve Paran çölünde oturdu ve anası ona Mısır diyarından bir kadın aldı..." demek suretiyle Mekke'nin bulunduğu yerin Tevrat, Paran (Faran, Arapça'da p' harfi bulunmadığı için f harfi ile karşılanmıştır) çölü olduğunu belirtmektedir. Tevrat'ın verdiği bu bilgilerin de Hz. Peygamber'i haber verdiği açıktır.[412] "Mu­kaddeslerin onbinleri içinden geldi" ifadesiyle de Hz. Peygamber'in mübarek ashabına işaret edilmiştir.[413]

 

4) Müjde

 

Tevrat, Tekvin, 16. Bab, 6-13 âyetleri arasında; "Saray (Sare) O'na (Hâcer'e) cefa etti ve Hacer onun yanından kaçtı. Rabbin meleği O'na dedi: Hanımına dön ve O'nun eli altında boyun eğ. Senin zürriyetini çoğalttıkça çoğaltacağım ve çokluğundan sayılmayacaktır. Ve Rabb'in meleği O'na dedi: işte sen gebesin ve bir oğul doğuracaksın ve onun adını İsmail koyacaksın. Çünkü Rab sana olan cefayı işitti" ibaresi var­dır. Burada açıkça Hacer annemizin İsmail (a.s.)'le soyunun çoğalacağı ifade ediliyor, İsmail (a.s.)ınise Hz. Muhammed (a.s.)ın büyük dedesi olduğu cümlenin malumudur, Müfessir Elmalılı Hamdi Yazır, bu âyet­lerin devamında şu nakilde bulunur: "O insanların gözbebeği olacak ve hepsinin eli huzu ile ona uzanacak, onun eli hepsinin fevkinde olacak" ve bunlar Hz. Peygamberle olmuştur, der.[414]

 

5) Müjde

 

Tevrat, Tekvin, 21. Bab'da Hz. İbrahim'in Hz. Hacer'i Paran çölüne yerleştirmesi, orada sabrının tükenmesi anlatılır ve 18-19. âyetlerde "Kalk çocuğu kaldır, onu kendi elinde tut. Çünkü O'nu büyük millet yapacağım. Ve Allah Hacer'in gözlerini açtı ve bir su kuyusu gördü" der. Zemzemi anlatır.

Burada da Hz. İsmail'den gelen Arapların Hz. Muhammed (s.a.v.)le büyük millet olduklarına işaret edilir.[415]

 

6) Müjde

 

Tevrat, Tekvin 17. Bab,20. âyet, Cenab-i Hak Hz. İbrahim'e şöyle bu­yurdu der: "Ve İsmail'e gelince onun için dualarını kabul ettim, işte be­reketlendirip onu semerelendireceğim, büyüteceğim, onu ziyadesiyle çoğaltacağım. On iki beyin babası olacak ve onu büyük millet yapaca­ğım".

Bu âyet de Hz. Muhammed (a.s.)'e işaret ediyor. Çünkü Hz. İsmail soyundan gelen Araplardan başka, Hz. Muhammed'le büyük millet ol­muş kimseler yoktur. Anlaşılan Hz. İbrahim'in İsmail (a.s.) için değişik duaları olmuştur. Ayrıca ibrahim (a.s,)ın bu dua konusu s.12' de kısaca ifade ettiğimiz âyeti de hatırlatmaktadır:[416]

"Ey Rabbimiz! Onlara, içlerinden senin âyetlerini kendilerine okuya­cak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber gönder. Çünkü sen izzet ve hikmet sahibisin "[417]. Nitekim bu dua; teyit eden şu hadis-i şerif de çok dikkat çekicidir.

"Ben atam İbrahim'in duası kardeşim İsa'nın müjdesi, annemin rüyasıyım".[418]

Hz. Amine hamile olduğu zaman bir gece uykusunda, kucağından bir nurun çıktığını, her tarafa yayıldığını ve Şam saraylarını aydınlattı­ğını görmüştür". Yine Hz- Peygamberin "Önce size şunu haber vereyim ki Âdem. çamurla karışık iken ben, Allah indinde, Hatemünnebiyyin (pey­gamberlerin sonuncusu) idim" buyurduğu rivayet edilir.[419]

 

7. Müjde

 

Tevrat, Tekvin, 49.Bab, âyet 10, şöyle der:

"Şilo gelinceye kadar; Saltanat asası Yahuda'dan, Hükümdarlık asası da ayaklarının arasından gitmeyecektir; Ve milletlerin itaati ona olacak­tır".                                                                                     :

İşte bu Şilo, Hz. Muhammed (s.a.v.)dir. Çünkü Hz. Peygamber Kur'ân ve askerî güçle gelmiştir. Şilo'nun Yahudilerden başka birisi ol­ması gerekir ki onlardan saltanat ve hükümdarlık gitsin. Bu Hz. İsa da olamaz. Çünkü Hz. İsa da ana tarafından Yahuda'nın soyundandır. Yeri gelince işaret edileceği gibi aslında Hz. İsa da bir Beni İsrail peygambe­ridir.[420]

 

MEZMURLAR (ZEBUR) DAN MÜJDELER

 

1) Müjde

 

Zebur, 45. Bab'da bir peygamberin şu vasıfları sayılır:

1- Üstün bir güzellik ve parlak bir yüz sahibi olması,

2- Dudaklarına letafet (hikmetli sözler) saçılmış olması,

3- Zamanın sonuna kadar mübarek olacağı,

4- Kılıç, celal ve haşmet kuşanmış olması,

5- Kudretli olması (sağ eli ifadesi var),

6- Hakikat, hilim ve adalet sahibi olması,

7- Oklarının sivri olması (ki işaretlenmiş Arap okları kullanması) ve onlan kul­lanmaya hazır bulundurması,

8- Kavimlerin onun emri altına düşmesi,

9- İyiliği sevip günaha bugz etmesi,

10- Kralların kızlarının O'na hizmet etmesi,

11- Komşu ülkelerin padişahlarından O'na hediyeler gelmesi,

12- Ümmetinin zenginleri onun emrine uyup mallarını cömertçe harcamaları,

13- İsminin nesilden nesile anılması ve kavimlerin daima ve ebediyyen ona te­şekkürde bulunmaları.

Protestanlar, bu peygamberin Hz. İsa olduğunu söylerler. Yahudiler ise, bu vasıflara sahip olan peygamber hâlâ gelmedi, derler, İslâm âlim­leri ise, haklı olarak bu vasıfların Hz. Muhammed (a.s.)'de toplandığını ve o peygamberin Hz. Muhammed (a.s.) olduğunu söylerler.[421] Bu vasıf­lar, Hz. Peygamber'in şahsında ve ferdî ve içtimaî hayatında tahakkuk etmiş hayatî gerçeklerdir. Ebu Hureyre,"Rasulullah (s.a.v.)'dan daha gü­zel hiç bir şey görmedim. Güneş (mübarek) yüzünde gezerdi. Güldüğü zaman duvarda parıldardı" demiştir. Ümmü Ma'bed (ra.h.) ise: "Rasulullah uzaktan insanların en güzeli, yakından da insanların en tatlısı ve en güzeli idi" demiştir. İmam Fahreddin er-Râzî, [422] âyetinin tefsirinde,

"Kıyamet günü ben, Âdem evladının seyyidiyim, ama ölünmek için de­ğil" hadisini nakletmiştir. Yani Hz. Peygamber bunu öğünmek için de­ğil, bir gerçeği bildirmek için söylemiştir. Bir tahdisi nimettir. Yine Hz. Peygamber, "Ben Allah'ın kılıçlı peygamberiyim" buyurduğunu ifade eder. Nitekim Mekkelilerin tanınmış pehlivanı Rukâne'yi yıkmıştır.[423]

Doğruluğu ve güvenirliliği hakkında ise, Nadr bin Haris Kureyş'e şöyle demiştir:"Şakaklarında beyazı görününceye kadar içinizde Mu­hammed, en genç çocuk, sizin içinizde en razı olduğunuz, en doğru sözlünüz, en büyük emanetçiniz idi. Size getirdiğini getirince; 'O, bir sihirbazdır', dediniz. Hayır, vallahi o bir sihirbaz değildir". Düşmanı ol­duğu sırada bile Heraklius'un sorgulamasında Ebû Süfyan O'nu yalanla itham edememiştir.

Sağ elinin kuvvetine gelince, Bedir ve Huneyn günü sağ elinin kabzasıyla bir avuç toprağı kâfirlerin suratına atmış, hepsi gözleriyle meş­gul olmuş ve yenilmişlerdir.[424]

Oklarının sivriliği ise, yine kılıç kuşanması gibi meşhurdur. Ayrıca okçuluğa teşvik edici bir çok hadis-i şerifleri vardır. "Bizansı fethedeceksiniz- Allah size imdada yetecektir. O halde hiç biriniz, oklarıyla eğlenmek­ten geri kalmasın".

"Ey İsmail oğulları! Ok atınız. Zira atanız da okçu idi". Nitekim Hz. İsmail'in okçu bir peygamber olduğunu Tevrat'tan nakletmiştik. Yine şöyle buyurur:

"Her kim atıcılığı öğrenirde sonra terk ederse, bizden değildir". Bu sayılan özelliklerden olmak üzere, insanlar fevc fevc onun dinine girmişlerdir.

Kralların kızlarının şerefli hanımlarının araşma girmesinin de örnekleri çoktur. Zevcat-ı tahirattan Şevde binti Zem'a ve Safiye anneleri­mizi zikredebiliriz........

İran Kisra'sı Yezdicürd'ün kızı Şehribanu imam Hüseyin (r.a.)'in ni­kahı altında idi.[425]

Kavimlerin onun emri altına girmesinin de örnekleri çoktur.

Habeş kralı Necaşi, Bahreyn Kralı Münzir bin Sâvi, Umman Kralı boyun eğip müslüman oldular.

Hediyelik gelmesi ise, şöyle misâllendirilebilir: Bizans Kralı Herakli-us hediye gönderdi. Mısır Mukavkısı üç cariye, bir siyah köle, bir katır, bir eşek, bir at, elbiseler ve' daha başka şeyler gönderdi.[426] Bunun daha başka örnekleri de vardır.[427]

 

2) Müjde

 

Mezmurlar, 110. Bab, 1. âyet şöyle der: " Yahveh, Efendime dedi ki: "Düşmanlarını ayaklarının altına basamak yapıncaya kadar sağımda otur". Zebur'da ki bu âyeti şimdiki Kitab-ı Mukaddes baskısında "Rab Rabbime dedi..." şeklinde basmışlardır. İkisi de büyük harflerledir.[428] Aynı âyet, Hz. isa'nın tebliğinde Mesih hakkındaki sorulara açıklık ge­tirmek üzere verdiği cevabında da yer almaktadır.[429] Hz. İsa, Zebur'dan bu âyeti delil getirerek, Mesih'in Hz. Davud'un oğlu olduğunu iddia edenlere, "Bizzat Davud, onun için Rab=efendim, diye söz ettiğine göre, O nasıl Davud'un "oğlu olur?" der.[430]

O halde Allah'tan sonra insanlığın en ulusu ve en şereflisinden baş­kasının Hz. Davud'un efendisi olduğu kabul edilemez.[431] Allah'ın tahtı­nın sağında oturma şerefiyle şereflenme ve dolayısıyla sadece peygam­berlerin değil aynı zamanda bütün yaratıkların "seyyidi" mertebesine yükselme hadisesinin, meşhur miraç olayı olduğunu rahatlıkla tahmin edebiliriz.[432] Davud (a.s.)'ın bu senası, bize Hz. Peygamber'in şefaat-i kübra hadisinde ifade buyurduğu, bütün peygamberler içerisinde sade­ce kendi zatının Arş-ı A'la'nın ayaklarına yapışarak yaptığı duanın ka­bul edilişindeki kurbiyet derecesini de hatırlatmaktadır.[433]

 

3) Müjde

 

Mezmurlar, 118. Bab, 22-24 âyetler şöyle der: "Yapıcıların reddettiği taş, işte köşenin baş taşı oldu. Ve o gözünüzde şaşılacak iştir. Rabbin yarattığı gün-budur; onda mesrur olur ve seviniriz".

Burada ustalann reddettiği yani, tarih sahnesinde nam yapmış mil­letlerin, millet saymadığı Araplardan; ve bir öksüz ve fakir olduğu için de bizzat, Arapların peygamberliğe layık görmeyip reddettikleri bu taş, varlığın övüncü Hz. Muhammed (s.a.v.) olup peygamberler sarayının köşe taşını teşkil etmiştir. Nitekim bu taş temsili incil'de Hz. İsa tara­fından da haber verilmiştir. Orada da bu hususu ele alacağız. Bir hadis-i şeriflerinde Efendimiz ve Kainatın Efendisi şöyle buyurmuştur:

"Benimle peygamberler bir köşke benzeriz. Yapısı çok güzeldir. Yalnız bir (köşesinde) bir taş (boş) bırakılmıştır. Görenler bu köşkü gezerler ve o taşın boşluğu dışında o binanın güzelliğine hayran kalırlar. İşte o bina be­nimle tamamlandı ve peygamberler de benimle son buldu".[434] Bu iki ihbar birbirini tamamlamakta ve birbirini tasdik etmektedir. Görüldüğü gibi ikisi de aynı hakikati, yani Hz. Muhammed (a.s.)ı bildirip anlatmakta­dır.[435]

 

YEREMYA'NIN MÜJDESİ

 

Yeremya, 28.Bab, 9. âyette şöyle der: "Bir peygamber selameti pey­gamberlik ederse, o peygamberin söylediği çıkınca, bilinir ki gerçekten Rabbin göndermiş olduğu bir peygamberdir". Buradaki selamet kelime­sinin aslı Şalom'dur. Şalom kelimesinin de mânâsı selamet, yani îslâmiyettir. Bütün Sami dil âlimlerinin vardığı kanaate göre, İbranice Şalom, Süryanice Slama ile Arapça selam ve İslâm kelimelerinin hepsi de Samice'deki tek ve aynı kökten yani şlama kelimesinden türemiş olup aynı mânâya gelmektedir. Yeremya, "Şalom" kelimesini Hz. İsa'dan önce din mânâsında kullanan tek peygamberdir. Kur'ân-ı Kerim'e göre ise, Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Hz. İshak, Hz.Yakub, Hz. Musa (a.s.) ve diğer bütün peygamberler Müslüman olup hepsi de islâm'ı va'z ve teb­liğ etmişlerdir, İslâm ve bunun eş anlamlıları olan "Şlama" ve "Şalom" kelimeleri Hz. Muhammed (s.a.v.)in İslâmiyeti yaymağa başladığı za­manlarda Mekke ve Medineli Yahudilerle Hıristiyanlar tarafından bilin­mekteydi. Yeremya'nın bu bölümü işte bu açıdan İbranice mukaddes kitaplar arasında altm değerindedir. Bu itibarla dünyada hiç bir dini sis­tem, islâm isminden daha güzel, daha muhtevalı, şerefli ve yüce bir isimle isimlendirilmiş değildir".[436]

 

DANYAL (A.S.)IN 1. MÜJDESİ

 

Babil hükümdarı Buhtunnasr bir rüya görür. Rüya canını sıkar. Rü­yayı da unutur. Sonra hem rüyasını hemde yorumunu haber vermeleri için, sihirbazları, afsuncuları, falcıları ve Kildanîleri çağırır. Kendisine Danyel (a.s.)'i bulurlar. Cenab-ı Hakk'a yalvarır, hükümdarın zulmün­den kurtulmak için, hem rüyayı hemde rüyanın yorumunu kendisine bildirmesini diler. Cenab-ı Hakk bu lutfu O'ndan esirgemez.

Hükümdar rüyasında başı has altından, göğüs ve kolları gümüşten, karnı ve kalçaları tunçtan, bacakları demirden, ayaklarının bir kısmı demirden, bir kısmı balçıktan bir heykel görür. Bir taş, el sürülmeden yerinden kopar, heykeli ayaklarından vurur, parça parça eder. Saman gibi savurur. Heykeli vuran taş büyük bir dağ olur, dünyayı doldurur.

Danyal (a.s.) bu heykelin maddesine göre Babil krallığıyla birlikte dört krallığın çıkacağını ve bu krallıkları el sürülmeden dağdan kopan o taşın parçalayacağını ve onların hakimiyetini yıkıp bitireceğini ve kendisinin de büyüyüp dünyaya hakim olacağını haber verir.

İşte bu rüyada haber verilen taş temsili, yine Hz. Peygamber[437] ve O'nun dini ve O'nun dininin temsil edildiği islâm devletidir.[438]

 

DANYALIN (A.S.) 2. MÜJDESİ

 

Daniel, 7. Bab'da Daniel (a.s.)'in bir rüyası anlatılır. Dört canavar çı­kar, yeryüzünde çeşitli zulümler yaparlar. Bunlar arka arkaya gelirler. Bunlar yine dört zalim krallıktır. Bu canavarların hepsi öldürülür. Yani krallıklar yıkılır. Dördüncü canavarı Barnaşa=insanoğlu yıkar. Bütün kavimler ve milletler ve diller kendisine kulluk etsinler diye, ona salta­nat, izzet ve krallık verilir. Onun saltanatı gaçmeyecek ebedî bir salta­nattır ve krallığı yıkılmayacak bir krallıktır [439].

Mülkü, Yüce olanın mukaddesleri alacaklar ve ebede kadar ve ebedler ebedine kadar krallığı (hakimiyeti) onlar edineceklerdir [440].

Ve krallık ve salta­nat ve bütün göklerin altındaki krallıkların büyüklüğü Yüce olanın mukaddeslerinin kavmine verilecek, onun krallığı ebedî krallıktır ve bütün saltanatlar ona kulluk edecekler ve baş eğeceklerdir [441].

Bu babda ifade edilen krallık kelimeleri, mülk ve hükümranlık ve hakimiyet kelimelerinin o şekildeki tercemeleri olabilir ki bu da Hz. Muhammed (a.s.)'in risaletiyle gerçekleşmiştir. Hz. İsa ile bile değil. Nitekim önemli bir papaz iken ihtida eden Abdulahad Davud şöyle der: "Kitabının birçok yerinde din-i İslâmı haber veren Hz. Danyal Peygam­ber bilhassa 7. Babında hem miracı Muhammedi'yi alenen müşahede ettiğini hem de dinin teessüsünü iş'ar ve tebşir ediyor. Yekdiğerlerini takip eden Babilyan, Pars, Yunan ve Roma hükümetlerini dört mehib canavarlara teşbihen, son canavarın on boynuza malik olduğunu ve Al­lah'ın mukaddesleriyle muharebe edip onları mağlup ediyor, nihayet divan kuruldu".[442] "Taht-i mutalamızda bulunan 7. Babın 27. ve 28. âyetleri tetkik edilecek olursa, islâm dininin hakikaten, melekutullah'ın divanı ve hükümetini teşkil ettiği suret-i mukni'ada tebeyyün edecektir".[443] Bu babda mükerreren ifade edilen, mukaddesler kelime­siyle de Hz. Peygamber'in mübarek ashabına işaret edilmiş olsa gerek­tir. Çünkü Hz. Peygamber'in hem mübarek kitabı ve hem de mübarek ashabı daha önce belirttiğimiz gibi önceki kitaplarda haber verilmiştir [444].

 

HAGGAY'IN MÜJDESİ

 

Eski Ahid, Haggay, II. Bab, 7. âyetinde şöyle der:

"Bütün milletlerin Himdası gelecektir". Bugünkü Kitab-ı Mukaddes baskılarında bu âyeti: "Ve bütün milletlerin değerli şeyleri gelecek" şek­linde vermektedirler.

Eski peygamberlerin kitaplarının muhafaza edilemeyişinin en önem­li sebeplerinden birisi, tercemelerde özel isimlerin de terceme edilmesi­dir. Tercemeden tercemeye mânâ kayması açılıp gitmektedir. Bugünkü özel isimlerin terceme edilmeyip olduğu gibi muhafaza edilmesi prensi­bi asla sadakat ve aslı koruma bakımından daha titiz bir ölçüdür. Has­saten Sami dil ailesinden olan İbranice ve Arapça dilleri, kökleri itiba­riyle birbirine yakın iki dildir. Eğer özel isimler terceme edilmeseydi, bu kelimelerin İslâmî köklerle ilgisi daha kolayca kurulabilir ve mesele daha çabuk vuzuha kavuşurdu. Nitekim bahis konusu Haggay,II,7.âyetteki "Bütün milletlerin himdası gelecektir"sözündeki Himda keli­mesinin Abdulahad Davud, özel isim ve Ahmed (a.s.) olduğunu Şalom'un da İslâm mânâsında olduğunu ifade eder.[445] Şimdi ise, bütün milletlerin değerli şeyleri, şeklinde hem de çoğul olarak çevirmişlerdir. Gerçi değerli şey, Muhammed kelimesinin mânâsından çok da uzak de­ğildir, ancak aslı korunsaydı, aslıyla ilgisi çok daha kolay kurulabile­cekti.

Buraya kadar kadim kitaplar (Zuburul evvelin) ve eski ahiddeki Hz. Muhammed (a.s.) delalet eden müjdelerden bir kısım çok belirgin olanlara yer vermeye çalıştık. Aslında bu müjdeler daha da çoğaltılabilirdi. Ancak bunların okuyucuların meseleyi anlamaları için yeterli ör­nekler teşkil edeceğine kanaat ediyor ve şimdi de yeni ahitten müjdele­re geçiyoruz.[446]

 

C. VENİ AHİD (İNCİL) DE HZ. PEYGAMBERİN MÛJDELENİŞİ

 

Cenab-ı Hak, İsrailoğulları'ndan gelecek olan son peygamber Hz. Muhammed (a.s)'i tasdik edip iman etmeleri ve bu gerçeği gizlememeleri için söz aldığı gibi aynı konuda Hıristiyanlardan da söz almıştır. Şöyle buyurur:

"Biz Hıristiyanlarız' diyenlerden de kesin sözlerini almıştık ama onlar da kendilerine zikredilen (verilen öğütleıin veya kitabın) önemli hir hölü-münü unuttular.Bu sebeple kıyamete kadar aralarına düşmanlık ve kin saldık. Yakında Allah onlara yaptıklarını haber verecektir.Ey ehli kitap! Rasulümüz size Kitap'tan gizlemekte olduğunu bir çok şeyi açıklamak üzere geldi; hir çok (kusurunuzu ) da affediyor. Gerçekten size Allah'tan hir nur ve apaçık bir kitap geldi" [447]. Bu iki âyetten sonuncu âyet­te Rasulullah (sav)'in, doğrudan muhatap alınarak Ehl-i Kitaba geldiği ifade edilmektedir, ayrıca yine aynı âyette geçen Nur'un da Hz. Mu­hammed (as) olduğunu müfessirler beyan etmişlerdir. Çünkü ondan sonrada zaten kendilerine Kitab-ı Mubin'in yani Kur'ân-ı Kerim'in gel­diği ifade edilmektedir. Şu halde Hz. Muhammed (as)'in risaleti tüm in­sanlığa şamil bir risalet olduğu için ehli kitaba da bizzat hitap yöneltile­rek Hz. Muhammed (as) ve O’nun değerli kitabının bizzat kitap ehli Yahudi ve Hıristiyanlara da gelmiş olduğu net bir şekilde Cenab-i Hak tarafından beyan edilmektedir.Hz. Muhammed (as)'in risaletinden hiç bir insan ve insan topluluğu uzak kalamaz. Çünkü O ahir zaman pey­gamberidir. O itibarla Hıristiyanların peygamberi olan Hz. İsa (as), biz­zat kendisi, Cenab-ı Hak'tan aldığı görevle, gelecek peygamber Hz. Muhammed (as)'i ismiyle müjdelemiştir:

"Hatırla ki, Meryemoğlu İsa: Ey İsrailoğullan! Ben size Allah'ın elçisi­yim, benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı ve bundan sonra gelecek Ahmet isminde hir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim, demişti. Fakat O, kendilerine açık delilleri getirince: Bu apaçık bir büyüdür, dediler" [448].

Görüldüğü gibi Hz. İsa (a.s), Hz. Muhammed (sav): Ahmet ismiyle müjdelemiştir. Daha ilerde Paraklit ismini incelerken de temas edeceği­miz gibi, Luka incilinde geçen EUDOKÎA kelimesi, Abdulahad Da­vud'un ifadesiyle "etimolojik bakımdan sevinç, sevinçlilik, güzellik, mutluluk ve iştiyak mânâsında kullanılmaktadır. Keza Grekçe EUDO­KÎA kelimesinin, Eski Ahid'de sık sık geçen İbranice Hamad, Mahmut, Himda ve Hemed gibi kelimerin hem lügat hem de gerçek mânâları şa­şılacak şekilde tam bir mutakabat halindedir. Ahmed demektir.[449] Yuka­rıda görüldüğü şekilde Kur'ân-ı Kerim, İsa (as)'nın Hz. Peygamberi müjdelediğini haber verdiği gibi O'nun ashabının özelliklerinin de Tev­rat'ta ve incil'de bildirildiğini haber verir.[450] Şimdi onca tahriflerden sonra bu gerçeğin indilerde elde kalan izlerini aramaya çalışalım. An­cak bundan da önce Yeni Ahit denilen incil nedir onu anlamaya çalışa­lım.[451]

 

İNCİL NEDİR VE NEYİN MÜJDECİSİDİR?

 

incil kelimesi Yunanca iki kelimeden mürekkep bir kelimedir. Euanghelionun Arapçalaştırmasından ibarettir. Eu lafzı, aferin, iyi, haki­ki mânâsındadır. Angeliou ise müjde ve beşaret yahut fiilen müjdele­mek, tebşirden ibarettir, işte bu iki kelimenin birleşiminin hakiki mâ­nâsı, gerçek saadetin müjdecisi demektir.[452] Gerçekten de yeni Türk­çe'ye çevrilen incil'in çağdaş Türkçe çevirisi alt yazısı ile takdim edilen Yeni Yaşam yayınlarından çıkan[453] İncil'in adım Türkçe olarak "Müjde" koymuşlardır. Acaba müjde mânâsına gelen bu incil neyin müjdesidir? Araştırmaya değer bir husus, Saf suresi 6. âyet-i kerimesi, yukarıda da zikrettiğimiz gibi Hz. İsa'nın, İsrailoğullarına gönderilen Tevrat'ı tasdik edici ve kendisinden sonra gelecek ismi Ahmed olan bir peygamberi müjdeleyici, İsmailoğullarına gönderilen bir peygamber olduğunu bil­dirmiştir. Bu âyet-i kerimede çok dikkate değer husus, Hz. İsa' nın ismi Ahmed olan kendisinden sonra gelecek bir peygamberin müjdecisi olarak gönderildiğini vurgulamasıdır. işte Yüce Allah'ımızın yüce kitabı Kur'ân-ı Azimüşşan, Hz. İsa'nın Kitabının daha isminde bile gayesini bildiren bu müjdeye işaret etmiştir. Ne beliğ ve ne hayret verici bir be­yan! Nitekim Hz. İsa'nın tebliğlerinde bu gerçeği safha safha görmekte­yiz. Ne müthiş hakikat!

Nitekim yüksek derecede Asuri papazı iken ihtida ederek Müslüman olan Abdülahad Davud, şöyle der: " İncil, bir kitap mânâsı taşımaz, bir manevî fikir ve muvakkat bir yol olarak bilinirdi. Zira âtide gelecek bir melekûtullah, bir ümit ve va'd olunan büyük bir saadetin müjdesidir. Markos, I, 14 de şöyle der: "Yahya ele verildikten sonra, İsa, Celil'e ge­lip, melekûtullah'ın İncil'ini va'z ediyordu. Kendi incilini (müjdesini) değil, başka birinin müjdesini öğütlüyordu". "Ve vakit tamam oldu ve Allah'ın melekûtu yaklaşmıştır. Tevbe edip (İncil'e) iman getiriniz" di­yordu. Markos, 1,15 İncilin maksud ve mevzuu İslâm ve Ahmed'dir. Luka islâm ve Ahmed'i tebşir ve ihbar ediyor.[454] Hz. İsa doğduğunda orada bulunan çobanlara semavi orduların bir topluluğu (melekler) gö­rünerek dipnottaki terennüm etmiştir:[455]

İşte Peygamberin (Hz. İsa) dudağından çıkan kelimeye karşı çıkıp itiraz etmeye hiç bir Hıristiyan'ın cesaret edebileceğine ihtimal verme­yerek derim ki, Mesih yalnız bir "ümit ve intizar" in tebşirine memur idi.[456] Yine bu zat şöyle der: "İncil biT kitap değil ancak Tevrat kitapları­nın harfiyyen muhafaza ve tasdikine dair taahhüt almakla beraber, Saadet-i hakikiyenin kelamı olan Kur'ân'ı, müjde ve tebşir eden bir va'z ve şifahi beyannamedir."[457]

 

YAHYA (A.S.)'NIN MÜJDESİ

 

İşaya Peygamber şöyle demişti: Bak habercimi senin önünden gönde­riyorum: O senin yolunu hazırlayacak.[458] Çölde yükselen ses şöyle di­yordu: Rabb'in yolunu hazırlayın, geçeceği patikaları düzeltin. Her dere yükseltilecek ve her dağ ve tepe alçaltılacak; ve çıkıntılı yer düz ve sarp yerler ova edilecek...".[459] Luka; II, 6' ya göre ; "Ve tüm insanlar Tanrı'nın sağladığı kurtuluşu görecektir". "Yahya ona tanıklık etti. Yüksek sesle şöyle dedi: "Benden sonra gelen benden üstündür. Çünkü o ben­den önce vardı".[460] Yahudiler Hz. Yahya'ya, sen kimsin? Mesih misin?

diye sordular. O inkâr etmedi açıkça konuştu: Ben Mesih değilim. Öy­leyse sen kimsin? İlyas mısın, diye sordular. O da: Değilim, dedi. -Sen o peygamber misin? sorusuna; -Hayır, cevabını verdi.[461] "Ben sizi, günahlarınızdan dolayı af ve mağfirete eresiniz diye su ile vaftiz ediyorum; fakat benden sonra gelecek ve eğilip önünde papuçlarının iplerini çözmeye dahi layık olamadığım büyük ve muhteşem bir peygamber sizi ateş ve ruhla vaftiz edecektir. Yabası elindedir. Harman yerini temizleyecek, buğdayını toplayıp ambara toplayacak, samanı (ise), sönmeyen ateşte yakacaktır".[462]

Aslında bu ifadelerde üç müjde yer almaktadır. Hz. İşaya'nın Hz.Yahya tarafından nakledilen sözü, Hz. Peygambere işarettir. İkincisi Hz. Peygamberin vasfı önceki peygamberlere ve ümmetlerine o kadar çok tanıtılmış ki, artık bahsi çok geçen mânâsında ismini de söyleme­den "o peygamber" denilince Hz. Muhammed anlaşılmaktaydı. Onun için Yahudiler Yahya (a.s.)'a sen o peygambermisin? sorusunu yönelti­yorlar. O da; O peygamberin kendisi olmadığını söylüyor. Nitekim Kur'ân-ı Kerim, [463]âyetlerinde

"Ehl-i Kitap onu kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar." mânâsında da bu nükte­ye işaret olsa gerektir. Çünkü Cenab-ı Allah "seni tanırlar" buyurmuyor da "onu tanırlar" buyuruyor.

Yani o kitaplarda da nitelikleri bildirilen onu, o peygamberi kendi oğullarını tanır gibi tanırlar, denilmek isteniyor.[464] Çünkü Yahya (a.s.) Mesih, İlyas ve o peygamber olmadığını açıkça söylemiştir.[465] Zaten bu üçünden sonra Hz. Muhammed (a.s.)dan başka bir peygamber gelme­miştir.

Üçüncü müjde ise gayet açıktır: Papuçlanınn bağını bile çözmeye la­yık değilim, diyen Yahya (a.s.)'nın, peşinen biat etmesinden anlaşıldığı­na göre, bu gelmesi müjdelenen resul, diğer bütün peygamberlerin de efendisi, seyyidi ve sultanı olan Hz. Muhammed (a.s.)'dir.[466]

 

İNCİL'DE GELECEĞİ BİLDİRİLEN İNSANOĞLU HZ. MUHAMMED'DİR

 

Daniel (a.s.)ın kitabında geçtiği gibi: "Gece rü'yetlerinde gördüm ve işte Barnaşa=insanogluna benzer biri göklerin bulutları ile geldi ve gün­leri eski olana kadar geldi ve onun önüne kendisini yaklaştırdılar. Ve bütün kavimler, milletler ve diller ona kulluk etsinler diye, kendisine saltanat ve izzet ve krallık verildi; onun saltanatı geçmeyecek ebedî bir saltanattır ve krallığı yıkılmayacak bir krallıktır".[467] Bugün elimizde bu­lunan İnciller, sahte uydurma halleriyle bile, Allah'ın, saltanatına ve barnaşaya yani insanoğluna dair Hz. İsa'nın ima ve teşbihlerine sık sık yer vermektedir. Ancak onu Hıristiyanlar Hz. İsa'ya ve kiliseye yormuşlar­dır.[468] Halbuki Özellikleri bildirilen Barnaşa= insanoğlu Hz. Peygambe­rin vasıflarına uymaktadır. Nitekim Cenab-ı Hak Kur'ân-ı Kerim'inde Hz. Peygamber'e, İnsanlara sık sık bir beşer olduğunu söyleyip hatırlat­masını tertbih eder.[469] Çünkü insanlar, dinler tarihi boyunca müşahede edildiği gibi, zaman zaman uhıhiyetle beşeriyeti karıştırmışlardır.

Matta İncilinde şöyle der: "Çünkü şimşeğin şarkta çakıp garpta dahi görüldüğü gibi insanoğlunun gelişi de böyle olacaktır."[470] İsa Öğrencile­rine şöyle dedi: " Öyle günler gelecek ki siz insanoğlunun günlerinden birini görmeyi özleyeceksiniz, ama görmeyeceksiniz. İnsanlar size, işte orada, işte burada diyecekler. Gitmeyin onların arkasından koşmayın. Şimşek çakıp göğü bir ucundan öbür ucuna dek nasıl aydınlatırsa, insa­noğlu kendi gününde öyle olacaktır".[471] "İsa, iyi tohumu eken, insanoğludur diye karşılık verdi".[472] "Deliceler nasıl toplanıp ateşte yakılıyorsa, çağın sonunda da böyle olacak: İnsanoğlu meleklerini gönderecek, on­lar da insanları günaha düşüren herşeyi, kötülük yapan herkesi O'nun egemenliğinden toplayıp kızgın firma atacaklar. Orada ağlayış ve diş gı­cırtısı olacaktır".[473] İnsanoğlu kendi görkemi içinde bütün melekleriyle birlikte gelince, görkemli tahtına oturacak. Ulusların hepsi onun önün­de toplanacak. O da koyunları keçilerden ayıran bir çoban gibi onları birbirinden ayıracak. Koyunları sağma keçileri soluna alacaktır. O za­man kral sağındakilere diyecektir: Sizler babamın kutsadıkları, gelin, diyecek. Dünya kurulduğundan beri sizin için hazırlanmış olan melekutu (egemenliği) miras alın!".[474] "Bundan sonra İnsanoğlu'nun Kud­retli Olan'ın sağında oturduğunu ve göğün bulutları üzerinde geldiğini göreceksiniz".[475] "İncir ağacından ders alın. Dalları filizlenip yaprakları sürünce yaz mevsiminin yakın olduğunu anlarsınız. Aynı şekilde, bu olayların gerçekleştiğini görünce, bilin ki İnsanoğlu yakındır, kapıdadır".[476] "Siz de hazır olun. Çünkü insanoğlu, ummadığınız bir saatte ge­lecektir."[477]

İnsanoğlu incil'de Hz. İsa'nın ağzından tam 83 yerde geçer.[478] Abdulahad Davud der ki: "Ben onmilyonda bir Hıristiyaının bile insanoğlu tabirinin menşei ve gerçek mânâsı üzerinde tam ve kesin bir bilgi ve kanaat sahibi olduğunu zannetmiyorum".[479] Hıristiyanlara sorarsanız ahitlerde bildirilen insanoğlu, Hz. İsa'dır. Halbuki iktibaslarımızda da görüldüğü gibi, gelmiş olan Hz. İsa gelecek olan İnsanoğlu'nu haber ve­riyor ve indilerde her geçtiği yerde büyük harfle yazılmıştır. Bir insan kendisi için, hep, gelecek, olacak, gelmesi yakındır, kapıdadır, gibi is­tikbal sigası kullanır mı? Luka XIX, 10 da "Çünkü Barnaşa=bu insanoğ­lu, kaybolmuş şeyi arayıp kurtarmak için gelecektir" der. Bu İnsanoğlu Hz. İsa olamaz. Çünkü O, Samiriyeli bir kadın olan Zakkay ve büyük bir kısmı daha sonra katledilen birkaç havari dışında kendi etrafındakileri bile düşmanlarının şerrinden emin kılamamıştır. Yine Hıristiyanlara göre Hz. İsa kendisini bile kurtaramamıştır. Çünkü onu Yahudiler çar­mıha germişlerdir. Onlara göre eğer Hz. İsa, İsrailoğullarınin beklenen kurtarıcısı ise, kendisini Yahudilerden ve onları da Roma boyunduru­ğundan kurtarmalı değil miydi?.[480] Hem sonra Hıristiyanlar Hz. İsa'ya (haşa) Allah'ın oğlu dediklerine göre, neden insanoğlu vasfını yine onun için kullanıyorlar? Zaten Hıristiyanlık çelişkilerden başka nedir ki?! Zikredilen vasıflarıyla Hz. İsa'nın geleceğini müjdelediği insanoğlu Hz. Muhammed (a.s.)'den başkası değildir. Çünkü Hz. İsa ile Hz. Muhammed (s.a.v.) arasında başka peygamber yoktur.[481]

 

HZ. İSA'NIN MÜJDELEDİĞİ MELEKÛTULLAH HZ. PEYGAMBERİN

NÜBÜVVETİDİR VE İSLÂMDIR

 

İncillerde sıkça geçen Hz. İsa'nın müjdesini verdiği melekûtullah ve­ya melekûtu's-semavat, Allah'ın saltanatı veya göklerin egemenliği; sal­tanat ve hakimiyet mânâsına gelmektedir. Nitekim yeni İnciller bu mef­humu egemenlik, bazan da krallık olarak çevirmişlerdir.[482]

Hz. İsa, tebliğinde sık sık melekûtullah'ın veya melekûtu's-semâvatın yani Allah'ın veya mecazen göklerin hükümdarlığının, saltanat ve ege­menliğinin yaklaştığını haber verir. Hatta denilebilir ki Hz. isa'ya gelen İncil'in ruhu ve özü, bu melekûtullah tır. Onun bir duasında meşhur şu ifadeler mevcuttur: "Senin melekütun (saltanatın) geliyor!". Mezheple­rinin adı ve îman dereceleri ne olursa olsun yirmi asırdan beri bütün Hıristiyanlar "Senin saltanatın geliyor" ibaresini gerek dua, gerekse va'zlannda tekrarlayıp dururlar.[483] Şimdi üç incil'de Mesih (a.s)'in mü­barek ağızlarından sadır olduğu rivayet edilen bütün sözlerin % 80'i aşan kısmın melekutullah'a ait olduğu apaçık bilgiler kabilindendir. Meselâ tarih itibariyle diğerlerinden önce gelen Markos'un kitabını mü­talaa edecek olursak, adı geçen kitabın ihtiva eylediği 16 bab içinde İsa Mesih(a.s.)a isnad olunan sözlerin ve talimatın hemen tümünün gaye ve maksadı Allah'ın egemenliğidir (melekûtullah).[484]

Allah'ın melekûtunun yani iktidar, saltanat ve hükümdarlığının gel­mesi için Hıristiyanlar dua ederler. Hıristiyanların yemeklerinde her za­man tekrarladıkları şükran duasında bile bu dilekleri yer alır:

Ey göklerdeki Babamız!

İsmin mukaddes olsun.

Melekütun gelsin.

Gökte olduğu gibi, yeryüzünde de senin istediğin olsun.

Bugün bize gündelik ekmeğimizi ver.

Bize karşı suç işleyenleri bağışladığımız gibi, sen de bizim suçları­mızı bağışla.

Ayartılmamıza izin verme.

Kötü olandan bizi kurtar!

Çünkü egemenlik (melekut) kudret ve izzet ilelebed senindir, Amin.[485]

Melekûtullah'ın müjdesine dair bu duadan başka, indilerde çokça zikri geçen bahsettiğimiz diğer bazı örnekler de verelim. "O günlerde Vaftizci Yahya "Tövbe edin, çünkü göklerin melekütu yakındır" diye Yahudiye çölünde va'z ediyordu".[486] O günden itibaren İsa şu çağrıda bulunmaya başladı: "Tövbe edin! Çünkü göklerin egemenliği (melekütus-semavat) yaklaştı"[487] "İsa Celile bölgesinin her tarafını dolaştı. Bu­ralarda ki havralarda ders veriyor, melekütun müjdesini duyuruyordu".[488]"Havarilerine: "Gittiğiniz her yerde "Göklerin melekûtunun (egemenliğinin) yaklaştığını duyurun" diyordu.[489] "Hz. İsa Yetmişleri görevlendirdi ve "şunu bilin ki Allah'ın melekûtu yaklaştı" dedi".[490]

Bunlardan anlaşılıyorki Yahya, İsa, Havariler ve 70 öğrenci göklerin melekûtunu müjdelemişlerdir. İsa (a.s.) da Yahya (a.s.)'ın müjdelediği lafızlarla müjdelemiştir. Bu melekût, Yahya (a.s.) zamanında ortaya çık­madığı gibi, İsa (a.s.) zamanında da ortaya çıkmamıştır. Aksine onların hepsi de onu müjdelemiş, onun galebesini haber yermiş ve gelişini ümit etmişlerdir. O halde göklerin melekûtu (hükümdarlığı) ile murat, Hıristiyanların iddia ettiği gibi, İsa (a.s.)'ın şeriatı ile zuhur eden kurtu­luş yolu olamaz. Yoksa İsa (a.s.), havariler ve 70'ler "Göklerin melekû­tu yaklaştı" demezlerdi. Hz. isa'nın öğrencileri dualarında "Melekutun gelsin" demezlerdi. Çünkü bu Hz.İsa'nın kendi şeriatıyla peygamberlik iddiasından sonra zuhur etmiş bir yoldur. O da Muhammed (s.a.v.) in şeriatıyla zuhur eden kurtuluş yolundan ibarettir. Onlar işte bu yüksek şeriatı müjdeliyorlardı.

Göklerin hükümdarlığı, hakimiyet ve saltanatı, açıkça bu melekûtun, meskenet şeklinde değil, otorite ve saltanat şeklinde olacağını gös­terir. Yine bu mefhum, bu yüzden içerisinde muhalifleriyle muharebe ve mücadelenin bulunacağını gösterir. Bunların hepsi Muhammed (a.s.)'in şeriatını tasdik eder.[491] Eğer böyle olmasaydı İsa (a.s.) bizzat şöyle demezdi. "Bundan dolayı diyorum ki; "Allah'ın melekûtu sizden çekip alınacak ve meyvelerini verecek bir ümmete verilecek".[492] Bu söz­ler açıkça Allah'ın iradesinin yeryüzüne hakim kılınmasını sağlayacak olan Melekûtullah'ın kendi ümmetinden alınıp başka bir ümmete veri­leceğini ifade eder. O ümmet de Ümmet-i Muhammeddir. Melekûtullah da Danyal(a.s.)'ın 2.babında haber verdiği krallıktır. Bu hakimiyet ve hükümranlığın doğrulayıcısı ise, Hz. Muhammed (a.s.)'in risâletidir, yani islam'dır,[493] İslâm ise bizzat kurtuluş yoludur. Çünkü din, bizzat Hz. Muhammed (a.s.)'le hem devlet olmuş ve hem de ruhanî sahada, Allah'ın melekûtunu yeryüzünde iktidar eden bir hüviyete kavuşmuş­tur. O halde İsa ve Yahya peygamberin haber verdikleri, Allah'ın yeryü­zündeki gerçek saltanatını Hz. Muhammed (s.a.v.) gerçekleştirmiştir. Dinin elçisi, başkumandan ve ahdin elçisi gibi üç önemli özelliğe sahip­tir. Çünkü o aynı zamanda cihada memur bir kılıç peygamberidir.

Onun ayrıca şu üç sıfatı da bulunmaktadır: "Camiye ve mabede ansızın gelmek, insanlar tarafından beklenmek ve araştırılmak, çok arzulanıp özlenmek.[494] O halde Hıristiyanların Allah'ın melekûtunun gelmesi için dua etmeleri, bilerek veya bilmeyerek, Hz. peygamberin gelmesi için dua etmeleri demektir. Yahut da onun gelmesiyle göklerin iradesinin Hz. Muhammed tarafından yeryüzüne hakim kılınmasını istemeleri de­mektir. Nitekim Abdulahad Davud incil ve Salib kitabının 134. sayfa­sında Hz. İsa'dan şöyle nakleder: "Melekûtullah'ın tesis edileceğini ila­na, tebşire geldim. Ben Ruhullahım, ruhumu Allah yaratıp beni hususi bir memuriyetle gönderdi, işte ben ki insanım, aynı zamanda da melekûtullahın elan yegane mahlukuyum. Ben melekût oğullarının ilk ve yegane evladıyım. Lakin diğeri, oda benim gibi insan, ademoğlu gelip şu melekûtu teshir edecektir. Fakat o insan henüz semavattadır.Onun ruhu Allah'ın indindedir. Zira semaya bir kimse çıkmamış, ancak sema­dan nüzul eden "insanoğlu" ki (elan) semadadır...".[495] Bütün bunlardan anlaşılan, göklerin melekûtunun Hıristiyanların dediği gibi, Hıristiyan­lığın dünyaya yayılması ve dünyayı kaplaması değil, onun bizzat kurtu­luş yolu olduğudur. O da gerçekten islâm dinidir ve Hz. Peygamberin peygamberliğidir. Kelamullah da Kur'ân-ı Mecid'dir. Elbetteki her şeyin en doğrusunu Allah bilir.[496]

 

MELEKÛTULLAH HRİSTİYANLIĞIN DÜNYAYA YAYILMASI DEĞİLDİR. ÇÜNKÜ HZ. İSA DA BİR BENİ İSRAİL PEYGAMBERİDİR

 

Bütün Benî İsrail peygamberleri Melekûtullah'ın ve umumi bir dinin ortaya çıkacağını haber vermişlerdi. Her ne kadar Musa (a.s.)'nın şeri­atının devam ve bekası müddeti içersinde "Yahve Allah ancak Yahudile­rin Allahıdır" diye iddia olundu ise de, yine bir gün gelip de Allah'ın kendisini bütün milletlere bildirerek hepsini bir ümmette birleştireceği­ni de biliyorlardı, işte ahir zamanda İbrahim nesli olan bir zatın gelip böyle bir melekûtu teşkil edeceğini halen bekleyip dururlar. Yahudiler Mesih'de beklenilen sıfatı görmediklerinden dolayı onun hakiki mesih olmadığına kanaat ederek onu reddettiler.[497]

Hıristiyanların ise Melekûtullah'ı Hz. İsa'nın nûzulundan sonra, Hı­ristiyanlığın Dünyaya yayılması ve dünyayı kaplayıp, yeryüzü nüfusu­nun çoğunluğunun dini haline gelmesi olarak yorumları da gerçeğe uy­maz. Görüntü yanıltıcıdır. Evet biz Hz. İsa'nın havarilerinin ve ilk Hristiyanların yaptıkları çalışmaları ve bu uğurda bilhassa putperest Roma'da katlandıkları işkenceleri takdirle karşılarız. Ancak, şu bir gerçek­tir ki dinler de şeriatlar da tekâmül ederek Hz. Muhammed (s.a.v.) le mahâllîlikten evrenselliğe ulaşmıştır. Artık Cenabı Hakta kendi yüce zatını bu cihanşümul risaletle İbrahim'in, İshak'm, Yakub'un ilahı ol­maktan ziyade Rabbülalemin olarak tanıtır. İncillerde " bu çağın so­nunda olacaktır; çağın sonunda böyle olacaktır" ifadeleri geçer, işte Hz. Muhammed (a.s.)'de ahir zaman yani son çağın peygamberidir. Bina­enaleyh Hz. iİsa'ya nisbet edilen ve içerisinde Hz. İsa'nın ulühiyetini ve teslis akidesini ve pek çok putperest görüntüyü taşıyan Hıristiyanlık, dünyaya yayılmışsa da, Hıristiyanlık da evrensel bir din değildir, Hz. İsa da sadece bir Beni İsrail peygamberidir [498]. Bütün insanlığa umumi risaletle gelen ve peygamberler içerisinde bu özelliği taşıyan Hz. Muhammed (s.a.v.)'dir.[499] Nitekim Matta incil'inde şöyle der: "İsa onikileri şu buyrukla halkın arasına gönderdi, Diğer uluslara ait yerlere gitmeyin. Samiriyelilere ait kentlerin de hiçbirine uğramayın. Bunun yerine İsrail halkının kaybolmuş koyunlarına gidin. Gittiğiniz her yerde melekütullah'ın (göklerin hakimiyetinin) yaklaştığını duyu­run".[500]

Yine aynı İncil'in şu ifadelerine bakınız: "imdi gidiniz, bütün millet­leri şakirt edininiz. Onları baba, oğul ve ruhu'l- kudüs adıyla vaftiz edi­niz".[501] Bunlar birbirine zıt değil midir? Allah'ın kelamında hiç çelişki olur mu? O halde bunlardan birinin aslı yoktur, sonradan ilave edilmiş­tir. Barnabas İncilinde şöyle der: "Allah sağ ve diridir ki ben de diğer insanlar gibi ölümlü bir insanım; Allah beni insanlar şifa bulsun, gü­nahkârlar doğrulsun diye İsrail ailesi üzerine peygamber yapmışsa da, ben Allah'ın kuluyum".[502] Yine aynı incil'in bir başka yerinde: "İsa ce­vap verdi: Ben ancak İsrail kavmine gönderildim".[503] Buna göre İsa (a.s.)'nın yetmişlere: "Haydi gidin! işte kurtların arasına kuzular gibi gönderiyorum sizi"[504] demesini de onları İsrailoğullarma gönderdiği şeklinde anlamalıdır. Gerçek böyle iken Încillerde ki "Ne var ki önce Müjdenin tüm uluslara duyurulması gerekir"[505] gibi ifadelere ne demeli­dir?!

 Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de Hz. İsa'nın İsrailoğullarına gönderildi­ğini ifade eder [506]. Cenab-ı Allah tarafından tevdi buyurulan memuriyet-i mahsusa, Benî İsrail kavmini ıslah ve şeriat-ı Musa'ya yeni bir şerh ve ruh vermekten ibaret idi. Mesih gibi bir Nebi-i Zişan'ın yekdiğerini tekzip edebilecek ifadatta bulunması tasav­vur olunamaz. Yalnız Benî İsraile gönderildim gibi ifadatda bulunan Mesih, "Benim, nur-i cihan" yahut, "Gidiniz bütün milletleri" tilmiz edi­niz" gibi diğer ifadatda bulunamaz idi. Binaenaleyh ilk ve tabaka-i tahtanide bulunan ifadat şayan-ı itimat olup diğerlerini red ve tay etmeli­dir. Binaenaleyh öncekine muhalif ifadatın muharref ve sonradan yazıl­mış olduklarını tasdik etmeğe mecburuz".[507]

 

GÖKLERİN MELEKÛTU BİR HARDAL TANESİNE BENZER

 

Göklerin melekû tu 'incil'de bir adamın toprağına ektiği bir hardal ta­nesine benzetilir. Hardal tüm tohumların en küçüğü olduğu halde,gelişince bahçe bitkilerinin boyunu geçer,ağaç olur. Öyle ki gökte uçan kuşlar gelip dallarında barınır,[508] işte göklerin melekûtu Hz. Muham­med (s.a.v)'in şeriatı ile ortaya çıkacak kurtuluş yoludur.Çünkü Arap­lar bedevi olduklarından dünyanın gözünde hor görülürlerdi, ilim, sa­nat bilmezlerdi. Özellikle bir cariye, yani Hacer validemizin evlatların­dan oldukları için Yahudiler nezdinde değersiz idiler.AIlahü Teâlâ Hz. Muhammed'i gönderdi. Başlangıçta onun dini diğer dinler arasında bir hardal tanesi gibi dinlerin en küçüğü idi.Kısa zamanda büyüdü. Doğu­yu batıyı kuşattı.Hatta hiç bir dine itaat etmeyenler onun şeriatına tabi oldular.

Yine İncil'de göklerin melekûtu, tarlasına iyi tohum eken insana benzetilir. Kur'ân-ı Kerim'de de ashabın İncilde ekin temsili ile anlatıl­dığı ifade edilir.[509]Ayrıca İncil'de çağın sonunda böyle olacak kaydı vardır.İyi tohum eken insan oğludur.[510] Ekin biçme zamanı, işte çağın so­nudur.

İşte bu benzetmede Hz. Muhammed (s.a.v) e ve O'nun tebligatına uymaktadır.Göklerin melekûtu, hükümdarlığı, saltanatı ve krallığı Danyal(as)'ın II. kitabında haber verdiği Hz. Muhammed (as)'ın pey­gamberliğidir. Çünkü yeryüzünde göklerin hakimiyetini o sağlamış­tır.[511]

 

GÖKLERİN MELEKÛTU, GİZLİ HAZİNEYE VE İNCİ ARAYANA BENZER

 

Göklerin egemenliği, tarlada saklanmış bir hazineye benzer.Bunu bulan adam yine saklamış. Sevinç içerisinde gitmiş, varını yoğunu satıp o tarlayı satın almış.[512]

Göklerin egemenliği, güzel inciler arayan bir tüccara benzer,tüccar çok değerli bir inci bulunca gitmiş, varını yoğunu satıp o inciyi satın almış.[513]

Göklerin egemenliği, denize atılmış ve her çeşit balığı toplamış bir ağa benzer. Ağı kıyıya çekmişler, yararlı balıkları ayırıp bir kaba koy­muşlar, yararsız olanları atmışlar. Çağın sonunda da böyle olacak.

Göklerin egemenliği, bir kadının alıp tüm hamuru kabartmak için üç ölçek una karıştırdığı una benzer.[514]

Melekler gelecek.kötü kişileri doğrulann arasından ayıracaklar ve onlan kızgın fırına atacaklar.[515]

Bu teşbihlerde göklerin melekûtu gerçek dini ifade etmektedir. Gök­lerin melekûtunun da İsa (as) tarafından geleceği bildirildiğine göre, Hz. İsa (as)'dan sonra gelen ve son çağın peygamberi olan Hz. Muhammed (as)'ın dinine uygun düşmektedir.[516]

 

GÖKLERİN MELEKÛTU BAĞ SAHİBİNE BENZER

 

Bir benzetme daha dinleyin: Toprak sahibi bir adam, bağ dikmiş çev­resini çitle çevirmiş. Üzüm ezmek için bir çukur kazmış, bir de bekçi kulesi yapmış, sonra bağı bağcılara kiraya vermiş ve yolculuğa çıkmış. Bağ bozumu yaklaşınca, mahsulden kendine düşeni almak için hizmet­çilerini kiracılara yollamış. Bağcılar adamın hizmetçilerini yuhalamış, kimisini döğmüş, kimisini öldürmüş, kimisini de taşlamışlar. Bağ sahibi bu sefer öncekinden daha fazla hizmetçi yollamış. Kiracılar onlara da aynı şeyi yapmışlar. Sonunda bağ sahibi sayarlar diye oğlunu gönder­miş. Bağcılar, aman bu mirasçıdır diyerek, onu öldürüp mirasına kona­lım dediler. Onu da bağdan dışarı atıp öldürdüler. İsa onlara şunu sor­du: "Bağ sahibi bunlara ne yapacak?" Onlar:

Bunları yok edecek ve bağını ürününü kendisine zamanında vere­cek başka bağcılara kiralayacaktır. İsa onlara şunu sordu: "Siz kitapta (Yani, Zebur, 118:22-23) 'Yapıcıların reddettiği taş, işte köşenin baş taşı oldu. Rabbin işidir bu, gözümüzde harika bir iş..' sözlerini okumadınız mı? Bu nedenle size şunu söyleyeyim. Allah'ın melekûtu sizden alına­cak ve onun meyvelerini yetiştirecek bir millete verilecektir. Bu taşın üzerine düşen paramparça olacak; o taş da kimin üzerine düşerse onu toz gibi ezip dağıtacaktır".[517] Bu benzetmede bağ sahibi Allah'dır; çukur,bekçi kulesi, Allah'ın haramları, mubahları, emirleri ve nehiyleridir. Ki­racılar azgın Yahudilerdir. Nitekim kâhinler ve ferisîler de (İncil'e göre) böyle anlamışlardır. Hizmetçiler de peygamberleri temsil etmektedir. İddialarınca oğul Hz.İsa'dır, Hz.İsa'yı öldürmüşlerdir.Ustaların red­dettikleri taş Hz. Muhammed (a.s.)'dır. Ürününü vaktinde verecek olan başka millet de Ümmet-i Muhammed'dir. O âsi ümmetler ise mağlup olup hükümlerim yitirmişlerdir. Bu taş da Hz. İsa olamaz. Çünkü Hz. İsa da Benî İsrail'dendir. Halbuki ummadıkları şey, İsmail oğullarından birinin köşe taşı olmasıdır. Zaten onlar da buna hayret ettiler. Bu taşın kimin üzerine düşerse onu ezmesi ve onun üstüne düşenin ezilmesi Hz. İsa'ya uygun düşmez. Hz. İsa: "Ben dünyaya hüküm ve karar ver­meye değil, dünyayı kurtarmaya geldim" diyor.[518] Üç yıllık kısa tebliğ döneminde, kendi canını bile Cenab-ı Hakk'ın imdadına yetişip O'nu göklere ref etmesiyle kurtarabilmiştir. Sonra bu taş kendisi olsa söyler­di. Hz. Peygamber (s.a.v.) tek başına çıkmış, bütün bir husumet dünya­sına karşı üstünlük sağlamış, dinî ve dünyevî iktidar olmuş ve hakimi­yet sağlamıştır. Cenab-ı Hak şöyle buyurur:

"O (Allah), müşrikler iste­meseler de dinini bütün dinlere üstün kılmak için, Rasul'ünü hidayet ve Hak din ile gönderendir" [519]. Hz. Muhammed. (a.s.)'e karşı duran muhaliflerin ezilip helak oldukları ve Hz. Muham­med (a.s.)'in yöneldiği İslâm düşmanlarının da ezilip kahroldukları ta­rihi bir gerçektir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Benimle peygam­berler bir köşke benzeriz. Yapısı çok güzeldir. Yalnız (bir köşesinde) bir taş noksandır. Görenler bu binanın güzelliğine hayret ederler, ancak o taşın ek­sikliğine de şaşarlar. işte o köşe taşı benim. O bina benimle tamamlandı. Peygamberler benimle son buldu".[520]

 

BAĞ SAHİBİNİN ÜCRETLİLERİN ÜCRETİNİ PAYLAŞTIRMASI

 

"Göklerin melekûtu, bağında çalışacak işçiler tutmak için sabah er­kenden dışarı çıkan toprak sahibine benzer. Adam, işçilerle günlüğü 1 dinara onları bağına göndermiş. Saat dokuzda tekrar dışarı çıkıp çarşı meydanında boş duran başka adamları görmüş. Onlara: "Siz de bağa gi­dip çalışın, hakkınız ne ise, veririm" demiş, onlar da bağa gitmişler. Öğleyin ve saat üçe doğru yine çıkıp aynı şeyi yapmış. Saat beşe doğru çıkınca, orada duran daha başkalarını görmüş, onlara "Neden bütün gün burada boş duruyorsunuz?" diye sormuş.

"Kimse bize iş vermedi ki demişler." Onlara, "Siz de gidin, çalışın" demiş.

Akşam olunca bağın sahibi kâhyasına, "işçileri çağır" demiş. "So­nunculardan başlayarak, birincilerine kadar, hepsine ücretlerini ver."

Saat beşe doğru işe başlamış olanlar gelip kâhyadan birer dinar al­mışlar. Birinciler gelince daha çok alacaklarını sanmışlar, ama onlara da birer dinar verilmiş. Paralarını alınca bağın sahibine karşı söylenmeğe başlamışlar. Bu sonuncular yalnız bir saat çalıştılar, demişler. Ama sen onları, günün yükünü ve sıcağını çeken bizimle bir tuttun!.

Bağın sahibi onlardan birine şöyle karşılık vermiş:

"Arkadaş sana haksızlık ettiğim yok! Seninle bir dinara anlaşmadık mı? Hakkını al git! Sana verdiğimi bu sonuncuya da vermek istiyorum. Kendi paramla istediğimi yapmaya hakkım yok mu? Yoksa elim açık di­ye kıskanıyormusun? işte böylece sonuncular birinciler ve birinciler sonuncular olacaktır".[521]

Bu benzetmede bağ sahibi yine Cenab-ı Allah'ı temsil etmektedir. Bağda çalıştırılan işçiler de peygamberlerin ümmetleridir. Sonuncu gu­rup olarak gönderilen işçiler Allah'ın dinî mükellefiyetini üzerine alan Ümmet-i Muhammed'dir. Ücret ödenmesine sondan başlandığı için, üc­retlerini ilk önce ve ötekilerle eşit ve bir dinar olarak almaktadırlar. Üc­rette öne geçirilmişlerdir. Böylece sonuncular birinciler, birinciler de sonuncular olacaklardır. Bu durum, ahirette Muhammed ümmetinin mükafaatlaiıdırılışına uygun geldiği gibi, Hz. Peygamber'in, "Benle kı­yamet şu şekildeyiz" "Ben ikindi ile gurub arasında gönderildim" şeklinde kendi bi'seti hakkındaki haberlerine de uygun düşmektedir.[522] Dünya­nın ömrü, gün doğuşu ile günün batışı arasındaki bir gündüz vaktine benzetilirse, Hz. Peygamber (s.a.v.) ikindi vakti ile gün batışı arasında gönderilmiştir. Yani dünyanın ömrünün sonuna doğru gönderilmiştir, ahir zaman peygamberidir.

Ücrette ise ümmet-i Muhammed takdim edilmiştir.[523] Yani Cenab-ı Hak bu ümmetin zamanının kısa olduğu için ücretlerini katlayacak ve öncelikle verecektir. Nitekim Peygamber (s.a.v.)

"Biz öne geçen sonuncularız" buyurmuştur.[524] Yine bu konuda şöyle buyuruyor:

"Cennet ben girmedikçe peygamberlere yasaklanmıştır. Benim ümmetim girinceye kadar da (diğer) ümmetlere yasaklanmıştır".[525] Ne sadık ihbar, ne doğru gayb haberi!..[526]

 

LUKA ÎNCİLİ'NDEKİ GREKÇE EUDOKİA AHMED DEMEKTİR.

 

Hz. İsa doğduğunda orada bulunan çobanlara gök ordularından bü­yük bir topluluk görünerek şu neşideyi terennüm etmişlerdir:

Bugünkü İncil tercemeleri bunu şöyle kısır bir ifadeye dönüştürmüş­lerdir: "En yücelerde Tanrı'ya yücelik olsun. Yeryüzünde O'nun hoşnut kaldığı insanlara esenlik olsun!" dediler.

Bu hususta yetki sahibi Abdulahad Davud Efendinin mütâlâasını zikretmeyi gerekli görüyorum: "Luka, II, 14 de îrini=selamet ve lyodokya=hüsnü rıza, başındaki Doksa kelimesi Arapça'nın Hamd, İbranice'nin Himd ve Süryanicenin Himda lügatine müşabih ve bütün elsine-i samiye'nin elfâz-ı müşterek esindendir. Doksa kelimesi, Doks yahut Dokacı'dan müştak ve binaenalâzâlik, tesbihat-ı hamd, akîde ve fikir mânâsındadır. Süryani lisanında Doksa'ya mukabil olarak tşiyokta kelime­si müsta'meldir ki Latince lisanında olan Gloria Fransızlar, İngilizler ve sair mileli garbiyye ona müşabih kelimatı isti'mal ederler".[527] Luka in­cil'inde geçen EUDOKİA kelimesi etimolojik bakımdan, sevinç, sevim­lilik, güzellik, mutluluk ve iştiyak mânâlarına gelmekle beraber, şan ve şöhret mânâsında da kullanmaktadırlar. Keza Grekçe EUDOKİA kelimesinin,ki Ahid'de sık sık geçen İbranice Hamad, Mehmed, Mahmud, Himda ve Hamed gibi kelimelerin hem lügat hem de gerçek mânâları şaşılacak şekilde tam bir mutabakat halindedir, Ahmed demektir".[528] Grekçe Eyudokya, Ahmed demektir.[529]

İncil'in maksad ve mevzuu İslâm ve Ahmed'dir. Luka İslâm ve Ahmed'i tebşir ve ihbar ediyor.[530]

 

YUHANNA İNCİ'LİNDEKİ ÖNEMLİ MÜJDE: PARAKLİT

 

Diğer İndilerde bulunmayan, Yuhanna incilinde yer alan ve geleceği müjdelenen önemli bir zatın ismi vardır: Paraklit. İsa (a.s.) havarilerine şöyle der: "Beni seviyorsanız buyruklarımı yerine getirirsiniz. Ben de Baba'dan[531] dileyeceğim ve O sonsuza dek sizinle birlikte olsun diye si­ze başka bir Paraklit, Hakikat ruhunu verecektir. Dünya onu kabul ede­mez. Çünkü onu ne görür ve ne de tanır. Siz onu tanırsınız. Çünkü o aranızda oturacak, içinizde duracaktır",[532] "Yanınızda bulunurken size bu şeyleri söyledim, fakat benim ismimle Baba'nın göndereceği Tesellici (Paraklit), Ruhul Kudüs size her şeyi öğretecek ve söylediğim her şeyi size hatırlatacaktır".[533] "Artık sizinle çok şeyler konuşmayacağım; çün­kü bu dünyanın reisi geliyor; ve bende onun hiçbir şeyi yoktur".[534] "Babadan size göndereceğim Paraklit (tesellici), yani babadan çıkan gerçeğin ruhu geldiği zaman, o bana tanıklık edecek. Siz de tanıklık edeceksiniz".[535] "Bununla beraber ben size hakikati söylüyorum: Be­nim gitmem sizin için hayırlıdır, Çünkü gitmezsem, Paraklit (teselli edici) size gelmez; fakat gidersem onu size gönderirim. Ve o geldiği za­man, günah, salah ve hüküm hususlarında dünyayı ilzam edecektir. Günah hususunda ilzam edecektir, çünkü bana îman etmezler; salah için, çünkü Babama gidiyorum; hüküm için, çünkü dünyanın reisine hükmedilmiş tir. Size söyleyecek daha çok şeylerim var; fakat şimdi da­yanamazsınız. Fakat o hakikat ruhu (Paraklit) gelince, size her hakika­te yol gösterecektir; zira kendiliğinden söylemeyecektir; fakat işittiği şeylerin cümlesini söyleyecek ve gelecekte olacakları size haber vere­cektir. O beni yüceltecektir; çünkü benimkinden alacak ve size bildire­cektir".[536]

Yuhanna İncili'nde geçen bu Paraklit kelimesini İncil mütercimleri Tesellici, Hakikat ruhu, Yardımcı gibi karşılıklar vererek tercüme etmiş­lerdir. Bu tercümelerin pek isabetli olmadığı Grekçe'yi bilen bu sahanın uzmanlarının beyanlarından anlaşılmaktadır. Çünkü Hz. İsa İbrânîce konuşuyor olmalı idi. Onun lisanı Yunanca değildi. Öyleyse hiç şüphe kalmaz ki müjdelenen zatın ismi Yunancaya dördüncü İncil'de Paraklit olarak terceme edilmiştir. Bu ismin Hindistan'da 1268 hicri yılında, Kalküta'da Urduca yayınlanan bir kitapta Ahmed ve Muhammed mânâ­sına geldiği zikredilmektedir.[537]

Rumca'ya hakkıyla vakıf olan merhum Âbidin Paşa dahi mesnevi tercemesinde Paraklitus'un "Kendisinden niyaz olunmuş ve olunur" demek olup dünyada böyle bir ismin asla mevcut olmadığından, bunun doğrusunun Periklitüs olması gerektiğini ve bunun noksansız olarak "Ahmed" demek olduğunu ifade eder.

Sırf bu isim sebebiyle ihtida eden Korsikalı rahip Anselmo, Mal-ta'dan Tunus'a geçmiş ve orada yerleşerek Hıristiyanlığa bir reddiye yazmıştır. Abdullah et-Tercüman adını alan bu değerli zat, Tuhfetü'l-Erîb adını verdiği eserinde şöyle der: "Paraklit ismi, Müslümanların pey­gamberi Muhammed (s.a.v.)'in ism-i şerifi olup kendisine Danyal(a.s.)ın lisanı üzere zikredilen dördüncü kitap (ki Kur'ân) nazil olmuş­tur". Bu isim Yunancadır. Arapçası Ahmed'dir (K.Kerim, Saf: 6' daki âyetteki isim). Bunun Latincesi Paraklitosdur. Hz. İsa: "Paraklit o zattır ki Babam O'nu size son zamanda yollayacak ve O size her şeyi öğrete­cektir" der (Yuhanna,XIV,26). "İnsanlara her şeyi Kur'ân'da olduğu şe­kilde öğreten Hz. Muhammed'dir". "Gelecekte olacak şeyleri size haber verecektir" (Yuhanna,XVI,13). Gelecekten ihbarlarına dair ise, bir çok kitap telif edilmiştir. Kadi İyad'ın Şifa'sında bunlar yeteri kadar vardır. "Paraklit kendiliğinden söylemez, işittiğini söyleyecek" (Yuhanna,XVI,13) hakkında ise,.....

"O hevâdan söylemez, O(nun söylediği), bildirilen bir vahiyden ibaret­tir"[538], âyeti ile Cenab-ı Hak o zatın bizim peygamberimiz olduğuna bizzat şahitlik etmektedir.[539]

Maurice Bucaille de şöyle der:

"Paraklet kelimesi, teselli eden, müdafaa eden anlamına gelmez. Bu kelimenin asli şekli "En meşhur" ve "Medh edilen" mânâsına gelir. Paraklet kelimesi, İncil, Yuhanna, XI,16-18' de "Ben de Baba'ya yal­varacağım ve O size başka bir tesellici, hakikat ruhunu verecektir..." Paraklet, şefaatçi demektir, Ruhu-1 Kudüs kelimesi bunun yanına kasdi olarak sonradan yazılmıştır. Şu halde Parakliti, Hz. İsa gibi işitme ve konuşma melekesi ile mücehhez bir insan görmek mantığın götürdüğü sonuç sayılmalıdır. Demek ki Hz. İsa, kendisinden sonra, Allah'ın yer­yüzüne bir başka insan göndereceğini ve Yuhanna'ya göre onun rolünün, bir cümleyle söylemek gerekirse, Allah'ın kelamını işiten ve onun mesajını insanlara tebliğ eden bir peygamberin rolü olacağını haber vermektedir.[540]

Peryglytos "En meşhur, şanı yüce ve övülmeye layık olan kimse" demektir. Tam Ahmed'in karşılığıdır. Çünkü bu Grekçe kelime Grekçe mânâsı itibariyle Ahmed ye Muhammed kelimesinin münakaşa kabul etmeyecek şekilde müteradifidir."Ahmed'den başka Periklit'in fizikî, ahlakî, amelî bütün özelliklerini, işaretlerini, alâmet ve nişanlarını ken­disinde toplayan başka birisi var mıdır? Hayır asla![541]

"Âdemoğulları içerisinde Muhammed isminin ilk olarak sadece Mekke ahalisinden Abdullah ve Amine'den olma Peygambere verilmiş olması dinler tarihinde eşsiz bir mucizedir.[542] "Sinoptiklerin (ilk üç İn­cilin) Hz. İsa'nın :"Ahid, İsmail soyundan gelecek olan Şiloah(Allah'ın resulü) ile gerçekleşecektir, "diye söylediğini belirten Barnabas İncili'nin bu beyanını doğrular niteliktedir.[543]

Bütün bunlar göstermektedir ki, Hz. İsa kendisinden sonra gelecek bir peygamberi haber vermektedir. Hz. İsa'dan sonra Hz. Muhammed (as)'den' başka peygamber gelememiştir. Yuhanna incilinde Paraklit is­miyle geleceğini haber verdiği zat insanlara göderilen son peygamber Hz. Muhammed (sav) dir. Bildirilen özellikleri de tamamen Hz. Pey­gamber efendimize uygun düşen ve saf suresi 6. âyette Hz. İsa'nın Ah­met ismiyle haber verdiği Efendimiz (sav) dir.[544]

 

YAHUDA'NIN II. MEKTUBUNDAKİ MÜJDE

 

Bize kadar gelen en eski bilgi, öyle anlaşılıyor ki İdris peygamber hakkındadır. İslamî kaynaklar bu peygamberin yazıyı ve elbiseyi icat et­tiğini söylemektedirler. Bu münasebetle önemli her medeni vasıtayı ve aleti beşeriyete öğretip sunanın o sanatın piri sayılan bir peygambere nisbet edildiğini hatırlayalım. Yahuda'nın II. mektubundaki 14 ve 15. cümleler şöyledir: "Âdem'den sonra gelen Hanok (Idris) de şunları ön­ceden haber vermiştir: "Bilin ki Rab mukaddeslerin onbinleriyle gelip, her şey hakkında hükmünü verecektir: Allah'a karşı gelerek işledikleri günahkâr fiil ve hareketlerin, O'na karşı sarfettikleri günahkâr sert söz­lerden dolayı günah işlemiş olanların hesabı görülecektir".

Hıristiyan müfessirler, bir sözlerden "gelecek olan bir kimsenin var­lığına dair bir ön haber (beşaret, müjde)" neticesi çıkarırlar. Ancak îdris (a.s.)'ın bu ön haberinin kalan kısmı malesef tamamen kaybolmuş­tur, elimizde bulunmamaktadır.[545] Ancak bu kısmın da İdris (a.s.)' de nihai hükmünü vermek gibi ifadelerle Hz. Peygamber'e, mukaddeslerin onbinlercesi kaydıyla Hz. Peygamber'in velî ashabına işaret olduğu an­laşılmaktadır. Onların haline uygun düşmektedir. Bu itibarla İdris (a.s.)'in bu müjdesini kadîm kitaplarda Hz. Peygamber'in geleceğine dair işaretler maddesine koyabilirdik. Ancak İdris (a.s.)ın but müjdesi Yeni Ahit'te yer aldığı için buraya almış bulunuyoruz.[546]

 

BARNABAS ÎNCİL'İNDEKÎ MÜJDELER

 

Barnabas incil'i adıyla havarilerden Bamabas'a nisbet edilen ve elde dolaşan baskıya göre ise, Hz. Muhammed (a.s.)'in müjdesi daha açık ve daha nettir. Orada Hz. Muhammed (a.s.) ismiyle ve hatta kelime-i tevhid halinde zikredilir. Herşeyin ve tüm dünyanın ve cennetin onun için yaratıldığı ifade edilir.[547] Barnabas'a göre Hz. İsa, "Allah'ın 124 bine varan peygamberi kapalı konuşmuşlar, fakat benden sonra bütün pey­gamberlerin ve kutsal kişilerin ulusu gelecek ve peygamberlerin söy­ledikleri tüm şeylerin karanlığı üstüne ışık dökecektir, çünkü o, Al­lah'ın elçisidir", demiştir.[548]

Barnabas incil'ine göre, Hz.Âdem yaratılıp ayağı üstüne doğrulunca havadan güneş gibi parlayan La ilahe illallah Muhammedun Resulullah yazısını görmüş ve Cenab-ı Hak'tan Muhammed Allah'ın rasulûdür, ibaresinin mânâsını sormuş ve şu cevabı almıştır: "Tabii ey kulum Âdem, sana diyorum ki, ilk yarattığım insan sensin ve senin görmüş ol­duğun, yıllar sonra dünyaya gelecek benim rasulüm olacak ve herşeyi kendisi için yarattığın oğlundur. Geldiği zaman dünyaya ışık verecek­tir, ruhu ben herhangi bir şey yaratmadan 60 bin yıl önce bir nur içine konmuştur".[549] "Âdem (a.s.) Allah'a yalvardı; Rabbim bu yazıyı el par­maklarımın tırnakları üzerinde bana bahşet. Sonra Allah ilk insana baş parmakları üzerinde bu yazıyı verdi. Sağ elinin baş parmak tırnağı üze­rinde, Lâ ilahe illallah sol elinin başparmak tırnağı üzerinde de Muhammedun Rasûlullah sonra babaca bir sevgiyle ilk insan bu sözleri öptü ve gözlerini ovarak "senin dünyaya geldiğin gün mübarek olsun" dedi.[550] Âdem (a.s.) cennetten çıkarılınca da kapının üzerinde yazılı olarak yine Lâ ilahe illallah Muhammedun Rasûlullah sözünü görür ve ağlayarak "Allah'ı razı edici olasın ki oğlum, çabucak gelesin ve bizi pe­rişanlıktan kurtarasın" der.[551] İsa aynı incil'in bir yerinde şöyle der: "Muhammed O' nun kutlu adıdır" o zaman kalabalık seslerini yükseltip şöyle dediler: "Ey Allah bize elçini gönder! Ey Muhammed dünyanın kurtuluşu için çabuk gel!"[552]

Havariler Hz. İsa'ya şöyle dediler: "Ey Muallim, sözünü ettiğiniz bu dünyaya gelecek kişi kim olacak?" İsa halk coşkusuyla cevap verdi: " O Al­lah'ın elçisi Muhammed'dir. Ve O dünyaya geldiği zaman, yağmurun uzun bir süre yağmur almadıktan sonra yere meyve verdirmesi gibi, O da getireceği bol rahmetle insanlar arasında salih ameller için bir firsat olacak. Çünkü O, Allah'ın rahmetiyle yüklü beyaz bir buluttur. Bu rahmeti Allah mürşitler üzerine yağmur gibi fışkırtacaktır.[553]" Yine Hz. İsa: "Bu nedenle size diyorum ki, Allah'ın elçisi Allah'ın yarattığı herşeye mutluluk getirecek olan bir nurdur, çünkü O, anlayış ve müşavere ruhuyla, yumuşaklık ve sabır ruhuyla, korku ve sevgi ruhuyla, akıl ve itidal ruhuyla donatılmıştır; merhamet ve rahmet ruhuyla, adalet ve takva ruhuyla, yumuşaklık ve sabır ruhuyla donatılmıştır ki, bunları O, Allah'dan, bütün diğer yaratıklarına verdiğinden üç kat daha fazla almıştır. Ey onun dünyaya geldiği kutlu zaman! İnanın bana, O'nun ruhunu görenlere Allah peygamberlik ver­diğinden, her peygamber gibi ben de O'nu gördüm ve O'na saygı göster­dim. O'nu görünce ruhum teselli ile doldu ve O'na saygı gösterdim. O'nu görünce ruhum teselli ile doldu ve dedim: "Ey Muhammed, Allah seninle olsun ve beni ayakkabının bağlarını çözecek değerde kılsın! Buna ermekle ben de büyük bir peygamber ve Allah'ın kutsal bir (kul)u olacağım." Ve İsa böyle deyip Allah'a şükretti.[554]

Bamabas İncili'nden bu açık ve seçik nakiller, kâinatın efendisi, gaye in­san, ufuk peygamber Hz. Muhammed (sav)'in evsafına layık özelliklerdir. Şimdi bu incil'in Hıristiyanlarca, Müslümanlar tarafından uydurulmuş (apokrif) olduğu iddiası, bizim değil Hıristiyanların ispat etmeler^gereken kendi sorunlarıdır.

Bunlardan başka, eşeğe binen peygamber, deveye binen peygamberden de eski kitaplarda haber verilir. Hz. İsa'nın eşeğe bindiği meşhurdur. Deve­ye binen Peygamber ise, Hz. Muhammed(sav)'dir. Hatta Hz. Peygamber'in nübüvvet mührünün bile haber verildiği ifade edilmiştir.(Yuhanna, 6/26-27)

Bütün bu bilgilerden, Hz. Muhammed (sav)'in daha önceki kitaplarda müjdelendiği ve beklenen bir peygamber olduğu hem aklen ve hem de ver­ilen nakillerden apaçık ortaya çıkmaktadır. Bu itibarla daha fazla çoğal­tılabilecek olan bu nakillerin bu kadarıyla yetinerek meseleyi hakikat arayıcısı olan değerli okurların iz'ân ve irfanına havale ediyoruz.

Cenâb-ı Hak, bu çalışmamızı bizim için Yüce Resul'ün (sav) şefaatine nail olmamıza bir vesile kılsın inşaallah!..[555]

 

BİBLİYOGRAFYA

 

1. Kur'ân-ı Kerim ve Türkçe Açıklamalı Meali. Hey'et Medine, 1412/1992.

2. Abdulahad Dâvüd, Tevrat ve incil'e Göre Hz- Muhammed (a.s.), çev. Nusret Cam, Nil A.Ş. izmir, 1988

3. Abdûlbâkî, M. Fuad, el-Mu-'camu'l-Mûfehres li Elfâzi'l-Kur'ani'l-Kerim, Kahire, 1988

4. Abdullah et-Tercüman, Tuhfetü'l-Erib fi'r-Redd alâ Ehli's-Salîb Tercemesi. Çev. Mehmet Zihni, istanbul, 1304.

5. el-Âlûsî, Şihâbuddin Mahmûd, Rûhu'l-Maâ'nî fi Tefsîri'l-Kur'ani'l-Azim ve's-Seb'i Mesâni, Beyrut, Dâru İhyâi't-Turâsi'l-Arabî, tarihsiz.

6. Ateş, Süleyman, İslâm'a l’tirazlar ve Kur'ân-ı Kerim'den Cevaplar. Ankara, 1972.

7. Aydın, Mehmet, Müslümanların Hristiyanlara Karşı Yazdığı Reddiyeler ve Tartışma Konuları, S.Ü.I. Fak. Yayınları, Konya, 1989.

8. Aydemir, Abdullah, Tefsirde İsrâiliyyât, D.I.B. Yayınlan, Ankara, 1979.

9. Bamabas İncili, İngilizce'den çeviren Mehmet Yıldız, Gümüş Basımevi; İstanbul, ts.

10. el-Beydâvî, el-Kadî Nâsıruddin, Envâru't-Tenzil ve Esraru't-Te'vil, Halebî neşri (Celâleyn tefsiri ile birlikte), Mısır, 1968

11. Bucaille, Maurice, Kitab-ı Mukaddes, Kur'an ve Bilim, çev. Suat Yıldırım, İzmir, 1981.

12. el-Buhâri, Muhammed bin İsmâîl, el-Câmi'us-Sahîh (Sahih-i Buharı), 1315 istanbul tab'ından ofset, istanbul, ts.

13. Tefsiru'1-Celâleyn (Beydavî Tefsiri'nin hamişinde), Mısır, 1968.

14. el-Cisr, Hüseyin, Risâle-i Hamidiye, çev. Manastırlı İsmail Hakkı, sadeleştiren: Ahmet Gül, Bahar Yayınları, İstanbul, 1980.

15. Çantay, Hasan Basri,- Kur'an-ı Hakim ve Meâl-i Kerim, 2. Baskı, Ahmed Said Matbaası, İstanbul, 1376/1957.

16. Dâvûd, Abdulahad, İncil ve Salih, Mahmut bey matbaası, istanbul, 1329 r.-1913 m.

17. Elmalılı, Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, 2. Baskı, İst. 1959.

18. Ertuğrul, İsmail Fenni, Hakikat Nurları, Sebil Yayınevi, istanbul, 1975.

19. Hamidullah, Muhammed, islâm Peygamberi (Hayatı ve Eseri), çev. M. Said Mutlu, I. Cilt, I. Baskı, İrfan Yayınevi, İstanbul, 1966.

20. Hamidullah, Muhammed, Hz. Peygamberin Altı Orjinal Mektubu, çev, Mehmet Yazgan, Beyan Yayınları, Doğu Ofset, İstanbul, 1970.

21. Hamidullah, Muhammed, Resûlullah Muhammed, İrfan yayınevi, İstanbul, 1973.

22. İbn Kesir, Ebu'l Fida İsmâil, Tefsîrû'l-Kur'âni'l-Azîm, Beyrut, 1969.

23. Kitâb-ı Mukaddes (eski ve yeni Ahid), Kitab-ı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1988.

24. Kuzgun Şaban, Dört İncil Farklılıkları, Çelişkileri, Metinler Matbaacılık, ist. 1991.

25. Müjde, incil'in Çağdaş Türkçe Çevirisi, Yeni Yaşam Yayınlan, Zafer Matbaası, IsL 1988.

26. Müslim bin Haccâl el-Kuşeyrî, el-Cami'ui-Sahîh, Mısır, 1374/1955.

27. en-Nesefî, Ebu'l-Berekât Abdullah, Medârikut-Tenzil ve Hakâiku't-Te'vil, Kahraman Yayınlan, İstanbul, 1984.

28. er-Ragtb el-İsfahânî, el-Müfredât fi Garibi'l-Kur'an, Neşreden, M. Seyyid el-Keylânî, Dâru'l-Ma'rife, Beyrut, ts.

29. Rahmetullâh bin Halîlirrahmân, el-Osmânî, el-Kayravanî, el-Hindî, İzharu'lHak, Sayda, Beyrut, ts.

30. er-Râzî, Fahreddin, Tefsir-i Kebir, Daru'l Fikr, Beyrut, 1410/1990.

31. es-Sâbûnî, Muhammed Ali, Safvetû't-Tefâsir, Ban Almanya, 1402/1981.

32. et-Tercüman, Abdullah, Tuhfetu'l-erîb Fi'r-Redd 'ala Ehli's-Salib Tercemesi, çev. Mehmed Zihni, İstanbul, 1304.

33. Tomas İncili, çev. Ekrem Sarıkçıoğlu, 19 Mayıs Ü. İlahiyat Fak. Dergisi, sayı 4, s. 13-25.

34. et-Tecîbî, Ebû Yahya Muhammed bin es-Sumâdih, Muhtasar min Fesriril-îmam et-Taberî, Mısır, 1390/1970.

35. Uygur, Ziya, Tarifi Boyunca İnkılaplar, ihtilaller ve Siyonizm, İstanbul, ts.

36. Weinsinck A.J., el-Mu'cemu'l-Müfehres li Elfâzi'l-Hadisi'n-Nebevi (Concordance et İndice de la Traâdition Musulmane), Leiden, 1936-1969.

37. Yıldırım, Suat, Mevcut Kaynaklara Göre Hristiyanlık, D.İ. Başkanlığı Yayınları Ankara, 1988.

38. ez-Zemahşerî, Mahmud bin Ömer, el-Keşşaf an Hakâiki't-Tenzil, Kahire, 1968.[556]

 

İdris Şah

 

Sûfî faaliyetinin, söküp parçalarına ayırmanız durumunda basitleştirmiş yada terketmiş olacağınız tek bir bütün olmak anlamında tutarlı kalması gerektiğini hatırladığımda, genelde belli bir hikâyeyi düşünürüm. Siz bu konuya daha kolay bir şekilde hakim olmayı ne denli isterseniz isteyin, size bunu sağlayamamanın nedeni de budur. Bu hikâye, belki yüzüncü kez yol kenarındaki küçük istasyonlarda durmuş olan yavaş bir trenin içindeki bir adamdan bahseder. Adam, daha fazla dayanamayarak vagonundan atladığı gibi makinistin yanına koşar. "Daha hızlı gidemez misin be adam?" diye kükrer ona. Makinist şu cevabı verir:

"Elbette ki daha hızlı gidebilirim efendim; fakat treni terketme iznim yok!"[557]



[1] Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 7-8

[2] Bakara: 2/92.

[3] A'raf: 7/138.

[4] A'raf: 7/148. Bu hususla ilgili olarak aynca bkz. A'raf, 150-153; Tâhâ, 85-97. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 11-12.

[5] Tevbe: 9/30

[6] Kâdî Nâsıruddin, el-Beydâvî, Envaru't-Tenzü ve Esraru’t-Tevil. 1.412 Mısır, 1388/1968, Celâleyn Tef­sirinin üst kısmında. 12.

[7] Bakara: 2/109.

[8] Nisa: 4/51.

[9] Ebû Yahya Muhammed bin Sumâdih et-Tücîbi, Muhtasar min Tefsir’l-İmam et-Taberi, 1,111, Mısır 1390/1970 12.

[10] Ebûl-Kasım, Hüseyin bin Muhammed er-Rağıb el-İsfahânî, el-Müfredatfi Garffîl- Kur’an, s.85, Bey­rut, is..

[11] Beydavi, 1,224.

[12] Şihabuddin Mahmud el-Alûsî, Ruhul-Meânİ fi Tefsiril-Kurânil-Azim ve’s-Sebi’l-Mesani, V, 56, Bey­rut, ts.

[13] Mahmud bin Ömer ez-Zemahşeri, d-Kessaf an Hakaikit-Tenzi,l,521, Kahire, 1388/1968. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 12-13.

[14] Mâide: 5/80-81. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 12-13.

[15] Mâide, 5/18.

[16] Bakara: 2/111.

[17] Âl-i İmran: 3/24.

[18] (47 ve 122. ayetler).

[19] Beydâvî, 1,55.

[20] Elmalılı Muhammet! Hamdi Yazır, Hak Dini Kufûn Dili, I, 344, İstanbul, 1959.

[21]Bakara: 2/40.

[22] Maide: 5/18.

[23] Âl-i İmran: 3/24-25.

[24] Bakara: 2/94-95.

[25] Aynca bkz. Cum'a, 6-8.

[26] Abdulahad Dâvud, Tevrat ve İncil'e Göre Hz. Muhammed (a,s.), çev Nusreı Çam, s.337, İzmir, 1988.

[27] Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 14-15.

[28] Nisa: 4/157-158.

[29] Abdülahad Dâvud, s. 296.

[30] Beydâvî, 1,254-255; Celâleyn aynı yer; Elmalılı,III, 1516-1519.

[31] Bkz. Kitab-ı Mukaddes, Yeni Ahid, Matta, Bab, 26-28; Markos, 14-15; Yuhanna, 18-19, istanbul. 1972.

[32] A.Ahad Dâvud, s.296. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 15-16

[33] Mâide, 5/70.

[34] Bakara: 2/109. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 16.

[35] Bakara: 2/146.

[36] Ebi'l- Fida İsmail ibn Kesir, Tefsinı'l-Kufanil-Azim, 1,194, Beyrut 1388/1969.

[37] Elmalılı, I, 531; Abdullah et-Tercüman, Tuhfetu’l-Efib fi'r-Redd ala Ehtâ-Salîb Tcrcemesi, çev Mehmed Zihni s.121, İstanbul, 1304.

[38] Kitab-ı Mukaddes, Yuhanna, 1,22.

[39] Tevrat ve încih Göre Hz. Muhammed (a.s.), çev. Nusret Çam, İzmir,1988.

[40] A.e. s.344; M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, çev. M.Said Mutlu, s.368,380, İst. 1966.

[41] A.e. s.22,24-25. Ancak bugünkü Kitab-ı Mukaddes tercemelerinde bu kelime yerine "Bütün mil­letlerin ..değerli şeyleri gelecek" 1885 Osmanlıca İstanbul baskısında " Ve milletlerin cümlesinin arzu et­tikleri    ..gelecekler" şeklinde tercemeleri verilmiştir.

[42] A. e. s.60,68,73.

[43] Âl-i İmrân: 3/49; Saff: 61/6.

[44] A. Ahad.Dâvud, s.94-96.

[45] A.e. s-206-207.

[46] A.Ahad Dâvud,S.137-138; 1443; 146-148.

[47] Hacc: 22/78.

[48] Maide: 5/3.

[49] Mehmed Aydın, Müslümanların Hıristiyan'lara Karşı Yazdıg Reddiyeler ve Tartışma Konulan, s.216-229.....Konya,1989; Bu konuda aynca, Hz Peygamberin Önceki kitaplarda Müjdelenişi, isimli 2. bölüme bkz.

[50] En'am: 6/20. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 16-19.

[51] Ba­kara: 2/89-91

[52] İbn Kesir, 1,124.

[53] En'am: 6/91.

[54] Abdullah et-Tercümatı, s.l1.

[55] Al-i İmran: 3/70-73.

[56] Al-i İmrân: 3/98. Aynca Al-i İmran,3/99; Nisa: 4/155 âyetlerine bkz. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 19-21.

[57] İbn Kesir, 1.130.

[58] Bakara: 2/97-98.

[59] Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 21.

[60] Ba­kara: 2/93.

[61] Elmalılı, i, 422. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 21

[62] Bakara: 2/88.

[63] Beydâvî, Celaleyn, I, 69; Elmalılı, 1,415.

[64] Nisa, 4/155. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 22.

[65] Maide: 5/64.

[66] Âl-i İmran: 3/181.

[67] Beydavi, I, 195. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 22

[68] Yâsîn: 36/47.

[69] Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 22.

[70] Nisa: 4/171.

[71] Mâide: 5/77.

[72] Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 25.

[73] Mâide: 5/17.

[74] Beydâvî, 1,268.

[75] Mâide: 5/72.

[76] Tevbe: 9/31.

[77] Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 25-26.

[78] Tevbe: 9/30.

[79] Beydâvî, 1,412.

[80] Âl-i İmran: 3/79-80. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 26-27.

[81] Nisa: 4/171-172.

[82] Mâide: 5/73.

[83] Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 27.

[84] Mâide: 5/116.

[85] Mâide: 5/75.

[86] Elmalılı, III, 1779.

[87] Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 27-28.

[88] Âl-i İmrân: 3/64.

[89] ez-Zemahşeri, Mahmud b. Ömer. el-Keşşafan Hakâiki't-Tenzil, I, 371, Kahire, 1968.

[90] Tevbe: 9/31.

[91] Çantay Hasan Basri, Kur'an-ı Hakim ve Meali kerim. 1, 278, lstanbul,1957. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 28

[92] Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 28

[93] Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 29.

[94] Bakara: 2/140.

[95] Âl-i İmrân: 3/65-68.

[96] Bakara: 2/174.

[97] Şuarâ: 26/84.

[98] Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 29-30.

[99] lbn Kesir, I, 382; H.B. Çantay, 1,99. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 30.

[100] Âl-i İmran: 3/93-94.

[101] Elmalılı, 11,1147-1148.

[102] Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 30-31.

[103] Nisa: 4/44.

[104] Bakara: 2/109.

[105] İbn Kesir. 1.153: Bevzavî. Celalevn. I. 76.

[106] Âl-i Îmrân: 3/69.

[107] Âl-i Îmrân: 3/99-100.

[108] Bakara: 2/109.

[109] Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 31.

[110] Bakara, 2/111.

[111] Ba­kara: 2/135.

[112] Bakara: 2/137.

[113] Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 31-32.

[114] Âl-i.İmran: 3/19.

[115] Âl-i İm­ran: 3/20.

[116] Aynca şu âyetlere de bakınız: Âl-i İmran: 3/105; Yunus: 10/93; En'âm: 6/157; Tâha: 20/ 133;Beyyine: 98/l-5.

[117] Beyyine: 98/4-6. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 32-33.

[118] Beydâvî, Celâleyn.1,77.

[119] Bakara: 2/113.

[120] Bakara: 2/136. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 33

[121] Bakara, 2/135.

[122] Aynr eser,I,84 ;Zemahşerî,I,194 ; Nesefî,I,77; Alûsîl,394; Elmalılı,I,514.

[123] Mâide: 5/17.

[124] Mâ­ide: 5/73.

[125] Maide: 5/116.

[126] A. Ahad Dâvud, s.85.

[127] A.e. s.85-86.

[128] Âl-i İmran: 3/64.

[129] Tevbe: 9/31.

[130] Elmalılı, IV 2511-2512; Zemahşeri, I, 371; İbn Kesir, il, 348. . 48Abdutlahet-TerdJman,s.l09-110.

[131]Abdullah et-Tercüman, s.109-110.

[132] A.Ahad Dâvud, s.316. Bkz.Matta,XII,8-12; XXIV,20; Markos,II,23-28; Luka,VI,l-6; XXIII,53-56; Yuhanna,   ..V.7-16.

[133] A. Ahad Davud, s.20.

[134] Nisa: 4/51.

[135] Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 33-36.

[136] Nisa: 4/171.

[137] Maide: 5/77.

[138] Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 37.

[139] A'raf: 7/138.

[140] Nisa: 4/153.

[141] Al-i İmran: 3/183.

[142] Baka­ra: 2/103.

[143] Hacc: 22/78.

[144] Mâide: 5/3. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 38.

[145] Ebu’l-Berekât Abdullah bin Ahmed bin Mahmud en-Nesefi, Medariku't-Tenzil ve Hahaika't-Te'vil, I, fi8, Kahraman yayınlan, İstanbul, 1984.

[146] Bakara: 2/105.

[147] Maide: 5/64.

[148] Maide: 5/68.

[149] En'am: 6/91.

[150] Hud: 11/110.

[151] Abdullah ei-Tercüman, s.ll. Bu hususta Hz. Peygamberin önceki kitaplarda müjdelenişi kısmında daha «niş malûmat bulabilirsiniz. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 38-39.

[152] Bakara: 2/129.

[153] İbn Kesir, I, 84.

[154] M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, 1,368,372,380-382,425.

[155] Abdullah et-Tercüman, s.118; Abdullah Aydemir, Tefsirde İsmiliyyat, s.2, Ankara.1979.

[156] Âl-i İmran: 3/81-82.

[157] Maide: 5/14.

[158] Maide: 5/15.

[159] Nisa: 4/154-156; 160-161. Aynca bkz.: Maide: 12-13,70; Âl-i İmran: 77; Bakara: 93; A'raf: 162,169.

[160] Araf: 7/157.

[161] Âl-i İmran: 3/70-71; Maide: 5/14; Bakara: 2/159,174.

[162] Bkz. Elmalılı, 500-505; A.Ahad Dâvud; Mehmed Aydın, s.216-230; Hüseyin el-Cisr, Risale-i Hamidiye,. çev. Manastırlı İsmail Hakkı, sadeleştiren: Ahmed Gül, s.52-80. Bahar yay İstanbul, 1980.

[163]Bakara: 2/143; Âl-i İmran: 3/110,104; Hacc: 22/78; Fetih: 48/29. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 39-40.

[164] Maide: 5/47,68.

[165] Maide: 5/66.

[166] Maide: 5/8.

[167] Âl-i İm­ran: 3/23.

[168] Âl-i İmran: 3/78.

[169] Bakara: 2/75,79.

[170] Maide: 5/13.

[171] Nisa: 3/46.

[172] Elmalılı, II, 1362.

[173] Şaban Kuzgun, Dört İncil Farklılıkları, Çelişkileri, s-161; lstanbul,1991; Maurice Bucaille, Kitab-ı Mukaddes, . Kur'ân ve bilim, çev. Suat Yıldıran, s.8-9,85,88-89,115,121. Silm matbaası, İzmir, 1981.

[174] M. Hamidullah İslâm Peygamberi s.375.

[175] Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 40-41.

[176] Âl-i İmran: 3/93-94.

[177] En'am: 6/140.

[178] Tevbe: 9/29.

[179] Abdullah en-Nesefi, 1,122, Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 41-42

[180] Bakara: 2/143.

[181] Bakara: 2/145. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 42-43.

[182] Tevbe, 9/34.

[183] Nesefi,I, 124.

[184] Beydâvi, Celaleyn, 1, 413.

[185] Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 43.

[186] Maide: 5/62-63.

[187] Bakara: 2/84-85. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 43-44

[188] Maide: 5/79.

[189] A'raf: 7/165.

[190] Âl-i İmran: 3/110.

[191] Âl-i İmran: 3/104.

[192] Maide: 5/63. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 44.

[193] Nisa: 4/160-161.

[194]Ma­ide: 5/41-42. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 44-45.

[195] Nisa: 4/155.

[196] Elmalılı III. 1516.

[197] Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 45.

[198] Maide: 5/24.

[199] Maide: 5/26.

[200] Bakara: 2/246-251.Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 45-46.

[201] Maide:5/61.

[202] Beydâvî, I, 282; Elmalılı, III, 1726. 46-47

[203] Haşr: 58/11-17. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 46-47.

[204] Maide: 5/64.

[205] Bkz. Ziya Uygur, Tarih Boyunca inkılaplar İhtilaller ve Siyonizm.

[206] Alûsî, VI, 96.183.

[207] Ma­ide: 5/14. H. B. Çantay, 1,160, 28 no'lu dipnota bkz. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 47

[208] Âl-i İmran: 3/75.

[209] H.B.Çantay, 1,95. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 49.

[210] Maide: 5/57-58.

[211] Elmalılı, III, 1722.

[212] Âl-i İmran: 3/111.

[213] Âl-i İmran: 3/186. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 50.

[214] Âl-i Îmran: 3/120.

[215] Maide: 5/13.

[216] Elmalılı,III,1603.

[217] Beydâvî,I,267. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 50.

[218] Maide: 5/82.

[219] Elmalılı, III, 1792,1794 Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 51

[220] Âl-i İmran: 3/119. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 51.

[221] Bakara: 2/96.

[222] Nesefî, I, 63.

[223] Bakara: 2/74; Mâide:5/16. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 51

[224] Bakara: 2/87.

[225] Bakara: 2/61.

[226] Nesefi, I, 52.

[227] Ibn Kesir, 1,355.

[228] Bakara: 2/91.

[229] Âl-i İmran: 3/21.

[230] Elmalılı,II,21.

[231] İbn Kesir, I, 355.

[232] Âl-i İmran: 3/112.

[233] Al-i İmran, 3/181,183; Maide: 5/70.

[234] Araf: 7/150.

[235] Nisa: 4/155-158.

[236] M. Hamidullah, 1,45-46.

[237] A.c. I, 386.

[238] İbn Kesir, I, 123; Beydâvî, 1,68; Elmalılı.III, 1603. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 51-53.

[239] Bakara: 2/61,87; Âl-i İmran: 3/112.

[240] Maide .

[241] Bakara: 2/88-89.

[242] Maide: 5/78.

[243] Fatiha,:1/7; Bakara: 2/90.

[244]A’raf: 7/152. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 55-56

[245] Bakara: 2/86.

[246] Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 56

[247] A'raf: 7/166.

[248] Bakara: 2/65-66.

[249] Nisa: 4/154; Araf: 7/163.

[250] Maide: 5/6O.

[251] Nisa,:4/47.

[252] Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 56-57.

[253] Nisa: 4/16.1

[254] Âl-i İmran: 3/22.

[255] Maide: 5/14,64.

[256] İsra: 17/8.

[257] Muhammed Ali es-Sabunî, Safvetüt-Tefasir, II, 152-153, Batı Almanya, 1402/1981. 83Alûsî, XIV,21.

[258] İsra: 17/8.

[259] Alusi, XIV, 21.

[260] A'raf: 7/167.

[261] Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 57-58.

[262] Ahzab: 33/40.

[263] Enbiya: 21/107; Sebe', 34/28.

[264] Mâide: 5/3.

[265] Buhari Teyemmüm, 1.

[266] Bkz. M.Hamîdullah, Hz- Peygamberin Altı Orijinal Diplomatik Mektubu, çev. Mehmey Yazgan, Beyan yy Doğu ofset, 1970, İstanbul.

[267] Buhâri. İlim, 10.

[268] Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 59-60.

[269] Nisa: 4/144.

[270] Enfal: 8/73.

[271] Câsiye: 45/19.

[272] Maide,:5/51.

[273] Maide: 5/57-58.

[274] Bakara: 2/120.

[275] Hud: 11/112-113.

[276] Elmalılı, III, 1711.

[277] Âl-i İmran: 3/100.

[278] Bakara: 2/107.

[279] Bakara: 2/120.

[280] Bakara: 2/257.

[281] Maide: 5/55-56.

[282] Nisa: 4/138-139.

[283] Tevbe: 9/71. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 60-63.

[284] Mâide: 5/66.

[285] Âl-i İmran: 3/113-115.

[286] IV,52-53; Ayncabkz. Beydâvî, 1,177.0.

[287] Alûsi,IV,35.

[288] Elmalılı,II,1160.

[289] Alüsî, IY 28.

[290] Al-i İmran: 3/110.

[291] Âl-i İmran: 3/199.

[292] 1V,218-220 ; Bkz. Alûsî, IV, 173-174. 94.

[293] Elmalılı, 11,1264-1265.

[294] Âl-i İmran: 3/75.

[295] Alüsi, III, 202. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 63-65.

[296] Al-i İmran: 3/76.

[297] Maide: 5/65.

[298] Kasas, 28/52-54. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 63-65.

[299] Taha: 20/51; Kasas: 28/43.

[300] Elmalılı, V, 37-39.

[301] Araf: 7/158; Sebe: 28.

[302] a.e. II, 1010.

[303] Maide: 5/66.

[304] Bakara: 2/41.

[305] Maide: 5/82-85.

[306] Nahl: 16/125.

[307] Âl-i Îmran: 3/64.

[308] Buhârt, Tefsir, Âl-i İmran, 4; İbn Kesîr, 1,371.

[309] Bakara: 41-42.

[310] Âl-i İmran: 3/70-71.

[311] Maide: 5/15.

[312] Maide: 5/19.

[313] Âl-i İmran: 3/19-20.

[314] Al-i İmran, 3/85.

[315] Ankebût: 29/46-47.

[316] Âl-i İmran: 3/97-98.

[317] Maide: 5/68.

[318] Elmalılı, III, 1739.

[319] Maide: 5/59.

[320] Ni­sa: 4/47.

[321] Tevbe: 9/29.

[322] Elmalılı, IV, 2504-2505, Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 65-68..

[323] Bakara: 2/62.

[324] Maide: 5/69.

[325] Hacc: 22/17.

[326] En'am: 6/91; Zümer: 39/67.

[327] Bkz. Bakara: 2/4-5,285 vb. âyetler.

[328] Bkz. Buhârî, İman, 37.

[329] Nisa: 4/136.

[330] Elmalılı, 111,1739.

[331] Nesefi, Medettik, II, 96; Beydevî, Celâleyn, II, 87-88.

[332] Zemahşeri, Keşşaf.,1, 146,661; Nesefi.l, 52, 293; Beydâvî, 1, 60; Elmalılı, I, 371.

[333] Alûsi, I, 278.

[334] A.c. a.y.

[335] Taberî, I, 321-323; İbn Kesir, 1,103; Beydâvî, 1, 60.285; AIûsî, I, 278 vd. ı09Alusî, I, 279; Elmalılı, I, 372.

[336] Alusi, I, 279; Elmalılı, I, 372.

[337] Nisa: 5/136.

[338] Zemahşerî, 1,575; Nesefi, 1,256; Beydâvî, Celâleyn, I, 250; Alûsi.V, 169.

[339] Tabert, 1,321,323; İbn Kesir, 11,80; Alûsî, I, 278-279; iy 203;Elmalılı, I, 372.

[340] Beydâvî, I, 250, Ayrıca Bkz. Nisa,150-153; 2/ Bakara, 85.

[341] Bakara: 2/40.

[342] Elmalılı. 1.372-373. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 68-72

[343] Bakara: 2/137.

[344] Maide: 5/65.

[345] İbn Kesir, 1,378; Alûsi, 111, 210.

[346] Taberi, I, 320, 323, İbn kesir. I, 103, Alûsî I, 279.

[347] Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 73-74.

[348] İsra:17/15.

[349] Nisa: 4/165.

[350] Ahkaf: 46/9.

[351] Rum: 30/47

[352] Mü'min: 40/78.

[353] Hadid: 57/25.

[354] Âl-i İmran: 3/14.

[355] Buhâri. Enbiya. 48: Müslim. Fezâil. 143-145.

[356] Şura:42/13.

[357] En'am: 6/84-90.

[358] İsra: 17/21.

[359] Sad: 38/47; En'am: 6/86.

[360] Bakara: 2/285.

[361] Bakara: 2/253.

[362] İsra: 17/55.

[363] Buhâri. Husumat. 1: Enbiya: 35: Müslüm: Fezâil: 159-163.

[364] Âl-i İmran: 3/81-82

[365] Elmalılı, Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, 11,843,2.Baskı,ist. 1959.

[366] Taha: 20/133.

[367] A.e. M3338.

[368] Ala: 87/18-19.

[369] el-Alüsî, Şihabuddin Mahmud, Ruhu'l-Meani, XV1,286.

[370] er-Râzî, Fahreddin, Tefsir-i Kebir, XXII, 137, Daru'l-Fikr, Beyrut, Lübnan, 1410/1990.

[371] Şuara: 26/192-197.

[372] Elmalılı, V.3645.

[373]Ebu'l-Fia İsmail İbn Kesir, Tefsiri-1 Kur'ân-ı Azim, III, 347, Beyrut,1969; Alüsî,IX,125-127.

[374] Rahmetullah b. Ha!ili'r-Rahman el-Osmanî, el-Kayravanî, el-Hindi, İzharul-Hak, 11,443-444, Sayda/Beyrut, Aynca bakınız: Ahmet Mithat Efendi, Beşairi Sıdk-ı Nübüvvet-i Muhammediye, Dersaadet,1322.

[375] Bakara: 2/143.

[376] Muhammed Hamidullah, islâm Peygamberi, çev Said Mutlu,!, 19,İst., 1966.

[377] Abdullah et-Tercüman, Tuhfeiul-Erib, s.118.

[378] Hak Dini Kur'gn Dili, 1,506-508; Aynca Bkz. M.Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 368, 372, 380-382,425.

[379] Elmalılı, 11,1141,1252.

[380] Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 77-82.

[381] Şuara: 26/196.

[382] Muhammed Hamidullah, Rasutııüah Muhammed, çev Salih Tuğ, s.58-61, İrfan Yayınevi, ist. 1973.

[383] Süleyman Ateş, İslama İtirazlar Kur'ân-ı Karim'den Cevaplar, s.3ö8-369.

[384] Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 83-84.

[385] Maide: 5/12-13.

[386] Bakara: 2/40.

[387] Âl-i İmran: 3/187.

[388] Bakara: 2/146.

[389] En'am: 6/146.

[390] A'raf: 7/157.

[391] Bakara: 2/89-91.

[392] Rahmetullah el-Hindî, İzharul-Hak, 11,422.

[393] A.e-11,423.

[394] A.e. 11,423.

[395] Hacc: 22/78.

[396] Feth: 48/29.

[397] Bkz. Matta, 13: 31-32; Markos, 4;26-32; Yüzlerindeki işarat ise, Yuhanna, 14,11 hatırlatıyor. Aynca dağ va'zına bkz. Matta, 6:25-34; Luka, 12:22-31.

[398] Bakara: 2/127-129.

[399] Ahmed bin hanbel, IV, 127,128; V.262; İbn Kesir, 1,184 de aynı yerden nakil.

[400] Bakara: 2/89.

[401] Bakara:2/40-42.

[402] Bakara: 2/159-160.

[403] Bakara: 2/174-175.

[404] Bkz. Mehmet Aydın, Müslümanlann Hırisüyanlara Karşı Yazdığı Reddiyeler ve Tartışma Konuları, s.216-229, Konya, 1989.

[405] Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 85-90.

[406] Müzzemmil: 73/15.

[407] Bkz. O günkü gazeteler.

[408] Rahmetullah el- Hindî, 11,362; Hüseyin el-Cisr, Risakt-i Hamidiyye, Türkçe çevirisi, sadeleştiren, Ahmet Gül, s.54. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 90.

[409] Rahmetullah el-Hindî, II, 375-376.

[410] Bakara: 2/109 Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 90-91..

[411] Şam, Türkçe'de bilindiği gibi, sadece Sam şehri değildir. Bu şehrin isini Arapça'da Dimesk'tir, Şam ise, Dimeşk şehrinin de içinde bulunduğu Suriye ile birlikle Lübnan ve Filistin topraklarına da şamil bir bölge ismidir.

[412] Rahmetullah el-Hindi, II, 377-378; Hüseyin el-Cisr. s.52-53.

[413] Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 91.

[414] Hak Dini Kur'ân Dili, I, 502. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 91-92.

[415] Rahmetullah el-Hindî,II,378. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 92

[416] Saf suresi: 6. âyette İsa(a.s.)ın Hz. Peygamberi Ahmed ismiyle müjdelediği bildirilir.

[417] Bakara: 2/129.

[418] Ahmed b. Hambel, IV, 127-128; V,262; İbn Kesir, 1,184 de Ahmed b. Hambel'den nakleder.

[419] İbn Kesir, 1,184; Rahmetullah el-Hindi,II,378. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 92-93

[420] Abdul ahad Davud, Tevrat ve İncil'e göre Hz. Muhammed, çev. Nusret Çam, s.60,68,73. İzmir, 1988; Rahmemllah el-Hindî, II,380-381, Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 93.

[421] Rahmetullah el-Hindî, II, 386; Hüseyin el-Cisr, s.58-71.

[422] Bakara: 2/253.

[423] M. Hamidullah, îslâm Peygamberi, 1,83 de Ibni Hişam'dan naklen.

[424] Rahmetullah el-Hindî, 11,387-389.

[425] Aynı eser,II,389.

[426] Rahmetullah el-Hindî, II, 390.

[427] Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 93-95.

[428] Ehl-i kitabın hem Allah'ı hem Peygamberi kasdederken Rab demeleri bir ihtiyatsızlıktır. Her ne kadar peygamber için kullandıkları Rab kelimesinin mürebbi, muallim mânâsına geldiğini ifadeetseler de, bu tür ihtiyatsızlıklar belki de onların Allah, Peygamber ve hatta Ruh'l-Kudüs mefhumlarının bir­birlerine kanşurmalannda amil olmuştur.

[429] Matta, XXII,44; Markos, XII,36; Luka,XX,43.

[430] Aynı yerler.

[431] A.Ahad Davud, Tevrat ve İncil'e Göre Hz- Muhammed, s. 113.

[432] Aymeser, s.118.

[433] Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 95.

[434] Müslim, Fezail, 7; Buhari, Bedi'l-Halk, 67.

[435] Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 96.

[436] A.Ahad Davut, Tevrat ve İncil'e Göre Uz. Muhammed, s.141-148. Ayrıca su âyetlerin muhtevalarına da bakılabilir; En'am: 6/84-90; Şura: 42/13. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 96.

[437] RahmetutIah el-Hindî, II, 402-405.

[438] Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 96-97.

[439] Âyet: 14-15.

[440] Âyet: 18.

[441] Âyet: 27.

[442] İncil ve Salib, 1,201, Mahmut Bey matbaası,İstanbul, 1329 rumi,1913m.

[443] Aynı eser.1,206.

[444] Hac: 22/78; Fetih,: 49/29. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 97-98.

[445] Tevrat ve İncil'e Göre Hz. Muhammed, 5.22, 24-25.

[446] Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 98-99.

[447] Maide:6/14-15.

[448] Saf:61/6.

[449] Tevrat ve İncil'e Göre Hz. Muhammed, s.193-19.

[450] Bkz. Fetih: 52/29.

[451] Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 101-102.

[452] A.Ahad Davud, İncil ve Salih, I, 27

[453] Zafer Matbaası, istanbul, 1988.

[454] İncil ve Salip, 1,38

[455] aynı eser

[456] aynı eser aynı yerler

[457] Aynı eser,I,195 Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 102-103.

[458] Markos,

[459] İşaya ,40,3-5, İşaya peygamber de aslında bu ihbarıyla Hz. Peygambert müjdelemiş oluyor. Çünkü mecaz olduğunu sandığımız bu ifadeleri gerçekleştiren de Hz. Muhammed olmuştur.

[460] Yuhanna, 1,15.

[461] Yuhanna, 1,19-21

[462] Ufak farklarla; Matta.1,11-12; Markos;1,7; Luka,III,16-17; Yuhanna.1,26-27. Yani iyilerin cennete, imansız kötülerin cehenneme gideceğinden kinaye olsa gerektir

[463] Bakara: 2/146 ve En'am: 6/146.

[464] Elmalılı,1.

[465] Abdulahad Davud, Tevrat ve İncil'e Göre Hz. Muhammed, s.204.

[466] A.e. s.206-207. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 103-104

[467] VII; 13-14.

[468] A.Ahad Davud, Tevrat ve incil'e Göre Hz. Muhammed, s. 159.

[469] Bkz. İbrahim: 14/11; Kehf: l8/110; Fussilet: 41/6.

[470] XXIV,27.

[471] Luka, XVIl,23-24.

[472] Matta, XIII,37.

[473] Matta, XIII, 40-43. Kızgın fırının cehennem olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca bkz. Matta, XIV 38-40.

[474] Matta, XXV,31-34. Yine burada, Hz. Peygamberle birlikte ashabına(r.a.) ve ümmeti Muhammed'e işaret vardır.

[475] Matta, XXVI, 64.

[476] Markos, XIII,28-29.

[477] Luka, XII, 40.

[478] A.Ahad Davud, Tevrat ve İncil'e Göre Hz. Muhammed, 8.344.

[479] Aynı eser, aynı yer.

[480] Aynı eser, aynı yer. Hz. İsa için "Bu insanoğlu =Barnaşa, kaybolmuş şeyi arayıp kurtarmak için gele­cektir". Luka,XIX 10;IX,56 daki, 1885 de istanbul boyacıyan Agop matbaasında basılan eski yazı Kitab-ı Mukaddes nüshasındaki, İbnül-insan=insanoglu adamların canlarını helak değil ancak halas etmek için geldi" kısmı yeni yazı istanbul, 1972 ve 1988 baskılarında yoktur Demek ki bu kitaplardaki tahrif, baskı­dan baskıya halen de devam etmektedir. Aynı husus için, Kitab-ı Mukaddes şirketinin istanbul 1969 bas-kısındaki Yuhanna, 111,3. âyeti, Yeni Yaşam Yayınlan, Müjde adlı incil'in ist. 1988'deki baskısındaki aynı âyet karştlaşünlabilir.

[481] Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 104-106

[482] Bkz. Müjde, incil'in Çağdaş Türkçe çevirisi, s.551. Yeni Yaşam Yayınları, Zafer mat.İst,1988.

[483] A.Davud,s.l57.

[484] A. Davud, İncil ve Salih, 1,103.

[485] Matta,VI,9-13.

[486] Matta, III, 1-2.

[487] Matta,IV 17.

[488] Matta,IV 23. 

[489] Matta,X, 6; Luka,IX,l-2.

[490] Luka,XV 11.

[491] Rahmetullah el-Hindî, 11,410.

[492] Matta, XXI, 43.

[493] Rahmetullah el-Hindî, 11,411.

[494] A:Davud, Tevrat ve İncil'e Göre Hz- Muhammed, s.131.

[495] İsmail Fenni Enuğrul, Hakikat Nurları, s.240, Sebil yayınevi, İst. 1975.

[496] A.Davud, İncil ve Salib, 1,193; Rahmetullah el-Hindî, II, 411. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 106-109

[497] A.Davud, incil ve Salib, 1,155-156.

[498] Âl-i İmran: 3/49; Saf: 61.

[499] Buhâri, Teyemmüm, 1.

[500] X, 5-7.

[501] Matta, XXVIII,19; Luka,XXIV, 36-53; Yuhanna,XX, 19-23; Markos, XVI,15-16.

[502] Banabas İncili,s.l33, Kültür Basın Yayın Birliği, İngilizceden çeviri Mehmet Yıldız, Gümüş Bası­mevi, İstanbul.

[503] A.e. s.81.

[504] Luka,X,3.

[505] Markos, XIII, 10.

[506] Âl-i İmran: 3,49; Saf: 61/6.

[507] lncil ve Salib, s.70 Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 109-111.

[508] Matta, XXVII, 19;Luka,XXIV,36-53;Yuhanna,XX, 19-23

[509] Bkz.Fetih: 48/29.

[510] Matta,XII,24,30.

[511] Rahmetullah el Hindi, 11,408-411. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 111.

[512] Matta,XIII,44.

[513] Matta, XIII,45-46.

[514] Matta, XIII,33.

[515] Matta, XIII, 44-50.

[516] Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 111-112.

[517] Matta, XXI33-44; Markos, XII, 1-12; Luka, XX,9-19.

[518] Yuhanna, XII, 47.

[519] Tevbe: 9/33; Saf:61/9.

[520] Buhari Bed'ul-Halk, 67; Müslim, Fezdil, 7. Bkz. Danyal (a.s)ın müjdesindeki taş misâli. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 112-113.

[521] Matta, XX, 1-16.

[522] Buhâri, Fezâilül-Kur'ân, 17.

[523] Rahmetullah el-Hindi, 11,413.

[524] Buhâri, Vudu’,68, Enbiya: 54

[525] Ahmed b. Hanbel, Uûsned, Û, 393.                                                                                  

[526] Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 113-114.

[527] İncil ve Salib, I, 41-42.

[528] A.Davud, Tevrai ve İncil'e Göre Hz. Muhammed, s.193. Bkz. s.194.

[529] A.Davud, incil ve Salib, 1,49.

[530] A.E. s.38-39. Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 115

[531] Baba kelimesi mecazen "şefkatli, bakıp gözeten" anlamında Allah için kullanılmış, sonra bu mecazi mânâ terkedilerek Hıristiyanlar tarafından hakiki manâsıyla lelakkı edilmiş ve bir sapıklığa düşül­müştür.

[532] Yuhanna,XIV,15-17.

[533] Yuhanna,XIV, 25-26.

[534] Yuhanna,XV30.

[535] YuhannaXV, 26-27.

[536] Yuhanna,XVI, 7-14.

[537] Rahmetullah el-Hindî, II, 420-421.

[538] Necm,:53/3-4.

[539] İsmail Fenni Ertuğrul, s. 240.

[540] Tuhfetü'l-Erib Tercemesi, s.l 1.

[541] Maurice Bucaille, Kitab-ı Mukaddes, Kur'an ve Bilim, çev. Suat Yıldıran, İzmir, 1981.

[542] Tevrat ve lncile Gön Hz. Muhammed, sh.345.

[543] aynıeser,s.345.

[544] Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 115-118.

[545] h, Rasulullah  Muhammed, s,55-56.

[546] Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 118.

[547] 118,17,4,175,196,326,346,348.

[548] Aynı İncil,s. 174.

[549] Aynı İncil, s. 110-111

[550] Aynı İncil,s.ll1.

[551] Aynı İncil,s.115.

[552] Aynı İncil,s.116.

[553] Aynı İncil.s.l96.

[554] Aynı incil, s.122.

 

[555] Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 118-120

[556] Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 121-122.

[557] Veli Ulutürk, Kuranda Ehli Kitab, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996: 123.