R-h-v. 6

R-d-d. 6

R-d-f 7

R-d-m.. 7

R-d-e. 7

R-z-1. 8

R-z-k.. 8

R-s-s. 8

R-s-h. 9

R-s-I 9

R-s-v. 10

R-ş-d. 10

R-s-s. 10

R-s-d. 10

R-d-a. 11

R-d-y. 11

R-t-b. 11

R-a-b. 11

R-a-d. 12

R-a-y. 12

R-a-n. 12

R-ğ-b. 12

R-ğ-d. 13

R-ğ-m.. 13

R-f-f 13

R-f-t 13

R-f-s. 13

R-f-r. 14

R-f-a. 14

R-k-k.. 14

R-k-b. 15

R-k-d. 15

R-k-m.. 15

R-k-y. 15

R-k-b. 16

R-k-d. 16

R-k-z. 16

R-k-s. 16

R-k-d. 16

R-k-a. 16

R-k-m.. 17

R-k-n. 17

R-m-m.. 17

R-m-h. 17

R-m-d. 17

R-m-z. 18

R-m-d. 18

R-h-b. 18

R-h-t 18

R-h-k.. 19

R-h-n. 19

R-h-v. 19

R-y-b. 19

R-v-h. 20

R-v-d. 21

R-e-s. 22

R-y-ş. 22

R-v-d. 22

R-y-a. 22

R-v-a. 22

R-v-ğ. 22

R-e-f 23

R-v-m.. 23

R-y-n. 23

R-e-y. 23

R-v-y. 24

KİTÂBU'Z-ZÂİ 25

Z-b-d. 25

Z-b-r. 25

Z-c-c. 25

Z-c-r. 25

Z-c-y. 25

Z-h-z-h. 26

Z-h-f 26

Z-h-r-f 26

Z-r-b. 26

Z-r-a. 26

Z-r-k.. 26

Z-r-y. 26

Z-a-k.. 27

Z-a-m.. 27

Z-f-f 27

Z-f-r. 27

Z-k-m.. 27

Z-k-v. 27

Z-l-l 28

Z-1-f 29

Z-l-k.. 29

Z-m-r. 29

Z-m-1. 29

Z-n-m.. 29

Z-n-v. 29

Z-h-d. 30

Z-h-k.. 30

Z-y-t 30

Z-v-c. 30

Z-y-d. 31

Z-v-r. 32

Z-y-ğ. 32

Z-v-1. 32

Z-y-n. 33

KİTÂBU'S-SÎNİ 34

S-b-b. 34

S-b-t 34

S-b-h. 35

S-b-h. 36

S-b-t 36

S-b-a. 36

S-b-ğ. 36

S-b-k.. 37

S-b-1. 37

S-b-e. 38

S-t-t 38

S-t-r. 38

S-c-d. 38

S-c-r. 39

S-c-1. 39

S-c-n. 39

S-c-y. 40

S-h-b. 40

S-h-t 40

S-h-r. 40

S-h-k.. 41

S-h-1. 41

S-h-r. 42

S-h-t 42

S-d-d. 42

S-d-r. 42

S-d-s. 43

S-r-r. 43

S-r-b. 44

S-r-b-1. 44

S-r-c. 44

S-r-h. 44

S-r-d. 45

S-r-d-k.. 45

S-r-t 45

S-r-a. 45

S-r-f 45

S-r-k.. 46

S-r-m-d. 46

S-r-y. 46

S-t-h. 47

S-t-r. 47

S-t-v. 47

S-a-d. 47

S-a-r. 48

S-a-y. 48

S-ğ-b. 48

S-f-r. 48

S-f-a. 49

S-f-k.. 49

S-f-n. 49

S-f-h. 50

S-k-r. 50

S-k-t 50

S-k-f 50

S-k-m.. 50

S-k-y. 51

S-k-b. 51

S-k-t 51

S-k-r. 51

S-k-n. 52

S-l-l 52

S-l-b. 53

S-l-h. 53

S-l-h. 53

S-l-t 53

S-l-f 54

S-l-k.. 54

S-l-k.. 54

S-I-m.. 54

S-l-v. 56

S-m-m.. 56

S-m-d. 57

S-m-r. 57

S-m-a. 57

S-m-k.. 58

S-m-n. 58

S-m-v. 58

S-n-n. 60

S-n-m.. 60

S-n-v. 60

S-n-h. 60

S-h-l 61

S-h-m.. 61

S-h-v. 61

S-y-b. 61

S-v-h. 61

S-v-d. 62

S-y-r. 62

S-v-r. 63

S-v-t 63

S-v-a. 63

S-v-ğ. 64

S-v-f 64

S-v-k.. 65

S-v-l 65

S-y-l 65

S-v-1. 66

S-v-m.. 66

S-e-m.. 67

S-y-n. 67

S-v-y. 67

S-v-e. 68

KİTÂBU'Ş-ŞÎNİ 70

Ş-b-h. 70

Ş-t-t 71

Ş-t-v. 71

Ş-c-r. 71

Ş-h-h. 72

Ş-h-m.. 72

Ş-h-n. 72

Ş-h-s. 72

Ş-d-d. 72

Ş-r-r. 73

Ş-r-b. 73

Ş-r-h. 74

Ş-r-d. 74

Ş-r-z-m.. 74

Ş-r-a. 75

Ş-r-k.. 75

Ş-r-k.. 75

Ş-r-y. 76

Ş-t-t 77

Ş-t-r. 77

Ş-t-n. 77

Ş-t-e. 78

Ş-a-b. 78

Ş-a-r. 78

Ş-a-f 79

Ş-a-1. 79

Ş-ğ-f 79

Ş-ğ-l 79

 


R-h-v

 

Yumuşak esen rüzgâr. Bu kelime [Yumuşak şey], sözünden gelmektedir. Bu kökten fiil, şeklinde gelir. Yüce Allah şöyle buyurmak­tadır: Biz, rüzgârı onun emrine verdik. Onun buyruğuyla dilediği yöne yumuşakça akıp giderdi[1]. [Perdeyi aşağıya salıverdim], sözü de bu anlamdan gelmektedir. Perdenin aşağıya salıve­rilmesinden de [Kurdun salıverilmesi], sözü istiare edilmiştir. Ebu Züeyb şöyle der:

O uysaldır, hızlı gitmektedir.[2]

Yani yumuşak seyir, yumuşak esen rüzgâr gibidir. yani, hızlı ko­şan, uzun adım atan at. Bu söz, [Hızlı koşan at], ifadesinden gelmektedir.

Onu gevşettim.

 

R-d-d

 

Bir şeyin bizzat kendisini veya hallerinden biriyle onu geri çevirmektir. [Onu geri döndürdüm, o da geri döndü], denir. Yüce Allah şöyle buyur­maktadır: O'nun azabı suçlu toplumdan geri çevrilmez[3].

Bizzat geri çevrilmeye örnek: Geri gönderilselerdi yine men'olundukları şeyi yapmaya dönerlerdi[4]; Sonra onlar üzerinde size tekrar egemenlik verdik[5]; Onları bana getirin[6]; Böylece biz onu annesine geri döndürdük[7]; Âh ne olurdu keşke biz (dünyâya) geri dÖndürülseydik de Rabbimizin âyetlerini yalanlamasaydık[8].

Üzerinde olunan halden çevrilmeye örnek: Ey iman edenler! Şayet siz kâfirlere itaat ederseniz, onlar sizi, ökçeleriniz üstüne geri çevirirler/dininizden döndürürler[9]; Eğer Allah sana bir hayır dilese, O'nun keremini geri çevirecek yoktur[10]; yani onu uzaklaştıracak ve ona engel olacak kimse yoktur. Şu âyet de aynı anlamdadır: Geri çevrilmez azâb[11].

Yüce Allah'a dönüş de bu kısımdandır: 

Rabbime döndürülürsem de orada daha iyisini bulurum[12];              

Sonra görünmeyeni ve görüneni bilen Allah'a döndürüleceksiniz[13]; Sonra gerçek Mevtaları olan Allah'a dön­dürülürler[14]. Bu âyetlerdeki şu âyetteki gibidir: Sonra O'na döndürüleceksiniz[15].

Bazılarına göre Sj/dönüş iki farklı anlama gelir: Biri; Yüce Allah'ın şu sö­züyle işaret ettiği şeye insanları döndürmektir: Sizi o yerden yarattık, sizi tekrar ona döndüreceğiz[16]. İkincisi; O'nun insanları, şu sözüyle işaret ettiği hayata döndürmektir:  Bir kez daha sizi ondan çıkartacağız[17]. Aslında bu her iki anlam da söz konusu kelime­nin genel anlamına dâhil iki durumdur.

Ellerini ağızlarına götürdüler[18]. Bu âyet şu şekillerde yorumlanmaktadır: Öfkelerinden parmaklarını ısırdılar; Susmayı ima edip elleriyle ağızlarına işaret ettiler; Ellerini peygamberlerin ağızlarına koyup on­ları susturdular. Bu konuda kelimesinin kullanılması, sözü edilen kişilerin bu eylemi peş peşe yaptıklarına işaret etmek içindir.

Sfe/ imanınızdan sonra küfre döndürmeyi arzu ederler[19]; yani siz onu terk ettikten sonra tekrar sizi küfür haline döndürmek isterler. Şu âyet de bu anlamdadır:  

Ey inananlar, Eğer Ehl-i kitaptan bir kısmına uyacak olursanız, imanınızdan sonra, sizi döndürüp kâfir yaparlar[20].

Gelinen yola tekrar geri dönmektir. Fakat kelimesi sadece küfür anlamında kullanılır, ise hem küfür hem başkası için kullanılır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Arkalarına (yine eski küfürlerine) dönenler[21];   Ey inananlar, sizden kim dininden dönerse[22]. Bu, İslâm'dan küfre dönmektir. Bu âyet de aynı anlamdadır: sizden kim dininden döner ve kâfir olarak ölürse[23].

Konuyla ilgili diğer bazı âyetler: iletil Tekrar izlerini takibederek geriye döndüler[24]; Kendilerine doğru yol belli olduktan sonra arkalarına (yine eski küfürleri­ne) dönenler[25]; Ökçelerimiz üzerinde gerisin geriye mi dönelim?[26]; Arkanıza dönmeyin[27]. Yani bir şeyin doğruluğunu isbatladıktan ve iyi olduğunu bildikten sonra ondan vazgeçmeyin Müjdeci gelip gömleği yüzünün üstüne bırakınca, gözü derhal görür hale geldi[28]. Yani görme yetisi kendisine geri döndü [tekrar görmeye başladı].

Denir ki; Şu konuda karar vermeyi falan kişiye havale ettim. Bu anlamda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Onu Resul'e ve içlerindeki sorumluluk sahiplerine götürmüş olsalardı[29]; Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah'a ve Elçiye götürün[30]. [Sözünü kendisine iade etti], denir.

Hadiste şöyle geçmektedir:[31] yani, alıcı ve satıcının her biri aldığını geri verir. Devenin ard arda su içmesi. [Deve su içmekten şişti/memesi büyüdü]. Malı geri istedi.

 

R-d-f

 

Tabi olan. Kadın kalçası. Peş peşe gelmek. Arkadan gelen. Başkasını geride bırakan öndeki kişi. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Rabbiniz: "Ben size birbiri ardınca bin melek ile yardım edeceğim," diye duanızı kabul buyurmuştu[32]. Ebu Ubeyde, âyette geçen  kelimesinin "daha sonra gelenler"

anlamında   olduğunu   söylemekte; ve kelimelerini   de   anlamdaş saymaktadır. Şair de bu anlamda şöyle der:

Cevza' (ikizler burcu), Süreyya'nın ardından geldiğinde.[33]

Diğer bazıları ise, bu kelimeye, "Başka melekleri ardlanna koyan melekler" şek­linde anlam verirler. Böylece âyette sözü edilen müminler, iki bin melekle desteklenmiş demektir. Bazılarına göre de sözu' ile, düşmanın kalbine korku salan askerlerin önündeki melekler kastedilmiştir.

Bu kelime;[34] şeklinde de okunmuştur. Yani "her insanın peşine bir melek bırakıldı." Ayrıca[35] şeklinde de okunmuştur. Aslı, dir. Tâ, dâl harfine dağmedildi ve tâ'nin harekesi dâl'in üzerine getirildi. Al-i İmrân suresinde de şöyle buy-rulmaktadır: O zaman sen mümınlere: "Rabbinizin, size, indirilmiş üç bin melek ile yardım etmesi, size yetmez mi?" diyordun Evet, sabreder, korunursamz; onlar hemen şu dakikada üzerinize gelseler, Rabbiniz size nişanlı beşbin melekle yardım eder[36].

Onu atın terkisine bindirdim, Binilen terki. [Terkiye bineni kabul etmeyen hayvan]; [Biri geldi, onun peşin­den de başka biri]; Kralların yerine geçenler.

 

R-d-m

 

Boşluğu taşla kapatmaktır: Sizinle onlar arasında sağlam bir sed yapayım[37]. [Yıkık duvardan düşen şey]; bazılarına göre de [Örülen/yamalanan] anlamındadır. Şair şöyle der:

Şairler, birbirine eklenen söz mü bıraktılar?[38] [Humması devam etti]; [Gitmeyen bulut].

 

R-d-e

 

Yardım etmek için başkasına uyan kişi: Onu benimle birlikte, beni doğrulayan bir yardımcı olarak gönder[39]. [Ona destek oldu]. Aslında de gibidir; ancak o, geriye kalan kötü şeyler anlamında bilinmektedir, [Şey kötü oldu]; [O kötüdür], denir. Yok olmak; Yok olmakla yüz yüze gelmektir.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: O aşağıya doğru yu­varlanırken malı kendisine hiç fayda vermez[40]; ona inanmayıp hevesine uyanlar seni ondan saptırmasın, sonra başüstü düşersin[41]; Allah'a andolsun, az kalsın sen beni de mahvedecektin[42]. Taşların kendisiyle kırıldığı ve onları yere düşürdüğü taştır.

 

R-z-1

 

ve Kötülüğünden dolayı istenmeyen şey: Sizden bazıları ömrün en düşkün çağına kadar yaşatılır[43]; 5ö«ü fez^/m tajif görüşlü ayak takımlarımızdan başkası­nın uyduğunu görmüyoruz[44]; Dediler ki: "Sana bayağı kimseler uymuşken biz sana inanır mıyız?[45]. kelimesinin çoğuludur.

 

R-z-k

 

Kimi zaman dünya veya ahiretteki bağış; kimi zaman kısmet/pay; kimi zaman da mideye ulaşan ve onunla beslenilen şey anlamına gelir. [Sultan askerin maaşım verdi]; [Bana ilim verildi], denir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Biriniz, kendisine Ölüm gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan sadaka verin[46]; yani mal, makam ve İlimden.

Şu âyetler de aynı anlamdadır: Kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler[47]; Size rızık olarak verdik­lerimizin temiz olanlarından yiyin[48];   

Rızkınızı, yalanlamanızdan ibaret mi kılıyorsunuz?[49]. Yani nimetten payınızı, yalan söylemeye çalışmaktan ibaret mi kılıyorsunuz?  

Gökte rızkınız var[50].

Kimisine göre bu âyetten kasıt, canlıların kendisiyle hayat bulduğu yağmur­dur. Onun tıpkı şu âyet gibi olduğu söylenmektedir: Gökten belli ölçüde bir su indirdik[51]. Kimisine göre ise bu âyet, nasibin kader ile belirlendiğine işarettir. Ondan size bir azık getirsin[52]; yani beslenilecek yiyecek. Birbirine girmiş kat kat tomurcukları olan yüksek hurma ağaçları yetiştirdik * Kullara rızık olması için[53].

Kimisine göre bundan gıda kastedilmektedir. Âyette geçen bu kelimenin yenen, içilen ve kullanılan şeyler gibi genel bir anlama da hamledilebİlir. Zira bütün bunlar topraktan çıkmaktadır. Yüce Allah bunu da gökten indirdiği yağmurla ger­çekleştirmektedir.

Yüce Allah ahirettekİ bağışla İlgili de şöyle buyurmaktadır: Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanma; ha­yır, onlar diridirler, Rableri katında mıhlanmaktadırlar[54]. Yani Allah, üzerlerine uhrevî nimetleri akıtmaktadır. Şu âyet de aynı anlamdadır:   

Orada sabah akşam rızıkları hazırdır[55]. Şüphesiz, nzık veren, güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır[56].

Bu âyetteki nzık kelimesi, genel anlamdadır. rızkı yaratan, onu veren ve ona sebep olan anlamlarında kullanılır ki, o da Yüce Allah'tır. Bu kelime, rızkın ula­şılmasında sebep olan insan için de kullanılır. ise sadece Yüce Allah için kullanılır, Orada size ve sizin rızıklarını veremediğiniz kimselere geçim yolları sağladık[57]; yani rızıklarını vermede sebep olamadığınız ve bunda herhangi bir fonksiyonunuzun olmadığı.

Allah'tan başka, göklerden ve yerden kendileri için hiçbir nzık veremeyecek ve bunu asla ya­pamayacak olan şeylere mi tapıyorlar?[58]. Yani, onlar rızık konusunda hiçbir şekilde sebeb olamazlar. Askerler maaşlarını aldılar. Askere tek bir seferde verilen [ikramiye].

 

R-s-s

 

Ress halkı[59]. 'in bir vadi olduğu söylenmektedir. Şair şöyle der:

Ağız için el ne ise, onlar da Ress vadisi için öyledir.[60]

kelimesinin asıl anlamı, bir şeyde varolan az miktardaki izdir. Şöyle de­nir: [Haberin birazın ı/başını duydum]; [Sözün bendeki az kalıntısı]; [Hummanın belirtilerini hissetti], Ölü defnedildi ve somut bir şey iken sadece izi kaldı.

 

R-s-h

 

Bir şeyin sağlam bir şekilde yerleşmesidir. Gölün suyu çekildi ve toprağın altına girdi. İlmin hakikatini bilen ve şüpheye ka­pılmayan kişi. Şu âyette nitelikleri zikredilenler ilimde kök salanlardır: Allah'a ve Resulüne iman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyenlerdir[61]. Şu âyet de aynı hususla İlgilidir: Fakat içlerinden ilimde derinleşmiş olanlar ve mü'minler, sana indirilene ve senden önce indirilene inanırlar[62].

 

R-s-I

 

Asıl anlamı, teenni ile gitmektir. Rahat seyreden deve. Yumuşak/rahat koşan develer. [Gönderilen elçi], sözü bu anlamdan gelmektedir. Bazen bu kelimenin "rıfk/yumaşaklık" anlamı düşünülerek birine te­enni ile hareket etmesi emredildiğinde; denir. Kimi zaman da onun "gönderilen" anlamı düşünülerek ondan sözcüğü türetilir. bazen de taşınan söz anlamında kullanılır. Bu anlamda şair şöyle der:

Dikkat et! Ebu Hafs'a bir mektup ulaştır.[63] Kimi zaman da sözün ve mesajın taşıyıcısı anlamında kullanılır. (Elçi) kelimesi, hem tekil hem çoğul anlamlarına gelir. Tekil anlamında Yüce Allah şöy­le buyurmaktadır:   Andolsun, içinizden size bir elçi gelmistir[64]. Çoğul anlamında da şöyle buyurmaktadır: Deyin ki: "Biz âlemlerin Rabbinin elçileriyiz"[65].

Şair şöyle der:

Benden ona mesaj götür; elçilerin en iyisi;

Sözü her yönüyle en iyi bilendir.,[66] kelimesinin çoğulu gelir. [Allah'ın resulleri] sözünden bazen    melekler   bazen   de   peygamberler   kastedilir. Şu âyetlerde    melek kastedilmektedir:

O (Kur'an), şüphesiz değerli, bir elçinin (Cebrail'in) ge­tirdiği sözdür[67]; Biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla zarar veremezler[68]; Elçilerimiz Lût'a gelince onlar yüzünden kaygılandı[69]; Elçilerimiz İbrahim'e (oğlu olacağına dâir) müjdeyi getirdikleri zaman[70]; Andolsun birbiri ardınca gönderilenlere[71]; Hayır işitiriz ve yanlarındaki elçilerimiz de yaptıkları her şeyi yazarlar[72].

Şu âyetlerde ise, nebi/peygamber/elçi kastedilmektedir: Muhammed, sadece bir elçidir[73]; Ey Elçi, Rabbinden sana indirileni duyur[74]. Biz elçileri sadece müjdeciler ve uyarıcılar olarak göndeririz [75]âyetindeki kelimesi, Allah'ın hem melek hem insanlardan olan elçileri anlamına gelir. ^ ^j/er, güze/ şeylerden yeyin ve yararlı iş yapın[76].

Bazılarına göre bu âyette kastedilenler, Peygamber ve seçkin sahabesi-dır/arkadaşlarıdır. Onlar, Peygamberle çok yakın ilişkide oldukları için J^elçiler diye isimlendirilmişlerdir. Tıpkı el-Mühelleb[77] ve çocuklarının, el-Mehâlibe diye İsimlendirildikleri gibi. [Göndermek] kelimesi, hem insanlar için, hem hoşa giden ve gitmeyen şeyler için kullanılır. Bu da kimi zaman teshir (isteğe bağlı ol­maksızın) ile olmaktadır. Rüzgâr ve yağmurun gönderilmesi gibi: Gökten üstlerine bol bol yağmur göndermiştik[78].

Kimi zaman da seçme yetisine sahip olanların gönderilmeleriyle olmaktadır. Elçileri yollamak gibi Size koruyucu melekler gönderir[79]; Fir'avn, kentlere (asker) toplayıcılar gönderdi[80]. Kimi zaman da bu gönderme işi, baş başa bırakmak ve engel olmamakla olur: Görmedin mi biz kâfirlere şeytanları gönderdik, onları oynatıp duruyorlar[81]. [Göndermek], [tutmak] kelimesinin karşıtıdır: Allah, insanlara bir rahmet açtı mı onu tutan olamaz, O'nun tuttuğunu da O'ndan sonra salacak yoktur[82].

Ard arda giden deve ve koyunlardır. Peş peşe geldiler. Ard arda sağılan bol süt.

 

R-s-v

 

Şey sabit oldu, olmaktadır, denir. [Onu başkası sabitleştirdi]. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: kazanlar[83]; Sabit dağlar[84]; Dağları oturttu[85]. Bu âyet, şu tür âyetlere işarettir: Dağlan birer kazık yapmadık mı?[86]. Şair de şöyle der:

Hiçbir dağ da yerinde durmaz, kazıklar çakılmadan.[87]

[Bulut kazıklarını çaktı; yani durup yağmur yağdırdı] sözü tıpkı sözü gibidir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Haydi, gemiye binin, dedi. Onun akıp gitmesi de durması da Allah­'ın adıyladır[88]. Âyetteki ve sözleri [akıt­tım/yürüttüm] ve [durdurdum] fiillerinden gelmektedir. mastar, ism-İ mekân, ism-i zaman ve mef ul anlamında kullanılır.

Âyette geçen kelimeleri şeklinde de okunmuştur.[89] Sam? kıyametin ne zaman geleceğim sorarlar[90]; yani ortaya çıkış/karar kılış zamanını, Halk arasında barış tesis ettim.

 

R-ş-d

 

ve Gayyin/sapıklığın zıddı olup, hidâyet anlamında kullanılır. Bu kökten ve vezinlerinde fiil gelir: Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar[91]; Doğruluk, sapık­lıktan ayrılmıştır[92]; Eğer onlarda bir olgunluk görürseniz[93]; Andolsun biz, daha önceden İbrahim 'e de doğru yolu bulma yeteneğini vermiştik[94].

Ayetlerde geçen iki rüşd arasında; yani yetimde gözlemlenen rüşd ile Hz. İbrahim'e verilen rüşd arasında büyük bir fark vardır.  

Doğru yol (rüşd) olarak sana Öğretilenden bana öğretmen için sana tabi o-labilir miyim?[95]; Rabbimin beni bundan daha doğru bir bilgiye ulaştıracağını umarım[96].

'in [râ'nın fethi ile]'den [râ'nın zammı ile] daha özel bir anlam taşıdığı söylenmektedir. Zira hem dünya hem ahiretle ilgili işler için kullanıldığı halde, sadece ahiretle ilgili işler için kullanılır. ve formları ise, her ikisi için de kullanılır: Onlar, doğru yolu bulmuş olanlardır[97]; Firavun'un buyruğu doğruya götürücü değildi[98].

 

R-s-s

 

Allah, kendi yolunda ke­netlenmiş binalar gibi saf bağlayarak çarpışanları sever[99]; yani, sanki kurşunla inşa edilmiş sağlam binalar gibi. [Onu yapıştırdım/ona kurşun döktüm], denir. Namazda birbirlerini sıkıştırdılar,   Kadının sıkı sıkıya örtünmesidîr. Bu kelime den daha mübalağalıdır.

 

R-s-d

 

Gözetlemeye hazır olmaktır. [Onu gözetledi]; [Bunu, onun için hazırladım], denir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Önceden. Allah ve elçisiyle savaşmış olanlara bir gözetleme yeri hazırlamak için[100].   Kuşkusuz Rabbin her an gözetlemededir[101] âyeti, Allah'tan sığınılacak ve kaçacak hiçbir yerin olmadığına işaret etmektedir. gözetleyen anlamında tekildir. Çoğul için gelir. Fakat kelimesi, [gözetlenen] anlamında, hem tekil hem çoğul için aynı form gelir.

Şu âyet bunların tümüne hamledilebilir:  Allah, elçisinin önüne ve arkasına gözetleyiciler/koruyucular koyar[102]. Gözet­leme yerine denir:  Her gözetleme yerinde oturup onları

bekleyin[103]. formu da aynı anlamdadır; fakat o sadece gözetlemeye tahsis edilen mekân için kullanılır:   Gerçekten cehennem, bir gözetleme yeridir[104]. Bu âyet, insanların cehennemin üzerinden geçe­ceklerine işaret eder. Şu âyet de bu anlamdadır: Sizden hiç kimse yoktur ki cehenneme uğramasın[105].

 

R-d-a

 

[Bebek süt emdi, emmektedir], denir. Bu anlamdan, son derece cimri olan kişi için deyimi istiare edilmiştir. Fa-kat aslında bu deyim, süt sağmasının sesi duyulmasın diye geceleyin koyunlarını sağan kişi anlamındadır. Söz konusu deyim bu anlamıyla bilinince Falan kişi cimri oldu" anlamında denilmeye başlandı. Bebeğin, süt emmede yardım aldığı öndişlere denir.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Emzirme süresini tamamlamak isteyenler için analar bebeklerini tam iki yıl emzirmeli[106]; Eğer sizin için çocuk emziriyorlarsa, ücretlerini verin[107]. [Falan kişi fa­lan kişinin süt kardeşidir], denir. Hz. Peygamber de şöyle buyurmaktadır: Neseb sebebiyle haram olan, süt emme sebebiyle de haramdır."[108] Çocuklarınızı emzirtmek isterseniz[109]; yani çocuklarınızın emzirme işini sütanneye verirseniz.

 

R-d-y

 

[Razı oldu, olmaktadır], denir. Bu kökten ism-i fail formlarında gelir. Kulun Allah'tan razı olması, ilâhî takdirin gerçekleştiği şekle hoşnutsuzluk göstermemesidir. Allah'ın kuldan razı olması ise, Allah'ın, onun e-mirlerini yerine getirdiğini ve yasak ettiği şeylerden kaçındığını görmesidir.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O'ndan razı olmuşlardır[110]; Andolsun o ağacın altında sana bey'at ederlerken Allah, mü­minlerden razı olmuştur[111]; Size din olarak İs­lâm'a razı oldum[112]; Âhirettense dünyâ hayâ­tına mı razı oldunuz?[113]; Ağızlarıyla sizi razı ederler, fakat kalbleri (sizi) istemez[114]. Onların gözlerinin aydınlanıp tasalanmamalarına ve hepsi­nin, senin verdiklerine razı olmalarına en elverişli olan budur[115].

Çok olan rıza anlamındadır. En büyük rızanın da Allah'ın rızası olmasmdan dolayı, Kur'ân'da sözcüğü Allah'tan olan rızaya tahsis edilmiştir: İcâd ettikleri ruhbanlığı, biz onlara yazmamıştık, yalnız Allah'ın rızâsını kazanmak İçin ortaya çıkardılar[116]; Allah'ın lütuf ve rızâsını isterler[117];  

Rableri onlara, kendisinden bir rahmet ve rızâyı müjdeler[118]. Kendi aralarında güzelce anlaştıkları

takdirde[119]; yani onlardan her biri diğerine olan rızasını gösterir ve onu kabullenirse.

 

R-t-b

 

Kuru'nun zıddıdır: ve kuru hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir Kitapta olmasın[120]. sözcüğü yaş hurma anlamına tahsis edilmiştir: Hurma dalını kendine doğru silkele, üzerine devşirilmiş taze hurmalar dökülsün[121]. [Hurma ağacının meyve verme zamanı yaklaştı] sözü tıpkı 'pı ve sözleri gibidir.

At'a ot yedirdim; at da otu yedi. Atın, ot yemesine benzetilerek; yani, adam, doğru yanlış diline ne geldiyse konuştu, denilir. Yumuşak/taze anlamındadır.

 

R-a-b

 

Korkuyla dolmaktan dolayı kesilivermektir. [Onu korkuttum, o da korktu], denir. İsm-i fail [korkan] gelir. Çok korkan. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Kalblerine korku düşürdü[122]; İnkâr edenlerin kalblerine korku salacağız[123]; Onlardan, içine korku dolardı[124].

Bu kelimenin imtilâ/dolmak anlamından hareketle; Havuzu doldurdum, Vadiyi dolduran sel; onun geldiği kat'/kesilmek anlamından durdum, Vadiyi dolduran sel; onun geldiği katVkesilmek anlamından hareketle de Deve hörgücünü kestim, denilmektedir. Genç, güzel ve dolgun kadın. Çoğulu gelir-

 

R-a-d

 

Gök gürlemesidir. Bunun, bulutlan sevkeden bir melek olduğu da rivayet edilmektedir.[125] Tehditten kinaye olarak şöyle denir: [Gök gürledi, şimşek çaktı]. Konuşup da gereğini yapmayan kişi için de; [Gürleyen bulutun altında az yağmur], denir, Korkudan titreyendir. Korkudan göğüs kasları[126] titredi].

 

R-a-y

 

Bu kelimenin asıl anlamı, hayvanı korumaktır. Bu da onun hayatını koruyan gıdayla veya düşmanı ondan uzaklaştırmakla olur. Onu korudum. Ona otlayacağı şeyi hazırladım. Hayvanın otlayacağı şey. Otlama yeri. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Yeyin, hayvanlarınızı otlatın[127]; Ondan suyunu ve otlağını çıkardı[128]; O ki otlağı çıkardı[129].

ve kelimelerine, koruma ve gütme anlamlan verilmiştir: O/m gereği gibi uymadılar[130]; yani onu gereği gibi korumadı­lar. Kendi nefsini veya başkasını yöneten her kişiye denir. Bu anlamda Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: Hepiniz çobansı-nız/yöneticisiniz ve hepiniz yönettiklerinizden sorumlusunuz."[131] Şair de şöyle der:

Toplumlarda güdülen, güden gibi değildir.[132] kelimesinin çoğulu, ve gelir. İnsanın bir işin nereye varacağım ve ondan neyin ortaya çıkacağını gözetlemesidir. Bu anlamdan şöyle denilmektedir: gözetledim. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: inananlar,  "Raina (bize çoban­lık et, bizi güt)" demeyin; "Unzurna (bizi gözet)" deyin[133].

Onun sözüne kulak verdim. Bana kulak ver! Bu kelime bazen edatıyla muteaddî olur: [Şu işin üzerinde dur!] Bu sözün aslı şöyledir: [Ona vakıf olarak, gözetle!]

 

R-a-n

 

"Raina " demeyin[134];

Dillerini eğip bükerek ve dinle alay ederek/dine saldırarak: "Râ'inâ" diyorlar[135]. Yahudiler bunu Hz. Peygamber'e alay yollu diyorlardı. Bu sözleriyle ona "ahmak" demeyi kastediyorlardı; fakat yani "Bizi koru" diyoıiarmış gibi yapıyorlardı. Bu kelime şu sözden gelmektedir: [Adam ahmak oldu, olmaktadır]. [Ahmak adam]. [Ahmak kadın]. İnsana bu ismin verilmesi, kişiliğindeki düşüklükten dolayı yani dağ burnuna benzemesinden dolayıdır; çünkü onda bir meyil vardır. Şair şöyle der:

Eğer Utbe 'nin oğlu Amr ve ona olan ümidim olmasaydı;

Rayna [Basık] Basra bana yurt olmazdı.[136]

Basra kentine denilmesi, ya ovaya oranla daha düşük bir seviyede kal­dığı için ahmak kadına benzetilmesinden; ya da havasındaki kırılma ve değişiklik­ten dolayıdır.

 

R-ğ-b

 

Bu kelimenin asıl anlamı, bir şeyin geniş olmasıdır. Bu kökten şöyle de­nilmektedir: Şey genişledi. [Geniş havuz]. [Falan kişinin midesi geniştir]. [Geniş adım atan at], ve kelimeleri, geniş/fazla istek anlamına gelirler. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Onlar hem ümit,  hem korku içindeyken bize dua ederlerdi

(21/Enbiyâ90).

kelimesi, ve edatlanyla geldiğinde, bir şeyi arzulamak anlamına gelir: Biz sadece Allah'ı arzulamaktayız[137]. ile geldiğinde ise bir şeye karşı istek duymama, ondan yüz çevirme anlamına gelir: Kim İbrahim dininden yüz çevirir?[138]; Sen benim tanrılarımdan yiiz mü çeviriyorsun?[139]. Çokça bağış/lütuf anlamındadır. Bağışın bu şekilde isimlendirilmesi, eğer arzu duyulan bir şey olmasından dolayı ise bu kelime 'ten [tâ'nın fethi ile]; veya bol bir şey olma­sından dolayı ise o zaman kelimenin asıl anlamını ifâde eden 'ten [tâ'nm zammı ile] türemiş olur. Bu anlamda şair şöyle der:

Dilediğine bol bağışta bulunur, dilediğine de vermez.[140]

 

R-ğ-d

 

Rahat ve bolluk içindeki yaşam: Cennetteki nimetlerden istediğiniz şekilde bol bol yeyin[141]; Her yerden rızkı bol bol kendisine geliyordu[142]. Toplum müreffeh bir hayata kavuştu. [Hayvanlarını otlamaları için serbest bıraktı].

Bu örneklerin birincisi [kurak oldu], babından;[143] ikinci örnek ise [girdi] [başkasını soktu], babındandır.[144]

Bolluğuyla müreffeh hayata delâlet eden süt bulamacı.

 

R-ğ-m

 

İnce toprak [toz]. Falan kişinin burnu toprağa sürttü. [Başkası onu zorladı]. Bu kelime kızma/darılma anlamında da kullanılır.

Örneğin şair şöyle der:

Öm burunlar öfkelendiğinde onları razı edemem,

UtbâVrıza da dileyemem, onu ancak arttırırım.[145]

Şiirde bu kelimenin karşısında rıza'nın getirilmesi, onun kızgınlık anlamında ol-duğuna işaret etmektedir. Bu anlamda şöyle denilmektedir: Allah onu öfkelendirdi/öfkelendirsin. Onu öfkelendirdi; her biri diğerini öflcelendirmeye ça­lıştı, kelimesi, istiare yoluyla tartışma anlamında da kullanılır.

[146]; yani kim Allah yo­lunda hicret ederse, dünyada gidecek çok yer bulur. Müslüman, kötü bir şey gör­düğü zaman, ondan dolayı öfkelenmesi gerekir. Bu anlamda şöyle denir: [Falan şeyden dolayı falan kişiye öfkelendim].

 

R-f-f

 

Ağaç dallarının yayılması. Kuş iki kanadını açtı. [Kuş iki kanadını açtı, açmaktadır]. Kuş iki kanadını açıp yavrusunu aradığında; denir. kelimesi istiare yoluyla arama anlamında kullanılmaktadır. Falan kişinin ne barındıranı ne de yedireni vardır, [Kim bize hizmet eder veya bize sevgi beslerse aşırı gitmesin].

Yayılan yapraklardır. Yeşil refref üzerine yaslanırlar[147]. Âyette geçen bir çeşit elbise olup çimene benzetilmiştir. Bazılarına göre ise veter ve kazıklar olmaksızın yere sarkan çadıra ve otağın eteğine denir. Hasan'dan yapılan rivayete göre âyet­teki 'ten kasıt yastıklardır.[148]

 

R-f-t

 

Bir şeyi ufaladım, ufalıyorum, ve Ufalanıp dağılan saman ve benzeri şeylerdir. Bu anlamda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Dediler ki: "Kemik ve ufalanıp toz ha­line geldikten sonra mı, gerçekten biz mi, yeni bir yaratılışla diriltileceğiz?"[149]. kelimesi, istiare yoluyla parça parça kesilen ip anlamında da kullanılır.

 

R-f-s

 

Cinsî münasebet ve onu çağrıştıran şeyler gibi telaffuz edilmeleri çirkin olan şeyleri içeren bir sözcüktür. Bu kelime şu âyette cinsî münasebet­ten kinaye yapılmıştır: Oruç gereri, kadınlarınıza yaklaşmak, size helâl kılındı[150]. Bu âyet, söz konusu zamanda, kadınları cinsî münasebete davet etmenin ve o konuda onlarla konuşmanın caiz olduğuna işarettir. kelimesinin edatıyla muteaddî olması, onun taşmak/akıp gitmek anlamını içerdiğinden dolayıdır.

Hacda refes'e (çirkin sözlere), günâha ve kavga etmeye yer yoktur[151]. Bu âyet, hem cinsî münasebeti hem de o konuda konuşmayı- çünkü bu da ona sevketmektedir-yasaklamış olabilir. Fakat âyetin sadece cinsî münasebeti yasaklamış olması daha doğrudur. Nitekim Abdullah b. Abbas'tan tavaf ederken şu şiiri söylediği rivayet edilmiştir:

Onlar (kadınlar) fısıldayarak yanımızdan geçerler; Eğer kuş doğru söylüyorsa Lemis ile ilişki kurarım.[152]

Çirkin söz söyledi; Çirkin sözlü oldu. Bu iki fiil formu birbirlerini gerektiren iki şey gibidirler, bundan dolayı biri diğerinin yerine kullanılmaktadır.

 

R-f-r

 

Yardım, bağış. Bu kökten mastar, gelir. Bağış olan yiyeceğin konulduğu kaba denir; bundan dolayı "kâse" diye açıklanmıştır. Ona bağışta bulundum. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Verilen bağış, ne kötü bir bağıştır[153]. Ona, azar azar alacağı bir bağışta bulundum. formları [Ona su içirdi], formları gibidir. İstiare yoluyla liderliğe getirilen kişi için şöyle denir: Çok sütü olduğundan dolayı kabı sütle dolduran deveye denir. Bu kelime fail anlamında feûl vezinindedir. Yaz-kış sütü kesilmeyen deve ve koyunlar demektir. Şair şöyle der:

Irakı ve onun iki bağışını yedirdin;

Bir Fezari'ye; yeni hafif [hırsız][154]

Şiirdeki sözünden  kasıt Dicle ve Fırat nehirleridir. Yardımlaştılar. sözcüğü de bu anlamdan gelmektedir. Kurayşlilerin hacca gelen fakirler için topladıkları yardıma denir.

 

R-f-a

 

Bu kelime bazen, oldukları yerden kaldırılan cisimler bağlamında: Tha-'h üzerinize kaldırmıştık[155];   Görebileceğiniz bir direk olmadan gökleri yükselten Allah'tır[156]; bazen yükseltilen binalar bağlanımda:  

İbrahim, evin (kabenin) temellerini yükseltiyordu[157]; bazen yücelti­len şan bağlamında:  Seran şanım yükseltmedik mi?[158]; bazen de tazim edilen makam bağlamında kullanılır: Kiminin derecesini kimine üstün kıldık[159]; Biz dilediğimizi derecelerle yükseltiriz[160]; Dereceleri yükselten arşın sahibi[161]. Hayır, Allah onu (İsa'yı) kendisine yükseltti[162].

Bu âyet, Hz. İsa'nın [bedenen] göğe yükseldiği anlamına gelebildiği gibi, şeref bakımından yükseldiği anlamına da gelebilir. O alçaltıcı, yük­selticidir[163]. (Bakmıyorlar mı) göğe, nasıl yük­seltilmiş?[164].

Bu âyet, hem göğün [fizikî] yüksekliğine hem de kendisine özgü fazilet ve şerefli konumuna da işaret etmektedir, Yükseltilmiş döşekler[165]; yani yüceltilmiş. Şu âyet de aynı anlamdadır: Değerli sahi/elerdedir. * Yüksek tutulan tertemiz sahifelerde[166]. (Bu nur,) Allah'nın, onların yükseltil­mesine izin verdiği evlerdedir[167]; yani yüceltilmesine izin verdiği.

Bu tıpkı şu âyet gibidir: 

Ey Ehl-i Beyt, Allah sizden, kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor[168].

[Deve yürüyüşte aşın gitti], [Ben onu hızlandırdım]. Aşın yürüyen deve. Falan kişi falanın gizlediği haberi yaydı. Kadının kalçasını kendisiyle yükselttiği/büyüttüğü şeye denir; tıpkı gibi.

 

R-k-k

 

(İnce): Tıpkı gibidir. Ancak bir şeyin kenarları; ise onun derinliği nokta-i nazarından söylenir. Eğer rikkat/incelik bir cisimde ise, onun zıddı kalınlık olur: [İnce kumaş-kalın kumaş]. Eğer incelik kalınlık olur: [İnce kumaş-kalın kumaş]. Eğer incelik insan nefsinde ise onun zıddı ve olur: [Falan kişi, ince kalplidir- katı kalplidir]. Üzerinde yazılan şeydir; kağıt benzeridir: Yayılmış rakk (ince deri) üzerine[169].

Kaplumbağanın erkeğine denir. Ayrıca köleleri mülk edinmektir. de mülkiyete geçirilen köledir. Çoğulu gelir. Falan kişi falanı köle  edindi. İçeceğin  parıldamasıdır. Rengi   berrak  olandır.  

Kenarında su bulunan toprağa denir. Çünkü bu toprak, kendisine nüfuz eden rutubetten dolayı incelmektedir.  [Kahvaltıyı mı ima ediyorsun?]; yani sözü yumuşatıyorsun.[170]

 

R-k-b

 

[Boyun]: Bilinen organın adıdır; sonra onunla bedenin tümü kastedilmekte­dir. Örfte ise kölelere ad olmuştur; tıpkı baş ve sırt sözleriyle binek hayvanlarının kas­tedildiği gibi. Bu anlamda şöyle denilmektedir: [Falan kişi şu

kadar baş ve şu kadar sırt bağlamaktadır/gütmektedir]. Yüce Allah şöyle buyurmakta­dır: Yanlışlıkla bir mü'mini öldüren kimsenin, mü'min bir köle âzâdetmesi gerekir[171]; Boyunduruk altında bulunanlara[172]; yani kölelerden mükâtebe akdi yapanlara. Bunlar, zekât verilen kişi­lerdir.

Boynuna isabet ettim. Onu korudum. Koruyan anlamındadır. Bu kelimenin bu anlama gelmesi, ya koruyanın, korunanın boynunu gözetlemesinden ve­ya kendi boynunu yukarıya kaldırmasından dolayıdır. Yüce Allah şöyle buyurmakta­dır: Gözetleyin, ben de sizinle beraber gözetliyorum[173];

İnsan hiçbir söz söylemez ki yanında (onu) gözetleyen, dediklerini zapteden bir melek hazır bulunmasın[174]; Bir mümin hakkında ne bir yemin gözetirler, ne de bir antlaşma[175].

Gözcünün üzerinde gözetleme yaptığı yüksek yere denir [nöbetçi kulesi].

Oklai'la kumar oynayanları kontrol eden [hakem]e de denir. Kumar oklarının üçüncüsüne de aynı isim verilir. Gözlemleyerek sakındı. Şu âyet bu anlamdadır: Musa korka korka, (etrafı)gözetleyerek oradan çıktı[176]

Çok fazla çocuğu öldüğü için, (henüz ölmeyen) çocuğunun ölümünü gözetleyen kadına ve türdeşlerinin su içmelerini bekleyip de en sonunda kendisi su içen dişi deveye denir. Falan kişiye yaşadığı sürece yararlanması

için bu evi verdim. Sanki bağışlayan, bağışta bulunduğu kişinin ölümünü bekle­mektedir. Söz konusu bu bağışa ve denir.

 

R-k-d

 

Tatlı kısa uykuya denir. [Uyudu].  İsm-i fail [uyuyan]; mastarı [uyumak] gelir: Sen onları uyanık sanırsın,

oysaki onlar uykudadırlar[177]. Eshab-ı Kehf in çok uyumalarına rağmen ile nitelendirilmeleri,   ölüm   haline   oranladır. Zira onların öldüklerine inanılmıştı. Dolayısıyla onların uydukları süre, ölüme oranla az kalmaktaydı. Diğer bir âyette de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Vah bize, bizi yattığımız yerden kim kaldırdı? [178]. Erkek devekuşu hızlı koştu; sanki o uykusunu terk etmiştir.

 

R-k-m

 

Kalın hat; bazılarına göre ise kitabı noktalama anlamına gelir.

Rakamlanmış bir kitaptır[179] âyeti, bu her iki anlama göre de yorum-lanmıştır. [Falan kişi suda yazar]", deyimi, işlerde mahir olan için kul­lanılan bir darb-i meseldir. [Rakim sahipleri].[180] Kimisine göre buradaki bir yer ismidir. Kimisine göre de âyette sözü edilen gençlerin isimlerinin ya­zıldığı bir taş olup ona nisbet edilmişlerdir. Eşeğin iki kalçası üzerindeki izlere denir. Üzerinde yazı izlerinin olduğu yere benzetilerek, bitki izinin olduğu yere de denir. Medine'de bulunan bir yere mensup oklardır.

 

R-k-y

 

[Merdivenle çıktım, çıkmaktayım]. formu da aynı anlamdadır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Sebepler i-çindeyükselsinler[181]. Topallıyorsan da yukarı çık! fiili, kökünden gelmektedir. [İlerlemen nasıl?]. İlki mastar, diğeri ise isimdir. Senin göğe çıkmana inanmayız![182] âyetindeki kelimesi takdirindedir. "Onu kim kurtarır" denir[183]. Bu âyet, can çekişen kişiyi kurtaracak ve koruyacak birinin ola­mayacağına dikkat çeker ve şairin dediği şu tür hususlara da işaret eder:

Ölüm, tırnaklarını geçirdi mi; Artık bütün muskaları taksan da fayda vermez.[184]

İbn Abbas yukarıdaki âyeti şöyle tefsir eder: "Onun ruhunu kim yukarıya götürecek? Rahmet melekleri mi, yoksa azap melekleri mi?"[185] Nefesin çıktığı göğsün üst tarafındaki boğazın baş tarafına denir: Hayır, can köprücük kemiklerine dayandığı zaman[186].

 

R-k-b

 

Bu kelimenin asıl anlamı insanın hayvan sırtında olmasıdır. Kimi

zaman gemi  ile ilgili  olarak da kullanılır. Örfte deve binicisine has kılınmıştır. Çoğulu ve gelir, de binek anlamındadır. Yüce Allah  şöyle buyurmaktadır: (Allah),  hem kendilerine binesiniz, hem de ziynet olsun diye atları, katırları, ve merkepleri yarattı[187]; Gemiye bindikleri zaman[188];

Gemiye bindikleri zaman[189]; Kervan sizden daha aşağıda idi[190]; Yaya, yahut binmiş olarak[191]. Tay'ın binilme zamanı geldi.

Başkasının atına binene, binmekten güçsüz düşüne ve iyi binmesini bilme­yene denir. Üst üste konulan şeylere denir:  O bitkiden bir filiz çıkardık, ondan da birbiri üzerine binmiş dâneler[192].

[Diz]: Bilinmektedir. Dizine isabet ettim. Bu tıpkı [Kalbine isabet ettim]; [Başına isabet ettim], sözleri gibidir. Ayrıca "dizimle ona vurdum" anlamına da gelir; ve gibi. Yani, ona elimi ve gözümü değdirdim. Kadının fercinden kinayedir; tıpkı ondan, [binek] ve [iskemle] ile kinaye yapıldığı gibi; çünkü üstüne binilmektedir.

 

R-k-d

 

Su ve rüzgâr durgunlaştı/dindi. Gemi durdu. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Denizde dağlar gibi akıp giden gemiler O'nun âyetlerindendir * Eğer O dilerse rüzgârı durdurur, gemiler de denizin üstünde durakalır[193]. Dolu çanak.

 

R-k-z

 

Gizli ses: Onlardan hiç birini hissediyor veya onların gizli bir sesini işitiyor musun?[194]. Falan şeyi gizli gömdüm. Bu anlamdan gömülmüş mala denir. Bu da ya hazine gibi, insan fiiliyle veya maden gibi ilâhî bir fiille olmaktadır, kelimesi bu her iki kısmı da kapsamaktadır.

Nitekim Hz. Peygamber'in Rikâz'da beşte bir vardır." hadisi bunların her ikisiyle yorumlanmıştır, [Mızrağını yere sapladı].  : Askerlerin mızraklarını sapladıkları karargahlarıdır.

 

R-k-s

 

Bir şeyin baş aşağı dönmesi ve onun başının sonuna çevrilmesidir. [Onu ters çevirdim, o da ters döndü]; [Kurtulduğu işe tekrar bulaştı] denir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:   

Yaptıkları işlerden dolayı Allah onları baş aşağı etti[195]. Yani onları küfürlerine geri döndürdü.

 

R-k-d

 

Ayakla vurmak. Bu kelime binen kişiye nisbet edildiğinde, bineği koşturmak anlamındadır. Örneğin [Atı koşturdum], gibi. Yaya olana nisbet edildiğinde ise yeri tepmek anlamındadır. Örneğin şu âyette olduğu gibi: Ayağını yere vur![196]. Koşup kaçmayın; size nimet verilen yere dönün[197]. Bu âyette, sözü edilenler kaçışmaktan menedilmislerdir.

 

R-k-a

 

Eğilmektir. Bu kelime kimi zaman namazdaki belli duruş anlamında kullanılır, kimi zaman da boyun eğmek ve alçalmak anlamında kullanılır.

Bu da ya ibadet veya ibadetin dışında olur: Ey inananlar, rükû' edin, secde edin[198]; Rüku edenlerle birlikte rükû edin[199];  

İbrahim  ve Ismâ'il'e:   "Tavaf edenler, ibâdete kapananlar,  rükû  ve secde edenler için Ev'imi temizleyin!" diye emretmiştik[200]; Rükû edenler, secde edenler[201].

Bu anlamda şair de şöyle der:

Geçmiş asırların haberlerini veriyorum;

Her kalktığımda eğilmiş gibi emekliyorum.[202]

 

R-k-m

 

[203]; yani üst üste yığılmış bulutlar, Birbiri üzerine atılan şeye denir: Sonra onları birbiri üstüne yığar[204]. Ayrıca kum ve askerde kelimesiyle nitelendirilirler. İçinde üst üste izlerin bulunduğu anayol.

 

R-k-n

 

Bir $evm dayandığı yanı. Bu kelime istiare yoluyla güç anlamında da kullanılır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Keşke size karşı koyacak bir gücüm olsaydı, ya da sırtımı dayayabileceğim bir dayanak!" dedi[205]. harfinin fethi ile, [Falan kişiye dayandım, dayanmaktayım], denir.

Sahih olan, onun şu formlarda olmasıdır: Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Sakın zulmedenlere dayanmayın[206]. Memeleri büyük olan deve. Leğen. ibadetlerin bina edildiği ve terk edilmeleriyle ibadetlerin geçersiz olduğu temeller.

 

R-m-m

 

Çürümüş şey. Çürümüş kemik anlamındadır: 'Çürümüş kemikleri kim diriltecek?" dedi[207]; Bu rüzgâr, uğradığı her şeyi derhal çürümüş şey gibi savuruyordu[208]. Çürümüş ip anlamındadır.} Odun ve saman kırıntıları. Evin düzeltilmesini gözetledim; tıpkı gibi.

Arapların; [Onun tümünü ona ver],[209] sözleri meşhurdur. Sessiz kalmak, Kemikleri öyle çürüdü ki, üfürüldüğünde ondan hiçbir ses çıkmaz, Topluluk, ses çıkarmadan konuşuyorlarmış gibi ağızlarını a-çıp kapattılar, [NarJ, veznindedir; bu, bilinen bir şeydir.

 

R-m-h

 

inananlar, Allah sizi, ellerinizin ve mızraklarınızın erişeceği bir av'la dener ki, gizlide kendisinden kimin korktuğunu bilsin[210]. Ona mızrak sapladı. Teşbih yoluyla; [Hayvan ona mızrak (tekme) attı], denir.

Önünde olan bir yıldızın kendi mızrağı olarak tasavvur edildiği için Arktarus yıldızına [Mızraklı Arktarus], denilmiştir. Alımlı olmasından dolayı kesilmesine kıyılmayan deve için şöyle denir: [Deve mızraklarını

kuşandı]. Dikenleriyle kendisini otlayanlara engel olan kedi otu için de şöyle denir: [Buhma (Kedi otu) mızrağını kuşandı].

 

R-m-d

 

Bu kökten [kül] formları gelir; Rüzgârın savurduğu küle benzer[211]. Ateş kül oldu. [ateşin sönmesi] helak anlamında kullanıldığı gibi, de kullanılmaktadır.

[Su küllendi]; tad ve renginin değişmesinden dolayı sanki içinde kül vardır. Kül renginde olan şeye denir. Sivrisineğe denir. Kıtlık/kuraklık yılı.

 

R-m-z

 

Dudakla işaret etmek, fısıldamak ve göz kırpmak, şikâyet anlamında kullanıldığı gibi, de her türlü söze işaret anlamında kullanılmaktadır:  

"Sana ayet, işaretleşme dışında, insanlarla üç gün konuşmamandır" dedi[212]. İşaretle konuşmadı. Çokluğundan dolayı, fısıldamadan başka ne konuştuğu duyulmayan askerî birlik.

 

R-m-d

 

Ramazan ayı[213]. Bu kelime, kökünden gelir; yani güneşin fazla kızışması. yani onu yaktı. güneş ısısının şiddetidir. Kızgın toprak. Koyun sürüsü kızgın güneşin altında otladı, dolayısıyla ciğerleri susuzluktan kurudu, Falan kişi kızgın güneşin altında geyik avlamaktadır.

Ok ve taş gibi cisimler için kullanılır: Attığın zaman sen atmadın, Allah attı[214]. Bu kelime, tıpkı gibi sövmekten/iftîra etmekten kinaye olarak sözle ilgili de kullanılır; Eşlerini zina ile suçlayanlar[215]; kadınları zina ile suçlayanlar[216]. [Falan kişi yüzün üzerine artırdı] deyimi çoğalmaktan istiaredir. Hedefe atmaya çıktı.

 

R-h-b

 

Sakınma ve endişe ile olan korku: Onların kalblerinde sizin korkunuz, Allah'ın korkusundan fazladır[217] Korkudan (açılan) kollarını kendine çek[218]. Ayette geçen sözü [râ harfinin zammı ile] şeklinde de okunmuştur;[219] yani korkudan.

Mukatil şöyle der: "Ben kelimesinin anlamını araştırmaya çıkmıştım.

Bu arada ben bir şeyler yerken Bedevi bir kadınla karşılaştım. Bana, ey Allah'ın kulu bana bir sadaka ver, dedi. Ben de ona vermek üzere avucumu doldurdum. Dedi ki, buraya; benim ruhb'umakoy, dedi."[220] Yani yen'ime. Fakat birinci anlam daha doğrudur.

Onlar hem ümit, hem korku içindeyken bize dua ederlerdi[221]; Böylece Allah'ın düşmanını korkutabilirsiniz[222];  Onları korkuttular[223]; yani onları korkmaya şevkettiler. Sadece benden korkun![224] âyetinde geçen sözü, [benden korkun], anlamındadır.

İbadet etmektir; bu da korkuya işlerlik kazandırmaktır. ise, aşın korkudan dolayı ibadet etmede aşırıya gitmektir. Bu anlamda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: İcâd ettikleri ruhbanlık[225]

kelimesi, hem tekil, hem çoğul anlamında kullanılır. Onu tekil kabul edenler, çoğulunu yapar; fakat onu formunda çoğul yapmak daha uygundur.

Devenin ürkmesidir. Bu söz, [korkuttum], fiilinden gelmektedir.

Yine deve için kullanılan[226] ismi de bu kökten gelmektedir. Araplar şöyle der: [Korkutulman rahmet edilmenden daha iyidir].

 

R-h-t

 

Ondan az olan topluluk. Kimisine göre kırk kişiye kadar olan topluluğa denir. Yüce Allah buyurur: Bozgunculuk yapan dokuz topluluk[227]; Kabilen olmasaydı seni taşlardık[228]; Ey halkım, kabilem size göre Allah'tan daha mı üs­tündür, dedi[229]. Jerboanın yuvalarından biridir. Buna de denir. Şair de şöyle der:

Seni hayızh kadınların üzerindeki raht yaparım.[230]

Şiirde geçen hayızh kadınların giydikleri deriden bir giysi olduğu söylenmektedir. Kimisine göre ise hayızh kadının, kendisiyle önünü kapattığı bir bezdir. [Kötülemek amacıyla] şöyle denir: O, raht (hayız be-zi)'tan daha aşağılıktır.

 

R-h-k

 

Problem kendisini zorla kuşattı. [Onu takip ettim], formları gibi. Onları bir aşağılık kaplar[231]; Onu sarp bir yokuşa sardıracağım[232]. Bir sonraki namazın vakti yaklaşıncaya kadar namazını geciktiren kişinin, Namazı geciktirdim, sözü de bu anlamdan gelmektedir.

 

R-h-n

 

Borca karşılık bırakılan teminat. kelimesi de aynı anlamdadır; ancak, özellikle bahiste ortaya konulan şeye denir. Bu her iki kelimenin aslı da mastardır. Bu kökten şu formlar gelir: [Rehine bıraktım]; [onunla bahse girdim]; [o sorumludur]. nin çoğulu; gelir. 2/Bakara 283. âyeti[233] ve[234] Alınan rehinler, şeklinde okunmuştur. Her can, kazandığıyla rehin alınmıştır[235]. Bazılarına göre, bu âyette geçen kelimesi, vezninde olup anlamındadır.  Yani  her can, kazandığıyla vardır.

Kimisine göre ise anlamındadır. Yani her nefis, önceden yaptığı amelin karşılığını görmeye hazır bekletilir. Rehine'den hapsetme anlamı düşünüldüğü için bu kelime, istiare yoluyla alıkonulan her şey için kullanılır. Bu anlamda Yüce Al­lah şöyle buyurur: Kazandığıyla rehin alınmıştır[236]. Falan kişiye rehine bıraktım. Rehine aldım. Malın fiyatını artırdım. Bunun aslı şudur: Satılan eşyanın parasını almazdan önce ileride tamamını tahsil etmeyi garantilemek için müşteriden alınan maldır.

 

R-h-v

 

Denizi rahv bırak[237]; yani sakin bırak. Kimisine göre ise; "Geniş bir yol bırak" anlamındadır. Doğru olan da budur. Düz çöl anla­mındaki kelimesi de bu anlamdan gelmektedir. Suyun toplandığı her basık yüzeye denir. Bu anlamdan [Hadis'te] şöyle denilmektedir:

Rahv'de Suyun aktığı yerde] şuf a yoktur."[238] Bir bedevi, iri bir deveye bakıp şöyle dedi: [İki hörgüç arasında bir aralık].

 

R-y-b

 

[Falan şey beni şüpheye düşürdü], denir. Bir şey hakkında bir zanda bulunup da sora onun açığa çıkmasıdır. Bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Kendisinde hiç şüphe yoktur[239]. ise, bir şey hakkında bir zanda bulunup da sora onun açığa çıkmamasıdır. Yüce Allah şöy­le buyurmaktadır: insanlar eğer öldükten sonra dirilmekten kuşkuda iseniz[240]; Kulumuza indirdiğimizden şüphe içinde iseniz[241].

Âyet, bu hususta bir şüphenin olmadığına dikkat çeker. Yüce Allah'ın; Zamanın   getireceği  Ölüm[242] âyetinde ölümü reyb diye nitelendirmesi, ölümden şüphe duyulduğu için değil, zamanının belirsizliğinden dolayıdır. İnsan sürekli olarak, ölümün kendisinde değil, zamanı konusunda bir kuşku içindedir. Şair bu anlamda şöyle der:

insanlar ebedi yaşayamayacaklarını bilmektedirler;

Keşke bildikleri oranda amel etselerdi.[243]

Şu şiir de aynı anlamdadır:

Sen zamandan ve onun getireceği ölümden mi acı çekiyorsun[244]

Kur'ân hakkında derin bir şüphe içindedirler[245]; Saldırgan, şüpheci[246]. de tıpkı gibidir:   Kuşkuya mı düştüler, yoksa Allah'ın ve resulünün kendilerine haksızlık yapacağından mı korkuyorlar?[247]; Gözlediniz, şüpheye düştünüz[248]. Yüce Allah, müminlerden şüpheyi nefyetmektedir: Kendilerine kitap verilenler ve inananlar şüpheye düşmesinler[249]; Sonra şüphe et­mediler[250].

Hadiste de şöyle denilmektedir: "Şüpheli olanı bırak; şüphe duymadığına bak!"[251] Zamanın hadiseleri. Zamanın reyb ile nitelendirilmesi, onda olacağı zannedilen oyun ve hilelerden dolayıdır. kökünden bir isimdir:   

Yaptıkları   bina,   kalbleri parçalanıncaya dek yüreklerinde bir kuşku olarak kalacaktır[252]. Yani yapıkları bina, onların besledikleri kine ve inançlarının azlığına delâlet eder.

 

R-v-h

 

ve temelde birdirler; ama nefse isim yapılmıştır. Şair ateşi anlatırken şöyle der: dedim ki; ateşi kendine çek ve onu canlandır;

Ruhunla [Nefesinle] ve ateşe ölçülü, yavaş bir şekilde iifle.[253]

Zira nefs ruhun bir bölümüdür. Bu, tıpkı İnsanın hayvan diye isimlendiril­mesi gibi nevin, cinsin İsimi ile isimlendİrilmesidİr. Ruh; hayatın, hareketin, men­faatleri elde etmenin ve zararları defetmenin kendisiyle meydana geldiği cüzüne i-sim olmuştur. İşte şu âyette zikredilen budur: ruhtan sorarlar. De ki: "Ruh, Rabbimin emrindendir"[254].  ruhumdan üfledim[255].

Yüce Allah, ruhu, mülkü olduğu için kendi nefsine izafe etmiş; bununla da onu şereflendirmiş ve yüceltmiştir. Tıpkı şu âyetlerde olduğu gibi: Evimi temizle[256]; Ey Kullarım![257]. Meleklerin ileri gelen-leri de ruh diye isimlendirilirler: O gün Rûh ve melekler, sıra sıra dururlar[258]; Melekler ve Ruh yükselirler[259].

Cebrail şu âyette Ruh: Onu Güvenilir Ruh indirmiştir[260]; şu âyetlerde ise Ruhulkudüs diye isimlendirilmiştir: De fa': "Ruhulkudüs onu indirdi"[261]; Onu Ruhulkudüs'le güçlendirdik[262]. Şu âyette de Hz. İsa, ölüleri dirilttiği için Ruh diye isimlendirilmiştir: Kendisinden bir Ruh'la[263]. Kur'ân'a da;  

Ahiret yurdu gerçek hayattır[264] âyetinde belirtilen ahiret hayatına vasıta olduğu için şu âyette Ruh denilmiştir: İşte sana da böyle emrimizden bir ruh vahyettik[265].

Nefes alıp vermektir. İnsan nefes alıp verdi, Ohû rahatlık ve reyhan vardır[266] ayetinde geçen       kelimesi kokusu olan şey; bazılarına göre ise rızık anlamındadır. Şu âyette, yenen tane'ye denir: Yapraklı ve hoş kokulu taneler[267].

Bir bedeviye, "Nereye?" diye soruldu; o da şöyle cevap verdi: Yani Allah'ın rızkını aramaktayım. Fakat bu kelimenin asıl anlamı yukarıda zikrettiğimiz gibidir. Hadiste de şöyle rivayet edilmektedir: Ço­cuk Allah'ın reyhanmdandır/güzel kokulu bitkisindendir."[268] Bu tıpkı şairin şöyle dediğine benzer:

Çocuğun kokusu ne güzel!

Memleketteki lavanta çiçeği kokusu.[269]

Hadisin anlamı şu da olabilir: "Çocuk Allah'ın rızkındandır." thj [Rüzgâr]:

Bilinmektedir. "O, hareket eden havadır" şeklinde tanımlanmaktadır. Yüce Al­lah'm tekil formuyla rüzgâr gönderdiğini zikrettiği her yerde ondan kasıt azap; ço­ğul formuyla zikrettiği her yerde ise rahmettir.

Tekil forma örnekler: Biz onların üstüne şiddetli bir kasırga gönderdik[270]; Biz onların üzerine bir kasırga ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik[271]; Dondurucu bir rüzgâra benzer[272]; Rüzgârın hışımla saçıp savurduğu[273].

Çoğul forma örnekler: Biz, rüzgârları aşılayıcı olarak gönderdik[274]; Rüzgârları müjdeciler olarak göndermesi O'nun âyetlerindendir[275]; Rüzgâr­ları müjde olarak gönderen O'dur[276].

Allah rüzgâr göndererek bulutu sürer.[277] Bu âyetin rahmet anlamında olması daha açıktır. Âyetteki bu kelime, çoğul olarak da şeklinde] okunmuştur;[278] sahih olan da budur. Kimi zaman istiare yoluyla "galip gelme" anlamında da kullanılır: Rüzgârı­nız/Kuvvetiniz elden gider[279].

Suyun kokusu değişti. Bu kokuşmayla alakalıdır. Rüzgâr göleti savurdu. Rüzgâra girdiler/kapıldılar. Hoş kokulu yağ. Hadiste şöyle rivayet edilmektedir: Cennet kokusunu alamaz."[280] Hadisteki sözü, [bulamaz/alamaz] anlamındadır.

Rüzgârın estiği yer. [Yelpaze]: Rüzgâı- estiren alet. Rüzgâr esintisi, [Falan kişi ailesine gitti]. Bu söz şu İkİ anlamda söylenmiş olabilir: Ailesine rüzgâr gibi hızlı gitmiş; veya ailesine dönmekle onlara hoş bir mutluluk vermiştir.

kelimesi kökünden gelmektedir. Şu serbest ve rahat bir şekilde yap. Bir işi iki kişinin nöbetleşe yapmasıdır.

kelimesi istiare yoluyla, insanın gün ortasında istirahat ettiği zaman için kullanılır. Bu anlamdan şöyle denilmektedir: [Develerimizi barınaklarına koyduk].

[Hakkını ona verdim], sözü de [Develeri barınaklarına yerleştirdim], anlamından istiare edilmiştir. Develerin barındığı yerdir. Ağaç yaprak çıkardı.

kelimesinden genişlik anlamı düşünülmüş ve [geniş çanak], denilmiştir. Allah'm ravhinden ümidinizi kesmeyin[281]; yani Allah'ın ferahlık vermesinden ve O'nun rahmetinden. Bu da kelime­sinin içerdiği anlamlardan biridir.

 

R-v-d

 

Bir şeyi kibarca tekrar tekrar istemektir, [İstedi], denir. Bu anlamdan otlak arayan kişiye aflj denir. [Otlak bulmak için develeri götürüp getirdi]. Bu kelimenin yumuşaklık anlamı nokta-i nazarından şöyle denir: [Kadın teenni ile yavaş yavaş yürüdü]. Bu anlamdan [sürme çekilen kelimesi türetilmiştir, Yavaş hareket etti, etmektedir. Bu anlam­dan kelimesi türetilmiştir. [Şiir (okuma)yı bırak, bir-ıkı gün beklesin].

bir şeyin ardında koşturmak anlamına gelen fiilinden gelmektedir. kelimesinin asıl anlamı; şehvet, dilek ve umuttan oluşan bir güçtür. Bu kelime, yapılmasının veya yapılmamasının gerekli olduğuna karar verilen bir şeye nefsin mey­letmesi için ad yapılmıştır. Bu kelime kimi zaman işin evveli için kullanılır; o da nef­sin bir şeye olan meylidir/özlemidir. Kimi zaman da işin sonu için kullanılır; o da o i-şin yapılmasının veya yapılmamasının gerekli olduğuna karar vermektir.

İrade kelimesi Allah için kullanıldığında onunla başlangıç değil, sonuç kastedi­lir. Zira Yüce Allah meyletme/özlem duyma anlamından münezzehtir. "Allah şunu i-rade etti", denildiği zaman, şu kastedilir: "Allah, onun şöyle değil de böyle olduğuna karar verdi." Örneğin şu âyet gibi: 

Allah sizin için bir kötülük dilese veya bir rahmet dilese[282].

Bazen irade zikredilir fakat ondan emir anlamı kastedilir. Örneğin; [Senden şunu istiyorum]", dersin; fakat ondan; "Sana şunu emrediyorum", anlamını kastedersin. Şu âyet bu anlamdadır: Allah sizin için kolaylık ister, güçlük istemez[283].

Bazen de irade kelimesinde istemek/talep etmek anlamı kastedilir: Onlar yeryüzünde böbürlenmek istemezler[284]; yani, onu kastetmezler ve talep etmezler.

İrade, ihtiyarî güç bakımından olduğu gibi, zorlama ve duygu bakımından da olmaktadır. Bundan dolayı irade kelimesi cansız varlıklarda ve hayvanlarda da kulla­nılır: Yıkılmak isteyen bir duvar[285]. [Atım saman istiyor].

İrade konusunda başkasıyla çekişip onun istediğinin dışında bir şey istemen veya onun aradığının dışında bir şey aramandır.

[Falan kişiyi şu şeyden geri çevirdim]. Yüce Allah şöyle bu-yurmaktadır: Beni kendine o çağırdı[286]; Vezirin karısı hizmetçisini baştan çıkarmaya çalışıyor[287]; yani onu görüşünden döndürüyor. Şu âyetler de bu anlamdadır: çıkarmak istedim[288]; O'nun hakkında babasını ikna etmeye çalışacağız[289].

 

R-e-s

 

[Baş]: Bilinmektedir. Çoğulu gelir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Baş, ihtiyarlık aleviyle tutuştu[290]; Başlarınızı tıraş etmeyin[291]. [Baş], reis/lider anlamında da kullanılır. Kafası büyük olan. Siyah başlı koyun, Kılıç kabzası.

 

R-y-ş

 

[Kuş tüyü]: Bilinmektedir. Bazen bu kelime sadece kanatlar anla­mında kullanılır. İnsan için elbise ne ise kuş için de tüy öyledir. Bu benzerlikten dolayı tüy, istiare yoluyla elbise anlamında kullanılır:    

Ey Âdem oğulları, size çirkin yerlerinizi Örtecek giysi ve tüy (süslenecek elbise) indirdik.  Korunma giysisi, en iyisidir[292]. [Ona, tüyleriyle beraber bir deve verdi]; yani üzerindeki elbise ve aletlerle birlikte.

Okun üzerine tüy koydum. Bu kelime istiare yoluyla bir şeyi ıslah etmek anlamında da kullanılır: Falan kişiyi ıslah et­tim; o da ıslah oldu, denir. Bu anlamda şair de şöyle der:

Beni güzellikle ıslah et; çünkü uzun süre bana zarar verdin;

Dostların en iyisi ıslah edip zarar vermeyendir.[293]

İnce/zayıf mızrak. Mızrak, tüyün zayıflığı/hafifliği düşünülerek bu şekilde nitelendirilmiştir.

 

R-v-d

 

Suyun biriktiği yer, yeşillik: Onlar (çiçekli, ırmaklı) bir bahçe içinde neşelendirilirler[294]. Bu kelimenin su anlamı nokta-i nazarından şöyle denmiştir: Vadinin suyu çoğaldı. Onları [suyla] kandırdı/doyurdu.

Bir işi rahat yapması ve maharet kazanması için nefsi çokça alıştırmaya tabi tutmak. Şu söz bu anlamdan gelmektedir: [Hayvanı terbiye etümj. Nefis alıştırma yapmaya güç yetirdiği; veya elverişli/geniş olduğu sürece şu işi yap. Bu durumda söz konusu kelime, köklerinden gelmiş olur. Onlar bir mutluluk-esenlik ve bahçesinde ağırlanacaklardır[295]; yani cennetteki güzellikler ve zevk alman şeyler içinde. Cennetlerin bahcelerindedir[296] âyeti de iman edip yararlı amellerde bulananlara ahirette zahirî açıdan hazırlanan şeye işarettir. Kimisine göre ise bu âyet, Allah'ın söz konusu kişileri layık gördüğü ilim ve ahlaka işarettir ki; onlara sahip olanm kalbi huzura kavuşur.

 

R-y-a

 

Uzaktan görünen yüksek yere denir. Tekili gelir. Bu anlamda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Siz her yüksek yere bir alâmet dikerek eğleniyor musunuz?[297]. Yükseklik anlamında şöyle denir: Kuyunun etrafında yükselen toprak yığını. Her şeyin ortaya çıkan ön tarafları. Bu anlamdan istiare yoluyla meydana gelen artış ve yüksekliğe denir. Şu söz de bu anlamdan gelmektedir: [Serap gidip geldi].

 

R-v-a

 

Kalb anlamındadır. Hadiste şöyle geçer: "Cebrail ruhuma/kalbime üfürdü/fısıldadı...”[298] Kalbe isabet etmektir. Kalbe gelen korku anlamında da kullanılır: İbrahim'den korku gidince[299]. Denir ki; [Onu korkuttum]; [Falan kişi kor kutuldu]. Korkak deve. Güzelliğiyle ürküten. Sanki güzelliğiyle korkutmaktadır; tıpkı şairin şöyle dediği gibi:

Onunla bir mecliste göğüs göğse gelmen seni korkutur.[300]

 

R-v-ğ

 

Hile yapmak üzere sapmak. Bu anlamdan şöyle denir: [Tilki kurnazlık yaptı, yapmaktadır], Eğri yol/Düz olmayan yol. Sanki bu yol kandırmaktadır. Falan kişi falanı kandırdı.

Falan kişi falan kişiye, ondan hileyle istediği bir şeyden do­layı yöneldi. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Ailesine yöneldi[301]; Üzerlerine yürüyüp onlara tüm gücüyle vurdu[302]; yani meyletti. Asıl anlamı ise, onlara bir çeşit hileyle yaklaştı. Ayette geçen edatıyla da istila/kuşatma anlamına işaret edilmektedir.

 

R-e-f

 

Rahmet/iyilik. [Merhametli oldu], [O, merhametlidir]; tıpkı -ki' ve formları gibidir.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Onlara olan acıma duygunuz Allah'ın yasasını uygulamakta size engel olmamalı[303].

 

R-v-m

 

Elif lam mim * Rumlar yenildi[304]. bilinen ırk (Romalılar)  anlamında kullanıldığı gibi, (Romalı) sözcüğünün çoğulu olarak da kullanılır; tıpkı sözcüğü gibi.

 

R-y-n

 

Parlak bir şeyin yüzeyinde   yükselen  pas. Yüce   Allah    şöyle buyurmaktadır: Doğrusu, işledikleri günâhlar

kalplerini kaplamış[305]. Yani işledikleri günâhlar, kalplerinin parlaklığı üzerinde bir pas gibi olmuştur. Dolayısıyla hayrı serden ayırt edemez oldular. Şair de şöyle der:

Uyku onları bastı.[306] [Kalbinin üzerine pas tutmuş].

 

R-e-y

 

Bu kelimenin ikinci harfi hemze, üçüncü harfi ise ya'dır. Nitekim Araplar bu kökten, kelimesini türetirler. Şair bu iki harfi birbirleriyle değiştirerek şöyle der:

Beni gören her dost der;

Senin için: Bu (adam), bugünün veya yarının lideridir.[307] Bu kökten gelen muzari fiilden hemze hazfedilir; şeklinde gelir. Kur'ân'da da şöyle geçmektedir: Eğer insanlardan birini görürsen[308]; Rabbimiz, bizi saptıran cin ve insanları bize göster[309]. Âyette geçen sözü, [râ harfinin sükûnuyle] şeklinde de okunmuştur.[310] Görünen şeyi farketmektir. Bu da nefsî güçlere göre farklı kısımlara ayrılır:

1- Duyu ve onun yerine geçen şeylerle görmek:

Siz   cehennemi  göreceksiniz *   Sonra   onu   gözünüzle   apaçık göreceksiniz[311]; Allah'a yalan

uyduranların kıyamet günü yüzlerinin kapkara kesildiğini görürsün[312]. Şu âyetteki görmek, duyuların yerine geçmektedir; zira Yüce Allah duyularla görmekten münezzehtir: Allah, yaptığınızı görecektir[313]. O ve kabilesi sizin onları görmediğiniz yerden sizi görürler[314].

2- Hayal ve tasavvur ile görmek: [Zeyd'in serbest olduğunu görmekteyim/hayal etmekteyim]. Şu âyet de bu anlamdadır: İnkar edenlerin canlarını melekler alırken bir görseydin[315].

3- Tefekkür ile görmek: Ben sizin görmediğinizi görüyo­rum[316].

4- Akıl ile görmek. Şu âyet bu anlamdadır: Onun gördüğünü kalbi yalanlamadı[317]. Şu âyet de bu anlama hamledilmiştir: Andolsun onu bir kez daha görmüştü[318].

fiili iki mefûl aldığında ilim anlamına gelir: Kendilerine ilim verilmiş olanlar görüyorlar/biliyorlar ki...[319]; //^r ne kadar beni, malca ve evlatça kendinden az görüyorsan da[320]. gibi kullanılır. Ona zamiri eklenir; zamiri de tesniye, cemi ve te'nis formlarında olduğu gibi kalır; değişiklik tâ'de değil, kâf te meydana gelir: Şu benden üstün yaptığını gördün [321]; De fa'; "Kendinizi hiç düşündünüz mü?"[322]; Bir kulu engelleyeni gördün mü?[323]; De ki: Allah'tan başka yalvardıklanmzı gördünüz mü?[324].

De ki; 'Ne dersiniz, eğer Allah  üzerinizde geceyi tâ kıyamet gününe kadar aralıksız, devam ettirse[325]; De ki "Afe dersiniz, eğer bu Kur'ân Allah tarafından ise ve siz de onu inkâr etmişseniz[326]; Gördün mü! dedi. Kayaya sığındığımız vakit[327]. Bütün bu âyetlerde uyarı anlamı vardır.

Nefsin/kişinin, zann-ı galip ile iki zıttan birine inanmasıdır. Şu âyet bu anlamdadır: Onları, göz, görmesiyle kendilerinin iki katı görüyorlardı[328]. Yani onları, gözle görmenin gerektirdiği ölçüde, kendilerinin iki katı olduklarını zannediyorlardı. veya [Bunu gözümün önünde yaptı], denir.

ve Bir şey hakkında düşünmek; kanaat sahibi olmak için akla gelen düşünceler arasında tercih yapmaktır. ve Tefekkür eden/düşünen. fiili edatiyla muteaddî olduğunda, ibret almaya sevkeden nazar/düşünme anlamına gelir: Rabbinin gölgeyi nasıl uzatmakta olduğunu görmedin/mi?/düşünmedin mi?[329]

Allah'ın sana gösterdiği şekild[330]; yani sana öğrettiği ve bildirdiği şekilde. Görünsün diye dikilen alâmet/işaret.

Falan kişiyle birlikte bir peri var. Deve gebe olup, gözle görülecek kadar belirgin olduğunda; mâl denir. Uykuda görünen şey/rüya. Bu kelime veznindedir. Kimi zaman hemzesi tahfif edilip vav ile okunur. Hadiste şöyle geçer: Nübüvvetin haber veri­cilerinden sadece rüya kalmıştır."[331]

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Andolsun, Al­lah, Elçisinin rüyasını doğru çıkardı[332]: Sana gösterdiğimiz rüyayı sadece insanlar için bir imtihan kılmışızdır[333]. İki topluluk birbirini görünce[334]. Yani onlardan her biri diğerini görecek şekilde birbirine yaklaştılar ve karşı karşıya gel­diler.

Hz. Peygamber'in şu hadisi de bu anlamdadır: Onların ateşi birbirine karşı gelmez.[335] Evleri karşı karşıyadır.

Şunu insanlara gösteriş için yaptı.

[Ayna]: Eşyanın suretinin göründüğü şeydir. Bu kelime vezninde olup kökünden gelmektedir. Tıpkı 'ın den geldiği gibi. Çoğulu ise gelir. [Akciğer]: Kalpten yayılan organ. Çoğulu da kendi lafzından gelir. Şair Ebu Zeyd şöyle der:

Onları öyle kızdırdı ki, kızgınlık ulaştı; Onların kalp, karaciğer ve akciğerlerine[336] Ciğerine vurdum.

 

R-v-y

 

Çok kandıran su. kelimesi, ve Uygun bir yer[337] veznindedir. Şair şöyle der:

Kim Fek 'te kuşku duyarsa işte bu Felç 'tir;

Kandıran bir su ve açık bir yol.[338]

Onlar daha varhktı ve daha gösterişli idiler[339]. Âyette geçen kelimesi, hemzesiz okuyanlara göre[340] kökünden gelmektedir.

Buna göre, "Sanki güzellikte doyuma ulaşmıştır", anlamında olur. Hemzeli kıraate göre ise,[341] "Güzelliğinden dolayı dikkatle bakılan şey", anlamındadır.

Kimisine göre de söz konusu kelime, kökünden olup hemzesi hazfedilmiştir. Görünen güzelliğe denir. [Güzel manzara] da bu kökten gelir. Kimisine göre ise, kökünden dönüşmüştür.

Ebu Ali el-Fesevî şöyle der: kelimesinin, [Göz nazarında güzel oldu], sözünden geldiği söylenmektedir. Fakat bu doğru değildir. Çünkü kelimesindeki harfi kelimenin aslına ilavedir; hjy ise veznindedir. Sen görülecek ve işitilecek yerdesin; yani sen yakın bir yerdesin. Bu söz şeklinde harfinin aülmasıyla da telaffuz edilmektedir. [görülen yer] kelimesi, vezninde olup fiilinden gelmektedir.

 

KİTÂBU'Z-ZÂİ

 

Z-b-d

 

Köpük tuttu. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:   

Köpük yok olup gider[342]. [Tereyağı], renk bakımından köpüğe benzediği için ondan türemiştir. Ona köpük gibi bol miktarda mal verdim. [Ona tereyağı yedirdim]. Tereyağı gibi beyaz olan bir çiçektir.

 

Z-b-r

 

Büyük bir demir parçasıdır. Çoğulu, gelir: Bana demir kütleleri getirin[343]. Saça da denir; çoğulu gelir ve istiare yoluyla bölünen şeyler için de kullanılmaktadır:  Onlar din konusunda aralarında bölük bölük oldular[344]; yani din konusunda değişik  guruplara ayrıldılar. Kitabı  kalın  bir yazıyla Kalın yazıyla yazılan her kitaba, zebur ismi verilir. Zebur, Hz. Davud'a inen Kitab'a özel isim olmuştur: Davud'a da Zebur'u vermiştik[345]; Andolsun, Zikir'den sonra Zebur'da şunu yaz­mıştık[346]. harfinin zammıyla da okunmuştur. Bu kelime, jjö'in çoğuludur. Tıpkı rin çoğulu geldiği gibi; veya yj'in çoğuludur. tıpkı gibi isim yapılan bir mastardır. Sonra yj şeklinde çoğul yapılmıştır; in şeklinde çoğulu yapıldığı gibi.

Kimisi, ilâhî kitablardan anlaşılması zor olan her kitabın Zebur diye isimlendirildİğini söyler. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: O, şüphesiz daha öncekilerin zübüründe/kitaplarında da vardır[347]; Eğer seni yalanladılarsa, açık delil­ler, zübür ve aydınlatıcı kitap getiren nice peygamberler de yalancılıkla itham e-dilmişlerdi[348];  Yoksa sizin için zübür'de bir beraat mı var?[349]; İşledikleri her şey, zübür'de mevcuttur.

Bazılarına göre zebûr, şer'î hükümleri değil, sadece aklî hükümleri içeren kitabın adıdır. Kitab ise, ahkâm ve hikmetleri içeren şeyin ismidir. Hz. Davud'a inen Zebur'un hiçbir hükmü içermemesi, buna delil teşkil etmektedir, [Elbisenin görünen dikişi], bilinmektedir.[350] Omzunun çıkıntısı büyük olan kişiye denir. Bu anlamdan, kızan kişiye; Omzu hiddetlendi, denir.

 

Z-c-c

 

[Cam]: Şeffaf taşa denir. Tekili gelir: O lamba kristal bir fanus içindedir; o fanus da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir[351]. Mızrağın alt tarafında bir demirdir. Çoğulu gelir. Adamı dipçikledim. Mızrağa zücc/dipçik taktım. Mızrağın dipçiğini söktüm, Okun dipçiğine benzetilerek kaslardaki inceliğe denir, Uzun ayaklı erkek devekuşu. Uzun ayaklı dişi devekuşu.

 

Z-c-r

 

Ses ile kovmaktır, [Onu kovdum, o da kovuldu], denir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Doğrusu o,  bir tek çığlıktır[352]. Bu kelime kimi zaman kovma anlamında, kimi zaman da ses an­lamında kullanılır,  Andolsım sürdükçe sürenlere[353]; yani, bulutlan sürükleyen meleklere. Andolsun ki; on­lara, vazgeçiren nice Önemli haberler gelmiştir[354]; yani kötülüklerden meneden. "Delidir" demişlerdi ve zecredilmişti[355]; yanı kovulmuştu. Burada zecrim kullanılması, kovulana bağırmalarından dolayı­dır. Tıpkı şöyle demek gibidir: [Arkaya dönüp git, uzaklaş!].

 

Z-c-y

 

Bir şeyin gitmesi için onu itmektir/sürüklemektir. Kötü devenin itilmesi ve rüzgârın bulutu itmesi gibi. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Görmez misin ki Allah bulutları sürüklüyor[356]; Rabbiniz odur ki, lütfunden nasip arayasınız diye sizin için denizde gemiler yürütüyor[357]. Şu sözler bu anlamdan alınmıştır: [Yürütülen adam]; [Kötü hurmaları ayıkladım, onlar da ayıklandı]. Şu sözler de bu anlamdan istiare edilmiştir: [Haraç toplandi-toplanıyor]; Toplanan haraç]. Şair de şöyle der:

Ziyaretçiden eksik olmayan bir ihtiyaç.[358]

Yani, az değer verilmesinden dolayı, def ve sevkedilmesi mümkün olan az bir şey değildir.

 

Z-h-z-h

 

Ateşten uzakkıştırüıp cennete sokulan kimse ar­tık kurtulmuştur[359]; yani cehennemdeki yerinden uzaklaştırılan.

 

Z-h-f

 

'in asıl anlamı, ayağın sürüklenmesiyle birlikte olan harekettir. Örneğin; henüz yürüyemeyen çocuğun emeklemesi, yorulduğu zaman ayaklarını sürükleyen devenin yürümeye çaba göstermesi ve fazla kalabalıktan dolayı yürümekte zorluk çeken askerin seyri gibi.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Ey iman edenler! Toplu olarak kâfirlerle karşılaştığınız zaman, onlara ar­kalarınızı dönmeyin (kaçmayın)[360]. Kasıt olmaksızın düşen oktur.

 

Z-h-r-f

 

Hoşa giden süstür. Bu anlamdan altına denilmektedir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Nihayet yer takılarını kuşandığı ve süslendiği... sırada[361]; Yahut zuhruften bir evin olmalı[362]; yani, hoşa giden altından, Nice zuhruf (altınlar) verirdik[363]; Al­datmak için birbirlerine zuhruf (yaldızlı sözler) fısıldarlar[364]; yani in­sana zevk veren sözler.

 

Z-r-b

 

in çoğuludur. Bu, bir yere nisbet edilen boyalı bir tür elbisedir. Kur'ân'da teşbih ve istiare yoluyla şöyle geçmektedir: Serilmiş halı­lar[365]. ve Koyun barınağı ve avcı pususuna denir.

 

Z-r-a

 

Bitkilerin bitmesidir. Bu, beşerî değil, ilâhî bir etkinlikle olmaktadır. Bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: (: Siz mi bitiriyorsunuz onu, yoksa bitirenler bizler miyiz?[366]. Yüce Allah bir ön­ceki âyette ekin ekmeyi insanlara nisbet etmekte; bu âyette ise, bitkilerin bitirilmesi­ni onlardan nefyederek kendi nefsine nisbet etmektedir. İnsan, ekinin oluşmasını sağlayan sebeblerin faili olmasından dolayı bu fiil ona da nisbet edilir. Örneğin, bit-kının yetiştirilmesindeki nedenlerden biri olduğun zaman; [Şu bitkiyi bitir­dim], dersin.

 aslında mastardır ve ekilen anlamında kullanılmaktadır: Çorak toprağa suyu salıyoruz da onunla ekinler çıkarıyoruz[367]; Ekinler, güzel makamlar![368]. Ekine benze-tilerek; [Allah çocuğunu büyütsün], denir; tıpkı dendiği gibi. ve Çiftçiye denir. Bitki yetişti.

 

Z-r-k

 

Beyaz-siyah arasında bir renktir. [Gözü mavi oldu], denir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:  Suçlarını o gün mavi olarak toplarız * Aralarında gizli gizli konuşurlar[369]; yani gözleri nursuz kör olarak. bir kuştur, [Kuş pisledi, pisliyor], denir. Ona mızrak attı.

 

Z-r-y

 

Onu ayıpladım, Onu tahkir ettim, küçümsedim. formu da aynı anlamdadır. Bu fiil, vezninden gelmektedir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Sizin gözlerinizin hor gördüğü kimseler için "Allah onlara bir hayır vermeyecek" demem[370]; yani gözlerinizin küçümsediği. âyet ifadesinin takdiri şöyledir: Yani, gözlerinizin küçümsediği ve itibara almadığı kimseler.

 

Z-a-k

 

Aşırı derecede tuzlu su. Öyle çok tuzlu yemek ki, tuzlu suya döndü. Bağırmasıyla onu korkuttu. Korktu. Çok ses çıkaran kişi. Çok nara atan kişi.

 

Z-a-m

 

Yalan ihtimali bulunan sözün naklidir. Bunun için bu kelimenin Kur'ân'da geçtiği her yerde onu iddia edenler bundan dolayı yerilmişlerdir: İnkarcılar, diriltilmeyeceklerini iddia ettiler[371];

Oysa siz, böyle bir buluşmayı gerçekleştirmeyeceğimizi iddia etmiştiniz[372]; Nerede iddia etmekte olduğunuz ortaklarınız?[373]; De ki: "O'ndan başka (tanrı olduğunu) iddia ettiğiniz şeylere yalvarırı!"[374]. Sözlü veri­len teminata ve liderliğe denir.

Kefil ve lidere de denir. Çünkü her ikisinin söylediklerinin yalan ihtimali olduğuna inanılmaktadır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Ben buna kefilim[375]; Onların hangisi buna kefil olacak?[376]. Bu kelime, ya kefalet anlamındaki 'ten veya söz söyleme anlamındaki den gelmektedir.

 

Z-f-f

 

[Deve koştu, koşuyor]; [Sürücüsü onu koşturdu]. 37/Saffât 94. âyeti, farklı kıraatlere göre farklı anlamlara gelir: [Yâ harfinin fethi ile] Hemen koşarak ona gittiler. [Yâ harfinin zammı ile][377] Arkadaşlarını ona doğru koşmaya şevkettiler.

in asıl anlamı, rüzgârın esmesi ve yer yer uçan, yer yer yürüyen deve kuşlarının hızlı gitmeleridir.

Deve kuşu koştu. [Gelini akrabasının evinden alıp damadın evine götürdü], deyimi de bu anlamdan istiare edilmiştir.

Sürati gerektiren istiare, gelinin yürüyüşünden dolayı değil, mutluluk hafif-liğiyle gitmesinden dolayıdır.

 

Z-f-r

 

Onlar için bir inleme/soluma vardır![378]. Göğüs şişinceye kadar nefesin sert biçimde gidip gelmesidir. Falan kişi falan şeyi zorla yüklendi, bundan dolayı nefesi gidip geldi. Su çeken cariyelere denir.

 

Z-k-m

 

Zakkum ağacı * Günahkârların yemeğidir[379]. cehennemdeki kötü bir yiyecek ismidir. Şu deyim bu an­lamdan istiare edilmiştir: [Falan kişi zakkum yedi]. Bu söz, kişi kötü bir şeyi yuttuğunda söylenir.

 

Z-k-v

 

Bu kelimenin asıl anlamı, Yüce Allah'ın bereketinden kaynaklanan ar­tıştır. Bu, dünya ve ahiretle ilgili işlerde bu olur. Ekin'de bir artış ve bereket mey-dana geldiğinde; denir. Hangi yiyecek daha temiz ise ondan size bir azık getirsin[380] âyeti, akıbeti kötü olmayan helal yiyeceğe işarettir..

İnsanların, Yüce Allah'ın hakkından fakirlere verdikleri malın adı olan zekât da bu anlamdan gelmektedir. Zekâta bu ismin verilmesi, ondan dolayı umulan be­reketten veya nefsin arındırılmasından; yani nefsin hayır ve bereketlerle olgunlaş­masından dolayıdır. Ya da bu her ikisinden dolayı bu ismi almıştır. Çünkü söz ko­nusu olan bu her İki hayır da zekatta vardır.

Yüce Allah şu âyette zekatı namazla birlikte zikretmiştir: Namazı kılın, zekatı verin[381]. İnsan, nefis tezkiyesi ve temizliğiyle dünyada övülmeye değer nitelikleri ve ahirette de ecir ve mükâfatı hak ede­cek duruma gelir. Bu da insanın, kendisini arındıracak şeyleri yapmayı amaç e-dinmesiyle olur.

Bu eylem kimi zaman insana nisbet edilir; çünkü onu kesb eden/elde eden insandır: Benliği arındıran gerçekten kurtulmuştur[382]. Kimi zaman da Yüce Allah'a nisbet edilir; çünkü bu işin gerçek faili O'dur: Hayır, Allah dilediğini aklar[383].

Kimi zaman da Peygamber'e nisbet edilir; çünkü Peygamber, insanları arın­dıracak şeyleri onlara ulaştırma konusunda vasıtadır:    

Onların mallarından, kendilerini temizleyeceğin, yücelteceğin bir sa­daka al[384]; Size aranızdan bir resul göndermişiz; size ayetlerimizi okuyor, sizi arıtıyor[385].

Kimi zaman da arınmanın âleti olan ibadete nisbet edilir: Katımızdan bir kalp yumuşaklığı, bir temizlik verdik[386]. Melek: Ben, yalnızca, sana tertemiz bir erkek çocuk bağışlamam için Rabbinin bir elçisiyim, dedi[387]; yani yaradılıştan arındırılmış. Bu da zikrettiğimiz gibi seçme yoluyladır. Şöyle ki, Yüce Allah, bazı kullarını, eğitim ve öğretimle değil, ilâhî tevfikle bilgi sahibi ve temiz karakterli yapar. Bütün nebi ve resuller böyledir. Âyette Hz. İsa'nın arındırılmış olarak nite­lendirilmesi, o zamanki durumuyla değil, gelecekteki durumuyla da alakalı olabi­lir. Yani daha sonra arındırılacak demektir.

Onlar zekâtı ifa ederler[388]. Yani yaptıkları   ibadetleri,   Allah'ın   kendilerini   arındırması   veya  kendi   nefislerini arındırmaları için yapmaktadırlar. Bu her iki anlam da aynıdır. Ayette geçen kelimesi, nin mef ûlu değil, ondaki edatı illet ve amaç ifâde eder. İnsanın kendi nefsini tezkiye etmesi iki kısma ayrılır:

Biri fiille yapılan tezkiyedir. Bu tür tezkiye övülmekte ve şu âyetlerde kesdedilen de odur: Benliği arındıran gerçekten kurtulmuştur[389]; Benliğini arındıran, kurtuluşa gerçekten ermiştir[390].

Diğeri sözle yapılan tezkiyedir: Adil birinin başkasını tezkiye etmesi gibi. Fakat insanın kendi kendini tezkiye etmesi, yerilen bir şeydir. Nitekim Yüce Allah bundan   nehyetmektedir:  Nefislerinizi  temize  çıkarmayın

[391]. Yüce Allah'ın bunu menetmesi, terbiye etmeye matuftur. Çünkü insanın kendi şahsını övmesi hem aklen, hem şer'an çirkin bir şeydir. Nitekim bir hakim/bilge, kendisine; "Gerçek olsa bile güzel olmayan şey nedir?" diye sorulan soruya, "Kişinin kendi kendini övmesidir" diye cevap vermiştir.

 

Z-l-l

 

Bu kelimenin asıl anlamı, kasıt olmaksızın ayağın kaymasıdır. [Ayağı kaydı, kayıyor], denir. Kaygan yere denir. Kasıt olmadan işlenen günâha, -ayak sürçmesine benzetilerek- denmektedir.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Size apaçık deliller geldikten sonra, yine de kayarsanız, şunu iyi bilin k Allah azizdir, hakimdir[392]; Şeytan onların ayakların kaydırdı[393]. Onu kaydırmaya çalıştı.

İki topluluğu, karşılaştığı gün, içinden yüz çevirenlerin, yaptıklarının bir kısmından ötürü şeyta, ayaklarım kaydırmak istemişti[394]. Yani, şeytan onları saptırıncay kadar sürüklemeye çalışmıştı. Çünkü insanın, küçük günâh işlemede kendine rur sat vermesi, şeytanın kendisine musallat olmasını kolaylaştırır.

Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: Kime bir mm kaydırılmışsa buna şükretsin?[395] Yani verenin kasdı olmaksızın kime bir nimetVm ulaşılmışsa.

Bu hadis şuna dikkat çekmektedir: Kasıt olmadan yapılan iyiliğe teşekk etmek gerekliyse, bilerek yapılan iyiliğe teşekkür etmek daha da gereklidir.

Sallanmaktır. Bu kelimdeki harflerin tekrarı, ondaki titreme anlamın tekrarına işarettir: Yer o sarsıntıyla sarsıldığında[396]; Şüphe yok ki kıyametin sarsıntısı pek büyük bir şeye[397]; Şiddetli bir sarsıntıyla sarsılmışlardı[398] Yani korkudan ötürü sendelendiler.

 

Z-1-f

 

Mertebe ve itibardır[399]. Bazılarına göre âyetin anlamı şudur: Kâfirler, müminlerin makamlarını gördüklerinde, -ki onlar bundan mahrum bırakılmışlardır-. Denilir ki; aiJj kelimesinin azap konumu için kullanıl­ması, tıpkı îjü^/müjde ve benzeri lafızların [tahkir amacıyla] azap için kullanılması gibidir.

Gecenin aşamalarına denir: Geceye yakın saatlerde[400]. Şair de şöyle der:

Geceleri aşama aşama dürdü.™

İtibar/yakınlık anlamındadır. Bu anlamda Yüce Allah şöyle buyurmak­tadır: Biz bunlara, sırf bizi Allah'a yaklaştırmaları i-çin tapıyoruz[401]. Makamlar, aşamalar. Ona değer ver­dim/onu yaklaştırdım. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Ötekileri de oraya yaklaştırdık[402]; Cennet takva sahiplerine yaklaştırılır[403].

isminin [belli bir] geceye tahsis edilmesi, insanların bu gecede Arafat'tan indikten sonra Mina'ya yakın olmalarından dolayıdır. Hadiste de şöyle buyrulmaktadır: Allah'a iki rekât namazla yaklaşınız."[404]

 

Z-l-k

 

ve anlamları birbirine yakın iki kelimedir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Kupkuru toprak kesilir[405]; yani bitkisiz kaygan; tıpkı şu âyet gibi: O«m kaypak bir halde bıraktı[406] Kaygan yere denir. O kâfirler Kur'ân'ı işittikleri zaman neredeyse seni gözleri ile devireceklerdi[407] âyeti şairin şu sözü gibidir:

Ayak yerlerini kaydıran bir bakış.[408]

[Onu kaydırdı, o da kaydı], denir. Yunus[409] şöyle der: ve kelimelerinin Kur'ân'nın dışında başka bir yerde kullanıldıkları duyulmamış­tır. Übey b. Ka'b'in 26/Şu'arâ 64. âyetini şeklinde okuduğu rivayet edilmiştir. Yani, ötekileri de orada helak ettik.

 

Z-m-r

 

Rab'lerine karşı gelmekten sakınanlar bölük bölük cennete sevkolunutiar[410]. çoğuludur. Bu da az topluluk demektir. Bu anlamdan şöyle denilmektedir: Az tüylü koyun, Şahsiyeti düşük adam. [Devekuşu ses çıkardı, ses çıkarıyor]. kelimesi de bundan türemiştir. fahişe kadından kinayedir.

 

Z-m-1

 

Ey müzzemmil![411]; yani elbisesine bürünen.

Bu istiare yollu bir ifâdedir. Bu söz, görevinde eksiklik ve gevşeklik yapan kişiden kinaye   olup   onun   bu   durumuna   ima   etmektedir. Zayıf   demektir.

Teabbataşerren'in annesi şöyle der:

Oğlum, kayli (gün ortası içeceği) içen güçsüz biri değildir.[412]

 

Z-n-m

 

ve Toplumdan olmayan fazlalık/yabancı olan kişidir ve koyunun kulak ve boğazından sarkan iki küpe denilen yumrucuklara benzetilmiştir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Kaba, bir de zenim (soysuz biri)[413]. Bu, ve yani bir topluma nisbet edilen, onlara bağlanılan fakat onlardan olmayan köle demektir. Şair şöyle der:

Sen Haşimoğullanna yamanmış bir fazlalıksın. Süvarinin arkasına bağlanan tek ok gibi.[414]

 

Z-n-v

 

Şer'î bir akit olmadan kadınla yapılan cinsel ilişkidir. Bu kelime şeklinde kasır halinde de gelir. Medli okunduğunda alplîi babından mastar olabilir. Ona nisbet şeklinde gelir. [Falan kişi zina çocuğudur].

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Zt«â ^^/en erkek, zina eden veya ortak koşan kadından başkasıyla evlenmez; zina eden kadın da zina eden veya ortak koşan erkekten başkasıyla ev­lenmez[415]; Zina eden kadın ve zina eden erkek[416].

Sonu hemzeli olarak şöyle gelir: [Dağa tırmandı], Sidiği sıkışan kişi. Kişi, sidiği sıkışık olarak namaz kılmaktan

nehyedilmiştir."[417]

 

Z-h-d

 

Az olan şeye denir. az bir kısmına razı olan kişidir.

Bir şeye karşı arzu duymayan, onun Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: onlar, ona(Yûsufa) karşı isteksiz idiler[418].

 

Z-h-k

 

Bir şeye üzüntüsünden dolayı onun canı çıktı. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Allah bun­larla onlara dünyâ hayâtında azâbetmeyi ve kâfir olarak canlarının çıkmasını isti­yor[419].

 

Z-y-t

 

ve kelimeleri, ve kelimeleri gibidirler. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: doğuya ve ne batıya mensub olmayan mübarek bir zeytin ağacı[420]. Zeytinden çıkan sıvı. Neredeyse ateş değmese de yağı ışık verir[421].

[Yiyeceğine zeytin yağı koydu] sözü, [Yiyeceğine yağ koydu]" sözü gibidir. [Başını zeytinle yağladı]" sözü de [Başını onunla yağladı]" sözü gibidir. Yağlandı, demektir.

 

Z-v-c

 

Canlı varlıklardan eşleşen erkek ve dişi çiftlerin her birisine dendiği gi­bi, bunlardan ve diğer varlıklardan olan çiftlerin her birisine de denir; mest ve ayakkabı gibi. İster benzer, ister zıd olsun başka biriyle beraber olan her şeye de denir.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Onrfön iki çifti, erkeği ve dişiyi vücuda getirdi[422]: Ey A' dem, sen ve eşin cennete yerleşin[423]. sözcüğü kötü bir lehçedir; çoğulu gelir. Şair şöyle der:

Üzüntülerinden dolayı ağladı kızlarım ve eşim.[424]  çoğulu, gelir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:  Kendileri ve eşleri gölgelerde, koltuklara yaslanmışlar[425]; Toplayın o zulmedenleri ve eşlerini[426]; yani yaptıkları konusunda kendilerine uyan yandaşlarını.

Sûfczn, onlardan ezyacâ verdiğimiz, nimet ve zevklere gözlerini dikme[427]; yani birbirine benzeyen ve yandaş olan­lara. Bütün çiftleri... yaratan Allah ne yücedir![428]; //er şeyden iki çift yarattık[429].

Bu âyet; her şeyin cevher, araz, madde ve suretten oluştuğuna; hiçbir şeyin yaratılmış olduğunu gerektiren bir terkipten soyutlanamayacağma ve onun bir ya­ratıcısının olduğuna, bunun da Yüce Allah olduğuna işaret eder. "Her şeyden iki çift yarattık", sözü şu gerçeği açıklamaktadır: Âlemdeki her şey, bir zıddmın veya bir benzerinin ya da bir terkibinin olması bakımından çifttir. Yani eşya hiçbir su­rette mürekkep olmaktan kurtulamaz.

Yüce Allah'ın yakarıdaki âyette kelimesini zikretmesi şuna dikkat etmek içindir: Bir şeyin zıddı veya benzeri yoksa da yine de o cevher ve arazdan mürekkep olmaktan kurtulamaz; ki onlar da iki çifttir.

Onunla her çeşit bitkiden çiftler çıkardık[430]; yani birbirine benzeyen türler. Şu âyet de aynı anlamdadır: Gökten bir su indirdik de orada her güzel çifti bi­tirdik[431]. Sekiz çift[432]; yani sekiz sınıf, Sizler üç çift olduğunuz zaman[433]; yani üç arkadaş gurubu. Onlar da bu âyetin hemen peşinde açıklanan kimselerdir.[434]

Nefisler çiftleştirüdiği zaman[435]. Bazılarına göre   bu   âyetin   anlamı   şudur:   Her   gurup,   kendi   taraftarlarıyla   cennet   ve cehennemde bir araya getirilir; şu âyette belirtildiği gibi: 

bir araya getirilir; şu âyette belirtildiği gibi: Toplayın o zulmedenleri ve eşlerini[436].

Kimisine göre de onun anlamı şudur: Ruhlar cesetleriyle bir araya gelir. Ni­tekim şu âyetin iki farklı yorumundan biri bu anlama işaret eder:  

Ey huzura eren nefis! * Hoşnut olarak ve hoşnut oluna­rak rabbine dön[437]; yani arkadaşına dön.

Bazılarına göre de, aşağıdaki âyetin işaret ettiği şekilde onun anlamı; ruhlar amelleriyle birleştirilir, şeklindedir:  

O gün her nefis, yaptığı her hayrı hazır bulacaktır; işlediği her kötülüğü de[438].

Biz muttakileri güzel eşlerle tezviç ederiz[439]; yani muttakileri onlarla birleştiririz, [Onu bir kadınla evlendirdim], de­nildiği gibi, Kur'ân'da, [Onları güzel eşlerle evlendirdik], şeklindeki formun gelmemesi, ahiretteki evliliğin aramızda bilinen evlilikten farklı olduğuna dikkat çekmek İçindir.

 

Z-y-d

 

Bir şeyin üzerine başka bir şeyin eklenmesidir, [Onu artırdım, o da arttı], denir. Bir deve yükü de fazla (azık) alırız[440] âyeti, yani faziletim arttı, sözü gibidir. Bu da; Nefsini aşağılayan/Kendini bilmeyen ahmak [441]türünden bir sözdür. Bu, bazen kötü/istenmeyen bir artış olmaktadır; gereğinden fazla olan artış gibi. Örneğin, parmakların fazlalığı, hayvan ayaklarmdaki fazlalıklar ve ciğerdeki fazlalık ki; bu, yenmediği için kendisine ihtiyacın olmadığı düşünülen ciğere bağlı bir şeydir.

Bazen de övülmeye değer bir artış olmaktadır: Güzel davrananlara daha güzel karşılık ve fazlası var[442] Bu âyet, dün­yada tasavvuru mümkün olmayan birtakım nimetlere ve hallere işaret etmektedir. Değişik yollardan gelen rivayete göre, bu fazlalık Yüce Allah'ın yüzüne bak­mak/Onu görebilmektir.[443]

Oun bilgisini ve gücünü artırdı[444]; yani Yüce Allah, ona çağdaşlarına verdiğinden daha fazla bir ilim ve beden verdi. Allah, yola gelenlerin hidâyetini artırır[445].

Şu âyetler de kötü artışla ilgilidir: Uyarıcı onlara gelince, bu sadece onların nefretle kaçışlarını artırdı[446]; Küfre sapıp da Allah'ın yolundan alıkoyanlar; yaptıkları bozgunculuktan ötürü onlara azap üstüne azap arttırırız[447]; Sizin bana, ziyanımı artırmaktan başka bir katkınız olamaz![448]. Allah hastalıklarını daha da artırmıştır[449].

İnsan fıtratı bu artışın üzerine bina edilir. Hayır, ya da şer bir fiili yapan kişi, yaptığı şey konusunda güçlenir ve aşama aşama artış kaydeder.     

O g«n cehenneme: "Doldun mu?" deriz. "Daha yok mu" der[450] âyeti, cehennemin daha fazla insan istediği anlamında olabildiği gibi, onun dolduğuna ve aşağıdaki âyette zikredilen durumun onda gerçekleştiğine bir işaret de olabilir:

Yemin olsun, cehennemi tamamen cinler ve insanlardan dolduracağım[451].

[Ona falan şeyi artırdım]; [O, artırdı]; [Arttı], denir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Dokuz yıl da ilave ettiler[452]; Sonra inkârları arttı[453]; A//ü/z, /z^r dişinin neye gebe olduğunu ve rahimlerin neyi eksiltip artırdığını bilir[454]. [Artan bir şer]. Şair şöyle der:

Siz bir topluluksunuz; yüzden fazla;

Bir plan üzerinde birleşin de bana tuzak kurun.[455]

Hali-i hazırda ihtiyaç duyulandan fazla olup depolanan azıktır.

Azık almaktır: Yanınıza azık alın, azığın en iyisi korunmadır[456]. İçine azık yiyecek konulan şeydir.

İçine azık su konulan kaptır.

 

Z-v-r

 

Göğsün üst tarafına denir. Falan kişiyle zevf imle/göğsümün üst tarafıyla karşılaştım; ya da onun zevr'ine doğru gittim. Bu tıpkı [Ona yöneldim], sözü gibidir, sözü, sözü gibidir.

Bazen denir ki, bu durumda kendisiyle nitelenilen bir mastar olur. Tıpkı gibi. Göğüs üstündeki eğriliktir. Göğüs üstü eğri olan kişi. Güneşi görürsün, doğduğu zaman mağaralarından sağa doğru eğiliyor[457]; yani meylediyor. Ayetteki kelimesi, zâ harfinin şedde ve tahfifiyle de okunmuştur.[458]

Ayrıca bu kelime [râ harfinin şeddesiyle de] okunmuştur.[459]

Ebu'l-Hasan, bu âyette kelimesinin herhangi bir anlam ifâde etmediğini söylemektedir. Çünkü kısılma anlamındadır.

Bu kökten; formları gelir. Eğik kazılmış kuyu.

Doğru yönden meylettiği için, yalana denir. Yüce Allah buyurur: Bunlar, gerçekten haksızlık ve iftiraya saptılar[460]; Fû/an sözden sakının[461]; Onlar, çirkin ve yalan olan bir söz söylüyorlar[462]; Onlar yalan yere şahitlik etmezler[463].

Şu şiirde, yalan ve haktan sapma olduğu için puta denmiştir:

Onlar her iki Zur'larını [putlarını) getirdiler; biz ise Asamm'ı getirdik.[464]

 

Z-y-ğ

 

Doğruluktan sapmaktır. meyletmek/eğilmek anlamındadır, [Sapan adamj. [Sapan toplum]. [Güneş batmaya yöneldi]. [Göz kaydı]. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Gözler kaymıştı[465]. Bu âyet, sözü edilen müminlerin içlerine sinen korkudan dolayı gözlerinin karardığına işaret olabildiği gibi, şu âyette ifâde edilen hususa da işaret olabilir: Onları, göz görmesiyle kendilerinin iki katı görüyorlardı[466].

Bu kavramın geçtiği diğer bazı âyetler de şunlardır: Göz ne kayıp şaştı ne azıp haddi aştı[467]; İçlerinden bir kısmının kalbleri kaymağa yüz tuttuktan sonra[468]; Onlar eğrilince, Allah da kalblerini eğriltti[469]. Yani onlar, doğruluktan sapınca Allah da onlara bunun aynısıyla muamele yaptı.

 

Z-v-1

 

Şey meylederek yolundan ayrıldı, [Onu yolundan/yerinden çıkardım], denir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Allah, gökleri ve yeri, yok olup gitmesinler diye tutuyor, eğer yok oluverseler, O'ndan başka kimse tutamaz onları[470]; Planlan dağlan yerinden oyna­tacak kadar olsa bile[471].

kelimesi, daha önce sabit olan bir şey ile ilgili kullanılır. Eğer, "Arap­lar; Güneşin zevali, demektedirler, oysa güneşin hiçbir şekilde sabit kalmadığı bilinmektedir." diye söylenecek olursa, şöyle cevap verilir: Araplar, öğ­len vaktinde güneşin göğün ortasında durduğuna inandıklarından dolayı bu sözü söylerler. Bunun için onlar, ve  [Güneş gün ortasında durdu], derler. [Onu giderdi, gideriyor], denir. Şair şöyle der:

yani Allah onun hareketini giderdi. [472]

Hareket/idare etmek anlamındadır. Kimisine göre bu ifade şu söze benzer: [Allah onun sesini sustursun!].

Şair de şöyle der:

Bizi gördüğünde, onun sesi kesiliverdi.[473]

fiilinin muteaddî olmadığını söyleyenlere göre, [yukarıdaki şiirde geçen] kelimesi mef ûlü mutlak olmak üzere mansuptur. Eğer birbirinden ayrılmış olsalardı[474]. ayrıldılar anlamındadır. Aralarını ayırmışızdır [475].

fiilinin muteaddî olduğunu söyleyenlere göre âyetteki fiili teksi­re/çokluğa delâlet eder. Tıpkı [onu ayırdım] ve [onu çok fazla ayırdım], fiilleri gibi.

[Hâlâ, hâlen], formları ibare/ifâde ile ilgilidirler. İsmi ref haberi nasb etme konusunda da fiili gibi amel ederler.

Bu kelimenin aslı, ya'hdır; çünkü Araplar derler. Anlamı li sözüyle aynıdır.

Bu anlamda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Birbiriyle tartışmaya devam edeceklerdir[476]; Kurdukları bina, kalpleri parçalanıncaya kadar yüreklerinde bir kuşku olmaya devam edecektir[477];  

Yaptıkları işler yüzünden inkâr edenlerin başlarına ani bir belâ gelmeğe devam edecek[478]; Onun getirdiklerinden de kuşkulanıp duruyordunuz[479]. duruyordunuz[480].

[Zeyd hep serbest idi], denildiği gibi, denilemez. Çünkü fiili, sebatın zıddı olup nefiy/olumsuzluk anlamını içerir, ve edatları da olumsuzluğu ifâde ederler. İki olumsuz bir araya geldiğinde de olumlu anlamına gelirler. Dolayısıyla olumlu olma açısından sözü, gibidir. denemeyeceği gibi, de denilemez.

 

Z-y-n

 

Gerçek süs, hem dünyada hem ahirette insanı hiçbir durumda kusurlu yapmayan şeydir. Ama insanı bir açıdan süsleyip, başka açıdan süslemeyen şey i-se, bir bakıma kusurdur. Kısaca ziynet üç kısma ayrılır:

1. Nefsî ziynet: İlim ve güzel inançlar gibi.

2. Bedenî ziynet: Güç ve uzun boyluluk gibi.

3. Haricî ziynet: Mal, makam gibi.

Fakat Allah, imanı size sevdirmiş ve onu gönüllerinizde süslemiştir[481] âyeti, nefsî ziynetle alakalıdır. De ki; "Allah'ın, kulları için çıkardığı süsü kim haram etmiş?"[482] âyeti haricî ziynetten kabul edilmiştir.

Bu bağlamda şöyle bir rivayet vardır: "Bazı insanlar, Kabe'yi [ya dünyalık­lardan soyutlanmanın bir sembolü yada kazançlarının temizliğinden duydukları

kuşku veya yoksulluktan tavafa uygun bir elbise alamadığından] çıplak olarak ta­vaf ederlerdi. Bu âyetle bunu yapmaları yasaklandı."[483]

Bazıları ise, âyette zikredilen ziynetin şu âyette zikredilen kerem olduğu gö­rüşündedirler: Allah katında en keremîi olanınız/en değer­liniz, kötülüklerden en çok korunanımzdır[484]. Şair de bu anlamda şöyle der:

Akıllının süsü, güzel edeptir.[485] :  Karun,  süsü  içinde toplumunun karşısına çıktı[486] âyetinde sözü edilen ziynet, mal, ev eşyası ve makam gibi dünyevî süstür.

Biri, bir şeyin güzelliğini fiilen veya sözle gösterdiğinde; denir.

Yüce Allah süslemeyi; bazı yerlerde kendi nefsine, bazı yerlerde de şeytana nisbet eder; bazı yerlerde ise kimin yaptığını belirtmeden zikreder.

Yüce Allah'ın süslemeyi kendine nisbet ettiği yerlerden bazıları şunlardır: İman ile ilgili şu âyet: Allah, imanı gönüllerinizde süslemiştir[487].

Küfürle ilgili şu âyetler: Âhirete inanmayanların işlerini kendilerine süslemişizdir[488]; Biz, her ümmete yaptıkları işi böyle süslü gösterdik[489].

Süslemeyi şeytana nisbet ettiği yerlerden bazıları şunlardır: Şeytan, işlerini onlara süslemişti[490]; (İblis): Rabbim, dedi, beni azdırmandan ötürü andolsun ki, ben de yer yü­zünde onlara (günâhları) süsleyeceğim[491]. Âyette mef ûl (günâhları) anlaşıldığı için zikredilmedi.

Süslenmenin kimin tarafından belirtilmeyen bazı âyetler şunlardır: Zevklere düşkünlük, insanlara süslü (cazip) gösterildi[492]; Kötü işleri kendilerine süslü gösterildi[493]; İnkâr edenlere dünyâ hayâtı süslü gösterildi[494].

[495]Böylece ortak koştukları, müşriklerden çoğuna evlâdlanm öldürmeyi süslü gösterdiler (6/En'âm 137) âyeti­nin takdiri şöyledir: [Onu, ortak koştukları süslü gösterdi].

 Biz, en yakın göğü lambalarla donattık[496]

Biz ere yakın göğü bir ziynetle, yıldızlarla süsle­dik[497]; Onu gözleyenler için süsledik[498].

Bu âyetler, alim ve cahilin bildiği gözle görülen ziynete ve sadece ilgili uz­manların bildikleri aklî muhakemeyle bilinen ziynete işarettir.

Bu da söz konusu yıldızların bağlı bulundukları yasalar ve onların hareketle­ridir.

Yüce Allah'ın eşyayı süslemesi; onu süslenmiş olarak yaratması ve aynı şe­kilde onu icat etmesiyle olur. İnsanın eşyayı süslemesi ise, onu dekore etmeleriyle veya eşyayı sözleriyle övmeleri ve onun değerini yüceltecek şeylerle nitelendirme-leriyle olur.

 

KİTÂBU'S-SÎNİ

 

S-b-b

 

Kendisiyle hurma ağacına çıkılan ipe denir. Çoğulu gelir: Eğer öyleyse sebepler içinde yükselsinler[499]. Sebeb, şu nevi ifâdelere [süllem vb.] de kavramsal açıdan işaret etmektedir: yofcsa, üzerine çıkıp vahiy dinledikleri bir merdivenleri mi var? Öyleyse, dinleyenleri açık bir delil getirsin[500].

Kendisiyle bir şeye ulaşılan her şeye denir: Biz oretm için yeryüzünde güç ve saltanat hazırladık ve ona her

şeyden bir sebep verdik. O da bir sebebi izledi[501]. Bu âyetin anlamı şudur: Yüce Allah, ona, kendisiyle hedefe ulaşacağı her türlü bilgi ve vasıtayı vermiş; o da bu vasıtalardan birine başvurmuştur. Şu âyet de bu anlamdadır:

Firavun dedi ki: Ey Haman, sebeplere ulaşabilmem için bana yüksek bir kule yap! * Göklerin sebeplerine ulaşırsam, Musa'nın tanrısına da ulaşırım. Ben onun ya­lancı biri olduğunu düşünüyorum[502]. Yani; umarım ki böylece, gökteki vasıta ve sebepleri öğrenirim de onlarla Musa'nın iddia ettiği şeyin bilgi-1 sine ulaşırım.

Uzunluk bakımından ipe benzetilerek sarık, başörtüsü ve uzun elbiseye v denir.  Aynı  şekilde [yol  rotası]  da hem  ipe,  hem  uzun elbiseye] benzetilerek ile nitelendirilmektedir.

Üzücü sövmedir: 

Allah'tan başka yalvardıklan tanrılarına sövmeyin ki, onlar da cahillikle i giderek Allah'a sövmesinler[503]. Onların Allah'a sövmeleri, O'n açıkça sövdükleri anlamında değil; O'nun hakkında konuşmaya dalar ve kendisim yakışmayan şeylerle O'nu anarlar. Bu konuşmayı tartışmayla Öyle uzatırlar ki kısmayan şeylerle O'nu anarlar. Bu konuşmayı tartışmayla öyle uzatırlar ki, Yüce Allah'ı, münezzeh olduğu birçok nitelikle anacak raddeye varırlar.

Mâlik'in günâhı, gençlerinden biri cimrilikle ayıplandı diye, kesti;

Çizgili keskin kdıçla; kemikleri kesiyor ve kılıcı biliyor:[504]

Şair, bu beyitlerle başka bir şairin dediği şu şiirine dikkat çekmektedir:

Sfe sözle değil, eylemlerle ayıplarız.[505]

kelimesi, [kötüleyen/söven] anlamındadır. Şair şöyle der:

Beni kötüleme, çünkü sen bana kö'tüleyebilecek biri değilsin. Adamlardan bana kötüleyecek olanlar, saygın olanlarıdır.[506] Ayıplanan şeydir. Bu kelime, dübür/makattan kinaye yapılmıştır. Maka­tın onunla isimlendirilmesi, tıpkı ile isimlendirilmesi gibidir.

İşaret parmağına diye isim verilmesi,  sövme anında onunla İşaret yapıldığı içindir. İşaret parmağının bu şekilde isimlendirilmesi de, teşbih çekmek için hareket ettiğinden dolayı, diye isimlendirilmesi gibidir.

 

S-b-t

 

Asıl anlamı çalışmayı/işi bırakmaktır. Şu ifâdeler de bu anlamdan gelmektedir: Seyahati kesti. Saçını tıraş etti. Burnunu kesti.

[Cumartesi], denmesinin nedeni şu olduğu söylenmiştir: Çünkü Yüce Allah, göklerle yeri yaratmaya Pazar günü başlamış ve Kur'ân'da zikrettiği gibi onları altı günde yaratmış,[507] Sebt/Cumartesi gününde de yaratma işine son vermiştir. İşte bundan dolayı söz konusu güne bu İsim verilmiştir. Falan kişi Cumartesiye girdi.

[508]âyet ifâdesi; "işi bıraktıkları gün" diye tefsir e-dilmiştir.[509] âyet İfâdesini de kimisi; "İşi bırakmadıkları gün", kimisi de "Cumartesi gününde olmadıkları zaman" şeklinde tefsir etmişler­dir. Bu her iki yorum da aynı duruma işaret eder.[510]; yani, o günde çalışmayı terk etmek, ancak onda ihtilaf edenlere (farz) kılınmıştı Uykunuzu subât yaptık[511]; yani, uykunuzu çalışmaya ara verici yaptık. Bu da Yüce Allah'ın gecenin niteliği ile ilgili söylediği şu sözüne işarettir:   

O, odur ki, içinde durup dinlerlesiniz diye sizin için geceye vücut verdi[512].

 

S-b-h

 

Suda veya havada hızlı gitmektir. Bu kökten, [yüzdükçe yüzdü], denir. Bu kelime istiare yoluyla yıldızların yörüngedeki geçişleri: Herbiri bir yörüngede yüzmektedir[513]; atların koşması: Yüzdükçe yüzenlere [514]ve çalışmaya hızlı koyulması: Sem gündüzün epeyce uğraştıracak işlerin vardır[515] anlamlarında kullanılmıştır.

Yüce Allah'ı tenzih etmektir. Asıl anlamı, Yüce Allah'a ibadet etmek konusunda hızlı hareket etmektir. Kötülükler konusunda kullanıldığı gibi, iyi işleri yapmakla ilgili olarak da kullanılır. Bu anlamda, [Allah onu (kötülüklerden) uzaklaştırsın], denilmektedir. kelimesi, ister söz, ister fiil, ister niyet olsun bütün ibadet şekillerini kapsamaktadır: niyet olsun bütün ibadet şekillerini kapsamaktadır: Eğer tespih edenlerden olmasaydı[516]. Bazıları âyette geçen ey i-fâdesîni, Inamaz kılanlardan, diye yorumlamıştır. Fakat söz konusu ifâ­denin, yukarıda belirtilen her üç İbadet şekline hamledilmesi daha uygundur.

Oysa ki bizler, seni hamd ile tespih ediyoruz[517]; Akşam ve sabah, Rabbini överek tespih et[518]; Gecenin bir kısmında ve secdelerin arkalarından O'nu tespih et[519]; En mutedil olanları: "Ben size Rabbinizi teşbih etsenize, demedim mi?" dedi[520]; yani Allah'a ibadet edip şükretsenize! Bu âyet, istisnaya hamledilmiştir. O da, inşaallah diye söylemektir.

Şu âyetler buna delâlet eder: Sahipleri daha sabah olmadan, bahçeyi devşireceklerine bir istisna payı bırakmaksızın ye­min etmişlerdi[521].

Fedi gök, yerküre ve bunların içindekiler O'nu tespih ederler. Hiçbir şey yoktur ki, O'nu överek tespih etmesin; ancak siz onların teşbihlerini kavramıyor­sunuz.[522] âyeti, şu âyetler gibidir: Göklerde ve yerde olan herkes ister istemez Allah'a secde eder[523]; Göklerde ve yerde bulunan tüm yaratıklar Allah'a secde ederler[524].

Bu âyetler, sözü geçenlerin gerçek anlamda Allah'ı teşbih ettiklerini ve an­layamadığımız bir şekilde O'na secde ettiklerini ifâde eder. Zira Yüce Allah, Ancak siz onların teşbihlerini kavramıyorsunuz[525] diye buyurmaktadır. Ayrıca aynı âyette gökler ve yer ifâdelerinden sonra; " ve bunların içinde bulunanlar" sözü de buna delalet etmektedir. Âyeti, "Göktekiler Allah'ı teşbih ederler ve yerdekiler O'na secde ederler" diye yorumlamak doğru değildir. Çünkü bu, anlayabileceğimiz bir şeydir. Ayrıca âyeti bu şekilde takdir e-dip de peşinden sözünü ona atfetmek mümkün değildir.

Her şey; kimisi musahhar kılınarak, kimisi de isteyerek Allah'ı teşbih edip secde eder. Göklerin, yerin ve hayvanların teshir edilmekle teşbih ettikleri konusunda herhangi bir ihtilaf yoktur. Zira onların halleri Yüce Allah'ın hikmetine de­lâlet etmektedir. Asıl ihtilaf, göklerle yerin kendi istekleriyle teşbih edip etmedik­leri konusundadır. Fakat yukarıda açıkladığım üzere âyet, onların kendi istekleriy­le teşbih ettikleri anlamındadır.

aslı, gibi mastardır: Öyle ise akşama girdiğiniz zaman da,  sabaha  erdiğiniz zaman da teşbih Allah'ındır[526]; Sen Yücesin, senin bize öğrettiğinden başka bir bilgimiz yok[527].

Şairin;[528] sözü, kimine göre alay yollu olup, Böbürlenen Alkame münezzehtir!, takdirindedir. Burada zait edatı, izafet ter­kibi aslına döndürülerek getirilmiştir.

Kimisine göre de şiirin anlamı şudur: Kibirli Aklamadan dolayı Allah mü­nezzehtir! Buna göre muzâfunileyh hazfedilmiştir.

ve Yüce Allah'ın isimlerindendir. Arapların sözlerinde vezninde gelen sadece bu İki kelime vardır.

Bazen   da  ve gibi   meftûh   gelirler. kelimesi, anlamındadır. Kendileriyle teşbih çekilen taşlara denir.

 

S-b-h

 

73/Müzzemmil 7. âyeti Seni gündüzün epeyce uğraştıracak işlerin vardır, şeklinde okunmuştur.[529] Yani, senin geniş bir uğraşın vardır yani Allah ondan humma'yı giderdi, demektir.

Kuş tüyüne, dağıtılmış pamuğa, dayanaklığı ve ağırlığı olmayan ben­zeri şeylere denir.

 

S-b-t

 

kelimesinin asıl anlamı, rahat bir şekilde yayılmaktır. Denir ki;

[Kıvırcık olmayan düz saç]; [Sarktıça sarktı]; [Güzel huylu kadın]. İki eli açık adam. Bu deyimle cö­mertlik kastedilir. Oğlun oğluna denir. Sanki o, altsoyun uzantısı gibidir: Yakub ve esbâta indirilenlere[530]; yani kabilelere.

Her bir kabile, aynı adamın soyundan gelenlere denir: Onları on iki kabile halinde topluluklara ayırdık[531]. İki ev arasında düzeltilmiş yola denir. Falan kişiyi humma tuttu. Süprüntüden oluşan hat. Deve yavrusunu düşürdü.

 

S-b-a

 

'ın aslı, sayıdır: Sonra göğe yöneldi, onları yedi gök olarak düzenledi[532]; Üstünüzde yedi sağlam bina ettik[533]; yani yedi gök. Yedi başak[534]; Yedi gece[535]; F«/ı kişiydiler, sekizincileri de köpekleridir[536]; Yetmiş arşın[537]; Yetmiş kez af dilesen de onlar için, Allah onları affetmeyecektir[538]; Şu kesin ki biz sana Seb-i Mesânî'yi verdik[539].

Bazılarına göre âyette kastedilen Hamd süresidir; çünkü yedi âyettir. Kimi­sine göre de bundan Bakara'dan A'râf suresine kadar olan yedi uzun sure kastedi­lir. Kur'ân surelerinde kıssalar tekrar edildiği için onlara tekrar edilen de de­nilmektedir.

formları da yedi anlamındadır. hafta, çoğulu gelir. Denir ki; [Kabe'yi bir hafta ve haftalarca tavaf ettim]; Toplumun yedincisi oldum; [mallannm yedide birini aldım]. [Yırtıcı hayvan]: Bilinmektedir. Ona bu ismin verilmesi gücünün tam olmasından dolayıdır, nitekim yedi de tam sayılardandır.

dan dolayıdır, nitekim yedi de tam sayılardandır.

el-Hüzelî şöyle der:

Sanki o, sürüsüne yırtıcı hayvan girmiş Ebu Rabia'ın bir kölesidir.[540] sürüsüne yırtıcı hayvan giren; kimisine göre ise, yırtıcı hayvanlarla baş başa bırakılan  kişi  anlamındadır.  Söz konusu  kelime,   bâ'nm  fethiyle şeklinde de rivayet edilmektedir. Kinaye yoluyla babası bilinmeyen kişiye denir, Falan kişi falan kişinin gıybetini yaptı, yırtıcı hayvanlar gibi onun etini yedi. Yırtıcı hayvanların ikâmet ettikleri yere denir.

 

S-b-ğ

 

Tam ve geniş zırh Bu anlamda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Geniş zırhlar yap, dokumasını sağlam tut" diye ona demiri yumuşak kıldık[541]. [abdestin eksiksiz alınması] ve [nimetin bol verilmesi] ifâdeleri de bu anlamdan istiare edilmiştir: Allah'ın göklerde olanları da, yerde olanları da buyruğunuz altına verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmez misiniz?[542].

 

S-b-k

 

'ın asıl anlamı, yürüyüşte öne geçmektir: Andolsun yarışıp birbirlerini geçenlere[543]. da yarışma anlamındadır: Gittik, yarışıyorduk[544]; ikisi de Kapıya doğru koşuştular[545]. Bu kelime diğer öne geçmeler için ise mecazen kullanılır: İnkâr edenler, inananlar için: "Eğer (İslamiyet'te) bir hayır olsaydı, bu hususta bizden öne geçemezlerdi" derler[546]; Eğer Rabbin tarafından daha önceler[547]; Eğer Rabbin tarafından daha önce ve­rilmiş bir söz olmasaydı[548].

Bu kelime, faziletin elde edilmesi için istiare edilir; bu da bir tür öne geç­mektir: (İyilik işlemekte) önde olanlar, (karşılıklarını almakta da) önde olanlardır[549]; yani salih amellerle, ilâhî sevaba ve cenneti­ne doğru öne geçenler.

Şu âyetler de aynı anlamdadır: Hayırlı işlere koşuşurlar[550]; İpe bunlar, hayırlarda yarışırlar[551]; Aranızda ölümü takdir eden biziz ve bizim önümüze geçilmez[552]; yani bizden kaçamazlar. Küfre sapanlar kaçıp-kurtulduklarını sanmasınlar[553]; A»«z öne geçemezlerdi[554]. Bu âyetler, onların Allah'tan kaçamayacaklarına işaret eder.

 

S-b-1

 

Engebesiz, dosdoğru yol. Çoğulu, gelir: Allah, sizi sarsmaması için yeryüzünde sağlam dağlan, yolunuzu bulmanız içinde ırmakları ve yollan yarattı[555]; Allah, yeryüzünde sizler için yollar oluşturdu[556]; Bu şeytanlar onları yoldan saptırırlar[557].

Ayetteki 'den kasıt hak yoldur. Çünkü ism-i cins [olan es-sebil] mut­lak olarak zikredil di ğinde sadece hak anlamına gelir. Şu âyet de bu anlamdadır: Sonra, yolu kolaylaştırdı kendisine[558]. Yolda gidene denir. Çoğulu gelir.

Tıpkı gibidir. [Yolun oğlu]: Evinden uzak misafire denir. Misafirin yola nisbet edilmesi, fiilen yolda olduğu içindir. ister iyi, ister kötü olsun kendisiyle bir şeye ulaşılan her şey için kullanılır: Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır[559]; "Benim yolum budur"[560]. Söz konusu kelime her iki âyette de aynı anlama gelir; ancak ilkinde kendisiyle tebliğ edilene- kî o Yüce Allah'tır anlama gelir; ancak ilkinde kendisiyle tebliğ edilene- ki o Yüce Allah'tır- ikincisinde ise insanları doğru yola sevkeden tebliğciye izafe edilmiştir.

Allah yolunda öldürülmüş olanları ölüler sanma[561]; Ben sizi doğru yoldan başkasına yöneltmiyorum[562]; Suçluların yolu belli olsun diye[563]; Sonra, meyvaların her türünden ye de boyun bükerek Rabbinin yollarına koyul[564].

Bu kelimeyle sağlam yol da kastedilmektedir: De ki "İşte benim yolum budur"[565]; Allah; o kitabla rızasına uygun hareket edenleri selamet yollarına iletir[566]; yani cennet yoluna. İyilik edenlerin aleyhinde bir yol yoktur (onlar kınanmazlar)[567]; Zulüm gördükten sonra hakkım alan kimselere,  işte onların aleyhine bir yol yoktur[568]; Aleyhlerine yol aranacak olan şu kişilerdir ki...[569]; De ki: Eğer söyledikleri gibi Allah ile birlikte başka ilâhlar da bulunsaydı, o takdirde bu ilâhlar, Arş'ın sahibi olan Allah'a doğru yol ararlardı[570].

Bu kökten şöyle denir: [Perde ve eteği uzattı]; [Kuyruğu salınmış at], [Yağmur yağdı].

Yağmura, havada aktığı sürece [buluttan çıkıp yere varıncaya kadar] denir.

sadece üst dudağın üzerindeki kıllara denir; çünkü onlarda aşağıya doğru bir sarkma vardır.

[Başak] -ekinin üst kısmının üzerinde olur- çoğulu gelir: Mallarını Allah yo­lunda infak edenlerin örneği yedi başak bitiren, her bir başakta yüz tane bulunan bir tek tanenin örneği gibidir[571]; Yedi yeşil başak[572]. Ekin başak verdi. tıpkı [hasat yaptı] ve [biçti], gibidir. beşinci fal o'nun ismidir.

 

S-b-e

 

Sana Sebâ'dan kesin bir haber getirdim[573]. halkı dağılmış bir memleket ismidir. Bunun için [işleri kötü gidip dağılan top­lumlar Sebeliler'e benzetilerek]; Yani onlar, bu mekânın halkı [Sebe'liler] gibi her tarafa dağıldılar" denir. içkiyi satın aldım. Yavrunun içinde olduğu meşime/döl eşi.

 

S-t-t

 

Altı günde[574]; Altmış miskin[575]. kelimesinin aslı 'dır. İnşallah ilgili maddede zikredilecektir.

 

S-t-r

 

Bir şeyi örtmektir. Kendisiyle örtülen şeye de denir: Güneşe karşı kendilerine siper yapmadığımız bir kavim üzerine doğar buldu[576]; Kur'ân okuduğun zaman seninle, âhirete inanmayanların arasına gizli bir perde çekeriz[577]. gizlenmektir: Siz, kulaklarınızın, gözlerinizin, derilerinizin aleyhinize yapacağı tanıklıktan gizlenmiyordunuz[578].

 

S-c-d

 

kelimesinin asıl anlamı, boyun eğmektir. Daha sonra bu kelime, sadece Allah'a boyun eğmek ve O'na ibadet etmek için kullanılır oldu. Söz konusu keli­me insan, hayvan ve cansız varlıkların tümü için kullanılır. Bu da iki kısma ayrılır:

1- isteyerek yapılan secde: Bu, sadece insanlar için söz konusudur ve insan onunla sevabı hak eder. Şu âyet bu tür secdeyle alakalıdır:    

Allah için secdeye kapanın, O'na ibadet edin[579]; yani, Allah'a boyun eğiniz.

2- İsteğe bağlı olmaksızın yapılan secde: Bu; insan, hayvan ve bitkiler için söz konusudur: Gök­lerde ve yerde kim varsa gölgeleriyle birlikte İster istemez ve sabah-akşam Allah'a secde eder[580]; Bakıp görmediler mi, Allah'ın yarattığı şeylerin gölgeleri, sağ ve sollarından boyunları bükük bir halde, Allah için secdelere kapanarak dönüyor[581]. Bu, isteğe bağlı olmaksızın yapılan secdedir. Bu tür secde, bu varlık­ların yaratıldıklarım ve onların Hakim bir Fail'in yaratıkları olduğunu dile getiren ve buna dikkat çeken kesin delildir.

Göklerdeki ve yerdeki canlı şeyler de melekler de yalnız Allah'a secde ederler ve hiç de bü­yüklük taslamazlar [582]âyeti, her iki secde şeklini kapsamaktadır.  

Yıldızlar ve ağaçlar secde etmektedirler[583] âyeti de sadece teshir secdeyle alakalıdır.

Kimisi, Adem'e secde edin[584] sözüyle meleklerin, Hz. Âdem'i kıble edinmekle emredildi ki erini söylerken, kimisi de onların bu ilâhî hitapla Hz. Âdem'e boyun eğmekle, onun ve evlatlarının yararına olan şeyleri yapmakla emredildiklerini, İblis'in hariç meleklerin bu emre uyduklarını söyle­mektedir, Kapıdan secde ederek girin[585]; yani, alçala­rak ve boyun eğerek girin. Secde; şeriatta, namazdaki bilinen rükne ve onunla aynı kategoride olan tilavet ve şükür secdelerine has kılınmıştır.

Kimi zaman secde, namaz anlamında kullanılır:  

Gecenin bir kısmında ve secdelerin arkalarından O'nu tespih et[586]; yani namazların ardından. Araplar, kuşluk namazına ve isimlerini vermişlerdir. Bazıları, Rabbini överek tespih et[587] âyetiyle namazın kastedildiğini söylemişlerdir. Secd'e dikkate alınarak, namazın kılındığı yere denir.

Kimisi, Mescidler sadece Allah'a aittir[588] âyetiyle yeryüzünün kastedildiğini söylemektedir. Nitekim hadiste rivayet edildiği gibi yeryüzünün tümü mescid ve pak kılınmıştır.[589] Kimisi de ondan kastın; alın, burun,

eller, dizler ve ayaklar gibi secdenin yapıldığı organlar olduğunu söyler, Allah'a secde etmeleri gerekmez mi?[590]; yani, ey halkım, Allah'a secde edin.

Hepsi onun (Yûsuf) için secdeye kapandılar[591]; yani, önünde boyun eğdiler. Hz. Yûsuf'un zamanında, secdenin hizmet an­lamında yaygın bir şekilde kullanıldığı söylenmektedir. Şair şöyle der:

Secde ettiren dirhemler için onu getirdi.[592]

Şair bu sözüyle, üzerinde kendisine secde ettikleri kralın resmi bulunan dir­hemleri kastetmektedir.

 

S-c-r

 

Ateşi  alevlendirmektir. [Tandırı  alevlendirdim/yaktım], denir. Şu âyet de aynı anlamdadır[593]. Alevlenen denize and olsun Şair de şöyle der:

Dilediğinde, alev içinde yükselir;

Etrafında neb' ve sâsem ağaçlarını görürsün.[594]

Hasan'dan yapılan rivayete göre, Denizler kaynatıldığında[595] âyetinin anlamı şudur: "Denizler, ateşle tutuşturulduğunda". Kimisi­ne göre de anlamı; "Denizlerin suları çekildiğinde", şeklindedir. Bu durumun meydana gelmesi de, denizlerde ateşin tutuşmasıyla olur. 

Sonra ateşte yakılacaklardır[596] âyeti, O ateşin yakıtı insanlarla taşlardır[597] âyeti gibidir.

[Deve tutuştu], deyimi devenin koşarken çıkarttığı toz için istiare edilmiştir. Bu tıpkı, gibidir, Dostunun sevgisiyle yanıp tutuşan dosta denir. Bu, [Falan kişi falan kişinin sevgisiyle yanmak­tadır]" deyimi gibidir. Şair şöyle der:

Benim dostlarım, karıştırılmış bir topluluk değildir.[598]

 

S-c-1

 

Büyük kovadır. Yani suyu döktüm, o da döküldü. Ona bir kova verdim. Bu kelime büyük hediye/bağış için istiare edilmiştir, kova ile sulamadır. Daha sonra bu kelime, sadece yarışma ve üstünlük sağ­lama anlamında kullanılır hale gelmiştir. Şair şöyle der:

Kim benimle yarışırsa, şerefli biriyle yarışmış olacak.[599]

Birbirine karışmış taş ve topraktır. Denildiğine göre bu kelimenin aslı Farsça olup Arapça'ya geçmiştir. kelimesinin asıl anlamı, üzerinde yazı yazı­lan taşa denirdi; daha sonra üzerinde yazı yazılan her şeye isim olmuştur. Bu an-lamda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: O gün göğü, yazı tomarlarını dürer gibi toplarız[600]; yani içinde yazılanı korumak için onun dürülmesi gibi.

 

S-c-n

 

Cezaevinde hapis yatmaktır. Rabbim dedi bana göre zindan ... daha iyidir[601] âyeti sin harfinin fetha[602] ve kesriyle okunmuştur, Onu belli bir süreye kadar hapishaneye atmayı (uygun gördüler)[603]; Onunla birlikte hapishaneye gördüler)[604]; Onunla birlikte hapishaneye İki genç adam da girdi[605]. [Cennetin ismi olan] Ojîü'e karşılık olarak Cehennem'in bir ismidir. Bu kelimedeki harfler, manasının fazlalığına işaret etmek için artırılmıştır.

Ayrıca bu kelimenin, yerin en altında bulunan yedinci tabakasının ismi ol­duğu da rivayet edilmiştir.[606] Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:  

Doğrusu günahkârların yazısı, muhakkak Siccîn'dedir * Siccîn nedir, bilir misin?[607].

Denilmiştir ki; Yüce Allah, formuyla zikrettiği her şeyi açıklamış; formuyla zikrettiklerini ise müphem bırakmıştır. Yüce Allah, yukarıdaki âyette 83/Mutaffifin 19. âyette de diye buyurmuş, fakat bu âyetlerde geçen siccîn ve Hliyyün kelimelerini değil, kitab kelimesini tef­sir etmiştir. Bunda da bir incelik/nükte vardır. Fakat bunun yeri burası değil, inşaallah söz konusu nükte bu kitabın ardında yazacağım kitaplarda ele alınacaktır.

 

S-c-y

 

Sâkinleşen geceye andolsun[608] âyetinde geçen kelimesi, sâkinleşti anlamındadır. Bu, şu tür sözlere işarettir: [Ayaklar sakinleşti]; Mahmur bakışlı göz; Denizin dalgalan durdu. Ölünün elbiseyle örtülmesi, sözü de bu anlamdan istiare edilmiştir.

 

S-h-b

 

'in asıl anlamı, sürüklenmektir; eteğin/kuyruğun ve insanın yüzüstü sürüklenmesi gibi. [Bulut] kelimesi de bu anlamdan alınmıştır. Bulutun bu ismi alması, ya rüzgârın onu sürüklemesinden veya onun, suyu taşımasından, ya da sürüklenerek geçmesinden dolayıdır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

O gün yüzleri üstüne ateşe sürüklenirler[609];

Kaynar su içinde sürükleneceklerdir[610]. sözü, Falan kişi falan kişiye karşı kibir taslıyor, sözü gibidir.

İçinde su olsun veya olmasın, buluta denir. Bundan dolayı [Susuz bulut]" denir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Görmedin mi Allah bulutları sürer[611]; Onlar (rüzgârlar), ağır/yüklü bulutlan yüklenince [612]; Ve ağır/yüklü bulutları oluşturuyor[613].

Kimi zaman [bulut] lafzı zikredilir, fakat onunla benzetme yoluyla gölge ve karanlık kastedilir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Onların amelleri, engin de­nizdeki karanlıklara da benzer. Üst üste dalgaların kapladığı bir deniz. Daha üs­tünde de bulutlar var. Birbiri üstüne karanlıklar[614].

 

S-h-t

 

Kökten kazımaktır/soymaktır:[615] Allah, bir azâb ile kökünüzü kazar (20/Tâhâ 61). kökten; [Kökünü kazıdı], formları gelir. Bu anlamda, işleyenin ayıplanmasına neden olan sakıncalı şeye ve denir. Söz konusu şeyi yapan kişi, sanki dinini ve şahsiyetini kökten kazımaktadır: Onlar suht/haram yerler (5/Mâide 42). Yani dinlerini yok eden şeyleri yerler.

Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: Suht/haramdan meydana gelen her türlü ete, ateş daha lâyıktır."[616] Bundan dolayı rüşvete de denmiştir.

Rivayette; Hacamat yapanın kazancı suhttur.[617] denilmiştir. Hacamatın bu şekilde nitelendirilmesi, dini değil, şahsiyeti yok ettiği İçindir. Nitekim Hz. Peygamber, hacamat kazancının, su taşıyan deve­ye yem olarak verilmesine ve kölelere yedirilmesine izin vermiştir.[618]

 

S-h-r

 

Gırtlağın ucuna ve akciğere denir. Bu kökten şöyle denir: [Ciğeri şişti]; Ciğeri büyük deve. Kesim anında ciğerden alınıp atılan kısımdır. Bu kelimenin yapısı, [arık] ve [döküntü] kelimelerinin yapılarıyla aynıdır. 'in de bu anlamdan türetildiği söylenir. O da ciğere isabet etmektir. Sihir değişik anlamlar için kullanılır:

1- Kandırma ve gerçeği olmayan hayaller: Örneğin; el çabukluğundan dolayı gözleri yanıltan illüzyonistin; kulakları, gerçeği anlamaktan engelleyen süslü söz­lerle dedikoducunun yaptıkları gibi. Şu âyetler bu anlamdadır:    

İnsanların gözlerini büyülediler ve onları ürküttüler[619]; Sihirbazların değnekleri ve ipleri, sihirleri yüzünden, Musa'ya sanki yürüyorlarmış gibi geldi[620].

İşte bu bakış açısından, Hz. Musa'nın kavmi onu sâhir/büyücü diye isimlen­dirmişlerdi: Ey büyücü, bizim için Rabbine du'â et, dediler[621].

2- Şeytana bir nevi yaklaşmakla onun yardımını elde etmek:

Şeytanların kime indiğini size bildireyim mi? Onlar her günahkar iftiracıya iner[622]. İşte şu â-yet bu anlamdadır: Fakat şeytanlar küfre sap­mıştı; insanlara büyüyü öğretiyorlardı[623].

3- Sihrin bu kullanımı da dar görüşlülerin şu iddiasıdır: Sihir; şekil ve karakterleri değiştirebilen; örneğin insanı eşeğe çevirebilen bir eylemdir. Fakat araştırmacılar nezdinde bunun herhangi bir hakikati yoktur. Kimi zaman sihirden güzel konuşma kastedilmektedir. Bunun için Bir kısım konuşma sihirdir."[624] denilmiştir.

Bazen da ince işe sihir denilir. Örneğin doktorlar, [Tabiat büyücüdür.]" demişlerdir. Ayrıca gıdaya da sihir demişlerdir. Çünkü onun et­kisi ince ve hassastır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:  

Aslında, biz büyüye çarptırılmış bir toplumuz[625]; yani bilgimizden sihirle çevrilmişiz. Şu âyet de bu anlamdadır: "Sen, iyice büyülenmişlerdensin " dediler[626].

Bazıları âyeti şöyle yorumlamaktadır: Müşrikler Hz. Salih'in gıdaya muhtaç olduğuna dikkat çekmek için "Sen kendilerine seher/ciğer verilenler­densin dediler." Tıpkı şu âyet gibi: "Nasıl olur da bu elçi yemek yiyor" dediler[627]. Ayrıca şu âyette olduğu gibi onun insan olduğuna da dikkat çekmişlerdir: Sen de bizim gibi bir insansın[628].

Kimisine göre de âyetin anlamı şudur: Sen, kendilerine sihrin verildiği ve onun inceliğiyle getirdiği ve iddia ettiği şeyleri elde eden kişilerdensin. Şu âyetler bu iki anlama da hamledilmiştir: Siz büyü­lenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz![629]; Fir'avn ona: "Ey Mûsâ, ben seni büyülenmiş sanıyo­rum" demişti[630].

Şu âyetler ise ikinci anlama delâlet etmektedir: Bu, apaçık bîr büyüdür[631]; ve büyük bir büyü sergilediler[632]; Bm>« mw£/«r bu? Hal-feuiki büyücüler, iflah olmazlar![633]; Büyücüler belli bir günün belirlenen vaktinde bir araya getirildi[634]; Bh/imtı  üzerine  büyücüler  secdeye  kapandılar[635].

ve Gece sonu karanlığının, gündüz aydınlığıyla karışmasıdır. Bu celİmeler, bu vaktin ismi yapılmıştır. [Ona her iki seher ucunda astladım], denir. Sabah vaktinde çıkan kişi; Seher vaktinde yenen /emek; ise bu yemeği yemektir.

 

S-h-k

 

Bir şeyin parçalanmasıdır. Bu kelime parçalanan/çözümlenen ilaç için kul-arulır: [İlacı çözdüm, o da çözüldü], denir. Yıpranan elbise için de kullanı-ır: [Elbise eskidi/yıprandı], denir, Çürüyen elbiseye denir. Bu anlamda denir; yani sütü kalmadığından dolayı meme yok olup gitti.

 kelimesi de bu anlamdan gelmiş olabilir. Bu durumda bu kelime nunsarıf olur. Yani Allah onu (rahmetinden) uzaklaştırsm ve onu yok et­in. Yani, onu çürüttü. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Çılgın alevli cehennemlikler uzak olsunlar.!/yok olsunlar![636]; veya rüzgâr onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir[637]. [Dökülen kan], istiare edilmiştir; tıpkı [dağılmış] gibi.

 

S-h-1

 

Deniz onu sahile bıraksın[638]; yani denizin kıyı­ma. Bu kelimenin aslı demiri eğeledi ve onu soydu, sözünden gelir. bazılarına göre, âyette geçen kelimesinin aslı 'dur; ancak kendisinden dolayı yorulan keder/üzüntü] sözü gibi/â// vezninde gelmiştir.

Kimisi de onun fail vezninde gelmesinin, diye tasavvur edilmesinden dolayı olduğunu söyler. Yani kıyı, suyu dağıtmakta ve onu yok etmektedir.

Eğer tozu/talaşı. ve Eşeğin anırması; sanki sesini demir eğelemesine benzetmiştir. Yüksek sesli dile denir; sanki ondan eşeğin mırması tasavvur edilmiştir. 'Bu, şu âyette olduğu gibi, onun sesinin çirkinliği ıçısından değil, yüksekliği açısındandır: Seslerin en ırkini eşeklerin sesidir[639]. Gem demirinin iki ucundaki likalardır.

 

S-h-r

 

Bir şeyi, ait olduğu amaca doğru zorla sevk etmektir: Allah, göklerde ve yerde bulunan herşeyi kendinden bir lütuf olarak sizin hizmetinize verdi[640];

Allah, görevlerini aksatmayan güneşi ve ay'ı hizmetinize verdi[641]; Allah, geceyi ve gündüzü de hizmetinize verdi[642]; Allah, gemileri emrinize verdi[643]; Allah, o hayvanları sizin hizmetinize verdi ki, şükredebilesiniz[644]; Bunu bizim emrimize veren (Allah)ın sânı yü­cedir[645].

İsmi Faili/İşi hizmete hazır hale getiren. Mağlup olup da kendi iradesiyle boyun eğen. Bu anlamda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Bir kısmının diğer kısmını çalıştırması için[646].

Onunla alay ettim, onu alaya aldım: bizimle alay ederseniz, sizin alay ettiğiniz gibi biz de sizinle alay edeceğiz[647]. Sen hayranlık duyarken onlar alay ediyorlar[648].

Alay eden adama; kendisiyle alay edilene ise; denir. Alay edenin fiiline ve denir,[649] Siz onları alaya aldınız/boyun eğdirdiniz[650] âyeti hem [boyun eğdirme], hem [alay etme] anlamına hamledilmiştir. Diğer bir âyette de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Bize ne oldu ki, (dünyâda) kötülerden saydığımız adamları (burada) görmüyoruz?" dediler onlarla alay ederdik[651]. Âyetin ikinci anlamına, daha sonra gelen şu ifâde delâlet etmektedir:   

Siz onlara gülüyordunuz[652].

 

S-h-t

 

ve Cezayı gerektiren şiddetli kızgınlıktır: Hemen kızarlar[653]. Kızgınlık, Allah'tan olursa azap etme anlamına gelir: Bu böyledir. Çünkü onlar, Allah'ı kızdıran şeylerin peşine düştüler[654]; Allah, üzerlerine gazap indirmiştir[655]; Allah'ın rızâsına uyan kişi Allah 'in gazabına uğrayan ve barınağı cehennem olan kişiyle aynı mıdır?[656].

 

S-d-d

 

Kimisine göre, ve kelimelerinin anlamı birdir. Kimisi de doğal olan; ise sonradan yapılan set'e denir. Aslında kelimesi, [önünü kapattım] fiilinin mastarıdır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Bizimle onların arasına bir set yapman için sana bir vergi verelim mi?[657], Engeller de set'e benzetilmiştir: Önlerinden bir set ve arkalarından bir set çektik[658]. Âyette geçen lîu- kelimesi şeklinde de okunmuştur.[659]

Kapının üzerinde onu yağmurdan koruyan güneşlik benzeri bir şeydir. Kimi zaman bu kelime, şu sözdeki gibi kapı anlamına da gelir: [Sultanın kapılarının kendisine açılmayan fakir], ve kelimeleri istikamet anlamındadır, ise boşluk ve gediklerin kendisiyle kapatıldığı şeydir. Bu kelime, fakirliğin kendisiyle engellendiği şey için de istiare edilmiştir.

 

S-d-r

 

Yiyecek olarak faydası az olan bir ağaçtır. Bundan dolayı Yüce Allah Şöyle buyurmaktadır: Ilgın ve biraz da sedir ağacı[660]. Kimi zaman sedir ağacının dikenleri koparılır ve gölge yapılır. Sedir ağacı, başkasına ihtiyaç bırakmayacak kadar bol gölgesinden dolayı, Cennet gölgesi ve nimetleri için şu âyette mesel/Örnek olarak sunulmuştur: (Onlar) dikensiz sedir ağaçları arasında[661]. O vakit ku­şatıp sarıyordu Sidre'yi kuşatıp saran[662] âyeti, Hz. Muhammed'İn ilâ­hî bağışa ve büyük nimetlere özgü kılındığı bir mekâna işarettir.

Kimisine göre âyette sözü edilen sidre, altında Hz. Peygamber'e biat edilen ağaçtır. Yüce Allah, bu ağacın altında mü'minlerin üzerine huzur indirdi.

Gözün şaşa kalmasıdır. Şaşa kalandır. Kimisine göre, ifâdesi, [saçını sarktı], sözünün dönüştürülmüş şeklidir.

 

S-d-s

 

Altıda birdir: Anasının payı altıda birdir[663].

Susatmakla alakalıdır [develerin beş gün susuz bırakılıp altıncı günde su içmeye götürülmeleridir], 'in aslı 'dir. Toplumun altıncısı oldum. [Mallarının altıda birini aldım]. [Altıncı olarak geldi], şeklindeki farklı formların anlamı birdir.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Beş kişi gizli konuşsa mutlaka altıncıları O'dur[664]; "Onlar beş kişiydiler, altıncıları köpekleriydi" diyecekler[665]. Bunu asla yapmayacağım. Taylasan örtüşüdür. İnce ipektir, ise kaim ipektir.

 

S-r-r

 

ilân etmenin aksidir: Kendilerine verdiğimiz nzıktan gizli ve açık sarfetsinler[666]; Allah gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz şeyleri de bilir[667]; İsterseniz sözünüzü gizleyin veya onu açıklayın[668].

Gece yolculuğu yapan topluluğa, hareket eden buluta ve sütuna denir. Söz konusu bu kelime hem somut, hem soyut şeylerle ilgili kullanılır. Nefiste gizlenen sözdür: Allah gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilir[669]; Allah, onların sırlarını ve gizli konuşmalarını bilir[670].

Biri diğerine onu gizlemesini öğütledi. [Halk kendi aralarında gizli konuştu]. Azâfo gördükleri zaman, içlerinde piş­manlık duyarlar[671]; yani onu gizlerler. Kimisi de bu âyeti; Keşke geri  döndürülseydik de Rabbimizin  ayetlerini  inkâr etmeseydik[672] âyetini delil göstererek şöyle yorumlamaktadır: "Azabı gördükleri zaman, duydukları pişmanlığı açığa vururlar."

Bu yorum, doğru değildir, çünkü onların gizledikleri pişmanlık, açığa vur­dukları şu söze işaret değildir: Keşke geri döndürülsey­dik de Rabbimizin ayetlerini inkâr etmeseydik[673]. Fa­lan kişiye gizliden bir söz aktardım. Bu anlamda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: //ün/, Peygamber, eşlerinden birine bir sözü gizlice

söylemişti[674]. Onlara gizlice sevgi besliyorsunuz[675]; yani onları, kendilerine karşı beslediğiniz gizli sevgiye muttali kılıyorsunuz.

Bu âyet, "Onlara karşı beslediğiniz sevgiyi izhar ediyorsunuz." şeklinde de yorumlanmıştır. Bu doğru bir yorumdur. Çünkü başkasına gizli bir şeyi söylemek, diğerlerinden onu gizlemeyi gerektiriyorsa da kendisine tevdi edilen bu sim o ki­şiye ifşa etmeyi gerektirir. O halde [Falan kişiye bir sır verdim] sözü bir yandan ifşa etmeyi, bir yandan da gizlemeyi gerektirir. Şu âyet bu anlamdadır: Onlarla gizli gizli konuştum[676].

Gizli yapıldığından dolayı cinsel ilişkiye kinaye yoluyla denmektedir. Ayrıca bu kelime halis/seçkin olan için de istiare edilmiştir. [O, kav­minin halis/seçkin olanlarındandır], denilmektedir. [Vadinin en iyi yeri], sözü de bu anlamdadır. Kesilen göbeğin geri kalanına denir. Çünkü göbek, karın etiyle gizlenmektedir. ve göbekten kesilene denir.

Avuç içi çizgileri; Alın hatları. Ay sonunda ay'ın gizlendiği güne denir, Açığa vurulmayan sevinç. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Allah yüzlerine bir aydınlık ve içlerine bir sevinç vermiştir[677]; Seyredenlere mutluluk verir[678]. Yüce Allah'ın cennet ehli hakkında: Kendi ailesine sevinç i-çinde dönecektir[679]; Cehennem ehli hakkında da; 

Çünkü o, ailesi içinde sevinçliydi[680] şeklindeki sözü, dünya sevinci­nin ahiretteki sevincin zıddı olduğuna dikkat çekmektedir.

Üzerine oturulan döşektir; çünkü bu, nimet sahibi olanlara aittir. Çoğulu ve gelir: Ardarda dizilmiş koltuklar üzerinde yaslanmış olarak[681]; Orada yükseltilmiş tahtlar vardır[682]; Evlerine kapılar ve üzerine yaslana­cakları koltuklar yapardık[683].

Şekil olarak olarak tahta benzediğinden, ölen kişinin Rabb'ine kavuştuğunda elde edeceği mutluluk temennisinden ve Hz. Peygamber'in Dünya mü'minin zindanıdır."[684] sözüyle işaret edilen hapisten kurtulduğundan dolayı ölü naaşma da denir.

 

S-r-b

 

Aşağıya doğru gitmektir; ayrıca meyilli mekâna da denir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Balık, aşağıya doğru denizde bir yol tutup gitmişti[685]. formu, formu gibidir. formu da böyledir. Ancak fiilin, failden meydana geldiği (etken) tasavvur e-dildiğinde fiil, mutavi (edilgen) olarak tasavvur edildiğinde ise formu kullanılır.

Göz yaşı aktı. [Yılan yuvasına girdi]. [Su, tulumdan aktı], Tulumundan damlayan su. Hangi yolda olursa olsun, kendi başını alıp giden kişiye denir: Geceleyin gizlenen de, gündüzün görünen de (Allah'ın bilmesi bakımından) birdir[686].

kelimesi, 'in çoğuludur; tıpkı ve gibi. Bu kelime, develerle ilgili bilinmektedir. Nitekim şöyle denir: yani develeri azaldı, Yani o, sürüsü konusunda; bazılarına göre kendi şahsı konusunda; diğer bazılarına göre de; ehli ve kadınları konusunda güvendedir. Burada kinaye yapılmıştır.

Talaktan kinaye olarak da şöyle denir: Bu ifâdenin (lafzı) anlamı şudur: Sürüsüyle giden develerini, sana geri getirmem.

On'dan yirmiye kadar olan at sürüsüne denir.

Göğse sarkan saçtır. Çölde su gibi parlayan şeydir; çünkü göze, hareket ediyormuş gibi görünmektedir.

Hakikati olana şeye denildiği gibi, hakikati olmayana da denir.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Küfre sapanlara gelince, onların amelleri çöldeki serap gibidir. Susayan onu su sanır[687]; Dağlar yürütülmüş, bir serap oluver­miştir[688].

 

S-r-b-1

 

Hangi cinsten olursa olsun gömleğe/elbiseye denir: Gömlekleri katrandandır[689]: Sizin için, sıcaktan koruyacak elbiselerle savaşta koruyacak elbiseler de yaptı[690]; yani bir kısmınızı bir kısmınızın şiddetinden koruyacak elbiseler.

 

S-r-c

 

[Çıra]: Bir fitil ve yağla ışık veren şeydir. Parlayan her şeye de bu isim verilir: Güneşi de siracflumba yaptı[691]; Parlayan sirac/lamba[692]; yani güneş.

Güzellikte onu lamba gibi yaptım. Şair şöyle der:

Simsiyah bir saç ve lamba gibi parlayan bir burun.[693] Hayvan semerine, onu yapana ise denir.

 

S-r-h

 

Meyvesi olan bir ağaçtır. Tekili gelir. sözünün asıl anlamı şudur: Develere şerh ağacını yedirdim. Daha sonra bu söz, hayvanları her türlü otlatmaya götürmek için kullanılır oldu. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Akşamları getirir, sabahları götürürken onlarda sizin için bir güzellik vardır[694]. Çoban. kelimesi, gibi çoğuldur.

boşanma ile ilgili bir kelimedir:

Boşama iki kezdir. Bunun ardından da ya iyilikle tutmak ya da güzelce serbest bırakmak gerekir[695].   Onları güzellikle serbest bırakın[696] âyeti, [develerin otlamaya bırakılması] sözünden istiare edilmiştir; tıpkı talak1 ın/boşanmanın [develerin salıverilmesi] sö­zünden istiare edildiği gibi.

Bu kelime geçip gitmek anlamına da gelir: Yürüyüşünde rahat olan deve demektir. Bir şiir vezni olup yukarıdaki ifâdeden istiare edilmiştir.

 

S-r-d

 

Pürüzlü ve kaba olan şeyleri dokumaktır; zırh ve deriyi dokumak gibi.

Bu kelime istiare yoluyla, demiri şekillendirmek/dizayn etmek için de kullanılır: Geniş zırhlar yap, dokumasını ölçülü yap[697]. Bu kökten formları gelir, tıpkı formları gibi. Matkaptır.

 

S-r-d-k

 

[Çadır]. Arapça'ya giren Farsça bir kelimedir. Arap dilinde, üçüncü harfi elif olup sonrasında da iki harfin geldiği tekil bir isim yoktur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Biz, zalimler için öyle bir ateş hazırladık ki, çadırı/duvarı onları çepeçevre kuşatmıştır[698]. Çadır şeklinde yapılan ev.

 

S-r-t

 

Kolay yol. Bu kelimenin aslı şu sözden gelir: Yemeyi yuttum. Gideninin, kendisini yuttuğu veya kendisinin gidenini yuttuğu tasavvur edilerek yola denmiştir. Görmez misin ki, [Bir yeri, alimi öldürdü]; [Bir yer, cahilini öldürdü], denmiştir. Ebu Temam bu her iki bakış açısına göre şöyle der:

Uzun bir zaman kendisi çölleri koruduktan sonra çöller onu korudu.

Ve yağmur suyu, kendisini akıtanı doyurur.[699]

Aynı şekilde, sâlikinin/yolcusunun kendisini yuttuğu varsayımıyla yola ve [lokma] denmektedir.

 

S-r-a

 

Yavaş davranmanın zıddıdır. Hem cisimler, hem fiiller için kul­lanılır. Bu kökten formları kullanılır, Onların develeri hızlandı. Tıpkı formu gibidir. Ayrıca bu kökten ve [koşuştular], formları da gelir: Koşuşun Rabbinizden bir bağışlanmaya[700]; Hayırlı işlere koşuşurlar[701]; O gün yer, onların üzerinden süratle yarılıp açılır[702]; yer, onların üzerinden süratle yarılıp açılır[703]; Kabirlerden çabuk çıkacakları gün[704].

Toplumun hızlı öncüleri. fiilinden [Ne de çabuk yağı aktı!] denmiştir; tıpkı den ve 'den geldiği gibi. Allah gerçekten hesabı çok çabuk görür[705]; Doğrusu Rabbin, cezası çabuk olandır[706] âyetleri, şu âyete dikkat çekmektedir:   

Allah bir şeyi dilediği zaman, ona sadece der, o da hemen oluverir[707].

 

S-r-f

 

Her ne kadar infak/harcama konusunda daha meşhur ise de, insanın yaptığı herhangi bir işte haddi aşmaya denir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Onlar, harcadıkları zaman ne israf ederler ne de eli sıkı davranırlar[708] israf ile tez elden yetimlerin mallarını yemeğe kalkmayın[709].

İsraf kimi zaman miktar, kimi zaman da keyfiyet/nitelik ile belirlenir. Bun­dan dolayı Süfyân şöyle demiştir: Allah için yapmadığın infak, az da olsa israf­ İsraftır.[710] Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: İsraf  etmeyin; çünkü Allah, israf edenleri sevmez[711];                   

Müsrifler, işte onlar ateş halkıdır[712]; yani işlerinde haddi aşanlar, Kuşkusuz, Allah, haddi aşan yalancıları doğruya ulaştırmaz[713].

Lut kavmi, aşağıdaki âyette belirtilen ekilmeye özgü tarlaya "tohum" bırak­madıkları için müsrif diye isimlendirilmişlerdir:[714]    

Kadınlar sizin tarlanızdır.  O halde tarlanıza dilediğiniz şekilde varın[715].

Ey nefislerine karşı aşırı giden kullarım[716] âyeti, hem malda hem malın dışındaki israfı içermektedir. Kısasla ilgili; Öldürmede aşırı gitmesin[717] âyetindeki israf, maktul velisinin, katilden başkasını öldürmesidir. Bu da, câhiliye dönemi insanla­rının yaptıkları gibi, ya katili değil de ondan daha değerli birini öldürmek ya da ka­tili öldürmekle yetinmeyip başkasını da öldürmek şeklinde olur.

Arapların şu sözü de bu anlamdadır: Yani size uğradım, fakat sizi görmezden geldim- zira aşılmaması gereken şeyi aştığı için görmezlikten gelmiştir-. İşte bundan dolayı sözü, sizi görmezden geldim, şeklinde yorumlanmıştır.

Yaprak yiyen bir kurtçuktur; o, israf yaptığı düşünüldüğünden dolayı bu ismi almıştır. [Ağaç israf edildi], denilmektedir.

 

S-r-k

 

Birinin, hakkı olmayan bir şeyi gizli olarak almasıdır; şeraitte ise, belli bir yerden belli bir meblağın alınması anlamında kullanılır olmuştur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Hırsızlık eden erkek ve hırsızlık eden kadın

[718]; Dediler ki: "Eğer o çalmışsa, bun­dan önce bir kardeşi de çalmıştı."[719]; Ey kafile, sizler gerçekten hırsızsınız[720]; Senin oğlun gerçekten hırsızlık etti[721].

Biri, gizliden bir söz dinlediğinde; [Kulak hırsızlığı yaptı] denir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Kulak hırsızlığı yapan olur­sa/Gizliden dinlemeye çalışan olursa[722]. ve kelimeleri aynı olup ipek anlamındadır.

 

S-r-m-d

 

Sürekli: De ki: Düşündünüz mü hiç, eğer Allah üzerinizde geceyi aralıksız devam ettirse[723]

De ki Düşündünüz mü hiç, eğer Allah üzerinizde gündüzü aralıksız devam ettirse[724].

 

S-r-y

 

Gece yürüyüşü. Bu kökten ve fiil formları gelir: Geceleyin ailenle birlikte yola çık[725]; Bu gece,  kulu Muhammedi,  Mescid-i Haramdan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksaya götüren O zatın şanı ne yücedir![726]. Bazıları; fiilinin kökünden değil, geniş yer anlamındaki kökünden geldiğini ve aslının vav'lı olduğunu söylemektedir. Nitekim şair de şöyle demiştir:

Katırların sidiği Himyer'in geniş arazisinde.[727] Buna göre tıpkı; ve  fiil formları gibi olur.

Kulunu götüren O Zatın şanı ne yücedir![728]; yani, onu yüksek bir yere gö­türen, Her şeyin en yükseği. ifâdesi de bu anlamdadır; yani güneşin yükselişi, Rabbin alt tarafında bir seriyy var etti[729]; yani, akan bir nehir var etti.[730]

Kimisi de bu kelimenin yükseklik anlamındaki /P'den geldiğini söylemek­tedir. [Şerefli adam], denir. Bu görüşe göre, âyette geçen (bsp) kelimesi, Hz. İsa'ya ve Yüce Allah'ın ona ait kıldığı yüce makama işaret etmektedir, Elbiseyi üzerimden çıkardım, denir.

Atın üstünden bezi çıkardım. Bu anlamdan; denir; sanki o, elbisesini çıkarmıştır. Bu kelime ve kelimelerinin zıddıdır. Ohh ticaret için sakladılar[731]. Yani kendi içlerinde, onun satışından bir mal elde edeceklerini tahmin ettiler, Gece yolculuğa çıkan topluluk, seyreden bulut ve sütun anlamlarına gelir.

 

S-t-h

 

Evin üstüdür. Eve dam yaptım. Yeri dam gibi dümdüz yaptım: (Bakmıyorlar mı) yere, nasıl yayılıp dö­şenmiş?[732]. Adam sırtüstü uzandı. Kâhine denmesi, bir deri parçasını serdiğinden dolayıdır, Çadıra kendisiyle çatı yapılan direktir. Tiriti tasta yaydım.

 

S-t-r

 

ve Yazılan yazıdan, dikilen ağaçtan ve ayakta duran insanlardan oluşan saf. Falan kişi şunu satır satır yazdı. Yüce Allah şöyle buyur-maktadır:  Mîn/ Yemin olsun kaleme ve satır satır yazdıklarına[733];   Andolsun Tûr'a * Söto* satır yazılmış Kitaba[734]; yani sağlam korunmuş Kitab'a. 'ın çoğulu ve gelir. Şair şöyle der:

Yazılmış satırların hakkı için ben, [ey Nasır! ey Nasır! yardım et diyorum.][735]

MübeiTed'e göre; Eskilerin esatiri[736] âyetinde ge­çen kelimesi, kelimesinin çoğuludur; tıpkı Kendilerine "Rabbiniz ne indirdi" diye sorulduğunda "Bunlar eskilerin masallarıdır" dediler[737]. Yani onların iddialarına göre, vahiy olduğu söylenen şeyin Allah adına yazılan ya­lan ve iftiralardır. Şu âyet de bu anlamdadır:  

Kuran öncekilerin masallarıdır; başkalarına yazdırıp sabah aksam kendi­sine okunmaktadır dediler[738].

Oğüf ver, çünkü sen; ancak bir öğütçü­sün * Onların üzerine zor kullanıcı değilsin[739]; herşeye hakim olan kendileri midir?[740]. ve ifâdeleri, birinin bir şeyin üzerine dimdik durmasıdır. Buna göre Yüce Allah yukarıdaki âyette şunu demiş oluyor: Sen onların üzerine hükümran ve onları koruyucu değilsin].

Bu âyetlerde 'in kullanımı, Bütün kazandıklanyla  her bir nefsin  üzerinde  böylesine hükümran olan  başka  kim vardır?[741] âyetteki  'in ve Ben sizin başınızda zorlayıcı/hafız değilim[742] âyetindeki 'in kullanımı gibidir.

Bazıları bu âyeti, [Sen onların yaptıklarını kaydedici değil­sin], şeklinde yorumlamaktadırlar. Buna göre kelimesi, Yanlarındaki elçilerimiz yazmaktadırlar[743] âyetindeki İle aynı anlamda olur. Âyette sözü edilen yazı, şu âyette zikredilendir: Allah'ın gökte ve yerde bulunan her şeyi bildiğini bilmiyor musun? Bunların hepsi (O'nun katındaki) bir kitapta kayıt­lıdır. Bu, Allah için kolay bir iştir[744].

 

S-t-v

 

El kaldırarak saldırmaktır. [Ona saldırdı]. Şu âyet bu anlamdadır: Neredeyse kendilerine ayetlerimizi okuyanlara saldıracaklar[745]. Bu kelimenin aslı, [At, kısrağın üzerine atladı], sözünden gelmektedir. Bu söz, erkek atın arka ayakları üzerine kalkarak coşkunluktan veya ilişki kurmak için ön ayaklarını kısrağın üstüne attı­ğında söylenir. iki»: Çoban, yavruyu annesinin karnından ölü olarak çıkardı.

gibi su için istiare edilir. [Su taştı], denir.

 

S-a-d

 

ve Hayırlı işler yapma konusunda insanlara yapılan ilâhî yardımlardır. Bunun zıddı [bedbahtlık] kelimesidir. Bu kökten şöyle denir: [Mutlu oldu]; [Allah onu mutlu etti/etsin]; [Mutlu adam]; [Mutlu toplum]. Mutlulukların en büyüğü cennettir. Bunun için [Mutlu toplum]. Mutlulukların en büyüğü cennettir. Bunun için Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Mutluluğa erdirilenlere gelince, onlar cennettedirler[746]; Onların bir kısmı bahtsız, bir kısmı mutludur[747].

Mutluluğun zannedildiği konuda yardım etmektir. Hz. Peygam-ber'in;[748] sözü şu anlama gelir: Allah seni mutluluklar üzerine mutlu etsin veya Allah size yardım üzerine yardım etsin. Fakat birinci anlam daha uygundur. özellikle ağlama(ya yardımcı olmak) anlamında kullanılır. [Ondan yardım istedim o da bana yardım etti].

Sağladığı yardım düşünülerek belli organ [el ile dirsek arasındaki kol kısmı]nın adı olmuştur. Kuşun iki kanadına eller denildiği gibi, [kollar] da denilmektedir. Sütü artıran bir bitkidir. Bunun için şöyle denmiştir: [Bu da bir otlaktır, fakat sa'dân gibi değildir].[749] Güvercin, bağcık düğümü ve devenin boğaz altında sarkan et parçası anlamlarına gelir. Bilinen bir yıldızlar takımıdır.

 

S-a-r

 

Ateşin alevlenmesidir. [Ateşi alevlendirdim], Kedisiyle ateşin alevlendiği odundur. [Savaş kızıştı/yayıldı]. [Hırsızlar tutuştular/tutuşmuşçasma hareket ettiler]. Bu kelime tıpkı gibidir. [Dinç ve çevik deve]; tıpkı toy ve gibidir.

Ateşin hararetidir, Adama sıcak vurdu/sıcağa maruz kaldı. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Yakıcı bir ateşe gireceklerdir[750]; Cehennem kızıştırüdığında[751]. Ayette geçen kelimesi şeddesiz de okunmuştur.[752]

Yakıcı ateş azabı[753]. Ayetteki kelimesi, mefûl anlamında fe'il veznindedir. Suçlular bir sapıklık ve çıl­gınlık içindedir[754] Ateşin alevlenmesine benzetilerek piyasa fiyatı İçin kullanılmıştır.

 

S-a-y

 

Hızlı yürümektir; koşmanın bir alt derecesidir. Bu kelime ister hayır, ister şer olsun bir konuda gayret sarfetmek için de kullanılır. Yüce Allah şöyle bu­yurmaktadır: Onların harâb olmasına çalışan[755];

Onların nuru, önlerinden koşar[756]; Yeryüzünde bozgunculuk yapmaya çalışırlar[757];   Dönüp gitti mi/İş başına geçti mi yeryüzünde  bozgunculuk yapmaya çalışır[758]; İnsana çalışmasından  başka bir şey yoktur *  Ve çalışması da yakında görülecektir[759].

Sizin çabalarınız çeşit çeşittir[760]; Kim ahıretı ister ve inanarak ona yaraşır biçimde çalışırsa, Öylelerinin çalışmalarının karşılığı verilir[761]; İnanarak iyi işlerde bulunanların çalışmaları, inkâr edilmez/boşa gitmeyecektir[762]. daha çok övülmeye değer fiillerde kullanılır. Şair şöyle der:

Eğer Alkame b. Sa 'd'in çabasına karşılık verirsem Sadece tek bir günün sınamasıyla karşılık vermem.[763] Onunla birlikte çaba gösterme çağına erişince[764]; yani elde etmeye çalıştığı şeye kavuştuğunda. özellikle Safa ve Merve arasındaki yürüme anlamında; ise dedikodu, sadaka/zekat alma ve kölenin özgürlüğe kavuşması için elde ettiği kazanç anlamında kullanılır.

kötü işler işleme, İse iyi işleri elde etme anlamına tahsis edilmiştir, Âyetlerimiz, hakkında bizi âciz bırakmaya

çalışanlar[765] yani indirdiğimiz âyetler konusunda acizliğimizi ortaya koymaya çalışanlar.

 

S-ğ-b

 

Yahut açlık gününde doyurmaktır[766], Âyette geçen kelimesi, yorgunlukla birlikte açlık anlamına gelen 'den gelmektedir. Söz konusu bu kelime yorgunlukla birlikte susuzluk i-çin de kullanılır. Bu kökten formu kullanılır. İsm-i fail sıfatu'l-müşebbihe tıpkı gibi gelir.

 

S-f-r

 

Örtüyü kaldırmaktır. Bu kelime sadece maddî keşif anlamına gelir. Ör­neğin; [Sarığı başın üzerinden kaldırdı]; [Başörtüyü yüzün üzerinden çıkardıj. Evin, misfer; yani süpürgeyle süpürülmesidir. Bu da evi sefir'den; yanı topraktan temizlemektir.

renkle alakalı kullanılır: Andolsun ağaran sabaha[767]; yani rengi aydınlanan. O gün bir takim yüzler aydınlıktır[768]. Sabah namazını gün ağarırken kılınız; mükafatlanırsınız."[769] Bu söz, "İçine girdim" anlamındaki 'den gelmektedir. Tıpkı [sabah vaktine girdim] gibi.

[Adam sefere çıktı], [o, yolcudur]. fiili, insanın mekandan, mekanın da insandan yola çıktığı itibarıyla müfâale/müşareke anlamına dan, mekanın da insandan yola çıktığı itibarıyla müfâale/müşareke anlamına özgü kılınmıştır. Sefer yemeği ve bu yemeğin içine konulduğu kab anlamında olan kelimesi, kökünden türemiştir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Eğer hastalanırsanız yahut yolculuk halinde bulunursanız[770]. Gerçekleri açıklayan kitaptır. Çoğulu gelir: Kitaplar taşıyan eşeğin durumu gibidir[771].

Bu âyette özellikle kelimesinin kullanılması şuna dikkat çekmek için­dir: Her ne kadar Tevrat, verdiği bilgilen ispatlıyorsa da, cahil kişi neredeyse onla­rı algılamaktan, tıpkı onu taşıyan eşek gibi uzaktır.

Seferenin ellerinde * Değerli ve güvenilir seferenin[772] âyetindeki 'den kasıt, şu âyette nitelenen meleklerdir: Değerli yazıcılar[773]. Cin çoğuludur, ve gibi. Toplumlar arasındaki yabancılığı/soğukluğu ortadan kaldıran elçidir.

fail anlamında fe'îl veznindedir. elçiliktir. Elçi, melekler ve kitaplar, toplumun bilmediklerini onlara açıklama konusunda eşittirler. Ayrıca mef'ûl anlamında süpürülen şey için de kullanılır.

Sifar de nedir; çirkin olası sifar.[774] Bazılarına göre şiirde geçen kelimesi, devenin burnuna geçirilen bir demir parçasıdır. Eğer bu hususta bu beytin dışında başka bir delil yoksa söz konu­su kelimenin fiilinin mastarı olma ihtimali vardır.

 

S-f-a

 

Atın alnındaki siyah perçeminden alıp çekmektir: Onu perçeminden tutup sürükleriz[775]. Siyah olması itibarıyla sacayağına denmiştir.

Çok fazla hiddetlenen kişinin yüzünde beliren duman renginden dolayı da, onda kızgınlık siyahlığı vardır, denir. Renginin siyaha meylinden dola­yı, şahine denmektedir. [Rengi siyah kadın].

 

S-f-k

 

Kan dökmektir: Kan döker[776]. Aynı şekilde bu kelime, eritilen cevher ve gözyaşı için de kullanılır.

Yüksekliğin zıddıdır. [o, alttadır]: ihlâl O kentin üstünü altına getirdik[777]. daha yükseğin zıddıdır: Kervan da sizden daha aşağıda idi[778]. Aşağıda oldu: Sonra onu aşağıların aşağısına çevirdik[779]; Allah, inanmayanların sözünü alçalttı[780].

Şu âyette Jilî kelimesi, Jy karşıtı olarak kullanılmıştır: Üstünüzden ve altınızdan size saldırmışlardı[781]. Rüzgârın estiği yerdir; bunun zıddıdır. Bayağı insanlar. Bu kelime tıpkı gibidir, [Onlar seviyesiz/bayağı işler yaparlar].

 

S-f-n

 

Bir şeyin dış yüzeyini törpülemektir. Örneğin; [tahtayı rendeledi]; [deriyi zımparaladı]; [rüzgâr toprağı yerden sildi]. Şair şöyle der:

gizli geldi, göğsü toprağı silerek.[782]

Tıpkı , gibi törpülenen şeye denir. Bu kelime özelde, kılıç kabzasının derisi ve onu sıyıran demir için kullanılır. Suyu sıyırıp geçtiğinden gemiye alâl denir: Gemiye gelince[783]. Sonra, gemiye benzetilerek rahat binilen her şeye sefine denmiştir.

 

S-f-h

 

Beden hafifliğidir. Bu anlamdan, çokça sallanan yular, denmiştir. Dokuması kötü elbise. Bu kelime, akıl eksikliğinden dolayı kişinin hafifliği ve din-dünya işleri konusunda kullanılır:

Aklını yitirenden başka, kim ibrahim di­ninden yüz çevirir?[784]. Bunun aslı, dür. Sonra fiil failden sarfedildî; tıpkı Refah içinde şımarmış kentler[785] âyetinde olduğu gibi. Dünyevî sefeh örneği: Mallarınızı aklı ermezlere vermeyin[786]. Uhrevî sefeh örneği: 

Doğrusu bizim beyinsiz olanımız Allah hakkında saçma şeyler söylüyormuş[787]. Bu, din ile ilgili sefehtir.

Onlara; insanların inandıkları gibi siz de inanın, denilince; o beyinsizlerin inandığı gibi mi biz de inanacağız? Derler. İyi bilin ki asıl beyinsizler kendileridir, fakat bil­mezler[788] âyeti, müminleri sefih diye isimlendiren münafıkların, aslında kendilerinin sefih olduğuna dikkat çekmektedir. Şu âyet de bu anlamdadır:   

İnsanlardan bazı beyinsizler; "Onları, üzerinde bulundukları kıbleden çeviren nedir?" diyecekler[789].

 

S-k-r

 

Bu kelime [Güneş onu yaktı] sözünden gelmekte ve şeklinde de telaffuz edilmektedir; yani güneş onu yaktı ve eritti. cehenneme özel isim yapılmıştır: Nedir sizi Sekar'a (cehenneme) sokan?[790]; Sekar'ın (cehennemin) elemini tadın![791]. kelimesi, kök itibarıyla yakma anlamını içerdiğinden dolayı

Yüce Allah; Sakar nedir, sen bilir misin? *

Geride hiçbir şey bırakmaz, ondan hiçbir şey kurtulmaz- * İnsanın derisini kavu­rur[792] âyetleriyle cehennem ateşinin, bildiğimiz dünyevî ateş­ten farklı özelliklere sahip olduğuna dikkat çekmektedir.

 

S-k-t

 

Bir şeyin düşmesidir. Bu da bir şeyin yüksek bir yerden alçak bir yere düşmesiyle olur; insanın damdan düşmesi ve yaşlılıktan dolayı dik bedenin eğil­mesi gibi. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:  Bilin ki onlar fitneye

düşmüşlerdir (9/Tevbe 49); Gökten bir parçanın düş­tüğünü görseler (52/Tûr 44); Üzerimize gökten parçalar düşür (26/Şu'arâ 187).

ve Az değer verilen şeydir. Bu anlamda şöyle denir: Düşük karakterli adam. [Onu falan şey düşürdü/alçalttı]. sözünde, "hem yukarıdan düşmek" hem de "kötü olmak" anlamları düşünülmüş­tür; zira Kadın düşük yaptı] ifâdesi, sadece kadının henüz süresi dol­madan düşürdüğü çocuk konusunda kullanılır. Bu anlamda bu çocuğa düşük denir. Zaman zaman veled diye isimlendirilmesinden dolayı, [yakılırken düşen ateş parçası], düşük çocuğa benzetilmiştir.

Ne zaman ki başları elleri arasına düşürüldü[793]; yani yaptıklarına pişman olduklarında,[794] Üzerine taze, olgun hurma dökülsün[795]; yani hurma düşsün. Bu âyet şed-desiz şeklinde de okunmuştur.[796] Aslı olup tâ'lardan biri hazfedilmiştir. şeklinde okunduğunda da muteaddi/gecişli gelir. Çünkü 'nin mutavaî olan [onu yuttu], örneğinde olduğu gibi, formu gibi muteaddî olur. Âyet şeklinde de okunmuştur.[797] Yani, hurma dalı düşsün.

 

S-k-f

 

 [Evin çatısı]. Çoğulu gelir: Evlerine gümüşten tavanlar yapardık[798]. Şu âyetlerde gök, diye isimlendirilmiştir: Andolsım yükseltilmiş tavana[799]; Göğü, korunmuş bir tavan yaptık[800]. Sofa ve ev gibi tavanı olan bütün mekânlara denir. Tavana benzetilerek uzun meyilli satıhlara denir.

 

S-k-m

 

ve Sadece bedende meydana gelen hastalıktır, j bedende hem nefiste/ruhta meydana gelir. Örneğin; kalblerinde hastalık vardır[801]. "Ben hastayım", dedi[802] âyeti, ya üstü kapalı bir ifâdedir; veya geçmişte olan veya gele­cekte olacak bir hastalığa ya da halihazırda varolan hastalığın birazına işarettir. Zira insan, hissetmezse dahi kendisine bulaşan hastalıklardan hali olamaz. Bir yerde korku varsa, denir.

 

S-k-y

 

ve Kişiye içeceği şeyi vermektir. Kişiye, bu suyu, dilediği şekilde içebilmesi için temin etmektir. formu, den daha mübalâğalıdır. Zira kişiye, hem sulama yapması hem içmesi için su sağlamak anlamına gelir. Bu anlamda, [sulama yapması için ona bir nehir sağladım], dersin. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Rableri onlara tertemiz bir içki çirmiş[803];  Sıcak suyun içinldiği kimseler[804];   Bana yediren  ve içiren  O'dur[805].

formuna örnekler: Ve size tatlı  bir su içirdık[806]; Sizi onunla suladık[807]; yani onu sizin için içecek yaptık.    Karınlarının içindekinden size içiriyoruz[808] âyetinde geçen fiili, nûn harfinin fethası ve zammıyla okunmuştur.[809] Sulama hissesine ve sulanan araziye denir. Zira her ikisi de [iptal edilmiş] gibi mef ûl anlamındadırlar.

içmek veya sulamak için su talep etmektir: Bir zamanlar Musa, toplumu için su istemişti[810]. İçilen şeyin konul­duğu kaptır, Su kabı yapman için sana bir deri verdim. Sikaye'yi/Su tasını (öz) kardeşinin yükünün içine koydu[811] âyetinde geçen kelimesi, [kralın ölçeği], diye isimlendirilen kaptır. Ona, denilmesi, kendisiyle su içildiğine; denilmesi ise kendisiyle ölçüldüğüne dikkat çekmek içindir.

 

S-k-b

 

Fışkıran bir su[812] âyetindeki kelimesi,  anlamındadır. [Akıp giden at]. [Onu döktüm, o da döküldü]. Fail şeklinde düşünüldüğü için [akan gözyaşı], denir. Bazen da [dökülen gözyaşı], formu kullanılır. [Akan elbise];  ince ve yumuşaklığından dolayı  akan şeye benzetilmiştir.  Sanki söz konusu elbise, akan bir sudur.

 

S-k-t

 

sözü/konuşmayı terk etmek anlamındadır. Çok sessiz kalan adam. ve Meydana gelen hastalıktır. musikîde nefesin kesilmesini ifâde eder. [Namazdaki sekteler]: İftitah tekbirini getirirken ve ondan sonraki sükuti duraklamalardır. Yarışta son gelen attır. Sükût bir çeşit hareketsizlik olduğu için şu âyette istiare yo­luyla bu anlamda kullanılmıştır: Musa'nın öfkesi dinince[813].

 

S-k-r

 

[Sarhoşluk]: İnsanla aklı arasında arız olan bir durumdur [İnsan aklının geçici olarak gitme durumudur]. Bu, daha çok içki için kullanılır. Sarhoşluk, bazen kızgınlık ve aşktan dolayı da meydana gelir. Bundan dolayı şair şöyle der:

İki sarhoşluk; aşk sarhoşluğu ve şarap sarhoşluğu.[814]

Ölüm sekerâtı da bu anlamdadır: Ölüm sekerâtı/sarhoşluğu geldi[815]. Sarhoşluğun kaynaklandığı şeye denir: Ondan hem seker/içki hem de güzel gıdalar edinirsiniz[816]. Ayrıca suyun önünü kapatmaya denir; bu da kişi ve aklı arasında meydana gelen engel itibarıyladır. Set çekilen yere denir.

Gözlerimiz döndürüldü[817] âyetindeki fiili, kimisine göre 'den kimisine göre de 'den gelir. Sakin bir gece. Bu ifâde, sarhoşluktan kaynaklanan sükûnetten dolayı kullanılmaktadır.

 

S-k-n

 

Bir şeyin hareket ettikten sonra durmasıdır. Bu kelime bir yerde ya­şamak/ikamet etmek anlamında da kullanılır. Örneğin; Falan kişi falan yeri yurt edindi. Mekân'a denir. Çoğulu, gelir: Meskenlerinden/Konutlarından başka bir şey görülmez oldu[818]; Gece ve gündüzde barınan her şey O'nundur[819]; Geceyi sizin istirahat etmenize elverişli hale getirdi[820].

Birincisinden ikincisinden formları kullanılır. Örneğin;    

Rabbimiz, ben çocuklarımdan bazısını, senin Haram Ev'inin yanında, ekinsiz bir vadiye yerleştirdim[821]; Boşadığınız  kadınları,   gücünüz  ölçüsünde oturduğunuz yerin bir bölümünde oturtun[822].

Gökten belli ölçü ve miktarda su indi­rip onu yerde durdurduk[823] âyeti, Yüce Allah'ın suyu yaratmaya da, onu yok etmeye de güç getirdiğine dikkat çekmektedir. Hem sükûnete, hem kendisiyle sükûnet bulunulan şeye denir: evlerinizden bir huzur ve dinlenme yeri yaptı[824]; onlara huzur verir[825]; Geceyi dinlenme zamanı yapmıştır[826].

Kendisiyle huzur bulunulan ateş. Kişiye ücretsiz bir konut temin etmektir. Ev sakinlerine denir. Tıpkı 'in çoğulu gibi. Bazılarına göre 'in çoğulu gelir. Geminin kendisiyle durdurulduğu çapa. Kesilenin hareketini sona erdirdiği için bıçağa denmektedir.

Bazılarına göre; Mü'minlerin kalblerine huzur indiren Allah'tır[827] âyetinde geçen  'den kasıt melektir;

müminin kalbini sakinleştirir ve ona güven verir. Nitekim Emiru'l-Mü'minin aley-hi's-selam şöyle demiştir: Sekine (vahiy meleği), Ömer'in diliyle konuşur.[828]

Kimisi de ondan kastın akıl olduğunu söyler; şehevî arzulara meyletmekten alıkoyduğunda ona denir. Bu anlama şu âyet delâlet etmektedir:  

Allah'ı anmakla gönülleri huzur bulan kimselerdir[829]. Bazıları ve 'in aynı olup korkunun giderilmesi anlamında olduklarını söyler. Şu âyet bu anlamdadır: Onun hükümdarlığı­nın alâmeti, içinde Rabbinizden bir huzur bulunan Tabutun size gelmesidir[830].

'nİn; başı kedinin başına benzeyen bir şey olduğuna dair rivayetin sahih olmadığı kanaatindeyim.[831]

Hiçbir şeye sahip olmayan kişiye denir; fakirden daha düşük bir se­viyededir.

O gem/, denizde çalışan birtakım mis­kinlere ait idi[832]. Gemi gittikten sonra Yüce Allah onları miskin diye ifâde etmiş; veya onların miskinliklerine oranla gemilerinin bir değeri olmadığı i-çin onlar bu şekilde nitelendirilmişlerdir. Üzerlerine al­çaklık ve yoksulluk damgası vuruldu[833] âyetinde geçen 'deki mim harfi, iki görüşten en sahih olanına göre zaittir.

 

S-l-l

 

Bir şeyi bir şeyden çekip çıkarmaktır. Örneğin; [Kılıcı kınından çekmek]; [Bİr şeyi evden çalmak]; [Çocuğun babanın sulbünden süzülüp gelmesi]. Bu anlamda çocuğa J denmektedir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:  

A//a/i içinizden, birbirinin arkasına gizlenerek sıvışıp gidenleri bilir[834]; Andolsun biz İnsanı çamurdan bir süzmeden yarattık[835]; yani topraktan süzülen özden.

Bazılarına göre, âyette geçen kelimesi, meni'den kinayedir. Bu­nunla nutfeden meydana gelen öz düşünülmüştür. [Verem]: Kendisiyle etin ve gücün gittiği bir hastalıktır. [Allah ona süite/verem hastalığı versin/onu fakir etsin].

Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: Ne hırsızlık ne de hainlik/haksızlık vardır."[836] Şey sallandı. Sanki o, peş peşe gelip gitmiş diye düşünülmüştür. Bundan dolayı mânânın tekrarına dikkat çekmek için lafızda tekrar olmuştur.

[Zincir] kelimesi de bu anlamdadır: 

Sonra uzunluğu yetmiş arşın olan zincire vurun onu[837]; Biz, kâfirler için zincirler, demir halkalar ve alevli bir ateş hazırlamışızdır[838]; Boyunlarında demir halkalar ve zincirler olduğu halde sürükleneceklerdir[839]. Hz. Peygamber'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:

Zincirlerle cennete sevk edilen toplum ne ilginçtir.[840] Berrak oluncaya kadar yatağında gelip giden su. Şair şöyle der:

Bana göre, o , akıcı saf sudan daha hoştur.[841] : Selsebil demlen bir çeşme[842]; yani; rahat, lezzetli, akıcı ve akışı keskin olan bir su. Bazılarına göre cennetteki bir su kaynağının ismidir. Kimisine göre söz konusu bu kelime, kelimelerinden oluşmuştur. Tıpkı ve benzeri birleşik lafızlar gibi. Kimisi ise, bu kelimenin hızlı akan bütün su kaynaklarının adı olduğunu söyler. Dilin ince tarafı.

 

S-l-b

 

Başkasından zorla bir şeyi söküp almaktır: Sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan kurtaramazlar[843]. Gasp edilen adam ve yavrusu çalınan deve. [gasp edilen] anlamındadır. Ağacın soyulan kabuğuna da denir.

Şairin;

Siyah elbiselerde ve yünlülerde.[844] sözünde geçen kelimesinin, başına musibet gelen kişinin giydiği siyah elbise anlamında olduğu söylenmiştir. Sanki o, daha Önceden giydiklerini çıkardığı için, bu elbise diye isimlendirilmiştir.

sözünün, [kadın matem tuttu] gibi olduğu söylenmektedir. Değişik yöntemler anlamına gelir.

 

S-l-h

 

Kendisiyle savaşılan her şeye denir. Çoğulu gelir:   

Dikkatli olsunlar, silahlarını yanlarına alsınlar[845]; yani eşya-s mı/mühİ mmatını.

Develerin, yedikleri zaman gürbüzleştikleri ve semizledikieri bir bitki­dir. Sanki bu bitkinin bu şekilde adlandırılması, devenin o bitkiyi yediğinde silah kuşandığı, yani kesilmekten kendini koruduğu içindir. Bu, şairin şu sözüne işarettir:

Bana karşı silahını kuşanmadığında; Develerim; ne yaşlılığında ne de gençliğinde.[846]  

Devenin islih bitkisinden yediğini dışkı olarak attığıdır. Daha sonra her türlü dışkıdan kinaye yapılmıştır. Öyle ki, toy kuşu için [onun silahı dışkısıdır]" denir.

 

S-l-h

 

Hayvan derisini çekip soymaktır. [Onu soydum, o da soyuldu], denir. Bu anlamdan istiare yoluyla şöyle denir: Zırhını çektim. Ay geçti. Bu anlamda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Haram aylar çıkınca[847]; Gündüzü ondan (geceden) soyup alırız[848]. Derisini soyup attığı için yılana denir. Ham yeşil hurması saçılan/dökülen ağaca denir.

 

S-l-t

 

Baskın/üstün çıkabilmektir. denir. Bu anlamda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Eğer Allah dileseydi, onları size musallat kılardı[849]; Allah peygamberlerine, dilediği kimselere karşı üstünlük verir[850]. Bu anlamdan [hükümdara] sultan denilmiştir.

Sultan, [güç ve yetki sahibi olma] anlamında da kullanılır:"™ haksızlığa uğrayarak öldürülürse onun mirasçılarına yetki vermişizdir[851]; inanıp Rab'-lerine güvenenlere onun bir gücü yoktur[852]; Onun gücü, kendisini dost edinenleredir[853]; bir yetkiye sahip olmadan geçemezsiniz[854].

Kalplere yapılan saldırılardan dolayı, delile de sultan denir; fakat bu saldırı daha çok, müminlerden ilim ve hikmet ehline yapılmaktadır.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Onlar ki kendilerine gelmiş bir delil olmadan Allah'ın âyetleri hakkında tartışırlar[855]; Hadi bize açık bir delil getirin[856];

Andolsun biz Musa'yı âyetlerimizle ve apaçık delil­lerle gönderdik[857]; Allah'a, aleyhinizde olacak açık bir delil vermek mi istiyorsunuz?[858]. Gücüm/delilim benden yok olup gitti[859] âyeti sultan kelimesinin her iki anlamına da gelebilir.

Yemenlilerin lügatinde zeytin yağı anlamındadır.

Dilin konuşmaya olan kabiliyeti; bu daha çok zem anlamında kullanılır.

[Konuşkan kadın/Çenesi düşük kadın], denir.

Güçlü toynaklar; yani gücünden ve uzunluğundan dolayı tasal­lutu/üstünlüğü bulunmaktadır.

 

S-l-f

 

Öncü/Geçmiş: Onları, sonradan gelenlerin geçmişi  ve bir ibret örneği kıldık[860];  yani  ibret alınacak öncüler. Geçmişte olan kendisinindir[861]; yani geçmiş günâhları affedilir. Şu âyet de aynıdır: İki  kız  kardeşi  bir arada  almanız  size  haram  kılındı.   Ancak geçmişte   olanlar  hariç[862];   yani   önceden   yaptıklarınız   hariç. Buradaki istisna, bu fiilin caiz olmasından değil, günâhtandır.

[Falan kişinin değerli selefleri]; yani geçmiş ataları vardır. Bu kelimenin çoğulu ve gelir. Boyun bölgesidir. Satılan malı almadan önce verilen paradır. ve Savaş veya seferde önde gidenlerdir. Usareden geri kalan içki. Misafire yemekten önce sunulan aperatif, Misafirinize yemekten önce bir şeyler yediriniz." denir.

 

S-l-k

 

Zorla sermektir; bu, ya elle olur ya da dille. [Duvara tırmanmak], sözü de bu kökten alınmıştır. Şu âyet de bu anlamdadır: Sizi sivri dillerle incitirler[863]. Kişi, eşini yatırıp onunla ilişkiye girdiğinde; denir. Müseyleme şöyle demiştir:

Dilersen seni yatırırız... Dilersen de dört (ayak) üstünde.[864] Torbanın iki kulpundan birini diğerine geçirmendir.

İnce ekmek (lavaş). Çoğulu gelir. Farklı karaktere de denir. Basık yere ise denir.

 

S-l-k

 

Yolda gitmektir, [Yola koyuldum]. [Falan şeyi yoluna koydum]. Bu kökün birinci anlamıyla Yüce Allah şöyle buyurmakta­dır: Onda ûtçj/an gem'y geniş yollarda gidesiniz diye[865]; Rabbinin yollarında boyun eğerekyürü[866]; O, elçisinin önünde ve arkasında gözetleyiciler yürütür[867]; Onda sizin için yollar açtı[868].

İkinci anlamıyla da Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?[869]; İşte biz onu suçluların kalblerine böyle sokarız[870]; Böylece onu günahkarların kalplerine soktuk[871]; Her cinsten iki çift ve aileni de alıp ona (gemiye) sok[872]; Rabbinin zikrinden yüz çevirirse, onu gittikçe artan bir azaba sürükler[873].

Bazıları, [Falan kişiyi yola soktum], örneğinde olduğu gibi âyette geçen kelimesini ikinci mef ûl yapmaktadır. Bazılarına göre de bu ke­lime, hazfedilmiş bir fiilin mastarıdır. Şöyle denmiş gibi olur:

Yüzüne doğru gelen darbeye denir. Bıldırcının dişi yavrusuna erkeğine ise denir.

 

S-I-m

 

 ve Zahir ve batın hastalıklardan/afetlerden uzak olmaktır: Allah'a sağlıklı bir kalple gelenler başka[874]; yani fesat­tan uzak bir kalple. Bu âyet batın ile ilgilidir. Şu âyet de zahirle ilgilidir: Kusursuz ve alacasız bir sığır[875].

Bu kökten şöyle denir: [Allah onu koru­du/korusun]. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Fakat Allah, (sizi) kurtardı[876]; Oraya esenlikle, güven içinde girin[877]; yani selâmet içinde. Şu âyet de aynı anlamdadır: Ey Nuh, bizden bir güven İçinde in[878].

Gerçek selamet/güven ancak cennette olur. Zira orada sonu olmayan bir ka­lıcılık, fakirliği olmayan bir zenginlik, zilleti olmayan bir izzet ve hastalığı olma­yan bir sıhhat vardır. Bu anlamda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:   

Rablerinin katında esenlik yurdu onlarındır[879]; Allah; esenlik yurduna çağırır[880]; Allah, onunla rızasına uyanları esenlik yollarına iletir[881].

Yukarıdaki âyetlerde geçen kelimesi [esenlik, güven] anlamında olabilir. Bazılarına göre ise, kelimesi, Yüce Allah'ın isimlerinden biridir.[882] Aynı görüş şu âyetler için de ileri sürülmüştür: Selâm yurdu onla­rındır[883]; Selam'dır, Mümin'dir, Müheymin'dir[884]. Yüce Allah, varlıklarda meydana gelen kusur ve âfetler­den/hastalıklardan münezzeh olduğu için "Selâm" ile nitelendirilmiştir.

Rahim Rab'den bir de sözlü selam[885]; Selam size, sabrettiğiniz için[886]; Selam olsun İlyas'a .[887] Bütün bunlar, insanlardan sözle olmakta; Yüce Allah'tan ise fiilen gerçekleşmektedir. O da âyetlerde sözü geçenin verilmesidir ki; bu da cennette olacak olan selamef tir.

Cahiller kendilerine laf atarsa "Selâm" derler[888]; yani sizden selâmet talep ediyoruz. Buna göre âyette geçen kelimesi gizli bir fiille mansub olur. Bazılarına göre âyet ifâdesinin an­lamı şöyledir: "Uygun söz söylerler." Buna göre kelimesi gizli bir mastarın sıfatı olur.

Onlar İbrahim'in yanına varınca: "Selam! dediler. O da: ''Size de Selam!" diye cevap verdi[889]. Âyetteki ikinci merfudur; çünkü dua bağlamında ref daha beliğdir. Sanki Hz. İbrahim şu asağıdaki âyette emredilen edep gereğini yerine getirmiştir:  

Herhangi bir selam ile selamlandığınızda onun daha güzeliyle yahut aynısıyla karşılık verin[890].

Bazıları bu kelimeyi şeklinde okumuştur.[891] Çünkü selâm, .silmi/barışı gerektirir. Ayrıca Hz. İbrahim, gelen yabancıları gördüğünde onlardan içine bir korku düşmüştü, fakat onların selam verdiklerini gördüğünde, bundan onların ken­disine bir barış sunduklarını tasavvur etmiş, bundan dolayı da onlara cevap verir­ken deyip şuna dikkat çekmiştir: Siz nasıl bana barış sunuyorsanız ben de size barış sunuyorum.

Orada ne boş bir söz ve ne de günâha sokan bir laf işitirler. Duydukları söz, yalnız "Selâm, selâm"dır[892]. Bu onlara sadece sözle değil, hem sözle hem fiille olur. Şu âyet de bu an­lamdadır: Sağdakilerden sana selam olsun[893] "Selam', de[894] âyetinin zahir anlamı onlara selam vermendir; gerçekte ise, Allah'tan onlardan kurtulmayı dilemektir.

Selam olsun Nuh'a âlemler içinde[895]; Selam olsun Musa'ya ve Harun'a[896]; Selam olsun İbrahim e[897]. Bütün bu âyetlerde Yüce Allah, sözü edilen peygamberleri övülmeye ve dua edilmeye layık kıldığına dikkat çekmektedir.

Evlere girdiğiniz zaman kendinize selâm ve­rin[898]; yani bir kısmınız bir kısmınıza selam versin. ve sulh/barış anlamındadır: Size barış teklifi sunana "sen mümin değilsin" demeyin.[899] Bu âyetin, İslâm'ı kabul edip barış istedikten sonra öldürülenler hakkında indiği söylenmiştir.[900]

Ey iman sahipleri! Hepiniz toptan barışÇine girin[901]; Eğer barışa  eğilim gösterirlerse sen de buna yanaş[902].  şeklinde sin harfinin fethi ile se sen de buna yanaş[903]. şeklinde sin harfinin fethi ile de okunmuştur.[904] O gün (ortak koşanlar) Allah'a teslim olmuşlar[905]; Onlar salim iken de secdeye da­vet edilirlerdi[906]; yani müsteslim/sağhkh oldukları zaman.[907] Yalnız bir kişiye bağlı olan bir adam [908]. Bu âyet, ve şeklinde de okunmuştur.[909] Bunların her ikisi de ve gibi sıfat değil, mastardırlar. tıpkı formları gibidir.

Bazılarına göre [savaş]'m karşıtı bir isimdir. selm'e girmektir; bu da taraflardan her birinin diğerinin şerrinden korunmasıdır. Ayrıca bu kelime, bir şeyi birine vermek anlamındaki şu fiilin mastarı olarak da gelir: Bir şeyi falan kişiye teslim ettim. Ahş-verişteki selem de bu anlamdan gel­mektedir. Şeriat'ta ise islâm iki kısma ayrılır:

Biri, imanın bir alt basamağıdır: O da [İslam'ı] sadece dil ile itiraftır. Bu­nunla iman olsun veya olmasın can emniyeti sağlanır. Şu âyetle kastedilen de bu­dur: Göçebe Araplar: "inandık" dediler.

De ki: "İnanmadınız, fakat 'İslâm olduk' deyin[910].

İkincisi, imanın bir üst basamağıdır: Bu da, şu âyette Hz. İbrahim'in diliyle ifâde edildiği gibi, sözlü ikrarla birlikte kalple inanmak, fiille uygulamak ve Yüce Allah'ın hüküm verdiği ve takdir ettiği her şeyde O'na teslim olmaktır:  

Rabbi ona: "Teslim ol!" demişti, "Âlemlerin Rabbine teslim oldum." dedi[911]. Şu âyet de aynı anlamdadır: Allah katında din, O'na teslimiyettir[912].

Beni müslüman olarak öldür[913]; yani beni rızana teslim olanlardan kıl. Bu âyetin anlamı; beni şeytana esir olmaktan koru, şeklinde de olabilir. Zira şeytan şöyle demiştir: Halis kıldığın kulların hariç, onların hepsini saptıracağım[914].

Sen,  ancak âyetlerimize  inananlara duyurabilirsin ve onlar derhal müslüman olurlar[915]; yani onlar hakka boyun eğerler ve ona kulak verirler. İslâm olmuş peygamberler onunla hüküm verirlerdi[916]; yani Azm olmayıp da Allah'ın emriyle doğru yola ileten ve şeriat getiren Azm'a boyun eğen

Peygamberler. (Merdiven]: Kendisiyle yüksek yere ulaşılan şeye denir; onunla sela­met/güven umulur. Sonra bu kelime sebeb gibi, kendisiyle yüksek bir şeye ulaşılan her şeye isim yapılmıştır: Yoksa onlara ait bir merdiven var da onun üzerinde mi dinliyorlar?[917]; Yahut gökte bir merdiven[918]. Şair de şöyle der:

Eğer göğün kapılarına merdivenle ulaşabüseydi.[919]

ve Büyük bir ağaç isimidir. Sanki Araplar bu ağacın afetlerden korunduğuna inandıkları için onu bu şekilde isimlendirmişlerdir. Sert taşa denir.

 

S-l-v

 

Size kudret helvası ve bıldırcın indirdik[920]. Bu kelimenin asıl anlamı, insanı teselli eden şeye denir. ve kelimeleri de bu anlamdan gelmektedir. Bazılarına göre bir kuş ismidir; [bıldırcın] gibi. Ibn Abbas şöyle der: Men, gökten düşendir, selva da bir kuştur."[921]

Bazıları, İbn Abbas'ın, bu sözle Yüce Allah'ın kullarına rızık olarak verdiği et ve bitkiye işaret ettiğini ve bununla ilgili bir örnek verdiğini söyler. 'nin aslı dendir. Birinin sevgisi kalbinden çıktığı zaman, denir. Bazılarına göre unutturan/teselli eden şeye denir. Aşıklar, tedavi olmak için bir inciyi ovarlar ve onu içerlerdi. Buna da derlerdi.

 

S-m-m

 

ve Her dar deliğe denir; iğne, burun ve kulak deliği gibi. Çoğulu gelir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Bizim âyetlerimizi yalanlayan ve onlara karşı büyüklenenler,  onlar için göğün kapıları açılmaz ve deve/halat, iğnenin deliğinden geçinceye kadar cennete girmezler[922].

Deyimi, bir yere/işe rahatlıkla girebilen için söylenir. Bu an­lamdan diye isimlendirilen seçkinlere denir. Bunlar, İşin içini/arka-planını bilen kişilerdir.

[öldürücü zehir], fail anlamında bir mastardır. Zira onun gizli etkisi bedenin içlerine ulaşır. Zehir etkisini yapan sıcak rüzgârdır: Bizi Kavurucu rüzgârların azabından korudu[923]; Kavurucu rüzgârlar ve kaynar su içinde[924]; Cini daha önce kavurucu rüzgârların ateşinden yaratmıştık[925].

 

S-m-d

 

Başını kaldıran şaşkın. Bu kelime, başını kaldırdı], sözünden alınmıştır: [Deve yürüyüşünde siz baş kaldırıyorsunuz/kibirleniyorsunuz[926]. Saçını kazıdı.

 

S-m-r

 

Siyah ve beyazın karışımından oluşan renklerden biridir. Buğdaydan kinayedir. Rengi değişmiş ince süttür. Renginden dolayı bu şekilde isimlendirilen bir ağaçtır.

Gece karanlığı. Bu anlamda şöyle denmiştir: [Ne karanlık ne de ay olduğu gecede sana gelirim; yani, hiçbir zaman sana gelmem[927]]. Gece yapılan konuşmaya denir. Biri geceleyin konuşursa; denir. Bu anlamda şöyle

denmiştir: [Gündüz ve geceleyin konuşuldukça sana gelmem], Âyetlerime karşı kibirlenerek geceleyin saçmalıyordunuz[928].

Bazılarına göre âyette geçen kelimesi, ijili. anlamındadır; buna göre tekil çoğulun yerine konulmuştur. Bazıları da 'den kastın karanlık gece olduğunu söy­ler. Bu kökten formları gelir. [Bir şeyi esmerleştirdim/çiviledim]. Başı boş bırakılan deve. Sâmir adındaki bir adama nisbet edilen kişi.

 

S-m-a

 

Kulağın, kendisiyle sesleri işittiği yetidir. Kulağın işlevine de denir. Bu kökten [işitti!], formu gelir. Bu kelime bazen kulak anlamında kullanılır: Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir[929].

Bazen de gibi kulağın işlevi anlamında kullanılır: Onlar, gerçekten işitmekten uzak tutulmuşlardır[930]; Veya hazır bulunup kulak veren kimseler için bir öğüt vardır[931].

Kimi zaman algılama, kimi zaman da boyun eğme anlamlarında kullanılır. Şöyle dersin: Sana söyleyeceklerime kulak ver.

Söylediklerimi işitmedin; yani anlamadın. Bu anlamda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:  Onlara ayetlerimiz

okununca   "işittik/anladık"  derler.   "İstesek,   biz  de  bunun gibisini  söyleriz"[932]. "İşittik ve isyan ettik" diyorlar[933]; yani senin dediğini anladık fakat sana boyun eğmedik. "İşittik ve itaat ettik" dediler[934]; yani dediğini anladık ve gereğini yerine getirdik.

İşitmedikleri halde "İşittik" diyenler gibi olmayın[935]. Bu âyetin anlamı, "Anlamadıkları halde anladık dediler" olabildiği gibi, "Gereğini yapmadıkları halde anladık dediler" şeklinde de olabilir. Zira söylenen sözün gereğini yapmayan kişi, onu işitmeyen gibi olur. Bu âyetin peşinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Allah onlarda bir iyilik olduğunu bilseydi, elbette onlara işittirirdi, onlara işittirseydi de yine aldırmayarak dönerlerdi[936]; yani onlarda, kendisiyle algılayabilecekleri bir yeti meydana getirmek suretiyle onlara (hakkı) kavratırdı.[937] âyeti iki şekilde yorumlanabilir:

1- İnsanın sağır olmasını isteyen bir bedduadır.

2- İnsana bir duadır.

Birincisi şu ifade gibidir: Allah seni sağır etsin.[938]

İkincisi de birini kötülediğin zaman; Falan kişiye sövdüm, sözü gibidir.[939] Bu kelimenin sövgü anlamına geldiği bilinmektedir.

Rivayet edildiğine göre,[940] Kitap Ehli, yukarıdaki âyette geçen sözü Hz. Peygamber'e diyorlardı ve bununla onu yücelttikleri ve ona dua ettikleri zannını veriyorlardı, oysa onlar söyledikleriyle ona beddua ediyorlardı.

Yüce Allah'ın, müminler için isbat ettiği veya kâfirlerden nefyettiği veya onu elde etmeye teşvik ettiği her yerde ondan kasıt, manayı tasavvur ve te­fekkür etmektir: Yoksa işitecek kulakları mı var?[941]; (Onlar) sağırdırlar, dilsizdirler[942]; Onların kulaklarında bir ağırlık vardır[943].

Yüce Allah'ı ile nitelendirdiğin zaman, bundan amaç da, O'nun mesmuati/işitilenleri bildiği ve onların karşılığını verdiğidir: Allah, kocası hakkında seninle tartışan kadının sözünü işitti[944]; Allah: "Allah fakirdir, biz zenginiz." diyenlerin sözünü işitti[945];

Sen ölülere duyuramazsın, arkalarını dönmüş kaçmakta olan sağırlara da çağrıyı işittiremezsin[946]. Yani sen onlara kavratamaz-sın, çünkü onlar, kötü eylemleriyle İnsana özgü hayat olan kuvve-i âkileyi yitirme

konusunda ölüler gibidirler.

O ne güzel görendir, ne güzel işitendir![947]. Yani Yüce Allah'ın olağanüstü hikmetlerini bilen O'nun için bu sözü söyler. Allah hak­kında; sözü kullanılamaz, çünkü yukarıda geçtiği üzere Allah sadece sem'in/vahyin geldiği şeylerle nitelendirilebilir. Yüce Allah'ın kâfirleri nitelendirirken söylediği; Bize gelecekleri gün, ne güzel

işitir, ne güzel görürler![948] sözün anlamı şudur: Kâfirler, nefislerine zulmettikleri ve düşünmeyi terk ettikleri için bugün kendilerine gizli kalan ve ondan saptıkları şeyi ahiret gününde işitip göreceklerdir.

Verdiğimiz şeyi kuvvetle tutun, dinleyin![949]; Yalana kulak verenler vardır[950]; yani yalanlamak için seni dinliyorlar. 5o;îü gelmeyen bir topluluk adına kulak verenler vardır[951]; yani onların yerine dinlerler.

Kulak vermektir/Dinlemektir: Biz onların, seni dinlerken ne sebeple dinlediklerini biliyoruz[952]; Onlardan kimi seni dinler[953]; İçlerinden seni dinleyenler de vardır[954]; Dinle, o gün o ünleyici, yakın bir yerden çağırır[955].

Ya da o kulak ve gözlerin sahibi kimdir?[956]; yani onların kulaklarını, gözlerini vareden ve korunmalarını üstlenen kim? Kulak deliğidir. Kovanın deliğine takılan halka da buna benzetilmiştir.

 

S-m-k

 

Evin tavanı. Onun tavanını yükseltti: Göğün uvanını yükseltti ve onu düzenledi[957]. Şair de şöyle der:

Gökleri yükselten, bizim için bina etmiştir: [Bir evi; direkleri daha güçlü ve daha uzun.][958]

Bazı dualarda şöyle geçmektedir: [Ey yüksek gök­lerin yaratıcısı!]"[959] Yüksek hörgüç. Evi kendisiyle yükselttiğin şeye denir. Ayrıca bir yıldız ismidir. [Balık]: Bilinmektedir.

 

S-m-n

 

Zayıflığın zıddıdır. Bu kökten ve formları gelir: Şu rüyayı yorumla bize: Yedi semiz inek var...[960]. ve Onu semi zleş tirdi m:? Afe semirtir, ne de açlığı giderir[961]. Onu semiz olarak satın aldım; veya onu semiz olarak verdim. Onu semiz buldum. Kendisiyle kilo alınan bir ilaçtır. Şişmanlığın cinsinden olduğu ve ondan kaynaklandığı için yağa denmiştir. bir kuştur.

 

S-m-v

 

Her şeyin semâsı, onun yukarı tarafıdır. Şair bir atın niteliği konusunda şöy­le der:

İpek gibi kırmızıdır; üst tarafı parlak, alt tarafı ise, tozludur.[962]

Bazıları şöyle demiştir: Her Semâ altındakilere göre semâ, üstekilerine göre de arzdır. Ancak en yüksek semâ böyle değildir; zira o, arzı olmayan semâ'dıv. Şu âyet bu anlama hamledilmiştir: Allah O dur ki yedi göğü ve yerden de onların benzerim yarattı[963].

Yağmura denmesi, onun gökten gelmesinden dolayıdır. Bazıları, yu­karıdaki bilgileri dikkate alarak yağmura, yere düşmediği sürece semâ denebıleceğini söylemektedir.

Bitkilere de denmesi, ya semâ denilen yağmurdan oluştuğundan veya yer yüzeyinden daha yüksek bir seviyede olduğundan dolayıdır. Yerin karşıtı olan kelimesi, müennestir. Bazen de müzekker olur.

Bu kelime hem tekil hem çoğul anlamında kullanılır. Şu âyet buna delâlet etmektedir; Sonra göğe yöneldi, onları yedi gök olarak düzenledi[964]. Bazen çoğulu, gelir: Gökleri yarattı[965]; "Göklerin Rabbi kimdir?" de[966].

Şu âyette kelimesi müzekker gelmiştir: Gök onun dehşetinden yarılır[967]. Şu âyetlerde ise müennes gelmiştir: Gök yarıldığı zaman[968]; Gök parçalara ayrıldığı zaman[969]. Semâ kelimesinin hem müzekker hem müennes formlarında gelmesinin izahı şöyledir.

Bu kelime; ve onların durumunda olup müzekker ve müennes olan ve kendilerinden tekil ve çoğul olarak sözedilebilen cins isimler gibidir.

Yağmur anlamındaki semâ, müzekker gelir ve şeklinde çoğul olur.

Yüksekte olan görüntüye/cisme denir. Şair şöyle der:

Hilâlin kendisi gibi incelip kıvranana kadar.[970]

[Bir şahıs bana göründü], [Damızlık, dişinin üstüne yükseldi]. Çünkü erkek dişiyle iç içe olmaktadır, Bir şeyin zatının kendisiyle bilindiği kelimedir. Onun aslı, 'dir. Arapların ve kelimelerini kullanmaları buna delâlet etmektedir.

kelimesi,  kökünden   gelmektedir.   Müsemmânın   zikri   onunla yükselmekte, dolayısıyla onunla bilinmektedir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Allah'ın ismiyle[971]; Haydi, gemiye binin, dedi. Onun akıp gitmesi de durması da Allah'ın adıyladır[972]; Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla[973]; Allah Âdem'e isimlerin tümünü Öğretti[974]; yani tekil ve birleşiklehyle birlikte bütün lafız ve manaları öğretti. Bunun izahı şöyledir: İsim iki kısma ayrılır:

Birincisi: Istılahı vaz'a göre kullanılanlar. Bu da kendilerinden haber veri­lenlerde olur. Adam, at gibi.

İkincisi: Birincil vaz'a göre kullanılanlar. Bu da kelimenin her üç çeşidi için olur: İsim (el-Muhberu anh), fiil (el-haberu anh) ve harf diye isimlendirilen bu iki­si arasındaki rabıta. İşte yukarıdaki âyetle kastedilen de budur. Çünkü Âdem aleyhisselâm isimleri öğrendiği gibi, fiil ve harfleri de öğrenmişti. İnsan, isimlen-dİrilenin/müsemmânm bizzat kendisini bilmedikçe, onunla karşı karşıya geldiğin­de sadece bu şeyin ismini bilmekle onun ne olduğunu bilemez. Örneğin, Hintçe veya Rumca birtakım şeylerin isimlerini öğrenir, fakat bu isimlerin oldukları su-reflcri bilmezsek, onları gördüğümüzde, mücerred İsimlerini bilmekle müsemmâ-ları bilemeyiz. Aslında bu durumda biz sadece mücerred birtakım sesleri bilmiş oluruz. Ortaya çıktı ki, müsemmâyı bilmedikçe ve müsemmânın sureti kalpte hâsıl olmadıkça isimlerin bilgisi gerçekleşemez. Şu halde, Allah Âdem'e isimlerin tümünü öğretti[975] âyetinden kasıt, kelamın her üç çe­şidi ve müsemmânın zatlarmdaki suretleridir.

O'ndan başka taptıklarınız, sizin ve atalarınızın uydurduğu isimlerden ibarettir[976] âyetinin manası şu­dur: Zikrettiğiniz İsimlerin müsemmâları yoktur. Onlar müsemmâsız birtakım i-simlerdir. Zira müşriklerin, bu isimler çerçevesinde putlarda olduğuna inandıkları hakikat mevcut değildir.

Onlar Allah'a ortaklar koştular. De ki: Onları isimlendirin[977] âyetinden amaç, müşriklerin Lat ve Uzza gibi putların i-simlerini zikretmeleri değil; ondan amaç şudur: İlah diye iddia ettiklerinizin ilahlı-ğmı ve onlarda o isimlerin anlamlarının olup olmadığını isbatlaymız! İşte bundan dolayı Yüce Allah bu âyetin peşinden şöyle buyurmaktadır:   

Yoksa siz Allah'ın, yeryüzünde bilmediği bir şeyi mi Kendisine haber veriyorsunuz? Yoksa boş söz mü söylüyorsunuz?[978].

Rabbinin adı ne yücedir![979]; yani düşünüldüğünde O'nun sıfatlanndaki bol bereket ve nimet ne yücedir! Örneğin Kerim, Alim, Bârı, Rahman ve Rahim sıfatları gibi. Kwce Rabbinin ismini eksiklikler­den uzak tut[980]; En güzel isimler Allah'ındır[981];

Adı Yahya'dır. Daha önce ona hiç kimseyi adaş yapma­dık[982]; Meleklere dişilerin adlarını takıyorlar [983]; yani meleklere "Allah'ın kızları" diyorlar.

O'na adaş/benzer birini biliyor musun?[984]; yani O'nun ismini hak eden bir benzerini ve gerçek anlamda O'nun sıfatını hak eden birini. Âyetin anlamı; "O'nun adıyla anılan birini biliyor musun?" değildir. Zira Yüce Al­lah'ın birçok isimi başkası için kullanılmaktadır. Ancak bu ismin, Allah İçin kullanıl­dığında geldiği anlam ile başkası için kullanıldığında geldiği anlam aynı değildir.

 

S-n-n

 

[Diş]: Bilinmektedir. Çoğulu ü£-l gelir: Dişe karşılık diş[985]. Erkek deve, dişi deveyi çökertinceye kadar ısırdı. Dişlerin tedavi edildiği bir ilaçtır. Demirin eritilip bilenmesidir. ise kendisiyle biletilen/şekil verilen alettir. Mızrağın başına takılan uçtur. Demirin bilenmesine benzetilerek; Deveyi parlattım ve zayıf­lattım, denir. Bu kelimenin eritme/akıtma anlamı nokta-i nazarından şöyle de­nir: Suyu akıttım.

[Doğru yoldan ayrıldı]. kelimesi, in çoğuludur, Yönelinen yol/Yüz çehresi.

Hz. Peygamber'in yaşadığı, takip ettiği yol/hayat biçimi, Allah'ın hikmet ve taat yoluna denir: Allah'ın ötedenberi süregelen yasasıdır: Allah'ın yasasında  bir değişme bulamazsın[986]; Allah'ın yasasında bir sapma

bulamazsın[987].

Bu âyetler, şeriatların fürûâtı şekilsel açıdan değişik olsa da onlardan amaç­lanan hedefin bir olup değişmeyeceğine işaret eder. Bu da nefsi temizlemek, onu Allah'ın sevabına ve O'nun civarına/yanma kavuşturmak için eğitmektir.

Değişmiş balçıktan[988]. Bozulma­mış/değişmemiş[989]. Âyetteki hâ harfi, istirahat/sekte içindir.

 

S-n-m

 

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Karışımı tesnimdendir[990]. Tesnim'in cennette değeri yüksek bir kaynak olduğu söylen­mekte ve şu âyetle tefsir edilmektedir: Bir kaynak ki, (Allah'a) yaklaştırılanlar ondan içerler[991].

 

S-n-v

 

Parlayan ışık. Yükseklik/yücelik. Kendisiyle sulanılan şeydir [su dolabı]; yüksekliğinden dolayı bu şekilde isimlendirilmiştir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Şimşeğinin parıltısı neredeyse gözleri alır[992]: Deve su dolabıyla/çarkıyla toprağı suladı.

 

S-n-h

 

Bu kelimenin kökü konusunda iki görüş var: Bir görüşe göre, onun aslı ır. Çünkü Araplar bu kökten, Falan kişiyle yıl yıl muamelede bulundum, derler. Ayrıca derler.[993] âyet ifâdesinin de bu kökten geldiği söylenmektedir. Yani, üzerinden yılların geçmesiyle değişmedi ve tazeliği gitmedi. Bazılarına göre de bu kelimenin aslı vav'lıdır. Çünkü Araplar bu kökten kelimesini türetirler. formu da bu köktendir. Bu görüşe göre

kelimenin sonundaki hâ vakfe içindir. Tıpkı[994] ve[995] gibi. Yüce Allah şöyle

buyurmaktadır: Kırk yıl[996]; Âdetiniz üzere yedi yıl[997]; Üçyüz yıl[998]. Andolsun biz, Fir'avn ailesini yıllarca sıktık[999]; yani kuraklıkla. ke-limesi, daha çok kuraklığın olduğu yıl için kullanılır. Bu anlamda şöyle denir:

Halkın başına kuraklık geldi. Şair şöyle der:

Onun güzel bir kokusu var; etrafında da kıtlıktan başka bir şey yoktur.[1000] Diğer bir şair de şöyle der:

O, ne senha[1001] ne de recebidir[1002]. Gördüğün gibi bu kelime, hâ kökenlidir. Başka bir şair de şöyle der:

Zayıflık ve kuraklık zamanlarında yer.[1003]

Bu şiirdeki , lafzı, murahham [sonundan harf düşmüş] değildir. Sadece formunda çoğul yapılmıştır; tıpkı ve gibi. de olduğu gibi,

fâu'1-fiil [kelimenin ilk kök harfi] kesreli yapılmış; şair de, kafiyeden dolayı onu tahfif etmiştir. Kendisini ne bir uyuklama, ne de uyku tutmaz[1004] âyetinde geçen kelimesi İşlediğimiz kavramdan değil, kökündendir.

[1005]Bazılarına göre ondan kasıt, yeryüzüdür; bazılarına göre de kıyamet sahasıdır. Bu kelimenin asıl anlamı şudur: Üzerine çokça basılan yerdir; dolayısıyla  sanki   o   bununla  gecelemiş  oluyor.   Bu,   şairin   şu   sözüne   işaret etmektedir:                                      

Toprağın uyanık olanı da uykuda olanı da hareket eder.[1006] Burundaki iki damardır.

 

S-h-l

 

'in/Engebel'in zıddıdir. Çoğulu gelir: Onun düzlüklerinde saraylar ediniyorsunuz[1007]. Düzlükte meydana geldi. Düzlüğe mensub adam. [Düz nehir]. [Yumuşak huylu adam]. [Sert huylu adam], Bir yıldız ismidir.

 

S-h-m

 

Atılan şey ve kendileriyle kura çekilen ok ve benzeri şeylerdir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Kura çekti de kaybedenlerden oldu[1008]. Kura çektiler, Üzerinde ok resmi bulunan hırka, Yüzü değişti, Yüzün kendisinden dolayı değiştiği bir hastalık.

 

S-h-v

 

Dalgınlıkla yapılan hata. Bu da iki kısma ayrılır: Biri, nedeni insandan kaynaklanmayan hata: Bir delinin birine küfretmesi gibi. İkincisi, nedeni insandan kaynaklanan hata: Birinin içki içip de sonradan kasdı olmaksızın bir kötülük yap­ması gibi. Birincisi affedilir, ikincisi ise, cezayı gerektirir. Yüce Allah bu ikinci çeşit hatayı yermiştir: Onlar bir sersemlik içinde ne yaptık­larından habersizdirler[1009]; Namazlarından gaflet içindedir onlar![1010].

 

S-y-b

 

Merada serbest bırakılan devedir; ne sudan ne de yemden menedilir.

Deve beş kez doğurduğu zaman bu şekilde serbest bırakılır. [Yılan gizlendiği yerden çıktı]. Velayeti, kendisini azad edende kalan ve malını istediği gibi kullanan azatlı köledir. Bu tür köle azat etmekten nehyedilmiştir.[1011] Bağıştır. Suyun aktığı yerdir. Aslı şundan gelmektedir: [Suyu akıttım, o da aktı].

 

S-v-h

 

Geniş mekân. [Evin avlusu], bu anlamdan gelmektedir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Azap, yurtlarına indiğinde[1012]. Bir yerde sürekli akan su. Falan kişi yeryüzünde suyun geçtiği gibi geçti, Yeryüzünde dört ay dolaşın[1013]. [Yeryüzünde dolaşan adam].[1014]; yani oruç tutan erkekler[1015]; yani oruç tutan kadınlar.

Bazıları şöyle der: Oruç iki kısımdır: Hükmî oruç: Yiyecek ve cinsel ilişkiyi terk etmektir. Hikemî oruç: Kulak, göz ve dil gibi organları günâhlardan korumak­tır. Şu halde birinci çeşit orucu değil, ikinci çeşidini tutan kişidir. Bazılarına göre de şu âyetin gereğini yerine getirmeye çalışanlardır: Yeryüzünde hiç dolaşmadılar mı ki, kalpleri olsun da onunla akıllarını çalıştırsınlar, kulakları olsun da onlarla duy­sunlar[1016].

 

S-v-d

 

Beyazın zıddı olan renk. Bu kökten ve fonnlan kullanılır: O gün bazı yüzler ağarır, bazı yüzler kararır[1017]. Yüzlerin ağarması mutlu olmaları, kararmaları da üzüntülü olmalarıdır. Şu âyet bu anlamdadır: Onlardan birine kız çocuk müjdelendiğinde büyük bir öfkeyle yüzü kapkara kesilir[1018].

Bazıları ise âyette geçen siyahlık ve beyazlığı yüz rengine hamletmişlerdir.

Fakat birinci görüş daha uygundur. Çünkü dünyada onlar ister siyah, ister bey olsunlar âyette sözü edilen durum başlarına gelir. Beyazlık konusundaki şu âyet \ buna delâlet eder: O gün bazı yüzler parlar[1019].

Konuyla ilgili diğer bazı âyetler de şöyledir: 

Yüzler de vardır toza toprağa bulanmış * Üstünü karanlık kaplamıştır[1020]; Onların yüzlerini bir korluk kaplar. Onları Allah'tan kurtaracak hiç kimse yoktur. yüzleri, karanlık geceden parçalara bürünmüştür[1021]. Şu rivayet de 9 anlamdadır: Müminler, abdestin izinden dolayı (abdest uzuvları) beyaz/parlak olarak haşrolunacaklardır."[1022]

Uzaktan görünen kişi ve gözbebeği de kelimesiyle ifâde edilir. Bazil, şöyle demiştir: Yani benim gözbebeğim onun gözbebeğinck ayrılmaz. Yine bu kelimeyle büyük topluluk kastedilir. Örneğin Arapların şu sözü [hadis] gibi: Çoğunluktan ayrılmayın.[1023]

diye tanımlanan büyük topluluğu idare eden kişiye de seyyid a verilir; bu cemaate nisbet edilerek de [topluluğun efendisi], denebilir ama [elbisenin efendisi], [atın efendisi], denemez.

[Toplumu yönetti, yönetir], denir. Toplumun yönetimini üstlenen kişinin, nefsini arındırması gerektiğinden ruhî üstünlüklere sahip olan hi kese seyyid denir.

Şu âyetler bu anlamdadır: Seyyid/Efendi ve nefsine hakim[1024]; Kapının yanında kadının seyyidine/beyine rastladılar[1025]. Eşini idare etmesinden dolayı kocaya seyyid denmiştir.

Dediler ki: Rabbimiz! biz sâdâtımıza büyüklerimize uyduk da bizi yoldan saptırdılar[1026]; yani idareci ve neticilerimize.

 

S-y-r

 

Yeryüzünde gitmektir. [Yeryüzünde yürüyen adam]. Topluluktur: Bir yolcu kafilesi geldi[1027]. [Yürüdüm]. [Falan kişiyi gezdirdim]. de aynı anlamdadır. Çokluk anlamında da, [Onu çokça gezdirdim], formu kullanılır.

Şu âyetler bu kelimenin birinci formuyla gelmişlerdir: Hiç yer yüzünde gezmediler mi[1028]; De ki: Yeryüzünde dolaşın[1029]; Oralarda geceleri ve gündüzleri güven içinde yürüyün[1030].

Şu âyet, kelimenin ikinci formuyla gelmiştir: Ailesiyle birlikte ygla çıktı[1031].

Kur'ân'da bu kelimenin üçüncü kısmı olan formu gelmemiştir. Şu âyet­ler de kelimenin dördüncü formuyla gelmişlerdir: Dağlar yürütül­müş[1032]; Sizi karada ve denizde yürüten O'dur[1033].

Bazıları; De ki: Yeryüzünde yürüyün[1034] âyeti­nin yeryüzünde bedenle dolaşmaya teşvik ettiğini söylerken; diğer bazıları ise âye­tin düşünceyi çalıştırmaya ve onun gereğini yapmaya teşvik ettiğini söylemektedir. Nitekim Nebilerin nitelikleri konusunda şöyle denmiştir: "Onların bedenleri yer­yüzünde dolaşmakta, fakat kalbleri Meleküt âleminde seyahat etmektedir."[1035]

Kimisi de âyeti, kendisiyle sevaba ulaşılan ibadet konusunda azimle gayret göstermeye hamletmiştir. Hz. Peygamber'in şu hadisi de bu anlama yorumlanmış­tır: Sefere çıkın kârlı çıkarsınız."[1036]

Yürütme iki kısma ayrılır:

Birincisi; yürütenin emir, İhtiyar/seçme ve iradesiyledir:  : Sizi karada ve denizde yürüten O'dur[1037].

İkincisi; zor ve boyun eğdirme iledir. Dağlara boyun eğdirilmesi gibi: Dağlar yürütüldüğü zaman[1038]; Dağlar yürütülmüş[1039].

İster doğuştan ister sonradan elde edilmiş olsun, insan ve onun dışındakilerin üzerinde oldukları hale denir. Bu anlamda şöyle denir: Falan kişinin iyi bir sireti vardır; kötü bir sireti vardır. Biz onu (Musa'nın yılana dönüşen asasını) yine ilksiretine döndüreceğiz[1040]; yani onu daha önceki odun haline döndüreceğiz.

 

S-v-r

 

Yükselerek sıçramaktır. Bu kelime kızgınlık ve şarab için de kullanılır: [Gazab sertliği]; [Şarab sertliği]; [Sana doğru sıçradım]; [Falan kişi üzerime sıçradı]. Falan kişi atılgandır. [1041]den gelen kelimesi daha çok okçular için kullanılır.

Bu kelimenin Farsça'dan Arapça'ya geçtiği söylenmektedir. Dolayısıyla [Kadın bileziği], Arapçalaşmış bir ifadedir. Onun aslı, 'dir. Her ne olursa olsun sonuçta Araplar bu kelimeyi kullanmışlar ve şu sözcükler de ondan türemiştir: [Kızın (kollarına) bilezik taktım], [Bilezik ve halhal takılmış kız]. Bu anlamda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Üzerine altından bilezikler atılmalı[1042]; Gümüş bilezik­ler takınmışlardır[1043]

kelimesinin altın için kullanılmasının ve fiiliyle tahsis edilmesinin; 'nın gümüş için kullanılmasının ve fiiliyle tahsis edilmesinin ne gibi bir faydasının/inceliğinin olduğu başka bir araştırmanın konusudur.

Yüksek makamdır. Şair şöyle der:

Görmüyor musun Allah sana öyle bir makam vermiş ki;

Görürsün her kralı, onun altında bocalamakta olduğunu.[1044]

Şehri kuşatan duvar, denmesi de sûrun şehri kuşattığı gibi Kur'ân'in sureler tarafından kuşatıldığından veya surenin Ay mertebeleri gibi bir mertebe olmasından dolayıdır. şeklinde okuyanlara göre bu kelime, ondan bir kalıntı bıraktım, sözünden gelmektedir. Buna göre sanki sûre, Kur'ân'in tamamından tek başına bir bölümdür.

Bu indirdiğimiz bir sûredir[1045]; yani hüküm ve hikmet­lerden bir bölümdür, Kadehte bir sü'r, yani bir bakiye/kalıntı bırak­tım. Şair şöyle der:

O ne cimridir, ne de tabakta bir şey bırakır.[1046]

Şiirde geçen sözü, /kızgınlık kökünden şeklinde de rivayet edilmiştir.

 

S-v-t

 

[Kamçı]: Kendisiyle vurulan örülmüş deri. kelimesinin asıl anlamı, bir şeyi birbirine karıştırmaktır.

[Onu  birbirine  karıştırdım],  denir.   Kamçıya  denmesi, destelerinin birbirine geçmesinden dolayıdır.

Bu yüzden Rabbin, üzerlerine azap kamçısını yağdırıverdi[1047] âyetinde dünyada meydana gelen azap, savt'a/kamçıya benzetilmiştir.

Kimisine göre de bu âyet;  Yalnız kaynar su ve irin (içerler)[1048] âyetiyle işaret edilen kendileri için birbirine karıştırılan azap çeşitle­rine dikkat çekmektedir.

 

S-v-a

 

Zaman dilimlerinden biridir. Kıyamet'ten de Saat diye sözedilir: yaklaştı[1049] Sana o Saat'in ne zaman geleceğini soruyorlar[1050]; Saat'in bilgisi O'nun yanındadır[1051].

Saate benzetilerek kıyamete bu ismin verilmesi, ondaki hesa-bın/yargılamamn hızlı olmasından dolayıdır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmak­tadır: O, en hızlı hesap görendir[1052]. Veya kıyamete bu ismin verilmesi Yüce Allah'ın ona şöyle işaret etmesinden dolayıdır: Onlar onu gördükleri zaman sanki (dünyada) bir ak­şam veya onun kuşluk vaktinden fazla kalmamış gibi olurlar[1053]; Onlar, tehdidedildikleri azabı gördükleri gün, sanki gündüzün sadece bir saati kadar yaşamış gibi olurlar[1054]; Saöf gerçekleştiği zaman, suçlular, (dünyada) ancak bir saat kaldıklarına and içerler[1055]. Ayette geçen ilk saat, kıyamet, ikincisi ise kısa zaman dilimi anlamındadır.

Kıyamet anlamında olan saatlerin üç kısma ayrıldığı söylenmektedir: Büyük saat İnsanların hesap vermek için dirilmeleridir. Buna Hz. Peygamber'in şu hadisi işaret etmektedir: Ahlaksızlık ve fuhşiyât ortaya çıkmadıkça; dirhem ve dinara tapılmadikça kıyamet kopmaz."[1056]

Hz. Peygamber (kıyamet alâmeti olarak) başka birtakım şeyler de söyledi ki, ne onun zamanında ne de ondan sonra meydana gelmiş değildir.

Orta saat Aynı asır insanlarının ölmeleridir. Şu rivayet örneği gibi: Hz. Peygamber, Abdullah b. Enes'i görmesi üzerine şöyle buyurmuştur: " Eğer bu çocuğun  ömrü  uzarsa,  kıyamet kopmadıkça ölmez."[1057] Abdullah b. Enes'in son vefat eden sahabe olduğu söylenmiştir.

Küçük saat Bu, insanın ölümüdür. Her insanın kıyameti, onun ölümüdür. Şu âyet buna işaret etmektedir:    Allah'ın huzuruna varmayı yalanlayanlar, gerçekten hüsrana uğramıştır. Sonunda o Saat ansızın kendilerine gelip çatınca, günâh yüklerini sırtlarında taşıyarak, "Oradaki hayatı­mızı boşa harcamamızdan ötürü vay halimize," diyecekler[1058].

Bilinmektedir ki, insan ölürken bu hasreti çeker; zira Yüce Allah şöyle bu­yurmaktadır: Biriniz kendisine ölüm gelip de: "Rabbim beni yakın bir sü­reye kadar erteleseydin de sadaka verip iyilerden olsaydım!" demeden önce, size verdiğimiz rızıktan infak edin[1059]. Şu âyet de aynı anlamdadır:  

De kî: "Söyleyin bakalım, eğer size Allah'ın azabı gelir yahut o Saat gelip çatarsa Allah'tan başkasına mı yalvarırsı­nız?[1060].

Rivayete göre, şiddetli bir rüzgâr estiğinde Hz. Peygamber'in rengi değişir ve şöyle derdi: Saat'in kopmasından korktum."[1061] Hz. Peygamber şöyle de buyurmaktadır: Göz kapağımı her açıp kapattığımda Saat'in koptuğunu zannederim."[1062] Hz. Peygamber "saat" sözüyle kendi ölümünü kastetmektedir.

[Onunla saat hesabıyla muamele yaptım], sözü, [yıl hesabıyla] ve [ay hesabıyla], formları gibidir. yani, gece sükûnete erdikten sonra bize geldi.

Saat kelimesi, ihmal anlamında da düşünülmüştür. [Develeri başıboş bıraktım, başıboş bırakıyorum]. [O kayıptır/başıboş bırakılmıştır].

Bir put ismidir: Dediler ki; Tanrılarınızı terketmeyin. Vedd'i, Suva'ı, Yeğûs'u, Ye'ûk'u ve Nesr'i bı­rakmayın![1063].

 

S-v-ğ

 

Su boğazdan rahat geçti. [Falan şeyi ona kolaylaştırdı]. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: İçenlere (içimi) kolay süt (içiriyoruz)[1064]; O suyu yutmağa çalışır, fakat boğazından geçiremez[1065].

Bu anlamdan istiare yoluyla; [Ona kolay bir şekilde mal verdim], denir. Yine teşbih yoluyla- bir önceki doğumdan fazla zaman geçmeden doğan çocuğa denir.

 

S-v-f

 

Muzari fiilleri, hal anlamından çıkarıp istikbale tahsis eden bir harftir: Sizin için Rabbimden bağışlanma dileyeceğim[1066]. Yakında bileceksiniz[1067] âyeti, sözü edilen kişilerin talep ettiklerinin -şu anda gerçekleşmiş değilse de- kaçınılmaz olarak sonradan gerçek­leşeceğine işaret etmektedir.

3'r edatı, uzatma ve geciktirme anlamına gelir. Bu edattan;

[Şunu    ileride    yapacağım]    vaadinde    bulunanın    sözü    nokta-i    nazarından  kelimesi türetilmiştir.

Toprak ve sidiği koklamak anlamına da gelir. Bu anlamdan, yol reh­berinin toprağını kokladığı mefâzeye!çö\e, denir. Şair şöyle der:

Rehber, yolların kokularını kokladığında.[1068]

Devenin ölüme yaklaştığı hastalıktır. Ona bu ismin verilmesi; ya, de­venin ölümü koklamasından veya ölümün deveyi koklamasından ya da daha sonra devenin kendisiyle öleceği şey olduğundan dolayıdır.

 

S-v-k

 

Develeri toplamak ve kovmaktır. Bu anlamdan [onu şevkettim, o da sevkedildi], denir. Güdülen hayvanlardır, srpı [Kadına mehir şevkettim/verdim]. Çünkü Araplar mehir olarak deve verirlerdi.

İşte o gün, sevk Rabbinedir[1069] âyeti, Ve sonunda senin Rabbine varılacaktır[1070] âyeti gibidir. Her can, yanında bir saik ve şâhidle gelir[1071]. Yani bir melek onu sevkeder, diğer biri de onun aleyhine ve lehine tanıklık eder.

Bazılarına göre ise şu âyet gibidir: Sanki gözlen göre göre ölüme sürülüyorlarmış gibi[1072]. Bacak bacağa dolaşır[1073]. Bazılarına göre bu âyette, ruh çıkarken; bazılarına göre de kefen ile sarıldıklarında bacakların birbirlerine dolanmaları kastedilmektedir.

Bazıları da bu sözden kastın, insanın ölüp de bacaklarının kendisini taşıdık­tan sonra artık onu taşımamaları olduğunu söyler. Diğer bazılarına göre ise Yüce Allah bununla belanın bela ile sarılmasını kastetmiştir. Tıpkı şu âyet gibi:    

O gün baldırlar açılır[1074]. Bu âyet şu deyimden gelmektedir: [Savaş, baldırını açtı/savaş kızıştı]. Bazılarına göre; O gün baldırlar açılır[1075] âyeti bir şiddete işarettir. O da şudur: Devenin karnında yavrusu ölür de müzzemmir[1076] elini onun karnına sokar ve yavrunun bacağından tutup ölü olarak onu dışarı çıkarır. İşte baldırın açılması budur; fakat daha sonra her türlü korkunç olay için kullanılır

Bazılarına göre; Gövdesinin üstüne dikildi[1077] â-yetindeki kelimesi, 'nın çoğuludur; tıpkı ve gibi. Şu âyet de bunun gibidir: Bacaklarını ve boyunlarını silmeye başladı[1078]. Bacakları belirgin, yani bacakları büyük olan erkek ve kadın. Malın satış için getirildiği yere denir:  

Şöyle dediler: "Bu ne biçim peygamber ki, yemek yer, sokaklarda/pazarlarda gezer?"[1079]. püre, çiğnemeksİzin boğazdan geçtiği için bu ismi almıştır.

 

S-v-l

 

Nefsin çok fazla arzuladığı hacet/istek: Allah: "Ey Musa! istediğin sana verildi" dedi[1080]. Hz. Musa'nın isteği şuydu:

Musa: Rabbim! dedi, göğsüme genişlik ver[1081]. Nefsin, hırslı olduğu şeyi süslemesi ve çirkin arzularını güzel tasvir etmesi­dir: Aslında nefisleriniz size (kötü) bir işi güzel gösterdi[1082]; Şeytan, onların kötülüklerini güzel göstermiş[1083].

Şair şöyle der:

Hüzeyl, Resülultah'tan çirkin bir şey istediler.[1084]

Şiirdeki /sordu/istedi anlamındadır; bir çok edibin dediği gibi, akmak anlamında değildir. 'un anlamı, 'e yakındır. Ancak insanın tasarlamış olduğu istekler, ise arzulanan şeyler için kullanılır. Buna göre sanki sonra meydana gelmektedir.

 

S-y-l

 

[Bir şey aktı-akıyor]; [Onu ben akıttım]: Bakır menbaım ona akıttık[1085]; yani onun için erittik. *O'nin asıl an­lamı, eritildikten sonra bakırın dönüştüğü bir durumdur. aslında mastardır; daha sonra bulunduğun yerde yağmur yağmadığı halde sana gelen suya isim olmuştur.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Selde suyun yüzüne çıkan bir köpük yüklendi[1086]; Biz de üzerlerine Arim selini salıverdik[1087]. Kabzanın içine giren uzun demir kısmına denir.

 

S-v-1

 

Bilgiyi veya bilgiye sevkeden; malı veya mala sevkeden şeyi istemektir. Bilgi istemenin cevabı dille verilir; el de onun yerine yazı veya işaretle cevap verir. Malı istemenin cevabı ise elle verilir; dil de onun yerine söz verir veya red eder.

Dense ki; soru sormanın bilgi edinmek için olduğunu söylemek doğru olur mu? Zira şu âyette olduğu gibi, Yüce Allah'ın kullarına soru sorduğu bilinen bir husustur: Allah: "Ey Meryem oğlu İsa, insanlara, beni ve annemi Allah'ı bırakarak iki ilah edinin, diye sen mi söyledin?" dediğinde[1088].

Buna şöyle cevap verilir: Bu soru Yüce Allah'ı bilgilendirmek için değil, halkı bilgilendirmek ve onları kınamak İçindir. Zira Yüce Allah, her türlü gaybi en iyi bilendir. Dolayısıyla o, bilgi edinmek için sorulan bir soru olmaktan çıkmaz.

Bilgi talep etmek, kimi zaman öğrenmek, kimi zaman kınamak için yapılır; kimi zaman da soru sorana bilgi vermek için değil, soru sorulanı bilgilendirmek ve onu uyarmak için soru yöneltilir. Bu ise açık bir husustur. Şu âyet kınama anla­mındadır: Diri diri gömülen kıza sorulduğunda[1089].

Kimi zaman da soru, sorulanı tanıtmaya yönelik olur. Eğer tanıtmak içinse ikinci mefüle, kimi zaman kendi başına, kimi zaman da harf-i cer ile muteaddî olur: [Ona şunu sordum]. Bu fiil, daha çok ile muteaddî olur; Sana ruhu soruyorlar[1090]; Sana Zu'l-Karneyn'den soruyorlar[1091]; Sana ganimetlerden sorarlar[1092]; Kullarım sana benden so­rarlarsa[1093]; Sorgulayan birisi, gerçekleşecek a-zabı sordu[1094].

Eğer suâl, bir mal edinmek içinse kendi başına veya Çy) edatıyla muteaddî olur: Peygamber'in eşlerinden bir şey iste­diğinizde, onlardan perde arkasından isteyin[1095]; (Kâfirlere gitmeyi yeğleyen kadınlar için) harcadıklarınızı onlardan geri isteyin; onlar da (size gelen mümin kadınlar için) harcadıklarını geri istesinler[1096]; Allah'tan, O'nun lütfünü isteyin[1097].

Eğer fakir, bir şey dileniyorsa diye adlandırılır: Sâili/Dilenciyi azarlama[1098]; Mallarında sâil/dilenci ve yoksul için hak vardır[1099].

 

S-v-m

 

kelimesinin asıl anlamı, bir şeyi talep etmek için gitmektir. Buna göre o, [gitmek] ve [talep etmek]ten oluşan bir anlama gelen bir lafızdır. Bu kelime; [Develer gitti, gitmektedirler], sözünde gitmek anla­mında; [Şunu talep ettim], sözünde ise talep etmek anlamında kullanılmıştır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Onlar sizi işkencenin en kötüsüne sürüyorlar[1100]. Bu anlamdan şöyle denir: [Falan kişi kötü bir şeye sevkedildi]; [O, kötü bir şeye de bu anlamdan gelmektedir. Bu anlamda şöyle denir: [Malın sahibi, malını satışa arzetmede daha fazla hak sahibi­dir]. [Develeri merada otlattım]. Bu anlamda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Sizin için gökten su indiren O'dur. İçecek su ondandır; hayvanlarınıza yedirdiğiniz ağaç/bitki   da   ondan   oluşmaktadır[1101]. ve alâmet anlamındadır. Şair şöyle der:

Onun öyle bir alâmeti var ki, gözün onu farketmesi zor değildir.[1102]

Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır: Yüzlerinde secde izinden nişanlan vardır[1103].

Yanİ ona işaret koydum. Yüce Allah melekler hakkında şöyle der:[1104] yani, nişanlı melekler.[1105] [vav'm kesriyle] yani kendilerine veya atlarına nişan koyanlar, ya da atlarını yollayanlar.

Hz. Peygamber'in şöyle dediği rivayet edilmektedir; " Üzerinize alâmet koyun, çünkü melekler de üzerlerine alâmetler koymuşlardır."[1106]

 

S-e-m

 

İster fiil, ister infial olsun bir şeyin çok fazla kalmasından dolayı bık­kınlık duymaktır: Onlar hiç usanmazlar[1107]; İnsan hayır istemekten usanmaz[1108]. Şair de şöyle der:

Yaşamın zorluklarından bıktım; kim yaşarsa, Seksen yıl; kaçınılmaz olarak bıkar.[1109]

 

S-y-n

 

[Sina Dağı]: Bilinen bir dağdır: Tur-i Sina'dan çıkan[1110]. Âyetteki kelimesi fetha ve kesre ile okunmuştur.[1111]

Fetha ile okunan kelimesindeki elif sadece te'nis için olur. Çünkü Arapların sözlerinde ve gibi vezninde gelen bütün kelimler mudaaftır.

Sin'in kesriyle olan 'deki elif ise, ve kelimelerindeki elif benzeri olabildiği gibi, kelimesine ilhak/katmak için de olabilir. Sina Dağına andolsun[1112] şeklinde de okunmuştur, Alfabe harfler/indendir.

 

S-v-y

 

Metre, tartı ve ölçekle yapılan geçerli denkliktir. [Bu elbise, şu elbiseye denktir]; [Bu dirhem şu dirheme denktir], denir. Kimi zaman bu kelimeyle, keyfiyet/nitelik ifâde edilir: [Bu topluluk şu topluluğa denktir]. Aslında söz konusu olan denklik,

siyahlığın zatı itibarıyla değil, onun mekânı itibarıyladır. Ayrıca bu kelime, geldiği denklik anlamından dolayı adalet anlamında da kullanılır. Şair şöyle der:

Reddettik, biz düşmanlarımıza adil davranmayız[1113]. İki anlamda kullanılır:

Bir: îki ve daha fazla fail alır: Şu konuda Zeyd ve Amr eşit oldular. Bunlar, Allah katında eşit olmazlar[1114].

İki: Bir şeyin kendi zatındaki dikilmesi/doğrulması için kullanılır:  öifeî/ sahibi (melek), doğruldu[1115]; ve yanında bulunanlar gemiye yerleştiğiniz zaman[1116]; Onların sırtlarına binip-doğrulmanız için[1117]; Gövdesi üzerine dikilmiş[1118] [Falan kişi ücretinin başına dikildi.

[Falan kişinin işi düzeldi]. Bu fiil ile muteaddî olduğu zaman istilâ anlamına gelir: Rahman, Arş'a istiva etmiş­tir/hükümranlığı altına almıştır[1119]. Bazılarına göre âyetin manası şudur: Gök ve yerdekiler Allah'a istiva etmiştir; yani onların tümü, Allah'ın onları dü­zelmesiyle O'nun isteğine göre istikamet bulmuştur/yerli yerinde olmuştur. Şu âyet de bu anlamdadır: Sonra planını göklere uygulayıp onları yedi gök şeklinde düzenleyen O'dur[1120].

Diğer bazıları ise âyeti şöyle yorumlamaktadır: Allah'a göre her şey eşittir. Hiçbir şey başka bir şeyden Allah'a daha yakın değildir. Zira Allah, bir mekânda olup da diğer bir mekânda olmayan cisimler gibi değildir.

Bu fiil edatıyla muteaddî olduğu zaman, ya bizzat veya tedbir/planlama yoluyla mef ûle ulaşma anlamına gelir. Şu âyet ikinci şıkla alakalıdır: Sonra duman (gaz) halinde bulunan göğe şekil verdi[1121]. Bir şeyin tesviyesi, o şeyi, ya yükseklikte veya alçaklıkta düzeltmektir.

O Allah ki seni yarattı, seni düzgün kıldı[1122]; yani senin yaratılışını, hikmetin gerektiği Ölçüde yaptı.   Nefse ve onu biçimlendirene and olsun[1123] âyeti, Yüce Allah'ın nefse destek yaptığı güçlere işarettir. Bundan dolayı eylem nefse nisbet edildi. Bundan başka bir yerde zikredildi ki; fiil, faile nisbet edilebildiği gibi, âlete ve fiilin muhtaç olduğu diğer şeylere de nisbet edilebilir. Örneğin [keskin kılıç], gibi. Bu yorum, Nefse ve onu biçimlendirene", yani Allah'a[1124] şeklindeki yorumdan daha uygundur. Çünkü Yüce Allah için kullanılamaz, zira bu kelime, cins anlamı için konulmuştur. Ayrıca onun Allah için kullanıldığına dair sahih bir rivayet de yoktur.

Yüce Rabbinin ismini eksikliklerden uzak tut * O ki yarattı, düzene koydu[1125] âyetinde ise fiil Yüce Al­lah'a nisbet edilmiştir. Şu âyetlerde de aynı durum söz konusudur:    

Ona bir biçim verdiğimde ve ona ruhumdan üfürdüğünıde[1126]; Göğün tavanını yükseltti ve onu düzenledi[1127]. Göğün düzeltilmesi, inşasını ve şu âyette zikredilen süslenme­sini de içermektedir:    Biz en yakın göğü bir zinetle, yıldızlarla süsledik[1128].

Miktar ve keyfiyet/nitelik açısından ifrat ve tefritten korunan şeye denir: Tam üç gece[1129];   Yakında bileceksiniz, dosdoğru yolu izleyenler kimlermiş[1130]. kında bileceksiniz dosdoğru yolu izleyenler kimlermis[1131].

Ahlak ve hilkati/yaradılışı ifrat ve tefritten korunmuş adam. Evet, onun parmak uçlarını düzenlemeğe gücümüz yeter[1132]. Bazıları bu âyeti şöyle yorumlamaktadır: Onun avucunu devenin topuğu gibi parmaksız yapmaya gücümüz yeter.

Diğer bazılarına göre ise âyetin manası şöyledir: Onun bütün parmaklarını aynı ölçüde yaparız ki onlarla faydalanmasın. Nitekim paımakların uzunluk ve bi­çimlerinin farklı olmasındaki hikmet açıktır; çünkü bir şeyi tutmada parmakların birbirleriyle yardımlaşmaları için onların birbirlerinden farklı olmaları gerekir.

Rableri de,  günâhları yüzünden azabı başlarına geçirip, orayı dümdüz etti[1133]; yani onların memleketlerini yerle bir etti. Tıpkı şu âyet gibi: Bağ, çardakları üzerine yıkılmış kalmıştı[1134].

Kimisine göre de âyetin anlamı şöyledir: Onların memleketlerini kendi­leriyle birlikte dümdüz etti. Tıpkı şu âyet gibi: Yerle bir olmak isteyecekler[1135]. Bu, kâfirlerin diliyle söylenen şu söze işaret­tir: Kâfir;  "Keşke ben, toprak olsaydım!" der[1136].

Vasat/orta bir yer. Aynca şöyle de denir:

Yani onun her iki tarafı eşittir. Bu kelime hem sıfat, hem zarf olarak kullanılır. Fa­kat onun aslı mastardır: Baktı onu cehennemin ortasında gördü[1137]; Umarım Rabbim beni doğru yola iletir[1138]; Sen de onlara karşı anlaşmayı bozarak aynı şekilde davran[1139]; yani adil bir hükümle. Bizim ve sizin aranızda eşit olan bir kelimeye gelin[1140]; Onları uyarsan da, uyarmasan da, onlar için birdir; i-nanmazlar[1141]; Onlar i-çin mağfiret dilesen de, mağfiret dilemesen de onlar için birdir; Allah onları ba­ğışlamayacaktir[1142]; Artık biz sızlansak da, sabretsek de birdir; bizim için kurtuluş yoktur[1143]; yani bu her iki durum, fayda vermeme konusunda eşittir, İster yerli olsun, ister dışarıdan gelen olsun farketmez[1144].

Bazen ve kelimeleri, [başka] anlamında kullanılırlar. Şair şöyle der:

Ondan sönük bir şeyden başkası kalmadı.[1145] Diğer bir şair de şöyle der:

[Deve], onun halkından senden başkasına yönelmedi.[1146]

Benim yanımda, senin yerinde ve sana karşılık bir adam var­dır. anlamındadır; tıpkı ve anlamında olduğu gibi.

[Zeyd ve Amr eşittir], dersin. kelimesi 'in çoğuludur; tıpkı [Birbirlerine eşit olan toplum], denir.

kelimesinin fiyat biçilen şeylerde kullanımı meşhurdur: [Bu elbise şu kadar para eder]. Bu kelime, [onunla aynı seviyede oldu], sözünden gelmektedir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: (Zu'l-Karneyn) iki dağın arasını (demir kütleleriyle doldurtup dağlarla) aynı seviyeye getirince[1147].

 

S-v-e

 

İnsana üzüntü veren her şeydir: Dünya ve ahiret işleri; ruh ve bedenle ilgili durumlar; mal, makam/şan/şöhret yitirmek ve bir dost kaybetmek gibi harici şeyler. Kusursuz olarak bembeyaz çıksın[1148]; yani ellerde bir hastalık olmaksızın. Bu, baras diye tefsir edilmiştir. Baras, ellerde meydana gelen bir çeşit hastalıktır.

Bugün rezillik ve kötülük kâfirleredir![1149]. Bu âyette çirkin olan her şey diye ifâde edilmiştir. Bundan dolayı (glizel)'in karşısına konulmuştur. Nitekim Yüce Allah;  

Kötülüğü en güzel Ey Enes, Güzel davrananlara daha güzel karşılık vardır[1150] diye buyurduğu gi­bi,    Sonra kötülük edenlerin sonu çok kötü oldu[1151] diye de buyurmaktadır. Çirkin fiildir, slü- (iyilik)'in zıddıdır.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Kim kötülük işlerse[1152]; Kötülüğü istemede aceleniz niye?[1153]; İyilikler, kötülükleri giderir[1154]; Sana gelen her iyilik Allah'tandır, sana gelen her

kötülük de kendi nefsindendir[1155]; Yaptıklarının kö­tülükleri onlara ulaştı[1156]; şeyle sav[1157].

Hz. Peygamber de şöyle buyurmaktadır: kötülükten sonra iyilik yap ki, onu silsin."[1158]

Hasene (İyilik) ve seyyie (kötülük), iki kısımdır:

Biri, akıl ve şer'in iyi ve kötü gördükleri şeyler. Örneğin şu âyette zikredi­lenler gibi: Kim iyilik geti­rirse, kendisine getirdiğinin on katı vardır. Kim kötülük getirirse, ancak dengiyle cezalandırılır[1159].

Diğeri ise insan tabiatına göre belirlenen iyilik ve kötülüklerdir. Bu da insan tabiatının hafif ve ağır gördüğü şeylerdir.

Şu âyetler bu anlamdadır: Kendilerine iyilik geldiği zaman: "İşte bu bizim hakkımızdır." dediler.

Başlarına bir kötülük gelirse Musa ile yanındakilerin uğursuzluğuna verirlerdi[1160]; Sonra kötülüğü değiştirip yerine iyilik ge­tirdik[1161]; Bugün rezillik ve kötülük kâfir­leredir![1162].

Bu kökten; [Falan şey bana kötülük etti]; [Sen bana kötülük ettin]; [Falan kişiye kötülük yaptın], formları kullanılır.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: İnkâr edenlerin yüzleri kötüleşti[1163]; Yüzlerinizi kötü duruma soksunlar[1164]; Kim kötülük yaparsa onunla cezalandırılır[1165]; yani, kabih/çirkİn bir şey yaparsa.

Yaptıkları kötü işleri, kendilerine süslü gösterildi[1166]; Kötülük çemberi üzerlerine olsun[1167]; yani sonunda kendilerine kötülük edecek şey.

Bunların varacakları yer cehennemdir; o ne kötü gidiş yeridir[1168]; Orası ne kötü bir yerleşme yerdir![1169]; O azâb yurtlarına indiği zaman uyarılmış olanların sabahı ne kötü olur![1170]; Ne kötü

işler yapıyorlar![1171]; Ne kötü örnektir![1172]. Yukarıdaki âyetlerde geçen [ne kötü!] anlamındadır.

Size ellerini ve dillerini kötülükle uzatacak­lardır[1173]. İnkâr edenlerin yüzleri kötüleşti[1174] âyetinde, kötülük yüz'e nisbet edilmiştir; çünkü sevinç ve kederin iz­leri onda belirmektedir.

Elçilerimiz Lût'a gelince onlar yü­zünden fenalaştı, eli ayağı birbirine dolaştı[1175]; yani onları üzecek şeyler başlarına geldi [başlarına kötü şeyler gelir diye üzüldü].

Kötü hesaptan korkarlar[1176]; Yurdun kötüsü onlarındır[1177]. cinsel organdan ve avretten kinayedir.

Yüce Allah bu anlamda şöyle buyurmaktadır: Allah, ona kardeşinin ce­sedinin çıplaklığını nasıl gizleyebileceğim göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi[1178],

Yazık bana, şu karga kadar olup da kardeşimin cesedinin çıplaklığını gizleyemeyecek kadar aciz miyim?[1179].

Ey Adem oğulları, siz.e edep yerlerinizi Örtecek giysi, süslenecek elbise indirdik[1180].

Edep yerleri kendilerine göründü[1181].

Şeytan, onların, kendilerinden gizlenmiş olan edep yerlerini kendilerine göstermek için...[1182].

 

KİTÂBU'Ş-ŞÎNİ

 

Ş-b-h

 

Bu kelimenin asıl anlamı, nitelik açısından olan benzerliktir; renk, tat, adalet ve zulüm gibi. İster somut, ister soyut olsun aralarındaki benzerlikten dolayı, iki şeyden birinin diğerinden ayırt edilememesidir. Bu onlara (dünyadakine) benzer olarak verilmiştir[1183]; yani tad ve hakikat bakımından değil, renk bakımından bir kısmı bir kısmına benzer.

Kimisi de âyeti; "olgunluk ve mükemmellikte bir birine benzer" diye yo­rumlamıştır. Bu kelime; Birbirine benzeyen ve benzemeyen[1184], Birbirine benzer[1185] şeklinde farklı formlarda okunmuştur; fakat anlamlan birbirine yakındır.

Bu kelime (İstenen) bu inek, bize karışık geldi[1186] âyetinde mazi müzekker ve[1187] -aslı olup idgam olmuştur- [muzari müennes] formunda gelmiştir. Kalbleri birbirine benzedi[1188]; yani azgınlık ve cehalette kalpleri birbirine benzedi.

Sana Kitap'ı indiren O'dur. Onda Kitap'ın temeli olan kesin anlamlı ayetler vardır, diğerleri de miiteşabihtir[1189]. Müteşabihu'l-Kur'ân, lafız veya mana açısından başkasına benzediğinden tefsiri müşkül olan Kur'ân ifadele­ridir. İslâm hukukçuları; müteşabihi, 'zahiri, kastedilen manaya delâlet etmeyen ifadedir' diye tarif etmişlerdir.[1190]

Bu meselenin aslı şudur: Âyetler birbirileriyle karşılaştırıldıklarında üç kısma ayrılır: Mutlak olarak muhkem, mutlak olarak müteşabih ve bir yönüy­le muhkem diğer bir yönüyle müteşabih âyetler. Kısmen müteşabih olanlar da üç kısma ayrılır: Sadece lafız açısından müteşabih, sadece mana açısından müteşabih ve her iki açıdan da müteşabih âyetler. Lafız açısandan müteşabih de iki kısma ayrılır:

Birincisi lafızlarla ilgilidir. Bu da ya lafzın garip olması açısandandır.[1191] ve[1192] gibi. Ya da lafızdaki çok anlamlık açısındandır. ve gibi.

İkincisi ise mürekkep/birleşik sözün tamamına yöneliktir. Bu da üç kısma ayrılır:

Bir kısmı sözü kısaltmak içindir: Yetimler konusunda adalen  koruyamayacağınızdan korkarsanız,  arzu ettiğiniz diğer kadınlarla  ... evlenin[1193].

Bir kısmı da sözü uzatmak içindir: O'na benzer hiç bir şey yoktur[1194]. Şayet denilseydi dinleyici için daha anlaşılır o-lurdu.

Diğer bir kısmı da sözün kafiyesi İçindir: Allah'a hamdolsun ki, kuluna Kitabı indirdi ve ona hiçbir eğrilik

koymadı. * Kusursuz bir (kitap)...[1195]. [Bu âyette takdim-tehir vardır] Takdiri şöyledir: Kusursuz Kitabı indirdi ve ona hiçbir eğrilik koymadı. Şu âyet de bu kısma dâhildir:    

Eğer (Mekke'de) kendilerini henüz tanımadığınız mümin erkeklerle mümin kadınları bilmeyerek çiğnemeniz sebebiyle üzüntüye kapılmanız ihtimali olmasaydı (Allah savaşı önlemezdi). Dilediklerine rahmet etmek için Allah böyle yapmıştır. Eğer onlar birbirinden ayrılmış olsalardı elbette onlardan inkâr edenle­ri elemli bir azaba çarptınrdık[1196].

Mana açısından müteşabih: Yüce Allah'ın ve kıyametin sıfatları bu kısma dahildir. Zira bu sıfatların bizim için tasavvur edilmeleri söz konusu değildir. Çünkü hissedemediğimiz veya hissettiğimiz şeylerin türünden olmayan şeyin sure­ti de içimizde şekillenemez.

Hem lafız, hem mana açısından olan müteşabih beş kısma ayrılır:

1- Kemiyet/nicelik açısından; umum ve husus gibi: Putperestleri yakaladığınız yerde öldürün[1197].

2- Keyfiyet/nitelik açısından; vacib ve mendüb gibi: Arzu ettiğiniz diğer kadınlarla ... evlenin[1198]

3- Zaman açısından; nasih ve mensuh gibi: Allah'tan, sakı­nılması gerektiği gibi sakının[1199].

4- Ayetin indiği mekân ve haklarında indiği işler açısından: Hayra ulaşmak evlere arkalarından girmeniz değildir [1200]; Haram aylan ertelemek, sadece kâfirlikte ileri gitmektir[1201]. Arapların cahiliye devrindeki adetlerini bilmeyenler bu âyetleri yorumlamaları zordur.

5-  Yapılan işin sahih veya fasit olduğu şartlar açısından; namaz ve ni­kâh gibi.

Yukarıdaki sınıflandırma düşünüldüğünde, müfessirlerin müteşabihi yorum­lamada zikrettikleri hiçbir şey bunun dışına çıkamaz. Örneğin şu görüşler gibi: Ba­zılarına göre müteşabih ,[1202] sözüdür. Katade'ye göre, muhkem nasih, müteşabih de mensuh'tur.[1203]

El-Asamm[1204] ise, muhkemin, yorumunda görüş birliğine varılan, müteşabihin ise ihtilaf edilen âyetler olduğunu söyler.

Bütün müteşabihler üç kısma ayrılır: Bir kısmının bilinmesine imkân yoktur. Kıyametin ve dâbbetu'l-ardın ortaya çıkış zamanları ile dâbbetu'l-ardın keyfiyeti ve benzeri şeyler gibi. Bir kısmının ise insanların onları bilme imkânları vardır. Garip lafızlar ve muğlâk hükümler gibi. Diğer bir kısım da yukarıdaki iki kısım ar­sında gelir gider. Bu kısma giren hususların hakikatlerini, sadece ilimde derinlik sahibi olanların bilmeleri mümkündür, onların seviyelerinde olmayanlar ise onları bilmezler.

Bu, Hz. Peygamber'in Hz. Ali (r.a.) hakkında söylediği şu hadisle işaret edi­len müteşabih çeşididir: Allah'ım, onu dinde fakih kıl ve ona te'vili öğret."[1205] Hz. Pygamber'in Abdullah ibn Abbas hakkında da benzer bir sözü vardır.[1206]

Bu açıklamalar anlaşıldığında, Onların yorumunu ancak Allah bilir[1207] sözü üzerinde durmanın ve onun, ve ilimde derinleşmiş olanlar (bilir)[1208] âyet ifadesiyle de birleştirmenin caiz olduğu; onların her birisinin de yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde farklı bi­rer anlamının olduğu bilinir.

Allah, sözün en güzelini, birbirine benzer, ikişerli bir Kitap halinde indirdi.[1209]; yani ahkâm, hikmet ve düzgün nazım konusunda birbirine benzer halinde indirdi. Kendilerine ona benzer gösterildi[1210]; yani öldürülen kişinin Hz. İsa olduğunu sananlara, oymuş gibi gösterildi.

Rengi, altına benzeyen mücevhere denir.

 

Ş-t-t

 

Derenin bölünmesidir, [Toplulukları darmadağın oldu], denir. Düzenleri dağınık olarak geldiler. Bu anlamda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: O gün insanlar, dağınık bir şekilde çı­karlar[1211]; Allah gökten bir su indirdi. Biz onunla çeşitli bitkilerden çiftler çıkardık[1212]; yani değişik türlerden. Onların kalp!eri darmadağınıktır[1213]; yani bunlar Yüce Allah'ın şu sözüyle nitelendirdiği kişilerin zıddıdırlar: Yeryüzünde ne varsa hepsini harcasaydın gene de gönüllerini birleştiremezdin onların, fakat Allah, aralarını uzlaştırdı[1214].

tıpkı gibi isrn-i fiildir. İki şey arasındaki uyumun kalktığını haber vermek için; [Ne kadar da farklıdırlar!] denir.

 

Ş-t-v

 

Onları kış ve yaz yolculuğuna alıştırdığı için[1215] [Kışa girdi]; [Yaza girdi], denir. kelimeleri ism-i zaman, ism-i mekân ve mastar için gelir. Şair şöyle der:

Kışta bütün insanları yemeye çağırırız?[1216]

 

Ş-c-r

 

Gövdesi olan bitkiye denir. [bir ağaç], [ağaçlar] denir; tıpkı [bir meyve], p [meyveler] gibi. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Allah, o ağacın altında sana bağlılık sözü veren nananlardan hoşnut olmuştur[1217]; yaktığınız ateşin ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan biz miyiz?[1218]; Yıldızlar ve ağaçlar secde etmektedirler[1219];

Zakkum ağacından yiyeceksiniz[1220]; Zakkum ağacı[1221].

Ağacı bol olan vadi. [Bu vadi diğerinden daha azla ağaçlıdır]. ve kelimeleri tartışma anlamındadır. Yüce Allah

şöyle buyurmaktadır:

Hayır! Rabbine andolsun  ki,  onlar aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem yapıp verdiğin hükümle ilgili olarak, içlerinde hiçbir burukluk duymadan tam bir teslimiyete ulaşmadıkça iman etmiş olmazlar[1222]. Beni ondan şicâr/deynek ile çevirdi.

Hadiste şöyle buyrulmuştur: Eğer ihtilaf ederlerse, sultan, velisi olmayanın velisidir."[1223] tahtırevan tahtasıdır. üzerine elbise atılan ağaçtır. Ona mızrak sapladı. Bu da kişinin başkasına mızrağı saplayıp orada bırakmasıdır.

 

Ş-h-h

 

Adet haline getirilen hırsla birlikte olan cimrilik: Nefisler, cimriliğe hazırdır[1224]; Nefsini cimriliğinden/doymazlığından  korunanlar,   kurtuluşa  erenlerin  ta  kendileridir[1225]. [Cimri adam]; [Cimri toplum], denir.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Mala düşkündürler[1226]; Size karşı cimrilik/kıskançlık ederler[1227]. Konuşmasına devam eden hatip. Bu, [Deve net gürlemedi/boğuk ses çıkardı], sözünden alınmıştır.

 

Ş-h-m

 

Yahudilere, sığır ve koyunun yağlarını haram ettik; ancak sırtlarında yahut bağırsaklarında taşıdıkları veya kemiklerine karışmış o-lanlar hariç[1228].

Küpenin takıldığı yer. Ona bu ismin verilmesi, yağ şeklinde ta­savvur edildiği içindir. Beyaz kurtçuklar. Yanında bol yağ olan adam. Yağı seven, Arkadaşlarına yağ yediren. Vücudunda fazla yağ olan kişi.

 

Ş-h-n

 

Biz om/ ve onunla beraber bulunanları, meşhun gemi içinde kurtardık[1229]; yani dolu gemi içinde. nef­sin, kendisiyle dolduğu düşmanlıktır, [Şiddetli düşman], denilmektedir. Ağlamaya hazır olduğundan, doldu-taştı.

 

Ş-h-s

 

Uzaktan görünen ayaktaki insan silueti. Memleketinden gitti. [Onun oku yükseldi], [Gözü yukarıya dikildi].  [Arkadaşı ona hedef yükseltti]. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: o zalimlerin işlediklerinden, sakın Rabbinin habersiz olduğunu zannetme! O, sadece onların, dehşetinden gözlerinin donup kalacağı bir güne ertelemektedir[1230]; İnkâr edenlerin gözleri donakalır[1231]; yani göz kapaklan kırpmaz.

 

Ş-d-d

 

Sağlam düğüm. Bir şeyin düğümünü sağlamlaştırdım, denir: Biz ora/an yarattık, yapılarını sıkıca bağladık (76/însan 28); Onları bastırıp sindirdiğinizde, bağı sıkıca bağlayın[1232].

kelimesi; akit, beden, nefsî güçler ve azap ile ilgili kullanılır: On/ür, kuvvet bakımından bunlardan daha şiddetliydiler/zorluydular[1233]; şiddetli/çetin kuvvetlen olan biri öğretti[1234]; yani Cebrail (a.s.) öğretti.

O ateşin başında çok katı, çok şiddetli/sert melekler vardır[1235]; Kendi aralarındaki savaşları şiddetli­dir/çetindir[1236]; Atın onu, o şiddetli azabın içine[1237].

ojxi ve iaüi, cimri anlamındadır: Gerçekten o, mala olan sevgisinden dolayı şedittir/cimridir[1238]. Âyette geçen loi kelimesi, mef'ul anlamında olabilir; sanki o, bağlanmıştır; tıpkı, [İyilik yapmaktan bağlanmıştır], denildiği gibi. Şu âyet bu anlamdadır: Yahudiler "Allah'ın eli bağlıdır (Allah cimridir)", dediler. Kendi elleri bağlandı[1239]. Bu kelime fail anlamında da olabilir. Buna göre muteşeddid/bağlayan kişi, sanki para kesesini bağlamış gibidir.

Nihayet olgunluk çağına erince ve kırk yaşına varınca[1240] âyetinde şuna işaret vardır: İnsan kırk yaşına vardığında, sahip olduğu huylar öyle güçlenir ki, artık neredeyse onları değiştirmeye güç yeti-remez olur. Şair de bu hususa ne güzel dikkat çekmiştir!:

Eğer insan, kırkını tamamlayıp da

Nefsî arzularının önünde haya perdesi yoksa

Onu bırak ve başından geçeni ona layik görme

Ömür, ona hayatın bütün imkânlarını çekse bile.[1241]

Kişi koştuğunda, denir.

Bu kelime, [Koşmak için kuşağını bağladı], sözünden alınmış olabilir. Tıpkı, koşmak için elbisesini attığında; denildiği gibi.

Aynı kelimenin [Rüzgâr şiddetlendi], sözünden alınmış olma ihtimali mevcuttur.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Rablerini inkâr edenlerin işleri, fırtınalı bir günde, rüzgârın şiddetle savurduğu küle benzer[1242].

 

Ş-r-r

 

herkesin arzuladığı şey olduğu gibi, de herkesin kaçındığı şeydir: Siz çok kötü bir mevkidesiniz[1243]; Allah katında canlıların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir[1244]. ve nevileriyle ilgili açıklama, hayır maddesi ele alınırken ayrıntılı bir şekilde geçti.[1245]

Kötülük işleyen adam, Kötülük işleyen toplum. Onu şerre nisbet ettim. Bazıları, sözünün, [Onu ortaya çıkardım], anlamında olduğunu söyler, er kelimesinin bu anlama geldiğine dair şairin şu sözüyle delil getirilmektedir:

Hangi insanların kabilesi daha kötüdür diye sorulduğunda; Eller parmaklarla Küleyb'i gösterir.[1246]

Eğer bu konuda bu beytin dışında başka bir delil yoksa da, yine de ona işa­ret edilmek suretiyle parmakları şerre nisbet etmiş olabilir. O zaman bu kelime, Onu şerre nisbet ettim", ifâdesinden alınmış olur.

Zamme ile kelimesi sadece kötü şeyler için kullanılır. Ateşten uçuşan şeye/kıvılcıma denir. Ondaki şer inancından dolayı bu ismi almıştır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: O, saray gibi kıvılcımlar atar[1247].

 

Ş-r-b

 

İster su, ister başkası olsun her türlü sıvıyı içmektir. Yüce Allah cennet ehlinden söz ederken: Rableri onlara tertemiz bir içki ikram etmiştir[1248]; Cehennem ehlinden söz ederken de: Kâfirlere, inkârlarından ötürü kaynar sudan bir içki vardır[1249], diye buyurmaktadır.

'ın çoğulu dir. denilmektedir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Talut ordusuyla hareket ettiği zaman: "Allah sizi bir ırmakla deneyecek, kim ondan içerse benden değildir. Kim ondan tatmazsa işte o, bendendir, ancak eliyle bir avuç alanlara izin var." dedi. Derken oraya varır varmaz pek azı hariç hepsi ondan içtiler.[1250]; Susuzluk hastalığına tutulmuş develerin içişi gibi içeceklerdir[1251].

Su payı: İşte şu deve. Onun su içeceği belli bir zamanı vardır. Sizin de su içeceğiniz belli bir gününüz vardır[1252]; Her içene düşen miktar,  hazır kılınmıştır[1253]

mastardır ve aynı zamanda kelimesinin ısm-ı zamanı ve ısm-ı mekânıdır: Her kısım insan, kendi içecekleri pınarı bilmişti[1254].

kelimesi, hem içene hem içilene denir. Sümbül kenarındaki uzantılar şeklinde tasavvur edildikleri için, üst dudak üzerindeki kıllarla boğazın içindeki damara denmiştir.  Çoğulu gelir.  Hüzeylî, bir yabani eşeği şöyle

nitelendirmektedir:

O kadar şiddetli anırıyor ki sanki o;

[Sürüsüne kurt girmiş Ebu Rabia 'in bir kölesidir].[1255]

İnkârları sebebiyle kalplerine buzağı sevgisi dolduruldu[1256]. Bazılarına göre âyette geçen kelimesi, Devenin boynuna ip bağladım, sözünden gelmektedir, Şair şöyle der:

Develeri iplerle öyle bağladım ki, kırdım boyunlarım; Kurh'ta ve hemen tüm yavrularını düşürdüler.[1257]

Yukarıdaki âyette sözü edilenler, buzağıya olan aşırı sevgilerinden dolayı sanki buzağı kalplerinin içine bağlanmıştır.

Bazıları da âyeti şöyle yorumlamıştır:[1258] Kalplerine buzağı sevgisi içirilmiş-tir. Zira Araplar, karışık sevgi veya nefretten bahsetmek istediklerinde buna şarab kelimesini istiare etmeyi adet edinmişlerdi. Çünkü bu, bedene daha fazla etki eder. Bunun için şair şöyle demiştir:

Öyle nüfuz etti ki, oraya ne su ulaştı, Ne de hüzün; ve oraya mutluluk da ulaşmadı.[1259]

Eğer âyette denilseydi mübalağalı olmazdı. Zira buzağının zikre­dilmesinde, İsrailoğullarınm ona karşı olan aşırı sevgilerinden dolayı buzağı sure­tinin, kalplerinde silinmeyecek bir hal aldığına işaret vardır. Atasözünde şöyle denmiştir: Yani, işlemediğim şeyi hakkımda iddia ettin.

 

Ş-r-h

 

in asıl anlamı, et ve benzerini yaymaktır, [Eti yay­dım], denir, da bu anlamdan alınmıştır. Yani göğsün; Allah'tan ilâhî bir nur, sükûnet ve huzurla genişlemesi demektir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Musa: Rabbim! dedi, göğsüme genişlik ver[1260]; Biz senin göğsünü genişletmedik mi?[1261];    Allah kimin gönlünü İslam'a açmışsa o, Rabb'inden gelen bir nur üzere olmaz mı?[1262]. Müşkil sözün şerhi ise, onu açıkla-! mak ve gizli manalarını ortaya çıkarmaktır.

 

Ş-r-d

 

Deve kaçtı. Yani, falan kişiye öyle bir şey yaptım ki, başaksını onun yaptığı şeyi yapmaktan uzaklaştırır. Tıpkı demen gibi; yani ona yaptığımı başkası için de gözdağı yaptım. Bu anlamda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Savaşta on­ları yakalarsan, kendilerinden sonrakilere de gözdağı olacak şekilde ağır bir ce­zaya çarptır, belki ibret alırlar[1263]. Yani onlarla, kendilerinden sonra sa­na karşı çıkacak olanlara gözdağı ver. [Falan kişi kovulmuştur, uzak­laştırılmıştır], denir.

 

Ş-r-z-m

 

Başkasından kopuk olan topluluk: Şunlar, kopuk az bir topluluktur[1264]. Bu kelime, Kesilen elbise, sözünden alınmıştır.

Onun meydana gelmesiyle meydana gelen bir işle bağlantılı olan her malum hükümdür. Bu iş o hükmün alâmeti gibidir. Bu kökten tekil çoğul gelir. [Şunu şart koştum]. Bu anlamdan alâmete denmiştir. Kıyametin alâmetleri:

Onlar kıyamet gününün kendilerine ansızın gelmesini mi bekliyorlar. Şüphesiz onun ala­metleri belirmiştir[1265].

Sultanın seçkin askerleri. Onlara bu İsmin verilmesi, kendileriyle bilindikleri   birtakım  alâmetleri  olduğu   içindir.   Kimisi  de  onlara  bu  ismin dikleri birtakım alâmetleri olduğu içindir. Kimisi de onlara bu ismin verilmesi, on­ların düşük insanlar olmalarından dolayı olduğunu söyler. Nitekim adî develer, demektir. sözü, bir insanın, kendi helakine alâmet olan veya onda helak olmasını gerektirecek koşullar bulunan bir işi yaptığı zaman söylenir.

 

Ş-r-a

 

Açık yolu takip etmektir. [Ona açık bir yol belirledim], denir. mastar olup daha sonra doğru yola isim yapılmıştır. Buna denir. Söz konusu bu isim, dindeki İlâhî Yol için de istiare edilmiştir: Biz, her biriniz için bir şeriat ve yol belirledik[1266]. Bu âyet iki hususa işaret etmektedir:

1- Yüce Allah'ın, halkın yararına ve memleketleri bayındır hale getirmeye yönelik olarak bütün insanları araştırmaya musahhar kıldığı yoldur. Bu çeşit yola şu âyet işaret etmektedir:  Birbirle­rine iş gördürebilmeleri için onları birbirlerine derecelerle üstün kıldık[1267].

2- İnsanın isteyerek araştırıp bulmak için, Allah'ın gönderdiği ve ona uyma­sını emrettiği dindir. Bunun değişik yollan olur ve onda nesih meydana gelir. Bu kısma da şu âyet delâlet etmektedir: Sonra (Ey Muhammed) seni din hususunda apaçık bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy[1268].

İbn Abbas şöyle der: Kur'ân'm bildirdiklerine sünnetin bildirdiklerine ise denir.[1269]

O size, dinden Nuh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Mûsâ'ya ve isa'ya tavsiye ettiğimizi şeri'at (hukuk düzeni) yaptı[1270] âyeti, değişik dinlerin ortak paydaya sahip oldukları ilkelere işarettir. Bu ilkelerde nesih söz konusu olamaz. Allah'ı bilmek ve şu âyetin delâlet ettiği benzer hususlar gibi: Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, elçilerini ve âhiret gününü inkâr ederse, şüphesiz derin bir sapıklığa sapmıştır[1271].

Kimisi, Şeriat'ın; [su kanalıjna benzetilerek ona bu ismin verildiğini söylemektedir.[1272] Nitekim sağlıklı bir şekilde Şeriat/Din yoluna girenler doya doya kanarlar ve pak olurlar. Kanmaktan kastedilen, kimi hükemanın şu söyledikleridir: Su içerdim fakat kanmazdım, Yüce Allah'ı tanıdığımda ise su içmeden de kandım. Pak olmaktan kasıt da şu âyette ifâde edilendir:  

Ey ehli beyti Allah sizden kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak isti­yor[1273].

Cumartesi (tatil) yaptıkları gün, balıkları onlara akın akın gelirdi[1274]. Âyette geçen çoğuludur. "Yol" anlamındaki 'nın çoğulu ise gelir.

[Mızrağı ona doğru uzattım]. [Ona başladım o da başlandı], denir. Gemiyi kurtaracak bir yelken yaptım. yani onlar bu işte eşittirler. Başka bir ifâdeyle; onlar bu işi tek bir şekilde ya­pıyorlar. tıpkı [sana yeter] sözü gibidir. Yani, Zeyd, onun işine başladığın veya onunla kendi işine başladığın kişidir demektir, çalgı aleti üzerine çekilen tel anlamındadır.

 

Ş-r-k

 

Güneş doğdu, [Güneş doğdukça bu işi yapmam], denilmektedir. Güneş aydınlık saçtı: Biz dağları onun emrine vermiştik, akşam ve işrak vakti (tan do­ğumu) onunlar birlikte teşbih ederlerdi[1275].

ve tekil olarak geldiklerinde doğu ve batı yönlerine; tesniye şeklinde geldiklerinde de, kış ve yazın doğuş ve batışlarına işaret ederler. Çoğul olarak geldiklerinde ise her günün veya her mevsimin doğuş ve batışları itibarıyladır.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: O, doğunun da, batı­nın da Rabbidir[1276];  O, iki doğunun ve iki ba tının Rabbidir[1277];  Doğuların ve batıla­rın Rabbine yemin ederim[1278]; yönünde bir yere çekilmişti[1279]; yani doğu tarafından.

Doğu tarafından görülen yer. Eti güneşin altına serdim. Güneş doğarken bayram namazının kılındığı namazgah. Güneş batmak üzere sarardı. Şu ifâdeler de bu anlamdan gelmektedir: Koyu kırmızı. Elbiseyi kırmızıya boyadı. Yağsız kırmızı et.

 

Ş-r-k

 

İkİ malın birbirine karıştırıl maşıdır. Bazıları şöyle der: Şirket, ister maddî, ister manevi olsun bir şeyin iki ve daha fazla kişiye ait olmasıdır. İn­san ve atın canlılıkta; iki atın da koyu kestane ve siyah renkte ortak olmaları gibi. Bu kökten; formları kullanılır.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Onu da işime ortak yap[1280]. Bir hadiste Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: Allahım! Bizi salihlerin duasına ortak kıl."[1281]

Rivayete göre Yüce Allah, Nebi'sine (a.s.) şöyle demiştir: Seni bütün mahlûkatımdan daha şerefli ve daha faziletli yaptım ve seni işime ortak ettim.[1282] Yani şu aşağıdaki âyette olduğu gibi, benimle birlikte senin de anılmanı sağladım ve bana itaatle birlikte sana da itaat edilmesini emrettim: Allah'a itaat edin, Peygamberce itaat

edin[1283].

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Hepiniz azapta müştereksiniz[1284]. 'in çoğulu gelir: Mülkte/hakimiyette O'nun ortağı yoktur[1285]; Birbiriyle çekişen ortaklar[1286]; onların, kendilerine, Allah'ın izin vermediği dini koyan ortaklar mı var?[1287]; Hani ortaklarım nerede?" der[1288].

İnsanın dinde şirk koşması iki çeşittir:

1- Büyük şirk: Allah'ın ortağı olduğunu iddia etmektir. [Falan kişi Allah'a ortak koştu], denir. Bu, küfrün en büyüğüdür: Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz[1289]; ffira Allah'a ortak koşarsa, hakikaten çok uzak bir sapıklığa sapmıştır[1290]; İSTân Allah'a ortak koşarsa muhak­kak ki, Allah ona cenneti haram etmiştir[1291]; Ey Peygamber! İnanmış kadınlar sana gelip Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamaları... hususunda sana bi'at ederlerse[1292]; Allah'a ortak koşanlar diyecekler ki: "Al­lah dileseydi biz ortak koşmazdık"[1293].

2- Küçük şirk: Bazı işlerde Allah'ın yanı sıra başkasının da hoşnutluğunu gözetmektir. Bu da şu âyetlerde İşaret edilen riya ve nifaktır:  

Allah, onlara salih (bir çocuk) verince, kendile­rine verdiği şey konusunda O'na ortaklar koştular. Allah onların koştuğu ortak­lardan münezzehtir[1294]; Onların çoğu, Allah'a ortak koşmadan inanmazlar[1295].

Bazıları âyeti; "Onların çoğu, dünya tuzağına düşmeden Allah'a inanmaz­lar" diye yorumlamışlardır. Bu anlamda Hz. Peygamber şöyle demiştir: "

Bu ümmette şirk, karıncanın taş üzerindeki hareketinden daha gizlidir."[1296]

müşterek lafızlardandır. Şu âyet her iki şirk çeşidini de içermektedir:

Kim Rabbine kavuşmayı arzu ederse, iyi amel işlesin ve Rabbine yaptığı ibadete hiç kimseyi ortak etmesin[1297]. İslâm hukukçularının çoğu, Haram aylar çıkınca, müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün[1298] âyetini, kâfirlerin tümüne hamlediyorlar. Tıpkı şu âyet gibi: Yahudiler: "Uzeyr, Allah'ın oğludur. " dediler[1299].

Kimisi âyette geçen müşriklerden kastedilenlerin Ehl-i Kitab'ın dışındakiler olduğunu söyler. Zira şu âyette müşrikler Yahudi ve Hiristiyanlardan ayrı olarak zikredilmişlerdir: yahûdiler, sâbiiler, Hıristiyanlar, mecûsiler ve (Allah'a) ortak koşanlar...[1300].

 

Ş-r-y

 

ve satış birbirini gerektiren iki kelimedir. Çünkü müşteri parayı veren ve bedelini alandır; bayi ise, bedeli veren ve parayı alandır. Bu, alış-veriş nakit para ve mal ile yapıldığında, söz konusu olur. Fakat mal mal ile satıldığında, o zaman onlardan her birinin hem müşteri hem satıcı olarak tasavvur edilmeleri doğru olur. Bu açıdan, satış ve alış kelimelerinin her biri diğerinin yerine kullanır hale gelmiştir.

sözü, daha çok "sattım"; ise daha çok "satın aldım" anlamındadır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Onu ucuz bir fiyatla sattılar[1301]. Âyette geçen ifâdesi, [onu sattılar], anlamındadır. Şu âyet de aynı anlamdadır: Dünyâ hayâ­tını âhiret hayâtı karşılığında satanlar, Allah yolunda savaşsınlar[1302].

Kendisiyle bir şeyin elde edildiği her şeyde, ve  kelimeleri kullanılabilir: Allah'a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir paraya satanların, ahirette hiç bir payı yoktur[1303]; Allah'ın âyetlerini az bir paraya

satmazlar[1304]; Ahrete karşılık dünya hayatını satın almışlardır[1305]; İşte onlar, hidayete karşılık dalâleti satın alanlardır[1306]. Allah, müminlerden, canlarım ve mallarını, kendilerine cennet vermek üzere satın almıştır[1307].

Bu âyette kendisiyle satın alınan şey şöyle zikredilmiştir: Allah yolunda savaşırlar da Öldürürler ve öldürülürler[1308].

Haricîler'e sr£ ismi verilmiştir. Onlar [bu ismi, 'hayatlarını Allah'ın rızası karşılığında satanlar' anlamında kendileri için kabul ederek] şu âyeti bu paralelde yorumlamışlardır:  İnsanlardan öylesi vardır ki, benliğini Allah'ın hoşnutluğunu elde etmeye satar[1309].

Buna göre fiili, [satıyor]" anlamındadır. Bu, tıpkı şu âyet gibi oldu: Allah, ...satın almıştır[1310].

 

Ş-t-t

 

Aşırı uzaklık. [Ev çok uzakta kaldı]. Bu kelime mekân, hüküm verme ve mal pazarlığında da kullanılır. Şair şöyle der:

Cedvâ 'yi ziyaret etmeyeli uzun bir zaman oldu ve ümit kalmadı.[1311] zulüm/haksızlık anlamında da kullanılmaktadır: Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. O'ndan başka hiçbir ilaha yakarmayız. Aksini yaparsak saçma söz, söylemiş oluruz[1312]; yani haktan uzak bir söz...

Sudan uzak kalan nehir kıyısı.

 

Ş-t-r

 

Bir şeyin yarısı ve ortası: Yüzünü Mescid-i Haram şatrına çevir[1313]; yani onun yönüne ve tarafına doğ­ru; Nerede olursanız olunuz, yüzünüzü o yana çevirin[1314]. Yani onunla yarı yarıya böldüm, denir. Aynı anda sana ve başka birine bakan kişinin bu eylemi, yani bakışını ikiye sana ve başka birine bakan kişinin bu eylemi, yani bakışını ikiye ayırdı, diye ifâde edilir.

[Falan kişi zamanın memelerini sağmıştir];[1315] Bu deyi­min asıl manası, kişinin, devenin iki memesini sağıp ikisini bırakmasıdır/ sağma-masıdır.

Memelerinden ikisi kuruyan deve. İki memesinden biri diğerinden büyük olan koyun.  Kişi bir kenara çekildiğinde,  denir. formuyla uzak olan kişi kastedilir. Çoğulu gelir. Şair şöyle der:

Karışık olan uzaktakilerin arasında olmak sana zor mu geldi.[1316] Haktan uzaklaşan kişiye de denir. Çoğulu gelir.

 

Ş-t-n

 

kelimesindeki, aslî harftir. Bu isim jki, kökünden gelir. Yani, uzaklaştı. Şu ifâdeler de aynı anlamdadır: [Derin kuyu]; [Ev uzakta kaldı]; [Uzak bir gurbet].

Kimisine göre ise kelimesindeki harfi zaittir. Bu durumda [kızgınlıktan yandı], fiilinden gelir. Zira şu âyetten anlaşıldığı üzere Şeytan ateşten ya­ratılmıştır: Cinleri de dumansız alevden yarattı[1317]. Şeytanın ateşten yaratılmasından dolayı, aşırı gadabî güç ve makbul olmayan tu­tucu karakterli olmuş ve Hz. Âdem'e secde etmekten de kaçınmıştır.

Ebu Ubeyde şöyle der:[1318] Azgın olan cinlere, insan ve hayvanların tümüne şeytan denir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:   

Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık[1319]; Şeytanlar, dostlarına, sizinle mücâdele etmelerim fısıldarlar[1320]; Şeytanlanyla yalnız kaldıkları zaman[1321]; yani cin ve insan arkadaşlarıyla... Tomurcuklan sanki şeytanların başları gibidir[1322].

Kimisi âyette geçen şeytandan kastın cismi hafif yılan olduğunu söylerken, kimisi de ondan kastedilenin azgın cinler olduğunu söyler. Zakkum ağacının to­murcuklarının, cinlerin başlarına benzetilmesi, onların çirkinliğinden dolayıdır. Şeytanların uydurup söylediklerine tâbi oldular[1323].

Âyette sözü edilen şeytanlar azgın cinlerdir. Onlardan kasıt azgın insanlar da ola­bilir. Şair şöyle der:

Eğer koşmada yalpalanan kurtların şeytanı...[1324]

'in çoğuludur. 'Koşarken yalpalanan' anlamında olan bu kelime, özellikle kurdun yalpalanması için kullanılır. Diğer bir şair de şöyle der:

Fakir [kuyu/kanal]'in gecesi şeytandan başkası değildir![1325]

İnsanın bütün kötü huylarına da şeytan denir. Hz. Peygamber şöyle demiştir: Haset şeytandır, gazap şeytandır."[1326]

 

Ş-t-e

 

Vadinin yan tarafı: kıyısından kendisine seslenildi[1327]. Falan kişiyi vadinin kenarından yürüttüm, denir. Ekinden çıkan filiz. Onun her yürüttüm, denir. Ekinden çıkan filiz. Onun her iki kenannda dağılıp yayıldı. Çoğulu, gelir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: etki Onlar, safını yarıp çıkarmış bir ekine benzerler[1328]; yani filizlerini... Bir kıraatte; harfinin fethi ile] şeklinde de okunmuştur,[1329] tıpkı gibi.

 

Ş-a-b

 

Tek bir soydan gelip dallanan kabile. Çoğulu, gelir: 5fe/ milletlere ve kabilelere ayırdık[1330]. vadi için kullanıldığında, bir tarafı birleşen diğer tarafı bölünen/dağılan vadi anlamına gelir. Vadiye, ayrılan tarafından baktığında, bir bütünün ayrılmış olduğu; toplanan tarafından baktığında ise iki şeyin birleştiği vehmine kapılırsın. Bunun için bir şeyi bir araya topladığında, denir. Ayrıca bir şeyi dağıttığında da, dersin.

mastar veya isim olan 'in, ya da 'ın tasgiridir. Tamir edilip birleştirilen yırtık su kabına denir. Üç dallı bir gölgeye gidin[1331] âyeti, daha sonra ele alınacaktır.

 

Ş-a-r

 

[Kıl/Tüy/Saç], bilinmektedir; çoğulu 'dır: Yünlerinden, yapağılarından ve kıllarından[1332]. Kıla/saça isabet 2ttim. ifâdesi bu anlamdan istiare edilmiştir. Yani, incelik konusunda tıpkı kıla isabet etmek gibi olan bir bilgiyi elde ettim.

Şaire denmesi de, onun kıvrak zekâsından ve duyarlı bilgisinden dola­yıdır. Kök itibarıyla kelimesi, Araplar'in; sözlerinde, ince bilginin smıdir. Fakat daha sonra örfte vezinli, kafiyeli söze isim oldu. kelimesi de şiir sanatında ihtisas sahibi olan kişiye denir.

Hayır onu uydurmuş; hayır o şâ'irdir[1333];

Cinlenmiş bir şâir için biz. tanrılarımızı mı terk edeceğiz? derlerdi[1334]; Yoksa; "O bir şairdir, zamanın felaketine uğramasını gözetiyoruz" mu diyorlar?[1335].

Birçok müfessir, bu âyetlerde Yüce Allah'ın kâfirlerden hikâye ettiği sözle­rini, Hz. Peygamber'i vezinli ve kafiyeli şiir getirmekle itham ettiklerine yorumla­dılar. Öyle ki, vezinli söze benzeyen aşağıdaki vb. âyetlerin tümünü tevil etmişler­dir; Havuzlar kadar (geniş) leğenler, sabit kazanlar[1336]; Ebuleheb'in iki eli kurusun[1337].

Fakat bazı muhakkikler şu farklı görüşü ileri sürmüşlerdir: Kâfirler söz ko­nusu sözleriyle bunu kastetmemişlerdir. Zira Kur'ân'in sözlerinden, onun şiir üs­lubunda olmadığı açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Bırakın belagat sahibi Arapları, fasih konuşamayan Acemler bile bunun farkındadır. Aslında kâfirler bu sözleriyle Hz. Peygamberi yalancılıkla itham etmişlerdir. Çünkü yalan olan şeyden, şiir diye söz edilir.

Şaire de kâzib/yalancı denir. Öyle ki, bazıları yalan delilleri, şiire ait diye isimlendirmişlerdir. İşte bunun için Yüce Allah, şairlerin genelini şöyle nite­lendirmiştir: Şâ'irlere ancak azgınlar uyar[1338]

vd. Şiir, yalanın merkezi olduğu için; "şiirin en güzeli en yalan olanıdır" denilmiş­tir. Bir kısım hükemâ şöyle demiştir: Doğru sözlü hiçbir mütedeyyinin, şiirinde tu­haf şeyler söylediği görülmemiştir.

duyulardır. Siz farkında olmazsınız[1339] âyeti ile benzerlerinin anlamı şudur: "Siz onu duyularınızla idrak edemezsiniz."

Eğer ifadesinin geldiği âyetlerin çoğunda denseydi anlam doğru olmazdı. Zira hissedilemeyen birçok şey akledilebilir.

haccın duyularla görülen nişaneleridir. Tekili, gelir. de denir. Bunun tekili ise dır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Bu böyledir. Artık kim Allah'ın şeairini tazim ederse, şüphe yok ki bu, kalplerin takvâsındandır[1340]; Meş'ar-i haram'da Allah'ı anın[1341]; Allah'ın işaretle­rine saygısızlık etmeyin[1342]; yani Allah'ın evine hediye edilen şeylere. Ona bu ismin verilmesi, bir demirle kanatılmak suretiyle nişan vurulduğundan do­layıdır.

şa'ar'a/kıllara dokunduğundan dolayı beden üzerindeki elbiseye, ayrıca insanın savaşta nefsine hissettirdiği, yani öğrettiği şeye de denir. [Aşk onu sardı] sözü, gibidir. saçı uzun olana ve ayaklara doğru sarkan saça denir. [Büyük felaket] sözü, sözü gibidir. Köpek sineğine denir, çünkü köpeğin kılları arasından ayrılmaz. [Arpa]: Bildik tanedir.

Bir yıldız ismidir. Bu yıldıza birtakım insanlar taptığı için şu âyette özellikle zik­redilmiştir: (yddızı)mn Rabbi O'dur[1343].

 

Ş-a-f

 

[1344]diye okunmuştur.[1345] Bu kelime, kalbin ana damara bağlı bulunan ucu anlamındaki sözünden alınmıştır. Dağın zirvesine denir. Bu anlamdan; [Falan kişi şuna tutkundur] denilmiştir. Sanki onun kalbinin üst tarafı İsabet etmiş diye düşünülmüştür.

 

Ş-a-1

 

Ateşin alevlenmesidir. alevlendirdim], denir. Ebu Zeyd, Yanan fitildir.

Kimisi onun, alevlenen beyazlık olduğunu söyler. Baş, ihtiyarlık aleviyle tutuştu[1346] âyetinde, saçın ağarması, renk açısından;

[Ateş   alevi]; [Ateşi  formunu da uygun görmüştür.[1347]

[Falan kişi öfke aleviyle tutuştu] sözündeki öfke de hareket açısından aleve benzetilmiştir. [Saldırıda atı alevlendirdim] sözü de bu anlamdan gelmektedir; tıpkı gibi.

 

Ş-ğ-f

 

sevgi yüreğini yakıp kavuruyormuş[1348]. Bu ayetin anlarm hakkında Hasan'dan yapılan rivayete göre manas, şudur: Onun sevgisi kalbinin içine isabet etti." Ebu Ali'den gelen rivayete göre ise anlamı; "Kalbinin ortasma isabet etti/işledi, şeklinde ifade edilmiştir. Bu her ik. anlam da birbirine yakındır.

 

Ş-ğ-l

 

İnsanı oyalayan sonradan ortaya çıkan şeydir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: O gün cennet ehli bir uğraş içinde eğlenmektedir. (36/Yâsîn 55). Bu âyet  gayn harfinin ötreli hali ile] de okunmuştur.[1349] Bu kökten; formları gelir, şeklinde ise, gelmez.

 



[1] 38/Sâd 36

[2] Bkz. Divânu'l-Hüzeliyyin, II, 16; el-Mücemmel, II, 426.

[3] 6/En'âm 147

[4] 6/En'âm 28

[5] 17/İsra 6

[6] 38/Sâd 33

[7] 28/Kasas 13

[8] 6/En' âm 27

[9] 3/Âl-i İmran 149

[10] 10/Yûnus 107

[11] Il/Hûd76

[12] 18/Kehf 36

[13] 62/Cuma 8

[14] 6/En'âm 62

[15] 2/Bakara 28

[16] 20/Tâhâ 55

[17] 20/Tâhâ 55

[18] 14/İbrahim 9

[19] 2/Bakara 109

[20] 3/Âl-i İmran 100

[21] 47/Muhammed 25

[22] 5/Mâide 54

[23] 2/Bakara 217

[24] 18/Kehf 64

[25] 47/Muhammed 25

[26] 6/En'âm 71

[27] 5/Mâide 21

[28] 12/Yûsuf 96

[29] 4/Nisa 83

[30] 4/Nisa 59

[31] Ahmed, I, 466.

[32] 8/Enfâl 9

[33] Şair, Huzeyme b. Nehd. Bkz. Lisânu'l-Arab, (<Jij maddesi); el-Besâir, III, 63.

[34] Bu, Nâfi, Ebû Cafer ve Yakub'un kıraatidir.

[35] Halil'in okuduğu şaz bir kıraattir. Bkz. en-Nehhas, İ'rabu'l-Kur'ân, I, 667.

[36] 3/Âl-i İmran 124-125

[37] 18/Kehf 95

[38] Anter'ye ait olan bu şür için bkz. Divânu Antere, s.  15; Şerhu'l-Muallakât, II, 5; Lisânu'l-Arab, {^} maddesi).

[39] 28/Kasas 34

[40] 92/Leyl 11

[41] 20/Tâhâ 16

[42] 37/Saffât 56

[43] 16/Nahl 70

[44] 11/Hûd 27

[45] 26/Şu'arâ 111

[46] 63/Münafikun 10

[47] 2/Bakara 3

[48] 2/Bakara 172

[49] 56/Vakıa 82

[50] 51/Zariyât 22

[51] 23/Mü'minun 18

[52] 18/Kehf 19

[53] 50/Kâf 10-11

[54] 3/Al-i İmran 169

[55] 19/Meryem 62

[56] 51/Zâriyât58

[57] 15/Hicr 20

[58] 16/Nahl 73

[59] 50/Kâf 12

[60] Züheyr b. Ebi Sülmâ'ya ait bu şiir için bkz. Divâna ZÜheyr, s. 77; Şerhu'l-Muallakât, I, 105.

[61] 49/Hucurât 15

[62] 4/Nisa 162

[63] Bkz. maddesi.

[64] 9/Tevbe 128

[65] 26/Şu'arâ 16

[66] Ebû Zueyb Hüzelf ye ait bu şiir için bkz. Divânu'l-Hüzeliyyin, I, 44; el-Besâir, III, 70; Lisânu'l-Arab, (dUt maddesi).

[67] 81/Tekvir 19

[68] 11/Hûd 81

[69] 11/Hûd 77

[70] 29/Ankebût 31

[71] 77/MurseIât 1

[72] 43/Zuhruf 80

[73] 3/Âl-i İmran 144

[74] 5/Mâide 67

[75] 6/En'âm 48

[76] 23/Mü'minun 51

[77] Miiheileb b. Ebi Sufra, Haccâc b. Yusuf un Horasan valisi idi. Haricîlerle yapılan savaş­larda önemli katkıları olmuştu. Bkz. Vefeyâtu'l-A 'yân, V, 350; Şezerâtu'z-Zeheb, \, 95.

[78] 6/En' âm 6

[79] 6/En'âm 61

[80] 26/Şu'arâ 53

[81] 19/Meryem 83

[82] 35/Fâtır 2

[83] 34/Sebe' 13

[84] 77/Murselât 27

[85] 79/Naziât 32

[86] 78/Nebe' 7

[87] Bkz. el-Hamâseiu'l-Basriyye, II, 69.

[88] 11/Hûd 41

[89] Bu, Nafi, İbn Kesir, Ebû Anır, Yakub, İbn Amir ve Şu'be'nin kıraatidir.

[90] 7/A'raf 187

[91] 2/Bakara 186

[92] 2/Bakara 256

[93] 4/Nisa 6

[94] 2 l/Enbiyâ 51

[95] 18/Kehf 66

[96] 18/Kehf 24

[97] 49/Hucurât 7

[98] 11/Hûd 97

[99] 61/Saf 4

[100] 9/Tevbe 107

[101] 89/Fecr 14

[102] 72/Cin 27

[103] 9/Tevbe 5

[104] 78/Nebe' 21

[105] 19/Meryem 71

[106] 2/Bakara 233

[107] 65/Talak 6

[108] İbn Mace, I, 623.

[109] 2/Bakara 233

[110] 5/Mâide 119

[111] 48/Fetih 18

[112] 5/Mâide 3

[113] 9/Tevbe 38

[114] 9/Tevbe 8

[115] 33/Ahzâb 51

[116] 57/Hadid 27

[117] 48/Fetih 29

[118] 9/Tevbe 21

[119] 2/Bakara 232

[120] 6/En'âm 59

[121] 19/Meryem 25

[122] 33/Ahzâb 26

[123] 3/Âl-i İmran 151

[124] 18/Kehf 18

[125] Ahmed, Müsned, I, 274.

[126] Meme ile göğüs arasındaki et parçası. Usânu'l-Arab, (^/} maddesi, ç.).

[127] 20/Tâhâ 54

[128] 79/Naziât 31

[129] 87/A'lâ 4

[130] 57/Hadid 27

[131] Buharı, Ahkâm, XIII, 100; Müslim, İmâre, (1829).

[132] Ebû Kays Ensârfye ait bu şiir için bkz. el-Mücemmel, II, 384; Usânu'l-Arab, (maddesi).

[133] 2/Bakara 104

[134] 2/Bakara 104

[135] 4/Nisa 46

[136] Ferezdak'a nisbet edilen bu şiir için bkz. el-Mücemmel, II, 383; el-Cemhere, II, 388; el-Besâir, III, 88.

[137] 9/Tevbe 59

[138] 2/Bakara 130

[139] 19/Meryem 46

[140] el-Mufaddaliyyât, s. 146; el-Hamâsetu'l-Basriyye, I, 283.

[141] 2/Bakara 35

[142] 16/Nahl 112

[143] Her iki form da aynı anlamdadır.

[144] lâzım, ise muteaddî fiildir.

[145] Bu şiir için bkz. ıjıl maddesi.

[146] 4/Nisa 100

[147] 55/Rahman 76

[148] Bkz. ed-Durru'l-Mensûr, VII, 723.

[149] 17/İsra 49

[150] 2/Bakara 187

[151] 2/Bakara 197

[152] Bkz. ed-Durru'l-Mensûr, I, 528; el-Müstedrek, II, 476.

[153] 11/Hûd 99

[154] Ferezdak'a ait bu şiir için bkz Divânu Ferezdak, s. 338; el-Mücemmel, II, 390.

[155] 2/Bakara 93

[156] 13/Ra'd 2

[157] 2/Bakara 127

[158] 94/İnşirah 4

[159] 43/Zuhruf 32

[160] 12/Yûsuf 76

[161] 40/Mü'min 15

[162] 4/Nisa 159

[163] 56/Vakıa 3

[164] 88/Ğaşiye 18

[165] 56/Vakıa 34

[166] 80/Abese 13-14

[167] 24/Nûr 36

[168] 33/Ahzâb33

[169] 52/Tûr 3

[170] Bu, bîr şey ima edip de başka bir şey kasteden kişi için söylenen bir darb-ı meseldir. Bkz. Esâsu'l-Belâğa, s. 174.

[171] 4/Nisa 92

[172] 2/Bakara 177

[173] 11/Hûd 93

[174] 50/Kaf 18

[175] 9/Tevbe 10

[176] 28/Kasas 21.

[177] 18/Kehf 18

[178] 36/Yâsîn 52

[179] 83/Mutaffifîn 9

[180] Yüce Allah'ın haklarında şöyle buyurduğu kişilerdir: "Yoksa sen, sadece Kehf ve Rakim sahiplerinin bizim şaşılacak âyetlerimizden olduklarını mı sandın ?" (18/Kehf 9).

[181] 38/Sâd 10

[182] 17/İsra 93

[183] 75/Kıyamet 27

[184] Ebû Zueyb Hüzelî'ye ait bu şiir İçin bkz. el-Mufaddaliyyât, s. 422.

[185] Bkz. ed-Durru'l-Mensûr, VIII, 361; et-Taberî, Câmiu'l-Beyân, XXIX, 195.

[186] 75/Kıyamet 26

[187] 16/Nahl 8

[188] 29/Ankebût 65

[189] 29/Ankebût 65

[190] 8/Enfâl 42

[191] 2/Bakara 239

[192] 6/En'âm99

[193] 42/Şûra 32-33

[194] 19/Meryem 98

[195] 4/Nisa 88

[196] 38/Sâd 42

[197] 21/Enbiyâ 13

[198] 22/Hac 77

[199] 2/Bakara 43

[200] 2/Bakara 125

[201] 9/Tevbe 112

[202] Lebid'e ait bu şiir için bkz. Divânu Lebid, s. 89.

[203] 52/Tûr 44

[204] 24/Nûr 43

[205] ll/Hûd 80

[206] ll/Hûd 113

[207] 36/Yâsîn 78

[208] 51/Zariyât 42

[209] Bu sözün aslı şudur: Bir adam bir deveyi boynundaki iple birlikte sattı, bundan dolayı ona; Deveyi alıcıya ipiyle birlikte ver, denildi. Bkz. Mucmelu 'l-Luğa, II, 369.

[210] 5/Mâide 94

[211] 14/İbrahim 18

[212] 3/Âl-i İmran 41

[213] 2/Bakara 185

[214] 8/Enfâl 17

[215] 24/Nûr 6

[216] 24/Nûr 4

[217] 59/Haşr 13;

[218] 28/Kasas 32

[219] Bu, İbn Amir, Ebû Bekir, Hamza, Kissâî ve Halefin kıraatidir. Bkz. ei-Ithâf, s. 342.

[220] Bkz. Kurtubî, e?-Cami li Ahkâmi'l-Kur'ân, XIII, 284. Kirmanı bunun ilginç bir tefsir ol­duğunu söylemiştir. Garâibu't-Tefsir, II, 868.

[221] 2l/Enbiyâ 90

[222] 8/Enfâl 60

[223] 7/A'raf 116

[224] 2/Bakara 40

[225] 57/Hadİd 27

[226] Seferden dolayı bitkin düşen deve, zayıf deve. Bkz. Lisânu 'l-Arab, (v*o maddesi).

[227] 27/Neml 48

[228] 11/Hûd 91

[229] 11/Hûd 92

[230] Bbu'l-Müsellem Hüzelî'ye ait bu şiir için bkz. Divânu'UHüzeliyyin, I, 306; el-Mücemmel, II, 402; Lisâna'I-Arab, (Uj maddesi).

[231] 10/Yûnus 27

[232] 74/Müddessir 17

[233] Bu, Ibn Kesir ve Ebû Amr'in kıraatidir.

[234] Bu, İbn Kesir ve Ebû Amr'in dışındaki kurranın kıraatidir.

[235] 74/Müddessir 38

[236] 74/Îvlüddessir 38

[237] 44/Duhân 24

[238] Bkz. en-Nihâye II, 285; Garibi'l-Hadîs, III, 121.

[239] 2/Bakara 2

[240] 22/Hac 5

[241] 2/Bakara 23

[242] 52/Tûr   30  

[243] Bkz. el-Besâirt III, 114.

[244] Ebû Zueyb Hüzelî'ye ait bu şiir için bkz. el-Mufaddaliyyât, s. 421.

[245] 11/Hûd110

[246] 50/Kâf 25

[247] 24/Nûr 50

[248] 57/Hadid 14

[249] 74/Müddessir 31

[250] 49/Hucurât 15

[251] Tirmizî, HN: 2520; Nesâî, VIII, 327.

[252] 9/Tevbe 110

[253] Zü'r-Rumma'ya ait bu şiir için bkz. Divânu Zi'r-Rumına, s. 246; el-Besâir, III, Usânu'l-Arab, (W- maddesi).

[254] 17/Isra 85

[255] 15/Hicr 29

[256] 22/Hac 26

[257] 39/Zümer 53

[258] 78/Nebe' 38

[259] 70/Meâric 4

[260] 26/Şu'arâ 193

[261] 16/Nahl 102

[262] 2/Bakara 153

[263] 4/Nisa 171

[264] 29/Ankebût 64

[265] 42/Şûra 52

[266] 56/Vakıa 89

[267] 55/Rahman 12

[268] ibn Adi, el-Kâmil, IV, 1467; el-Fethu'l-Kebir, III, 308.

[269] Bkz. Rabi'u'l-Ebrar, III, 521; Şerhu Nehci'l-Belağa, III, 22.

[270] 54/Kamer 19

[271] 33/Ahzâb 9

[272] 3/Âl-i İmran 117

[273] 14/İbrahim 18

[274] 15/Hicr 22

[275] 30/Rûm 46

[276] 7/A'raf 57

[277] Tekıl tormuyla ibn Kesir, Hazma, Kissâî ve Halef okumuştur. 30/Rûm 48

[278] Çoğul formuyla Nafi, Ebû Cafer, Ebû Amr, Asım ve Yakub okumuştur. Bkz. el-fîhâfs.

[279] 8/Enfâl 46

[280] Buharı, Cizye, VI, 269; Ebû Davud, Cihad, HN: 2760.

[281] 12/Yûsuf 87

[282] 33/Ahzâb 17

[283] 2/Bakara 185

[284] 28/Kasas 83

[285] 18/Kehf 77

[286] 12/Yûsuf 26

[287] 12/Yûsuf 30

[288] 12/Yûsuf 32

[289] 12/Yûsuf 61

[290] 19/Meryem 4

[291] 2/Bakara 196

[292] 7/A'raf 26

[293] Şair, Suveyd b. Samit. Bkz. Usânu'l-Arab, (j^ij maddesi); et-Besâir, III, 114.

[294] 30/Rûm 15

[295] 30/Rûm 15

[296] 42/Şûrâ 22

[297] 26/Şu'arâ 128

[298] Şihab, Müsned, II, 185.

[299] 11/Hûd 74

[300] Ebû Tcmanı'aait bu şiir için bkz. ^e/-/î« Divâni Ebi Temam, s. 31.

[301] 51/Zariyât 26

[302] 37/Saffât 93

[303] 24/Nûr 2

[304] 30/Rûm 1-2

[305] 83/Mutaffifîn 14

[306] Ubede b. Tabib'e ait olan bu şiir için bkz. el-Mufaddaliyyâl, s. 141.

[307] Kesir İzzet'e ait bu şiir İçin bkz. Divânu Kesir, s. 435; Lisânu'l-Arab, (lüÎj maddesi).

[308] 19/Meryem 26

[309] 41/Fussilet 29

[310] Bu, İbn Kesir'in kıraatidir. Bkz. el-İthâfs. 382.

[311] 102/Tekâsür 6-7

[312] 39/Zümer 60

[313] 9/Tevbe 105

[314] 7/A'raf 27

[315] 8/EnfâI 50

[316] 8/Enfâl 48

[317] 53/Necm 11

[318] 53/Necm 13

[319] 34/Sebe' 6

[320] 18/Kehf39

[321] 17/İsra 62

[322] 6/En'âm 40

[323] 96/Alak 9

[324] 46/Ahkaf4

[325] 28/Kasas 71

[326] 46/Ahkaf 10

[327] 18/Kehf 63

[328] 3/Âl-i İmran 13

[329] 25/Furkân 45

[330] 4/Nisa 105

[331] Bu hadis maddesinde geçti.

[332] 48/Fetih 27

[333] 17/İsra 60

[334] 26/Şu'arâ 61

[335] Nesâî, VIII, 36.

[336] Şiir için bkz. Lisâna 'l-Arab, (j\j maddesi); Nevâdiru Ebu Zeyd, s. 195.

[337] 20/Tâhâ 58

[338] Lisânu'l-Arab, (<jjj maddesi); Ibn Düreyd, Cemheretu'l-Luğa, I, 177.

[339] 19/Meıyem 74

[340] Bu, Kalım, îbn Zekvân ve Ebû Cafer'in kıraatidir.

[341] Bu da diğer kurraların kıraatidir.

[342] 13/Ra'd 17

[343] 18/Kehf 96

[344] 23/Mü'minun 53

[345] 4/Nisa 123

[346] 21/Enbiyâ 105

[347] 26/Şu'arâ 196

[348] 3/Âl-i İmran 184

[349] 54/Kamer 43

[350] elbisenin görünen dikişidir. Bkz. Lisânu'l-Arab, (^İ) maddesi)

[351] 24/Nûr 35

[352] 79/Naziât 13

[353] 37/Sâffât 2

[354] 54/Kamer 4

[355] 54/Kamer 9

[356] 24/Nûr 43

[357] 17/İsra 66

[358] Tehzibu'l-Luğa, XI, 155; Mecâzu'l-Kur'ân, I, 317.

[359] 3/Âl-i İmran 185

[360] 8/Enfâl 15

[361] 1 O/Yûnus 24

[362] 17/İsra 93

[363] 43/Zuhruf 35

[364] 6/En'âm 112

[365] 88/Gaşiye 16

[366] 56/Vakıa 64

[367] 32/Secde 27

[368] 44/Duhân 26

[369] 20/Tâhâ 102-103

[370] 11/Hûd 31

[371] 64/Teğabün 7

[372] 18/Kehf 48

[373] 6/En'âm 22

[374] 17/İsra 56

[375] 12/Yûsuf 72

[376] 68/Kalem 40

[377] Bu, Hamza'nın kıraatidir.

[378] 21/Enbiyâ 100

[379] 44/Duhân 43-44

[380] 18/Kehf 19

[381] 2/Bakara 43

[382] 91/Şems 9

[383] 4/Nisa 49

[384] 9/Tevbe 103

[385] 2/Bakara 151

[386] 19/Meryem 13

[387] 19/Meryem 19

[388] 23/Mü'minun 4

[389] 91/Şems 9

[390] 87/A'lâl4

[391] 53/Necm 32

[392] 2/Bakara 209

[393] 2/Bakara 36

[394] 3/Al-i İmran 155

[395] en-Nihâye, II, 310; el-Fâik, II, 119.

[396] 99/Zİİ2 1

[397] 22/Hac 1

[398] 33/Ahzâb 1

[399] 67/Mülk 27

[400] 11/Hûd 114

[401] 39/Zümer 3

[402] 26/Şu'arâ 64

[403] 26/Şu'arâ 90

[404] Accâc'e ait bu şiir için bkz. Divânu'l- Accâc, s. 231; et-Besâir, III, 137. Hattâbî, Garibi'I-Hadîs, II, 25.

[405] 18/Kehf 40

[406] 2/Bakara 264

[407] 68/Kalem 51

[408] Bu şiir (jo9-i) maddesinde geçti.

[409] Yunus b. Habib, Ebû Amr b. Alâ'nın arkadaşlarındandır. Ondan Sibevyh ve Kissâî riva­yette bulunmuşlardır. Hicrî 182 tarihinde vefat etmiştir. Bkz. Buğyetu'l-Vuât, II, 365.

[410] 39/Zümer 73

[411] 73/Müzzemmil 1

[412] Şerhu Eş'âri'l-Hüzeliyyin, II, 846. Jgâl: Gün ortasında içilen içecektir.

[413] 68/Kalem 13

[414] Hassan b. Sabit'e ait ait olan bu şiir için bkz. Divânu Hassan b. Sabit, s. 213; el-Besâir, III, 846.

[415] 24/Nûr 3

[416] 24/Nûr 2

[417] en-Nihâye, II, 314; el-Fâik, II, 314.

[418] 12/Yûsuf 20

[419] 9/Tevbe 55

[420] 24/Nûr 35

[421] 24/Nûr 35

[422] 75/Kıyamet 39

[423] 2/Bakara 35

[424] Ubede b. Tabib'e ait olan bu şiir için bkz. İbn Enbârî, eî-Addâd, s. 21 A.

[425] 36/Yâsîn 56

[426] 37/Saffât 22

[427] 15/Hicr 88

[428] 36/Yâsîn 36

[429] 51/Zariyât 49

[430] 20/Tâhâ 53

[431] 31/Lokman 10

[432] 6/En'âm 143

[433] 56/Vakıa 7

[434] Bkz. Sağdakiler, ne mutlu o sağda/çilere! * Soldakiler, ne bahtsızdırlar onla da) Önde olanlar, (ecirde de) öndedirler (56/Vakıa 8-10).

[435] 81/Tekvir 7

[436] 37/Saffât 22

[437] 89/Fecr 27-28

[438] 3/ÂH İmran 30

[439] 44/Duhân 54

[440] 12/Yûsuf 65

[441] 2/Bakara 130

[442] 10/Yûnus 26.

[443] Bkz. Müsned, VI, 15; Müslim, İman, I, 63 (297).

[444] 2/Bakara 247

[445] 19/Meryem 76

[446] 35/Fâtır 42

[447] 16/Nahl 88

[448] 11/Hûd 63

[449] 2/Bakara 10

[450] 50/Kaf 30

[451] 32/Secde 13

[452] 18/Kehf 25

[453] 3/Âl-i îmran 90

[454] 13/Ra'd 8

[455] Bu şiir Cahiliye şairlerinden olan Zu'f-Asba' Udvânî'ye aittir. Bkz. el-Mufaddaliyyât, s. 163; Hazânetu'l-Edeb, VIII, 66.

[456] 2/Bakara 197

[457] 18/Kehf 17

[458] Şedde ile Nafi, Ebû Cafer, İbn Kesir ve Ebû Amr; tahfif ile Asım, Hamze Kissâî ve Ha­lef okumuşlardır. Bkz. el'/thöf, s. 288.

[459] Bu, İbn Amir ve Yakub'un kıraatidir. Bkz. el-İthâf, s. 288.

[460] 25/Furkân 4

[461] 22/Hac 30

[462] 58/Mücâdele 2

[463] 25/Furkân 72

[464] Bu şiir, Ağleb b. Aclî'ye nisbet edilir; bazıları ise onu, Yahya b. Maıısur'a nisbet eder. Bkz. Divânu'l-Adî, s. 175; Lisânu'UArab, (jjj maddesi).

[465] 33/Ahzâb 10

[466] 3/Âl-i İmran 13

[467] 53/Necm 17

[468] 9/Tevbe 117

[469] 61/Saf 5

[470] 35/Fâtır 41

[471] 14/İbrahim 46

[472] A'şa'ya ait bu şiir için bkz. Divânu'l-A'şa, s. 150.

[473] Zu'r-Rumma'ya ait bu şiir için bkz. Divânu Zi'r-Rumma, s. 637; el-Mücemmel, II, 445.

[474] 48/Fetih 25

[475] 10/Yûnus 28

[476] 11/Hûd 118

[477] 9/Tevbe 110

[478] 13/Ra'd 31

[479] 40/Mü'min 34

[480] 40/Mü'min 34

[481] 49/Hucurât 7

[482] 7/A'raf 32

[483] Bkz. ed-Durru'l-MensÛr, III, 439.

[484] 49/Hucurât 13

[485] el-Besâir, III, 157; Mu'cemu't-Edibbâ, I, 72; Umdetu'l-Huffâz, (jtj maddesi).

[486] 28/Kasas 79

[487] 49/Hucurât 7

[488] 27/Neml 4

[489] 6/En'âm 108

[490] 8/Enfâl 48

[491] 15/Hicr 39

[492] 3/Al-i Imran 14

[493] 9/Tevbe 37

[494] 2/Bakara 212

[495] Bu, İbn Amir eş-Şâmî'nin kıraatidir. Bu kıraate göre, (J3) merfu, (^î^jO mansuo, t**^» mecrür okunur. Bkz. el-İthâf, s. 217.

[496] 41/Fussilet 12

[497] 37/Saffât 6

[498] 15/Hicr 16

[499] 38/Sâd 10

[500] 52/Tûr 38

[501] 18/Kehf 84-85

[502] 40/Mü'min 36-37

[503] 6/En'âm 108

[504] Bkz. Lisânu'l-Arab, (<_-■> maddesi); el-Cemhere, I, 30; et-Mücemmel, II, 456; Hattâbî, GarîbVl-Hadîs, 11,430.

[505] Bu beyit, îyas b. Katade'ye aittir. Bkz. Şerhu Nahci'l-Belağa, II, 118.

[506] Bu beyit, Abdurrahman b. Hassân'a aittir, Miskin ed-Dâremî'yi hicveder. Bkz. Lisânu'l-Arab, (v_ maddesi); el-MÜcemmel, II, 456; el-Cemhere, I, 31; Hattâbî, Ğarîbi'l-Hadîs, II, 430.

[507] Bkz. 7/A'raf54; 10/Yûnus 3; Il/Hûd7.

[508] 7/Â'raf 163

[509] 7/Â'raf 163

[510] 16/Nahl 124

[511] 78/Nebe' 9

[512] 10/Yûnus 67

[513] 2 l/Enbiyâ 33

[514] 79/Naziât 3

[515] 73/Müzzemmil 7

[516] 37/Saffât 143

[517] 2/Bakara 30

[518] 40/Mü'min 55

[519] 50/Kaf 40

[520] 68/Kalem 28

[521] 68/Kalem 17-18

[522] 17/İsra 44

[523] 13/Ra'd 15

[524] 16/Nahl 9

[525] 17/İsra 44

[526] 30/Rûm 17

[527] 2/Bakara 32

[528] A'şâ'ya ait olan bu şiir için bkz. Divânu'l-A'şâ, s. 93; el-Mücemmel, II, 482; el-Cemhere, I, 222.

[529] Bu, îbn Ya'mur, İkrime ve İbn Ebi 'Able'ye nisbet edilen şaz bir kıraattir. Bkz. el-Bahru'l-Muhiî, VIII, 363.

[530] 2/Bakara 136

[531] 7/A'râf 160

[532] 2/Bakara 29

[533] 78/Nebe 12

[534] 12/Yûsuf46

[535] 69/Hâkka 7

[536] 18/Kehf 22

[537] 69/Hâkka 32

[538] 9/Tevbe 80

[539] 15/Hicr 87

[540] Ebû Zueyb Hüzelî'ye aittir. Bkz. Divânu'l-Hüzeliyym, I, 4; el-Miicemmel, II, 484; Cemhere, I. 285; Divânu'l-Edeb, I, 345.

[541] 34/Sebe' 11

[542] 3 l/Lokman 20

[543] 79/Naziât 4

[544] 12/Yûsuf 17

[545] 12/Yûsuf 25

[546] 46/Ahkaf 11

[547] 46/Ahkaf 11

[548] 20/Tâhâ 129

[549] 56/Vakıa 10

[550] 3/Âl-i İmran 114

[551] 23/Mu'minun 61

[552] 56/Vakıa 60

[553] 8/Enfâl 59

[554] 29/Ankebût 39

[555] 16/Nahl 15

[556] 43/Zuhruf 10

[557] 43/Zuhruf 37

[558] 80/Abese 20

[559] 16/Nahl 125

[560] 12/Yûsuf 108

[561] 3/Âl-î İmran 169

[562] 40/Mü'min 29

[563] 6/En' âm 55

[564] 16/Nahl 69

[565] 12/Yûsuf 108

[566] 5/Mâide 16

[567] 9/Tevbe 91

[568] 42/Şûrâ 41

[569] 42/Şûrâ 42

[570] 17/îsrâ 42

[571] 2/Bakara 261

[572] 12/Yûsuf 46

[573] 27/Neml 22

[574] 7/A'raf 54

[575] 58/Mücâdele 4

[576] 18/Kehe 90

[577] 17/İsrâ 45

[578] 41/Fussilet 22

[579] 53/Necm 62

[580] 13/Ra'd 15

[581] 16/NahI 48

[582] 16/Nahl 49

[583] 55/Rahman 6

[584] 2/Bakara 34

[585] 4/Nisâ 154

[586] 50/Kaf 40

[587] 20/Tâhâ 130

[588] 72/Cinn 18

[589] Bkz. Buharı, frisam, XII, 209.

[590] 27/Neml 25

[591] 12/Yûsuf 100

[592] Esved b. Ya'fur'a ait olan bu beyit için bkz. el-Mücemmel, II, 486.

[593] 52/Tûr 6

[594] Nemir b. Tevleb'e ait bu beyit için bkz. Divâna'n-Nemir, s. 380; Mecâzu'l-Kur'ân, II, 230; Lisânu'l-Arab, (f—maddesi). Neb' ve sâsem, ok yapımında kullanılan iki ağaç çeşididir.

[595] 81/Tekvir 6

[596] 40/Mü'min 72

[597] 2/Bakara 24

[598] Ebû Kebir Hüzelî'ye ait bu şiir için bkz. el-Muhassas, XII, 244; Şerhu Eş'âri'l-Hüzeliyyin, III, 1071.

[599] Fadl b. Abbas'a ait olan bu şiir için bkz. Lisânu'l-Arab, (J*-> maddesi); el-Besâir, III, 192; Divânu'l-Edeb, 11,390.

[600] 21/Enbiyâ 104

[601] 12/Yûsuf 33

[602] Bu, Yakub'un kıraatidir. Diğerleri ise sin harfinin kesresiyle okumuşlardır. el-Ithâf, s. 264.

[603] 12/Yûsuf 35

[604] 12/Yûsuf 35

[605] 12/Yûsuf 36

[606] Bkz. ed-Durru'l-Mensûr, VIII, 444.

[607] 83/Mutaffifîn 7-8

[608] 92/Duha 2

[609] 54/Kamer 48

[610] 40/Mü'min 71-72

[611] 24/Nûr 43

[612] 7/A'râf 57

[613] 13/Ra'd 12

[614] 24/Nûr 40

[615] Bu, Hafs, Hamze, Kissâî, Ruveys ve Halefin kıraatidir. Diğerleri ise okumuşlardır. Bkz. el-hhâf, s. 304.

[616] Bkz. Keşfu'l-Hafâ, II, 121.

[617] Ahmed, Müsned, III, 364; Ebû Dâvud, hadis no: 3421. Hacamatın habis bir şey olması onun haram olmasını gerektirmez. Nitekim Hz. Peygamber de hacamat yaptırmış ve ücretini de vermiştir. Bkz. Keşfu't-Hafâ, II, 110.

[618] Bkz. Muvatta, II, 974; Tirmizî, h. no: 1277; İbn Mace, h. no: 2166.

[619] 7/A'raf 116

[620] 20/Tâhâ 66

[621] AZIZuhrnî 49

[622] 26/Şu'arâ 221-222

[623] 2/Bakara 102

[624] Müellifin naklettiği bu söz, Abdullah b. Ömer'den rivayet edilen bir hadistir. Bkz. Şerhu'z-Zerkanî, IV, 403; Buharı, Tıb, X, 237.

[625] 15/Hicr 15

[626] 26/Şu'arâ 153

[627] 25/Furkân 7

[628] 26/Şu'arâ 154

[629] 17/İsra 47

[630] 17/İsra 101

[631] 34/Sebe' 43

[632] 7/A'raf 116

[633] 10/Yûnus 77

[634] 26/Şu'ara 38

[635] 20/Tâhâ 70

[636] 67/Mülk 11

[637] 22/Hac 31

[638] 20/Tâhâ 39

[639] 3 l/Lokman 19

[640] 45/Câsiye 13

[641] 14/İbrahim 33

[642] 14/İbrahim 33

[643] 14/İbrahim 32

[644] 22/Hac 36

[645] 43/Zuhruf 13

[646] 43/Zuhruf 32

[647] 11/Hûd 38

[648] 37 fSaffit 12

[649] Nafi, Hamza, Kissâî, Ebû Cafer ve Halef sin'in zammiyle, diğerleri ise kesriyîe okumuş­lardır, el-îthâf, s. 321.

[650] 23/Mü'minûn 110

[651] 38/Sâd 62-63

[652] 23/Mü'minûn 110

[653] 9/Tevbe 58

[654] 47/Muhammed 28

[655] 5/Mâide 80

[656] 3/Âl-i İmran 162

[657] 18/Kehf 94

[658] 36/Yâsîn 9

[659] Bu, Nafi, İbn Kesir, Ebû Amar, İbn Âmir ve Ş'ube'nin kıraatidir.

[660] 34/Sebe' 16

[661] 56/Vakıa 28

[662] 53/Necm 16

[663] 4/Nisâ 11

[664] 58/Mücâdele 7

[665] 18/Kehf 22

[666] 14/İbrahim 31

[667] 64/Teğâbun 4

[668] 67/Mülk 13

[669] 20/Tâhâ 7

[670] 9/Tevbe 78

[671] 10/Yûnus 54

[672] 6/Enâm 27

[673] 6/Enâm 27

[674] 66/Tahrim 3

[675] 60/Mümtehine 1

[676] 71/Nûh 9

[677] 76/İnsan 11

[678] 2/Bakara 69

[679] 84/İnşikak 9

[680] 84/İnşikak 13

[681] 52/Tûr 20

[682] 88/Gaşiye 13

[683] 43/Zühruf 34

[684] Müslim, Zuhd (2956); Ahmed, Mümed, II, 323; îbn Mace, h. No: 4113.

[685] 18/Kehf 61

[686] 13/Ra'd 10

[687] 24/Nûr 39

[688] 1'8/Nebe' 20

[689] 14/İbrahim 50

[690] 16/NahI 81

[691] 71/Nûh 16

[692] 78/Nebe' 13

[693] Accâc'a ait olan bu şiir için bkz. Divânu't-Accâc, s. 361; el-Mücetnmel, II, 294; Lisânu'l-Arab, (ç_j-ı maddesi).

[694] 16/Nahl 6

[695] 2/Bakara 229

[696] 33/Ahzab 49

[697] 34/Sebe1 11

[698] 18/Kehf 29

[699] Divânu Ebi Temam, s. 48.

[700] 3/Âl-i İmran 133

[701] 3/Â1-İ İmran 114

[702] 50/Kaf 44

[703] 50/Kaf 44

[704] 70/Meâric 43

[705] 5/Mâide 4

[706] 6/En'âm 165

[707] 36/Yâsîn 82

[708] 25/Furkân 67;

[709] 4/Nisa 6

[710] Bkz. el-Besâir, 111,216.

[711] 6/En'âm 141

[712] 40/Mü'min 43

[713] 40/Mü'min 28

[714] Bkz.8/A'raf 80-81.

[715] 2/Bakara223

[716] 39/Zümer 53

[717] 17/İsra 33

[718] 5/Mâİde 38

[719] 12/Yûsuf 77

[720] 12/Yûsuf 70

[721] 12/Yûsuf 81

[722] 15/Hicr 18

[723] 28/Kasas 71

[724] 28/Kasas 72

[725] 11/Hûd 81

[726] 17/İsra 1

[727] İbn Mukbil'e ait bu şiir için bkz. Divânuİbn Mukbil, s. 316.

[728] 17/İsra 1

[729] 19/Meryem24

[730] Bkz. et-Taberî, XVI, 69.

[731] 12/Yûsuf 19

[732] 88/öâşiye 20

[733] 68/Kalem 1

[734] 52/Tûr 1-2

[735] Bkz. Divâna Raube, s. 174; Şevâhidu Sibeveyh, I, 304.

[736] 6/En'âm 25

[737] 16/Nahl 24

[738] 25/Furkân 5

[739] 88/Gaşiye 21-22

[740] 52/Tûr 37

[741] 13/Ra'd 33

[742] 6/En'âm 104

[743] 43/Zuhruf 80

[744] 22/Hac 70

[745] 22/Hac 72

[746] 11/Hûd 108

[747] 11/Hûd 108

[748] Müslim, (1184); Fethu'l-Bârî, III, 409-410.

[749] Bu deyim, İyi olup da fazla İyi olmayan şeyler için darb-i mesel olmuştur. Aslında bu deyim, ikinci bir adamla evlenen bir kadın tarafından, eski kocasına göre yeni kocasının nasıl olduğunun sorulması üzerine söylenmiştir. Bkz. Lisânu'l-Arab, (•**- maddesi).

[750] 4/Nisa 10

[751] 81/Tekvir 12

[752] Şeddesiz okuyanlar: İbn Kesir, Hişam, Ebû Amr, Hamza, Kİssâî, Halef, Şu'be.

[753] 67/Mülk 5

[754] 54/Kamer 47

[755] 2/Bakara 114

[756] 66/Tahrim 8

[757] 5Mâide 64

[758] 2/Bakara 205

[759] 53/Necm 39-40

[760] 92/Leyl 4

[761] 17/Isra 19

[762] 21/Enbiyâ 94

[763] Fedkî b. A'bed'e ait olan bu şiir için bkz. el-Beyân ve't-Tebyîn, III, 233.

[764] 37/Saftat 102

[765] 34/Sebe' 5

[766] 90/Beled 14

[767] 74/Müddessir 34

[768] 80/Abese 38

[769] Müellifin naklettiği bu söz bîr hadistir. Bkz. Ibn Hanbel, III, 465; Ibn Mace, h. No: 262; Nesâî, I, 272.

[770] 4/Nisa 43

[771] 62/Cuma 5

[772] 80/Abese 15-16

[773] 82/İnfitar 11

[774] Bkz. Makayusu'l-Luğa, (ji~>) maddesi; el-Mücemmel, II, 465.

[775] 96/Alak 15

[776] 2/Bakara 30

[777] 15/Hicr 74

[778] 8/Enfâl 42

[779] 95/Tin 5

[780] 9/Tevbe 40

[781] 33/Ahzâb 10

[782] Imruu'l-Kays'e ait olan bu şiir için bakz. Divânu İmrui'l-Kays, s. J38; el-Mücemmel, II, 463:

[783] 18/Kehf 79

[784] 2/Bakara 130

[785] 28/Kasas 58

[786] 4/Nisa 5

[787] 72/Cin 4

[788] 2/Bakara 13

[789] 2/Bakara 142

[790] 74/Müddessir 42

[791] 54/Kamer 48

[792] 74/Müddessİr 27-29

[793] 6/A'raf 149

[794] Bu, Nafı, İbn Kesir, Ebû Amr, İbn Amir, Kissâî ve Halefin kıraatidir.

[795] 19/Meryem 25

[796] Bu Hamze'nin kıraatidir.

[797] Bu, Şu'be ve Yakub'un kıraattir.

[798] 43/Zuhruf 33

[799] 52/Tûr 5

[800] 2 l/Enbiyâ 32

[801] 2/Bakara 10

[802] 37/Saffât 89

[803] 76/însan   21

[804] 47/Muhammed   15

[805] 26/Şu'arâ 79

[806] 77/Murselât 27

[807] 15/Hicr 22

[808] 23/Mu'minun 21

[809] Nâfi, İbn Amr, Ebubekir ve Yakub NurTun fethi ile; Ebû Cafer fethalı tâ ile diğer kurralar ise nun'un zammı ile okumuşlardır. İthaf, s. 318.

[810] 2/Bakara 60

[811] 12/Yûsuf 70

[812] 56/Vakıa 70

[813] 7/A'raf 154

[814] el-BesMr, III, 233; ed-Durru'l-MasÛn, III, 689.

[815] 50/Kaf 19

[816] 16/Nahl 67

[817] 15/Hicr 15

[818] 46/Ahkaf 25

[819] 6/En'âm 13

[820] 10/Yûnus67

[821] 14/îbrahim 37

[822] 65/Talak 6

[823] 23/Mü'minun 18

[824] 16/Nahl 80

[825] 9/Tevbe 103

[826] 6/En'âm 96

[827] 48/Fetih 4

[828] Bkz. en-Nihâye, II, 386.

[829] 13/Ra'd 28

[830] 2/Bakara 248

[831] Bkz. ed-Durru'l-Mensûr, I, 758; Garaibu't-Tefsir, I, 222.

[832] 18/Kehf 79

[833] 2/Bakara 61

[834] 24/Nûr 53

[835] 23/Mü'minun 12

[836] Ebû Davııd, CM, HN: 156; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 325; ed-Dâremî, II, 680.

[837] 69/Hâkka 32

[838] 76/İnsan 4

[839] 40/Mü'min 71

[840] Buharı, Cihad, VI, 145; Ebû Davud, HN: 2677.

[841] Bu şiir Ebû Kebir Hüzelî'ye aittir. Bkz. Şerhu Eş'âri'l-Hüzeliyyin, III, 1069; Lisânu'l- maddesi).

[842] 76/İnsan 18

[843] 22/Hac 73

[844] Lebid'e ait bu şiir için bkz. Dtvânu'l-Lebîd, s. 41; el-Besâir, II, 244; el-Mücemmel, II, 470.

[845] 4/Nisa 102

[846] Nemir b. Tevleb'e ait bu beyit için bkz. Divânu'n-Nemir, s. 350; Lisânu'l-Arab, maddesi).

[847] 9/Tevbe 5

[848] 36/Yâsîn 37

[849] 4/Nisa 90

[850] 59/Haşr 6

[851] 17/İsra 33

[852] 16/Nahl 99

[853] 16/Nahl 100

[854] 55/Rahman 33

[855] 40/Mü'min 35

[856] 12/İbrahim 10

[857] 40/Mü'min 23

[858] 4/Nİsa 144

[859] 69/Hâkka 29

[860] 43/Zuhruf 56

[861] 2/Bakara 275

[862] 4/Nisa   23

[863] 33/Ahzab 19

[864] Bu beyti, Müsyleme, peygamberlik iddiasında bulunan Secah adındaki kadına söylemiş­tir. Bkz. Şürayşî, Şerhu Makameli't-Hariri, II, 164.

[865] 7 l/Nuh 20

[866] 16/Nahl 69

[867] 72/Cin 27

[868] 20/Taha 53

[869] 74/Müddessir 42

[870] 15/Hicr 12

[871] 26/Şu'arâ 200

[872] 23/Mu'minun 27

[873] 72/Cin 17

[874] 26/Şu'arâ 89

[875] 2/Bakara 71

[876] 8/Enfâl 43

[877] 15/Hicr 46

[878] U/Hûd 48

[879] 6/En'am 127

[880] 10/Yûnus 25

[881] 5/Mâide 16

[882] Bkz. Beyhakî, el-Esma ve's-Sıfat, s. 53; Gazali, el-Maksadu'l-Esnâ, s. 47.

[883] 6/En'am 127

[884] 59/Haşr 23

[885] 36/Yâsîn 58

[886] 13/Ra'd 24

[887] Bu, Nafi, İbn Amir ve Yakub'ıın kıraatidir. Bkz. el-İthâf, s. 370. 37/Saffât 130

[888] 25/Furkân 63

[889] 51/Zariyât 25

[890] 4/Nisa 86

[891] Bu, Hamza ve Kissâî'nin kıraatidir. Bkz. el-İthâf, s. 399.

[892] 56/Vakıa 25-26

[893] 56/Vakıa 91

[894] 43/Zuhruf 89

[895] 37/Saffât 79

[896] 37/Saffât 120

[897] 37/Saffât 109

[898] 24/Nûr 61

[899] Bu, Nafi, İbn Amir, Hamza, Ebû Cafer ve Halefin kıraatidir. Bkz. el-İthâf, s. 193. 4/Nisa 94

[900] Bkz. ed-Durru'l-Mensûr, II, 632-634.

[901] 2/Bakara 208

[902] 8/Enfâl 631

[903] 8/Enfâl 631

[904] Bu, Şu'be'nin dışındaki bütün kurraların kıraattir. Bkz. İrşadu'l-Mübtedi ve Tezkiratu'l-Müntehi, s. 348.

[905] 16/Nahl 87

[906] 68/Kalem 43

[907] Mücerredle mezid formlarının aynı anlamda olduklarına dikkat çekilmektedir (ç.)-

[908] 39/Zümer 29

[909] Said b. Cübeyr'in okuduğu şaz bir kıraattir. Bkz. El-İthâf s. 375; el-Bahru'l-Muhit,V, 424.

[910] 49/Hucurât 14

[911] 2/Bakara 131

[912] 3/Âl-i İmran 19

[913] 12/Yûsuf 101

[914] 15/Hicr 39-40

[915] 27/Neml 81

[916] 5/Mâide 44

[917] 52/Tûr 38

[918] 6/En'âm 35

[919] Bu, Züheyr Ebû Sülmâ'ya ait bir beyittir. Bkz. Divânu Züheyr, s. 87.

[920] 2/Bakara 57

[921] İbn Ebi Hatim, I, 178; İbn Kııteybe, Ğaribu'l-Kur'ân, s. 50.

[922] 7/A'raf40

[923] 52/Tûr 27

[924] 56/Vakıa 42

[925] 15/Hicr 27

[926] 53/Necm 61

[927] Bkz. Lisânu'l-Arab, ( maddesi, ç.).

[928] 23/Mü'minun67

[929] 2/Bakara 7

[930] 26/Şu'arâ 212

[931] 50/Kaf 37

[932] 8/Enfâl 31

[933] 4/Nisa 42

[934] 2/Bakara 285

[935] 8/Enfâl 21

[936] 8/Enfâl 23

[937] 4/Nisa 46

[938] Buna göre âyetin manası "Dinle, sağır olası" olur (ç.).

[939] Buna göre âyetin manası "Dinle, kötü söz duymayasın " olur (ç.).

[940] İbn Zeyd'den yapılan bu rivayet için bkz. Taberî, Câmiu'l-Beyân, V, 118.

[941] 7/A'raf 195

[942] 2/Bakara 18

[943] 41/Fussilet 44

[944] 58/Mücâdele 1

[945] 3/Al-i İmran 181

[946] 27/Neml 80

[947] 18/Kehf 26

[948] 19/Meryem 38

[949] 2/Bakara 93

[950] 5/Mâide 42

[951] 5/Mâide 41

[952] 17/îsra 47

[953] 47/Muhammed 16

[954] 10/Yûnus 42

[955] 50/Kaf 41

[956] 10/Yûnus 3

[957] 79/Naziât 28

[958] Bu beyit Ferezdak'a aittir. Divan Ferezdak, s. 362.

[959] Bu, Hz. Ali'nin dualarındandır. Bkz. en-Nihaye, II, 403; el-Besâir, III, 261.

[960] 12/Yûsuf 46

[961] 88/Ğaşiye 7

[962] Bu beyit maddesinde geçti.

[963] 65/Talak 12

[964] 2/Bakara 29

[965] 39/Zümer 5

[966] 23/Mü'minun86

[967] 73/Müzzemmİl 18

[968] 84/İnşikak   1

[969] 82/İnfitar 1

[970] Bkz. maddesi.

[971] l/Fatiha 1

[972] 11/Hûd 41

[973] 27/Neml 30

[974] 2/Bakara 31

[975] 2/Bakara 31

[976] 12/Yûsuf 40

[977] 13/Ra'd 33

[978] 13/Ra'd 33

[979] 55/Rahman 78

[980] 87/A'lâ 1

[981] 11 A'rtâ 180

[982] 19/Meryem 7

[983] 53/Necm 27

[984] 19/Meryem 65

[985] 5/Mâİde 45

[986] 48/Fetih 23

[987] 35/Fâtır 43

[988] 15/Hicr 26

[989] 2/Bakara 259

[990] 83/MutaffifTn 27

[991] 83/Mutaffİfîn 28

[992] 24/Nûr43

[993] 2/Bakara 259

[994] 69/Hakka 19

[995] 69/Hakka 20

[996] 5/Mâide 26

[997] 12/Yûsuf 47

[998] 18/Kehf 25

[999] 7/A'raf 130

[1000] Şenfera'ya ait olan bu şiir için bkz. el-Müfaddaliyat, s. 110.

[1001] Bir sene meyve verip bir sene vermeyen hurma ağacı.

[1002] Dallarına destek yapılan hurma ağacı. Suveyd b. Samit'e ait olan bu şiir için bkz. Divânu'l-Edeb, II, 270.

[1003] Ukayl kabilesinden bir kadına ait olan bu şiir İçin bkz. Hazânetu'l-Edeb, VII, 377; Nevâdiru Ebi Zeyd, s. 91; Lisânu'l-Arab, ( maddesi).

[1004] 2/Bakara 255

[1005] Müellif şu âyeti kastetmektedir: Hemen onlar uyanıklık alanındadırlar (79/Naziât 14).

[1006] Haris et-Taî'ye ait olan bu şiir için bkz. Esasu'l-Belağa, (Mi maddesi).

[1007] 7/A'raf 74

[1008] 37/Saffât 141

[1009] 51/Zariyât 11

[1010] 107/Mâ'ûn 5

[1011] Buharı, Faraid, XII, 40.

[1012] 37/Saffât 177

[1013] 9/Tevbe 2

[1014] 9/Tevbe 112

[1015] 66/Tahrim 5

[1016] 22/Hac 46

[1017] 3/Âl-i İmran 106

[1018] 16/Nahl 58

[1019] 75/Kıyamet 22

[1020] 80/Abese 40-41

[1021] 10/Yûnus 27

[1022] Müslim, (249); Mâlik, Muratta, I, 28.

[1023] Müellifin naklettiği bu söz bir hadistir. Ahmed, Sünen, IV, 278. Ayrıca bkz. Keş) Hafa, I, 333.

[1024] 3/Al-i İmran 39

[1025] 12/Yûsuf 25

[1026] 33/Ahzâb 67

[1027] 12/Yûsuf 19

[1028] 22/Hac 46

[1029] 6/En'âm 11

[1030] 34/Sebe' 18

[1031] 28/Kasas 29

[1032] 78/Nebe' 20

[1033] 10/Yûnus22

[1034] 27/Neml 69

[1035] Bu sözün kaynağı bulunamamıştır.

[1036] Ahmed, Müsned, II, 380.

[1037] 10/Yûnus 22

[1038] 8l/Tekvir 3

[1039] 78/Nebe' 20

[1040] 20/Tâhâ 21

[1041] Basra'ya yerleşen Acemlerden bir topluluktur. nin tekili gelir; süvari anlamındadır. Bkz. Lisânu'l-Arab, ( maddesi) (ç.).

[1042] 43/Zuhruf 53

[1043] 76/İnsan 21.

[1044] Nâbiğa'ya ait olan bu şiir İçin bkz. Divân'ı, s. 18.

[1045] 24/Nûr 1

[1046] Ahzal'a ait olan bu şiir için bkz. Dîvân'ı, s. 141; Lisânu'l-Arab, (_)>- maddesi).

[1047] 89/Fecr 13

[1048] 78/Nebe' 25

[1049] 54/Kamer I;

[1050] 7/A'raf 187

[1051] 43/Zuhruf 85

[1052] 6/En'âm 62

[1053] 79/Naziât 46

[1054] 46/Ahkaf 35

[1055] 30/Rûm 55

[1056] Ahmed, Müsned, II, 162.

[1057] Bkz. Ahmed, Müsned, III, 270; Müslim, (2269).

[1058] 6/En'âm 31

[1059] 63/Münafİkun 10

[1060] 6/En'âm 40

[1061] Ahmed, MUsned, VI, 66.

[1062] Bu rivayetin kaynağı bulunamamıştır.

[1063] 71 /Nûh 23

[1064] 16/Nahl 66

[1065] I4/İbrahim 17

[1066] 12/Yûsuf 98

[1067] 6/En'âm 135

[1068] Reûbe'ye ait olan şiir için bkz. Lisânu'l-Arab, maddesi).

[1069] 75/Kıyamet 30

[1070] 53/Necm 42

[1071] 50/Kaf 21

[1072] 8/Enfâl 6

[1073] 75/Kıyamet 29

[1074] 68/KaIem 42

[1075] 68/Kalem 42

[1076] Yavrunun cinsiyetini öğrenmek için elini devenin hayasına koyan kişiye denir. Bkz. Lisânu'l'Arab, (yi maddesi) (ç.).

[1077] 48/Fetih 29

[1078] 38/Sâd 33

[1079] 25/Furkân 7

[1080] 20/Tâhâ 36

[1081] 20/Tâhâ 25

[1082] 12/Yûsuf 18

[1083] 47/Muhammed 25

[1084] Hassan b. Sabit'e ait ait olan bu şür için bkz. Divânu Hassan b. Sabit, s. 34.

[1085] 34/Sebe1 12

[1086] 13/Ra'd 17

[1087] 34/Sebe' 16

[1088] 5/Mâide 116

[1089] 81/Tekvir, 8

[1090] 17/İsra 85

[1091] 18/Kehf 83

[1092] 8/EnfâI 1

[1093] 2/Bakara 186

[1094] 70/Meâric 1

[1095] 33/Ahzâb 53

[1096] 60/Mümtehine 10

[1097] 4/Nisa 32

[1098] 93/Duha 10

[1099] 51/Zariyât 19

[1100] 14/İbrahim 6

[1101] 16/Nahl   10

[1102] Üseyd b. Anka'ya ait olan bu şiir için bkz. Lkânu'l-Arab, (?_?- maddesi); et-Eğânı, XVII, 117.

[1103] 48/Fetİh 29

[1104] 3/Âl-i İmran 125 Vav'ın fcthiyle; Nafi, Ebû Cafer, İbn Amir Hazma, Kissâî ve Halef okumuşlardır.

[1105] Vav'ın kesriyle; İbn Kesir, Ebû Amr, Asım ve Yakub okurlar. Bkz. eUİthâf, s. 179.

[1106] Bu hadisi, İbn Ebi Şeybe ve İbn Cerir tahric etmişlerdir.

[1107] 41/Fussİlet 38

[1108] 41/Fussilet 49

[1109] Bu, Züheyr Ebû Sülmâ'ya ait bir beyittir. Bkz. Divânu Züheyr, s. 86.

[1110] 23/Mü'minun 20

[1111] Nafİ, İbn Kesir, Ebû Amr ve Ebû Cafr sin harfinin kesriyle, diğerleri ise fetha ile oku­muşlardır. el-İthâf, s. 318.

[1112] 95/Tin 2

[1113] Antere'ye ait olan bu şiir için bkz. Divânu Antere, s. 52; el-Muhassas, XII, 160.

[1114] 9/Tevbe 19

[1115] 53/Necm 6

[1116] 23/Mü'minûn 28

[1117] 43/Zuhruf 13

[1118] 48/Fetih 29

[1119] 20/Tâhâ 5

[1120] 2/Bakara 29

[1121] 41/Fussilet 11

[1122] 82/İnfİtar 7

[1123] 91/Şems 7

[1124] Bu, İbn Cerİr et-Taberî'nin görüşüdür. Camin'l-Beyân, XXX, 210.

[1125] 87/A'lâ 1-2

[1126] 15/Hicr 29

[1127] 79/Naziât 28

[1128] 37/Saffât 6

[1129] 19/Meryem 10

[1130] 20/Tâhâ 135

[1131] 20/Tâhâ 135

[1132] 75/Kıyamet 4

[1133] 9 l/Şems 14

[1134] 18/Kehf 42

[1135] 4/Nisa 42

[1136] 78/Nebe' 40

[1137] 37/Saffât 55

[1138] 28/Kasas 22

[1139] 8/EnfâI 58

[1140] 3/Âl-i İmran 64

[1141] 2/Bakara 6

[1142] 63/Münafikun 6

[1143] 14/İbrahim 21

[1144] 22/Hac 25

[1145] Ebû Zueyb Hüzelî'ye aittir. Bkz. Divânu'l-Hüzeliyyin, I, 66; el-Be.sâir, III, 187.

[1146] A'şâ'ya ait olan bu şiir için bkz. Divânu'l-A'şâ, s. 131; el-Mücemmel, II, 477.

[1147] 18/Kehf 96

[1148] 20/Tâhâ 22

[1149] 16/Nahl 27

[1150] 1 O/Yûnus 26

[1151] 30/Rûrn 10

[1152] 2/Bakara 81

[1153] 27/Neml 46

[1154] 11/HCıd 114

[1155] 4/Nisa 79

[1156] 16/Nahl 34

[1157] 23/Mü'minun 96

[1158] el-Fehu'l-Kebir, I, 33; Müsned, V, 153; el-Miistedrek, I, 54.

[1159] 6/En*âm 160

[1160] 7/A'raf 131

[1161] 7/A'raf 95

[1162] 16/Nahl 27

[1163] 67/Mulk 27

[1164] 17/İsrâ 7

[1165] 4/Nisa 123

[1166] 9/Tevbe 37

[1167] 48/Fetih 6

[1168] 4/Nisa 97

[1169] 25/Furkân 66

[1170] 37/Sâffât 177

[1171] 5/Mâide 66

[1172] 7/A'raf 177

[1173] 60/Mümtehine 2

[1174] 67/Mulk 27

[1175] 11/Hûd 77

[1176] 13/Ra'd 21

[1177] 13/Ra'd 25

[1178] 5/Mâide 31

[1179] 5/Mâide 31

[1180] 7/A'raf 26

[1181] 7/A'raf 22

[1182] 7/A'raf 20

[1183] 2/Bakara 25

[1184] 6/En'âm 99

[1185] 6/En'âm 141

[1186] 2/Bakara 70

[1187] Bu, A'rac'ın okuduğu şaz bir kıraattir.

[1188] 2/Bakara 118

[1189] 3/Âl-i İmran 7

[1190] Bkz. fîmî/ra Zevi't-Temyîz, III, 293; Cürcânî, et-Tarifât, s. 200.

[1191] gözetmek anlamındadır. Kimisi de şöyle der: Hayvanlar için merada olan şeylere ebb denir; tıpkı insanlar için olana meyve denildiği gibi. Bkz. Lisânu'l-Arab, (V> maddesi).

[1192] yani koşuyorlar. Aslı, zefifu'n-neama/deve kuşunun koşmaya başlaması sözünden gelmektedir. Bkz. Lisânu'l-Arab, (tij) maddesi).

[1193] 4/Nisa 3

[1194] 42/Şûrâ 11

[1195] 18/Kehf 1-2

[1196] 48/Fetih 25

[1197] 9/Tevbe 5

[1198] 4/Nisa 3

[1199] 3/Âl-İmran 102

[1200] 2/Bakara 189

[1201] 9/Tevbe 37

[1202] 2/Bakara 1

[1203] İbn Ebi Hatim, tefsirinde tahric etmiştir: II, 48.

[1204] Abdurrahman b. Keysân Ebû Bekir Asamm. Onun ilginç bir tefsin vardır. Razî kendi­sinden nakillerde bulunur. Bkz. Lisânu'l-Mizân, III, 427.

[1205] Bu hadisi kaynaklarda bulamadım.

[1206] Buharı, I, 224.

[1207] 3/ÂI-i İmran 7

[1208] 3/Âl-i İmran 7

[1209] 39/Zümer 23

[1210] 4/Nisa 157

[1211] 99/ZiIzâl 6

[1212] 20/Tâhâ 53

[1213] 59/Haşr 14

[1214] 8/Enfâl 63

[1215] 106/Kureyş 2

[1216] Bu Tarafa'ya ait bir beytin başıdır. Bkz. Divanu Tarafa, s. 55; Lisânu'l-Arab, (maddesi).

[1217] 48/Fetih 18

[1218] 56/Vakia 72

[1219] 55/Rahman 6

[1220] 56/Vakıa 52

[1221] 44/Duhan 43

[1222] 4/Nİsa 65

[1223] Ahemd, Miisned, VI, 166.

[1224] 4/Nisa 128

[1225] 59/Haşr 9

[1226] 33/Ahzâb 19

[1227] 33/Ahzâb 19

[1228] 6/En'âm 146

[1229] 26/Şu'arâ 119

[1230] 14/İbrahim 42

[1231] 21/Enbiyâ 97

[1232] 47/Muhammed 4

[1233] 35/Fâtır 44

[1234] 53/Necm 5

[1235] 66/Tahrim 6

[1236] 59/Haşr 14

[1237] 50/Kaf26

[1238] 100/Âdiyât 8

[1239] 5/Mâide 64

[1240] 46/Ahkaf 15

[1241] Bu iki beytin kime ait olduğuna dair ihtilaf vardır. Onları, Mâlik b. Esma veya Ukayşir'e nisbet edenler olduğu gibi, başkalarına da nisbet edenler olmuştur. Bkz. el-Besâir, III, 302; el-Hamâsetu'l-Basriyye, II, 73; Şurayşî, Şerhu'l-Afakâmât, II, 16; ed-Durru'l-Masân, VI, 462; EmâlVl-Kalî, I, 78; el-Lealî, I, 263.

[1242] 14/İbrahim 18

[1243] 12/Yûsuf 77

[1244] 8/Enfâl 22

[1245] Bkz.jr maddesi.

[1246] Bu beyit Ferezdak'a aittir. Divan, s. 362; el-Mücemmel, II, 501; Muğni'l-Lebib, s. 15.

[1247] 77/Murselât32

[1248] 76/İnsan 21

[1249] 10/Yûnus 4

[1250] 2/Bakara 249

[1251] 56/Vakıa55

[1252] 26/Şu'arâ  155

[1253] 54/Kamer281  

[1254] 2/Bakara 60

[1255] Ragıb, Mecınau't-Belağa, I, 105.

[1256] 2/Bakara 93

[1257] Bu beyit beni Esed'den bir hırsıza aittir. Bkz. el-Besâir, III, 305; Mu'cemu'l-Buldân, IV, 321; Lisâna'l-Arab ve Umdetu'l-Huffâz (vy> maddesi), Kurh, Vadi'I-Kura pazarıdır.

[1258] Bu görüşü ileri süren Ferra'dır. Bkz, Maâni'l-Kur'ân, I, 61.

[1259] Bu beyit, Medine fakihlerinden biri olan Ubeyd b. Abdillah b. Utbe'ye aittir. el-Besâir, IH, 306; Tebrizî, Şerhu'l-Hamâse, III, 298; Mecmau'l-Belağa, I, 479.

[1260] 20/Tâhâ 25

[1261] 94/İnşirâh 1

[1262] 39/Zümer 22

[1263] 8/Enfâl 57

[1264] 26/Şu'arâ 54

[1265] 47/Muhammed 18

[1266] 5/Mâide 48

[1267] 43/Zuhruf 32

[1268] 45/Câsiye 18

[1269] Bkz. el-Besâir, III, 309; Tefsiru't-Maverdî, I, 51.

[1270] 42/Şûrâ 13

[1271] 4/Nisa 136

[1272] Bu, Leys b. Muzaffar'a ait bir görüştür. Halil b. Ahmed'in Kitabu'l-Ayn adlı eserini inti­hal eden kişidir. Kimisi de onu intihal etmediğini, ikmal ettiğini söylemiştir. Bkz. Lisânu'l-Arab, (^ft maddesi); el-Ayn, I, 252.

[1273] 33/Ahzâb 33

[1274] 7/A'râf 163

[1275] 38/Sâd 18

[1276] 26/Şu'arâ 28

[1277] 55/Rahman 17

[1278] 70/Meâric 40

[1279] 19/Meryem 16

[1280] 20/Tâhâ 32

[1281] Bkz, Aridatu'l-Ahvezî, XII, 302.

[1282] Bu hadisin kaynağı bulanamamıştır.

[1283] 47/Muhammed 33

[1284] 43/Zuhruf 39

[1285] 17/İsrâ 111

[1286] 39/Zümer 29

[1287] 42/Şûrâ 21

[1288] I6/Nahl 27

[1289] 4/Nisa 48

[1290] 4/Nisa 116

[1291] 5/Mâide 72

[1292] 60/Mümtehine 12

[1293] 6/En'âm 148

[1294] 7/Â'raf 190

[1295] 12/Yüsuf 106

[1296] Bkz. Müsned, IV, 403; et-Terğib ve't-Terhib, I, 39.

[1297] 18/Kehf 110

[1298] 9/Tevbe 5

[1299] 9/Tevbe 30

[1300] 22/Hac 17

[1301] 12/Yûsuf 20

[1302] 4/Nisa 74

[1303] 3/Al-i İmran 77

[1304] 3/Âl-i İmran 199

[1305] 2/Bakara 86

[1306] 2/Bakara 16

[1307] 9/Tevbe 111

[1308] 9/Tevbe 111

[1309] 2/Bakara 207

[1310] 9/Tevbe 111

[1311] İbn Ahmar'a ait bu şiir için bkz. Divânu îbn Ahmar, s. 133; Lisânu'l-Arab, (u* madde-si). ıj'j-^r bir kadın ismidir.

[1312] Kehf 14

[1313] 2/Bakara 144

[1314] 2/Bakar 150

[1315] Bu deyim, zamanın iyi ve kötülüklerini yaşayan tecrübeli insan için kullanılır. Bkz. Cevâhiru'l-Elfâz, s. 334; el-Besâir, III, 319; Esâsu'l-Belâğa, s. 235; el-Mücemmel, II, 503.

[1316] İmru'u'l-Kays'e ait olan bu şiir için bakz. Lisânu'l-Arab, O* maddesi).

[1317] 55/Rahmân 15

[1318] Bkz. Mecâzu'l-Kur'ân, I, 32.

[1319] 6/En'âm 112

[1320] 6/En'âm 121

[1321] 2/Bakara 14

[1322] 37/Sâffât 65

[1323] 2/Bakar 102

[1324] Bu beytin kaynağını bulamadım.

[1325] Kanalın başına gitmenin meşakketli olmasından dolayı şeytan diye nitelendirilmiştir. Bkz. Lisan, (^ maddesi) (ç.). Şemmah'a ait olan bu recez için bkz. Dîvâni, s. 413; Melâhin, s. 52; Lisânu'l-Arab, i maddesi); Tefsiru'r-Ragifo, varak, 22.

[1326] Bkz. Ahmed, IV, 226; Ebû Naim, el-HÜye, II, 130; Ebû Davud, h. no: 4784.

[1327] 28/Kasas 30

[1328] 48/Fetih 29

[1329] Bu, İbn Kesir ve İbn Zekvân'ın kıraatidir. Bkz. el-İthâf, s. 396.

[1330] 49/Hucurât 13

[1331] 77/Murselât 30

[1332] 16/Nahl 80

[1333] 21/Enbyâ 5

[1334] 37/Saffât 36

[1335] 52/Tûr 30

[1336] 34/Sebe' 13

[1337] 111/Mesed 1

[1338] 26/Şu'arâ 224

[1339] 49/Hucurât 2

[1340] 22/Hac 32

[1341] 2/Bakara 198

[1342] 5/Mâide 2

[1343] 53/Necm 49

[1344] 12/Yûsuf, 30

[1345] Bu, şaz bir kıraattir.

[1346] 19/Meryem 4

[1347] Bkz. Ebû Zeyd, en-Nevâdir, s. 161.

[1348] 12/Yûsuf 30

[1349] İbn Âmir, Âsim, Hamza, Kisaî, EbÛ Cafer, Yakub ve Halef kıraati. Bkz. el-îthâf, s. 325