C. Tefsirle Anlam Yakınlığı Olan Kavramlar
c. Te'vîl İle Tefsir Arasındaki Farklar
Tefsir kelimesi, "fesr" veya taklip tarikiyle "sefr" kökünden gelen "tef’il" vezninde bir masdardır. "Fesr", sözlükte bir şeyi açıklamak, ortaya çıkarmak, ve üzeri örtülü bir şeyi açmak gibi manalara gelmektedir. İfade ettiği bu manalardan dolayı herhangi bir hastalığı teşhisi için yapılan tahlile de "fesr" denilmektedir[2].
Tefsir kelimesinin yağmur damlalarının taş üzerine düşüp parçalanmasını ifade için kullanılan "fesereti'n-nûnetu" terkibinden alındığı da ileri sürülmüştür[3]. Buna göre de tefsir: "Açıklanması istenilen meseleyi, daha iyi anlaşılması için parçalara ayırmak" manasını ifade etmektedir.
Tefsir kelimesinin taklib tarikiyle türediği iddia edilen "sefr" masdarı da, Araplar arasında kapalı birşeyi açmak, aydınlatmak ve ortaya çıkarmak gibi manalarda kullanılmaktadır[4]. Bundan dolayıdır ki kadın yüzünü açtığında Araplar "sefereti'l-mer'etü" derler[5]. Burada zikrettiğimiz söz konusu iki kelimenin anlam bakımından benzerlikler taşıması ve Arap dilinde mevcut olan "taklib sanatı" göz önüne alınacak olursa "tefsir" kelimesinin bu iki kökten de türediği ileri sürülebilir. Durum böyle olmakla beraber Emin el-Hûlî: "Fesr" veya "sefr" masdarlarının her ikisinde de keşfetmek, ortaya çıkarmak anlamı vardır. Ancak "sefr" kelimesinde maddî zahiri bir keşf, "fesr" sözcüğünde ise manevi bir keşf söz konusudur, diyerek mana ile ilgili olması bakımından "tefsir" lafzının "fesr" den türemiş olduğunu ileri sürmektedir[6].
Tefsir kelimesi terim olarak ise: "Müşkil olan lafızdan murad edilen şeyi keşfetmektir" şeklinde tarif edilmiştir[7]. Bir ilim olarak ele alındığı zaman da tefsir: "İnsan gücü ve Arap dilinin verdiği imkân nisbetinde Allah'ın muradına delâlet etmesi bakımından Kur'ân metninin içerdiği manaları ortaya koymak"[8] demektir.
Sahabe devrinde tefsir denilince akla tevkîfî beyanlar geliyordu. Yani bu söz onlara göre Allah'ın veya O'nun elçisinin açıklamalarını ifade etmek üzere kullanılan bir kavramdı. Yani onda hata ihtimali asla söz konusu değildi. Böylece denilebilir ki ashab döneminde "tefsir" lafzı Allah ve Hz. Peygamber'in beyanları için söz konusu iken daha sonraları muhtevası biraz daha genişletilerek sahabe açıklamalarını da içine almaya başladı. Çünkü onlar Kur'ân'ın inişine şâhid olmuşlar, hükümlerle sebepler arasındaki münasebeti iyi kavramışlardı. [9]
Usûl, "asl" kelimesinin çoğuludur. Sözlükte "temel", "esas", "dayanak" ve "kök" manasına gelmektedir[10]. Ayrıca, "kaide" ve "delil" gibi anlamları da vardır[11]. Terim olarak ise: Hükmü tek başına sabit olup, başkasının kendi üzerine bina edildiği şey[12] diye tarif edilmiştir. Buna göre usûl: "Herhangi bir ilim dalıyla alakalı bilgilerin sistemli bir şekilde yerleştirilmesinde kullanılan belli esas ve metodlar" demektir. Böylece anlaşılmaktadır ki, tefsir usûlü bir ilim olarak Kur'ân'ın anlaşılması ve yorumlanması bağlamında bir takım temel ilke ve yöntemler ortaya koymakta ve bunların nasıl kullanılması gerektiği noktasında bilgiler vermektedir. [13]
"Te'vil" kelimesi, sözlük manası itibariyle aslına dönmek anlamına gelen "evl" kökünden "tefil" vezninde masdar olup, "döndürmek" ve "herhangi bir şeyi varacağı yere vardırmak" demektir[14]. Ayrıca bir lafzın manasını belirleyip "takdir ve tefsir etmek" manalarını da ifade etmektedir[15].
Te'vil kelimesi, Kur'ân bütünlüğü içerisinde farklı anlamlarda kullanılmıştır. Bunları kısaca şöyle sıralamak mümkündür:
1. Tefsir: "Onun te'vilini (tefsirini) ancak Allah bilir..."[16]
2. Sebep: "Hakkında sabredemediğin şeylerin te'vilini (sebebini) sana bildireceğim"[17]
3. Sonuç: "Bu daha iyidir ve te'vil (sonuç) bakımından daha güzeldir"[18].
4. Rüya tabiri: "Ve Yûsuf dedi ki: Babacığım! İşte bu daha önce gördüğüm rüyanın te'vili (tabiri)dir"[19].
Te'vil terim olarak da: "Meşru bir sebep veya delilden ötürü âyeti zahirî manasından alıp, kendisinden önce ve sonraki âyete mutabık, kitâb ve sünnete uygun manalardan birine hamletmek"[20] demektir. [21]
İslam bilginlerinin çoğunluğuna göre nasslardan hüküm çıkarmada esas olan, te'vile gitmemektir. Başka bir ifade ile nasslann zahirî manalarıyla amel etmek vâcibtir ve kuvvetli delil olmadıkça zahirî manalarını bırakıp te'vile gitmek caiz değildir[22]. Meselâ genel manalı bir nass, kendisini tahsis eden hususî bir nass olmadıkça umum, mutlak manalı bir nass da takyid edici bir nass olmadığı müddetçe mutlak anlam taşır. Emirler de aynı şekilde aksi bir delil bulunmadıkça vücûb ifade ederler. Ancak birbiriyle anlam yönünden çelişir gibi görünen müşkil âyetler[23] in te'lifi ve manaları gizli bir anlam için sembol teşkil eden âyetlerin[24] yani müteşâbih nasslann açıklığa kavuşturulması gibi durumlarda da te'vil kaçınılmazdır. İşte bu hallerde şu şartlar göz önünde bulundurulmalıdır:
1. Te'vile esas alınan mana, lafzın muhtemel bulunduğu, mecaz yoluyla da olsa kendisine delâlet ettiği manalardan olmalıdır[25]. Şayet lafız, ihtimâli olmayan bir anlam ile te'vile zorlanırsa, o takdirde yapılan te'vil sahih ve makbul sayılmaz[26].
2. Te'vil, lafzın ilk akla gelen zahirî manasından alınıp başka manaya çekilmesine elverişli şer'î bir delile dayanmalıdır.[27] Bu delil nass, icmâ ve kıyas olabileceği gibi, İslam hukukunun genel prensiplerinden biri de olabilir. Eğer böyle bir delile dayanmadan te'vile gidilirse bu da sahih kabul edilmez. Zira, Şâri'in koyduğu hükümlerde asıl olan nassların zahirî manalarıdır[28].
3. Te'vilin şartlarından biri de, yapılan te'vîlin manası açık bir nassa muhalif olmamasıdır. Şayet yapılan te'vil, sahih ve sarih bir nassa ters düşerse, böyle bir te'vil de fâsiddir. Çünkü şartlar tamamlanmış değildir[29].
Burada şunu da ifade edelim ki, sözünü ettiğimiz şartlar mevcut olmadan yapılan te'viller gayr-i sahih olarak nitelendirilmiştir. Demek ki, makbul ve sahih bir te'vilden söz edebilmek için öncelikle söz konusu şartların bulunması gerekmektedir. [30]
Te'vîl ile tefsir arasındaki farkları şöyle sıralamak mümkündür:
1. Te'vil, bir karineden dolayı lafzın muhtemel manalarından birisini tercih anlamı taşıdığı için katiyyet ifade etmez. Fakat tefsir, lafızdaki mananın açıklığa kavuşturulmasında kesinlik arzeder[31]. Çünkü tefsir, Hz. Peygamber ve vahye şâhid olan sahâbîlerden gelen nakle dayanır. Bu yönüyle tefsirin tevkîfî olduğu söylenebilir[32]. Halbuki te'vil, içtihada dayalıdır[33]. Kısacası te'vil, kastedilen manayı dirayetle, tefsir ise rivayetle ortaya çıkarır[34].
2. Te'vil ekseriya nasslarm manalarında, tefsir ise lafızlarda görülür[35]. Başka bir ifade ile te'vil, lafızlarda kastedilen manayı ortaya koyar, tefsir ise lafzın konusunu beyân eder[36].
3. Te'vil, tefsire göre daha hususî bir anlam taşır[37]. Çünkü te'vil ilahiyat konularında yazılmış eserlerde, tefsir ise hem bu tür kitaplarda hem de bunların dışında kaleme alman eserlerde söz konusudur[38].
4. Te'vil kavramı, bâtınî manaları ortaya koymak, tefsir ise hakikat veya mecaz yoluyla lafızların zahirî manalarını beyân etmek için kullanılır[39].
Kök itibariyle, dört harfli/rubâî "terceme"[40] veya üç harfli/sülâsî "receme"[41] fiilinden türediği iddia edilen "tercüme" kelimesi, sözlükte, "bir kelâmı bir dilden bir başka dile çevirmek", "bir sözü diğer bir dilde tefsir ve beyân etmek", "bir lafzı, kendisinin yerini tutacak bir lafızla değiştirmek" gibi manalara gelmektedir[42]. Tercüme kelimesinin zikredilen bu anlamları yanında başka manaları da vardır. Bunlaxı şöyle sıralamak mümkündür:
1. Tercüme "bâb" başlığı yani bir kitapta yer alan bölüm adı anlamına gelmektedir[43]. Bunun en çarpıcı örneklerini el-Buhârî'nin Sahih’inde bulmak mümkündür. Bu kitapta bazen "bâb" isimleri -"bâbu terceme-ti'l-hükkâm"[44] gibi- tercüme kelimesiyle zikredilmektedir.
2. Tercüme bir kimsenin hayatını ya da çalışma hayatında başından geçen olayları anlatması manasını da ifade eder. Türkçede kullandığımız "terceme-i hal" ya da "hal tercümesi" bu anlamdadır.
3. Bir sözü, ondan haberi olmayan bir kimseye ulaştırmak da tercüme kelimesiyle ifade edilmektedir.
4. Yine tercüme, bir sözü söylendiği dilde tefsir etmek demektir. Abdullah b. Abbâs (öl.68/687) hakkında kullanılan "tercümânu'l-Kur'ân" unvanı da bu anlamdadır.
5. Tercüme kelimesine verilen anlamlardan biri de, maksadın açık ve net bir şekilde anlaşılmasını temin etmek için bir sözü, kendi dilinden başka bir dile çevirip tefsir etmek demektir[45].
Tercüme terim olarak da: "Bir kelâmın manasını diğer bir lisanda dengi bir tâbirle aynen ifade etmek" demektir[46]. Tabiatıyla sözü bir dilden diğer bir dile nakletmek de, o sözün anlamını diğer dildeki kelimelerle ortaya koymaktan ibarettir. Bu durumda da tercüme edilecek dildeki sözlerin tüm mana ve maksatlarına bağlı kalmak ve tercümeyi buna göre yapmak gerekmektedir. Aksi halde mükemmel bir tercümeden söz etmek mümkün olmaz. [47]
Lafzı tercüme diye de isimlendirilen bu tercüme, "nazmında ve tertibinde aslına benzemesi gözetilen" tercümedir[48]. Bu şekildeki tercüme, tercüme edilecek metindeki her kelimenin birer birer ele alınıp, onların yerine geçebilecek diğer dildeki lafızların her yönden gözden geçirilerek yerine konulması şeklinde yapılan bir tercümedir. Bu bakımdan çoğunlukla bu tür bir tercüme, asıl metnin anlamını çok zor aksettirmektedir[49]. Onun içindir ki, bu tercüme tarzı edebî eserlerde özellikle Kur'ân-ı Kerim'de kullanımı son derece güç, hatta bazen imkânsız görülen bir tercümedir. Meselâ, (el-Hicr 15/9) âyeti, "İnnâ nahnu nezzelna’z-zikra veinnâ lehu lehafizun: Şüphesiz o Kur'ân'ı biz indirdik, muhakkak onu yine biz koruyacağız" şeklinde tercüme edilir. Halbuki söz konusu âyetteki “veinnâ lehu lehafizun” cümlesinde 3 tane te'kid unsuru vardır. Bunlar: "inne", "te'kid lâm"ı ve bir de, cümlenin fiil değil isim cümlesi olarak zikredilmiş olmasıdır. Belki bu te'kid unsurlarını gözeterek söz konusu âyeti, "Şüphesiz, muhakkak surette, Kur'ân'ı biz kesin olarak koruyacağız" şeklinde tercüme etmek mümkündür. Ancak bu da aslın vecizliği karşısında çok gülünç bir tercüme olur. Kaldı ki, Kur'ân'da harfi tercüme tarzı ile çevrilmesi hiç mümkün olmayan âyetler de bulunmaktadır[50]. Bundan dolayı diyebiliriz ki, Allah'ın mûciz bir kelâmı olan Kur'ân'ı, belagat, fesahat, icaz ve üslubuyla başka bir dile harfi tercüme yoluyla tercüme etmek mümkün değildir.[51]
Asıl dildeki kelimelerin tertibine ve nazmına bağlı kalmaksızın herhangi bir sözün anlamını bazı şerh ve izahlarla başka bir dile nakletmektir. Bu tercüme tarzında önemli olan, tercüme edilecek metindeki gaye ve maksatların güzel bir şekilde ifade edilebilmesidir. Yani harfi tercümenin esas niteliği sayılan "nazmında ve tertibinde asla benzeme" özelliği bu tefsir tarzında söz konusu değildir. Bundan dolayı tefsiri tercüme, harfi tercüme gibi zor bir tercüme olarak görülmemektedir. İşte bu özelliği sebebiyledir ki günümüz tercümelerinde daha çok tefsiri tercümeye itimat edilmekte ve bu tercüme tarzı daha üstün tutulmaktadır[52]. Burada tercümesi söz konusu olan metin eğer Kur'ân metni olursa, bu durumda onun için yalnız tefsiri tercüme tarzı önerilebilir, Çünkü Kur'ân'ın pekçok harfi, edatı, kelimesi çeşitli manalara gelmektedir. Yine Kur'ân'da pekçok edebî sanat vardır. Bunlarla bazen aslî manadan başka anlamlar da kastedilmiş olabilir. Ayrıca onda değişik kıraat vecihleri ve bazen bunlardan kaynaklanan farklı anlamlar da söz konusu olabilmektedir. Dolayısıyla bunları harfi tercümeyle nakletmek pek mümkün değildir. Çünkü bu tercüme şeklinin, edebî değeri olmayan, sıradan eserler için bile imkânsız denecek kadar zor olduğu itiraf edilmiştir. Meselâ, Hindistan'ın meşhur Brahman şâiri Rabindranath Tagore'un Mısır'a yapmış olduğu bir seyahat esnasında İngilizce yazdığı eserler dışında Hinduca yazdığı kitaplarını da İngilizceye tercüme etmesini isteyenlere verdiği şu cevap bu itirafın açık bir delilidir: "Hinduca yazdığım eserler, kendi fikirlerimi içermiş olsalar bile, ben onları İngilizceye tercüme etmekten âcizim. Zira bu tercümede İngiliz dili, Hinduca için elverişli bir dil değildir"[53].
Bu beyandan şöyle bir sonuç çıkarmak mümkündür. Bir insan eğer çok iyi bildiği iki dilden biri ile ifade ettiği şahsî fikirlerini diğer dile çevirmekte zorluk çekiyorsa, başkalarına ait düşünceleri bir başka lisana aktarmakta bundan daha fazla zorlukla karşılaşabilir. Bir de tercümesi yapılacak eser, Kur'ân gibi kelâmî yapısı itibariyle insan gücünü aşan bir eser olursa, bu durumda işin daha da zor olacağı kolayca anlaşılmış olur[54]. Bütün bu zorluklarına rağmen Kur'ân, tabii ki tercüme edilecektir. Ancak bu tercümeyi tefsiri tercümeden başka bir tarz ile gerçekleştirmek pek mümkün görünmemektedir. [55]
Söz konusu kelime de, te'vil kavramı gibi aynı şekilde "evl" kökünden türemiş "mimli masdar" ya da bir şeyin varacağı yer ve gaye manasında "ism-i mekân" dır. Sözlükte "bir şeyin özü, hülâsası ve akıbeti" anlamına geldiği gibi, "eksik bırakmak" manasını da içermektedir[56]. Kavram olarak da: "Bir sözün manasını her yönüyle değil de, biraz noksamyla ifade etmek" demektir[57].
Bilindiği gibi Kur'ân, hem lafız hem de mana yönüyle Allah kelamı olduğundan, onun tam olarak tercümesini yapmak mümkün değildir. Yani insan, bütün gücünü ortaya koyarak Kur'ân'ı tercüme etse de, bu hiçbir zaman, onun bütün mana ve maksatlarını mükemmel şekilde ortaya koyacak bir tercüme olarak nitelendirilemez. İşte söz konusu imkânsızlık nedeniyledir ki, yapılan Kur'ân çevirilerine, "tercüme" denilmekten çekinilmiş, onun yerine daha ılımlı ve yapılan işin mahiyetine daha uygun olan "meal" kelimesi kullanılmıştır. Çünkü bu kelime, yukarıda da belirtildiği gibi "eksik ve hatalı tercüme" demektir. Kur'ân'ın ifade ettiği bütün manaları tercüme yoluyla aksettirmenin imkânsızlığı düşünülürse, tercüme yerine "meal" kavramını kullanmanın ne derece isabetli olduğu kolayca görülebilir. [58]
Konu itibariyle Kur'ân'ın âyetlerini çeşitli yönleriyle ele alıp inceleyen söz konusu ilmin gayesi, Kur'ân'm anlaşılmasına yardımcı olmaktır. Bu yüzdendir ki tefsir usûlü, Kur'ân âyetlerinin değişik özelliklerini yansıtan çeşitli ilim dallan, Kur'ân'daki edebî sanatlar, genel prensipler ve âyetlerin tefsirinde ihtiyaç duyulan birtakım kaide ve esaslar üzerinde durmaktadır. Şurası bir gerçek ki özellikle bu esas ve kaideler, geliştirilmesi ve genişletilmesi düşünülen her bilimin bir anlamda planı konumundadır. Nasıl plansız olarak herhangi bir üretimi gerçekleştirmek mümkün değilse, belli kaide ve esasları önceden tesbit etmeden bir bilgiyi düzene koymak da mümkün değildir. Bu anlamda meselâ, fıkhın fürû alanına giren meselelerin tesbitinde, fıkıh usûlü ilmine ihtiyaç vardır. Çünkü bu ilmin esaslarını öğrenmeyen kimseler, hüküm istinbat ederken isabetli sonuçlara varamazlar. Aynı şey hadis usûlü ilmi için de söz konusudur. Zira belli usûl ve kaideler olmadan bu alanda dolaşmak da pek mümkün görünmemektedir. Bu yüzden denebilir ki, Kur'ân'ın sağlıklı bir tefsirinin yapılabilmesi için de tefsir usûlü ilmine ihtiyaç vardır. İşte söz konusu ilmin gayesi de öncelikle kendi alanına giren hususları tesbit edip ortaya koymak, sonra da bu dokümanları, Kur'ân'ın mana ve maksatlarının anlaşılmasında yardımcı bir unsur olarak kullanmaktır. [59]
[1] Girişte sunduğumuz bu bilgiler, Kur’ân Mesajı
(İstanbul, 2000, sy., 22, 23, 24 ) adlı dergide "Tefsir Usûlü'nün Temel
Kaynaklan" ismiyle makale olarak yayımlanmıştır.
[2] İbn Manzûr, Lisânu'l-arab, Beyrut ts., IV, 369;
el-Cevheri, es-Sıhah, Mısır 1376, II, 781; ez-Zebidî, Tâcu'l-arûs, Mısır 1306,
III, 470.
[3] Bkz. et-Tûfî, Süleyman b. Abdulkavî, el-İksîr fî
ilmi't-tefsîr, (thk. Abdulkadir Hüseyn), Kahire 1977, s. 1-2.
[4] İbn Manzûr, Lisânu'l-arab, IV, 369; ez-Zerkeşî,
el-Burhân fî ulûmi'l-Kur'ân, (Muhammed Ebu'1-Fadl İbrahim), Mısır 1972, II,
147.
[5] ez-Zerkeşî, el-Burhân, II, 147.
[6] el-Hûlî, Emin, et-Tefsîr ma'âlimu hayâtihi ve
menhecuhıı'l-yevm, Mısır 1944, s. 5.
[7] İbn Manzûr, Lisâmı'l-arab, IV, 369; ez-Zebidî,
Tâcu'l-arûs, Mısır 1306, III, 170.
[8] ez-Zerkânî, Menâhilu'l-irfân ft ulûmi'l-Kur'ân, Mısır
ts., I, 471; ez-Zehebî, et-Tefsîr ve'l-müfessirûn, Mısır 1396/1976, I, 15.
[9] Doç. Dr. Muhsin Demirci, Tefsir Usulü ve Tarihi,
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 19-20.
[10] Büyük Haydar Efendi, Usûl-i Fıkıh Dersleri, İstanbul
1969, s. 8.
[11] Atar, Fahrettin, Fıkıh Usûlü, İstanbul 1988, s. 1.
[12] el-Cürcânî, Ta'rifât, İstanbul 1327, s. 22.
[13] Doç. Dr. Muhsin Demirci, Tefsir Usulü ve Tarihi,
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 20-21.
[14] İbn Manzûr, Lisânu'l-arab, XI., 32; er-Râgib
el-Isfahânî, el-Mufredât fî ğarîbi’1-Kur’ân (thk. Muhammed Seyyid Keylânî),
Beyrut ts., s. 31; Asım Efendi, Kamus Tcrcemesı, İstanbul 1304-1305, III, 1160.
[15] İbn Manzûr, Lisânu'l-arab, XI, 32; Asım Efendi, Kamus
Tercemesi, III, 1160; et-Tehânevî, Keşşâfu Istılahati'l-fünün, İstanbul
1404/1984, I, 89; ez-Zerkânî, Menâhıl, 11,4.
[16] Âl-i İmrân 3/7.
[17] el-Kehf 18/78.
[18] en-Nisâ 4/59.
[19] Yûsuf 12/100.
[20] ez-Zerkeşî, el-Burhân, II, 150; es-Suyutî, el-İtkân,
II, 222; el-Akk, Hâlid Abdurrahman, Usûlü't-tefsîr ve kavâiduhu, Beyrut
1406/1986, s. 51; Şahinoğlu, M. Nazif, "Te'vil", İA., XII, 216.
[21] Doç. Dr. Muhsin Demirci, Tefsir Usulü ve Tarihi,
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 21-22.
[22] Abdülhâmid, İrfan, İslâm'da İtikâdî Mezhepler (trc.
Saim Yeprem), İstanbul 1981, s. 230.
[23] Kur'ân'ın bazı ayetleri arasında ihtilaf veya tezat
gibi görünen hususlar muşkilu'l-Kur'ân ilmi içerisinde ele alınmaktadır.
Aslında Kur'ân'da birbirini tutmayan veya çelişki arzeden ayetler mevcut
değildir. Nitekim Allah Taâlâ: "Eğer
o, Allah'tan başkası tarafından olsaydı elbette içinde birbirini tutmayan bir
çok şey bulurlardı" en-Nisâ, 4/82 buyurarak bu gerçeği açıklamış
bulunmaktadır. Demek ki Kur'ân'da böyle bir şey esasen mevcut değildir. (Bkz.
Çetin Abdurrahman, Kur'ân İlimleri ve Kur'ân-ı Kerim Tarihi, İstanbul 1982, s.
259-260.)
[24] Abdülhâmid, İrfan, İslam'da İtikadi Mezhebler, s. 231.
[25] Salih, Muhammed Edib, Tefsiru'n-nusûs fî
fıkhi'l-İslâmî, Beyrut 1984, I, 381; el-Akk, Usûlü't-tefsîr s. 58.
[26] Zeydân, Abdulkerim, el-Vecîz fi usûli'l-fıkh, Bağdat
1974, s. 287.
[27] Zeydân, Abdulkerim, el-Vecîz, s. 288; Şa'bân,
Zekiyyuddin, İslâm Hukuk İlminin Esasları (trc. İbrahim Kâfî Dönmez), Ankara
1990, s. 320-321; Salih, Muhammed Edib, Tefsiru'n-Nusûs, s. 382.
[28] Sâlih, Muhammed Edib, Tefsiru'n-nusûs, s. 382; Şa'bân,
Zekiyyuddin, İslâm Hukuk ilminin Esasları, s. 321.
[29] Zeydân, Abdulkerim, el-Vecîz, s. 288.
[30] Doç. Dr. Muhsin Demirci, Tefsir Usulü ve Tarihi,
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 22-23.
[31] Abdulaziz, Emir, Dırâsât fî ulûmi'l-Kur'ân, Beyrut 1983/1403,
s. 141
[32] Elmalılı, Hak Dini Kur'ân Dili, (Mukaddime), İstanbul
1971, I, 27.
[33] el-Akk, Usûlü't-tefsir, s. 52.
[34] Elmalılı, Hak Dini, (Mukaddime) I, 27.
[35] Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usûlü, Ankara 1993, s. 215.
[36] el-Akk, Usûlü't-tefsîr, s. 52.
[37] İbnu'1-Esîr, el-Mesellesu's-Sâir fî edebi'l-kâtib
ve'ş-şâir, (thk, Ahmed el-Hûfî-Bedevî Tabbâne), Riyâd 1983/1403, I, 90.
[38] Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usûlü, s. 215.
[39] İbnu'1-Esîr, el-Mesellesu's-sâir, I, 90.; Abdülaziz,
Emir, Dirâsât fî Ulûmi'l-Kur'ân, s. 143.
Doç. Dr. Muhsin
Demirci, Tefsir Usulü ve Tarihi, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı
Yayınları: 23-24
[40] et-Tehânevî, Keşşaf, I, 587.
[41] el-Cevherî, es-Sıhah, II, 7288; İbn Manzûr,
Lisânu'l-arab, XII, 66.
[42] Tercüme kelimesinin manaları için bkz. el-Cevherî,
es-Sıhah, II, 288; İbn Manzûr, Lisânu'l-arab, XII, 66 vd; Okiç, M., Tayyib,
"Hadiste Tercüman", AÜİF. Der., Ankara 1967, sy., XIV, s. 31.
[43] Okiç, Hadiste Tercüman, s. 31.
[44] el-Buhârî, el-Ahkâm, 40.
[45] Geniş bilgi için bkz. ez-Zehebî, et-Tefsir ve'l-müfessirûn,
I, 23; Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usûlü, s. 216; Aydar, Hidayet, Kur'ân'ın
Tercümesi Meselesi, İstanbul 1996, s. 59-61.
[46] Elmalılı Hak Dini, (Mukaddime), I, 9.
[47] Doç. Dr. Muhsin Demirci, Tefsir Usulü ve Tarihi,
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 24-25.
[48] ez-Zehebî, et-Tefsîr ve'l-müfessirûn, I, 23.
[49] Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usûlü, s. 217.
[50] Birden çok anlamlı âyetler bu husus için örnek teşkil
etmektedirler. Bkz. es-Sâffât 37/93; el-Kalem 68/20.
[51] Bu hususta geniş bilgi için bkz. Aydar, Hidayet,
Tercüme Meselesi, s. 240 vd. Doç. Dr. Muhsin Demirci, Tefsir Usulü ve Tarihi,
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 25-26.
[52] Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usûlü, s. 217.
[53] Okiç Hadiste
Tercüman, s. 27.
[54] Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usûlü, s. 218-219.
[55] Doç. Dr. Muhsin Demirci, Tefsir Usulü ve Tarihi,
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 26-27.
[56] Elmalılı, Hak Dini, (Mukaddime), I, 330.
[57] Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Tarihi, Ankara 1988,1, 33.
[58] Doç. Dr. Muhsin Demirci, Tefsir Usulü ve Tarihi,
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 27-28.
[59] Doç. Dr. Muhsin Demirci, Tefsir Usulü ve Tarihi,
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 28.